Atatürl “Milliyetçilik’in Üstünü Neden Çizdi?

                            ATATÜRK “MİLLİYETÇİLİK’İN ÜSTÜNÜ NEDEN ÇİZDİ?

Evet, neden?
Sorunun yanıtına geçmeden önce “Milliyetçilik”in ne olduğunu bilindik adreslerden soralım. Bunda da öncelik Türk Dil Kurumu’nda olmalı sanırım. Ve onun da “Türkçe Sözlük” ünde…Şöyle deniliyor milliyetçilik için:

“Maddi ve manevi açılardan millet ve ülkesinin çıkarlarını herşeyin
üstünde tutma anlayışı, ulusalcılık.”

Tanımı bu!
Ve bu  milliyetçiliğin, (ulusalcılık) “ulus” bölümü, millet demektir; “ulusal” bölümü de, milli… Tamam! Ve buradan çıkarsayabiliriz ki, ulusalcı, millici oluyor…Ulusalcılık da milliyetçilik ya da ulusçuluk! Bu da tamam, diyelim.

Peki  sözlüklerde böyle, ama halk arasında ya da gündelik konuşma dilinde de milliyetçilik ile ulusalcılık aynı anlama mı geliyor?

(Sorunun yanıtı aşağıda kendiliğinden çıkacak.)

Ancak, hadi şimdilik “geliyor” diyelim ve SÖZLÜK’ler üzerinden yürüyelim.

Peki ama, o zaman  Atatürk  CHP ‘nin  şimdi  bile temel şiar edindiği Altı Ok’taki (Cumhuriyetçilik,Milliyetçilik, Halkçılık, Devrimcilik, Devletçilik, Laiklik)  ilkeleri içindeki  “milliyetçilik”i neden çizdi de yerine “ulusalcılık” yazdı? Yani O, “Maddi ve manevi açıdan millet ve ülkesini herşeyin üstünde tutmuyor muydu?” Ya da o yüce değerler için Ulusal Kurtuluş Savaşımıza önderlik etmemiş miydi? Ve yahut, kimilerinin sandığı gibi,  “milliyetçilik” in üstünü çizmesi sadece onu Türkçeleştirmekten mi ibaretti?

Bu sorular için ise, yine Türk Dil Kurumu’na başvuralım. Ve artık şimdi tarihe karışmış olan bu kurumun  yayınları arasındaki Prof. Dr. Özer Ozankaya’nın “Temel TOPLUBİLİM TERİMLERİ SÖZLÜĞÜ”ne bakalım. Çünkü orada  milliyetçilik “ULUSÇULUK” olarak yer alıyor ve şöyle tanımlanıyor:

“Yabancı baskı ve sömürüsünden kurtulmayı, kendi ulusunu sevip
onu yüceltmeyi amaçlamaktan, kendi ırkını bütün başka ırklara
üstün görüp onları egemenliği altına almayı istemeye dek varabilen
öğretilerin genel adı.”

Ama bu demektir ki, “yabancı baskı ve sömürü” ile “ırkçılık” da giriyor işin içine, hem de  boylu boyunca.
Öyleyse,  soruna, tarihsel açıdan da bakmamız kaçınılmaz olacak bu sefer. Ki, zaten milliyetçilik milletle yan yana, iç içe tarihsel bir kavramdır. Yani içeriğindekilerin tevellütleri kapitalizmin ta başlagıcına kadar uzanıyor ve de  –onun da son aşaması olan – emperyalizme büyürken – sürecin  etapları içinde – yeni anlam kaymalarına da uğruyor. Mesela Hitler’in lideri bulunduğu ve 1933 yılında, üstelik seçimle, iktidara gelen Nasyonal (milli) Sosyalist Partisi ırkçılığı ve şovenliği temel şiar edinen ve elbet büyük sermayedarların da en saldırdan, en diktacı, en büyük şirketlerinin çıkarına işçi sınıfı ve emekçi halkı sömürüp soyan ve de ezen bir faşist partiydi.

O zaman  temel kavramlara tarihselle birlikte – bu açıdan da – bakmamız şart olacak… Millet ya da ulus, milliyetçilik ya da ulusalcılık,ulusçuluk ve kapitalizm ve onun en son aşaması olan emperyalizm gibi…

Bunların doğru adresleri ise bilimdir, sosyal bilimler… Marx’a, marksizme, Lenin’e, Stalin’e, Mao’ya, Castro’ya, vb … Ancak biz şimdi burada, zaman ve yer darlığı açısından, elbet bilimsel olmaları koşuluyla ve de sadece kavramların tanımları açısından Ansiklopedilere başvurabileceğiz.
Mesela, Orhan Hançerlioğlu’nun “ FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ Kavramlar ve Akımlar” …
Ve işte bu FELSEFE ANSİKLOPEDİSİ’nin  7’inci cildinin 14’üncü sayfasında ULUS (millet) şöyle tanımlanıyor:

“Dil, toprak, ekonomik yaşam ve ortak ekin (kültür) biçiminde beliren
ruhsal biçimlenme birliğiyle tarihsel süreçte oluşan insan topluluğu.”

Ve altında şöyle bir bilgi de yer alıyor bu tanımın:

“Bu tanım Stalin’indir. (Bk.Stalin yapıtlar. Edition sociales, Paris 1958, c. 2,
s. 264) ve şimdiye kadar yapılmış en iyi ulus tanımıdır.”

Bu yüzden  biz de  bu doğru ULUS  tanımını esas alarak diyebiliriz ki,  eğer  bir  “insan topluluğu”na ulus diyeceksek,  hem o “insan topluluğu” nun  bu tanımda sayılan ögeleri eksiksiz olarak taşıması ve hem de en vazgeçilmezinin ya da olmazsa olmazının “ekonomik yaşam birliği” olduğunu bilmemiz gerekir. Yani kabaca, iç pazar!

Milliyetçilik ise, aynı ansiklopedinin aynı  cildinin bu sefer 21’inci sayfasında ve ULUSÇULUK adıyla  şöyle ifade ediliyor:

“Ulusların birbirilerine düşman oldukları düşüncesinden kaynaklanan
kendi ulusunu üstün kılma anlayışı…”

Yani, benim çıkarlarım senin çıkarlarından üstündür; bu yüzden sen yok olmalısın ya da en azından benim egemenliğim altında köleleşmelisin…Benim ırkım senin ırkından  üstündür… Benim ülkem, benim kültürüm, benim tarihim, benim, benim, benim…

Çok açık ve de çok net… Zorba bir dayatma bu…

Bununla birlikte hatırlayalım ki,  millet’in oluşumunda iki temel eğilim vardır:

1.Burjuvazinin kendi varoluşu ve yükselişi sırasında – iktidar olup kapitalizmin önünü açmak için –  FEODAL düzenleri yıkarak milletleşmesi eğilimi;
2.Halkların emperyalizme karşı  ulusal kurtuluş savaşları vererek kazandıkları milletleşme eğilimi…

Bu iki eğilimin ilki için örnekler: Batı’daki Fransa, İngiltere, Almanya vb ülkeler. İkinci eğilim içinse, tarihte ilk ulusal kurtuluş savaşı vererek milletleşen TÜRKİYE CUMHURİYETİ.

“Millet” in oluşumdaki bu iki biçimli serüveni  de şöyle özetleyebiliriz kısaca: Feodal düzenler içinde beliren burjuva sınıfı, feodal düzenin ezdiği halk sınıf ve tabakalarını arkasına alarak feodal düzenleri, kiliseleri de dahil, parçaladı, yıktı ve kendi ekonomik sistemi olan kapitalizmi, bilindik – kendi demokratik özgürlükleri içinde -yürürlüğe koydu. Kapitalizmin rekabetçi dönemiydi bu.

Elbet  kendi işçi sınıfını da sömürüyor, emekçi halkını, köylüleri  vs. soyuyordu ve de mamul madde ihraç etmek, geniş pazarlar elde etmek için sömürgeler ediniyor,  onların yeraltı, yerüstü kaynaklarını talan ediyordu ama yine de kendi ülkesi düzleminde kalıyordu bu tutumu… Feodal despotlukları yıktığı için ve kendi sınıfı içinde  kalmak kaydıyla çoğulcuğu ilan ettiği için de, İLERİCİ…

Ve  milliyetçiliği de aynı makamdan okunuyor: İLERİCİ…

Ancak kapitalizm  bu “rekabetçi” dönemini – 20’nci yüzyılın başında belli olduğu biçimiyle – aşıp, kendi “en son aşaması” sayılan tekelci aşamaya yani emperyalist aşamaya ulaşınca varlığının özü de, özünün içeriği de değişti. Lenin’in tanımıyla, o “ Kapitalizmin En Son  Aşaması: EMPERYALİZM” şuydu:

“ 1.Üretim yoğunlaşmış, tekeller oluşmuştur.
2. Banka ve sanayi sermayesi üstünde bir mali oligarşi kurulmuştur.
3. Mamul madde’den daha önemli olarak sermaye ihraç edilmektedir.
4. Dünya kapitalist birlikler (uluslararası büyük şirketler, tekeller) arasında
Paylaşılmaktadır.
5. Dünya büyük güçler (emperyalist ülkeler) arasında  bölüşülecektir.”

