CHP tüm okları kırıyor mu ?

                           

                                 

                                       Mehmet Bekaroğlu olayını ‘LondraPosta’ açıklamıştı

                                   
                          Atatürk’e ‘Kefere Kemal’ diyen CHPnin parti meclisine
                    CHP tüm oklarını kırıyor mu ?
           CHP nin 6 oku Cumhuriyet demek. Bu nedenle bugün CHP nin 6 okunu savunanlara ‘Cumhuriyetçi’ denir. CHP nin 5-6 Eylül tarihlerinde yapılacak mini kurultayı öncesinde,toplumsal kapsam olarak,Türkiye’nin geleceğini temsil eden Cumhuriyetçi kadroların alacakları pozisyon ve kurultay sonrasında parti yönetimi içindeki kazançları herşeyi belirleyecektir. CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun son günlerdeki açıklamaları partinin önümüzdeki 2015 seçiminde nasıl bir yol izleyeceği konusunda işaretlerle dolu. Bu alandaki anahtar gelişmeler; Bazı CHP milletvekillerinin meclisten temmuz ayı içinde CHP onayı ile geçen ‘Yeni PKK Yasası’nı iptal istemiyle Anayasa mahkemesine götürme girişimi, CHP nin HAS parti kurucularından Mehmet Bekaroğlu’na yaptığı kesinleşen PM üyeliği teklifi ve 6 Oku yeniden yorumlayacağız açıklaması.
                                   Açılım yasasına oy verenlere karşı iptal dilekçesi
Mini Kurultay’da oy verecek CHP delegelerinin ‘ateşle imtihanı’ öncelikle CHP Milletvekili Süheyl Batum tarafından yazılan ve imzaya açılan Açılım yasasını Anayasa Mahkemesine götürme girişimi. CHP Genel Merkezi’ni destekleyen vekillerin bu dilekçeye imza verip vermeyecekleri Kurultay öncesinde kritik bir sorun. Zira Temmuz ayı sonunda gerçekleşen TBMM oylamasında CHP, Başkan yardımcılarından Tanrıkulu imzasıyla gönderdiği bir genelge ile AKP tasarısını desteklemişti. Çok az sayıda CHP milletvekilinin onayı ile bugün ‘Yeni PKK yasası’ olarak bilinen yasa meclisten geçmişti. Geçtiğimiz hafta Türkiye’nin en büyük kitle örgütü olan ADD nin Genel Sekreteri tarafından bir ‘vatan borcu’ olarak CHP ve MHP milletvekillerine yasayı Anayasa Mahkemesine götürme çağrısı ilk ağızda CHP Milletvekili Süheyl Batum tarafından hazırlanan ve CHP milletvekillerinin imzasına açılan dilekçe ile karşılığını buldu. Kuşkusuz  bu dilekçeye verilecek ve verilmeyecek imzalar Mini Kurultay günü bir taşra sineması büyüklüğündeki kongre salonunda tek tek gündeme gelecektir.
                                  ‘Kefere Kemal’ diyene oy verecekmisiniz?
5 Eylül günü yapılacak kurultayda önemli odaklardan biri de HAS Parti kurucusu ve Laz Enstitüsü Başkanı Mehmet Bekaroğlu’nun CHP ye davet edilmesi ile ilgili.Geçtiğimiz hafta ilk olarak ‘Londra Posta’ da yayınlanan ve bu hafta Bekaroğlu’nun kendi açıklaması ile kesinleşen CHP- Parti Meclisi daveti kurultayda en çok tartışılacak konulardan biri olmaya aday. Saadet Partyisi milletvekilliği yapmış olan Mazlum-Der adlı sözde sivil toplum örgütü liderlerinden Bekaroğlu’nun en önemli ‘vukuatı’, Türkiye Cumhuriyeti Kurucusu Mustafa Kemal’e bir yazısında ‘Kefere Kemal’ demesi ve bu nedenle yargılanması. Üstelik Mehmet Bekaroğlu, ‘Londra Posta’ da okuduğunuz gibi 2012 yılında yaptığı bir röportajda ‘sözlerimin arkasındayım. Bu cümle bana aittir’ diyerek düşüncelerinde bir değişiklik olmadığını yinelemişti. Bekaroğlu olayı Genel Başkan Kılıçdaroğlu’nun 6 Oku ‘yeniden yorumlama’ girişimlerinden seçme ve tipik bir örnek olacaktır kongre delegelerinin önünde..  
Mahir Tan        LondraPosta-Londra

                                                    

IŞId Hedefi PKK ve ‘hain’ dediği Erdoğan

                   
          IŞID’ın  ‘Resmi’ yayın organı ; DABIQ
                       Dabıq, Armageddon’un olacağı ve Yavuz’un Halifeliği aldığı yer
             
                          İslami Devlet PKK yı ve ‘hain’ dediği Erdoğan’ı hedef seçti
 
    Cihadçı askeri örgütlenmelerden en güçlü ve yaygını kuşkusuz IŞID oldu. 2014 yılı bahar aylarında başlattığı büyük çaplı saldırı ile birçok devletten daha geniş topraklara yayılan  IŞID yada yeni adıyla ‘İslam Devleti’, askeri gücünün yanında çok yaygın bir ‘elektronik medya’ ağına sahip. Türkiye’de henüz bilinmeyen İslami Devlet hakimiyet bölgelerinde basılı oloarak dağıtılan ancak internet medyası üzerinden milyonlarca okuyucuya ulaştırılan ‘Dabıq’ dergisi. İslam Devleti olarak adlandırılan terör örgütlenmesi ve yuvasının yaptıkları ve yapacakları bu dergi üzerinden Dünya’ya ulaştırılıyor.
                        
                               

                   Işıd’ın yayınladığı Zur Mughar bölgesinde öldürdülmüş PKK militanları   
                           
                           Irak savaşının net bir sonucu
İyi bir İngilizce ile hazırlanan ve Batı ülkelerindeki ‘Müslüman göçmen nüfus’ içinde giderek yaygınlaşan (subculture) alt kültüre ait derin izler taşıyan ‘Dabıq’, ‘Salafizm, cihad, mitoloji’ karışımı bir propaganda organı.
Dabıq dergisi tarafından ideolojik,politik ve askeri amaç ve hedefleri belli edilen ‘İslami Devlet’, gerçekte bir bütün olarak bakıldığında yeni bir olgu. İslami Devlet geçmişini -aynı ideolojik kaynaklara dayanmasına rağmen- El Kaide ve Usame Bin Ladin’e değil, 2003 Irak savaşından sonra Irak’ta yerleşen Abu Musab Zarkavi’ye dayandırıyor. Bu anlamda İslam Devleti tam olarak 2003 Irak savaşı ve işgalinin gayri meşru çocuğu. Ancak kendisini ve Halife’sinin gücünü ve amaçlarını Irak ile sınırlamayan İŞID, Suriye ve Kuzey Irak hedeflerini önde tutuyor. Şimdiye kadar 3 sayısı yayınlanan Dabıq dergisi, kendine bu ismi seçerken Kuran,İncil ve Tevrat geçen bir mitolojik atıfta bulunuyor. Zira  Kuzey Suriye’de Halep yakınlarında küçük bir kasaba olan Dabıq’ın ‘İslam ve Roma (Batı) orduları arasında yapılacak ‘Armageddon’ savaşının geçeceği yer olduğuna inanılıyor. Dergi bu alanda ‘İdeolojik liderleri olan Zarkavi’nin ‘Dabıq’ın mümin ve kafirlerin son hesaplaşma yeri’ olacağı cümlelerine yer veriyor. Dabıq’ın bir başka önemi ise Yavuz Sultan Selim’in Osmanlı Ordusunun Memluk ordusunu yendiği ‘Mercidabık’ savaşının yapıldığı yer olması. Memluk ve Mısır Sultanlığı sünni inancında kafir olarak tanınıyor. Bu savaştan sonra Hilafet, Mısır’dan Osmanlı Devletine geçmişti.
                         
