Cumhurbaşkanlığı için çok mu erken?

 

                               
Batı Dünyasında, Türkiye hakkında düşünülen ve tartışılan konu: Cumhurbaşkanlığı seçimi. Seçimin yapılacağı Ağustos ayına 3 ay gibi bir süre kalmasına karşın, Muhalefet cephesinde henüz bir ses yok. Oysa cevabı beklenen soru: Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığını da ele geçirip Siyasal İslam sistemini tam olarak Türkiye’ye yerleştirmeyi başarıp başaramayacağı. ABD-AB- NATO kampı için Cumhurbaşkanlığı seçimin önemi: demokrasi etik değerleri gibi ‘kozmetik’ söylemlerin dışında, esas olarak Türkiye’nin şu sıralarda gitgide önem kazanan jeopolitik pozisyonundan kaynak alıyor. Türkiye, Erdoğan ya da başka birisinin başkanlığında, ağustos ayından sonra gündemdeki politik coğrafyanın tam ortasında yer alıyor. Süregiden ve daha da ısınacağı anlaşılan Suriye, Ukrayna-Rusya ve Irak-İran tarafından köşelendirilen bir savaş ve kanüçgeninin tam ortasında Türkiye…
 

Orta-Doğu’da ‘uyumlu Sünni şeriatı’

 
ABD ve BATI’NIN Türkiye’de iktidar sorununa bakışı, bu kampın, Orta-Doğu ve Avrasya ülkeleri içinde kendi pozisyonuna bu ülkeden destek gelip gelmediği ile yakından ilgili. Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan büyük yolsuzluk furyası ve Başbakan Erdoğan’ın dillere destan dikta hevesi, bu ülkeler için ‘sıradışı’ bir gelişme olmadı. Batı; Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Mısır, Irak ve çevredeki diğer ülkelerde çarkların böyle döndüğünü çok iyi biliyor. İngiltere’de bir bakanın, Türkiye’de bir ‘saat parası’ sayılacak bir soruşturma için istifa ettirilmesi, İngiltere’nin Türkiye ve benzer ülkelerde de yolsuzluklar konusunda ‘aynı hassasiyeti’ göstereceği anlamına gelmiyor. Keza, Demokrasi ve yönetimin Batı normlarındaki etiği konularında.. Rüşvet yiyen ve ülkelerini kendi özel orduları ile yöneten diktatörler, Orta-Doğu’da ‘istisnayı değil kuralı’ oluşturuyor. Türkiye’de olup bitenler, Batı için sadece ‘sürüden ayrılmama’nın işareti sayılan, kilit Orta-Doğu ve Avrasya politikalarında destek olup olmayacağı açısından önemli. ABD-AB-NATO olarak beliren siyasi-askeri blok Orta-Doğu’nun kaderini: ‘Batı ile uyumlu Sünni rejimleri’ olarak belirliyor. 
 
Son iki yıla kadar hakkında bir literatür oluşturarak desteklenen Siyasi İslam, yaftalı Müslüman Kardeşler, Mısır ve Suriye’deki gelişmelerden sonra tarihe karıştı. Müslüman Kardeşler, cennet sayılan Londra’da bile soruşturma altında. Bu noktada temel faktör: Orta-Doğu’nun ağası Suudi Arabistan oldu. Suudi Arabistan’ın geliştirdiği Sünni-Salafi yönetimleri, ABD için biraz da zorunluluktan dolayı kabul görüyor. Şeriatçılığın ‘El Kaide biçimine’ karşı olan ve Batı’nın askeri doktrininden ayrılmayan dinsel diktalar, Batı’da kimseyi rahatsız etmiyor. Erdoğan’dan istenen; Başbakan ya da Başkan olarak bu tablo içinde kendisine bir rol bulması. ABD ve AB cihetinden gelen eleştirileri böyle algılamak yerinde olur.
 

Suriye ve Irak politikası ile uyumlu olmak

 
Türkiye’de Cumhurbaşkanlığı ve gelecek yıl yapılacak Genel Seçimler, ülkenin yakın geleceğini belirleyecek önemde. Önümüzdeki yıl, aynı zamanda komşular Suriye ve Irak için de aynı önemi taşıyor. Irak’ta 30 Nisan tarihinde yapılacak seçimler, pek muhtemel olarak 3’lü bir Irak tablosunu gözler önüne serecek. Seçimlerden eli güçlenmiş olarak çıkacak olan Kuzey Irak, Türkiye üzerinden iki boru hattı ile günde 1 milyon varil petrol ihraç eden bir ülke olmaya hazırlanıyor. ABD’den başka ‘yön’ tanımayan Kuzey Irak’ın komşularında, mevcut ‘doğal yaşam alanında’ yer alan ya da alacak olan otonomiler ile ilişkileri, 2015’e kadar ilgili ülkelerdeki seçimlerle belirlenecek.
 
Suriye’de ki savaş ve izleyeceği rota ise; bu ülke üzerindeki Salafi yayılması ile ilgili. ABD’nin Suriye konusunda tutum değiştirmesine neden olan muhalefet cephesindeki ‘hesap dışı’ El Kaide güçlenmesi, Suudi Arabistan tarafından çözdürülmeye çalışıyor. Terörist IŞID örgütünü tasfiye ederek, aynı mod da bulunan El Nusra’yı içine alan Suudi Arabistan konrolünde ve parasal desteğindeki yeni Suriye muhalefeti, Ürdün üzerinden yeniden ABD tarafından silahlandırılıyor. Geçen ay içinde, Türkiye’nin doğrudan müdahalesi ile gerçekleşen Lazkiye Saldırısı da, El Nusra işbirliği ile ortaya çıktı. Suriye muhalefetine silah yardımı için 2011-2012 yıllarında ABD’nin birinci tercihi olan Türkiye sınırı, 2014 yılına gelindiğinde gözden düştü. Şubat ayı içinde Suriye muhalefetine verilen, 285 milyon dolarlık ‘omuzdan atılan uçaksavar’ içermeyen silah desteğinin, Türkiye değil, Ürdün sınırı üzerinden yapılması dikkat çekti. Suriye’de savaşan Batılı ülke vatandaşlarının dönüş yolu üzerinde bulunan, Türkiye’nin kendi inisyatifi ile yürütmeye çalıştığı bir Suriye ajandasının bulunduğu Batı istihbarat sitelerinde sıradan bir bilgi haline geldi.
 
