İTDF’de saflar netleşiyor

Timur Doğruyol, ‘İTDF’nin İngiltere’de yaşayan Türk toplumunun Atatürkçü ve Aydınlık yüzünü temsil eden bir çatı örgütü olarak yaptığı mücadelenin, Londra’da tüm kademelerden gelen baskı, bölme ve tehdit çabalarına karşın varlığını sürdürdüğünü’ belirtti.

İTDF Başkanlığına oy birliği ile seçilen üye derneklerden İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer, ‘İTDF içine sokulmaya çalışılan bölücülük kampanyasına karşın, örgütün doğru bildiği yolda mücadele edeceğini’, kongre gününde bazı üye derneklerin kongreye katılmama hareketine atfen ‘İç çatışmalarla vakit kaybetmeyeceğiz’ dedi.

İTDF yeni ve eski yöneticileri bir arada

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu (İDTF), 1 haziran günü yaptığı genel kongresinde yeni yönetimini seçti. İngiltere’de yaşayan Türk Toplumu’nun ‘çatı’ örgütlenmesi olarak değişik kitle örgütlerinin temsilcilerinden kurulu İTDF, bugüne kadar çok sayıda destek, kutlama ve protesto eylemine imza attı. Başkanlığına Jale Özer’in seçildiği İTDF yönetim kurulu; Gonca Sarıkartal, Vehbi Ballıkaya, Eşref Yılmaz, Dr. Ali Tekin Atalar, Emin Osman, Eylem Handan Yılmaz’dan oluşuyor. 1 haziran kongresinde İTDF başkanlığından ayrılan Timur Doğruyol, üye dernek temsilcilerine yaptığı konuşmada, ‘İTDF’nin İngiltere’de yaşayan Türk toplumunun Atatürkçü ve Aydınlık yüzünü temsil eden bir çatı örgütü olarak yaptığı mücadelenin, Londra’da tüm kademelerden gelen baskı, bölme ve tehdit çabalarına karşın varlığını sürdürdüğünü’ belirtti.
                         

İTDF yeni Başkanı Jale Özer

       
                               

‘İç çatışmalarla vakit kaybetmeyiz’


İTDF Başkanlığına oy birliği ile seçilen üye derneklerden İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer yaptığı konuşmada; ‘İTDF içine sokulmaya çalışılan bölücülük kampanyasına karşın örgütün doğru bildiği yolda mücadele edeceğini’ söyledi. Kongre gününde bazı üye derneklerin kongreye katılmama hareketine atfen ‘İç çatışmalarla vakit kaybetmeyeceğiz. Türk toplumunun derinliklerine inerek temsil gücümüzü arttıracağız.’ diyen Özer, ‘İTDF’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin ve İngiltere Türk Toplumunun birlik ve aydınlık bir yaşam doğrultusunda mücadele eden tek çatı örgütü olduğunun bu kongre ile kesinleştiğine’dikkat çekti.
                    

Timur Doğruyol; Bölme çabalarına teslim olmadık

                                          

‘Salt çoğunluk’ tartışması

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu, çeşitli alanlarda faaliyet gösteren 19 üye derneğin temsilcilerinden oluşuyor. 1 Haziran günü Stoke Newington’daki Azeri House’da toplanan genel kurula, üye olarak görünen 19 üye dernekten 11’inin temsilcisi katıldı. İTDF’den daha önce ayrılmış olan bazı derneklerin temsilcileri ise; kongre salonu yakınındaki bir kafeteryada toplanarak, genel kurul başladıktan sonra salona girip, Divan Başkanlığına ‘salt çoğunluğun sağlanmadığına’ ilişkin itirazda bulundular. 

Bir bölümü İTDF çatısından daha önce ayrılmış ya da örgüt faaliyetlerine katılmayan dernekleri temsil eden protestocu gurup, Divan Başkanlığı’nın 1 haziran kongresine katılan üyelerin imzalarını göstermesinden ve kongre çoğunluğunun sağlandığını ilan etmesinden sonra salonu terkettiler. İTDF eski Başkanı Timur Doğruyol, ‘İngiltere’deki Türk toplumunun çatı örgütü olan İTDF’nin Türkiye’nin ulusal meselelerinde olduğu gibi İngiltere’deki toplumsal sorunlarda da halka önderlik edebilmek için mücadele etmeye devam edeceğini’ söyledi. Geçmişte İTDF’yi bölmek için çaba gösteren güçlerin, bunu başaramayınca ‘alternatif örgütler’ yaratmaya çalıştıklarına işaret eden Doğruyol, ‘1 haziran kongresi de bu sonucun bir keza daha doğrulanması olmuştur’ dedi.
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

  
                                       
                                           
                                        

                                         

Title 10 bizi savaşa sokar

ABD Suriye’de ‘Title 10’i devreye sokuyor

West Point’ açık müdahale
ABD’nin Suriye’ye sınırlardan müdahale girişiminin Ürdün’de de ‘iç güvenliği bozacağı’ endişesi ile pek hoş karşılanmadığı belirtiliyor. Bu nedenle, Barak Obama’nın West Point konuşması ile gündeme getirdiği ‘dost ülkeler’ girişimi, büyük ölçüde Türkiye üzerinden yürütülecek bir operasyonlar bütünü olarak görülüyor.

ABD Başkanı Barak Obama’nın ünlü West Point askeri akademisinde yaptığı konuşma, Demokrat Parti’nin ‘şahin’ politikası etkisi altında gösterdiği esnemenin sonuçlarına işaret etti. Başkan Obama, ‘Amerikan exeptionalism’ini tevil yollu kabul ederken, ‘askeri müdahaleleri başkası sahip çıkmadığı için kendilerine düşen bir görev ve fedakarlık’ olarak sundu. Obama’ya göre Afganistan, IrakLibya, SuriyeYemen, Somali, Ukrayna gibi ülkelerde yaşanan ABD saldırı ve işgalleri, milyonlarca ölü, iç savaşlar ve yükselen terörizm için insanlık ABD’ye ‘teşekkür’ borçlu. West Point, ABD dış politikasında arası gittikçe kapanan Demokrat- Cumhuriyetçi farkının son durumunu gösterirken, Suriye’de olayların ve yaşanan kaosun hızla yükseleceği konusunda taze mesajlar verdi. Obama mesajlarının en önemlisi: uzun zamandır ABD’ye karşı ‘Suriye’de yumuşak tutum izlendiği’ eleştirisi getiren iç ve dış güçlerin attıkları adıma işaret etti; Suriye muhalefetine açık askeri eğitim ve silah desteği.