          
                
                             En önemli düşmanlardan biri PKK
‘İslam Devleti’ dergisinde yayınladığı yazı ve haberlerde hedef aldığı güçlerden birisinin ‘Komünist’ PKK olduğunu vurguluyor. PKK yı tanıtırken ‘30 yıldan beri Türkiye’de ayrı devlet kurmak için savaşan PKK nın şimdi Erdoğan ile anlaştığını’ ileri süren İslam Devleti Tayyip Erdoğan için ‘hain’(Apostate) ifadesini kullanıyor. Kuzey Suriye ve Irak’ta PKK ile yaptıkları çatışmaları yer ve tarih vererek anlatan dergi öldürdüğü PKK militanlarının ve ganimet olarak ele geçirdikleri silahların resimlerini yayınlıyor. Suriye’deki PYD,PKK nın bir kolu olarak belirtilirken Barzani bölgesi ve Kuzey Irak ‘Zarkavi’nin Afganistan dönüşünde ilk El Kaide örgütlenmesini kurduğu yer olması nedeniyle’ İslam Devleti’nin ‘doğal yayılma alanı’ olarak gösteriliyor. Gerçekte IŞID ın ittifak yaptığı nadir cihadist örgütlenmelerden biri olan  ‘Jash Al Mücahidin’ içinde çok sayıda Kuzey Irak’lı ve Türkiye’li Kürt ve hatta Sünni Türkmen’lerin yer aldığı bir yapı olarak biliniyor.
           

Irak 17. tümenine bağlı askerler

                      

                                    IŞID’ın açıkladığı  ‘bilinmeyenler’
‘İslam Devleti’ yayınladığı ‘Dabıq’ dergisi Dünya Medyasına da bazı ‘bilinmeyenleri’ açıklıyor. Bunlardan en önemlisi Dünya’ya büyük bir sürpriz olarak görününen çok hızlı IŞID yayılmasının sırları. Dabıq’da yayınlanan bir yazıya göre ; Musul, Tikrit, Bajii gibi kentlere İslam devletinin kolayca hakim olmasının nedeni bu kentlerde görevli Irak ordusu ve Belediye güvenlik görevlilerin silahlarını teslim ederek IŞID’a ‘biat’ etmeleri. Dabıq dergisi aralarında Irak Ordusu subayları, askerleri, belediye güvenlik görevlisi ve kaymakamların bulunduğu isimleri açıklarken şu rakamları verdi; ‘Suleiman Beg (Selahaddin eyaleti) 800, Ramadi 320, Tikrit 600, Bajii 200’.
IŞID a Biat eden ve Irak ordusunun silahlarını teslim eden bu asker-sivil görevlilerin büyük ölçüde 2008 yılında Irak İşgal Kuvvetleri Komutanlığına atanan General Petreus’un yaptığı ‘reform’ hareketinin kalıntıları olduğu açık görünüyor. 2008-2009 yılları arasında Al Kaide’yi dengelemek için General Petreus’un maaşa bağlayıp silahlandırdığı 80 bin sünni aşiret savaşçısı ABD nin Irak’tan çekildiği 2011 yılından sonra Maliki Hükümeti tarafından dağıtılmıştı. Büyük kısmı sivil görevlere verilen Sünni savaşçaıların 30 bini ise Musul, Tikrit gibi Sünni ağırlıklı bölgelere dağıtılmıştı. IŞID konusunda en yetkin araştırmalardan birin yapan yazar-gazeteci Partick Coburn, ‘Irak’ın Oğulları’ adı verilen bu militanların IŞID oluşumunda ve yayılmasında oynadığı rolü açıkladı.
 IŞID tarafından  yayın organında açıklanan bir başka iddia Al Nusra adlı Cihadist gurup ile ilgili; Dabıq dergisine göre ; ‘Al Nusra, Irak’ta general Petreus’un örgütlediği ve maaşa bağladığı sünni aşiretlerinin militanlarından oluşuyor. Derginin ikinci sayısında isimleri belirtilen Nusra militanları şimdi Suriye ve Irak’ın El Anbar eyaletinde ‘Kafirlerden aldığı destek’ ile İŞID militanlarına karşı savaşıyor.  
Mahir Tan         LondraPosta- Londra

                       

Hem solcu hem ulusalcı olamazsınız hafifliği

Hem solcu, hem ulusalcı bir lider
 
          
 
                 ‘Hem solcu Hem ulusalcı olamazsınız’ hafifliği 
 

“Devrimci Kemal Atatürk, bizim esin kaynağımız oldu. 1919’da Anadolu’dan emperyalistleri atmak için, Bandırma gemisiyle Samsun’a çıktı. Büyük bir zafer kazandı. Biz de tam 40 yıl sonra, ülkemizden faşistleri kovmak için Granma gemisiyle Havana’ya çıktık. Biz de zaferle kucaklaştık..”

Atatürk’e hayranlığını işte bu sözlerle dile getirdi Fidel Castro. İstanbul, 1996’da Habitat Zirvesi’nin konuğu olarak Küba lideri Castro’yu ağırladığında medyanın gözü onun üstündeydi.

“BAŞKASINI ARAMAYIN”

Atatürk posterinin önünde basın toplantısı düzenleyen Castro, Atatürk’e, Boğaz’a ve Ayasofya Müzesi’ne hayranlığını dile getirdi; bir de tabii ki Türk konukseverliğine. Türkiye’den tespih, baston, kilim ile Mevlana’nın Mesnevi kitabını satın aldı.

