Kan parası daha ucuza geliyor

                                       

                                     

   CİNAYET KERE CİNAYET
   YA DA SOMA …
Elbet, maden dolu bölge coğrafyasının ve güzelim, çalışkan, konuksever, yurtsever Soma halkının, hele hele ucuz işgücünü oluşturan işçilerinin bu cinayette bir suçu, kabahati yok, olamaz da… Kabahat da, suç da, o maden ocaklarının paragöz sahipleri ve onlara menfaat karşılığı itaat eden, yasa ve yönetmelik kurallarını hiçe sayıp paragöz güçlülerin adına işi, üretimi çekip çeviren yöneticileri ve en önemlisi de patronla kirli ilişkileri iplik iplik ortaya dökülen AKP iktidarının…
Gerçi görevli savcı, “işçi ve amirler öldükleri için ortalıkta gözaltına alınacak sanık bulamıyorum” diye kargaları bile güldüren açıklamalar yapıyor ama kuşkunuz olmasın ki, o  ve onun gibileri de o malum şebekenin bir mamulatı…
Bir kere, dökülen kanların temel nedeni yürürlükteki “İŞÇİ SAĞLIĞI VE İŞ GÜVENLİĞİ” nizamnamesinin uygulanmamasıdır. Neden uygulanmadığının nedeni ise doğrudan doğruya PARA! Özelleştirmelerle taşeronlaştırmalar ise bütün bunların üstüne mum dikiyor.
Bunu bu satırların yazarı söylemiyor, İşverenlerin resmi kuruluşları söylüyor. Mesela vaktiyle kendi işyerinin genel müdürü ve MESS Ankara temsilcisi Yüksek mühendis Şükrü Er  iş kazalarının durumunu resmen şöyle açıklamıştı:
          “Eğer mevcut işçi sağlığı ve işgüvenliği nizamnamesi gereği gibi
            Uygulanırsa, Türkiyemizde işverenler bir bir batarlar.”
Çünkü, işyerinin emniyetini sağlamak üzere gerekli düzenleme yaparsanız, bu ek yatırımlar gerektirir. Ve o ek yatırımlarsa gelir getirici değildir. Ölü yatırımdır! O kadar ki, yine bu olayı vaktiyle bir sanayi yetkilisi şöyle açıklamıştı Zonguldak Ereğli Kömür İşletmeleri için:
            “Maden damarlarını bulmak üzere yer altı derinliklerine indikçe emniyet
              giderleri çoğalıyor. Tabi kaza  riskleri de çoğalıyor. Ama emniyeti
              sağlamak için yapacağımız yatırımdan, iş kazası yüzüden ödeyeceğimiz
              kan parası daha  ucuza geliyor, bu yüzden biz bu ikinci yolu tercih
              ediyoruz.”
Bu kadar. Ve de basit!
Şimdi bu açıdan SOMA ‘daki iş cinayetine bakalım:
·        Mesela, Soma maden ocağında İşçi Sağlığı İş Güvenliği nizamnamesi uygulanmakta mıydı?
El – cevap:
·        Ne gezer? Belki adı bile duyulmamıştı!
Hatta öyle garipliklerle doluydu ki Soma Maden ocakları, insanın oraya maden ocağı demesi için binlerce tanık gerekirdi, hem de yalancı cinsinden…Bir kere o sıra yeraltında çalışan işçi sayısı belli miydi? Ne yazık ki bu halen bir bilmecedir… Gerçi olaydan hayli zaman sonra da olsa, Enerji  bakanı bey tarafından bir “787” rakamı ortaya atıldı, ama güven veriyor muydu bu rakam? Hayır! Kazanın trafonun patlamasından meydana geldiği açıklanmıştı, doğru muydu? Hayır!  Üstelik tıpkı Afyon cephaneliğindeki patlamada, patlamadan bir saat sonra, Orman bakanının, felaketin  bombanın yere düşüp patlamasından meydana geldiğini açıklaması gibi bir palavra da savrulmuştu ortalığa! Ancak o olayda çok kişi biliyordu ki, bomba yere düşmekle patlamaz. Yani açıktan açığa, yalanı hemen ortaya çıkıvermişti hazret-i üstadın… Soma’da ise trafo patlaması ilkkez duyuluyordu belki de. Ve de çok kişi yutuverdi bu dolmayı…
Ayrıca, SOMA’da …Yalanlardan, gerçekleri örtmelerden, kitleleri aptal yerine koymalardan geçilmiyor. Gerçi sonraları kaza nedeninin trafo patmasından çıktığı unutturulmaya başladı ve yerine “yangın” kondu. Ama yangına neden olan gazın grizu, yani metan gazı mı? Yoksa karbonmonoksit mi olduğu tartışıldı! Karbonmonoksitte karar kılındığında da bu sefer yangının neden halen devam ettiğinin ve neden söndürülemediğinin bilmecesi çıktı ortaya…