Title 10-1206 kodu


ABD Askeri literatüründe ‘Title 10-1206’: dış ülkelerde ki silahlı guruplara özel kuvvetler tarafından askeri eğitim verilmesi ve savaş malzemesi sağlanmasını düzenleyen yasal çerçeve. Başkan Obama’nın geçen hafta yaptığı West Point konuşmasının anlamı ABD’li askeri strateji uzmanları tarafından hemen ‘Suriye’nin kuzeyi, güneyinde Türkiye ve Ürdün desteğinde ABD özel kuvvetler uzmanlarınca verilecek askeri eğitim ve silah desteği olarak gündeme getirildi. Gönüllü Türkiye yanında, güneyde Ürdün ve İsrail desteğinde yürütüleceği öngörülen askeri eğitim ve silah desteği harekatı, Kongrelerden ‘Title 10-1206’ yasal gerekçesiyle geçecek. Fiilen Türkiye ve Ürdün sınır bölgelerinde konuşlanacak, ABD Special Forces askerlerinin ‘özel operasyonlar yapmalarını da’ içeren Title 10 uygulaması için kongreden ek bir fon istenecek. 2013 ve 2014 bütçelerinden ağırlıklı olarak Yemen ve Lübnan’da 290 milyon dolarlık ödeneğin büyük ölçüde ‘İnsansız hava aracı uçuşlarına ve bombalamalarına’ harcanmasına bakarak askeri müdahalenin ilk yaygın uygulamasının ‘predator’ olacağı kesin görülüyor. ABD’nin ‘terörle mücadele’ kapsamında yaptığı ve ‘oldukça başarılı’ bulunan Yemenörneği; Türkiye, Ürdün ve İsrail toprakları üzerinden tekrarlanacak.

Özel operasyonlar için uygun zemin Türkiye


ABD’de ‘şahinlere en yakın isim’ olarak görülen Hilary Clinton’ın Başkan Adaylığı kesinleşirken, ABD dış politikası da paralel bir biçimde saldırganlaşıyor. Clinton’ın gerçekleştirdiği bir atama olarak kabuledilen eski ABD başkanlık sözcülerinden Victoria Nuland’ın, Ukrayna darbesinde oynadığı role atıf yapılarak, CIA yakınlarındaki aynı tür kadroların Suriye işinde görev almaları bekleniyor. Title 10 uygulamasının zor bölümlerinden biri: özel operasyonlarda üs olarak kullanılacak ülke bulma yanında, büyük ölçüde Suriye topraklarında kurulacak ‘eğitim merkezlerinin’ güvenliğinin sağlanması. ABD, eğitim ve destek programından yararlanacak olan ‘ılımlı islamcı’ güçlerle, ISID ve El Nusra gibi örgütler arasında süregiden çatışmalar, bu olasılığı ciddi olarak zayıflatıyor. ABD’nin Suriye’ye sınırlardan müdahale girişiminin Ürdün’de de ‘iç güvenliği bozacağı’ endişesi ile pek hoş karşılanmadığı belirtiliyor. Bu nedenle, Barak Obama’nın West Point konuşması ile gündeme getirdiği ‘dost ülkeler’ girişimi, büyük ölçüde Türkiye üzerinden yürütülecek bir operasyonlar bütünü olarak görülüyor. CIA ve özel kuvvetler operasyonları, Suriye topraklarında eğitim üsleri kurulması, Predator bombardımanları ve ağır piyade silahları desteği gibi alanlara yayılacak ‘açık müdahale’, ağırlıklı olarak Suriye’de Esad kontrolü dışında kalan bölgelerin ‘konsolide’ edilmesi projesi olarak değerlendiriliyor. Bir yanıyla ‘Terörizme karşı mücadele’ görüntüsü altında yürütülecek askeri müdahale, Suriye askerlerinin müdahale etmesi halinde ‘Amerikan askerlerine yönelen saldırı’ biçiminde savaş gerekçesi oluşturacak. Obama’nın başlatacağı belki Demokrat-Şahin Hilary Clinton dönemine kadar sarkacak olan gelişmeler, Türkiye’nin çok daha sıcak bir iklimde yaşayacağını gösteriyor. Kuzey’de Ukrayna dolayısıyla kızışan Karadeniz ve Boğazlar meselesi yanında, Güney’de Suriye’ye karşı yapılacak operasyonlar için yerleşecek ABD özel kuvvetleri yeni bir gündemin göstergeleri…
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

             

‘Başkanın bütün adamları’ iş başında

ABD’de ‘şahin görünümünde demokratlar’ iktidarda   

CIA’nın taşeron devletleri

                   

’Polonya’ya 10 bin ABD askeri yerleştiren Obama yönetiminin, Romanya ile de Deniz kuvvetleri anlaşması yapması ve bu ülkeden ayrılan Moldova’yı tekrar Romanya’ya katması gerekiyor.’ Stratfor’da yayınlanan starateji raporunda ‘Rusya’yı Karadeniz’de hapsetme’ planları yapılıyor. Bunun için Ukrayna, Romanya, Gürcistan, Türkiye gibi Karadeniz’de kıyısı olan ülkelere ihtiyaç var.


‘Rusya’yı çevreleyen Romanya, Slovakya, Bulgaristan, Polonya ve Macaristan’da toplam olarak 82 milyon insan yaşıyor. Bunun 58 milyonu Romanya ve Polonya’da.”

‘Romanya-Moldova’yı birleştirirsek Odesa’ya 100 km kalır’

 

                         
2014 yılı, Dünya jeopolitik denge hesaplarında yeni gelişmeler ortaya çıkardı. Orta-Doğu ve Afganistan cephesinden çekilen ABD’nin, Çin Denizi çevresinde mevzileneceği beklenirken sürpriz sayılacak yeni bir Cephe açıldı: Doğu Avrupa. 2013 yılının son günlerinde ABD, CIA tarafından oldukça açık bir biçimde tezgahlanan bir sokak darbesi ile Ukrayna’yı avuçlarının içine aldı. ‘Borçları ve alacakları’ ile birlikte bir uluslararası şirket gibi satın alındı Ukrayna denilen ülke. Ukrayna şirketini çalışır hale getirebilmek için 50 milyar dolar civarında bir yatırım ve Avrupa Birliği’nin ‘angarya külfetine katlanarak’ bu ülke vatandaşlarına kucak açması gerekiyor. ABD-CIA-NATO güçleri tarafından organize bir biçimde oluşturulan yeni ‘Doğu Avrupa’ jeopolitik hesapları Ukrayna ile bitmiyor. ABD’nin en üst düzey bürokrasisi Doğu Avrupa’da soğuk savaş yıllarından sonraki ilk büyük adımı atmaya hazırlanıyor; Romanya ve Polonya. CIA ve ABD’nin en önemli jeopolitik think tankı ‘Stratfor’un başı George Friedman’ın, ABD başkan yardımcısından bir gün önce Romanya’ya giderek, devlet yöneticileri ile yaptığı görüşmelerden sonra yaptığı açıklamalara göre; “önümüzdeki ay içinde Bükreş’te yapılacak zirvede, Romanyalı liderlere gerekli güvenceler verilirse Polonya’dan sonra Romanya işi de olur.’

‘Tamamı 82 milyon kişi’


George Friedman, kendi anlatımına göre, Romanya’ya ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’den birgün sonra gitmiş. Savunma Bakanı Hagel bir kaç gün sonra gelip 15 gün bölgede kalacak, Başkan Obama ise Bükreş toplantısı için NATO liderleriyle birlikte Romanya’ya çıkarma yapacak. Friedman’a Romanya Devlet Başkanı, ‘Rusya yakın ve güçlü, ABD ise uzak ve kararsız…’demiş. Friedman ise cevabında ‘Amerika 20. yüzyılda Avrupa’da 3 savaş kazandı. Romanya ne kazandı?’ dediğini vurguluyor. Friedman, Romanya gezisi izlenimini şöyle özetliyor; ‘Rusya’yı çevreleyen Romanya, Slovakya, Bulgaristan, Polonya ve Macaristan’da toplam olarak 82 milyon insan yaşıyor. Bunun 58 milyonu Romanya ve Polonya’da.”