Daha sonra kendisini ziyaret eden Türk heyetine yine Atatürk’e duyduğu hisleri dile getirdi: “Ben de devrim gerçekleştirdim. Ama Atatürk’ün yaptıklarını yapamazdım. Türkler sağdan sola doğru yazarken Harf Devrimi ile tam tersi yönde yazmaya başladı. Kıyafet Devrimi ve Medeni Kanun’la kadınlara getirilen statü çok önemliydi. Ona ve devrimlerine hayranım. Kendinize başka bir önder aramayın.”
Sabah Gazetesi

Bu sözler eseri hala yıkılamayan Küba devriminin unutulmaz önderi Fidel Kastro’ya ait. 1960 sonrasında gelişen Türk devrimci hareketinin tüm kesimlerinin kahramanı idi Kastro.Küba devriminin önderi Fidel Kastro Türkiye sol hareketinin bir özetiydi. Mustafa Kemal Atatürk’e duyduğu hayranlık lideri olduğu Küba devriminin tam olarak Türk Kurtuluş savaşı gibi Emperyalizme karşı verilen bir silahlı mücadele sonrasında kurulmuş olmasından.Üstelik Kastro, Atatürk devrimlerinin önemini de ayrıca vurguluyordu. Mustafa Kemal Atatürk, yalnız Türkiye ve Küba için değil, Dünya’nın emperyalizme karşı kurtuluş savaşı veren tüm ülkelerinin önderlerinden biri olmuştur.
        Yeni CHP insanlarla dalga mı geçiyor.
‘Hem ulusalcı hem solcu olamazsınız..’, ‘Ulusalcılığın solda yeri yoktur..’Bu sözler CHP yönetiminin Atatürkçü Düşünceye karşı salıverdiği iki milletvekilinden geliyor. Birincisi Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde HDP nin ‘onu aday gösterirseniz destekleriz’ dediği Rıza Türmen, diğeri ‘AKP nin İskandinavya Sosyal Demokrat partileri gibi 50 yıl iktidarda kalacağını’ ileri süren Binnaz Toprak.
Öncelikle Atatürkçülüğün Ulusalcılık ile aynı şey olduğunu bilerek saldırıya geçen iki milletvekili CHP için yine son Cumhurbaşkanlığı seçiminde olduğu gibi acemice ve talihsiz bir atak oldu. Soldan söz etmek için Binnaz Toprak ve Rıza Türmen’i öne sürmek birkaç hafta sonra yapılacak kongre için ‘kendi ayağına kurşu sıkmak’ ile bir. Ne kadar küçük salonda yapılırsa yapılsın katılanlara ‘Hem solcu hem ulusalcı olamazsınız’ zırvasını açıklamak zorunda kalacaktır Genel Başkan ve yönetimi. Milletvekili olarak yaptığı birkaç konuşmada Liberalizm ve AKP yönetimine övgüler düzmekten başka bir iş yapmayan Binnaz Toprak’ın ‘solculuk’ hakkında inciler dizmesine CHP delegeleri pek sıcak bakmayacaklardır.
                 Rıza Türmen ‘faça veriyor’
İzmir Milletvekili Rıza Türmen’in ‘Birgün’ gazetesine yaptığı açıklamalarda geçen ‘hem ulusalcı hem solcu olamazsınız’ cümlesi üzerinde fazlaca durmak gerekmez. Bu haberi yazan Birgün gazetesi de çok iyi bilir ki Dünya’da ulusal olmayan bir devrim gerçekleşmemiştir. Sol kavramı dahi ‘Avrupa’da ulusal devletlerin kuruluşu’dönemine aittir. Ancak Rıza Türmen’in nasıl bir CHP özlediği ve Yeni CHP yönetiminin nasıl bir hazırlık içinde olduğuna dair önemli ‘ipuçları’ var bu röportajda.  ‘CHP değişti ve değişmeye devam edecek. Bu yaşadıklarımız doğum sancıları..’diyor Türmen.    
Sıkıntılar Türmen’e göre; ‘Egemenlik anlayışınızdan feragat’ ve ‘tek tipçi ulus devlet anlayışından, farklılıkları kabul eden başka bir anlayışa geçiş zorunluluğundan’ geliyor diyor. Dahası da var Türmen’in açıklamasında özlemini duyduğu sistemin ; ‘Kimsenin dışlamadığı bir yurttaşlık tanımı oluşturmamız gerekiyor’ diyor. Gerçekte Türmen bu tanımı yeni Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zaten ‘oluşturduğuna’ değinmiyor. Erdoğan daha bir hafta yaptığı Balkon konuşmasında yeni Anayasa’da herkesin ‘Türkiye’li’
olacağından en az 5 kez söz etti. Rıza Türmen ‘değişmiş olan CHP nin’ Otoriter Laiklik yerine Demokratik bir Laiklik’geliştireceğine de inanıyor.
Kısaca; CHP yönetiminin Rıza Türmen ve Binnaz Toprak adlı milletvekillerini ‘ulusalcılar’ dedikleri Atatürkçü CHP tabanına saldırtması yine çok ciddi bir PR acemiliğidir. Cumhurbaşkanlığı Çatı Adayı ile aynı sonucu vermesi kaçınılmaz.
Mahir Tan      LondraPosta- Londra

ADD’den CHP ve MHP ye çağrı

                         ADD’den CHP ve MHP ye çağrı

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi’nden 20 Ağustos 2014 günü Genel Sekreter Öner yapılan çağrıda CHP ve MHP nin geçtiğimiz ay TBMM den geçen ‘Terörü Sona Erdirme ve Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirmeye dair kanun’u iptal için Anayasa Mahkemesine götürmeleri istendi. Geçtiğimiz temmuz ayında TBMM den AKP ve çok az sayıda CHP milletvekilinin onayıyla geçen yasa ya MHP’li vekiller red oyu vermişlerdi. ADD basın bildirisinde  ‘..söz konusu yasanın CHP ve MHP milletvekilleri tarafından iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi bir vatan borcudur’ cümlesine yer verildi.                                      

                                               KAMUOYUNA
Son 12 yıldır giderek azgınlaşan gerici ve bölücü birliktelik, Cumhuriyetimizin temel niteliklerine saldırarak, sözde demokrasi, insan hakları, özgürlükler kılıfı altında etnik ve mezhepsel ayrışmaları körüklemektedir.
Nitekim cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinin en önemli propaganda unsurunu, açılım politikalarına verilen sözler oluşturmuştur. Yine Cumhurbaşkanlığı seçiminden kısa süre önce TBMM’de görüşülen ve PKK ile görüşmeleri yasal zemine oturtan, PKK’yı müzakere yapılabilecek bir örgüt konumuna yükselten, “Terörü Sona Erdirme ve Toplumsal Bütünleşmeyi Güçlendirmeye Dair Kanun” ulusal devlet yapımızın başına gelebilecek felaketler için bir dönem noktasıdır.
Bu yasa ile PKK’nın zaman içinde uluslararası alandaki konumu da değişecek ve 1949 tarihli Cenevre Sözleşmesinin 3. maddesi çerçevesinde bir “taraf” haline gelebilecektir. PKK’nın güttüğü amaçlar, Uluslararası bir sorun olarak kabuledilebilecek ve yabancı devletlerin de PKK ile resmi görüşmeler yapmasının önü açılabilecektir.
         Bu nedenlerle söz konusu yasanın CHP ve MHP milletvekilleri tarafından iptali için Anayasa Mahkemesi’ne götürülmesi bir vatan borcudur. 
Çünkü Siyasi iktidar, çıkardığı bu yasa ile, ulusal devlet ilkesini yok sayarak, etnik topluluklara “kimlik ve statü tanıma”yı kabuletmiştir. Millet olma bilincini, kültürünü, toplumdaki güven bağlarını zedelemiştir. Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında üstlendiği görevlerle, açılım politikalarını, toplumu alıştıra alıştıra, kademe kademe uygulamış, sonuç olarak üniter devlet modelini terk ederek, bölgesel özerklik düzeninin temelini hazırlamıştır.
Bölücü odaklar artık okun yaydan çıktığının bilinciyle, gericilikle el ele kurdukları tezgâhı “sergileme” dönemine girmişlerdir. Çadırdan bozma mahkemelerde teröristleri yargılayanlar, teröristlerin çiçeklerle karşılanmasına seyirci kalanlar, Türk bayrağının indirilmesine de seyirci kalmışlar ve sonuçta olay, bir teröristin heykelinin dikilmesine kadar uzanmıştır.
Neyse ki heykel dikme yoluyla yapılan bölücülüğü simgeleştirme hareketi kısa sürmüştür. Ancak 12 yıldır yabancı güçlerin müdahalesine açık biçimde yürütülen senaryo, anayasa değişikliği ile kalıcı hale getirilmek istenecektir. Bu noktada bizler, bundan önce olduğu gibi, bundan sonrada bu tip girişimlere karşı üniter devleti, laik, demokratik Cumhuriyeti kararlılıkla savunacak, düşüncelerimizi ve eylemlerimizi daha ileriye taşıyacağız.
Sözde “küresel çözüm” süreçlerinin komşu ülkelerin canını nasıl yaktığı bugünden görüyor, Türkiye’nin aynı planın içinde “hedef” olduğunu biliyor,bu nedenle tüm milletvekillerini, yetkilileri ve toplumumuzu uyarıyoruz; iç savaş kışkırtıcılığına, ayrışmaya, bölünmeye, küresel planlara hep birlikte dur diyelim. Tam bağımsızlık koşuluyla, Ulusal devlet ve Cumhuriyetimizin temel değerleri, birlikte yaşamamız, üretmemiz, paylaşmamız için her türlü olanağa sahiptir ve bunu toplumsal eşitlik temelinde sunacak politikaları geliştirmek hepimizin görevidir.
Öner TANIK
Genel Sekreter

‘Die Hard’ lider özlemi

                         
     

                     
                                Garp Cephesinde yeni bir şey    
                       
                          “Die Hard” lider özlemi
‘Die Hard’ son yıllarda Dünya sinemasının çok iş yapan film serisi oldu. Türkiye’de yanlış Türkçeleştirme nedeniyle ‘Zor Ölüm’ adıyla oynayan film, son derece büyük bir kararlılıkla,cesaretle ve ölümü göze alarak mücadele eden bir kişiliği ön plana çıkarıyordu. Gerçekte ‘Die Hard’ tam olarak bu demek, zor ölüm falan değil. Die Hard tavizsiz, kararlı,cesur, ölümüne mücadele eden kişi ve guruplar için kullanılan bir tanımlama.
10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra Anamuhalefet cephesinde,son derece doğal olarak, başlayan çalkalanma herşeyden önce bir ‘Die Hard’ Cumhuriyetçi lider özlemini ve CHP tabanında bu konudaki açlığı gündeme getirdi. Sosyal Medya’da yoğunlaşan ancak Medya’nın ciddi organlarının yazarlarında da dile getirilen bu özlemin CHP nin tabanında (örgüt kademelerinde değil) çok geniş bir taraftar kitlesi olduğu besbelli. Aranan kan, yani ‘Die Hard’ CHP Yalova Milletvekili Muharrem İnce’mi ?. Bunu zaman gösterecek. Ancak İnce’nin bu inançla ve cesaretle yola çıkmış olması bile yeterli ve umut verici. O,Cumhuriyet’e bugün,yarın ve herzaman çok gerekli olacak.
                         ‘Hamam Kongresi’ hiç bir şeyi kurtarmaz.
10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimindeki ‘Çatı Aday’ olayı 5-6 Eylül tarihinde yapılacak olan ‘Olağanüstü Kurultay’ın zahirdeki nedeni oldu. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi ‘çürümenin artık dökülme aşamasına geldiği’ bir bitişin acı verici bir görüntüsü oldu.  Artık, bir ‘yeniden inşa’ gerekliliğini gözler önüne seren 10 Ağustos, ‘Gandi’ tufasına gelen ve kaybolmaya yüz tutan bir büyük partinin bu alanda ‘istidadı’ olup olmadığını sorgulamasına yol açtı. O bu yeteneğin kendi içinde var olduğunu görecektir. Yangından mal kaçırırcasına,öğrenci derneği kongresi cinsinden bir kurtultay ile işi geçiştirmeye çalışan CHP’nin mevcut yönetimi, son iki yıldan beri kapıya gelen tüm faturaları ödemek zorunda kalacaktır.
                          ‘Muhalefet Şirketi’ne iş başvuruları
CHP Genel Başkanlığına adaylığını açıklayan Milletvekili Muharrem İnce’nin yaptığı ilşk açıklamalar CHP nin siyasal ve örgütsel en ciddi açıklarına yönelen oklarla dolu. CHP nin siyasi anlamda ‘savunmakla görevli’ olduğu 6 okuna dikkatleri çeken İnce, örgütün bunu gerçekleştirmek için mutlaka sahip olması gerek araçlarıda belirtiyor. Genel Başkanın ‘koltuk’ sevdalısı olamayacağı, milletvekillerinin tabandaki üyeler tarafından seçilmesi gibi demokratik bir partinin olmazsa olmazlarından söz ediyor İnce. Onun açıklamalarındaki ‘muhatap’,çok açık bir biçimde anlaşılacağı gibi, 5-6 eylül delegeleri değil, CHP yi herşeye karşın ayakta tutan tarihi ve ona oy veren yurtsever tabanı.  5-6 Eylül de başlayacak olan mücadele bu partiyi Türkiye’nin umudu ve kurtuluşu yapmak yada onu bir ‘Muhalefet Şirketi’ olarak tutmak için yapılacaktır. Herbirine bol keseden milletvekilliği vaadedilen delegeler, parti memuru il başkanları, 40 bin satan gazetelerin işsiz yalaka yazarları, yıllarca AKP den karnını doyuran sözde sivil toplum yöneticileri, parti kapısında kuyruk olan ikinci cumhuriyetçilerdir ‘Muhalefet Şirketi’nin personeli. Mustafa Kemal Atatatürk’ün kurduğu CHP sizin gibileri çok gördü.       
Mahir Tan                LondraPosta- Londra             

Mehmet Bekaroğlu CHP yolcusu mu ?

                                      Mehmet Bekaroğlu CHP yolcusu mu ?   
              Atatürk’e  ‘Kefere Kemal’ diyene CHP daveti
Eski Saadet Partisi milletvekili Prof.Dr. Mehmet Bekaroğlu, son yıllarda AKP ve Milli Görüş tarafında değil ama CHP çevrelerinde adı çokça geçen bir politikacı-yazar. Saadet Partisinin kuruluş yıllarından beri aktif olarak İslamcı akım içinde yer alan Bekaroğlu, ünlü Mazlum-Der örgütününde yöneticiliğinde bulunmuş bir militan. Kendi anlatımına göre Milli Görüş ve Saadet partisi saflarından ziyade ‘daha radikal’ bir çizgiyi savunmuş. İran İslam devrimi, Libya Yeşil Devrimi, Afganistan savaşı döneminde bu ülkelerde yer almış bir aktivist.Ancak, son dönemde Türkiye’de yaşanan gelişmelere bakıldığında Mehmet Bekaroğlu’nun siyasi pozisyonunda önemli değişiklikler var. 2011 yılında CHP Bilim Kurulu tarafından hazırlanan ‘Sivil Toplum-Özgür İnsan Kardeşçe yaşam’ adlı raporun CHP kurultayında kabulunden sonra,bilimselliği çok su götüren raporu hazırlayan ekibin (Sencer Ayata başkanlığında) Başkan Kılıçdaroğlu’na önerisi üzerine Mehmet Bekaroğlu’nun CHP ye davet edilmesi gündeme gelir. Bekaroğlu’nun kurucusu olduğu HAS parti 2012 yılında üyelerinin büyük bir çoğunluğu ile birlikte AKP ye katılınca, Mehmet Bekaroğlu adını da kendi koyduğu ‘Müslüman solcularla’ birlikte partisiz kalır. Ancak son Belediye seçimlerinde Erdoğan’ın memleketi Rize’da Saadet Partisi Belediye Başkan Adayı olan Bekaroğlu yenilmesine karşın %23 gibi ciddi bir oy alır. Mehmet Bekaroğlu’nun bir başka uğraşı da 2013 yılında kurduğu ‘Laz Enstitüsü’. Bu kuruluş Karadeniz’deki okullarda Lazca’nın yardımcı ders olarak okutulması için mücadele veriyor. Üniversitelerde türban yasağı ve benzeri konularda uzun yıllara dayanan bir mücadele veren, Mazlum-Der yöneticiliği yapan Bekaroğlu son bir yıl içinde değişik kanallardan CHP ile temasa geçer. Gerçekte bizdeki bilgilere göre;  CHP üst düzey kadroları arasında üretilen bir düşünceye göre ‘Cumhurbaşkanlığı adaylığı’ için uygun bir isimdir hoca. Bekaroğlu bu işe yanaşmaz ama kendisi gibi ‘üniversitelerde türban yasağına karşı mücadelenin önemli isimlerinden’ Ekmeleddin İhsanoğlu’nu önerir. İhsanoğlu Üniversite’deki kürsüsünden 28 Şubatçılar tarafından attırılmış ve ‘Saadet Partisi’ cihetinde oy potansiyeli olan bir aday olacaktır.
       ‘Kefere Kemal’ dedim ve sözümün arkasındayım 
CHP’ye davet edilmesi için hazırlıklar yapılan Prof. Bekaroğlu’nun geçmişten bu yana savunduğu ‘Ali Şeriati’ görüşlerinde bir değişme olmuşmudur?. Mehmet Bekaroğlu’nun 7 Temmuz 2012 yılında gazeteci Hülya Okur ile yaptığı röportajda söylediklerine göre hocanın görüşlerinde herhangi bir değişme yok;

  “SORUŞTURULDUĞUM O YAZIYA SAHİBİM, DOĞRU ŞEYLER SÖYLEMİŞİM”
Kışkırtıcı derken… ‘Gelecek’ adlı derginin 12. sayfasındaki yazının ‘Su Üzerinde Yürümek’ başlığı altında söyledikleriniz…Atatürk, 12 Eylül ve İran seferleri konusunda fikirleriniz aynı mı? 

O yazı aslında bir muhasebe yazısıdır. Bir dönem milliyetçi, muhafazakar, mütedeyyin kesimin eleştirisini yapan bir yazıdır. Orada birkaç dışlayıcı sözün, fikirlerin etrafında dönmesini eleştiren bir yazı. Orada o dönem için söylenmiş sözler var, o sözlerden 11 yıl sonra beraat ettim. “Kefere Kemal” sözümden dolayı (gavur). O yazı, o dönemin, o dar kalıplarla, siyasetin, fikrin, ideolojilerin kurulmasını eleştiren bir yazıdır. Ben çok fırtınalı bir gençlik dönemi yaşadım. Milli Görüşün içinde, partinin içinde siyaset yapan biri değildim, daha radikal görüşlerim vardı. Libya’daki Yeşil devrimi izleyen, İran’daki devrimi izleyen, yerinde bakan, Pakistan’da, Afganistan’da neler olduğu takip eden, gelip buralarda onları anlatan, yazan birisiyim. O yazı biterken, “Bunları benimle paylaşacak olan var mı?” diye de soruyorum. Çünkü 12 Eylül geçmiş, demir perde yıkılmış, Özal devri başlamış…Oradan bir takım alıntılar yaparak, Kemal Gürüz ve ekibi Atatürk düşmanı, İrancı gibi şeylerle suçladılar. O yazıya sahibim, o yazı benim yazım ve doğru şeyler söylemişim. Bir dönemin siyasi tarihini anlatıyorum. Biraz da, mizahi bir dille anlatıyorum. O dönemin İslamcılığına, o dönemden başlayarak eleştiriler getirmiş bir insanım. O dönem, Trabzon’da, İslam Düşüncesi Sempozyumu adında, uluslar arası bir sempozyum düzenlenmişti, orada konuştuğumuz şeylere devam ediyoruz. Bir ay evvel, “Değişen dünyada İslamcılık” diye bir sempozyum yaptık ve bunları yine tartıştık.’ 
    
Geçtiğimiz günlerde gazetecilerin sorduğu ‘Mehmet Bekaroğlu’nun partiye davet edileceği’ haberine ‘Düşünüyoruz’ diye cevap veren CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, muhtemelen ‘Olağanüstü Kurultay’ sonrasında atılacak böyle bir adım öncesinde çok ama çok zor sorularla karşılaşacağını bilmek zorundadır.
Mahir Tan       LondraPosta-Londra
                   