Ve de halen yangının neden çıktığı, kazanın neden olduğu bir muamma…
Hele yangında ölenlerin sayısı ve ne yapılmakta olduğu başlı başına bir SORUYDU! Üstelik öyle bir soruydu ki, bugün değil belki yıllarca yanıtı bulunamayacak cinsinden bir SORU…Çünkü deliller karartılıyordu dolu dizgin…Dahası meseleye neden savcıların el koymadığı da başka bir garabetti!
İşverene gelince…neden sonra bir gözükme gözüktü basın toplantısı için. Ama o elbet suçu günahı olmayan bir zatül muhteremdi, masum masumcuk (!)…Sendikacı beylerse, patronun  hık deyip burnundan düşenlerden başkaları olamazdı!
Her şey düzgünmüş de, muhterem başbakanın buyurdukları gibi, KADER ağlarını örmüşmüş de!  Üstelik “paralel” hainler çok acımasızmışlarmış da, mış, mış, mış!..
Ama SORU yanıtın doğrusunu bekliyor halen…Şudur o soru:
·        Ölü sayımız kaçtır beyler…Kaç şehidimiz var?
Gerçi ortalıkta gıdım gıdım, ya da yutturula yutturula, çoğalarak sabitleşmiş bir rakam  dolaşıyor dolaşmasına ve 301 olarak okunuyor okunmasına ve de bu  sayı kesindir diye yemin billah ediliyor edilmesine ammaaaaa…
”Amma”sı çok!
Yani, açık açık soralım:
·        Doğru mu bu sayı?
Peki, o kaçak Suriyelilerin ocağa dolduruluşu ne? İşsizlerin, gündelik iş arayanların, çocukların ocaklarda işi neydi? Halen içerde dondurulduğu bilinen naaşlar kimlerin? Ve sayısı kaç? Bölgede kayıp eşlerini arayanların açıklanan ölüler arasında  bulamayışları nasıl açıklanabiliyor? Çevre hastanelerde de bulunamamaları nedendir? Ve ölü çıkarma işlemi neden durdurulmuştur? Ve, ve, ve…
Yani, düpedüz  açıklananlar muamma ve söylenenler yalan…
Ama, başbakanın Soma’ya gidişi gerçek; “Kazalar bir KADERDİR, işin fıtratında vardır” deyip insanları aldatmaya kalkışması da gerçek, tepki çekip yuhalanması da… Bir markete sığınması, madencilerden birini  çağırarak, tıpkı  bir mafya babası gibi, “ ulan İsrail dölü” deyip tokatlaması, müşteşarının da başka birini  hayvanca tekmelemesi de… gerçek. Hatta Recebin polislerinin, Soma’ya madenci ailelerine hukuk  yardımı için giden Çağdaş Hukukçular Derneği  avukatlarına düşmanca  saldırması, darbetmesi ve onları biber gazına boğup yaralaması ve de ardından gözaltına alması de… gerçek. Ve de artık  maden çevresi dikenli tellerle çevrilmiş, kapılarına kocaman kocaman kilitler vurulmuştur. Hak aramak şöyle dursun, ortalıkta kuş uçmuyor  ve bu zorbalık, bu faşist manzara…gerçek kere GERÇEK!
Peki çözüm yolu yok mu bu işin, diyeceksiniz… Ya da ne mi yapılmalı?
Önce bu hükümet ve yardakçılarına yahut işveren ve hempalarına şu yapılsın, bunu düzeltin ya da şu haklarımızı verin diye yalvarmak boşunadır. Bunu bilelim… Hele, İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Nizamnamesini hiçbir zaman devletin ya da işverenin kendi vicdanıyla uygulamayacağını  çok daha iyi bilelim.
Sonra… ilk yapılacak iş şu: Bu hükümeti evine yollamak için mücadele etmek ve emekten, gerçek demokrasiden yana bir iktidar oluşturmak… ve de işçiden yana Sendika ve Toplu İş Sözleşme yasaları çıkarılmasını sağlamak, onun ardından da işçinin söz ve karar sahibi olduğu sendikalarla –yaşam odaları da dahil – emniyeti sağlanmış işyerlerinde üretim yapmaya devam etmek…
Böyle bir yol için hazır olmazsak ne mi olur? Elbet ki çok şey, çok bela olur…Bir kere Recebin  “kader” çarkı daha da azgınlaşır. Ve de  “Gün uğursuzun” olur hep. Yani;
CİNAYET KERE CİNAYET
YA DA SOMA…
    Abdullah Nihat Yılmaz
    19 Mayıs 2014

LondraPosta / Londra


Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz!