19’th LONDON TURKİSH FİLM FESTİVAL…

Ya da sadece Festival…

    


Bu “festival” benim gündemime, Gala’sından bir-iki gün önce bizim Karikatürist Ufuk Uyanık’ın iki davetiye yollaması, ardından Levenes Solicitors sahiplerinden Av.Şadiye Arslan’ın da çocuklarımın Fatisa Cafe Pizzeria’sına üç davetiye bırakması ile oturdu. Ve biz, aileden yeğenim Altan, kızı Ceren, küçük oğlum Nihat, küçük gelinim Ceylan ve ben, ceman yekün beş YILMAZ olarak ve de Festivalin galası için, o “O2 Milenium Dome”un yolunu tuttuk…

Yolda, adresin uzaklığına bir de kent içi ana caddelerin trafik yoğunluğu eklenince sabrımız da zorlandı… Neredeyse açılış resepsiyonuna bile yetişemeyecektik. Gerçi pek canlı ve pek neşeli de gözükmüyordu ortalık, katılımcıların çoğunda bir beklenti, bir heyecan yok gibiydi sanki! Yani, ellerindeki beyaz, kırmızı şarap kadehli uzak, yakın tanıdıklar, aşina yüzler, örgüt yöneticileri, sanat ve sinemaseverler ve çene çalmaya yer arayan Türk yahut İngiliz davetliler …ki, hep bilindik, hep rastlanan bir manzara…
Hele salon daha bir şaşırtıcıydı. Biz içeri çabuk girip numarasız koltuklar için sıkışmayalım derken neredeyse her taraf boştu! Üstelik başlayana kadar dolmadı da, hatta yarı belden aşağısı taa sahneye kadar olan bölüm hepten ıssız kaldı…
Bizse Gala’nın filmi Yozgat Blues’u salonun en yukarıdaki arka koltuklardan izleyecektik. Çocukluğumun sinema heyecanları takılıyor aklıma. Hani o “çok hisliyim, Türk filmlerinde üç mendil boşaltırım” espirilerinin geçerli olduğu ya da, “zengin kız, fakir oğlan” konusunun işlene işlene keçeleştiği dönem… Ki, halis muhlis Yeşilçam! Gerçi bu dönemi Yılmaz Güney’in, ülkemizde devrim dalgasının yükselişiyle birlikte, kalitesi Cannes Film festivallerine kadar büyüyen toplumcu gerçekçiliği ile yırtıp atmıştı ama…gene de ve basit bile kalsa, “fakir oğlan” ın fakirliği, “zengin kız” ın zenginliği belli ortamı, hatta toplumsal gerçekliği yansıtıyordu az buçuk… Seksen sonralarında Yılmaz Güney’in o büyük çıkışı da, o ilk başlardaki gerçekçilikler de yok olup gitmiş yerini daha çok bireyde temellenen ama filmsel kalitenin yükselmeye devam ettiği başka konulu bir dönem… Buna “edebiyatta çölleşme” deniyordu, sinemadaysa belki de başka biçim bir çölleşme denilecekti.
Ama yine de, yıllardır kana kana izleyemediğim Türk Filmciliğinin vardığı aşamayı merak ediyordum içten içe…Recebin herşeye vurduğu diktatoryal gericiliğin damgası sinemaya da uzanmış mıydı, mesela? Ama filmden önce gündemde ödül dağıtımı da varmış. Ancak biz oralardan kime ne, hangi derecede ödül verildiğini fazlaca duyamadık. Alkışlandılar, elbet biz de alkışladık…
Ödül töreni bitince kısa bir ara verildi. Bana da bu sırada arkadaşım Karabey Kalkan sinema ve tiyatro oyuncusu olarak hep bildiğimiz ünlü Serra Yılmaz’ı tanıştırdı. Sevindim, kutladım ama “Yaşam boyu başarı ödülü” kazandığını duyamadığım için yalnızca oynayacak filmlerden birindeki rolü için kutladım.(Evde durumu öğrenince utandım elbet) Ayrıca daha önceki  Londra Türk Film şenliklerine davet edilen Recep Tayyip’in AKİL ADAMLARI listesinden mesela Hülya Koçyiğit ve Kadir İnanır gibi biri olmadığı, Serra Yılmaz ilerici, devrimci bir kimlik olduğu için çok daha fazla sevindim.