İki haber ve CHP kurultayı

                   
                     İki haber ve CHP Kurultayı
    Son hafta içinde medya’da yer alan iki haber önümüzdeki dönemde yaşanacak siyaset gündemininde habercisi oldu. Bu haberlerden birincisi, 13 Ağustos tarihinde önemli medya organlarında yayınlanan DİHA (Dicle Haber Ajansı) kaynaklı, Şemdinli’de 13 IŞID üyesi olduğu belirtilen militanın YDG-H ( PKK Gençlik Örgütlenmesi) tarafından tutuklanmaları,sorgulanmaları ve kendi üst makamlarına teslim edilmesi hakkında. İkinci haber ise geçtiğimiz günlerde Lice’de PKK nın ilk militanlarından Mahsun Korkmaz’ın silahlı bir heykelinin dikilmesi. Bu haberin gazetelerde yayınlanması üzerine MHP Genel Başkanı oldukça sert bir açıklama yaptı. AKP ve CHP’den ise parti yada sözcüler adına yapılan bir protesto veya açıklama yok. Oysa bu iki haber herkesin bildiği bir gerçeği yeniden gözler önüne serme açısından son derece güncel ve uyarıcı. Bu bölgede ‘de facto’ bir PKK otonomisi faaliyette görünüyor.
                      CHP kongresi ne ile uğraşacak
     CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun yaptığı Olağanüstü Kurultay açıklamasına göre Eylül ayı içindeki bir tarihte yeni bir kongre yapılıyor. Bu kongre 2015 yılı içinde yapılacak olan genel seçimlerden önceki son büyük çaplı tartışma ortamını yaratıyor. 2015 Seçim kampanyası sürecinde ise Partilerin ‘açılım’ konusundaki görüşlerinin gündemi tamamiyle işgal edeceği kuşkusuz. CHP yönetiminin bu tarihi dönemde uygulayacağı program ve siyasetler ne olacaktır ? . CHP’nin mevcut yönetiminin yada Muhalefet olarak son günlerde isimleri ön plana çıkan liderlerinin Kongre tartışmalarının odağını bu yöne çevirmeleri gerekiyor. Zira CHP nin Eylül ayında yapılacak Olağanüstü Kongresinden sonra yapılacak olan Kurultay’da ‘atı alan Üsküdar’ı geçmiş’ olacak. Doğrudan doğruya Türkiye’nin bir ulus-devlet olarak yapısını ilgilendiren bu tarihi tartışma döneminde CHP nin nasıl bir yönetime sahip olacağı önümüzdeki Olağanüstü Kurultayın ana maddesini oluşturmak zorunda. Bu gündemi CHP nin mevcut yönetim kurullarının ‘gönüllü’ olarak yapıp yapmayacağı çok su götürür. Ancak Cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasında ortaya çıkan ve Kongre’yi zorlayan Muhalif isimlerin medya ve kongre delegeleri önünde bu konuyu tartışmaya açmaları ve Partide ‘Kılıçdaroğlu ekibi’ olarak bilinen yönetimin izlediği politikaları bu açıdan değerlendirmeleri şarttır. Bu konuda CHP mevcut yönetiminin politik çizgisinin işaretleri şu üç tasarruf ile ortaya çıkmış görünüyor;
  1. Genel Başkan Kılıçdaroğlu’unun 2012 yılında Hakkari’de yaptığı konuşmada ‘Avrupa Konseyi Yerel İdareler Şartı’na Türkiye’nin koyduğu şerhlerin kaldırılması.
  2. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimi programında 2014 Temmuz ayında Diyarbakır’da yaptığı ‘tüm kırmızı çizgileri kaldıracağız’ açıklaması.
  3. Yine 2014 Temmez ayı sonunda TBMM de yapılan ‘açılım’ oylaması için Sezgin Tanrıkulu imzasıyla (Kemal Kılıçdaroğlu değil) parti milletvekillerine gönderilen ‘destekliyoruz’ genelgesi. Bu oylama sonunda MHP nin muhalefetine karşın AKP ve çok az sayıda CHP milletvekilinin oyları ile ‘PKK ile yapılan görüşmelerin resmi olarak ve devlet adına sürdürülmesi karar altına alınmıştır.
                             
            ‘Siyasi Mevta’ları değil, canlı bir tehlikeyi konuşun
  CHP nin birkaç hafta gibi kısa bir süre içinde toplanacak Olağanütü Kurultay’ı hiç kuşkuya yer yokki ‘üzeri örtülmeye çalışılan bir seçim hezimetinin’, ortaya çıkan muhalefet liderlerinin baskısıyla tabanda oluşan huzursuzluğun damgasını taşıyor. 10 Ağustos sonrası yalnız CHP saflarında değil tüm Türkiye’de en çok konuşulan konu Muhalefetin ‘çatı adayının siyasi kimliği’ ve hangi kaynakların etkisi ile Cumhurbaşkanı adayı olarak sunulduğudur. Öte yandan bu sorunun cevapları yalnızca ‘İhsanoğlu’nun siyasi kişiliği ötesinde, bir sosyal demokrat ve Cumhuriyetçi partinin kendi yapılanmasında benimseyeceği ilkelerle ilgilidir. Bir parti başkanı kendi başına böylesi hayati bir konuda hiç bir kitle örgütü ve parti organına danışmadan karar verebilir ve herkesi bağlayacak bir aday ismini açıklayabilir mi ? Bu soru doğrudan doğruya 60 Yıldan beri,kısa aralıklar dışında, muhalefette kalmış bir partinin,Demokratik Siyasi Parti ile Muhalefet Şirketi arasında sıkışıp kalmış karakteri ile ilgilidir.  CHP Muhalefet kanatları içinde Başkanlık adayı olarak belirlenecek liderin çok iyi dengelemesi gereken ‘siyasi gündem’ sorununda öncelikle ‘açılım’ ve onun getireceği açık olan sorunların ilk sıralara taşınması ve Parti içindeki ‘Başkan Hegemonyası’na karşı demokratik bir tüzük yaratılması çabası olmalıdır.
 Olağanüstü Kongre’nin toplanmasında ‘aciliyet’ şartını yaratan, açık bir biçimde 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanan yöntem, yönetimin net bir hezimeti hasıraltı etme çabası, acemice seçim çalışması politikaları olmuştur. Ancak unutulmaması gereken, Cumhurbaşkanlığı ‘çatı adayının’ seçimden önce ve seçimden sonra bir ‘siyasi mevta’ oluşudur.Bu sonuç çatı adayının aldığı oydan da bellidir. Oysa kapıdaki tehlike canlı ve hızla güç kazanan bir tehlikedir. Eylül ayında yapılacak kongrede belirlenmesi gereken ilk sorun Parti’nin ‘açılım karşısındaki’ politikası olmalıdır.  Bu aynı zamanda CHP nin varlık sebebinin tartışılmasıdır.
Mahir Tan            LondraPosta- Londra    

Ricat ve Bozgun… Her ikisi de bir savaş terimidir.

Yurdun Düşünceleri    1;

Not;  Aşağıdaki yazı 10 Ağustos Cumhurbaşkanlığı seçimi sonuçları değerlendirmeleri kapsamında Türkiye’deki yazı ve kitle örgütleri temsilcileri tarafından dile getirilenler arasından seçilmiştir. ‘Ricat ve Bozgun’ başlıklı bu yazı Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Yönetim Kurulu üyesi Mehmet Pınar tarafından kaleme alınmış ve ADD Genel Merkez internet sitesinde yayınlanmıştır. Türkiye’nin en büyük kitle örgütü olan ADD yurt çapında 450 Şubeye sahip olan ve 2007 yılında Türkiye tarihinin en büyük kitle gösterileri , Cumhuriyet Mitinglerinin mimarıdır.


