ABD nin favori örgütü; ‘Harakat Hazm’

                    
 Harakat Hazm-bu örgütün bir ayağı Türkiye’de

 

                         
                           ABD nin favori örgütü; ‘Harakat Hazm’
      Özel Operasyonlar Reyhanlı ve Ürdün üzerinden   
TBMM nin ‘tezkeresi’ AKP- Kürt Siyaseti tarafından alkışlarla karşılanırken, MHP tarafında destek gördü. Ordu,Kobane denilen Ayn el Arap’ın karşı tarafında yerini aldı. Olabilecek çatışma içeren gelişmelerin tarafları da IŞID ve karşısında yer alan bu siyasi bileşim. Ancak yaşanabilecek olaylar ve sonuçları bakımından ‘Tezkere’ yi fazlaca tayin edici bir siyasi gelişme olarak değerlendirmek yersiz. Zira bölgede hemen herşey ABD tarafından belirli bir sıralamaya uygun biçimde gerçekleştiriliyor. Suriye ve Irak topraklarında sürmekte olan yarım yoğunluklu savaş, ABD ve Müttefik hava kuvvetlerinin hava hücumlarının yöneldiği yerlerde ve ölçüde sürüyor. Irak’ta daha uzun bir zamana yayılan bombalamalar nedeniyle IŞID ın terkettiği köy ve kasabalar yavaş yavaş Irak Ordusu ve Kürtler tarafından işgal edilerek Libyaörneğindeki model uygulanıyor. Birbiri ile çatışan IŞID ve Karşıtı güçler ise karşı karşıya gelip savaşma değil, bombalamaların etkisi ile boşaltılan köy ve yerleşim birimlerini işgal etme yoluyla oldukça ucuz bir savaş yöntemini benimsiyor. Türkiye,Irak,Kuzey Irak askeri birlikleri ise bu çerçeve içinde kendilerine biçilen rol ölçüsünde ağırlık taşıyacaklardır. Irak ve Peşmerge IŞID dan boşalan kentlerde işgal gücü olarak rol alırken Türkiye ağırlıklı olarak İncirlik ve Sınır bölgelerinde yerleşecek ‘özel operasyon’ birliklerine yataklık gibi pasif bir görevde kullanılacaktır. ABD nin Irak ve Suriye harekatlarının koordinatörlüğü görevine getirilen Em. General John Allen önümüzdeki günlerde yakında başlayacak ‘özel opertasyonları’ yönlendirmek üzere, önce Türkiye’ye ardından Ürdün’e gidiyor. John Allen’in Türkiye ve Ürdün’de Suriye’de Esad Ordusuna karşı savaşan muhalif guruplardan bazılarını silahlandırıp ABD Özel Kuvvetleri öncülüğünde IŞID ve El Kaide yönetici kademelerine karşı operasyonlara başlayacağı Lübnan kaynakları tarafından bildiriliyor.
                         Harekat Hazm Favori örgüt
ABD nin ilk elde eğitip silahlandıracağı ‘ılımlı’ muhalefet örgütü, Türkiye’nin Reyhanlı kasabası çevresinde yerleşik Harakat Hazm adlı gurup. Bu gurup ABD den en çok silah desteği alan ve Türkiye ile bağlantısı en güçlü olan muhalefet örgütü. 4200 deneyimli elemana sahip olan Hamza el Şamali liderliğindeki  Harakat Hazm
ABD den ilk anti-tank füzeler alan örgüt olarak biliniyor. İçinde çok sayıda Türk vatandaşı Türkmen’in yer aldığı örgüt elemanlarının Reyhanlı ve Suriye’nin İdlip kasabası çevresinde silahlandırılıp küçük guruplar halinde örgütlenmesi yakın bir tarihte başlıyor.  Harakat Hazm aynı zamanda ABD nin Suudi Arabistan’da kurmaya başladığı askeri kamplarda yetiştirilip silahlandırılacak 5000 kişilik muhalefet ordusunun çekirdeğini oluşturacağı bildiriliyor.
                              IŞID sonrası için mi ?
ABD nin bölgede, John Allen yönetiminde yürütülecek olan askeri faaliyetinin oldukça uzun bir süreye yayılacağı Arap gazeteleri tarafından vurgulanıyor. Bunun Suriye muhalefetini silahlandırmak ve eğitmek yanında ABD nin müttefik olarak seçtiği güçlerin aynı zamanda Esad’ın yıkılması hedefini de şart olarak koşmasından kaynaklandığı belirtiliyor. Bu nedenle ABD nin Irak’ta Esad ve Irak hükümeti düşmanı Sünni aşiretleri ve Suriye’deki Esad karşıtı muhalefeti Suudi Arabistan’ı merkez alarak örgütlerken IŞID ın sınırlandırılması ve liderlerinin yok edilmesinden ibaret olan ilk aşama sonrasında savaşın Suriye üzerinde yoğunlaşması bekleniyor. Irak ve Suriye’de ‘havadan kontrollü’ savaş devam ederken ABD nin Suriye-Irak ve İran rejimleri ile doğrudan sürtüşmeye sıcak bakmaması nedeniyle Suriye ile savaş konusunda hevesli Türkiye’ye üslerini kullanma ve özel operasyonlar dışında fazla yakınlık göstermeyeceği kaydediliyor. Türkiye’de medyanın dikkatleri ‘tezkere’ dolayısıyla Suruç ilçesi karşısında bulunan Ayn El Arab da toplanmasına karşılık ABD nin ‘özel operasyon birliklerinin’ daha çok Hatay karşısında bulunan Reyhanlı ve İdlip çevresinde yoğun bir faaliyete girişecekleri belirtiliyor.
Mahir Tan      LondraPosta-Londra

En büyük kitle örgütünden uyarı

  •      Türkiye’nin en büyük kitle örgütü Atatürkçü Düşünce Derneği son dönemin gündemine ilişkin üç temel tartışma konusuı üzerinde Cumhuriyetçi  Çağdaş toplumun talep ve düşüncelerini içeren üç temel yazı yayınladı. Aydın bölgesi ADD Şubeleri, ADD Genel Merkezi ve ADD Eğitim Kurulu imzaları altında yayınlanan yaszılar Türkiye’de bölücülük ve İslamizasyon politikalaraına karşı mücadele etmek ve Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerini savunmak için yurtseverlere gerçek bir ‘çatı’ nın varlığını gösterdi. ,Türkiye’nin çağdaş dönemlerdeki en büyük siyasi kitle hareketleri olan ‘Cumhuriyet Mitingleri’nin mimarı ADD, siyasi parti muhalefeti saflarında ortaya çıkan ‘uzlaşma ve teslimiyet’ akımına karşı tek ve büyük bir halk örgütlenmesi olarak çözüm üretiyor.   
ADD AYDIN ŞUBESİ EŞZAMANLI ORTAK BASINAÇIKLAMASI
30 Eylül 2014
1.
        
.        