Türkiye’de önümüzdeki üç ayın gündemini oluşturacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Batı ülkelerinin tutumunun ne olacağını beklerken, demokrasi ve yolsuzluklar konusunda ABD, AB ve NATO politikalarının değişebileceği gibi bir hayal kurulmaması tavsiye olunur. Yukarıdaki kalıplara ‘en uygun aday’ desteklenecektir.
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 
   
                                        

Venezuela CIA darbelerine direniyor

‘Commandante Chavez’ ölümsüz

Venezuela Temsilcisi Guerra

 

Londra’da 11 Nisan gecesi düzenlenen panelde, Venezuela’da Unutulmaz Başkan Hugo Chavez liderliğinde gerçekleşen ‘Bolivarcı devrime’ karşı ABD tarafından tertiplenen ve sadece 47 saat süren darbe tartışıldı. Kuzey Londra’da Troy Kafeterya’da ‘Faşizme Karşı Latin Amerika Cephesi’ tarafından organize edilen gecede, Venezuela Büyükelçiliği Temsilcisi John Guerra ve Venezuela’ya giderek araştırma yapan Mesut Akın konuştular. 
 
Venezuela’da Başkan Hugo Chavez’e 12 Nisan 2002 tarihinde CIA ve Ordu’nun bazı kesimleri tarafından yapılan ‘Soft Coup’nun yıldönümünde konuşan Venezuela Temsilcisi Guerra, ’12 Yıl önce bugün Commandante Chavez’e karşı yapılan darbe sadece 47 saat dayanabildi. Halkın direnişi sonunda tutuklanmış olan Chavez, helikopterle geri getirilerek başkanlık sarayına bırakıldı. Şimdi yeniden tekrarlanmaya çalışılan karışıklıklar ve darbe girişimleri de aynı kaderi paylaşacaktır. Zira Venezuelahalkı, Chavez tarafından gerçekleştirilen ve şimdi Başkan Maduro tarafından sürdürülen Bolivarcı devrimin tadını aldı. Onu, canı pahasına savunmaya kararlı’ dedi.
 

Ukrayna’yı bizde tekrarlayamazlar

 
Venezuela Elçiliği Temsilcisi Guerra, 12 yıl önce CIA ve Ordu içindeki destekçileri tarafından 12 Nisan 2002 tarihinde Başkan Chavez’e karşı bir ‘Yumuşak darbe’ gerçekleştirildiğini, ancak halkın devrime sahip çıkması ve direnişi sonunda tutuklanan Chavez’in 47 saat içinde görevinin başına döndüğünü kaydetti. O tarihlerde bir öğrenci lideri olarak Venezuela’da bulunan Guerra, halk tarafından seçilen Hugo Chavez’in gerçekleştirdiği Bolivarcı devrimin, geçen 12 yıl içinde Venezuelahalkına refah, zenginlik ve özgürlük getirdiğini, Chavez’in ölümüne rağmen onun kurduğu sistemin, şimdi Başkan Maduro tarafından sürdürüldüğünü vurguladı. 
 
Bolivarcı devrimin ‘Commandante Chavez’ yönetiminde, Venezuela’nın en önemli zenginlik kaynağı olan petrolü ulusallaştırarak, gelirini geniş ve eşitlikçi bir sosyalizasyon amacıyla kullandığını, ülkenin devrim öncesi 90 milyar olan milli gelirini 13 yılda 320 milyar dolara çıkardığını belirtti. Guerra, Venezuela’nın 12 yıl sonra geçtiğimiz aylarda yeniden ABD ve CIA destekli darbe girişimlerine hedef olduğuna dikkat çekerken, ‘Venezuela ABD’ye en çok petrol satan 4. ülkedir. Bu herşeyi açıklamaya yeter’ dedi. CIA ve işbirliği yaptığı güçlerin Venezula’ya komşu olan Columbia üzerinde sızdıklarını söyleyen Guerra, uyuşturucu ve kara paradan beslenen bu ülkede 7 ABD üssü bulunduğunu belirtti.
Mesut Akın; ‘halk devrimi silahlı olarak savunacak’
Veneuzela’ya giderek Bolivarcı devrimin sosyal ve politik yönlerini inceleyen Araştırmacı Mesut Akın, Venezuela’da halk devriminin, lideri Chavez’in ölümünden sonra da Başkan Maduro tarafından sürdürüldüğünü söyledi. Akın, izleyicilerden gelen soruları cevaplarken ‘CIA ve ABD tarafından Ukrayna’da yapılan ‘sivil darbe’ türünden provokasyonlara karşı, Venezuelahalkı ve yöneticilerinin deneyimli olduklarını ve devrimi savunmak amacıyla halkı örgütlü ve silahlı hale getirdiklerini kaydetti. Başkan Maduro’nun muhalefet partileri ile yapmaya başlayacağı görüşmelerin Venezuela’ya komşu Brezilya, Ekvator, Arjantin gibi dost ülkeler gözlemciliğinde yürütüleceğini söyleyen Akın, bu görüşmeler ‘barışı sağlamak ve bir iç savaş tehlikesini önlemek amacına yöneliyor’ dedi.

Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 
,

 

Türk turizmi, restoranları ve kültürünün ‘ROTA’sı belirlendi

Britanya’da turizm, otel ve restoran alanında faaliyet gösteren Türk firma ve çalışanları için Restoran, Otel, Turizm Ass. (ROTA) adlı yeni bir Türk toplum örgütü geçtiğimiz günlerde kuruldu.

 
Britanya’da yerleşik restoran, otel ve turizm meslek kuruluşları ve çalışanlarına bir dayanışma, iletişim ve işbirliği platformu oluşturmayı hedefleyen ROTA, üyeleri arasında destek, bilgi akışı ve ticari işbirliği platformu oluşturmayı hedefliyor. 
Türk turizm ve ve kültürünü, zengin Türk mutfağını Britanya’da olumlu bir şekilde yansıtmak ve geleneksel özellikleri yaymak amacıyla çeşitli faaliyetlerde bulunacak olan yeni oluşum, meslek kuruluşları ve çalışanları arasında başarılı değerleri ön plana çıkararak, teşvik ve özentiyi sağlayacak. 
İkili ilişkiler ve etkinliklerle Britanya yönetim ve halkının; Türkiye, Türk Turizmi ve Mutfağı konusunda bilgilendirilmesi ve eğitilmesini de hedefliyor. 

ROTA, kar amacı gütmüyor!

Amaçlarını gerçekleştirebilecek fikirleri, bağlantıları ve becerileri paylaşarak kaynak yaratmayı hedefleyen ROTA, üyeleri arasında kar amacı gütmeyen, dinamik bir işbirliğini gerçekleştiren, şeffaf ve seçkin bir kuruluş olmak istiyor.
   

Bir süredir devam eden kuruluş çalışmalarını tamamlayan ROTA’nın, genel kurul toplantısı, başkan ve yönetim kurulunun seçilmesi Canary Wharf’ta bulunan Hazev’de gerçekleştirildi.  
Bağımsız, hiçbir resmi, dini ve özel kuruma bağlı veya temsilcisi olmayan ROTA genel kurulunda yapılan seçimler sonunda; tek aday olarak belirtilen Akın Örs’ü oy birliği ile başkanlığa seçti. 
Ahmet Sapaz ve Şeref Aygunoğlu Başkan Yardımcılığı, Esen Harput ve Mehmet Evirgen yönetim kurulu üyeliğine seçilirken, Ahmet Sapaz ayrıca Saymanlık görevini de üstlendi. Denetim kurulu üyeleri ise Jale Özer ve Hüseyin Ulus olarak belirlendi.
Onursal Baskanı Yunus Aslan, Onur Üyesi ise Birol K Yigitcan olan ROTA, gözlemci misafir olarak bulunan İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Timur Doğruyol ve Baskan Yrd. ve Azerbaycan Evi Başkanı Dr. Ali Tekin Atalar,  İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı  Jale Özer, Hazev sahibi Önder Şahan ve Hazev çalışanları ile kurucu şeref üyelerinin yanı sıra yeni üyelerine de  katkı ve emeklerinden dolayı, teşekkür ediyor.
rotauk@hotmail.com e-posta adresinden ve/veya “RotaGB” Facebook sayfasından, uzun zamandır şiddetle ihtiyaç duyulan bir alanda büyük katkılar sağlayacak ROTA ile iletişim kurulabilir. 

LondraPosta / Londra


Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 

Kimyasalda Hersh paniği!

Suriye’ye saldırı kampı karıştı

 
Ünlü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh
Ünlü Amerikalı gazeteci Seymour Hersh’in ‘Red Line and Rat Line’ yazısı, beklenen bomba etkisini yarattı ABD-NATO-Türkiye kampında. Üç yıl içinde Suriye’de 130 bin insanın ölümüne yol açan savaşı çıkartan ve Türkiye ve Ürdün üzerinden kurulan ‘Rat line’ (Sıçan yolu) üzerinden alevlendiren savaş suçluları gurubu, Seymour Hersh’in haberi üzerine ‘yalanlama’ yarışına girdiler. Türkiye’den Başbakan Erdoğan yerine, Bülent Arınç’ın yaptığı açıklama ile yalanlanan Seymour Hersh haberi, ABD Dışişleri Sözcüsü tarafından da aynı içerikte cevaplandırıldı. Türkiye’den Hükümet yanlısı medyaya katılan, ana gurup medyaya bağlı yayın organları da, Hersh  konusunda ağız birliği içinde ‘savunma’ yapma peşindeler. Gerçekte Türkiye açısından açık bir savaş suçu teşkil edenSeymour Hersh suçlaması, ABD ve İngiltere için de ‘son on yılın en büyük fiyaskosunu’ yarattı. İngiliz Başbakanı David Cameron, parlamentodan savaş kararını geçiremeyerek, İngiltere Parlamentosunda 300 yılda bir gerçekleşen bir yenilgiye imza atarken, Başkan Obama aynı akıbete uğramaktan, savaş kararını son anda Kongre’ye yüklemekle kurtuldu. Kısaca, Suriye savaşının başta gelen destekçileri ‘kırmızı çizgileri’ aştığı belirtilen kimyasal saldırı olayından sonra ‘kendi karar organlarını’ bile savaşa ikna edemediler.
 

İngiliz Parlamentosu herşeyi biliyor

 
21 Ağustos günü Guta’da patlayan kimyasal bombadan sonra medyadaki Anti-Esad kampanyaya karşın, İngiltere Parlamentosu 7 Eylül günü yaptığı toplantıda açık ara ‘askeri operasyona hayır’ kararı aldı. Karardan bir gün önce Parlamento binasında İktidar ve muhalefet milletvekilleri tarafından yapılan bir basın toplantısında, (Türk basınından sadece bizim izlediğimiz), 5 Eylül günü milletvekillerine istihbarat örgütlerinin kanıtlarının gösterildiği ve hiç birinin ciddi bulunmadığı, bu nedenle red oyu verileceği açıklandı. İngiliz Parlamentosu’nun red kararından iki gün sonra 9 Eylül günü, Londra’ya gelen ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague ile yaptığı ortak basın toplantısında ilk kez olarak ‘Suriye kimyasal silahlarını teslim ederse, askeri müdahalede bulunmayız’ açıklamasını yaptı. 11 Eylül günü ABD Başkanı Obama da tarihi ‘U dönüşünü’ gerçekleştirerek, savaş için Kongre kararını bekleyeceğini açıkladı.  Red line’ konusunda, ABD kongresinden hiç bir karar çıkmadı.
Güneş: Adana’daki duruşmayı ben izledim

 

Doğrulama mı bekliyordunuz ?

 
Seymour Hersh’in bomba etkisi yapan yazı ve haberi üzerine, Türkiye’den Hersh ve yazıda belirtilen istihbarat kuruluşlarına telefonlar yağdı. Bir bölük ‘gazeteci’ İngiliz Askeri Örgütünden ‘doğrulama’ ararken, bazıları da Seymour Hersh’e ‘bilgi aldığı kaynakların neden isimlerini yazmadığını’ sordular. Seymour Hersh’in yazısı üzerinde kuşku yaratma amacındaki basın,  ‘Red Line and Rat Line’ da açıklananların en yakındaki ‘doğrulamasını’ gözden ırak tutmaya çalıştılar. Hersh’in, El Nusra örgütünün kimyasal bomba yapımında kullanılan malzemeyi Türkiye’den temin ettiğine dair yaptığı atfın doğrulanması, CHP Milletvekili Hurşit Güneş tarafından yapılıyordu. 
 
Güneş, 9 Nisan günü Eskişehir’de yaptığı basın toplantısında Hersh’i şu sözlerle doğruladı:‘Bildiğiniz üzere Adana’da bir dava vardı. Ben bu davayı izlemeye gitmiştim. Bu davada Hytham Kassap isimli savcılık iddianamesinde, El-Nüsra cephesinin mensubu olan bir genç, sarin gazının yapımında kullanılan malzemeleri elde etmeye çalışırken, suç ortakları ile birlikte yakalanmıştı ve ilk duruşmada tamamı serbest bırakıldı. Burada bir siyasi baskı olduğu endişesi bizde vardı ve bunu dile getirmiştik. Orada söylenen, bu tonlarla ifade edilen antifriz olduğu iddia edilen asıl malzemenin, beyaz fosforun sarin gazı yapımında kullanıldığını söylemiştik ve iddianamede de bu yer almıştı. Orada elde etmeye çalıştıkları dinamit fitili var ki, kilometrelerce uzunlukta. O da zaten ne yapmaya çalıştıklarını açıkça ortaya koyuyor. Kimyasal silahın Suriye’de kullanılması durumunda müttefikimiz olan Amerika Birleşik Devletleri ve beraberindeki NATO müttefikleri, Suriye’ye müdahalede bulunacaklarını daha önceden açıklandığı için, Suriye’de Esat’ın sahip olduğu kimyasal silahlardan birinin kullanılması halinde mecburen geleceklerdir. Fakat, Hersh’in iddiasına göre; 16 Mayıs 2013’de Erdoğan-Obama görüşmesinde Obama, Türk hükümetinin tehlikeli ve kırmızı hattı geçen işlerin içinde bulunduğunu söylemiş. Eğer bu doğruysa, çok üzücü bir durum. Yanlışsa da, Türkiye’nin bunun çok net biçimde böyle bir görüşme olmadığına dair açıklamada bulunması gerekiyor. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Suriye’ye barışın gelmesini istiyoruz ve silahlardan arınmasını istiyoruz.’
 
CHP Milletvekili Hurşit Güneş, aynı basın toplantısında Seymour Hersh’in yazısında geçen bir başka bölüme, 16 Mayıs 2013 tarihinde Beyaz Saray’da yapılan Obama-Erdoğan görüşmesine dikkat çekiyor ve soruyor ; ‘Eğer bu doğruysa çok üzücü bir durum. Yanlışsa da Türkiye’nin bunun çok net bir biçimde böyle bir görüşme olmadığına dair açıklamada bulunması gerekiyor’.  
 
Türkiye böyle bir açıklama da bulunamaz. İşte bu görüşmenin Beyaz Saray Resmi Fotoğrafçısı Pete Souza  tarafından çekilen fotoğrafı:
 

Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 

 

‘Sahte bayrak’ operasyonları dış işleri cuntasından

Devlet mi, Milis mi ?

Seymour Hersch yazısında, kimyasal silah sayılan sarin gazının, Al Nusra adlı El Kaide örgütü tarafından Türkiye’de sağlanan malzeme ve olanaklarla üretildiği ve 21 Ağustos tarihinde Guta’ya iki eski Sovyet malı füze ile atıldığını belirtiliyor.

           

Erdoğan, Fidan, Davutoğlu ‘yok denilen’ toplantıda 
    
                                                 
Türkiye hızla devlet karakterini kaybediyor uluslararası arenada. Ünlü Amerikalı gazeteci Seymour Hersch tarafından yazılan ve 1 gün önce Londra’da yayınlanan ‘The Red Line and Rat Line (Kırmızı çizgi ve Sıçan yolu) adlı araştırma, dikkatleri bir kez daha Türkiye üzerine çekti. May Lai katliamı, Ebu Garip cezaevi gibi Dünya’nın en önemli gazetecilik olaylarına imza atan Seymour Herch’in, ’21 Ağustos tarihinde Şam yakınlarında patlayan kimyasal silah’ konusundaki araştırması, Dünya’da medya karartması nedeniyle cevabı verilemeyen bir soruya ışık tuttu. ABD ve İngiltere kamuoyu dahil, Batı halkının büyük kesiminin ‘resmi açıklamalara inanmadığı, ancak failini de  göremediği’ Guta saldırısı, Hersch tarafından Türkiye’ye fatura edildi. Seymour Hersch’in yazısında, kimyasal silah sayılan sarin gazının, Al Nusra adlı El Kaide örgütü tarafından Türkiye’de sağlanan malzeme ve olanaklarla üretildiği ve 21 Ağustos tarihinde Guta’ya iki eski Sovyet malıfüze ile atıldığı belirtiliyor.

 İngiliz istihbaratı ikinci Irak rezaletini önledi


Seymour Hersch’in araştırmasında verdiği bilgilere göre; 21 Ağustos günü meydana gelen kimyasal saldırıdan sonra, batı medyasının yürüttüğü ve ABD’de Obama yönetiminin ‘kırmızı çizgilerin aşılması’ gerekçesiyle Suriye’yi bombalama hazırlıklarına başladığı sırada, İngiltere’nin Salisbury kenti yakınlarında bulunan Porton Down askeri kimyasal araştırma merkezinden çıkan ‘Guta’da kullanılan gazın, Suriye’nin elinde bulunan kimyasal silah bileşimlerine uymadığı’ raporuyla kesintiye uğradı. Rusya istihbarat görevlilerinin Guta’dan toplayarak inceledikleri ve daha sonra İngiliz İstihbaratına teslim ettikleri bulgular üzerinden sağlanan bu rapor, 7 Eylül tarihinde İngiltere Parlamentosu’nun da ‘Suriye’ye askeri müdahaleye hayır’ kararı vermesindeki gerçek nedeni oluşturdu. Başbakan Cameron’un askeri müdahale çağrısına karşın, çok sayıda Muhafazakar Parti milletvekilinin, Muhalefetteki İşçi Partisi milletvekilleri ile birlikte red oyu vermesine neden olan Porton Down Raporu, Seymour Hersch’in yazısında, Başkan Obama’nın görüş değiştirerek, askeri müdahale için Kongre onayı bekleme kararı almasındaki en önemli etken olduğu vurgulanıyor.

16 Mayıs Beyaz Saray toplantısı       


Seymour Hersch’in Dünya’da büyük yankılar uyandıran ‘Red Line, Rat line’ yazısı, önemli ölçüde yazarın ABD İstihbarat çevrelerinden topladığı isim belirtilmeyen kaynaklara ve açık istihbarat bilgilerine dayanıyor. Suriye olaylarında başrol oynayan Türkiye’de mahkemeler, adliye mekanizması, polis, ordu ve MİT kanallarından, Hersch’in ileri sürdüğü iddiaları doğrulattırma olanağı da yok. Seymour Hersch yazısında 16 Mayıs günü Başkan Obama’nın, Başbakan Erdoğan ve ekibi ile yaptığı toplatıya büyük bir yer ayırıyor. Başkan Obama, Dışişleri Bakanı John Kerry, Ulusal Güvenlik Danışmanı Tom Danilon, Başbakan Erdoğan, Dışişleri Bakanı Davutoğlu ve MİT Müşteşarı Hakan Fidan’ın katıldığı bu toplantıda, Hersch’in anlatımına gğre, Erdoğan, Hakan Fidan’ı konuşturarak ‘Obama’nın kırmızı çizgilerinin aşıldığını’ kanıtlamaya çalışır. İki kez konuşmaya başlayan Fidan’ın sözünü ‘biliyoruz’ diyerek kesen Obama, hareketlenen toplantının sonunda, ‘Suriye’de radikallerle neler yaptığınızı biliyoruz’ der. Daha sonra yapıldığı bile taraflarca kabul edilmeyen toplantının dökümünü, Hersch dolaylı bir yoldan Obama’nın danışmanı Tom Danilon’dan öğrenir. Seymour Hersch’in görüşüne göre; Suriye’de Esad rejiminin güç kazanmaya başladığı bir dönemde, Beyaz Saray’da yapılan bu toplantıda, Başbakan Erdoğan ve ekibi, ‘Başkan Obama’yı kırmızı çigilerin aşıldığı konusunda ikna ederek, Suriye’ye ABD askeri müdahalesini gerçekleştirmektir. 21 Ağustos günü Guta’da patlayan ve 600 sivilin ölümüne yol açan kimyasal bomba provokasyonu da öyle…