Ricat ve Bozgun

Ricat ve Bozgun… Her ikisi de bir savaş terimidir.
Ve Türkiye Cumhuriyeti bir savaş verdi. Kendi istemediği bir savaşı zorunlu olarak kabul etti. Cumhuriyet düşmanlarının 90 yıldır Cumhuriyet rejimine ve devrimlere karşı açtığı savaşa karşı bir savunma savaşı verilecekti.
Bu savaşı yönettiğini iddia edenler yenilgiyi daha baştan kabulederek bir ricat (geri çekilme) savaşı verme kararı aldılar. Buna uygun bir aday belirlediler. Savaşı yönettiğini iddia edenlere göre dindar ve kindar bir nesil yetiştirmek isteyenlere karşı verilecek savaş ancak dindar bir aday ile verilebilirdi.
Cumhuriyet düşmanlarının rejime karşı açtıkları savaş ancak en geniş kesimlerin birleştirilmesi ile kazanılabilirdi. Siyasi partiler, sendikalar, dernekler, meslek kuruluşları, sanayiciler, üretici birlikleri, basın ve yayın organları, spor kuruluşları, kadın örgütleri bir cephede toplanmalıydılar. Gökyüzünden, ya da okyanus ötesinden öyle bir aday bildirildi ki birleşmek bir yana saydığımız bütün kuruluşlar bu aday nedeniyle bölünüp birbirine girdi.
Cumhuriyet cephesine en azgın saldırılar yöneltilirken bulunan aday da Cumhuriyet mevzilerine saldırıya geçti. Dil devriminin yanlışlığından hilafetin kaldırılmasını eleştiriye, türban için mücadeleden 27 Mayıs’a ve 28 Şubata, Atatürk ve İnönü döneminin bir diktatörlük olduğundan ve Menderes’in bu döneme son verdiği tezlerine, Turgut Özal’ın en sevilen Cumhurbaşkanı olduğundan RTE’nin çok başarılı bir Başbakan olmasına kadar her türlü tezi ileri sürerek kendi cephesinde kargaşa yarattı. Bu tezler tepki görünce de CHP’nin adayı olmadığını ileri sürdü.
Sonuçta bu adayı öne sürenler zaten heyecansız ve şaşkın başladıkları bu savaşta kiminle savaşacaklarını şaşırdılar. Dahası Cumhuriyete yapılan saldırıları göğüslemek yerine bulunan adayı savunmak durumunda kaldılar.
İşin tuhafı artık Cumhuriyet ve laiklik referanslı bir aday ile çıkmak yerine şeriat referanslı bir aday göstermek gerekir diyenlerin aksine Cumhuriyete saldıranlar kampanyalarına Samsun’dan başlayıp rotayı Erzurum’a çevirdiler. Bayrak ve İstiklal Marşını ellerinden dillerinden düşürmediler.
Cumhuriyet düşmanları kendi çıkarlarına dokunulduğu için olsa bile, “göstermelik” dense bile ABD destekli cemaat ile kavga ederken Cumhuriyeti savunması gerekenler cemaate sımsıkı sarıldılar. Pensilvanya’dan gelecek işarete, ortaya dökülecek dinleme kasetlerine bel bağladılar.
Buldukları adayın AKP cephesini böleceğini iddia ederlerken RTE’nin aldığı oy sabit kaldı. Ama 14 partiyi birleştirdik diyenler 5 milyon oy eksik aldılar. Bu kadar insan sandık başına bile gitmedi. Bu heyecanı kitlelere geçiremediler.
Oysa 2007 yılında bir AKP’linin Çankaya köşküne çıkma olasılığına karşı milyonlarca insan harekete geçmiş ve Cumhuriyet Mitinglerine katılmıştı. Hem de ortada ne CHP vardı, ne de MHP…
Birlik adına yola çıkanlar AKP’yi sımsıkı kenetlerken kendi cephelerini paramparça etmişlerdi.
Ricat, askerlik sanatının en zor taktiklerinden biridir. Ustalık ister. Ricat kolayca bozguna dönüşebilir.
Ricat edelim derken ülkeyi irticaya teslim edenler yenilmiştir. Yakında saflarında bozgun işaretleri görülecektir.
Biz yenilenlerin safında değildik. Ama biz de yenildik. Yenilenler bir süre önce bizim safımızda idi. Bizim saflarımızı terk edip yenilgiyi hazırladılar. Bu yenilgi bizim de dolaylı yenilgimiz olarak algılanacaktır.
Bu yenilgiyi hazırlayanlar gericiliğe teslim oldukları için yenildiler. Biz ise onlar nedeniyle yenilsek bile teslim olmayacağız.

Mehmet PINAR

İhsanoğlu Hilafetin kaldırılmasına karşı

  
                    
16 Şubat 2010 Cidde. Ortadaki ‘Hilafet Büyükelçisi’ olarak tanına Rashid Hussein

                 

            