UYARIYORUZ;
HÜKÜMETİN ” AÇILIM- ÇÖZÜM SÜRECİ “. ADI İLE YÜRÜTTÜĞÜ POLİTİKALARIN SONUCU; ÜLKE BÖLÜNME TEHLİKESİ İLE KARŞI KARŞIYADIR.
Ortadoğu’nun sınırlarının ABD, AB ve İSRAİL ‘in menfaatleri doğrultusunda yeniden çizilmesi olarak özetlenebilecek olan Büyük Ortadoğu Projesi’nin Türkiye’de uygulanmasını sağlamak üzere 2002 de iktidara taşınan AKP’nin, üstlendiği görev gereği ısrarla sürdürdüğü ” AÇILIM -ÇÖZÜM sürecinin REJİMİ tehdit eder hale gelmesi kaçınılmaz idi.
Bugün ŞIMARTILAN PKK SAYESINDE TERÖRÜN İŞİD’ i bahane edip ATATÜRK HEYKELLERİNİ YAKMASI BEKLENEN ŞEY. BU POLİTİKANIN SORUMLUSU OLANLARI LÂNETLİYORUZ.
Daha dün anadilde eğitime aykırı diye DEVLET okullarını yaktılar.
Daha öncede karakol yapımı bahanesiyle yol kesip araçları yaktılar, elektrik kesintilerini gerekçe gösterip binaları yağmaladılar, HES İnşaatlarını boykot diye şantiyeleri yıktılar. Adam kaçırmaya, korucuları öldürmeye devam ediyor, mahkeme kurup yargılama yapıp cezaya hükmediyorlar. Bu devletten maaş alan milletvekili kendi devletini taşlıyor. Askerimiz, polisimiz HÜKÜMETİN EMRİ NEDENIYLE görevini yapamıyor, teröriste haddini bildiremiyor.
Yandaş tv ve basın, bölücü ve onların yanında yer alan siyasi çevreler ya bu şiddeti görmezden geliyor ya da hak arama olarak değerlendirip alkışlıyor.
Sorumlusu olan HÜKÜMET İSE, bütün bu olanları sadece izliyor ve gündemi değiştirmek için yeni hamleler yapıyor, örneğin TÜRBANI ilköğretime sokarak milletin dikkatini başka yöne çekmeye çalışıyor.
AÇILIM-ÇÖZÜM SÜRECİNİN SONUCU BU. CUMHURİYET, DEVLET SONLANDIRILIYOR.
AYNI daha önce Piyasaya sürülen ama kabul görmeyen, ne var ki önümüzdeki genel seçimler sonunda yine önümüze konacak olan ve referandumla halkı kabule zorlayacak olan YENİ ANAYASA gibi.
ONUN AMACI DA DEMOKRASİYI GELİŞTİRMEK DEĞİL, AYNI AÇILIM-ÇÖZÜM SÜRECİ GİBİ BİRLİĞİMİZİ, BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ SONLANDIRMAKTI.
ÇÜNKÜ Bu İKTİDAR verdiği bu sözleri yerine getirdiği sürece iktidarda kalabileceğini ve kendi ÖZEL GÜNDEMİNİ, 2023 HEDEFİNİ GERÇEKLEŞTİREBİLECEĞİNİ BİLİYOR ve aslında artık bütün adımlarını açıktan atıyor.
EVET BU SÜRECIN SORUMLUSU BAŞTAN SONA HÜKÜMETTİR.
AMA BU SÜRECİN SONUNUN REJİME, DEVLETE, DEMOKRASIİE YÖNELİK BIR TEHLİKE OLDUĞUNU ŞU VEYA BU NEDENLE ÖNGÖREMEYEN VE SONUÇTA ETKİN MÜCADELE ETMEYEN, BAŞTA SİYASİ MUHALEFET PARTİLERİ OLMAK ÜZERE TÜM TOPLUM KURULUŞLARI DA KUSURLU VE SORUMLUDURLAR.
BU NEDENLE, BIR KEZ DAHA VE ISRARLA ATATÜRK CUMHURIYETİ İLE VAROLAN VE VARLIĞINI SÜRDÜREN, TÜM SİYASİ PARTİLERE, DEMOKRATİK KİTLE ÖRGÜTLERİNE, MESLEK VE SİVİL TOPLUM KURULUŞLARINA VE YARGI TEMSİLCİLERİNE SESLENİYORUZ;
1—-BU CUMHURİYETE ÇOK ŞEY BORÇLU OLDUĞUMUZU, OLDUĞUNUZU UNUTMAYIN.
SEÇİM SONUÇLARINA İTİBAR EDECEKSEK, ARKANIZDA TEMSİL ETTİĞİNİZ KİTLELERİN EN AZ YARISINI “TEMSİL” ETMEK ZORUNDASINIZ. ENAZ BU “YARI” BU GİDİŞE DUR DIYOR. BU SESE KULAK VERMELISINIZ.
2—-ARANIZDAKİ AYRILIKLARI ERTELEMELİ VE CUMHURİYETİMİZİN ” ÇAĞDAŞ DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ ” OLARAK KALMASI, ÜLKENİN BÜTÜNLÜĞÜ VE DEVLETIN KAYBEDİLEN İTİBARININ İADESI İÇİN ÇOK GEÇ KALMADAN HALKIN YANINDA YER ALMALI, BİRLİKTE MÜCADELEYE BAŞLAMALISINIZ
3—-AKSİ HALDE, HALKIN MÜCADELESİ İLE DE BU CUMHURIYET BU BADİREYI ATLATACAK, AMA SİZLER VAHDETTIN HÜKÜMETİNE YARDIM EDEN YA DA SESSİZ KALANLAR GİBİ TARIHTE TARTIŞILAN BİR YERDE OLACAKSINIZ.
4—-GÜN, VATANIN, CUMHURİYETİN GELECEĞINE SAHİP ÇIKMA KENDİ KİŞİSEL MENFAATLERİMİZİN ÖNÜNE KOYABILME ve BU SINAVDAN ALNIMIZIN AKI ILE ÇIKMA GÜNÜDÜR.
ADD Aydın Şubeleri Eşzamanlı Ortak Basın Açıklaması

Tezkere Emperyalizmin Hizmetinde Olmamalı
30 Eylül 201
2.        
         

Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Suriye ve Irak ile ilgili tezkerenin 1 Ekim tarihinde Meclis’e sunulabileceğini, ancak bu tezkerenin içeriğini bilmediğini söyledi. Önemli olan bu tezkerenin hangi ilkelere dayanacağıdır.
Atatürkçü Düşünce Derneği olarak görüşümüz; öncelikle, AKP’nin halkın büyük çoğunluğunca kabulgörmeyen başarısız dış politikalarının sonucunda gelinen bu noktada Türk askerini Ortadoğu bataklığına sürükleyecek olan bu tezkere reddedilmelidir. Ayrıca Türkiye, istemesek de bir NATO ülkesi olarak, bu ittifakın alacağı bir karar doğrultusunda ve ancak tüm üye ülkelerin birlikte katılacağı bir harekâtın içinde ve sadece lojistik anlamda yer alabilir. Bu lojistik destek ise insani yardımla sınırlı olmalıdır. Ne karadan ne havadan bir tek askerimize zarar verecek herhangi bir harekâtın içinde olamayız.
Cumhurbaşkanı’nın ve Hükümet’in son günlerde yaptıkları açıklamalar, Türkiye’nin gelişmelere ve başka ülkelerin beklentilerine göre değişen ve sağlam temellere yeterince dayanmayan bir yaklaşım içinde olduğunu gösteriyor. O bakımdan öncelikle Türkiye’nin hangi ilkeleri savunacağının saptanması önem taşıyor.
IŞİD terör örgütü aylardan beri Musul, Telafer, Tikrit gibi kentlere saldırıken yeterli tepkiyi göstermeyen büyük devletler, bu örgüt Kuzey Irak’taki petrol bölgelerine ve Kuzey Irak Yerel Yönetimi bölgesindeki yerleşim merkezlerine saldırıya başlayınca harekete geçti. Gerek Irak’taki gerek Suriye’deki IŞİD hedeflerini havadan bombalamaya başladı. Amerika’nın öncülüğündeki uluslararası koalisyonun esas hedefinin IŞİD ile ABD hedeflerine karşı saldırı düzenleyeceğinden kuşku duyulan Horasan gibi örgütler olduğu anlaşılıyor. Oysa uluslararası alanda terörle mücadelenin topyekûn olması, bütün terör örgütlerini etkisiz kılmayı hedeflemesi gerekiyor.
İyi terörist, kötü terörist ayırımı yapılamaz. Bazıları zaman zaman dehşet uyandırıcı eylemleriyle ön plana çıkıp dünya kamuoyunun tepkisini çekseler de, bütün terör örgütleri aynı derecede tehlikelidir ve aralarında ayırım yapılması, bazılarının hedef alınıp bazılarının görmezden gelinmesi son derecede yanlıştır.
Türkiye, yaklaşık 35.000 kişinin ölümünden sorumlu olan PKK terör örgütüyle Kuzey Irak’taki mücadelesinde sınırlı bir hava istihbarat desteği dışında yalnız bırakılmış, hatta 2008 yılının Şubat ayında başlattığı kara operasyonunun derhal sona erdirilmesi ve askerlerimizin geri çekilmesi ABD Savunma Bakanı tarafından talep edilmiştir.
Şimdi aynı ülkeler Türkiye’nin IŞİD’le mücadeleye tam destek vermesini istemekte, Hükümet de bu doğrultuda Meclis’ten yetki almak için girişimde bulunmaktadır.
AKP Hükümeti, Suriye’deki bazı gruplara destek vererek oradaki çatışmaların tarafı haline gelmiştir. Bundan sonra atacağı bazı yanlış adımların Türkiye’yi bazı terör örgütlerinin hedefi haline getirmesi ihtimali yüksektir.
Bütün bu nedenlerle, başlangıçta belirttiğimiz görüşlerimize aykırı olarak Hükümet Meclis’ten yetki isteyecekse, tüm muhalefet partilerinin şu hususlara özellikle dikkat etmeleri gerekmektedir:
– Bölgedeki bütün ülkelerin toprak bütünlüğü korunmalı, sınırların değiştirilmesine yol açacak adımlar atılmasından kaçınılmalıdır.
– Kerkük’ün statüsünün değiştirilmesine yol açacak girişimlere fırsat verilmemelidir.
– Türkmenlerin can ve mal güvenliğinin ve kazanılmış haklarının korunmasına öncelik verilmelidir.
– Türkiye, bir cephe ülkesi ve yabancı ülkelerin bölgedeki karargâhı ve sıçrama tahtası haline getirilmemelidir.
– Terör örgütleri arasında herhangi bir ayırım yapılmamalıdır.
– Türkiye uluslararası koalisyonun bütün kararlarında söz sahibi olmalıdır.
– İncirlik Üssü askeri operasyonlar için kullandırılmamalıdır.
– Türkiye’nin katkılarının ağırlık noktası insani yardım olmalıdır. Bu yardımın yapılmasında da terör örgütlerinin tehdidi altında bulunan bütün gruplara eşit davranılmalı, hiçbir gruba ayırım yapılmamalıdır.
– Türkiye, Kuzey Irak’taki PKK terör örgütüne müdahale için yıllardan beri Meclis’ten aldığı yetkiyi sürdürmelidir.
– PKK veya onun uzantısındaki örgütlere, başka terör örgütleri ile mücadele ettikleri için herhangi bir siyasi meşruiyet kazandırılmamalıdır.
Bu savaş bizim savaşımız değildir; emperyalizmin taşeronluğuna soyunmamalıyız.
ADD Genel Merkezi

ATATÜRK AYDINLANMASI ÖRTÜ İLE KARARTILAMAZ
27 Eylül 2014
3
         
         

Bu iktidar işbaşına geldiği günden beri en çok eğitim sistemi, seçim sistemi ve ihale yasalarını değiştirmiştir. Seçim sistemiyle kara cehaleti egemen kılmakta, ihale yasasıyla kara para iktidarını oluşturmakta, eğitim sistemiyle düzenini sürdürecek “dinci” ve “kinci” nesillerle kara cehaleti ve kara para iktidarını ilelebet kılmaya çalışmaktadır.
Türk eğitim sistemi, Atatürk döneminden sonra bakanlığın başındaki “milli”lik kavramından uzaklaşmakta ve hızla ümmetleşmeye ve medreseleşmeye doğru gitmektedir. Yeni eğitim yılında, henüz öğretmen açıkları giderilmemişken, hemen hemen tüm okullar imam hatip okullarına dönüştürülmüş, öğrenciler iradelerinin dışında bu okullara gönderilmeye çalışılmıştır. Ayrıca, ülkenin bir bölümünde bir yandan okullar yakılırken, bir yandan da Kürtçe eğitimle ilgili fiili durum yaratma girişimleri devam ederken bu sorunlar çözülemeden iktidar yine türbana sarılmıştır.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, okullardaki din eğitiminin zorunlu olmaktan çıkarılmasına ilişkin kararı 16 Eylül 2014 günü vermiş, hükümet de 22 Eylül 2014 tarihinde bu karara karşılık olarak ortaöğretime türban serbestliği getirmiştir. Böylece hükümet bir yandan Anayasa’yı ve ulusal yasaları diğer yandan da uluslararası hukuku hiçe saymakta olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Muhalefet ise, 4+4+4 eğitim sistemine geçişi engelleyemediği gibi türbanın üniversiteye ve kamuya girmesi konusunda ciddi tavır sergilemek yerine biraz oy kaygısıyla biraz da yandaş basın baskıyla adeta olanlara seyirci kalmıştır. .Emperyalist ülkelerin de yönlendirmesi ile 1946 yılından itibaren eğitimin bilimsel yanını ve niteliğini oy kaygısıyla dinsel bir yönelmeye çeviren siyasiler, dinci çevrelerin dinsel tavizlerden hep daha fazlasını istediklerini ve isteyeceklerini anlamamış görünmektedirler.
Dini siyasetin bir simgesi haline getirilen türban, geçmişte üniversite kapılarındaki kızların başında laik Cumhuriyet’e ve kurumlarına meydan okuma aracı idi. Günümüzde ise, 13 yıllık siyasi ve ekonomik başarısızlıkları kapatmak için sübyan yaşındaki kızlara giydirilmeye çalışılan bir örtü haline gelmiştir.
9 yaşındaki kızlara türban giydirilmesi “fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür” nesiller yetiştirilmesinin de sonu demektir. Türbana dur denilemediği için artık çarşaf ve burka giyme özgürlüğü gündeme gelecektir. Yönetmelik değişikliği bu şekilde uygulanırsa yasal olarak anaokulu çocuklarının başına türban takılmasının önünde de hiçbir hukuki engel kalmayacaktır. Ayrıca Kuran kurslarından başlayarak, 9 yaş sonrası ortaokul öğrencilerinin başını kapatmasıyla mahalle baskısı daha da artacak, topluma giyim kuşamla daha ortaöğretimden itibaren yeni bir ayrılık tohumu ekilmiş olacaktır.
Unutulmamalıdır ki, 03 Mart 1924 günü kabul edilen Tevhid-i Tedrisat (Öğretimi Birleştirme) Yasası’nı 30 Mart 2012 günü kabul edilen 4+4+4 yasasıyla fiilen yürürlükten kaldıran bir zihniyetle karşı karşıyayız. Cumhuriyet’in ilanından yaklaşık beş ay sonra öğretimin birleştirilmesine gidildi; çünkü farklı kanallardan yetişen kuşakların süreç içerisinde birbirleriyle çelişkiler yaşadıkları, hatta ülkenin işgali sırasında bile birlik oluşturup düşmana karşı savaşmak yerine birbirlerini boğazladıkları yaşanılarak öğrenilmişti. Kısaca, farklı eğitim kanallarından yetiştirilmeye çalışan kuşaklar yine birbirleriyle çatışacaktır. Bu çatışma, aynı zamanda bir dünya imparatorluğunun sonunu getirmişti. Hatırlatmak isteriz ki, Anayasamızda devrim kanunlarının içerisinde Tevhid-i Tedrisat Yasası da yer almaktadır ve eğitim alanında yapılan bu düzenlemeler Anayasa’ya aykırıdır.
Eğitimin imam ve hatip müfredatına zorlanmasıyla bizi bekleyen tehlike konusunda Emile Zola, daha 19. yüzyılda “okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman, ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaktır”demektedir. Eğitim sisteminin gericileştirilmesiyle, Türkiye Cumhuriyeti, kurucusunun ön gördüğü çağdaş uygarlık düzeyini yakalama ve aşma hedefinden hızla Ortadoğu kaosuna doğru yön değiştirmektedir. Ortadoğu ülkeleri ise birbirini boğazlamaktadır. Atatürk’ün dediği gibi, “Bir ülkenin geleceği o ülkenin göreceği eğitime bağlıdır.” Cumhuriyetimizin geleceğinin karartılmasına biz Atatürkçüler var olduğumuz sürece izin vermeyeceğiz. 26 Eylül 2014.
ADD EĞİTİM KURULU

 LondraPosta- Londra

Kerhen oy verirmısiniz ?

 Kerhen  oy verirmısiniz ?
                         
                 
 
                      CHP üye tabanının tarihi misyonu
                     Hangi Meşruiyet önemli ?
            
   Kafasında bazı kuşku kırıntıları bulunan CHP liler artık daha rahat olabilirler. Cumhuriyet Halk Partisi yönetimi açık ve seçik bir biçimde AKP- BDP kampına iltica etmiş durumda. Başkan yardımcılarından Sezgin Tanrıkulu’nun, BDP Eşbaşkanı Selahaddin Demirtaş ile birlikte CHP temsilcisi sıfatıyla katıldığı ABD panelinde yaptığı açıklamalar artık bu parti yönetiminin Kürt Açılımı konusunda AKP ve BDP-HDP tarafından savunulan görüşlerden farklı bir yanı kalmadığını ortaya koydu. Tanrıkulu, Washington’daki  panelde doğrudan doğruya ‘açılıma karşı olmadıklarını sadece,bunun Meclis çatısı altında ‘şeffaf’ olarak yapılmasından yana olduklarını’ söyledi. CHP yönetimi adına konuşan Tanrıkulu, PKK nın Hükümet ve MİT üzerinden yarı açık bir biçimde sürdürdüğü görüşmelerde öne sürdüğü şartları konuşmasında tek tek, CHP nin kendi önerileri gibi, sıraladı ve partisinin elini hem de ABD ve Batı ülkeleri önünde her yönden bağladı. Bu nedenle sözde anamuhalefet partisi CHP nin 2015 yılında yapılacak seçimlerde nasıl bir tutum alacağı ve hangi kadroları, açılımı gerçekleştirecek olan yeni TBMM içine dolduracağı konusunda hiç bir kuşku ve umut ışığına yer kalmadı. Sıra CHP’ye 12 milyon oy veren seçmenin yalnızca CHP yönetimine değil, Türkiye’deki dolu dizgin bir çöküşe giden siyasete ağırlığını koymasına geldi.
                                Siyasi Meşruiyet üzerine
CHP nin 5-6 Eylül tarihinde yapılan Olağanüstü Genel Kurulu sonrasında yeni bir yönetim kadrosu seçildi. Bu hukuki olarak meşru bir kurultayın yarattığı sonuç oldu. Ancak hukuki meşruiyet, bir siyasi parti söz konusu olduğunda, çok daha farklı bir alanda varlığını tanımlamak zorundadır; siyasi meşruiyet. Zira, bir siyasi parti yönetiminin en önemli görevi o partiye vücut veren siyasi programın savunulması ve yaşama geçirilmesinden ibarettir. Bir siyasal kurum olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi’nin programı,öz olarak, modern Türk Devleti’nin kuruluş ilkeleri olan 6 Oktur. Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve yönetiminde yer alan kişilerin son dönemde,niyet beyanıyla, (6 oku yeniden yorumlayacağız) söylemlerine karşın henüz bu alanda atılabilmiş bir adım yok. Kısaca CHP, henüz Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir yol kazası sonucu yönetimi ele geçirdiği 2010 yılından farklı bir yerde bulunmuyor. CHP son 4 yıl içinde girdiği tüm seçimlerde birbirinden farklı eğilimleri yansıtan sapmalar içinde bulunmasına karşın parti hala Cumhuriyet Halk Partisi’dir. Onun kaderini belirleyecek olan tek güç ise onun dar anlamda üyeleri ve geniş anlamda onu Türkiye’nin ikinci büyük partisi olarak var eden seçmenidir. Ağustos ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde ağır bir yenilgiye sebep olan Genel Başkan Kılıçdaroğlu,eleştiriler karşısında, kendi siyasi geleceğini kurtarmak için partinin arkasına saklanmış ve daha önceki Genel Başkan tartışması bulunmayan Kurultay dönemine ait delegeler ile gittiği Olağanüstü Kurultay sistemi sonucunda, siyasi anlamda meşru olmayan yöntemleri de kullanarak, kendisini ve yeni yönetimini seçtirmeyi başarmıştır.
                                     CHP üye platformu
Son iki ay içinde Türkiye’de ve sınırlarını çevreleyen ülkelerde ortaya çıkan olaylar ülkeyi tam bir ölüm kalım savaşımı dönemine doğru sürüklüyor. Bir yanda ülke içinde AKP iktidarının geliştirdiği Sünni İslam Devleti projesi özellikle eğitim alanında çok hızlı adımlarla ilerlerken, öte yanda arkasına Dünya’nın en büyük emperyalist ülkelerini almayı başaran bölücülük,kendi etnik bölgesinde fiili egemenlik kurmak için son düzlüğe girmiş bulunuyor. İslamcılık ve Bölücülüğün önümüzdeki 1 yıl içindeki faaliyeti 2015 seçimlerinde anayasayı değiştirecek çoğunluğa ulaşarak seçimler sonrasında amaçlarına ulaşmaya programlanmıştır. Bu akışı değiştirebilecek tek güç ise CHP’nin tabanını oluşturan yurtsever üye ve seçmen çoğunluğudur. CHP üye ve seçmenleri tarihi görevi ancak, CHP nin düzmece kurultaylarla işbaşına getirilmiş yönetim kademelerini aşarak yerine getirebilirler. Türkiye halkının en iyi eğitilmiş, çağdaş kesimini oluşturan yurtsever seçmen bunun yöntemlerini kendisi bulmak ve hızla Türkiye politika arenasına çıkarmak zorundadır. CHP üye çoğunluğunu ve seçmen tabanını yurtsever politikalar doğrultusunda yönlendirmenin en doğrudan yolu kurulacak bir ‘CHP Üye Platformu’ dur. Yazılı ve Görsel Medya yanında,Sosyal Medya araçlarınıda kullanarak doğrudan doğruya CHP nin yurtsever tabanına seslenecek ve onları önümüzdeki Genel seçimlerde doğru çözümlere yönlendirecek olan ‘CHP Üye Platformu’ şu aşamada yurtsever parti programının savunucusu ve onu halka tanıtan tek güç olmalıdır. CHP nin 6 ok tabanını hiç bir biçimde temsil etmeyen bir Genel Başkan ve onun toplama yönetimi geçmiş seçimlerde olduğu gibi 2015 seçimlerinde de ‘kerhen oy’ yada Genel Başkanın kendi deyimiyle ‘tıpış tıpış’ oylarına dayanmayı planlıyor. Şu veya bu şekilde anamuhalefet partisi olarak kalabilmeye odaklanmış CHP yönetimi ikinci el politikacılar,milletvekili olarak kalma ve önseçimsiz bir yöntemle milletvekili olma çabasındaki politikacı ve bürokratlar, işsiz gazeteciler ve belediye arpalıklarından beslenen yeteneksiz bir kadronun elindedir. Bu yönetim Medya’da etkili olamayacağı gibi gerçek parti tabanı karşısında da basit particilik oyunlarından başka hiç bir silaha sahip değildir. Bu yönetimi oluşturan kişilikler, Türkiye’nin kaderinin belirleneceği 2015 seçimleri sonrasında ortaya çıkacak Parlamento içinde yer almamalıdırlar. Zira CHP yönetimini oluşturan kadrolar doğrudan doğruya İslamizasyon ve Bölünme nin asli unsurlarının destekleyecilerdirler. Onlar ‘AKP ile mücadelede yetersiz’ kişiler değil, doğrudan doğruya onun bir parçası ve mütemmim cüzüdür. CHP nin yurtsever tabanı aynı muhalefet oyununun 4. kez sahnelenmesine izin vermemelidir.
Mahir Tan         LondraPosta-Londra      
                              
                                              

ADD den CHP’ye ‘en az yarı’ çağrısı

ADD den CHP’ye  ‘en az yarı’ çağrısı
PKK TARAFINDAN ATATÜRK HEYKELLERI YAKILIYOR YIKILIYOR.
Ortadoğu ‘nun sınırlarının ABD,AB ve İSRAIL ‘in menfaatleri doğrultusunda yeniden çizilmesi olarak özetlenebılecek olan Büyük Ortadoğu Projesı nin Türkiye’de uygulanmasını sağlamak üzere 2002 de iktidara taşınan AKP ‘nin ,üstlendiği görev gereği ısrarla sürdürdüğü ” AÇILIM -ÇÖZÜM sürecinin REJİMİ tehdit eder hale gelmesi kaçınılmaz idi.
Bugün ŞIMARTILAN PKK SAYESINDE TERÖRÜN İŞİD’ i bahane edip ATATÜRK HEYKELLERINI YAKMASI BEKLENEN ŞEY. BU POLITIKANIN SORUMLUSU OLANLARI LÂNETLIYORUZ.
Daha dün anadilde eğitime aykırı diye DEVLET okullarını yaktılar.
Daha öncede karakol yapımı bahanesiyle yol kesip araçları yaktılar,elektirik kesintilerini gerekçe gösterip binaları yağmaladılar,HES İnşaatlarını boykot diye şantiyeleri yıktılar. Adam kaçırmaya,korucuları öldürmeye devam ediyor,mahkeme kurup yargılama yapıp cezaya hükmediyorlar. Bu devletten maaş alan milletvekili kendi devletını taşlıyor. Askerimiz,polisimiz HÜKÜMETIN EMRI NEDENIYLE görevini yapamıyor, teröriste haddini bildiremiyor.
Yandaş tv ve basın,bölücü ve Onların yanında yer alan siyasi çevreler ya bu şiddeti görmezden geliyor yada hak arama olarak değerlendirip alkışlıyor.
Sorumlusu olan HÜKÜMET ISE, bütün bu olanları sadece izliyor ve gündemi değiştirmek için yeni hamleler yapıyor,örneğin TÜRBANI ilk öğretime sokarak milletin dikkatini başka yöne çekmeye çalışıyor.
AÇILIM-ÇÖZÜM SÜRECİNİN SONUCU BU. CUMHURIYET, DEVLET SONLANDIRILIYOR.
AYNI daha önce Piyasaya sürülen ama kabul görmeyen ,ne var’ki önümüzdeki genel seçimler sonunda yine önümüze konacak olan ve referandumla halkı kabule zorlayacak olan YENI ANAYASA gibi.
ONUN AMACIDA DEMOKRASIYI GELIŞTIRMEK DEĞIL,AYNI AÇILIM-ÇÖZÜM SÜRECI GIBI BİRLİĞİMİZİ, BÜTÜNLÜĞÜMÜZÜ SONLANDIRMAKTI.
ÇÜNKİ Bu İKTİDAR verdiği bu sözleri yerine getirdiği sürece iktidarda kalabileceğini ve kendi ÖZEL GÜNDEMINI, 2023HEDEFİNİ GERÇEKLEŞTİREBİLECEĞİNİ BILIYOR ve aslında artık bütün adımlarını açıktan atıyor.
EVET BU SÜRECIN SORUMLUSU BAŞTAN SONA HÜKÜMET. AMA BU SÜRECIN SONUNUN REJIME ,DEVLETE ,DEMOKRASIYE YÖNELIK BIR TEHLIKE OLDUĞUNU ŞU VEYA BU NEDENLE ÖNGÖREMEYEN VE SONUÇTA ETKIN MÜCADELE ETMEYEN ,BAŞTA SIYASI MUHALEFET PARTILERİ OLMAK ÜZERE TÜM TOPLUM KURULUŞLARI DA KUSURLU VE SORUMLUDURLAR.
BU NEDELE , BIR KEZ DAHA VE ISRARLA ATATÜRK CUMHURIYETI ILE VAROLAN VE VARLIĞINI SÜRDÜREN,TÜM SIYASI PARTILERE, DEMOKRATIK KITLE ÖRGÜTLERINE, MESLEK VE SIVIL TOPLUM KURULUŞLARINA VE YARGI TEMSILCILERINE SESLENIYORUZ;
1) BU CUMHURIYETE ÇOK ŞEY BORÇLU OLDUĞUMUZU ,OLDUĞUNUZU UNUTMAYIN.
SEÇIM SONUÇLARINA ITIBAR EDECEKSEK , ARKANIZDA TEMSIL ETTİĞİNİZ KITLELERIN EN AZ YARISINI “TEMSIL” ETMEK ZORUNDASINIZ. ENAZ BU “YARI” BU GİDİŞE DUR DIYOR. BU SESE KULAK VERMELISINIZ.
2) ARANIZDAKİ AYRILIKLARI ERTELEMELI VE CUMHURIYETIMIZIN ” ÇAĞDAŞ DEMOKRATİK HUKUK DEVLETI ” OLARAK KALMASI,ÜLKENIN BÜTÜNLÜĞÜ VE DEVLETIN KAYBEDILEN ITIBARININ IADESI İÇİN ÇOK GEÇ KALMADAN HALKIN YANINDA YER ALMALI, BIRLIKTE MÜCADELEYE BAŞLAMALISINIZ
3) AKSİ HALDE, HALKIN MÜCADELESI ILE DE BU CUMHURIYET BU BADIREYI ATLATACAK , AMA SIZLER TARIHTE VAHDETTIN HÜKÜMETINE YARDIM EDEN YADA SESSIZ KALANLAR GIBI TARIHTE YERINIZI ALACAKSINIZ.
4) GÜN , VATANIN ,CUMHURIYETIN GELECEĞINE SAHIP ÇIKMA KENDI KIŞISEL MENFAATLERIMIZIN ÖNÜNE KOYABILME ve BU SINAVDAN ALNIMIZIN AKI ILE ÇIKMA GÜNÜDÜR.TANSEL ÇÖLAŞAN
ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞI GENEL BAŞKANI.

Irak için ‘evet’ ama

                        
 
                            Irak için ‘evet’ ama
İngiltere Parlamentosu 26 eylül günü Irak’ta IŞID hedeflerinin bombalanmasına İngiliz uçaklarının katılımı konusunda karar veriyor. Başbakan David Cameron’ın hükümet teklifinin kabulgöreceği anlaşılıyor. Bunun nedeni teklifin Irak ile sınırlı olması ve İngiliz askerlerinin karadan müdahalesinin önünün kapalı olması. 2003 Irak savaşı ve 13 yıldan beri süren Afganistan savaşı İngiltere Parlamentosu’nda kapanmayan bir yara açtı. Ancak, ABD nin hemen tüm savaşlar ve müdahaleler sırasında ilk ve en güvendiği müttefiki olan İngiltere’nin önümüzdeki aylarda hızlanacak ve çeşitlenecek olan IŞID savaşı sırasında Parlamento’dan çıkacak kararlarla kendisini tam olarak sınırlandırmayacağı da büyük bir sır değil. Zira bölgede kara ve hava istihbaratının en önemli kaynağını oluşturan İngiltere esas savaş meydanının Irak’tan çok Suriye olduğunu herkesten iyi biliyor. Nitekim Başbakan Cameron Paralamento’da yaptığı konuşmalarda bu ihtiyat payını satır aralarına yerleştirdi; ‘İngiltere’nin çıkarlarının söz konusu olduğu acil durumlarda önce gerekli müdahaleler yapılır, sonra Parlamento’da açıklama yapılır’.
                         Savaş Karşıtı Muhalefet; ‘Irak’ı bombalamaya hayır’
1 yıl ara ile Hükümet tarafından  hazırlanan 2. savaş onayı teklifi oldu 26 Eylül. Ancak ne Parlamento ne de sokaktaki muhalefet aynı değil. Geçen yıl Suriye’nin sözümona Kimyasal silah kullandığı gerekçesiyle getirilen aynı hükümetin askeri müdahale önerisi reddedilirken Parlamento’nun birkaç yüz metre ötesindeki 10 Downing streetönünde yer yerinden oynuyordu. Bu kez ünlü savaş karşıtı örgüt 25 eylül günü yaptığı karşı gösteride bir kaç yüz kişi ile yasak savdı. Gösterinin temel sloganı ise ;’Irak’ı bombaya hayır’ oldu.  Hükümet’in Irak için savaş izni aldığı İngiltere’de onun sokaktaki muhalefeti de ‘Irak’ı bombalamayın’ protestosu yapıyordu. Oysa hem İngiliz Parlamento üyelerinin hem de onu protesto edensavaş karşıtı muhalefetin çok iyi bildiği bir gerçek var; IŞID savaşının büyük bölümü Irak’ta değil, Suriye’de cereyan ediyor. Zira yaklaşık 2 haftadan beri Irak’ta bombalar altında kalan IŞID, Kürt ve Şii Irak kuvvetlerinin karadan yürüttüğü savaşım ile mevzilerini terkederek Suriye’de yığınak yapıyor. IŞID ın ciddiye alınabilecek kuvvetleri zaten şu anda bile Kuzey ve Kuzey Doğu Suriye topraklarındaki iki büyük kent olan Rakka ve Deyr a Zor çevresinde yer alıyor. Bu nedenle İnsani amaçlı yardım operasyonları ya da askeri müdahaleler ağırlıklı olarak Suriye topraklarında yer almak durumunda.  Parlamento’nun alacağı ‘Irak’ı bombalamak’ kararı ve Parlamento dışı muhalefetin yaptığı ‘Irak’ı bombalamaya hayır’ mitingleri sadece bu nedenle bile ‘kafayı kuma gömmekten’ ibaret kalacaktır.
                         Suriye’nin ‘zımnen kabulu’ var mı ?
ABD nin üçüncü gününe giren Suriye’de IŞID ve El Kaide hedeflerini bombalaması Suriye’den izin alınmaksızın yapıldı. Bu konuda henüz bir BM kararı da yok. Ancak Suriye devleti üç gündür devam edenbombardamanlara karşı resmi yoldan bir protesto da da bulunmadı. Suriye’nin fiili olarak kontrolünün bulunmadığı Kuzey ve Kuzey Doğu  topraklarında yürütülen bombalamalara sessiz kalışı bir süre sonra onun ‘zimni onayı’ anlamında yorumlanacaktır. ABD önderliğindeki ittifak ile Suriye devleti arasında önümüzdeki dönemde ortaya çıkabilecek ve büyük ihtimalle silahlı çatışmalarla son bulacak olan sürtüşmeler ise, Batı’nın ‘ılımlı’ muhalefeti silahlandırma ve kara savaşına sokma işlemleri sırasında başlayacaktır. Bu dönem ABD ve yandaşlarının oynadıkları tehlikeli oyunun ‘final’bölümünü oluşturur. Zira Batı’nın ittifak unsurlarının hemen tümü Suriye’de 3 yıldır süren ve şu ana kadar 200 bin insanın canına mal olan kirli savaşın tarafı durumundaki ülkelerdir. Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye Irak ve Suriye’de şu anda yürütülen operasyonlara olayların yakında Suriye devleti ve Esad Hükümetine doğru yönlendirileceği ve bugüne kadar deviremedikleri Esad yönetimine son vereceği umuduyla katılmaktadırlar. Ingiltere Parlamentosunda bugün oylanan ‘Irak’ta IŞID hedeflerinin bombalanması’ kararı aslında bu sonu hazırlamaya yönelik gizli ajendanın birinci bölümüdür.

Mahir Tan                LondraPosta-Londra

Haşimi Türkiye’ye Katar üzerinden gelmişti

Haşimi Türkiye’ye Katar üzerinden gelmişti

Rehine işini Katar mı çözdü ?

                   Rehine krizinde  Haşimi-Katar hattı

Rehine krizinin ‘tereyağından kıl çeker gibi’ çözümlenmesi olayı üzerinden bir haftayı aşan bir süre geçmesine karşın halen Batı’lı istihbarat örgütlerinin ilgisini çekmeye devam ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘velev ki’ söylemi ile kolayca açıkladığı takas işleminin varlığı, ‘gerçek istihbaratı açık istihbarat biçiminde sunan’ bazı internet yayın organlarında kesinleşmiş gibi. Türkiye’de ‘pet medya’ tarafından Hükümet ve MİT’in bir diplomatik zaferi olarak kamuoyuna servis edilen ‘rehinelerin sınırda teslim alınması’ olayı, Batı’da mevcut kuşku ihtiyatı ile karışık olarak ‘bir ölçüde müsamaha’ ile karşılanıyor. En önemli istihbarat örgütleri ile canlı bağlantıları bulunan bazı sitelerde Türkiye’nin rehine olayını nasıl çözdüğü konusu, ‘onun bu özelliğinden nasıl yararlanırız’ faydacılığı ile birlikte ele alınıyor. Örneğin Suriye’deki sözümona ‘ılımlı’ muhalefet güçlerini silahlandırmaya Türkiye’nin  ‘rehine olayında kullandığı örgütler ile başlanmalı’ düşüncesi. Bu düşünce nin kısa bir zamanda pratik olarak yaşama geçmesi çok ciddi bir olasılık . Zira ortaya atanlar sözünü ettiğimiz türden, ‘gerçek istihbaratı açık istihbarat biçiminde sunan’ yayın organlarından en büyüğü olan Stratfor..

                            Tarık Haşimi ve Erdoğan’ın Katar ziyaretleri

Katar, Batı ülkeleri ile El Kaide ve benzeri örgütler arasında ‘kriz’ seviyesine gelen sürtüşmelerde kilit rol oynayan bir ülke. ABD nin ‘CENTKOM’ adlı askeri komuta merkezinin ve teknik olanaklarının yer aldığı ve El Cezire televizyonunun yeşerdiği küçük Katar topraklarında CIA nin haberi olmadan ‘kuş uçmaz’. Orta-Doğu’daki Suudi Arabistan dışında kalan tek ‘Vahabi Krallığı’olan Katar yaklaşık 2 yıldan beri Türkiye’nin bölgedeki tek dostu. ABD istihbarat örgütlerinin ‘çıktılarını’ güvenilir bir biçimde yayınlamakla meşhur ‘Stratfor’a göre Katar,geçtiğimiz yıl ABD nin Afganistan’da Taliban’a esir düşen bir ABD askerini kurtarmak için Guantanamo’da yatan 5 Taliban liderinin takas edilmesi olayında başrol üstlenmişti. Stratfor’a göre bu takas işleminde kişilerin ötesinde bir miktar ‘para da el değiştirmiş’. Türkiye’nin rehine olayında da aynı yolun izlendiği kanısında bu yayın organı.  Şu anda Türkiye’de koruma altında bulunan Irak’ın kırmızı bültenle aradığı eski Cumhurbaşkanı yardımcısı Tarık El Haşimi’nin bu işlemler sırasında kilit bir rol oynadığı düşünülüyor. Zira Irak’taki Sünni aşiretler içinde büyük itibarı bulunan, Irak’ın ‘terörist örgütlerle anlaşarak darbe yapmaya çalışmak suçundan’ kırmızı bülten ile aradığı Haşimi Türkiye dışında yalnızca Katar’a seyahat edebiliyor. IŞID’ın Musul işgalini açık olarak destekleyen tek politikacı olan Haşimi rehinelerin bırakılmasından sadece birkaç gün önce Katar’a gider. Ayni günlerde Katar ziyaretinde bulunan bir başka kişi ise Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan dır. Stratfor, rehinelerin bırakıldığı günlerden sadece birkaç gün önce gerçekleşen bu iki ziyarete dikkat çekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, rehine lerin salıverilmesinden sonra ‘velev ki’ diyerek bir ölçüde açıkladığı takas işleminde kullanılan IŞID tarafı ‘stratfor’a göre ‘Liva al Tawhid’ adlı örgüt tarafından aynı gün salıverilen 50 militan. Türkiye’de Hürriyet gazetesi tarafından ‘bir olasılık’ olarak haberleştirilen bu bilginin kaynağı da yine Stratfor adlı internet portalı. Liva el Tawhid adlı bir kaç bin kişilik İslamcı örgüt gerçekte Katar- Türkiye ortak girişimi olarak biliniyor Batı istihbarat örgütlerince. Batı’nın son Suriye krizi ve IŞID ile mücadelede Türkiye’ye biçtiği rol gerçekte bu çerçeve içinde düşünülüyor. Kısaca ‘rehineleri kurtardığın yolla şimdi de Suriye’deki Esad karşıtı örgütleri IŞID a karşı silahlandır’ deniyor.
Mahir Tan      LondraPosta-Londra

‘ABD vurduklarının isimlerini biliyor’

               
                     

 

                     ‘ABD vurduklarının isimlerini  biliyor’
                    Avrupamerkezci müdahale
 ABD’nin son iki günde Suriye üzerinde yoğunlaşan bombardmanları dün alınan BM Güvenlik Konseyi kararı ile yarı-legal bir karakter kazandı. Ancak dikkatli yorumcuların konuşmaların satır aralarından yakaladıkları bazı yeni gelişmeler var. Bunlardan en önemlisi ABD Başkanı Obama, Fransız Başkanı Hollande ve İngiltere Başbakanı Cameron’un ortaklaşa yaptıkları ‘Suriye’deki yabancı sayısındaki artış’ ve bunun Batı ülkeleri için yaratttığı tehlikelere vurgulama. Obama, ‘Irak ve Suriye’de terör örgütlerinde 14 bin yabancı var’ derken Hollande, bu sayıyı 15 bin olarak telaffuz etmenin yanında ‘ terör örgütlerinde 1000 Fransa vatandaşı var ve bu sayı 2014 ün ilk yarısında katlanarak artış gösterdi’ diyerek yeni bir olguya işaret etti. Gerçekten, Suriye ve Irak’ta terör örgütlerine katılım, IŞID’ın 2013 yılı sonunda Irak’ta Felluca ve Hamadi gibi iki büyük kenti ele geçirmesi ve 2014 yılı yazında  Tikrit ve Musul gibi zengin ve büyük kentleri işgal etmesi İngiltere,Fransa ve Türkiye gibi ülkelerden katılımı körükledi. Batı’lı liderlerin istihbarat raporlarına dayanarak verdikleri bilgilere göre yaklaşık olarak 5000 Avrupa pasaportu sahibi cihadçı ya Orta-Doğu’da ya da dönüş yolunda bulunuyor. Bu nedenle BM Güvenlik Konseyinde 24 ekim günü alınan kararda ‘ Terör örgütlerine katılmak için çıkışların önlenmesi ve Suriye sınırı bulunan ülkelerin ( Türkiye’nin) giriş çıkışlara engel olması önemli bir yer tuttu. Türkiye’nin bu konuda önümüzdeki günlerde,özellikle bombardmanların etkileri arttıkça, IŞID ve El Nusra militanlarının kullanacağı tek kaçış yolu olması sebebiyle özel olarak mercek altına alınacağı biliniyor.
                                        ölenlerin içinde yabancı bolluğu
Son iki günde bombalamaların ağırlığı Irak’tan Suriye’ye kayarken, ölen teröristler içindeki yabancı sayısının da hızla artışı da dikkatleri çeken bir gelişme oldu.  Hava hücumlarının özellikle ABD ve İngiltere istihbarat örgütlerinin verdiği bilgilere göre yapılması,telefon ve internet bağlantılarının bu örgütlerce çok iyi kontrol altına alınması sonucu ABD nin iki günlük bombardımanında ölen Batı pasaportlu yabancı sayısında büyük bir artış var. 24 eylül günü yapılan hava hücümları sonunda İngiltere’den katılan 5 cihadçının öldüğü belirlendi ve isimleri açıklandı. Türkiye sınırının çok yakınında bulunan İdlib bölgesinde El Nusra ve El Kaide hedeflerine yapılan hava hücumunda ölen 50 kişinin 20 sinin yabancı uyruklu olduğu bunlardan 11 inin Batı ülkeleri vatandaşı olduğu belirtiliyor.  ABD uçaklarının nokta atışlarında kimi vuracağını bilecek kadar güçlü istihbarata sahip oldukları anlaşılıyor.
                                   El Nusra Güneyde müttefik,Kuzey’de hedef
23-24 günü yapılan ABD hava hücumlarında dikkati çeken bir başka gelişme de Dünya kamuoyunda IŞID a karşı planlanan saldırıların fiilen Kuzey-Batı Suriye’de El Nusra ve diğer terör guruplarını da kapsamına alması oldu. Türkiye’nin Hatay ili karşısında yerleşmiş terör örgütlerinden El Nusra ve Ahrar el Sham gurubu ilk gün saldırılarından fazlasıyla nasiplerini aldılar. Aynı bölgedeki ABD nin sözümona kara gücü olarak kullanmayı düşündüğü ÖSO ve Ilımlı İslamcı guruplar ise, İdlib kentinde ABD hava saldırılarına karşı protesto gösterisi yaptılar. Katar’ın El Cezire televizyonu için yine bir tiyatro uyunu hazırlayan ÖSO militanları Esad güçlerinin ‘kimyasal silah’ kullandığını ileri sürdüler.  Türkiye sınırı yakınlarında Kuzey Suriye’de bombalanan El Nusra militanları, Güney’de Lübnan ve Ürdün sınırı çevresinde özellikle İsrail Uçakları tarafından destekleniyor.  Lübnan’daki Arsal kentini işgal eden ve 15 Lübnan askerini esir alan El Nusra, Ürdün sınırı boyunca kazanımlarını İsrail’in  Suriye uçaklarını bloke etmesi nedeniyle  sürdürüyor. Lübnan’ın Suriye sınırı çevresinde provokasyonlar yaparak Lübnan ordusunu da savaş sokmaya çalışan terör örgütleri yanında, İsrail-Lübnan sınırları da patlamaya hazır durumda.. Kısaca, bu savaşın hangi yönde gelişeceği, hangi ülkeleri içine alacağı ve kaç tane bölünmüş ülke yaratacağı henüz belli değil.
Mahir Tan                    LondraPosta-Londra

ABD, Kobani düşmeden başladı

                                            Erdoğan’a kimse sormadı bile..
                                        ABD, Kobani düşmeden başladı
BM Genel Kurulunda Suriye’de IŞID hedeflerini vurup vurmama tartışmaları sürerken ABD ve Sünni Arap müttefiklerinin uçakları  Rakka’yı vurdular. Türkiye’de  rehine olayından sonra başlayan tartışmalara da son veren ABD hava hücumu, Türkiye sınırlarının hemen yanıbaşındaki Kobani kasabası ve çevresindeki IŞID yığınağını hedef alarak ‘bu bölgede IŞID yayılmasına izin vermeyeceğini’ belli etti. Katar’daki  ABD nin bölge kontrol merkezi olan CENTKOM tarafından yürütülen operasyonlara  ABD dışında Ürdün, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri uçakları katılırken ABD nin anti-Işıd operasyonlarda ilk kez olarak Tomahawk füzeleri kullandığı açıklandı. Operasyon için Suriye’den resmi olur alınmadığı ancak bu ülkenin BM temsilciliğine hava hücümü konusunda bilgi verildiği bildirildi. IŞID ın Türkiye sınırlarına yakın Kobani bölgesine son günlerde yaptığı hücumlar için üs olarak kullandığı Rakka ve Deyr e Zor kentleri’nin bundan sonraki ABD hava akınlarının hedefleri olacağı kaydediliyor.
                                  IŞID için sonun başlangıcı
Yaz aylarında Irak’ta bu ülkenin topğraklarının üçte birine sahip olacak kadar geniş bir bölgeye yayılan cihadçı IŞID örgütü, Irak’ta ABD hava saldırıları ve Irak ordusunun toparlanarak hava ve karadan yaptığı hücumlar sonrasında ağır silahlarını Suriye’ye kaydırarak büyük ölçüde Türkiye sınırlarına yakın Rakka ve çevresinde üslenmişti. Suriye’de açık arazide barınma olanağı bulamayan ve ABD uçakları için açık hedef teşkil edenIŞID ağır silahlarının bu bölgedeki kent merkezlerinde saklanmaya çalışacağı ve Rakka, Deyr e Zor gibi merkezlerde sokak savaşı ile savaşı uzatması bekleniyor. Doğu ve Kuzey Suriye toparklarında cereyan etmesi beklenen IŞID savaşı harekatında ABD ve Müttefik uçaklarının desteği ile kara savaşını kimlerin yürüteceği henüz bilinmiyor. ABD, Kuzey Irak ve hatta Türkiye’den IŞID ilerlemesine karşı destek ve askeri müdahale isteyen PYD ve PKK nın çağrılarına cevabın büyük bir gecikme olmadan ABD tarafından gelmesi, savaş sonrası askeri ve siyasi durum için değerlendirmelere açık bir ortam yarattı. PYD üzerinden IŞID ile savaşan Kürtleri silahlandıracağını daha önce açıklayan ABD nin Türkiye sınırlarına bir kaç kilometre uzakta yerleşen bu güçlere silahları nasıl ulaştıracağı henüz bilinmeyenler arasında. ABD nin bu akışı Kuzey Irak ve Türkiye üzerinden ulaştırmak için girişimlerde bulunması bekleniyor. Türkiye’nin bu alanda zorluk çıkarması halinde bu ülkede iki yıldan beri pişirilen ‘Açılım’ sürecinin PKK-BDP tarafından yapılacak siyasi girişimlerle tehlikeye girmesi beklenmesi gereken bir sonuç olur.  Her durumda fazla uzun olmayan bir süreçte yıkılması ve dağılması kaçınılmaz olan IŞID olayından sonra Türkiye’nin sınırlarının hemen ötesinde ortaya çıkacak askeri ve siyasi olarak çok daha güçlenmiş bir PKK-PYD olgusu ile karşılaşılacağı besbelli. ABD ve Batılı ülkelerin siyasi ve askeri desteği altındaki Kuzey Irak’tan sonra Suriye sınırları boyunca devam eden bir askeri yapılanma Türkiye için Suriye macerasının yarattığı en büyük tehlikeyi ortaya çıkaracaktır. Bütün bunlar için fazla değil, sadece birkaç ay beklemek yetecektir.
Mahir Tan         LondraPosta- Londra

Obama kime saldıracak ?

            
 
                     Obama kime saldıracak ?
           Suriye’de’büyük provokasyon’bekleniyor
ABD’nin Irak’ta yaz aylarında tırmanışa geçen IŞID İslam devletine karşı yürüteceği savaşın boyutları ve hedefleri ABD Kongrelerinde yapılan tartışmalarla netleşti. ABD hava kuvvetleri ağırlığında oluşturulacağı açıklanan bir uluslararası koalisyon tarafından meydana gelen anti IŞID cephe sözkonusu.Savaşın sürdürüleceği ülkeler ise görüşmelersırasında birden ikiye çıktı. Kongresinde onaylanan Obama projesinin ilk ayağında ‘Suriye’de karada savaşacak birliklerin ‘ılımlı muhalefet güçlerinden’ meydana geleceği var. ABD’nin kurduğunu ileri sürdüğü  Anti-IŞID koalisyonda henüz hiçbir ülkenin muharip askerleri yer almıyor. ABD karada savaşacak Amerikan askeri bulunmayacağını ileri sürerken ‘kara harekatının nasıl yürüyeceği’ konusunda değişik yorumlar yapılmaya başladı bile. Zira Operasyonların kara ayağının nasıl yapılacağı Irak bölümünde görülüyor. Bunlar Kürtler ve Şiiler. Ancak Suriye’de kimin savaşacağı ve kime karşı savaşacağı karanlık. ABD Dışişleri Bakanı John Kery’nin kongrede yaptığı açıklamaya göre Suriye’de kara birlikleri silahlandırılacak ve eğitilecek ‘ılımlı muhalefet güçleri’. Buna ise hiç bir ciddi yorumcu inanmıyor. Herşey, ‘Suriye bölümünün’ IŞID ile savaş senaryolarına  sonradan kongre görüşmeleri sırasında eklendiğini ve ABD nin gizli ve örtülü bir başka savaş peşinde olduğunu gösteriyor.
                        Açık bir biçimde Esad’a karşı savaş
Obama’nın Anti-IŞID  savaşı açıklamaları ve ABD kongresinde yapılan tartışmalarda ortaya çıkan en önemli sonuç Suriye’deki harekatın ‘ucu açık’ oluşu. ABD  Anayasına  karşı ‘hile’ sayılacak bir yöntemle oluşturuldu bu sonuç.Suriye devletinin açık olarak karşı duruşuna rağmen, bu ülkede üç yıldan beri silahlı bir savaş yürüten ‘muhalefet’ güçlerini silahlandırıyorsunuz ve eğitiyorsunuz. Suriye devleti ile bu savaşı yürüten İslamcı örgütler arasında herhangi bir ateşkes anlaşması yok.  Bu Suriye’ye karşı savaştan başka bir anlama gelmez. Zira birkaç hafta sonra Suriye topraklarında ayrı ayrı birbirine karşı ‘Üç ayrı askeri güç’ sözümona savaşacak; Suriye devleti hem IŞID hem ABD yanlısı muhalefet ile, ‘Ilımlı’ muhalefet hem IŞID hem de Suriye ordusu ile, ABD ise hem havadan bombalama ile IŞID ile hem de ‘Ilımlı muhalefet’ cephesini korumak için Suriye ordusu ile savacak. Kısaca Türkiye ile 700 km sınırı bulunan Suriye’de tam bir kör döğüşü ve keşmekeş yaşanacak Obama planına göre. Obama planı açık olarak hedefi gizli tutulan bir ‘Suriye’de rejim değişikliği’ savaşı yürütüyor. Bu planın hayata geçirilmesi  mutlaka ve mutlaka  önümüzdeki aylarda  Suriye topraklarında ‘meydana gelecek’ büyük çaplı bir ‘Kırmızı Bayrak’ operasyonuna ihtiyaç gösteriyor. Örneğin birkaç ABD uçağının Suriye hava savunması tarafından düşürülmesi !, yada Türk Dışişlerinde meraklıların bulunduğu bir kaç füze saldırısı gibi olaylarla ABD’nin kendi askeri birliklerine doğrudan bir tehlike oluşturulması. Zira ABD Başkanı Obama’nın bu durumda kongreye bile başvurmadan ‘o ülkeye’ karşı savaş emri verme yetkisi var.
Mahir Tan       LondraPosta- Londra
               
                      

 

Atatürl “Milliyetçilik’in Üstünü Neden Çizdi?

                            ATATÜRK “MİLLİYETÇİLİK’İN ÜSTÜNÜ NEDEN ÇİZDİ?

Evet, neden?
Sorunun yanıtına geçmeden önce “Milliyetçilik”in ne olduğunu bilindik adreslerden soralım. Bunda da öncelik Türk Dil Kurumu’nda olmalı sanırım. Ve onun da “Türkçe Sözlük” ünde…Şöyle deniliyor milliyetçilik için:

“Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını herşeyin
üstünde tutma anlayışı, ulusalcılık.”

Tanımı bu!
Ve bu  milliyetçiliğin, (ulusalcılık) “ulus” bölümü, millet demektir; “ulusal” bölümü de, milli… Tamam! Ve buradan çıkarsayabiliriz ki, ulusalcı, millici oluyor…Ulusalcılık da milliyetçilik ya da ulusçuluk! Bu da tamam, diyelim.

Peki  sözlüklerde böyle, ama halk arasında ya da gündelik konuşma dilinde de milliyetçilik ile ulusalcılık aynı anlama mı geliyor?

(Sorunun yanıtı aşağıda kendiliğinden çıkacak.)

Ancak, hadi şimdilik “geliyor” diyelim ve SÖZLÜK’ler üzerinden yürüyelim.

Peki ama, o zaman  Atatürk  CHP ‘nin  şimdi  bile temel şiar edindiği Altı Ok’taki (Cumhuriyetçilik,Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik, Devletçilik, Laiklik)  ilkeleri içindeki  “milliyetçilik”i neden çizdi de yerine “ulusalcılık” yazdı? Yani O, “Maddi ve manevi açıdan millet ve ülkesini herşeyin üstünde tutmuyor muydu?” Ya da o yüce değerler için Ulusal Kurtuluş Savaşımıza önderlik etmemiş miydi? Ve yahut, kimilerinin sandığı gibi,  “milliyetçilik” in üstünü çizmesi sadece onu Türkçeleştirmekten mi ibaretti?

Bu sorular için ise, yine Türk Dil Kurumu’na başvuralım. Ve artık şimdi tarihe karışmış olan bu kurumun  yayınları arasındaki Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın “Temel TOPLUBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ”ne bakalım. Çünkü orada  milliyetçilik “ULUSÇULUK” olarak yer alıyor ve şöyle tanımlanıyor:

“Yabancı baskı ve sömürüsünden kurtulmayı, kendi ulusunu sevip
onu yüceltmeyi amaçlamaktan, kendi ırkını bütün başka ırklara
üstün görüp onları egemenliği altına almayı istemeye dek varabilen
öğretilerin genel adı.”

Ama bu demektir ki, “yabancı baskı ve sömürü” ile “ırkçılık” da giriyor işin içine, hem de  boylu boyunca.
Öyleyse,  soruna, tarihsel açıdan da bakmamız kaçınılmaz olacak bu sefer. Ki, zaten milliyetçilik milletle yan yana, iç içe tarihsel bir kavramdır. Yani içeriğindekilerin tevellütleri kapitalizmin ta başlagıcına kadar uzanıyor ve de  –onun da son aşaması olan – emperyalizme büyürken – sürecin  etapları içinde – yeni anlam kaymalarına da uğruyor. Mesela Hitler’in lideri bulunduğu ve 1933 yılında, üstelik seçimle, iktidara gelen Nasyonal (milli) Sosyalist Partisi ırkçılığı ve şovenliği temel şiar edinen ve elbet büyük sermayedarların da en saldırdan, en diktacı, en büyük şirketlerinin çıkarına işçi sınıfı ve emekçi halkı sömürüp soyan ve de ezen bir faşist partiydi.

O zaman  temel kavramlara tarihselle birlikte – bu açıdan da – bakmamız şart olacak… Millet ya da ulus, milliyetçilik ya da ulusalcılık,ulusçuluk ve kapitalizm ve onun en son aşaması olan emperyalizm gibi…

Bunların doğru adresleri ise bilimdir, sosyal bilimler… Marx’a, marksizme, Lenin’e, Stalin’e, Mao’ya, Castro’ya, vb … Ancak biz şimdi burada, zaman ve yer darlığı açısından, elbet bilimsel olmaları koşuluyla ve de sadece kavramların tanımları açısından Ansiklopedilere başvurabileceğiz.
Mesela, Orhan Hançerlioğlu’nun “ FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ Kavramlar ve Akımlar” …
Ve işte bu FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ’nin  7’inci cildinin 14’üncü sayfasında ULUS (millet) şöyle tanımlanıyor:

“Dil, toprak, ekonomik yaşam ve ortak ekin (kültür) biçiminde beliren
ruhsal biçimlenme birliğiyle tarihsel süreçte oluşan insan topluluğu.”

Ve altında şöyle bir bilgi de yer alıyor bu tanımın:

“Bu tanım Stalin’indir. (Bk.Stalin yapıtlar. Edition sociales, Paris 1958, c. 2,
s. 264) ve şimdiye kadar yapılmış en iyi ulus tanımıdır.”

Bu yüzden  biz de  bu doğru ULUS  tanımını esas alarak diyebiliriz ki,  eğer  bir  “insan topluluğu”na ulus diyeceksek,  hem o “insan topluluğu” nun  bu tanımda sayılan ögeleri eksiksiz olarak taşıması ve hem de en vazgeçilmezinin ya da olmazsa olmazının “ekonomik yaşam birliği” olduğunu bilmemiz gerekir. Yani kabaca, iç pazar!

Milliyetçilik ise, aynı ansiklopedinin aynı  cildinin bu sefer 21’inci sayfasında ve ULUSÇULUK adıyla  şöyle ifade ediliyor:

“Ulusların birbirilerine düşman oldukları düşüncesinden kaynaklanan
kendi ulusunu üstün kılma anlayışı…”

Yani, benim çıkarlarım senin çıkarlarından üstündür; bu yüzden sen yok olmalısın ya da en azından benim egemenliğim altında köleleşmelisin…Benim ırkım senin ırkından  üstündür… Benim ülkem, benim kültürüm, benim tarihim, benim, benim, benim…

Çok açık ve de çok net… Zorba bir dayatma bu…

Bununla birlikte hatırlayalım ki,  millet’in oluşumunda iki temel eğilim vardır:

1.Burjuvazinin kendi varoluşu ve yükselişi sırasında – iktidar olup kapitalizmin önünü açmak için –  FEODAL düzenleri yıkarak milletleşmesi eğilimi;
2.Halkların emperyalizme karşı  ulusal kurtuluş savaşları vererek kazandıkları milletleşme eğilimi…

Bu iki eğilimin ilki için örnekler: Batı’daki Fransa, İngiltere, Almanya vb ülkeler. İkinci eğilim içinse, tarihte ilk ulusal kurtuluş savaşı vererek milletleşen TÜRKİYE CUMHURİYETİ.

“Millet” in oluşumdaki bu iki biçimli serüveni  de şöyle özetleyebiliriz kısaca: Feodal düzenler içinde beliren burjuva sınıfı, feodal düzenin ezdiği halk sınıf ve tabakalarını arkasına alarak feodal düzenleri, kiliseleri de dahil, parçaladı, yıktı ve kendi ekonomik sistemi olan kapitalizmi, bilindik – kendi demokratik özgürlükleri içinde -yürürlüğe koydu. Kapitalizmin rekabetçi dönemiydi bu.

Elbet  kendi işçi sınıfını da sömürüyor, emekçi halkını, köylüleri  vs. soyuyordu ve de mamul madde ihraç etmek, geniş pazarlar elde etmek için sömürgeler ediniyor,  onların yeraltı, yerüstü kaynaklarını talan ediyordu ama yine de kendi ülkesi düzleminde kalıyordu bu tutumu… Feodal despotlukları yıktığı için ve kendi sınıfı içinde  kalmak kaydıyla çoğulcuğu ilan ettiği için de, İLERİCİ…

Ve  milliyetçiliği de aynı makamdan okunuyor: İLERİCİ…

Ancak kapitalizm  bu “rekabetçi” dönemini – 20’nci yüzyılın başında belli olduğu biçimiyle – aşıp, kendi “en son aşaması” sayılan tekelci aşamaya yani emperyalist aşamaya ulaşınca varlığının özü de, özünün içeriği de değişti. Lenin’in tanımıyla, o “ Kapitalizmin En Son  Aşaması: EMPERYALİZM” şuydu:

“ 1.Üretim yoğunlaşmış, tekeller oluşmuştur.
2. Banka ve sanayi sermayesi üstünde bir mali oligarşi kurulmuştur.
3. Mamul madde’den daha önemli olarak sermaye ihraç edilmektedir.
4. Dünya kapitalist birlikler (uluslararası büyük şirketler, tekeller) arasında
Paylaşılmaktadır.
5. Dünya büyük güçler (emperyalist ülkeler) arasında  bölüşülecektir.”

İşte kapitalizm bu beş vantuzlu canavardır ki, çürümüşlüğü, kanlılığı, haydutluğu, ülke ve insan düşmanlığı temel karakterini oluşturmaktadır. Hal böyle olunca, mesela bir uluslararası büyük şirketin (tekel) ortakları içindeki, bir Amerikalı, bir Alman, bir Fransız vb nin milliyetçiliğini varın siz hesabedin!

Ya da, adı geçen ansiklopedinin aynı sayfalardaki şu bölüme bakınız:

“…Dünya pazarına egemen olan çeşitli ulusların büyük burjuvazisinin ulusçulukları kozmopolitizme dönüşürken ezilen ulusların oluşturdukları anti-emperyalist yeni bir ulusçuluk belirmiştir. Marksçılığın bütün  gücüyle desteklediği bu yeni ulusçuluk, ulusal kurtuluş hareketlerinde  ve bağımsızlık savaşlarında somutlaşır. Bu ulusçuluğun kurucusu ve dünyada  ilk kez uygulayıcısı ATATÜRK’ün önderliğinde Türk ulusudur…”

Ve Ansiklopedi bu gerçeklikliği dile getirenin, “… vurgulayan LENİN’dir”
diye de altını çiziyor.

Bu kadar …nokta. Zaten  o zamanlar Anadolu topraklarında  ne “Batı burjuvası” vardı,  ne de Mustafa Kemal Atatürk emperyalist burjuvazilerden birinin önderiydi. Ne Mussolini, Ne Hitler, ne Franko, ne Obama, ne Merkel, ne Cameron, ne de bilmem ne bela…

Bilinen şu ki, Atatürk, 1935 yılında CHP kurultayına giderken – Avrupa’daki National partilere ve ülke yönetimlerinin FAŞİST hunharlıklarına bakarak – Altı Ok’taki temel şiarlardan biri olan “Milliyetçilik” in üstünü çizip yerine “ulusalçılık” diye yazmıştır. Yani ulusalcılık, bağımsız cumhuriyet…

Bu, emperyalizme olduğu kadar  Ortadoğu’daki islamcı mezhepçiliğin kirli girdaplarına da bütünüyle kapalı politik duruşun derin anlamı için, 3 yıl önce genç yaşta iken kaybettiğimiz ressam ve öğretim üyesi Kağan GÜNER’in yeni çıkan  MODERN TÜRK SANATININ DOĞUŞU adlı kitabından “Ulus ve Millet Kavramlarının Yeniden Tanımlanması” alt başlıklı şu uzunca bölümü birlikte okuyalım:

“Kuşkusuz buradaki önemli olgu NATİONALİSM kelimesinin karşılığı  olarak dilimize yerleşmiş olan “millet”, “milli” ve “milliyetçilik” kelimelerinin “ulus”, “ulusal” ve “ ulusalcılık” kelimeleri ile yer değiştirmiş olmasıdır.  1935 yılından 1940’lı yıllara kadar resmi olarak hiçbir belgede milliyetçilik yer almamıştır. 50’li yıllardan sonra ise “milli” kelimesi sağ,  “ulus” kelimesi de sol kesimler tarafından sahiplenilmiş, ikisine farklı anlam ve çağrışımlar yüklenmiştir. Mustafa
Kemal’in “milliyetçilik” kelimesini 1933 itibariyle, yani Nazizmin     iktidara  geldiği yıllarda değiştirdiğini tespit ediyoruz. (…)  1933 yılından itibaren Avrupa’da yükselen faşizme karşı, milliyetçiliği yeniden kurgulayan KADRO’nun “sosyal milliyetçilik” olarak tanımladığı bir karşı semantik (anlam bilimi) ortaya çıkmıştır ve bu devlet nezdinde benimsenmiştir. Ulusalcılık kelimesinin tercihinde, sosyal milliyetçilik ulusalcılık olarak vurgulanmış ve böylece İttihat Terakki milliyetçiliğine de set çekilmiştir.”

Bu da tamam.
Şimdi başlığımızdaki soruyu yeniden soralım:
ATATÜRK “MİLLİYETÇİLİK’ İN
ÜSTÜNÜ NEDEN ÇİZDİ?
El- Cevap: İşte bunlardan…

Abdullah Nihat Yılmaz
16 Eylül 2014
Londra.