CHP tüm okları kırıyor mu ?
Mehmet Bekaroğlu olayını ‘LondraPosta’ açıklamıştı
Mehmet Bekaroğlu olayını ‘LondraPosta’ açıklamıştı
Hem solcu, hem ulusalcı bir lider |
“Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. 1919’da Anadolu’dan emperyalistleri atmak için, Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için Granma gemisiyle Havana’ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık..”
Atatürk’e hayranlığını işte bu sözlerle dile getirdi Fidel Castro. İstanbul, 1996’da Habitat Zirvesi’nin konuğu olarak Küba lideri Castro’yu ağırladığında medyanın gözü onun üstündeydi.
“BAŞKASINI ARAMAYIN”
Atatürk posterinin önünde basın toplantısı düzenleyen Castro, Atatürk’e, Boğaz’a ve Ayasofya Müzesi’ne hayranlığını dile getirdi; bir de tabii ki Türk konukseverliğine. Türkiye’den tespih, baston, kilim ile Mevlana’nın Mesnevi kitabını satın aldı.
Daha sonra kendisini ziyaret eden Türk heyetine yine Atatürk’e duyduğu hisleri dile getirdi: “Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanun’la kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın.”
Sabah Gazetesi
ADD’den CHP ve MHP ye çağrı
Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi’nden 20 Ağustos 2014 günü Genel Sekreter Öner yapılan çağrıda CHP ve MHP nin geçtiğimiz ay TBMM den geçen ‘Terörü Sona Erdirme ve Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirmeye dair kanun’u iptal için Anayasa Mahkemesine götürmeleri istendi. Geçtiğimiz temmuz ayında TBMM den AKP ve çok az sayıda CHP milletvekilinin onayıyla geçen yasa ya MHP’li vekiller red oyu vermişlerdi. ADD basın bildirisinde ‘..söz konusu yasanın CHP ve MHP milletvekilleri tarafından iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi bir vatan borcudur’ cümlesine yer verildi.
KAMUOYUNA
Son 12 yıldır giderek azgınlaşan gerici ve bölücü birliktelik, Cumhuriyetimizin temel niteliklerine saldırarak, sözde demokrasi, insan hakları, özgürlükler kılıfı altında etnik ve mezhepsel ayrışmaları körüklemektedir.
Nitekim cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin en önemli propaganda unsurunu, açılım politikalarına verilen sözler oluşturmuştur. Yine Cumhurbaşkanlığı seçiminden kısa süre önce TBMM’de görüşülen ve PKK ile görüşmeleri yasal zemine oturtan, PKK’yı müzakere yapılabilecek bir örgüt konumuna yükselten, “Terörü Sona Erdirme ve Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirmeye Dair Kanun” ulusal devlet yapımızın başına gelebilecek felaketler için bir dönem noktasıdır.
Bu yasa ile PKK’nın zaman içinde uluslararası alandaki konumu da değişecek ve 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesinin 3. maddesi çerçevesinde bir “taraf” haline gelebilecektir. PKK’nın güttüğü amaçlar, Uluslararası bir sorun olarak kabuledilebilecek ve yabancı devletlerin de PKK ile resmi görüşmeler yapmasının önü açılabilecektir.
Bu nedenlerle söz konusu yasanın CHP ve MHP milletvekilleri tarafından iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi bir vatan borcudur.
Çünkü Siyasi iktidar, çıkardığı bu yasa ile, ulusal devlet ilkesini yok sayarak, etnik topluluklara “kimlik ve statü tanıma”yı kabuletmiştir. Millet olma bilincini, kültürünü, toplumdaki güven bağlarını zedelemiştir. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında üstlendiği görevlerle, açılım politikalarını, toplumu alıştıra alıştıra, kademe kademe uygulamış, sonuç olarak üniter devlet modelini terk ederek, bölgesel özerklik düzeninin temelini hazırlamıştır.