                      İhsanoğlu, Hilafetin kaldırılmasına karşı 
             İhsanoğlu, Hilafet ve Şeriat üzerine
Ekmeleddin İhsanoğlu artık geçmişe ait bir siyasi kişilik sayılır Türkiye’de hızla gelişen politik hareketlenme karşısında. Ancak İhsanoğlu 10 ağustos gibi kritik bir dönemeçte Muhalefet’in ağır bir seçim yenilgisi almasında ve Erdoğan’ın siyasi geleceğini tayin etmede önemli rol oynadı. Kuşkusuz İhsanoğlu kendisini zorla Muhalefet adayı ilan ettirmediği için bu hesaplamada fatura ödeyecek kişi olmayacak. İhsanoğlu olsa olsa, 10 Ağustos sürecinde ‘takiyye’ yapmak gibi İslamcı politikacılar için sıradan sayılan bir kusur nedeniyle eleştirilebilecek.
           ‘Halifeliğin kaldırılması Ümmeti başsız bıraktı’
 Ekmeleddin İhsanoğlu’nun IOC (İslam Ülkeleri Konferansı) Genel sekreteri olarak yaptığı ‘uluslararası ün’ Türkiye’de  28 Şubat olarak bilinen dönemde geçirdiği bir yol kazasıyla başladı. İstanbul Üniversitesindeki görevine, yaptığı başörtüsü şampiyonluğundan dolayı, askeri baskı nedeniyle son verilen İhsanoğlu, 2005 yılında Türkiye’nin adayı olarak merkezi Suudi Arabistan’da bulunan OIC genel sekreterliğine seçildi. İhsanoğlu’nun 5 mayıs 2010 yılında Viyana Diplomatic Academy’de yaptığı önemli bir konuşma bizi de yakından ilgilendiriyordu. OIC Genel Sekreteri İhsanoğlu,elimizde kayıtları bulunan, konuşmasında şunları söyledi; ,‘ Müslümanlar 13 yüzyıldan beri bir ‘ümmet’ olarak yaşamışlar bu biçimde bir ‘Dünya toplumu’ olarak yer almışlardır. Ümmet her zaman Halife tarafından birliği temsil edilen bir toplumsal yapıdır. Bunların tümü Türkiye Cumhuriyetinin, 1. Dünya savaşı sonrasında Osmanlı Devleti’nin yerini almasıyla yıkılmıştır. Osmanlı Halifeliğinin 1924 te ilga edilmesi ile İslam Ümmeti başsız kalmıştır. Müslümanlar Halifeliğin kaldırılması ile tarihlerinde ilk kez kendilerini yöneten birlik yasalarından mahrum kalmışlardır. OIC işte bu boşluğu doldurmak ve onun yerine ‘birleşik bir forumu’ hakim kılmak için kurulmuştur.’
OIC Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun 5 Mayıs 2010 tarihinde Viyana’da yaptığı bu konuşma,aynı yılın şubat ayında Suudi Arabistan’da yapılan bir toplantı ile yakından ilgiliydi. 16 Şubat 2010 tarihinde ABD ilk kez olarak devlet karakteri olmayan bir yapıya ‘elçi’ adamıştı.  Başkan Obama’yı temsil eden‘special envoy’ Rashid Hussein Cidde’de OIC bünyesinde çalışmalara başlamıştı. ABD de Cumhuriyetçi  Parti ve İsrail lobisinin ‘ABD nin Hilafet Büyükelçisi’ olarak tanıttığı Rashid Hussein’in Dışişleri Bakanı Hilary Clinton ve OIC Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu tarafından yapılan bir törenle Suudi Arabistan Kralına takdiminden birkaç ay sonra İhsanoğlu Viyana’da ‘Diplomatic Academy’de Hilafet yerini tutan ‘birleşik forum’ adına yaptığı konuşmada Türkiye Cumhuriyeti’ni ‘ümmet’e karşı işlenen Hilafeti kaldırma işleminden dolayı suçluyordu.  
2013 yılında Suudi Arabistan ile Müslüman Kardeşler arasındaki ‘cicim yılları’ nın sona ermesiyle Müslüman Kardeşler ve onların Katar’da yerleşik din alimleri ile fazla samimi ilişkileri bulunan OIC Genel Sekreteri İhsanoğlu, bir kez daha işsiz kalır. İşsizlikten ilk kez AKP tarafından Suudi Arabistan’a önerilerek kurtulan Ekmeleddin İhsanoğlu son olarak CHP-MHP tarafından Cumhurbaşkanı adaylığı ile kurtarılır.
10 Aralık Cumhurbaşkanlığı seçiminde doğal olarak başarısızlığa uğrayan İhsanoğlu’na Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Kılıçdaroğlu sahip çıkmaya devam ediyor. Öyle ya seçimde bir PR harikası olan ‘Ekmek için Ekmel’ sloganıyla oy toplamaya çalışan İhsanoğlu,uluslararası geçmişine, bakıldığında ‘Yarı Halife’ sayılır.
Mahir Tan                    LondraPosta- Londra
      

IADD Başkanı Jale Özer, Kağan Güner’in kızı Judana, Yazar Abdullah Nihat Yılmaz

IADD Başkanı Jale Özer, Kağan Güner’in kızı Judana, Yazar Abdullah Nihat Yılmaz

 

                                   Sanatçı Kağan Güner Londra’da anıldı                 
                                   ölümsüzlükte 3. yıl
3 yıl önce 48 yaşında iken yaşamdan ayrılan Sanatçı Kağan Güner, ölüm yıldönümünde sanatçı dostları, politik mücadele arkadaşları ve yakınları tarafından anıldı. Londra Türk Toplumunun en sevilen kişiliklerinden biri olan Kağan Güner Ressam, Yazar, Grafik sanatçısı olmanın yanında siyasi kişiliği ile Türkiye ve İngiltere’de derin izler bıraktı. Türkiye’de 1970 li yıllardan başlayarak uzun süre bir sanatçı olarak sosyalist mücadelede yer alan Güner, kısa yaşamının en çok eser verdiği son bölümünü Londra’da geçirmişti. 2008-2001 yılları arasında İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği başkanlığını yürüten Kağan Güner, yine İADD tarafından düzenlenen hazin bir toplantı ile ölümünün 3. yılında bir kez daha anıldı. Azerbeycan Evi’nde yoğun bir katılımla gerçekleşen anma gününe Kağan Güner’in kızı Judana, İADD ve İTDF Başkanı Jale Özer, Güner’in ressam- sanatçı arkadaşları Ece Turaman, Sümer Erek, Vehbi Koca, Yazar Abdullah Nihat Yılmaz, Murat Metin, Ud sanatçısı Asım Çeliktürk, BTKD Kurucu Başkanı Semiha Todd, İşçi Partisi ve CHP üyelerinden bir gurup, Beşiktaş Gurubu temsilcileri ve çok sayıda yakını yer aldılar.

Ressam Ece Turaman

 


Hoşseda Korosu şefi Asım Çeliktürk

 

 
                                        ‘O bizim sanat elçimizdi’
12 Ağustos günü Kağan Güner’in yaşamının son yıllarını geçirdiği Stoke Newington semtindeki Azerbeycan Evi’nde yapılan anma gününde İADD nin Güner’den sonraki Başkanı Jale Özer, zaman zaman duygulu anlar yaşadığı konuşmasında Kağan’ın bir Atatürkçü olarak siyasi kişiliğini ve Uluslararası bir sanatçı olarak bıraktığı eserleri anlattı. Uluslararası UNESKO ödülü sahibi olan sanatçının, Londra’da yapıp bastırdığı 8 Çocuk kitabına ve açtığı çok sayıda resim sergisine değinen Jale Özer ‘O bizim sanat elçimizdi’ dedi. Kağan Güner’in en yakın dostlarından Araştırmacı-Yazar Abdullah Nihat Yılmaz konuşmasında sanatçının bir ressam olarak Sosyalist ve Devrimci ekole bağlı olduğunu ve tüm çalışmalarında mücadele yönünün ağır bastığını vurguladı. Kağan Güner’in ömrünün 48 yıl sürdüğünü söyleyen Yılmaz ‘ne var ki büyük sanatçıların ömrü yaşadığı süre ile ölçülemez. Yaşayacak olanlar Kağan’ın kısa ömrüne sığdırdığı eserleri olacaktır’ dedi. Kağan Güner’in babası ve annesi Albay Ercan Güner ve İmran Güner tarafından anma gününe katılan dostlarına hitaben yazılan duygulu teşekkür mektubunu İTDF yönetim kurulu üyelerinden Eylem Handan Yılmaz okudu.  Güner’in ressam arkadaşlarından Ece Turaman, Fotoğraf sanatçısı Vehbi Koca ve Kağan’ın yakın dostu Murat Metin de onunla yaşadıkları anılardan örnekler verdiler. Anma gününe katılan ud sanatçısı Asım Çeliktürk çalıp seslendirdiği Kağan’ın sevdiği Anadolu türküleri ile onun anılarını canlandırdı.
LondraPosta- Londra
Anne-Baba’nın ağlatan mektubunu Eylem Handan Yılmaz  okudu.