İşte kapitalizm bu beş vantuzlu canavardır ki, çürümüşlüğü, kanlılığı, haydutluğu, ülke ve insan düşmanlığı temel karakterini oluşturmaktadır. Hal böyle olunca, mesela bir uluslararası büyük şirketin (tekel) ortakları içindeki, bir Amerikalı, bir Alman, bir Fransız vb nin milliyetçiliğini varın siz hesabedin!

Ya da, adı geçen ansiklopedinin aynı sayfalardaki şu bölüme bakınız:

“…Dünya pazarına egemen olan çeşitli ulusların büyük burjuvazisinin ulusçulukları kozmopolitizme dönüşürken ezilen ulusların oluşturdukları anti-emperyalist yeni bir ulusçuluk belirmiştir. Marksçılığın bütün  gücüyle desteklediği bu yeni ulusçuluk, ulusal kurtuluş hareketlerinde  ve bağımsızlık savaşlarında somutlaşır. Bu ulusçuluğun kurucusu ve dünyada  ilk kez uygulayıcısı ATATÜRK’ün önderliğinde Türk ulusudur…”

Ve Ansiklopedi bu gerçeklikliği dile getirenin, “… vurgulayan LENİN’dir”
diye de altını çiziyor.

Bu kadar …nokta. Zaten  o zamanlar Anadolu topraklarında  ne “Batı burjuvası” vardı,  ne de Mustafa Kemal Atatürk emperyalist burjuvazilerden birinin önderiydi. Ne Mussolini, Ne Hitler, ne Franko, ne Obama, ne Merkel, ne Cameron, ne de bilmem ne bela…

Bilinen şu ki, Atatürk, 1935 yılında CHP kurultayına giderken – Avrupa’daki National partilere ve ülke yönetimlerinin FAŞİST hunharlıklarına bakarak – Altı Ok’taki temel şiarlardan biri olan “Milliyetçilik” in üstünü çizip yerine “ulusalçılık” diye yazmıştır. Yani ulusalcılık, bağımsız cumhuriyet…

Bu, emperyalizme olduğu kadar  Ortadoğu’daki islamcı mezhepçiliğin kirli girdaplarına da bütünüyle kapalı politik duruşun derin anlamı için, 3 yıl önce genç yaşta iken kaybettiğimiz ressam ve öğretim üyesi Kağan GÜNER’in yeni çıkan  MODERN TÜRK SANATININ DOĞUŞU adlı kitabından “Ulus ve Millet Kavramlarının Yeniden Tanımlanması” alt başlıklı şu uzunca bölümü birlikte okuyalım:

“Kuşkusuz buradaki önemli olgu NATİONALİSM kelimesinin karşılığı  olarak dilimize yerleşmiş olan “millet”, “milli” ve “milliyetçilik” kelimelerinin “ulus”, “ulusal” ve “ ulusalcılık” kelimeleri ile yer değiştirmiş olmasıdır.  1935 yılından 1940’lı yıllara kadar resmi olarak hiçbir belgede milliyetçilik yer almamıştır. 50’li yıllardan sonra ise “milli” kelimesi sağ,  “ulus” kelimesi de sol kesimler tarafından sahiplenilmiş, ikisine farklı anlam ve çağrışımlar yüklenmiştir. Mustafa
Kemal’in “milliyetçilik” kelimesini 1933 itibariyle, yani Nazizmin     iktidara  geldiği yıllarda değiştirdiğini tespit ediyoruz. (…)  1933 yılından itibaren Avrupa’da yükselen faşizme karşı, milliyetçiliği yeniden kurgulayan KADRO’nun “sosyal milliyetçilik” olarak tanımladığı bir karşı semantik (anlam bilimi) ortaya çıkmıştır ve bu devlet nezdinde benimsenmiştir. Ulusalcılık kelimesinin tercihinde, sosyal milliyetçilik ulusalcılık olarak vurgulanmış ve böylece İttihat Terakki milliyetçiliğine de set çekilmiştir.”

Bu da tamam.
Şimdi başlığımızdaki soruyu yeniden soralım:
ATATÜRK “MİLLİYETÇİLİK’ İN
ÜSTÜNÜ NEDEN ÇİZDİ?
El- Cevap: İşte bunlardan…

Abdullah Nihat Yılmaz
16 Eylül 2014
Londra.