Ve nihayet film de başladı: Yozgat Blues! Ama ne başlama…Sahiden başladı mı, gidiyor mu, sadece bilinmedik şeyler için sorular mı soruyor…Yozgat nere, Blues ne, oyuncular ne yapıyor, yönetmen ne düşünüyor…Ne bileyim!
Bir kere, bu filmden sonraki gösterimlerde izlediğim mesela Daire’de, mesela Devir’de, mesela Özür dilerim ve Ne GelenVar, Ne Giden’de… dramatik gelişme, yahut olayların akışkanlığı çok yavaş. Dağlardan ovaya inen akarsular gibi, durgun durgun, tembel tembel, duruyor mu, akıyor mu bellisiz bir akışkanlık…uyuntu kere uyuntu! Ve de dönem Recebin dönemi olduğu için olacak,  toplumsallık, hele emekten yanalık, sıfır!
Eve dönünce ilk işim, stantdan dönerken aldığım Festival Diary broşürünü  şöyle bir karıştırmak, kimi bölümlerini de inceden inceye didiklemek oldu…18 film getirilmiş festival programı için, bunlar 23 Mayıs 2014 günü başlayıp 1 Haziran 2014 günü sona ermek üzere, Londra’nın değişik bölgelerdeki Rio Cinema, Hackney Picturehouse, Ray Dolby Theatre ve Aubin Cinema… salonlarında matine ve suareler  halinde gösterime girecekler. Oyuncuları genç, yönetmenleri genç…Ama yüz aşinalıkları dışında hemen hiçbirini tanımıyorum. Yönetmenleri de hakeza… Ve hep yüksek tahsilli ve de yüksek tahsillilerinin de ezici çoğunluğu Avrupa ülkeleri ile Amerika’nın büyük kentlerinin tanınmış sinema fakültelerinden mezun oluşları…Yani, diplomaları tamam. Bilgileri ise tamam kere tamam…Deneyimlerine gelince, çoğunda bu filmleri ilk uzun film… Zamanla yetişecekler elbet… Türkiye’yi gezip gördükleri vardır muhakkak…Ama ya  islamcı faşist iktidarın zulmünü göremiyorlar ya da “ tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” gereksinimini duyamıyorlar… 
Oysa Festival Directorü sayın Vedide Kaymak, İktidarların yamacındaki çevrelerin övgüsünü çekerken mutlu. Hayat tatlı ve devran deminde. Bu, 19’ncu Londra Türk film festivali’dir ki, onun parmağında bir fırıldak gibi dönüyor, az şey mi?
Bense –inat bu ya – gidebildiğim bütün filmlerine gideceğim bu festivalin! Çünkü, diyorum, sözlükte uygun bir anlamını yakalarım belki bu festivalin! Malum, Ali Püsküllüoğlu’nun “Arkadaş Türkçe Sözlük” ünün üçüncü baskısındaki anlamları şöyle sıralanmıştır bu frekçe sözcüğün;
        “Festival:
         1.Tarihi, süresi, yapıldığı çevre, katılanların sayısı ve özellikleri önceden
             hazırlanan bir izleyiciyle belirtilen ve özel önemi olan sanat gösterisi,
             eş. şenlik.
         2. Belli bir yılda üretilen ya dabelli bir konuda olan filmlerin ya da
             oyunların gösterilmesi ve sunuması sonunda derece alanlara ödül
             verilmesi biçiminde düzenlenen ulusal ya da uluslararası gösteri
             dizisi. eş.şenlik.
        3. Bir bölgenin en ünlü ürünü için düzenlenen bayram.
        4. Her kafadan bir ses çıkan düzensiz toplantı, gürültülü, karışık durum.
        5. (argo) Şenlikli, gürültülü patırtılı olay, gülünç durum.”
Evet aynen bunlar ve de yolcu yoluna!
19 th LONDON
TURKİSH FİLM FESTİVAL…
Ya da sadece festival.
          Abdullah Nihat Yılmaz
          28 Mayıs 2014
          LONDRA.