Bölücü odaklar artık okun yaydan çıktığının bilinciyle, gericilikle el ele kurdukları tezgâhı “sergileme” dönemine girmişlerdir. Çadırdan bozma mahkemelerde teröristleri yargılayanlar, teröristlerin çiçeklerle karşılanmasına seyirci kalanlar, Türk bayrağının indirilmesine de seyirci kalmışlar ve sonuçta olay, bir teröristin heykelinin dikilmesine kadar uzanmıştır.
Neyse ki heykel dikme yoluyla yapılan bölücülüğü simgeleştirme hareketi kısa sürmüştür. Ancak 12 yıldır yabancı güçlerin müdahalesine açık biçimde yürütülen senaryo, anayasa değişikliği ile kalıcı hale getirilmek istenecektir. Bu noktada bizler, bundan önce olduğu gibi, bundan sonrada bu tip girişimlere karşı üniter devleti, laik, demokratik Cumhuriyeti kararlılıkla savunacak, düşüncelerimizi ve eylemlerimizi daha ileriye taşıyacağız.
Sözde “küresel çözüm” süreçlerinin komşu ülkelerin canını nasıl yaktığı bugünden görüyor, Türkiye’nin aynı planın içinde “hedef” olduğunu biliyor,bu nedenle tüm milletvekillerini, yetkilileri ve toplumumuzu uyarıyoruz; iç savaş kışkırtıcılığına, ayrışmaya, bölünmeye, küresel planlara hep birlikte dur diyelim. Tam bağımsızlık koşuluyla, Ulusal devlet ve Cumhuriyetimizin temel değerleri, birlikte yaşamamız, üretmemiz, paylaşmamız için her türlü olanağa sahiptir ve bunu toplumsal eşitlik temelinde sunacak politikaları geliştirmek hepimizin görevidir.
Öner TANIK
Genel Sekreter
“SORUŞTURULDUĞUM O YAZIYA SAHİBİM, DOĞRU ŞEYLER SÖYLEMİŞİM”
Kışkırtıcı derken… ‘Gelecek’ adlı derginin 12. sayfasındaki yazının ‘Su Üzerinde Yürümek’ başlığı altında söyledikleriniz…Atatürk, 12 Eylül ve İran seferleri konusunda fikirleriniz aynı mı?
Yurdun Düşünceleri 1;
Not; Aşağıdaki yazı 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları değerlendirmeleri kapsamında Türkiye’deki yazı ve kitle örgütleri temsilcileri tarafından dile getirilenler arasından seçilmiştir. ‘Ricat ve Bozgun’ başlıklı bu yazı Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Pınar tarafından kaleme alınmış ve ADD Genel Merkez internet sitesinde yayınlanmıştır. Türkiye’nin en büyük kitle örgütü olan ADD yurt çapında 450 Şubeye sahip olan ve 2007 yılında Türkiye tarihinin en büyük kitle gösterileri , Cumhuriyet Mitinglerinin mimarıdır.
Ricat ve Bozgun
Ricat ve Bozgun… Her ikisi de bir savaş terimidir.
Ve Türkiye Cumhuriyeti bir savaş verdi. Kendi istemediği bir savaşı zorunlu olarak kabul etti. Cumhuriyet düşmanlarının 90 yıldır Cumhuriyet rejimine ve devrimlere karşı açtığı savaşa karşı bir savunma savaşı verilecekti.
Bu savaşı yönettiğini iddia edenler yenilgiyi daha baştan kabulederek bir ricat (geri çekilme) savaşı verme kararı aldılar. Buna uygun bir aday belirlediler. Savaşı yönettiğini iddia edenlere göre dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek isteyenlere karşı verilecek savaş ancak dindar bir aday ile verilebilirdi.
Cumhuriyet düşmanlarının rejime karşı açtıkları savaş ancak en geniş kesimlerin birleştirilmesi ile kazanılabilirdi. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, meslek kuruluşları, sanayiciler, üretici birlikleri, basın ve yayın organları, spor kuruluşları, kadın örgütleri bir cephede toplanmalıydılar. Gökyüzünden, ya da okyanus ötesinden öyle bir aday bildirildi ki birleşmek bir yana saydığımız bütün kuruluşlar bu aday nedeniyle bölünüp birbirine girdi.
Cumhuriyet cephesine en azgın saldırılar yöneltilirken bulunan aday da Cumhuriyet mevzilerine saldırıya geçti. Dil devriminin yanlışlığından hilafetin kaldırılmasını eleştiriye, türban için mücadeleden 27 Mayıs’a ve 28 Şubata, Atatürk ve İnönü döneminin bir diktatörlük olduğundan ve Menderes’in bu döneme son verdiği tezlerine, Turgut Özal’ın en sevilen Cumhurbaşkanı olduğundan RTE’nin çok başarılı bir Başbakan olmasına kadar her türlü tezi ileri sürerek kendi cephesinde kargaşa yarattı. Bu tezler tepki görünce de CHP’nin adayı olmadığını ileri sürdü.
Sonuçta bu adayı öne sürenler zaten heyecansız ve şaşkın başladıkları bu savaşta kiminle savaşacaklarını şaşırdılar. Dahası Cumhuriyete yapılan saldırıları göğüslemek yerine bulunan adayı savunmak durumunda kaldılar.
İşin tuhafı artık Cumhuriyet ve laiklik referanslı bir aday ile çıkmak yerine şeriat referanslı bir aday göstermek gerekir diyenlerin aksine Cumhuriyete saldıranlar kampanyalarına Samsun’dan başlayıp rotayı Erzurum’a çevirdiler. Bayrak ve İstiklal Marşını ellerinden dillerinden düşürmediler.
Cumhuriyet düşmanları kendi çıkarlarına dokunulduğu için olsa bile, “göstermelik” dense bile ABD destekli cemaat ile kavga ederken Cumhuriyeti savunması gerekenler cemaate sımsıkı sarıldılar. Pensilvanya’dan gelecek işarete, ortaya dökülecek dinleme kasetlerine bel bağladılar.
Buldukları adayın AKP cephesini böleceğini iddia ederlerken RTE’nin aldığı oy sabit kaldı. Ama 14 partiyi birleştirdik diyenler 5 milyon oy eksik aldılar. Bu kadar insan sandık başına bile gitmedi. Bu heyecanı kitlelere geçiremediler.
Oysa 2007 yılında bir AKP’linin Çankaya köşküne çıkma olasılığına karşı milyonlarca insan harekete geçmiş ve Cumhuriyet Mitinglerine katılmıştı. Hem de ortada ne CHP vardı, ne de MHP…
Birlik adına yola çıkanlar AKP’yi sımsıkı kenetlerken kendi cephelerini paramparça etmişlerdi.
Ricat, askerlik sanatının en zor taktiklerinden biridir. Ustalık ister. Ricat kolayca bozguna dönüşebilir.
Ricat edelim derken ülkeyi irticaya teslim edenler yenilmiştir. Yakında saflarında bozgun işaretleri görülecektir.
Biz yenilenlerin safında değildik. Ama biz de yenildik. Yenilenler bir süre önce bizim safımızda idi. Bizim saflarımızı terk edip yenilgiyi hazırladılar. Bu yenilgi bizim de dolaylı yenilgimiz olarak algılanacaktır.
Bu yenilgiyi hazırlayanlar gericiliğe teslim oldukları için yenildiler. Biz ise onlar nedeniyle yenilsek bile teslim olmayacağız.
Mehmet PINAR
16 Şubat 2010 Cidde. Ortadaki ‘Hilafet Büyükelçisi’ olarak tanına Rashid Hussein |
IADD Başkanı Jale Özer, Kağan Güner’in kızı Judana, Yazar Abdullah Nihat Yılmaz |
Anne-Baba’nın ağlatan mektubunu Eylem Handan Yılmaz okudu. |