‘Moldova’yı alırsak Odesa’ya 100 km kalır’


Mayıs sonunda, Bükreş’te yapılacak zirve öncesinde ‘ön hazırlıkları yapmak için’ Romanya’ya gönderilen Friedman’ın çıkardığı sonuçlara göre; ’Polonya’ya 10 bin ABD askeri yerleştiren Obama yönetiminin, Romanya ile de Deniz kuvvetleri anlaşması yapması ve bu ülkeden ayrılan Moldova’yı tekrar Romanya’ya katması gerekiyor.’ Stratfor’da yayınlanan starateji raporunda ‘Rusya’yı Karadeniz’de hapsetme’ planları yapılıyor. Bunun için Ukrayna, Romanya, Gürcistan, Türkiye gibi Karadeniz’de kıyısı olan ülkelere ihtiyaç var. Friedman, Romanya deniz kuvvetlerine yatırım yapılması ve Moldova’nın Romanya ile birleştirilmesi halinde Rusya Deniz kuvvetlerinin kalbi olan ‘Odesa’ya 100 km mesafedeyiz’ diyor. 

CIA ve Başkanın ‘bütün adamları’


ABD’nin 2013 yılı programında fazla bir vurgulama yapılmayan yeni cephesi oluyor Doğu Avrupa. Dünya medyasında yaratılan atmosfere göre Asya-Pasifik hattı denilen Çin’i kuşatma harekatına yöneleceği belirtilen ABD askeri güçleri, 2013 yılı sonunda ortaya çıkan yeni ‘araziye yayılma’ programı çerçevesinde Doğu Avrupa’da Polonya, Ukrayna ve Romanya’da yerleşiyor. Ukrayna’da neredeyse şimdiden sıcak savaş görüntüleri yaratan çatışmalar ile hareketlenen bölge, aynı zamanda ABD’de Obama yönetiminde görülen politik değişim ile ilgili görünüyor. ABD’nin dış politikasını yönlendirenler şimdilerde ‘Şahin görünümündeki Demokratlar’. Bu politikaların hayata geçirilmesinde rol alanlar, resmi bakan ve asker bürokratlardan çok ‘Başkanın adamları’. Mesela; ABD medyasında Ukrayna’dan ‘Nulanland’ olarak sözediliyor. Başkanın eski yardımcısı Victoria Nuland, Cumhuriyetçi Parti eski başkan adayı Mc Cain ile birlikte Ukrayna darbesinin hazırlayıcısı olarak kabul ediliyor. 

Önümüzdeki dönem ABD Başkanlığına Demokrat Parti adayı olacağı kesin görülen Hilary Clinton dış politikada bir ‘şahin’ olarak değerlendiriliyor. CIA ve uzantılarının beklenmedik bir biçimde ucuza kapattıkları Ukrayna darbesinden sonra, biraz sürpriz bir biçimde Doğu Avrupa ‘ateş hattı’ haline geliyor. Önümüzdeki günlerde Bükreş’te yapılacak olan NATO Komutanlar toplantısında masaya yatırılacak olan konu: Rusya ile Avrupa arasında bir duvar oluşturan 5 ükeyi silahlandırıp, ‘paralı asker’ haline getirme projeleri. ABD ve NATO tarafından bu ülkelerde yaşayan 82 milyon insanın ‘silah altına alınması’ gerçekleştirilirken, Avrupa Birliği, Ukrayna için hazırladığı ‘ekonomik paketler’ zinciri ile devreye sokuluyor. Irak ve Afganistan cephesini ‘PMC’ (Özel Askeri Şirketler) askerlerine devreden ABD, Doğu Avrupa cephesini ise satın alınmış 5 ülke askerlerine emanet ediyor. Birkaç yıl içinde ortaya çıkacağı şimdiden öngörülebilen on binlerce ölü ve Batı Avrupa Metropollerine yığılacak milyonlarca göçmen işçi ise ‘hesaplanmış risk’ kategorisinde yer alıyor.
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

19’th LONDON TURKİSH FİLM FESTİVAL…

Ya da sadece Festival…

    


Bu “festival” benim gündemime, Gala’sından bir-iki gün önce bizim Karikatürist Ufuk Uyanık’ın iki davetiye yollaması, ardından Levenes Solicitors sahiplerinden Av.Şadiye Arslan’ın da çocuklarımın Fatisa Cafe Pizzeria’sına üç davetiye bırakması ile oturdu. Ve biz, aileden yeğenim Altan, kızı Ceren, küçük oğlum Nihat, küçük gelinim Ceylan ve ben, ceman yekün beş YILMAZ olarak ve de Festivalin galası için, o “O2 Milenium Dome”un yolunu tuttuk…