Dış politika ‘Erdoğan cuntasına’ emanet


Seymour Hersch’in Türkiye hakkında yaptığı değerlendirme, siyaset sahnesinde yeni olaylarla doğrulanıyor. Uluslararası arenada ‘Türkiye devletine’ fatura edilen provokasyon ve ‘sahte bayrak’ operasyonlarına kimyasal silah dışında yenilerini ekleyen Türk dış politikası, kankaybına devam ediyor. Dış politikayı geleneksel kanallar ve işleyiş yerine ‘Erdoğan’a bağlı bir cunta’ya devreden Türkiye, ’26 Mart tarihinde tüm Dünya’ya açıklanan kendi ülkesine füze attırma’ provokasyonu ile, artık Ortadoğu’da savaşan büyük bir milis gücüne dönüşme yolunda. Hatay üzerinden geçtiğimiz hafta Suriye’ye Al Nusra ve Türk milislerinden oluşan bir gücü sokan Erdoğan yönetimi, Kuzey Suriye’de akan kanın büyük bölümünden sorumlu. Yalnızca Türkiye’nin değil, tüm bölgenin güvenliğini tehlikeye atan Erdoğan yönetimi, bu olaylar devam ederken yapılan 30 Mart seçimlerinde en fazla oyu alarak seçim kazandı. Tehlikeyi daha büyük ve güncel hale getiren de bu…

Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

                   



               

Hiçbir NATO ülkesi saldırıya uğramadı!

NATO  65 yaşında

Türkiye’ye 64 yılda Sovyetler Birliği’nden ve bu bloğun yıkılmasından sonra Rusya’dan, herhangi bir saldırı ya da saldırı tehdidi gelmedi. Hiç bir NATO ülkesine Sovyetler Birliği, Rusya veya herhangi bir ülkeden bir saldırı gelmedi. Oysa 65 yaşındaki NATO, tarihinin en az 50 yılını savaşlar ve inanılmaz bir silahlanma ile geçirdi. Açık olan bir gerçek; NATO’nun bir savunma değil, saldırı savaşları örgütü olduğu.

 
4 Nisan 1949 NATO’nun kuruluş tarihi. Türkiye’nin de içinde bulunduğu NATO, 65 yıl önce  soğuk savaşın başlangıç yıllarında, Sovyet Bloku’na karşı bir savunma örgütü olarak kuruldu. Üyelerine karşı yapılacak saldırılara cevap verme konsepti üzerine kurulu NATO sistemi, bugün 28 ülkeyi bünyesinde barındırıyor. Türkiye’nin NATO üyeliği de, örgütün kuruluşunu izleyen yıllarda Türkiye’yi Sovyetler Birliği’nden gelecek bir saldırıya karşı koruma mizanseni üzerine gerçekleşmişti. 
 

NATO ülkeleri sütliman, kalan Dünya yanıyor.

 
NATO’nun 65 yıllık yaşamında, açık ya da örtülü olarak bulaştığı savaşların hiç biri, NATO üyesi ülkelerin topraklarında meydana gelmedi. 20. yüzyılın son yarısı ve 21.’nin ilk 15 yılı, NATO örgütünün ya da NATO üyelerinin başka ülkelere saldırıları ile ortaya çıkan savaşlarla dolu. Kore, Vietnamgibi Uzak Doğu ülkelerine, başta ABD olmak üzere, NATO üyelerinin saldırıları ile geçen 20. yy savaşları, bu yüzyılın başında Doğu Avrupa, Orta-Doğu, Kuzey Afrika’ya taşındı. Afganistan’da 13 yıl savaşan NATO, bu ülkeyi teslim aldığı gibi bir bataklık olarak bırakarak çekiliyor. Libya’da Kaddafi rejimini devirerek, ülkeyi bir terör yuvasına çeviren NATO müdahelesi, Suriye’de sürdürdüğü örtülü savaş ile yeni bir Libyayaratmak üzere. NATO üyesi olan Türkiye marifetiyle, komşu Suriye’ye silah ve terörist akışını sürdüren NATO, diğer komşumuz Irak’ta da, muhtemelen 30 Nisan’da bu ülkede yapılacak seçimlerden sonra, yeni bir parçalama ve iç savaş girişimine başlıyor.
 

Doğu Avrupa yayılmasının sonu

 
NATO savunma örgütünün son 15 yılı, Yugoslavya savaşı ile başlayan yayılma yılları oldu.  ABD- Batı Avrupa bloğunun Polonya, Romanya, Bulgaristan, Macaristan yayılması ve bölgenin NATO ‘savunma şemsiyesi’ altına alınması, günümüzün en önemli sürtüşmesi olan Ukrayna’da düğümlendi. ABD-AB emperyalist bloğunun karşısındaki en güçlü rakip olan Rusya’nın dayatması ile soğuk savaş yıllarına dönüş başladı. Askeri güç anlamında büyük ölçüde ABD demek olan NATO, ‘soğuk savaş’ politikasının bir gereği olarak Rusya’yı yeni bir silahlanma yarışına zorluyor. NATO karşısında iki büyük güç olan Rusya ve Çin’in, toplam olarak 135 milyar dolarlık askeri bütçelerine karşılık, 1 trilyon dolarlık bütçeye sahip olan NATO ülkeleri, Rusya’yı sonu gelmeyecek bir askeri harcamalar döneminde, iç kargaşalıklara sürükleme peşindeler.  NATO ülkelerinin nüfusunu oluşturan ‘çağdaş’ uluslar ise; güvenliklerini Dünya’nın en büyük savaş örgütünün şemsiyesinde arıyorlar.
 
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 

                   

 
 

Bu seçim ‘devlet’ için;

Cumhuriyet’in adayı halk yoklaması ile belirlenmelidir

 

Seçilecek aday, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘devlet başkanı’ sıfatını taşıyacaktır. Bu nedenle, onu aday gösteren siyasi partilerin değil, tüm halkın temsilcisi olacaktır. Seçilecek olan aday, bu nedenle, mümkün olduğu ölçüde halk tarafından belirlenmelidir. Bunun en etkili yolu: muhalefet partilerinin göstereceği adayların ve onlar dışında Cumhuriyet ilkelerine bağlı kişiliklerin, çok geniş bir  kamuoyu yoklaması sürecinden sonra ilan edilmeleridir.

 
                                                           
Yerel seçimin hemen ardından, Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmalarının başlamasında şaşılacak bir şey yok. Gerçekte, 2015 yılında yapılacak olan Genel Seçimleri bile gölgede bırakacak önemde bir seçim Ağustos seçimi. AKP’nin Başkanlık adayı Tayyip Erdoğan olması halinde, Türk toplumu doğrudan doğruya bir ölüm kalım mücadelesine atılacaktır. Cumhurbaşkanlığının yetkileri genişletilse de, Anayasa’da mevcut biçimiyle kalsa da, seçim tek adam diktatörlüğü heveslileri ile, parlamenter demokrasi yanlıları arasında geçecektir. Önümüzdeki Ağustos ayının bir başka önemli yanı ise; Cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde, Türkiye’nin ulusal birliğinin ve ulus-devlet formasyonunun tartışmalarda gündemin ana maddesini oluşturacağının şimdiden belli olması. 
 
Başbakan Tayyip Erdoğan ve yakın ekibi, seçim kazanmak için gerekli oy yüzdesi olan % 51’e, ancak ve ancak son seçimlerin tümünde % 7 olarak billurlaşan etnik oylarla ulaşabileceğini biliyor. Keza bu etnik oyları kontrol eden örgütlenmede BDP’nin göstereceği ve ilk turda Cumhurbaşkanlığı için yarışacak olan Aday’ın, ikinci turda seçimden çekilmesi ve AKP adayını desteklemesi, ancak önceden üzerinde anlaşma sağlanan ve gerekli garantilerin alındığı bir ‘özerklik programı’ sayesinde gerçekleşebilir. Zira, tarafların kolayca değerlendirebilecekleri gibi, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yenilmesi halinde, Erdoğan’ın 2015’de yapılacak genel seçimler de yeniden iktidarını kurabilmesi mümkün olmayacaktır. Bu ‘özerklik programının’, uzun yıllar için buzdolabına kaldırılması anlamına gelir.
 

Muhalefet bir ‘lider’ yaratmak zorunda

 
30 Mart Belediye seçimlerinin Türkiye’deki son siyasal eğilimleri yansıttığı kabul edilirse; Muhalefet partileri CHP ve MHP’nin oy oranı, iktidar partisi ile yaklaşık olarak eşittir. % 43-44 bandındaki iktidar muhalefet dengesi, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı halinde, onun politik kişiliği ve özellikle içinde, gizli ya da açık, aktif olarak yer aldığı ‘özerklik programı’ tartışmaları nedeniyle, son derece ‘akışkan’ bir oy tabanı ortaya çıkaracaktır. Muhalefeti oluşturan partilerin ulus-devlet, kuvvetler ayrılığı, hukuk devleti, parlamenter demokrasi konularında AÇIK ve NET görüşlere sahip olan bir aday çıkarmaları halinde, dengeler kolaylıkla değişebilecektir. 
 
Tayyip Erdoğan ve onun Cumhurbaşkanlığı için yakın çevresini oluşturan ekibin 2014 ağustos döneminde ‘yumuşak karnı’; Orta ve Doğu Anadolu’daki kırsal alan nüfusudur. Muhalefetin, Cumhurbaşkanlığı seçiminin 1. turunda belirleyeceği adayın, seçim propagandaları döneminde de Ulus-Devlet ve Hukuk devleti konularında yapacağı vurgulamalarla bir seçim seferberliği atmosferi yaratması, yeni bir denge ortaya çıkarması için yeterlidir.
 

Muhalefet Adayı ‘halk yoklaması’ yoluyla belirlenmelidir

 
2014 Ağustos ayında yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi, ülkede uygulanacak rejimi, parlamenter demokrasinin geleceğini, kuvvetler ayrılığını ve hatta ülkenin ‘coğrafi sınırlarını’ belirleyecek önemde bir seçim olacaktır.  Muhalefet partilerinin bu kader seçiminde yapacağı hataların telafisi, çok uzun yıllar için mümkün olmayacaktır. Cumhurbaşkanlığı ‘yeni anayasada’ farklı hükümler bulunmasına rağmen, geleneksel cumhuriyet rejiminde Partili olamayan bir kişiliktir. Seçilecek aday, Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘devlet başkanı’ sıfatını taşıyacaktır. Bu nedenle, onu aday gösteren siyasi partilerin değil, tüm halkın temsilcisi olacaktır. Seçilecek olan aday, bu nedenle, mümkün olduğu ölçüde halk tarafından belirlenmelidir. Bunun en etkili yolu: muhalefet partilerinin göstereceği adayların ve onlar dışında Cumhuriyet ilkelerine bağlı kişiliklerin, çok geniş bir  kamuoyu yoklaması sürecinden sonra ilan edilmeleridir. Kitlesel iletişim olanaklarının bu denli geliştiği günümüzde en doğru yöntem halkın kendini temsil edecek adayı, siyasi partiler süzgecinden geçmeden, doğrudan doğruya  seçmesidir. Cumhurbaşkanı Cumhuriyet’in başı olmalıdır.
 
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 

                        

 
 
 
   
 
 
                                         

Bu bitti, yenisine bakalım

     ‘Devlet’ seçimi

 

                            
Belediye Seçimleri yerini gündemdeki ikinci seçime bırakarak uzaklaşıyor. “Kim başarılı idi, kim değildi?” tartışması yapacak kadar bile zaman yok. Cumhurbaşkanlığı seçimi, muhalefetin Cumhurbaşkanı adayı belirleyip, seçim kampanyasına başlayabilmesi için sadece birkaç aylık bir süre bıraktı. İktidarın adayı Başbakan Erdoğan ya da mevcut Cumhurbaşkanı Abdullah Gül olacak. Muhalefet ise iki turlu olarak yapılacak seçimde, muhtemelen başlangıçtan itibaren bir aday üzerinde anlaşarak yürüyecektir. Cumhurbaşkanlığı seçiminin önemi ve izlenecek propaganda çalışmaları açısından, iktidarın göstereceği adayın kimliğine göre değişecektir. Tayyip Erdoğan’ın adaylığı ile Abdullah Gül’ün adaylığı arasındaki farklar, öncelikle uluslararası alanda, daha sonra da adayların Türkiye içindeki destekleri açısından farklı sonuçlar yaratacaktır.
 

Erdoğan uluslararası destek görmez

 
30 Mart seçimleri, Belediye seçimlerinden çok, Erdoğan hakkında bir ‘referandum’ olarak geçti. Ortaya çıkan görüntü, Erdoğan’ın, 17 Mart sonrası ortaya çıkan fırtınayı ‘az hasarla’ atlattığını gösteriyor. Ancak, Erdoğan, uluslararası düşünce ve politika merkezlerinin gözünde ağır yaralıdır. Rüşvet ve Yolsuzluk Türkiye’deki seçmen için ‘pek büyük bir kusur sayılmasada’, Çağdaş Dünya için çok büyük bir engel oluşturuyor. Rüşvet, yolsuzluklar ve 26 Mart günü patlayan Suriye ‘red flag’ operasyonu girişimi, büyük ölçüde ‘Batı istihbarat örgütlerinin’ birinci elden bilgileri içindedir. Yolsuzluk ve rüşvet açıklamalarının öncesinde bile Batı’nın önemli medya organları ve düşünce kuruluşlarının özenle vurguladığı gerçek, Erdoğan’ın dikta hevesi oldu. Batı, ‘tek adamların’ sonu bellisiz maceralara atılmaya ve ‘cin olmadan adam çarpmaya’ hevesli politikalar ürettiklerini defalarca gördü. Kısaca Erdoğan, Batı ile ilişkiler açısından ‘tarife hacet olmayan bir gül’ gibidir. Erdoğan’ın aday olduğu bir Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Muhalefetin göstereceği; Batı, Hukuk Devleti ve Demokrasi motiflerine bağlı bir aday avantajlı  olacaktır.
 

Erdoğan’ın ekstra % 7’si var

 
Cumhurbaşkanlığı şansını deneme eğilimi gittikçe yükselen Başbakan Erdoğan’ın, sandıkta ortadan kaldıramadığı ‘şaibe’lerine karşılık ülke içinde önemli bir avantajı var. Bu, ne olduğu pek bilinmese bile, Kürt açılımı vaadlerinin yarattığı beklentidir. Yasal ya da yasal olmayan yollarla defalarca kendi yarattığı yollarla, ayrılıkçı Kürt hareketinin liderleri ile görüşen ve anlaşıldığı kadarıyla ‘vaadlerde’ bulunan Erdoğan, bu kesimde ortaya çıkan beklentiler, nedeniyle desteklenecektir. Adı ne olursa olsun, Güneydoğu’da bir tür ‘otonom yerel yönetim’ yaratmak anlamını taşıyan açılımın muhatabı Başbakan Tayyip Erdoğan’dır. Son yıllarda yapılan tüm seçimlerde bağımsızlar olarak,  ya da bir siyasi parti adına girdiği tüm seçimlerde yaklaşık %7 oy alarak kemikleşmiş bir potansiyeli olduğunu ispat eden ‘ayrılıkçı Kürt hareketi’, bu fırsatı kaçırmayacaktır. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlık girişiminde ilk bakışta avantajı gibi görülen bu +7, bir başka açıdan ise dezavantajdır. Orta Anadolu ve Büyük Kentlerde AKP adayı, tıpkı 30 Mart Belediye seçimlerinde görüldüğü gibi, Muhalefet Partilerinden MHP’ye oy kaybedecektir.
           

Yüksek katılımın önemi

 
Önümüzdeki Ağustos ayında yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimi, muhalefet açısından ‘seçim için en uygun’ tarihte yer almıyor. Ankara, İstanbul gibi büyük kentlerde kırsal bölgelere göre çok daha yüksek bir oy oranına sahip olan CHP seçmeni, yaz aylarında kendi adreslerinde değil tatil yörelerinde bulunuyor. Bu nedenle, yüksek katılımı sağlayabilmek Muhalefet için önemli bir ek çalışma gerektiriyor. Yaklaşık olarak 13 milyon seçmenin bulunduğu İstanbul ve Ankara’da, alınacak sonuçların Türkiye toplamı için önemi, muhalefetin yürüteceği bir seferberlik kampanyası ile daha belirgin bir hale gelecektir. Mevcut dengenin bozulmadığı bir seçim dönemini geride bırakırken, Ağustos ayında havanın çok daha sıcak olacağını ve Cumhurbaşkanlığı seçiminin bir ‘Devlet’ seçimi olacağını görmek kehanet gerektirmiyor.
Mahir Tan / LondraPosta / Londra


Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 
 

                                             

                   
                                          

VATANDAN DAHA UZAK BİR YER ARTIK YOK! (VAR MI YOKSA?)


‘Gurbet, ailemin yanımda olmaması ve onları çok özlemem. Aslında içinde varolduğumuz dünyadan da bir gün gideceğimize göre; dünyaya gelişimizde bir gurbet olsa gerek…’


Yukarıdaki satırlar, Türk, Kürt ve Kıbrıslı kadınların vatanlarından uzakta, gurbette yaşamakla ilgili düşünce ve duygularını aktardıkları sergiye konu olan kadınlardan birine ait… 

‘Gurbet’ konusunu işleyen ve dört bölümden oluşan ‘Vatandan daha uzak bır yer artık yok! (Var mı yoksa?)’ sergisinin ilki, SUNCUT Danışmanlık, Araştırma ve Prodüksiyon Genel Müdürü, sosyolog, yazar, fotoğrafçı ve belgesel film yapımcısı Semra Eren-Nijhar’ın titiz çalışması sonucu, 1 Nisan Salı günü Islington Belediye Binası’da hakla buluştu ve büyük ilgi gördü.  İslington Kadın Grupları ve Islington Belediyesi’nin katkılarıyla ortaklaşa gerçekleştirilen ve farklı kadınların kısa hikayelerini içeren çalışmanın; araştırması, fotoğraflanması ve küratörlüğü Eren-Nijhar imzasını taşıyor.



1950’lerden başlayarak Türklerin Batı Avrupa’ya göç etmesiyle gündeme gelen ‘Gurbet’ konusuyla ilgili, uzun yıllardır bir çalışma yapmak istediğini ve kısa süreliğine iş bulmak, para kazanmak ve daha sonra vatana dönmek üzere Avrupa’nın çeşitli yerlerine göç edenlerin ‘Gurbet’e gittiklerini ifade eden Eren-Nijhar, bu sözcüğün; göç, uzak diyarlar, özlem, çok çalışma, yabancı, aidiyet duygusu, çile çekmek ve yalnızlık gibi olguları içinde barındırdığını vurguluyor. 





60 yıl önce Batı Avrupa’ya gelen Türklerin sayısının şimdi tahminen 5 milyonun üzerinde olduğunu, Almanya’da üçüncü ve dördüncü kuşak Türk çocuklarının, İngiltere’de ise beşinci kuşak Kıbrıslı Türklerin büyüdüklerini ve eğitim sisteminin içinde olduklarını söyleyen Eren-Nijhar, Londra’nın, hatta dünyanın, politik, sosyal ve ekonomik alanlarında bir dönüm noktası oluşturacak bu etkinliğin, Londra’nın çeşitlilik arzeden toplulukları için önemli konuları gündeme getirdiğine dikkat çekiyor. 







Eren-Nijhar sergide yaptığı konuşmada şözlerine şöyle devam etti: ‘İngiltere’de sadece restoran ve hizmet sektöründe değil, özgün ticarette, sendikal çalışmalarda, sosyal aktivist olarak, politikada, yerel belediyeler bazında politikada, hastanelerde doktor ve uzman doktor olarak, okullarda öğretmen ve üniversitelerde akademisyen olarak, sanatçı, film yapımcılığı ve yazarlık gibi sahalarda, Türkler Avrupa’nın sosyo-ekonomik, politik ve kültürel yaşamına çeşitli ve farklı şekillerde büyük katkı sağlıyor.’   

Üç kuşak bir arada: Zülfiye Cinpolat, Mehpare Cinpolat ve kızları Alessıa ve Ilarıa

‘Kendimi Türkiye’de de yabancı hissediyorum!’


Projede yer alan Islington Türk, Kürt ve Kıbrıslı Türk Kadınlar Derneği üyesi Zülfiye Cinpolat, ‘Kendimi Türkiye’de de yabancı hissediyorum. Buradayken Türkiye’yi, ailemi, akrabalarımı ve arkadaşlarımı çok özlüyorum. Oraya gidince de bu sefer Londra’yı özlüyorum. Yani iki yerdede gurbetteyim’ diyor. Türkiye’nin sadece İstanbul, Ankara gibi modern ve büyük şehirlerden oluşmadığını ifade edenen Cinpolat, mesela bizim memlekette kısa kollu bir kıyafetle ekmek bile almaya gidemezsin, bu tür şeylerin özgürlüğümü kısıtlamasından hiç hoşlanmıyorum’ şeklinde konuşuyor. Bu arada sözü annesinden devralan ikinci kuşak Türklerden Mehpare Cinpolat, annesine hak vererek, Türkiye’ye gittiğinde özgürlüğünün kısıtlanmasından hiç memnun olmadığını ve kendisini sürekli olarak baskı altında hissettiğini  ifade ediyor.

Sergide konu olan Toplum Polisi Göray Behzat, Semra Eren-Nijhar, Toplum Polisi Alan Kyrıacou ve ITKCWG Başkanı Gül Koçak 

Konsolosluk’tan ‘Eğitim’ ve ‘Kadın’lara yönelik projeler 


Londra Başkonsolosu Emirhan Yorulmazlar ve Büyükelçilik Müsteşarı Ferit Orçun Başaran’ın da katıldığı sergide bir konuşma yapan TC Türkiye Başkonsolosu, Konsolosluk olarak bu tür çalışmaları desteklediklerini ifade ettikten sonra, İngiltere’de yaşayan Türklerin, Türkiye’de olduğu gibi burada da topluma entegrasyon sağlamaları, yasalara uymaları ve sorumluluk sahibi yurttaşlar olmaları ve politika, iş, eğitim ve sosyal platform gibi alanlarda yer alarak pozitif katkı sağlamalarının önemine değindi.

Daha sonra etkinliği LondraPosta’ya değerlendiren Başkonsolos Yorulmazlar, İngiltere’de yaşayan Türk toplumunu ve kadınları konu alan çalışmaları her zaman desteklediklerini söyleyerek, vatandaşlarımızın hem buraya daha iyi entegre olamalarını, hem de vatana yabancı kalmamaları için yakın zamanda ilkokuldan başlayarak İngiltere’deki çocuklara ‘Eğitim’ alanında faaliyetlerin yanı sıra ‘Kadın’a yönelik çalışmalar da başlatacaklarını bildirdi.  

Semra Eren Nıjhar, Esengül Şaşı ve İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer

‘Atatürk, kadın haklarını sağladı’   

Sergiye destek veren Islington Belediyesi adına bir konuşma yapan Belediye Başkanı Yardımcısı Theresa Debono, kendisinin de Malta doğumlu bir göçmen olduğunu belirterek, serginin geçtiğimiz günlerde kutlanan Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ne de atıfta bulunduğunu ve Avrupa’da büyük mücadeleler sonucu elde edilen kadın haklarının, Türkiye’de çok daha önce Atatürk tarafından kadınlara sağlandığını söyleyerek, kadınların hayatın her alanında yer alarak, topluma katkıda bulunabileceklerine değindi. 

Aynur Yavuz / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

 
   

‘Oyunu pezevenge ver’

                                  Mısır’da seçim grafitileri: Oyunu pezevenge ver                                        
Mısır’da yaklaşan Başkanlık seçimleri için muhalefet kanadının kullandığı favori sloganlardan biri bu: ‘Oyunu Pezevenk’e ver’. ‘Pezevenk’ denerek, kimin kastedildiğini anlamak zor değil. Başkan adaylarından General Sisi olsa gerek. Eski Genel Kurmay Başkanı Sisi’nin bu şöhreti kazanmak için ne yaptığı bilinmiyor. Bu alanda Sisi’nin kesinleşmiş bir mahkeme kararı da bulunmuyor. Bir biçimde Sisi’nin adı, şimdi yaşanan Başkanlık seçimleri propagandaları döneminde bu sloganla birlikte anlıyor. Ancak, Başkanlık seçimini Sisi’nin kazanacağına kesin gözü ile bakılıyor. Zira, Mısır ve Orta-Doğu ülkelerinde seçimler, iktidarda bulunan güce endeksli bir siyaset olayı. Seçimi kim yaparsa o kazanıyor. Tıpkı Anayasa referandumları gibi. Mısır’da Mübarek sonrasında, Müslüman Kardeşler ağırlığında hazırlanan anayasa, ezici bir çoğunlukla ‘evet’ almıştı. Müslüman kardeşleri deviren General Sisi darbesinden sonra hazırlanan Anayasa’da % 97 oyla onaylandı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde de Sisi’nin % 90’ların altına inmeyecek bir yüzde ile Başkan seçilmesi bekleniyor. Kısaca, Mısır yakında, hakkında ‘pezevenk’lik iddiası bulunan bir Başkana sahip olacak gibi görünüyor.
                           

Türkiye’de oyunu ‘kime’ verdin?

 
Türkiye’de 30 Mart’ta yapılan Belediye seçimlerinin görünen galibi iktidardaki AKP oldu. Seçim sonuçları bazı büyük kentlerde henüz ‘mahkemelik’ olsa da, ana hatlarıyla sonuçlar AKP iktidarının bu seçimlerin galibi olduğunu gösterdi. Türkiye seçimleri hakkında ilk yorumlarını yapan Batı ajans ve medya organları, sonuçları biraz da sürpriz olarak değerlendirdiler. Zira, 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren kasetlerle yayınlanan dinleme tutanakları, çoğunluğu Başbakan yakınları ve Hükümet üyelerini suçlayan onlarca yolsuzluk iddiası, bu sonuçlara göre; seçmeni hiç mi hiç etkilememiş görünüyor. Yolsuzluk ve rüşvet iddiaları üzerine istifa eden 3 bakan, tutuklanan ve sonra Hükümetin tayin ettiği hakimler marifetiyle serbest bırakılan bakan çocukları ve bürokratlara karşın, AKP adaylarının  ‘Belediye olanakları’ ile başbaşa bırakılması sonucunu getiren 30 Mart seçimleri, Türkiye’de seçmeni bazı sorulara karşı açık düşürdü; ‘oyunu kime verdin?’
Mahir Tan / LondraPosta / Londra


Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz!