ABD nin favori örgütü; ‘Harakat Hazm’
Harakat Hazm-bu örgütün bir ayağı Türkiye’de |
Harakat Hazm-bu örgütün bir ayağı Türkiye’de |
UYARIYORUZ;
HÜKÜMETİN ” AÇILIM- ÇÖZÜM SÜRECİ “. ADI İLE YÜRÜTTÜĞÜ POLİTİKALARIN SONUCU; ÜLKE BÖLÜNME TEHLİKESİ İLE KARŞI KARŞIYADIR.
Ortadoğu’nun sınırlarının ABD, AB ve İSRAİL ‘in menfaatleri doğrultusunda yeniden çizilmesi olarak özetlenebilecek olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye’de uygulanmasını sağlamak üzere 2002 de iktidara taşınan AKP’nin, üstlendiği görev gereği ısrarla sürdürdüğü ” AÇILIM -ÇÖZÜM sürecinin REJİMİ tehdit eder hale gelmesi kaçınılmaz idi.
Bugün ŞIMARTILAN PKK SAYESINDE TERÖRÜN İŞİD’ i bahane edip ATATÜRK HEYKELLERİNİ YAKMASI BEKLENEN ŞEY. BU POLİTİKANIN SORUMLUSU OLANLARI LÂNETLİYORUZ.
Daha dün anadilde eğitime aykırı diye DEVLET okullarını yaktılar.
Daha öncede karakol yapımı bahanesiyle yol kesip araçları yaktılar, elektrik kesintilerini gerekçe gösterip binaları yağmaladılar, HES İnşaatlarını boykot diye şantiyeleri yıktılar. Adam kaçırmaya, korucuları öldürmeye devam ediyor, mahkeme kurup yargılama yapıp cezaya hükmediyorlar. Bu devletten maaş alan milletvekili kendi devletini taşlıyor. Askerimiz, polisimiz HÜKÜMETİN EMRİ NEDENIYLE görevini yapamıyor, teröriste haddini bildiremiyor.
Yandaş tv ve basın, bölücü ve onların yanında yer alan siyasi çevreler ya bu şiddeti görmezden geliyor ya da hak arama olarak değerlendirip alkışlıyor.
Sorumlusu olan HÜKÜMET İSE, bütün bu olanları sadece izliyor ve gündemi değiştirmek için yeni hamleler yapıyor, örneğin TÜRBANI ilköğretime sokarak milletin dikkatini başka yöne çekmeye çalışıyor.
AÇILIM-ÇÖZÜM SÜRECİNİN SONUCU BU. CUMHURİYET, DEVLET SONLANDIRILIYOR.
AYNI daha önce Piyasaya sürülen ama
ONUN AMACI DA DEMOKRASİYI GELİŞTİRMEK DEĞİL, AYNI AÇILIM-ÇÖZÜM SÜRECİ GİBİ BİRLİĞİMİZİ, BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ SONLANDIRMAKTI.
ÇÜNKÜ Bu İKTİDAR verdiği bu sözleri yerine getirdiği sürece iktidarda kalabileceğini ve kendi ÖZEL GÜNDEMİNİ, 2023 HEDEFİNİ GERÇEKLEŞTİREBİLECEĞİNİ BİLİYOR ve aslında artık bütün adımlarını açıktan atıyor.
EVET BU SÜRECIN SORUMLUSU BAŞTAN SONA HÜKÜMETTİR.
AMA BU SÜRECİN SONUNUN REJİME, DEVLETE, DEMOKRASIİE YÖNELİK BIR TEHLİKE OLDUĞUNU ŞU VEYA BU NEDENLE ÖNGÖREMEYEN VE SONUÇTA ETKİN MÜCADELE ETMEYEN, BAŞTA SİYASİ MUHALEFET PARTİLERİ OLMAK ÜZERE TÜM TOPLUM KURULUŞLARI DA KUSURLU VE SORUMLUDURLAR.
BU NEDENLE, BIR KEZ DAHA VE ISRARLA ATATÜRK CUMHURIYETİ İLE VAROLAN VE VARLIĞINI SÜRDÜREN, TÜM SİYASİ PARTİLERE, DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİNE, MESLEK VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA VE YARGI TEMSİLCİLERİNE SESLENİYORUZ;
1—-BU CUMHURİYETE ÇOK ŞEY BORÇLU OLDUĞUMUZU, OLDUĞUNUZU UNUTMAYIN.
SEÇİM SONUÇLARINA İTİBAR EDECEKSEK, ARKANIZDA TEMSİL ETTİĞİNİZ KİTLELERİN EN AZ YARISINI “TEMSİL” ETMEK ZORUNDASINIZ. ENAZ BU “YARI” BU GİDİŞE DUR DIYOR. BU SESE KULAK VERMELISINIZ.
2—-ARANIZDAKİ AYRILIKLARI ERTELEMELİ VE CUMHURİYETİMİZİN ” ÇAĞDAŞ DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ ” OLARAK KALMASI, ÜLKENİN BÜTÜNLÜĞÜ VE DEVLETIN KAYBEDİLEN İTİBARININ İADESI İÇİN ÇOK GEÇ KALMADAN HALKIN YANINDA YER ALMALI, BİRLİKTE MÜCADELEYE BAŞLAMALISINIZ
3—-AKSİ HALDE, HALKIN MÜCADELESİ İLE DE BU CUMHURIYET BU BADİREYI ATLATACAK, AMA SİZLER VAHDETTIN HÜKÜMETİNE YARDIM EDEN YA DA SESSİZ KALANLAR GİBİ TARIHTE TARTIŞILAN BİR YERDE OLACAKSINIZ.
4—-GÜN, VATANIN, CUMHURİYETİN GELECEĞINE SAHİP ÇIKMA KENDİ KİŞİSEL MENFAATLERİMİZİN ÖNÜNE KOYABILME ve BU SINAVDAN ALNIMIZIN AKI ILE ÇIKMA GÜNÜDÜR.
ADD Aydın Şubeleri
Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Suriye ve Irak ile ilgili tezkerenin 1 Ekim tarihinde Meclis’e sunulabileceğini, ancak bu tezkerenin içeriğini bilmediğini söyledi. Önemli olan bu tezkerenin hangi ilkelere dayanacağıdır.
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak görüşümüz; öncelikle, AKP’nin halkın büyük çoğunluğunca
Cumhurbaşkanı’nın ve Hükümet’in son günlerde yaptıkları açıklamalar, Türkiye’nin gelişmelere ve başka ülkelerin beklentilerine göre değişen ve sağlam temellere yeterince dayanmayan bir yaklaşım içinde olduğunu gösteriyor. O bakımdan öncelikle Türkiye’nin hangi ilkeleri savunacağının saptanması önem taşıyor.
IŞİD terör örgütü aylardan beri Musul, Telafer, Tikrit gibi kentlere saldırıken yeterli tepkiyi göstermeyen büyük devletler, bu örgüt Kuzey Irak’taki petrol bölgelerine ve Kuzey Irak Yerel Yönetimi bölgesindeki yerleşim merkezlerine saldırıya başlayınca harekete geçti. Gerek Irak’taki gerek Suriye’deki IŞİD hedeflerini havadan bombalamaya başladı. Amerika’nın öncülüğündeki uluslararası koalisyonun esas hedefinin IŞİD ile ABD hedeflerine karşı saldırı düzenleyeceğinden kuşku duyulan Horasan gibi örgütler olduğu anlaşılıyor. Oysa uluslararası alanda terörle mücadelenin topyekûn olması, bütün terör örgütlerini etkisiz kılmayı hedeflemesi gerekiyor.
İyi terörist, kötü terörist ayırımı yapılamaz. Bazıları zaman zaman dehşet uyandırıcı eylemleriyle ön plana çıkıp dünya kamuoyunun tepkisini çekseler de, bütün terör örgütleri aynı derecede tehlikelidir ve aralarında ayırım yapılması, bazılarının hedef alınıp bazılarının görmezden gelinmesi son derecede yanlıştır.
Türkiye, yaklaşık 35.000 kişinin ölümünden sorumlu olan PKK terör örgütüyle Kuzey Irak’taki mücadelesinde sınırlı bir hava istihbarat desteği dışında yalnız bırakılmış, hatta 2008 yılının Şubat ayında başlattığı kara operasyonunun derhal sona erdirilmesi ve askerlerimizin geri çekilmesi ABD Savunma Bakanı tarafından talep edilmiştir.
Şimdi aynı ülkeler Türkiye’nin IŞİD’le mücadeleye tam destek vermesini istemekte, Hükümet de bu doğrultuda Meclis’ten yetki almak için girişimde bulunmaktadır.
AKP Hükümeti, Suriye’deki bazı gruplara destek vererek oradaki çatışmaların tarafı haline gelmiştir. Bundan sonra atacağı bazı yanlış adımların Türkiye’yi bazı terör örgütlerinin hedefi haline getirmesi ihtimali yüksektir.
Bütün bu nedenlerle, başlangıçta belirttiğimiz görüşlerimize aykırı olarak Hükümet Meclis’ten yetki isteyecekse, tüm muhalefet partilerinin şu hususlara özellikle dikkat etmeleri gerekmektedir:
– Bölgedeki bütün ülkelerin toprak bütünlüğü korunmalı, sınırların değiştirilmesine yol açacak adımlar atılmasından kaçınılmalıdır.
– Kerkük’ün statüsünün değiştirilmesine yol açacak girişimlere fırsat verilmemelidir.
– Türkmenlerin can ve mal güvenliğinin ve kazanılmış haklarının korunmasına öncelik verilmelidir.
– Türkiye, bir cephe ülkesi ve yabancı ülkelerin bölgedeki karargâhı ve sıçrama tahtası haline getirilmemelidir.
– Terör örgütleri arasında herhangi bir ayırım yapılmamalıdır.
– Türkiye uluslararası koalisyonun bütün kararlarında söz sahibi olmalıdır.
– İncirlik Üssü askeri operasyonlar için kullandırılmamalıdır.
– Türkiye’nin katkılarının ağırlık noktası insani yardım olmalıdır. Bu yardımın yapılmasında da terör örgütlerinin tehdidi altında bulunan bütün gruplara eşit davranılmalı, hiçbir gruba ayırım yapılmamalıdır.
– Türkiye, Kuzey Irak’taki PKK terör örgütüne müdahale için yıllardan beri Meclis’ten aldığı yetkiyi sürdürmelidir.
– PKK veya onun uzantısındaki örgütlere, başka terör örgütleri ile mücadele ettikleri için herhangi bir siyasi meşruiyet kazandırılmamalıdır.
Bu savaş bizim savaşımız değildir; emperyalizmin taşeronluğuna soyunmamalıyız.
ADD Genel Merkezi
Bu iktidar işbaşına geldiği günden beri en çok eğitim sistemi, seçim sistemi ve ihale yasalarını değiştirmiştir. Seçim sistemiyle kara cehaleti egemen kılmakta, ihale yasasıyla kara para iktidarını oluşturmakta, eğitim sistemiyle düzenini sürdürecek “dinci” ve “kinci” nesillerle kara cehaleti ve kara para iktidarını ilelebet kılmaya çalışmaktadır.
Türk eğitim sistemi, Atatürk döneminden sonra bakanlığın başındaki “milli”lik kavramından uzaklaşmakta ve hızla ümmetleşmeye ve medreseleşmeye doğru gitmektedir. Yeni eğitim yılında, henüz öğretmen açıkları giderilmemişken, hemen hemen tüm okullar imam hatip okullarına dönüştürülmüş, öğrenciler iradelerinin dışında bu okullara gönderilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, ülkenin bir bölümünde bir yandan okullar yakılırken, bir yandan da Kürtçe eğitimle ilgili fiili durum yaratma girişimleri devam ederken bu sorunlar çözülemeden iktidar yine türbana sarılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, okullardaki din eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılmasına ilişkin kararı 16 Eylül 2014 günü vermiş, hükümet de 22 Eylül 2014 tarihinde bu karara karşılık olarak ortaöğretime türban serbestliği getirmiştir. Böylece hükümet bir yandan Anayasa’yı ve ulusal yasaları diğer yandan da uluslararası hukuku hiçe saymakta olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Muhalefet ise, 4+4+4 eğitim sistemine geçişi engelleyemediği gibi türbanın üniversiteye ve kamuya girmesi konusunda ciddi tavır sergilemek yerine biraz oy kaygısıyla biraz da yandaş basın baskıyla adeta olanlara seyirci kalmıştır. .Emperyalist ülkelerin de yönlendirmesi ile 1946 yılından itibaren eğitimin bilimsel yanını ve niteliğini oy kaygısıyla dinsel bir yönelmeye çeviren siyasiler, dinci çevrelerin dinsel tavizlerden hep daha fazlasını istediklerini ve isteyeceklerini anlamamış görünmektedirler.
Dini siyasetin bir simgesi haline getirilen türban, geçmişte üniversite kapılarındaki kızların başında laik Cumhuriyet’e ve kurumlarına meydan okuma aracı idi. Günümüzde ise, 13 yıllık siyasi ve ekonomik başarısızlıkları kapatmak için sübyan yaşındaki kızlara giydirilmeye çalışılan bir örtü haline gelmiştir.
9 yaşındaki kızlara türban giydirilmesi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirilmesinin de sonu demektir. Türbana dur denilemediği için artık çarşaf ve burka giyme özgürlüğü gündeme gelecektir. Yönetmelik değişikliği bu şekilde uygulanırsa yasal olarak anaokulu çocuklarının başına türban takılmasının önünde de hiçbir hukuki engel kalmayacaktır. Ayrıca Kuran kurslarından başlayarak, 9 yaş sonrası ortaokul öğrencilerinin başını kapatmasıyla mahalle baskısı daha da artacak, topluma giyim kuşamla daha ortaöğretimden itibaren yeni bir ayrılık tohumu ekilmiş olacaktır.
Unutulmamalıdır ki, 03 Mart 1924 günü kabul edilen Tevhid-i Tedrisat (Öğretimi Birleştirme) Yasası’nı 30 Mart 2012 günü kabul edilen 4+4+4 yasasıyla fiilen yürürlükten kaldıran bir zihniyetle karşı karşıyayız. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık beş ay sonra öğretimin birleştirilmesine gidildi; çünkü farklı kanallardan yetişen kuşakların süreç içerisinde birbirleriyle çelişkiler yaşadıkları, hatta ülkenin işgali sırasında bile birlik oluşturup düşmana karşı savaşmak yerine birbirlerini boğazladıkları yaşanılarak öğrenilmişti. Kısaca, farklı eğitim kanallarından yetiştirilmeye çalışan kuşaklar yine birbirleriyle çatışacaktır. Bu çatışma, aynı zamanda bir dünya imparatorluğunun sonunu getirmişti. Hatırlatmak isteriz ki, Anayasamızda devrim kanunlarının içerisinde Tevhid-i Tedrisat Yasası da yer almaktadır ve eğitim alanında yapılan bu düzenlemeler Anayasa’ya aykırıdır.
Eğitimin imam ve hatip müfredatına zorlanmasıyla bizi bekleyen tehlike konusunda Emile Zola, daha 19. yüzyılda “okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman, ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaktır”demektedir. Eğitim sisteminin gericileştirilmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, kurucusunun ön gördüğü çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma hedefinden hızla Ortadoğu kaosuna doğru yön değiştirmektedir. Ortadoğu ülkeleri ise birbirini boğazlamaktadır. Atatürk’ün dediği gibi, “Bir ülkenin geleceği o ülkenin göreceği eğitime bağlıdır.” Cumhuriyetimizin geleceğinin karartılmasına biz Atatürkçüler var olduğumuz sürece izin vermeyeceğiz. 26 Eylül 2014.
ADD EĞİTİM KURULU
Kerhen oy verirmısiniz ? |
Haşimi Türkiye’ye Katar üzerinden gelmişti |
Rehine işini Katar mı çözdü ?
Evet, neden?
Sorunun yanıtına geçmeden önce “Milliyetçilik”in ne olduğunu bilindik adreslerden soralım. Bunda da öncelik Türk Dil Kurumu’nda olmalı sanırım. Ve onun da “Türkçe Sözlük” ünde…Şöyle deniliyor milliyetçilik için:
“Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını herşeyin
üstünde tutma anlayışı, ulusalcılık.”
Tanımı bu!
Ve bu milliyetçiliğin, (ulusalcılık) “ulus” bölümü, millet demektir; “ulusal” bölümü de, milli… Tamam! Ve buradan çıkarsayabiliriz ki, ulusalcı, millici oluyor…Ulusalcılık da milliyetçilik ya da ulusçuluk! Bu da tamam, diyelim.
Peki sözlüklerde böyle, ama halk arasında ya da gündelik konuşma dilinde de milliyetçilik ile ulusalcılık aynı anlama mı geliyor?
(Sorunun yanıtı aşağıda kendiliğinden çıkacak.)
Ancak, hadi şimdilik “geliyor” diyelim ve SÖZLÜK’ler üzerinden yürüyelim.
Peki ama, o zaman Atatürk CHP ‘nin şimdi bile temel şiar edindiği Altı Ok’taki (Cumhuriyetçilik,Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik, Devletçilik, Laiklik) ilkeleri içindeki “milliyetçilik”i neden çizdi de yerine “ulusalcılık” yazdı? Yani O, “Maddi ve manevi açıdan millet ve ülkesini herşeyin üstünde tutmuyor muydu?” Ya da o yüce değerler için Ulusal Kurtuluş Savaşımıza önderlik etmemiş miydi? Ve yahut, kimilerinin sandığı gibi, “milliyetçilik” in üstünü çizmesi sadece onu Türkçeleştirmekten mi ibaretti?
Bu sorular için ise, yine Türk Dil Kurumu’na başvuralım. Ve artık şimdi tarihe karışmış olan bu kurumun yayınları arasındaki Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın “Temel TOPLUBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ”ne bakalım. Çünkü orada milliyetçilik “ULUSÇULUK” olarak yer alıyor ve şöyle tanımlanıyor:
“Yabancı baskı ve sömürüsünden kurtulmayı, kendi ulusunu sevip
onu yüceltmeyi amaçlamaktan, kendi ırkını bütün başka ırklara
üstün görüp onları egemenliği altına almayı istemeye dek varabilen
öğretilerin genel adı.”
Ama bu demektir ki, “yabancı baskı ve sömürü” ile “ırkçılık” da giriyor işin içine, hem de boylu boyunca.
Öyleyse, soruna, tarihsel açıdan da bakmamız kaçınılmaz olacak bu sefer. Ki, zaten milliyetçilik milletle yan yana, iç içe tarihsel bir kavramdır. Yani içeriğindekilerin tevellütleri kapitalizmin ta başlagıcına kadar uzanıyor ve de –onun da son aşaması olan – emperyalizme büyürken – sürecin etapları içinde – yeni anlam kaymalarına da uğruyor. Mesela Hitler’in lideri bulunduğu ve 1933 yılında, üstelik seçimle, iktidara gelen Nasyonal (milli) Sosyalist Partisi ırkçılığı ve şovenliği temel şiar edinen ve elbet büyük sermayedarların da en saldırdan, en diktacı, en büyük şirketlerinin çıkarına işçi sınıfı ve emekçi halkı sömürüp soyan ve de ezen bir faşist partiydi.
O zaman temel kavramlara tarihselle birlikte – bu açıdan da – bakmamız şart olacak… Millet ya da ulus, milliyetçilik ya da ulusalcılık,ulusçuluk ve kapitalizm ve onun en son aşaması olan emperyalizm gibi…
Bunların doğru adresleri ise bilimdir, sosyal bilimler… Marx’a, marksizme, Lenin’e, Stalin’e, Mao’ya, Castro’ya, vb … Ancak biz şimdi burada, zaman ve yer darlığı açısından, elbet bilimsel olmaları koşuluyla ve de sadece kavramların tanımları açısından Ansiklopedilere başvurabileceğiz.
Mesela, Orhan Hançerlioğlu’nun “ FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ Kavramlar ve Akımlar” …
Ve işte bu FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ’nin 7’inci cildinin 14’üncü sayfasında ULUS (millet) şöyle tanımlanıyor:
“Dil, toprak, ekonomik yaşam ve ortak ekin (kültür) biçiminde beliren
ruhsal biçimlenme birliğiyle tarihsel süreçte oluşan insan topluluğu.”
Ve altında şöyle bir bilgi de yer alıyor bu tanımın:
“Bu tanım Stalin’indir. (Bk.Stalin yapıtlar. Edition sociales, Paris 1958, c. 2,
s. 264) ve şimdiye kadar yapılmış en iyi ulus tanımıdır.”
Bu yüzden biz de bu doğru ULUS tanımını esas alarak diyebiliriz ki, eğer bir “insan topluluğu”na ulus diyeceksek, hem o “insan topluluğu” nun bu tanımda sayılan ögeleri eksiksiz olarak taşıması ve hem de en vazgeçilmezinin ya da olmazsa olmazının “ekonomik yaşam birliği” olduğunu bilmemiz gerekir. Yani kabaca, iç pazar!
Milliyetçilik ise, aynı ansiklopedinin aynı cildinin bu sefer 21’inci sayfasında ve ULUSÇULUK adıyla şöyle ifade ediliyor:
“Ulusların birbirilerine düşman oldukları düşüncesinden kaynaklanan
kendi ulusunu üstün kılma anlayışı…”
Yani, benim çıkarlarım senin çıkarlarından üstündür; bu yüzden sen yok olmalısın ya da en azından benim egemenliğim altında köleleşmelisin…Benim ırkım senin ırkından üstündür… Benim ülkem, benim kültürüm, benim tarihim, benim, benim, benim…
Çok açık ve de çok net… Zorba bir dayatma bu…
Bununla birlikte hatırlayalım ki, millet’in oluşumunda iki temel eğilim vardır:
1.Burjuvazinin kendi varoluşu ve yükselişi sırasında – iktidar olup kapitalizmin önünü açmak için – FEODAL düzenleri yıkarak milletleşmesi eğilimi;
2.Halkların emperyalizme karşı ulusal kurtuluş savaşları vererek kazandıkları milletleşme eğilimi…
Bu iki eğilimin ilki için örnekler: Batı’daki Fransa, İngiltere, Almanya vb ülkeler. İkinci eğilim içinse, tarihte ilk ulusal kurtuluş savaşı vererek milletleşen TÜRKİYE CUMHURİYETİ.
“Millet” in oluşumdaki bu iki biçimli serüveni de şöyle özetleyebiliriz kısaca: Feodal düzenler içinde beliren burjuva sınıfı, feodal düzenin ezdiği halk sınıf ve tabakalarını arkasına alarak feodal düzenleri, kiliseleri de dahil, parçaladı, yıktı ve kendi ekonomik sistemi olan kapitalizmi, bilindik – kendi demokratik özgürlükleri içinde -yürürlüğe koydu. Kapitalizmin rekabetçi dönemiydi bu.
Elbet kendi işçi sınıfını da sömürüyor, emekçi halkını, köylüleri vs. soyuyordu ve de mamul madde ihraç etmek, geniş pazarlar elde etmek için sömürgeler ediniyor, onların yeraltı, yerüstü kaynaklarını talan ediyordu ama yine de kendi ülkesi düzleminde kalıyordu bu tutumu… Feodal despotlukları yıktığı için ve kendi sınıfı içinde kalmak kaydıyla çoğulcuğu ilan ettiği için de, İLERİCİ…
Ve milliyetçiliği de aynı makamdan okunuyor: İLERİCİ…
Ancak kapitalizm bu “rekabetçi” dönemini – 20’nci yüzyılın başında belli olduğu biçimiyle – aşıp, kendi “en son aşaması” sayılan tekelci aşamaya yani emperyalist aşamaya ulaşınca varlığının özü de, özünün içeriği de değişti. Lenin’in tanımıyla, o “ Kapitalizmin En Son Aşaması: EMPERYALİZM” şuydu:
“ 1.Üretim yoğunlaşmış, tekeller oluşmuştur.
2. Banka ve sanayi sermayesi üstünde bir mali oligarşi kurulmuştur.
3. Mamul madde’den daha önemli olarak sermaye ihraç edilmektedir.
4. Dünya kapitalist birlikler (uluslararası büyük şirketler, tekeller) arasında
Paylaşılmaktadır.
5. Dünya büyük güçler (emperyalist ülkeler) arasında bölüşülecektir.”
İşte kapitalizm bu beş vantuzlu canavardır ki, çürümüşlüğü, kanlılığı, haydutluğu, ülke ve insan düşmanlığı temel karakterini oluşturmaktadır. Hal böyle olunca, mesela bir uluslararası büyük şirketin (tekel) ortakları içindeki, bir Amerikalı, bir Alman, bir Fransız vb nin milliyetçiliğini varın siz hesabedin!
Ya da, adı geçen ansiklopedinin aynı sayfalardaki şu bölüme bakınız:
“…Dünya pazarına egemen olan çeşitli ulusların büyük burjuvazisinin ulusçulukları kozmopolitizme dönüşürken ezilen ulusların oluşturdukları anti-emperyalist yeni bir ulusçuluk belirmiştir. Marksçılığın bütün gücüyle desteklediği bu yeni ulusçuluk, ulusal kurtuluş hareketlerinde ve bağımsızlık savaşlarında somutlaşır. Bu ulusçuluğun kurucusu ve dünyada ilk kez uygulayıcısı ATATÜRK’ün önderliğinde Türk ulusudur…”
Ve Ansiklopedi bu gerçeklikliği dile getirenin, “… vurgulayan LENİN’dir”
diye de altını çiziyor.
Bu kadar …nokta. Zaten o zamanlar Anadolu topraklarında ne “Batı burjuvası” vardı, ne de Mustafa Kemal Atatürk emperyalist burjuvazilerden birinin önderiydi. Ne Mussolini, Ne Hitler, ne Franko, ne Obama, ne Merkel, ne Cameron, ne de bilmem ne bela…
Bilinen şu ki, Atatürk, 1935 yılında CHP kurultayına giderken – Avrupa’daki National partilere ve ülke yönetimlerinin FAŞİST hunharlıklarına bakarak – Altı Ok’taki temel şiarlardan biri olan “Milliyetçilik” in üstünü çizip yerine “ulusalçılık” diye yazmıştır. Yani ulusalcılık, bağımsız cumhuriyet…
Bu, emperyalizme olduğu kadar Ortadoğu’daki islamcı mezhepçiliğin kirli girdaplarına da bütünüyle kapalı politik duruşun derin anlamı için, 3 yıl önce genç yaşta iken kaybettiğimiz ressam ve öğretim üyesi Kağan GÜNER’in yeni çıkan MODERN TÜRK SANATININ DOĞUŞU adlı kitabından “Ulus ve Millet Kavramlarının Yeniden Tanımlanması” alt başlıklı şu uzunca bölümü birlikte okuyalım:
“Kuşkusuz buradaki önemli olgu NATİONALİSM kelimesinin karşılığı olarak dilimize yerleşmiş olan “millet”, “milli” ve “milliyetçilik” kelimelerinin “ulus”, “ulusal” ve “ ulusalcılık” kelimeleri ile yer değiştirmiş olmasıdır. 1935 yılından 1940’lı yıllara kadar resmi olarak hiçbir belgede milliyetçilik yer almamıştır. 50’li yıllardan sonra ise “milli” kelimesi sağ, “ulus” kelimesi de sol kesimler tarafından sahiplenilmiş, ikisine farklı anlam ve çağrışımlar yüklenmiştir. Mustafa
Kemal’in “milliyetçilik” kelimesini 1933 itibariyle, yani Nazizmin iktidara geldiği yıllarda değiştirdiğini tespit ediyoruz. (…) 1933 yılından itibaren Avrupa’da yükselen faşizme karşı, milliyetçiliği yeniden kurgulayan KADRO’nun “sosyal milliyetçilik” olarak tanımladığı bir karşı semantik (anlam bilimi) ortaya çıkmıştır ve bu devlet nezdinde benimsenmiştir. Ulusalcılık kelimesinin tercihinde, sosyal milliyetçilik ulusalcılık olarak vurgulanmış ve böylece İttihat Terakki milliyetçiliğine de set çekilmiştir.”
Bu da tamam.
Şimdi başlığımızdaki soruyu yeniden soralım:
ATATÜRK “MİLLİYETÇİLİK’ İN
ÜSTÜNÜ NEDEN ÇİZDİ?
El- Cevap: İşte bunlardan…
Abdullah Nihat Yılmaz
16 Eylül 2014
Londra.