Yolda, adresin uzaklığına bir de kent içi ana caddelerin trafik yoğunluğu eklenince sabrımız da zorlandı… Neredeyse açılış resepsiyonuna bile yetişemeyecektik. Gerçi pek canlı ve pek neşeli de gözükmüyordu ortalık, katılımcıların çoğunda bir beklenti, bir heyecan yok gibiydi sanki! Yani, ellerindeki beyaz, kırmızı şarap kadehli uzak, yakın tanıdıklar, aşina yüzler, örgüt yöneticileri, sanat ve sinemaseverler ve çene çalmaya yer arayan Türk yahut İngiliz davetliler …ki, hep bilindik, hep rastlanan bir manzara…
Hele salon daha bir şaşırtıcıydı. Biz içeri çabuk girip numarasız koltuklar için sıkışmayalım derken neredeyse her taraf boştu! Üstelik başlayana kadar dolmadı da, hatta yarı belden aşağısı taa sahneye kadar olan bölüm hepten ıssız kaldı…
Bizse Gala’nın filmi Yozgat Blues’u salonun en yukarıdaki arka koltuklardan izleyecektik. Çocukluğumun sinema heyecanları takılıyor aklıma. Hani o “çok hisliyim, Türk filmlerinde üç mendil boşaltırım” espirilerinin geçerli olduğu ya da, “zengin kız, fakir oğlan” konusunun işlene işlene keçeleştiği dönem… Ki, halis muhlis Yeşilçam! Gerçi bu dönemi Yılmaz Güney’in, ülkemizde devrim dalgasının yükselişiyle birlikte, kalitesi Cannes Film festivallerine kadar büyüyen toplumcu gerçekçiliği ile yırtıp atmıştı ama…gene de ve basit bile kalsa, “fakir oğlan” ın fakirliği, “zengin kız” ın zenginliği belli ortamı, hatta toplumsal gerçekliği yansıtıyordu az buçuk… Seksen sonralarında Yılmaz Güney’in o büyük çıkışı da, o ilk başlardaki gerçekçilikler de yok olup gitmiş yerini daha çok bireyde temellenen ama filmsel kalitenin yükselmeye devam ettiği başka konulu bir dönem… Buna “edebiyatta çölleşme” deniyordu, sinemadaysa belki de başka biçim bir çölleşme denilecekti.
Ama yine de, yıllardır kana kana izleyemediğim Türk Filmciliğinin vardığı aşamayı merak ediyordum içten içe…Recebin herşeye vurduğu diktatoryal gericiliğin damgası sinemaya da uzanmış mıydı, mesela? Ama filmden önce gündemde ödül dağıtımı da varmış. Ancak biz oralardan kime ne, hangi derecede ödül verildiğini fazlaca duyamadık. Alkışlandılar, elbet biz de alkışladık…
Ödül töreni bitince kısa bir ara verildi. Bana da bu sırada arkadaşım Karabey Kalkan sinema ve tiyatro oyuncusu olarak hep bildiğimiz ünlü Serra Yılmaz’ı tanıştırdı. Sevindim, kutladım ama “Yaşam boyu başarı ödülü” kazandığını duyamadığım için yalnızca oynayacak filmlerden birindeki rolü için kutladım.(Evde durumu öğrenince utandım elbet) Ayrıca daha önceki  Londra Türk Film şenliklerine davet edilen Recep Tayyip’in AKİL ADAMLARI listesinden mesela Hülya Koçyiğit ve Kadir İnanır gibi biri olmadığı, Serra Yılmaz ilerici, devrimci bir kimlik olduğu için çok daha fazla sevindim.
Ve nihayet film de başladı: Yozgat Blues! Ama ne başlama…Sahiden başladı mı, gidiyor mu, sadece bilinmedik şeyler için sorular mı soruyor…Yozgat nere, Blues ne, oyuncular ne yapıyor, yönetmen ne düşünüyor…Ne bileyim!
Bir kere, bu filmden sonraki gösterimlerde izlediğim mesela Daire’de, mesela Devir’de, mesela Özür dilerim ve Ne GelenVar, Ne Giden’de… dramatik gelişme, yahut olayların akışkanlığı çok yavaş. Dağlardan ovaya inen akarsular gibi, durgun durgun, tembel tembel, duruyor mu, akıyor mu bellisiz bir akışkanlık…uyuntu kere uyuntu! Ve de dönem Recebin dönemi olduğu için olacak,  toplumsallık, hele emekten yanalık, sıfır!
Eve dönünce ilk işim, stantdan dönerken aldığım Festival Diary broşürünü  şöyle bir karıştırmak, kimi bölümlerini de inceden inceye didiklemek oldu…18 film getirilmiş festival programı için, bunlar 23 Mayıs 2014 günü başlayıp 1 Haziran 2014 günü sona ermek üzere, Londra’nın değişik bölgelerdeki Rio Cinema, Hackney Picturehouse, Ray Dolby Theatre ve Aubin Cinema… salonlarında matine ve suareler  halinde gösterime girecekler. Oyuncuları genç, yönetmenleri genç…Ama yüz aşinalıkları dışında hemen hiçbirini tanımıyorum. Yönetmenleri de hakeza… Ve hep yüksek tahsilli ve de yüksek tahsillilerinin de ezici çoğunluğu Avrupa ülkeleri ile Amerika’nın büyük kentlerinin tanınmış sinema fakültelerinden mezun oluşları…Yani, diplomaları tamam. Bilgileri ise tamam kere tamam…Deneyimlerine gelince, çoğunda bu filmleri ilk uzun film… Zamanla yetişecekler elbet… Türkiye’yi gezip gördükleri vardır muhakkak…Ama ya  islamcı faşist iktidarın zulmünü göremiyorlar ya da “ tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” gereksinimini duyamıyorlar… 
Oysa Festival Directorü sayın Vedide Kaymak, İktidarların yamacındaki çevrelerin övgüsünü çekerken mutlu. Hayat tatlı ve devran deminde. Bu, 19’ncu Londra Türk film festivali’dir ki, onun parmağında bir fırıldak gibi dönüyor, az şey mi?
Bense –inat bu ya – gidebildiğim bütün filmlerine gideceğim bu festivalin! Çünkü, diyorum, sözlükte uygun bir anlamını yakalarım belki bu festivalin! Malum, Ali Püsküllüoğlu’nun “Arkadaş Türkçe Sözlük” ünün üçüncü baskısındaki anlamları şöyle sıralanmıştır bu frekçe sözcüğün;
        “Festival:
         1.Tarihi, süresi, yapıldığı çevre, katılanların sayısı ve özellikleri önceden
             hazırlanan bir izleyiciyle belirtilen ve özel önemi olan sanat gösterisi,
             eş. şenlik.
         2. Belli bir yılda üretilen ya dabelli bir konuda olan filmlerin ya da
             oyunların gösterilmesi ve sunuması sonunda derece alanlara ödül
             verilmesi biçiminde düzenlenen ulusal ya da uluslararası gösteri
             dizisi. eş.şenlik.
        3. Bir bölgenin en ünlü ürünü için düzenlenen bayram.
        4. Her kafadan bir ses çıkan düzensiz toplantı, gürültülü, karışık durum.
        5. (argo) Şenlikli, gürültülü patırtılı olay, gülünç durum.”
Evet aynen bunlar ve de yolcu yoluna!
19 th LONDON
TURKİSH FİLM FESTİVAL…
Ya da sadece festival.
          Abdullah Nihat Yılmaz
          28 Mayıs 2014
          LONDRA.

             

İngiltere’de 1802’den beri ilk kez

Seçim depreminden sonra;

Siyasi AB’ artık hayal  

İngiltere, Fransa, Yunanistan, Danimarka’da AB politikalarına karşı olan partiler birinci olurken, hemen tüm AB ülkelerinde ‘aşırı sağ-ırkçı’ partiler oy oranlarını ciddi derecede arttırdılar.

    
                              
28 Avrupa ülkesinde Avrupa parlamentosu için yapılan seçimler, Almanya dışındaki tüm ülkelerde sürpriz sonuçlar yarattı. İngiltere, Fransa, Yunanistan, Danimarka’da AB politikalarına karşı olan partiler birinci olurken, hemen tüm AB ülkelerinde ‘aşırı sağ-ırkçı’ partiler oy oranlarını ciddi derecede arttırdılar. Fransa’da uzun zamandan beri güçlenen Milliyetçi Cephe, İngiltere’de AB ve göçmenlik politikalarına karşı çıkan UK Bağımsızlıkçı Parti (UKIP) ilk kez olarak seçim kazandılar. Ingiltere’de demokrasi tarihinin geleneği olan ‘iki partili sistem’de 1812 yılından beri ilk kez olarak İşçi Partisi-Muhafazakar Parti dışında bir parti, UKİP, birinci parti olarak çıkarak tarihe geçti. İngiltere’de ‘Avrupa Birliği yanlısı’ tek parti olan iktidar ortağı Liberal Demokrat Parti, 5. parti olarak AP’ye tek milletvekili bile gönderemedi.
                

Göçmenleri zor günler bekliyor


26 Mayıs günü tamamlanan AB ülkelerindeki Avrupa Parlamentosu seçimleri, siyasi partilerin genel politikaları üzerinde değil, AB’nin üye ülkeler üzerinde bağlayıcı kararlar almayetkisi, ‘Euorocrat’ denilen AB bürokrasisi ve Avrupa içindeki göç meseleleri üzerinde yoğunlaştı. Fransa, İtalya, Yunanistan gibi ülkelerde giderek yükselen ekonomik kriz etkilerini de taşıyan seçim sonuçları, AB ülkelerinde ‘Siyasi Avrupa Birliği’ projelerinin artık savunulamaz hale geldiğini gösterdi. İngiltere’de AB’ye karşı bağımsızlık ve Göçmenliğin engellenmesi dışında hemen hiç bir konuda belirgin bir görüşü olmayan UKİP, birinci parti olurken, büyük ölçüde 2014 yılbaşından itibaren İngiltere’ye serbest giriş hakkı kazanan Romanya ve Bulgaristan göçmeni işçileri ‘seçim malzemesi’ olarak kullandı. Almanya dışındaki iki büyük AB ülkesi olan İngiltere ve Fransa’da, ‘aşırı sağcı-ırkçı’ olarak gösterilen partilerin başarılarının, Avrupa’da yabancı işçi sorununun çok daha büyük olaylara yol açacağının bir göstergesi oldu.

Yunanistan seçmeni Sol’a kaydı


AB ülkelerinde ‘eurocrat’lar denilen AB yönetici ve bürokrasisine karşı tepkileri genel olarak aşırı sağcı, ırkçı, neonazi partiler yönlendirirken, tek farklı sonuç Yunanistan seçiminde ortaya çıktı. AB’nin ekonomik politikaları sonucu önce büyük bir krize düşen ve daha sonra bu krizden çıkmak için AB’nin hazırladığı ‘sertlik politikaları’ programını kabuletmek zorunda kalan Yunanistan’da, halk solcu ‘Syriza’ partisine yöneldi. Yunanistan’da son aylarda hemen hergün tekrarlanan ‘sertlik politikalarına karşı’ protesto gösterileriyle, AB ve onun dayattığı politikalara ‘hayır’ diyen Yunanistan’da, Türk düşmanı Neo Nazi ‘Golden Down’ partisi beklediği sonucu alamadı.  İtalya ve İspanya’da da solcu partiler önemli gelişme gösterdiler.

Ukrayna’dan elinizi çekin


26 Mayıs AP seçimleri, Ukrayna’da yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimi ile aynı günde sonuçlandı. 2013 yılı sonunda CIA tarafından düzenlenen bir sivil darbe ile işbaşına getirilen, ‘Geçici hükümet’ tarafından yürütülen ve ABD-AB tarafından finanse edilen iç savaş ortamında yapılan seçimi, ‘Çikolata Kralı’ olarak adlandırılan AB destekçisi milyarder Petro Proshenko kazandı. AB desteğinde seçime giren ve Ukrayna’yı ‘Avrupa Birliğine sokarak ekonomik krizi’ aşacağı mesajı veren Proshenko, ‘AB’nin teklif ettiği ekonomik paket ve sertlik politikasını’ uygulayacağını şimdiden açıklıyor. ABD’nin ‘şahin’lerini izleyerek Rusya’ya karşı ‘gaz ambargosu ve ekonomik abluka’ politikası uygulamaya hazırlanan AB yöneticileri, yeni dönemde bir başka büyük politik kumara yöneliyorlar.  Rusya ile sürtüşmenin büyümesi halinde, Rusya’da çalışan yaklaşık 4 milyon Ukraynalı ve Doğu Ukrayna’da bağımsız bir yapı oluşturan endüstri bölgesi Donetsk, Ukrayna’da patlayacak olan büyük yıkımın habercisi. AB, Ukrayna politikasını değiştirmezse milyonlarca Ukraynalı göçmene kapılarını açmak zorunda kalacak önümüzdeki bir kaç yıl içinde. ABD şahinlerinin sözünden ayrılamayan Avrupa Birliği yöneticileri, kendi yıkımlarını kendi elleri ile inşa ediyorlar. 26 mayıs günü biten Avrupa Parlamentosu seçimleri, bu geleceği bildiren mesajlarla dolu..
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

                        

Rusya Çin ile anlaşınca İngiltere’de kaya gazı ‘bulundu’

Avrasya’ya 400 milyarlık omurga

 

Rusya-Çin gaz anlaşması imzalanmasından bir gün sonra, ‘İngiltere’de milyarlarca dolar değerinde ‘ısmarlama’ kaya gazı bulunduğu’ haberi manşetlere taşındı.                                      

                         

  

   
Rusya ile Çin arasında 30 yıla yayılan 400 milyar dolarlık doğal gaz anlaşması, Dünya ekonomik ve siyasi dengelerinde herşeyin yeniden başlayacağı bir döneme imza attı. Mevcut iki boru hattının yenilenmesi ve bir üçüncü hat inşaası için Rusya’ya 25 milyarlık bir ön ödeme yapacak olan Çin, ekonomik büyümede en büyük sıkıntı kaynağı olan ucuz enerji sorununu bu yolla çözüyor. Rusya ise; Batı’daki enerji alıcılarının giriştikleri Ukrayna macerasından sonra, geleceği doğru biçimde okuyan Başkan Vladimir Putin’in girişimiyle, uzun zamandır süren Çin görüşmelerinde fiyat indirimine giderek, bu kez Asya vanalarının başına geçti. Rusya, henüz çoğunluğu devam eden doğalgaz anlaşmaları ile Avrupa ve Batı pazarlarına yılda 160 milyar kubik metre gaz satıyor. ABD tarafından AB ülkelerine kabul ettirilmek istenen ambargolar sonrasında, bu pazarda önemli bir daralma bekleyen Rusya, Çin’e 30 yıl boyunca yılda 38 milyar kübik metre gaz satışı yoluyla, batı pazarlarından kaybettiğini Çin anlaşması ile telafi ediyor.
                

İngiliz medyasında ‘ısmarlama’  kaya gazı haberleri


Rusya-Çin arasında imzalanan dev gaz anlaşması, Rusya’ya karşı ambargoda ayak direten Avrupa ülkelerini, özellikle Almanya’yı baskı altına alabilmek için ABD-İngiltere medya manipülasyonlarını hızlandırdı. İngiltere’de, Rusya-Çin gaz anlaşması imzalanmasından bir gün sonra, ‘İngiltere’de milyarlarca dolar değerinde kaya gazı bulunduğu’ haberi manşetlere taşındı. İngiltere’de Surrey bölgesinde, halkın ve çiftçilerin arazilerini kaya gazı çıkaracak şirketlere kiralayarak ‘altına hücum’ dönemi yaşayacakları, ‘Doğalgaza karşı- kayagazı’ hayali dile getiriliyor bu yapay gündem haberlerinde. Başta Almanya olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinin ise; ABD-İngiltere kanadından pompalanan ‘Rusya’ya Gaz Ambargosu’ baskısına rağmen, yakın bir gelecekte Rus gazından başka bir alternatifleri bulunmuyor.  

İpek yolu yeniden


Çin ile Rusya doğalgaz anlaşması, Avrasya’da, Çin ve Rusya’da kurulu iki büyük devlet tekelini (Gazprom ve Çin Ulusal Enerji Korporasyonu), Dünya’nın en büyük iki şirketi yapmaya yetiyor. İki dev şirket, doğalgaz boru hatları yapımı yanında, kara ve denizden enerji taşımacılığını içeren milyarlık yatırımlara girişiyorlar. Rusya ile Çin arasında inşa edilecek bir demiryolu ise; geçmişin ‘ipek yolu’ kadar önemli bir Asya köprüsünü gündeme taşıyor. Dünya jeopolitik hesaplarında, artık giriş ve çıkışında Rusya ve Çin’in bulunduğu yeni bir ‘Avrasya’ bloku yer alıyor. ABD medyasında yer alan stareteji değerlendirmelerinde, artık ‘unipolar’ Dünya yerine, ABD-Rusya-Çin tarafından köşelendirilen ‘triangular relations’ yıllarına geçildiğine dikkat çekiliyor. Türkiye’nin de içinde bulunduğu Orta-Doğu’dan Çin’e kadar uzanan coğrafya içinde yer alan tüm ülkelerde, bu yeni dönem, yeni politikalar ve saflaşmalar yaratacaktır.

Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

Charles’ın ‘bilinç altından’ gelen ses

      Devrilen ‘Royal’ Çam

Charles, bir CIA ayaklanması ile iktidara gelen Ukrayna hükümetinin en büyük sokak desteğini sağlayan Swoboda partisi ve Ukraynalı neonaziler dururken, onlara karşı çıkan Putin’i Hitler’e benzetti.                        

“Royal” Gaf
                          
İngiltere’nin Veliaht Prensi Charles, İngiltere ile Rusya arasında yeni bir diplomatik kriz çıkarabilecek büyüklükte bir çam devirdi. Kanada’da yapılan bir özel toplantıda, ‘Nazilerin 2. Dünya savaşı başlarında Danzig’de yaptığı Yahudi Katliamı kurbanlarından bir ailenin hayattaki üyeleri ile yaptığı konuşmada, ‘Şimdi de aynı işi Putin yapıyor’ dediği Sunday Mail muhabiri tarafından açıklanınca, İngiltere’de ortalık karıştı. İngiltere’nin eski Rusya Büyükelçisi tarafından ‘Hitler ile savaşta 24 milyon insanını kaybetmiş bir ülkeye yapılacak en büyük hakaret’ olarak nitelendirilen Prens Charles’ın özel konuşması, İngiltere’de iktidar ve muhalefet partileri liderleri tarafından ‘özel konuşmada görüş bildirme’ gerekçesiyle savunuldu. Rusya ile ABD’nin başını çektiği Batı kampı arasındaki gerginliği, ‘Royal’ seviyeye taşıyan Charles’ın Putin yorumu, beklendiği gibi Rusya tarafından ciddiye alındı ve büyük bir tepki ile karşılandı.

Gerçek Naziler sizinle birlikte


Prens Charles’in Kanada’nın Nova Scotia eyaletinde, Holokost kurbanı bir Yahudi ailenin üyeleri ile yaptığı özel konuşma, İngiltere’de parlamento üyeleri ve medya tarafından ‘özel konuşma’ yönüyle gündem dışına atılmaya çalışılıyor. Ne var ki 6 haziran günü Fransa’nın Normandiya kıyılarında yapılacak olan ‘D day’ günü gösterilerinde, büyük bir ihtimalle Prens Charles’ın ‘Hitler’e banzettiği Vladimir Putin’ ile bir araya gelmesi bekleniyor. Bir CIA ayaklanması ile iktidara gelen Ukrayna hükümetinin en büyük sokak desteğini sağlayan Swoboda partisi ve Ukraynalı neonaziler dururken, onlara karşı çıkan Putin’i Hitler’e benzeten Charles’tan, Rusya yöneticilerinin ‘bir açıklama istediği’ Dünya medyasında yer aldı.
 

Ukrayna Nazi savaş suçlusu Bandera için hatıra pulu çıkardı

                     

Onbinlerce Yahudi ve Polonyalı öldüren parti


2013 yılı sonunda Ukrayna’da yapılan bir sokak darbesiyle seçilmiş Yanukowitch yönetimini deviren, CIA destekli sokak darbesinin en büyük gücü, ‘Kolej Birliği’ adı altında örgütlendirilen Neonazi ‘Swoboda’ partisi üyeleriydi. Başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı’nın parasal ve askeri desteğine dayanan yeni Ukrayna yönetimi, içinde Swoboda partisinin 5 bakanını barındırıyor. Bu partinin ve Ukrayna’da değişik isimler altında iktidara ortak çıkan Neonazi ideoloji sahiplerinin ‘ideolojik lideri, 2. Dünya savaşında Nazilerle ittifak yapan ve fiilen Yahudi ve Polonyalı katliamlarına katılan Ukrayna Milliyetçi Partisi lideri Stephan Bandera idi. Halen Swoboda partisinin mitinglerinde resimleri taşınan Nazi İşbirlikçisi Bandera, 2008 yılında Ukrayna’da yine CIA tarafından tezgahlanan bir darbe ile ilk kez iktidara getirilen, aynı partiden Yuschenko tarafından iktidarın sembolü haline getirilmişti. 2009 yılında Batı destekli Yuschenko yönetimi, 2. Dünya savaşı sonrasında ‘Nazi İşbirlikçisi’ olduğu için Nurnberg Savaş Suçları Mahkemesi tarafından mahkum edilen Stephan Bandera’nın resmi hatıra pullarını bastırmıştı. Aynı tarihlerde Polonya hükümeti ve Dünya Yahudiler Birliği tarafından protesto edilen Ukrayna Hükümeti, bugün Batı desteğinde Doğu Ukrayna’da Rus asıllı Ukrayna vatandaşlarına karşı baskı ve faşist şiddet politikası uyguluyor. İngiltere’nin gelecekteki kralı olarak bilinen Prens Charles’ın, Kanada’da yaptığı özel konuşmada ki Putin-Hitler benzetmesi, ‘tarih bilgisi yoksunluğu’ yanında, bir de bilinç altında Ukrayna’dan dolayı yerleşen ‘suçluluk duygusunun’ dışa vurumu olarak değerlendiriliyor.
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

   

İngiltere’nin Ankara Büyükelçiliği soru sordu

Türkiye’nin elit okuyucu kesiminin Gezi olayları sırasında Merkez Medya denilen gazete ve televizyon kanallarına güveni kalmadığına dikkat çeken Yavuz Baydar, ‘bu tarihten sonra Dijital Medya’da büyük bir patlama başgösterdi’ dedi. 

İngiltere’nin Ankara Elçiliği’nden sansür sorusu

Chatham House ‘gözetliyor’

İngiltere’nin dışişleri alanında ‘yarı-resmi’ think tank’ı Chatham House, ‘Medya Özgürlüğü Önündeki Engeller’ adlı panelinde Türkiye’yi bir kez daha gündeme getirdi. 20 Mayıs günü yapılan panel toplantıya, Türkiye’de medya özgürlükleri ve sansür alanında olup bitenleri anlatmak üzere çağırılan ‘Today’s Zaman’ kurucularından Yavuz Baydar yanında, İngiltere’nin BBC Televizyonundan James Deane, İndex and Censorship Direktörü Kirsty Hughes ve panel yöneticisi Financial Times Gazetesi editörlerinden John Lloyd katıldılar. Dünya’da medya özgürlüğü önündeki engellerin yanında, Dijital Medya olarak adlandırılan internet ve sosyal medya üzerindeki baskıların da dile getirildiği toplantıya katılan ve gazeteci Yavuz Baydar’a  ‘Türkiye’de sansür ve gazeteciler üzerindeki baskıyı’ soran Ankara’daki İngiltere Elçiliği’nden üst düzey bir görevli toplantıya renk kattı.

2011’den sonra baskılar arttı


Dünya’da ve Türkiye’de medya özgürlüğü önündeki engellerin tartışıldığı toplantıya Türkiye’yi temsilen katılan Today’s Zaman, Zaman ve Bugün gibi adı ‘cemaat’ ile birlikte anılan gazetelerin yazar ve yöneticiliğini yapan Yavuz Baydar, konuşmasında Türkiye’de Hükümet tarafından medya üzerinde baskıların 2011’den sonra arttığını söyledi. Daha önce çalıştığı Sabah Gazetesi’nden atılan Baydar, baskıların özellikle Taksim-Gezi olaylarından sonra yükseldiğini ve toplam olarak 250 gazetecinin baskılar nedeniyle işten atıldığını belirtti. Türkiye’nin elit okuyucu kesiminin Gezi olayları sırasında Merkez Medya denilen gazete ve televizyon kanallarına güveni kalmadığına dikkat çeken Yavuz Baydar, ‘bu tarihten sonra Dijital Medya’da büyük bir patlama başgösterdi’ dedi. Halkın geniş kesimlerinin ise gazete okuyucusu olmadığını ve sayısı binlere ulaşan TV kanallarını izlediğini kaydeden Baydar, ‘bunlar ise tekdüze, kontrollü bir yayın sürdürüyorlar’ diyerek, ‘bu kanalların sahiplerinin kim olduğunu bulmanın bile güç’ olduğuna işaret etti. Digital Medya’da Facebook ve Twitter’da izleyici sayısı 500 bine varan yazarların bulunduğuna dikkat çeken Baydar, ‘artan baskılar nedeniyle Türkiye’nin yurtdışındaki büyük diyasporasında özellikle Dijital Medyada önemli gelişmeler olduğunu söyledi.
Düşük profilli temsil, diplomatik ilgi 
                             

İngiltere’nin en önemli dışpolitika ‘arenası’ olan Chatham House’ın düzenlediği panelde konuşan Yavuz Baydar’ın açıklamaları, Türkiye’de medya üzerindeki baskılar ve sansür uygulamalarını açıklamak bakımından yeterli olmadı. Sınırlı bir alanda kalan açıklamaları ve Türkiye’deki hükümetin bazı gazetecileri isim vererek bir tür ‘siyasi linç’ çabasına girişmesine değinmeyen Baydar, ‘muhtemelen baskı nedeniyle’ ihtiyatlı bir dil kullandı. LondraPosta dışında hiç bir Türk gazetecisinin yer almadığı panele bir renk ve ‘siyasi bir atmosfer’ ekleyen gelişme , İngiltere’nin Türkiye Büyükelçiliği’nden üst düzey bir temsilcinin Baydar’a ‘Türkiye’deki sansür ve gazeteciler üzerindeki baskılar’ konusunda soru sorması oldu.
Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

Kan parası daha ucuza geliyor

                                       

                                     

   CİNAYET KERE CİNAYET
   YA DA SOMA …
Elbet, maden dolu bölge coğrafyasının ve güzelim, çalışkan, konuksever, yurtsever Soma halkının, hele hele ucuz işgücünü oluşturan işçilerinin bu cinayette bir suçu, kabahati yok, olamaz da… Kabahat da, suç da, o maden ocaklarının paragöz sahipleri ve onlara menfaat karşılığı itaat eden, yasa ve yönetmelik kurallarını hiçe sayıp paragöz güçlülerin adına işi, üretimi çekip çeviren yöneticileri ve en önemlisi de patronla kirli ilişkileri iplik iplik ortaya dökülen AKP iktidarının…
Gerçi görevli savcı, “işçi ve amirler öldükleri için ortalıkta gözaltına alınacak sanık bulamıyorum” diye kargaları bile güldüren açıklamalar yapıyor ama kuşkunuz olmasın ki, o  ve onun gibileri de o malum şebekenin bir mamulatı…
Bir kere, dökülen kanların temel nedeni yürürlükteki “İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ” nizamnamesinin uygulanmamasıdır. Neden uygulanmadığının nedeni ise doğrudan doğruya PARA! Özelleştirmelerle taşeronlaştırmalar ise bütün bunların üstüne mum dikiyor.
Bunu bu satırların yazarı söylemiyor, İşverenlerin resmi kuruluşları söylüyor. Mesela vaktiyle kendi işyerinin genel müdürü ve MESS Ankara temsilcisi Yüksek mühendis Şükrü Er  iş kazalarının durumunu resmen şöyle açıklamıştı:
          “Eğer mevcut işçi sağlığı ve işgüvenliği nizamnamesi gereği gibi
            Uygulanırsa, Türkiyemizde işverenler bir bir batarlar.”
Çünkü, işyerinin emniyetini sağlamak üzere gerekli düzenleme yaparsanız, bu ek yatırımlar gerektirir. Ve o ek yatırımlarsa gelir getirici değildir. Ölü yatırımdır! O kadar ki, yine bu olayı vaktiyle bir sanayi yetkilisi şöyle açıklamıştı Zonguldak Ereğli Kömür İşletmeleri için:
            “Maden damarlarını bulmak üzere yer altı derinliklerine indikçe emniyet
              giderleri çoğalıyor. Tabi kaza  riskleri de çoğalıyor. Ama emniyeti
              sağlamak için yapacağımız yatırımdan, iş kazası yüzüden ödeyeceğimiz
              kan parası daha  ucuza geliyor, bu yüzden biz bu ikinci yolu tercih
              ediyoruz.”
Bu kadar. Ve de basit!
Şimdi bu açıdan SOMA ‘daki iş cinayetine bakalım:
·        Mesela, Soma maden ocağında İşçi Sağlığı İş Güvenliği nizamnamesi uygulanmakta mıydı?
El – cevap:
·        Ne gezer? Belki adı bile duyulmamıştı!
Hatta öyle garipliklerle doluydu ki Soma Maden ocakları, insanın oraya maden ocağı demesi için binlerce tanık gerekirdi, hem de yalancı cinsinden…Bir kere o sıra yeraltında çalışan işçi sayısı belli miydi? Ne yazık ki bu halen bir bilmecedir… Gerçi olaydan hayli zaman sonra da olsa, Enerji  bakanı bey tarafından bir “787” rakamı ortaya atıldı, ama güven veriyor muydu bu rakam? Hayır! Kazanın trafonun patlamasından meydana geldiği açıklanmıştı, doğru muydu? Hayır!  Üstelik tıpkı Afyon cephaneliğindeki patlamada, patlamadan bir saat sonra, Orman bakanının, felaketin  bombanın yere düşüp patlamasından meydana geldiğini açıklaması gibi bir palavra da savrulmuştu ortalığa! Ancak o olayda çok kişi biliyordu ki, bomba yere düşmekle patlamaz. Yani açıktan açığa, yalanı hemen ortaya çıkıvermişti hazret-i üstadın… Soma’da ise trafo patlaması ilkkez duyuluyordu belki de. Ve de çok kişi yutuverdi bu dolmayı…
Ayrıca, SOMA’da …Yalanlardan, gerçekleri örtmelerden, kitleleri aptal yerine koymalardan geçilmiyor. Gerçi sonraları kaza nedeninin trafo patmasından çıktığı unutturulmaya başladı ve yerine “yangın” kondu. Ama yangına neden olan gazın grizu, yani metan gazı mı? Yoksa karbonmonoksit mi olduğu tartışıldı! Karbonmonoksitte karar kılındığında da bu sefer yangının neden halen devam ettiğinin ve neden söndürülemediğinin bilmecesi çıktı ortaya…
Ve de halen yangının neden çıktığı, kazanın neden olduğu bir muamma…
Hele yangında ölenlerin sayısı ve ne yapılmakta olduğu başlı başına bir SORUYDU! Üstelik öyle bir soruydu ki, bugün değil belki yıllarca yanıtı bulunamayacak cinsinden bir SORU…Çünkü deliller karartılıyordu dolu dizgin…Dahası meseleye neden savcıların el koymadığı da başka bir garabetti!
İşverene gelince…neden sonra bir gözükme gözüktü basın toplantısı için. Ama o elbet suçu günahı olmayan bir zatül muhteremdi, masum masumcuk (!)…Sendikacı beylerse, patronun  hık deyip burnundan düşenlerden başkaları olamazdı!
Her şey düzgünmüş de, muhterem başbakanın buyurdukları gibi, KADER ağlarını örmüşmüş de!  Üstelik “paralel” hainler çok acımasızmışlarmış da, mış, mış, mış!..
Ama SORU yanıtın doğrusunu bekliyor halen…Şudur o soru:
·        Ölü sayımız kaçtır beyler…Kaç şehidimiz var?
Gerçi ortalıkta gıdım gıdım, ya da yutturula yutturula, çoğalarak sabitleşmiş bir rakam  dolaşıyor dolaşmasına ve 301 olarak okunuyor okunmasına ve de bu  sayı kesindir diye yemin billah ediliyor edilmesine ammaaaaa…
”Amma”sı çok!
Yani, açık açık soralım:
·        Doğru mu bu sayı?
Peki, o kaçak Suriyelilerin ocağa dolduruluşu ne? İşsizlerin, gündelik iş arayanların, çocukların ocaklarda işi neydi? Halen içerde dondurulduğu bilinen naaşlar kimlerin? Ve sayısı kaç? Bölgede kayıp eşlerini arayanların açıklanan ölüler arasında  bulamayışları nasıl açıklanabiliyor? Çevre hastanelerde de bulunamamaları nedendir? Ve ölü çıkarma işlemi neden durdurulmuştur? Ve, ve, ve…
Yani, düpedüz  açıklananlar muamma ve söylenenler yalan…
Ama, başbakanın Soma’ya gidişi gerçek; “Kazalar bir KADERDİR, işin fıtratında vardır” deyip insanları aldatmaya kalkışması da gerçek, tepki çekip yuhalanması da… Bir markete sığınması, madencilerden birini  çağırarak, tıpkı  bir mafya babası gibi, “ ulan İsrail dölü” deyip tokatlaması, müşteşarının da başka birini  hayvanca tekmelemesi de… gerçek. Hatta Recebin polislerinin, Soma’ya madenci ailelerine hukuk  yardımı için giden Çağdaş Hukukçular Derneği  avukatlarına düşmanca  saldırması, darbetmesi ve onları biber gazına boğup yaralaması ve de ardından gözaltına alması de… gerçek. Ve de artık  maden çevresi dikenli tellerle çevrilmiş, kapılarına kocaman kocaman kilitler vurulmuştur. Hak aramak şöyle dursun, ortalıkta kuş uçmuyor  ve bu zorbalık, bu faşist manzara…gerçek kere GERÇEK!
Peki çözüm yolu yok mu bu işin, diyeceksiniz… Ya da ne mi yapılmalı?
Önce bu hükümet ve yardakçılarına yahut işveren ve hempalarına şu yapılsın, bunu düzeltin ya da şu haklarımızı verin diye yalvarmak boşunadır. Bunu bilelim… Hele, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Nizamnamesini hiçbir zaman devletin ya da işverenin kendi vicdanıyla uygulamayacağını  çok daha iyi bilelim.
Sonra… ilk yapılacak iş şu: Bu hükümeti evine yollamak için mücadele etmek ve emekten, gerçek demokrasiden yana bir iktidar oluşturmak… ve de işçiden yana Sendika ve Toplu İş Sözleşme yasaları çıkarılmasını sağlamak, onun ardından da işçinin söz ve karar sahibi olduğu sendikalarla –yaşam odaları da dahil – emniyeti sağlanmış işyerlerinde üretim yapmaya devam etmek…
Böyle bir yol için hazır olmazsak ne mi olur? Elbet ki çok şey, çok bela olur…Bir kere Recebin  “kader” çarkı daha da azgınlaşır. Ve de  “Gün uğursuzun” olur hep. Yani;
CİNAYET KERE CİNAYET
YA DA SOMA…
    Abdullah Nihat Yılmaz
    19 Mayıs 2014

LondraPosta / Londra


Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz! 

19 Mayıs Bayramı maden karasında

Londra’da hüzün ve öfke dolu bir 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı kutlandı. 


İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği (İADD) ve Türkiye Gençlik Birliği (İTGB) tarafından 18 mayıs günü yapılan Gençlik ve Spor bayramı kutlaması, ‘Soma’da yer altında ölen 301 işçimizin acısıyla birleşince ‘buruk’ bir anma töreni biçiminde yapıldı. 

Hepimiz madenciyiz
   
               


Başlarında madenci kaskı ve ellerinde Türk bayrakları ile Kuzey Londra’daki Newington Green Parkı’nda toplanan yurttaşlar, Londra’daki tek 19 Mayıs kutlamasında, Anadolu’nun Kurtuluş Günü’nde hüzünlü Anadolu ezgileri dinlediler ve Soma faciasına yol açan sorumluları protesto ettiler.
       


Sadece yas yetmez

Geçtiğimiz hafta Somada meydana gelen ve 301 Maden işçisinin yaşamına mal olan patlama ,tüm Dünya’da olduğu gibi İngiltere’de de hükümetin ağır ihmali nedeniyle bir ‘iş kazası’ olarak değil, ‘iş cinayeti’ olarak medya organlarında değerlendirildi. Ölen 301 madencimizin kanları ‘yeraltında’ iken, ihmal ve çıkarcılığı protesto edenyurttaşlarımıza polis ve hükümet tarafından yapılan saldırılar, yükselen tepkinin ikinci bir nedeni oldu. Yurttaşı yumruklayan Başbakan ve göstericiyi tekmeleyen müşaviri, artık İngiltere’de Türkiye iktidarınının bir ‘tanıtım’ aracı oldu. 18 Mayıs günü Newington Green Parkı’nda yapılan 19 mayıs kutlaması, bu nedenle gurur, yas ve öfkenin bir arada yaşandığı bir anma gününe dönüştü. 



İADD Başkanı Jale Özer

TGB İngiltere Temsilcisi Musa Ballıkaya ve İADD Başkanı Jale Özer yaptıkları konuşmalarda, ‘Günün bir yas günü olmadığını’ vurgulayarak, tıpkı 19 Mayıs 1919 günü başlayan Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi ‘birlik ve mücadele günü’ olduğunu vurguladılar. İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer, ’19 Mayıs 1919 tarihinde başlayan Ulusal Kurtuluş Mücadelesi ile yıkılan ihanet ve teslimiyet rejiminin, yeniden kurulma girişimine karşı halkı mücadeleye çağırdı. Mustafa Kemal’in Amasya Tamimi’nde açıkladığı ‘milleti kendisinin kararlılığı ve mücadele azminin kurtaracağı’ açıklamasına işaret edenJale Özer; ‘Gerici eğitim sistemi, Emperyalistlere yapılan Taziye açıklamaları, Suriye’de savaş kışkırtıcılığı, yandaş şirket ve taşeron firmaların insafına terkedilen emekçilerimizin yaşamlarının tek bir bütünün parçaları olduğunu’ belirtti.

                     
TGB İngiltere Temsilcisi Musa Ballıkaya

             

LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz!