Ahmet Kılıçaslan Aytar; Ateşkes Türkiye’ye rağmen

SEN  SAHİP  ÇIKARSAN

Türkiye ve muhalif kesimlerin III.Cenevre Barış Görüşmeleri’nde “ateşkes yapılmadan müzakere olmaz” itirazı aşıldı.

ABD ve Rusya’nın uzlaşmasıyla  Esad rejimi ve muhalif kanadı temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi ateşkesi koşullu olarak kabul ettiklerini açıkladı.

Suriyeli tarafların bu haftasonu başlaması planlanan ateşkesi pratikte uygulamaya başladığı belirtiliyor…

*

Ne ki, ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry’nin Suriye’de çatışmaların durdurulamaması ve siyasi değişimin sağlanamaması durumunda B planı seçeneklerinin bulunduğunu söylemesi akılları karıştırdı.

Kerry, ateşkes konusunda tarafların ciddi olup olmadığının birkaç gün içinde ortaya çıkacağını,

Çatışmaların durdurulmasında sürecin uzaması durumunda Suriye’yi bir arada tutmanın zor olacağını belirterek, “Daha fazla bekleyecek olursak Suriye’yi bir bütün olarak tutmak için çok geç olabilir” dedi.

*

Suriye Dışişleri Bakanlığı, ABD’nin bu açıklamasının gerçeklere uymadığı ve bu ülkenin teröristlere verdiği desteği saklama amacı taşıdığını belirtti.

Rusya ise şu anda Suriye’de akan kanı durdurmak ve siyasi süreci başlatmaktan başka planlarının olmadığını açıkladı.

Nitekim ateşkes ilan edilmiş, sırayı Suriye önderliğinde 6 ay içinde geçiş hükümeti kurulması ve yeni bir anayasanın hazırlanması sürecinin işletilmesi almıştır.

Ne ki ABD ve Rusya arasında ortak bir Eylem Planı’nın bulunmayışı çok önemli bir tartışma alanı oluşturuyor.

*

Rusya’nın Eylem Planı işliyorve buna göre I. Aşamada;

Suriye hükümeti ile siyasi görüşmelerde bulunacak muhalif grupların belirlenmesi,

Kimin terörist kimin muhalif olduğunun bilinmesi,

İşlenen suçların savaş hukukunun gelişmesi doğrultusunda kategorize edilmesi,

Suriye hükümeti ile muhalif grupların oluşturduğu birlik arasında siyasi görüşme sürecinin başlaması ve geçiş hükümetinin kurulması gerekiyor.

Doğrusu her adım çok zorlu bir sürece işaret ediyor…

*

Çünkü Rusya, teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeleri,

Mesela Türkiye’yi; Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçluyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı çeşitli savaş suçları işlemekle itham ediyor.

BM’den muhalif-terörist ayrımını keskin bir şekilde yapmasını istiyor ki;

Yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasında savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif taraflar, teröristler ve destekleyen ülkeler paylarını üstlenebilsin,

Alınan bağlayıcı karar ise BM merkezinde  adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statüye neden olabilsin…

*

ABD ise bölgeye müdahale eden Rusya’yı yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapının dağılmasına yol açmak,

Bu suretle bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail’in,

İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığıyla Suudi Arabistan’ı derinden etkilemiş olmasından şikayetçidir.

ABD’nin Suriye kriziyle ilgili  görüşmeler sürecinde Arap dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü stratejiden geri basmayacağı talepleri muhafaza ettiği görülüyor.

*

Öyleyse, hem ABD hem Rusya’nın yeni Suriye görüşmelerini başlatabilmek için karşılıklı  bazı ödünleri vermekten başka yol bulamadıkları anlaşılıyor.

Nitekim ABD ve Rusya’nın Suriye’yi 3 federal bölgeden oluşacak bir yapıya dönüştürme fikrini yedekte tuttukları gibi bir düşünce dillendiriliyor.

Zaten Suriye halklarının ve Suriye’de siyasi çözüm isteyen devletlerin, partilerin ve grupların isteğinin de bu yönde olduğu biliniyor…

*

Kürtler ve Rojava’daki güçler elde ettikleri askeri başarılar ve bulundukları bölgelerde ortaya koydukları siyasetle,

Suriye sisteminin nasıl olması gerektiğinde önemli rol üstlendikleri anlaşılıyor.

Federal Suriye içerisinde Kürtlerin kendi özerk örgütlenmelerini ve inşa ettikleri sistemi sürdürecekleri öngörülüyor.

Her federal bölgenin kendi  etnik özgünlüklerini ve kimliğini koruyacağı, her federal bölgenin kendi parlamentosunun olacağı Federal Suriye!

Kuzey Suriye’de Kürtlerin, Güney Suriye’de Nasturilerin ve Orta Suriye’de Sünni Arapların oluşturduğu Federal Suriye…

Yoksa 3 federal bölgeyi kapsayacak bir seçimin gerçekleştirileceği ve halk kimi istiyorsa onun devlet başkanı olacağı Federal Suriye mi ?

*

Bu plandan geriye Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlanan,

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi yanlışlarının karşılığını ödeyecek ve Rusya’yı amaçlarına kavuşturacak Türkiye kalıyor.

*

Recep Tayyip Erdoğan; ABD’nin 1965’te Başbakan S.Demirel’e,

Türkiye-İran-Irak-Suriye toprakları üzerinde bir Federe Kürt Devleti kurulması ve bu federe devletin Türkiye’ye bağlanması,

Türkiye’nin de ulus-devlet yapısını terk edip Federal Cumhuriyet haline dönüşmesi,

“Böyle yaparsanız topraklarınızı da büyütmüş olursunuz” diyerek Türk-Kürt Federasyonu fikrini ilettikten sonra,

Osmanlı İmparatorluğunun bir çok ulusu 600 yıl bir arada tutmasının sırrının federe yapı olduğunu,

Türkiye Cumhuriyeti’nin de yeniden Osmanlı Modeli yapıya kavuştuğu takdirde hem topraklarını büyütebileceği,

Hem de bir arada barış içinde yeniden yaşayabileceği yönündeki teklifini reddetmesi ardından,

Bu teklifin giderek büyütülen propagandasınnın büyüsüne kapılanlardan biridir.

*

Bugün şartlar değişmiş, pan-İslamcı Yeni Osmanlı saçması iflas etmiş ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti Recep’in hışmına uğramıştır.

Bu noktada yeni bir plan gelişiyor;

Nükleer anlaşmaya varan ve ekonomisi büyük oranda petrol ihracatına bağlı, yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyetinin,

İran’ın kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında,

İsrail’in denetiminde olan Kürdistan’ı ve Kürdistan kaynaklarını da kapsayacak biçimde,

Çok rahatlıkla bypass edilebileceği ve Rusya’nın da bundan çok faydalanacağı bir sürece giriliyor…

*

Bu oyunun bozulması; Recep Tayyip Erdoğan’ın def’edilmesi işini onların değil, bu işin bizzat milletçe yükümlenilerek hâlledilmesini ve her geçen günde altı daha da oyulan Türkiye’ye sahip çıkılmasını gerektiriyor.

M.A.Ersoy, “Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır” diyor.

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

Kinetik savaş-Melez savaş

                 Savaşlar artık ‘ortaya Karışık’

‘Hybrid War’ uluslararası askeri strateji alanında yeni bir tanımlama. Nizami,Gayri-nizami,İç ve Dış çatışmalar,askeri birlikler yanında etnik ve dinsel milis güçlerinin bir arada kullanıldığı savaş tekniğine verilen isim bu. Tam anlamıyla ‘ortaya karışık’ savaş türü. Stratejistlerin daha çok Suriye savaşını inceleyerek ortaya çıkardığı bu teknik,doğal olarak bu alandaki tüm buluşları gerçekleştiren ABD ve Rus uzmanlarının işi. Gerçekte ilk örnekleri Ukrayna iç savaş denemesinde bulunan ‘Hybrid’ savaş, soğuk savaş sonrasında ilk kez görülen ‘Süper Güç’ çatışması esasına dayanıyor. Bu nedenle bu savaş türünün ortaya çıkışı Rusya’nın ‘savaş alanlarına’ yeniden girişinin bir sonucu. Rus Askeri Strateji uzmanlarına göre; ‘Hybrid savaş’; Süper güçlerin hava kuvvetlerinin karşı karşıya gelmedikleri, karada yerel gayri-nizami kuvvetlerin ve milli resmi birliklerin savaştıkları yeni bir tür. ABD için bu savaş türü, Rusya’nın henüz savaş meydanlarına inmediği Libya savaşı sırasında gündeme getirilmiş, ‘adına savaş denmeyen bir müdahale türü’ olarak kabul ediliyor.Başkan Obama, ABD kongresinden Suriye’ye askeri müdahale için onay istediği 11 Şubat 2014 tarihli yazısında, savaş değil ‘Kinetic Askeri Operasyonlar’için izin isterken bu yeni savaş biçimini,farklı bir ifade ile,askeri literatüre sokuyordu. Kinetic operasyonlar; daha çok hava saldırıları ve özel birlik operasyonları ile yürütülen ve desteklenen yerel güçlere ‘kinetik’ olarak enerji ve destek sağlayan operasyonlar olarak tanımlanıyor aynı alanda. Bu konuda Libya ve Suriye savaşının deneyimlerine da sahip olan ABD askeri düşünce kuruluşları bu savaş türünün bir sakıncasına da değiniyor ; Kitlesel göç tehdidi. ABD’nin resmi araştırma enstitüsü IDA (İnstitute Of Defense Analises) raporu, kinetik savaşın dinsel ve etnik gurupları resmi devlet güçlerine karşı destekleme özelliği nedeniyle büyük sosyal çalkantılara, kontrolsüz kıyımlara ve kitlesel göçlere neden olduğuna dikkat çekiyor. Ortaya Karışık savaşların bizi en çok ilgilendiren yönü de bu..

           Karışık savaşın,’Suriye’ galibi Rusya..

Suriye’de 27 Şubat tarihi itibarıyle ateşkes anlaşması imzalandı. IŞID ve El Nusra ile çatışmalar dışında,Rusya-ABD, Suriye Ordusu,PYD,’ılımlı Muhalefet’ geçici bir ateşkes üzerinde anlaştılar. Bu, Suriye’de savaşın bittiği anlamına gelmese bile en azından ilk aşamanın sona ermesi anlamını taşıyor. Suriye’deyıldan beri devam eden savaşa fiili olarak son yılında müdahale eden Rusya,bu aşamada galip sayılıyor.Bunun nedeni ise Rusya’nın, ‘Hybrid Savaş’ teorisinin zayıf noktası olan ‘kara ordusu’ sorununu doğal bir biçimde çözmüş olması. Çok gelişmiş uzay havacılığı katkısı ile ülkenin önemli bir bölümünde hava üstünlüğü sağlayan Rusya, karada doğal ittifakı olan Suriye ordusunun kaybettiği toprakları geri almasıyla kesin sonuca gitti. Suriye, ordusu yaklaşık yarım yüzyıldan beri Rusya tarafından donatılan,subay ve teknik kadroları eğitilen ve ülkede iki deniz üssü ve askeri havaalanlarında Rusya’nın fiilen mevcut olduğu bir ülke. ABD ve Batı ülkelerinin derme çatma yerel Kürt milisleri ve toplama muhalefet örgütleri ile doldurmaya çalıştığı ‘kara gücü’ zaafiyeti, Rusya’nın güçlü olduğu noktayı oluşturdu.

  Silah Üreticileri için en karlı savaş türü

Melez-Karışık Savaş türünün, bu askeri strateji kuramını geliştiren uzmanlar tarafından- hemen tümü Amerikalı yada Rus- fazlaca dile getirilmeyen bir yönü daha var. Bu tür modern silah üretimi teknolojisine ve özellikle uzay havacılığı teknolojisi ile üretim yapabilen ülkeler açısından adeta ‘altın yumurtlayan kaz’.Suriye savaşının en keskin dönemlerinin yaşandığı 2015 yılı Silah satışlarına bakıldığında hem ABD hem de Rusya için rekorlar yılı olmuş 2015.

Pentagon’un Dış silah satışlarında yetkili kurumu Defense Security Cooperation Agency direktörü Amiral Joseph Rixey’in verdiği rakamlara göre ABD müttefik ülkelere 2015 yılında 46.6 milyar dolarlık silah sattı. Rixley;bunun rekor bir düzey olduğunu ve bu rakama en yakın satışların 2011 yılında 31 milyar dolar olduğunu kaydetti. Bunun yanında ABD nin 2015 yılında dış satışlar dışında kendi ordusu tarafından Suriye’de IŞID ile mücadele kapsamında kullandığı akıllı bombalar sayısında da bir patlama yaşandı. ABDnin resmi açıklamalarında 20 binden fazla ‘Smart Bomb’ kullandığı belirtilirken, bu bombaların üreticilerinin tümünün ABD de kurulu firmalar olduğu belirtildi.

Suriye savaşının havadaki taraflarından biri olan Rusya ise Dünya Silah satışında ABD den sonra ikinci sırayı işgal eden ülke. 2015 Yılında bir rekor da 15 Milyar dolarlık satış ile Rusya tarafından kırılıyor. Ünlü silah satışları araştırma kuruluşu SİPRİ nin verdiği rakamlara göre ; ABD ve Rusya birlikte Dünya silah satışlarının % 58 ini gerçekleştiriyorlar. Savaş bölgelerinde ‘göklere hakim olma’ mücadelesine geç başlamasına karşın Rusya’nın daha büyük bir avantajı var. Zira modern savaşların ana malzemesi ‘Smart bomb’ denilen akıllı bombalar.Bu alanda, ABD ile ayni teknolojik seviyeyi yakalamış olan Rusya’nın kullandığı bombalar devlet tekelleri olan kurumlar tarafından üretiliyor. ABD ordusuna göre çok daha ucuza savaşabilen Rusya’nın kuşkusuz en büyük üstünlüğü Orta-Doğu’da Suriye,İran ve Merkezi Irak orduları gibi büyük bir kara gücü ittifakına sahip oluşu.

Yazık ki Orta-Doğu’da ‘Hybrid savaş’ denilen savaşların yakın gelecekte son bulması için fazlaca bir neden görünmüyor ortalıkta.

 

Mahir Tan     LondraPosta-Londra

 

 

 

 

 

Türker Ertürk; ‘Yeni Osmanlı’nın bir tek dostu bile kalmadı

PERSONA NON GRATA

Güneydoğu‘daki yangın ve Suriyeleşme eğilimi halen devam ediyor. Diyarbakır‘ın Sur ilçesinde, sokağa çıkma yasağı ve operasyonlar üçüncü ayını dolduruyor. Sur‘da operasyonların sürdürüldüğü altı mahallenin 24 bin olan nüfusu, 2 bine düştü. Son üç ayda, sadece Sur‘da; 44 asker, 17 polis ve 1 korucu şehit düştü. Yaza doğru bölgedeki bu yangının yayılacağı istihbaratı var.

Geçtiğimiz hafta Ankara‘da, devletin kalbine veya daha doğru bir deyişle beynine terör saldırısı yapıldı. Bu saldırının kim tarafından ve hangi amaçla yapıldığı konusunda çelişkili görüşler var. Büyük şehirleri hedef alacak terör saldırılarınınsa artacağı söyleniyor.

Değerli Yalnızlık

Yukarıda bahsettiğimiz tespitler; halen yaşadığımız ve her geçen gün bir önceki günü aradığımız gelişmelerin, yalnızca küçük bir bölümü. Bu yaşadıklarımız normal değil. Sorumlusu, 14 yıldır iktidarı elinde tutanlardır. Halbuki; görevi devraldıkları 2002’de, terör kabul edilebilir bir eşiğe düşürülmüştü. O günden bugüne, icraatları ve yalan yanlış söylemleri ile terörü azdırdılar, şehirlere ve hendeklere taşıdılar.

Yalnızca azgınlaşan ve uluslararası ortama taşınan terör mü tek sorunumuz! Aynı zamanda; bölgemizde ve dünyada hızla yalnızlaşıyoruz, komşularımız için tehdit tanımlaması içine giriyoruz. Başımıza bir felaket gelirse bırakın birilerinin üzülmesini, bize oh çekecekler ve layığını buldu diyecekler. “Değerli yalnızlık”; arkasında bilgi, birikim ve derinlik olmayan, dış politikadan zerre kadar anlamayan iradenin zırva bir ifadesidir.

Şimdi de Bulgaristan

Açıkça söylemek gerekirse bugün iktidar; yaptıkları, yapmadıkları ve yapamadıkları ile ülkemiz için bizatihi güvenlik sorunu olmuştur. Sorunun sorumlusu çözümün ana belirleyicisi olmaya devam ederse ve ettirilirse, ülkemiz için şimdilik cehennemden başka çıkış yok demektir.

Geçtiğimiz günlerde Bulgaristan Dışişleri Bakanlığı; Burgas‘taki Din Ataşemiz Uğur Emiroğlu‘nu “İstenmeyen Adam (Persona non Grata) ilan etmiş. Emiroğlu Diyanet İşleri Başkanlığı‘nın personeli, Bursa ve Trabzon‘da müftülük yapmış. Şimdi de, al sana Bulgaristan ile gerginlik!

Dost Partisi

Belli ki; Bulgaristan‘da yaşayan Türk toplumu, din üzerinden manipüle edilmeye çalışılıyor. Başımızda yüzlerce sorun varken, iyi ilişki içinde bulunduğumuz hiç bir komşu ülke yokken, niçin bu işlerle uğraşılıyor?

Bulgaristan ile ortaya çıkan bu gerginliğin esas nedeni, AKP‘nin din eksenli Bulgaristan siyasetidir. Bulgaristan‘daki Hak ve Özgürlükler Hareketi Partisi (HÖP) Genel Başkanı Lütfü Mestan, AKP‘nin kuklası gibi hareket ettiği ve AKP‘nin din eksenli politikalarının Bulgaristan‘da taşeronluğunu yaptığı için; Türk toplumu hem Bulgar halkı, hem de Bulgar Devleti nazarında sıkıntıya düştü. Bu yüzden; Lütfü Mestan HÖP‘ün genel başkanlığından indirilerek, yerine eski genel başkan Ahmet Doğan getirildi. Bunun üzerine Lütfü Mestan, HÖP’den bazı milletvekillerini yanına alarak, Dost Partisi‘ni kurdu.

Siyasal İslam, Yeni Osmanlı

Mestan, yeni partisi kanalıyla AKP taşeronluğuna, Türk  Büyükelçiliği ve Konsoloslukları‘nın kontrolünde devam etmektedir. Bu faaliyetlerden ciddi biçimde rahatsız olan Bulgaristan, bu nedenle diplomatımızı sınır dışı etme kararı almıştır.

AKP‘nin Bulgaristan‘da yaşayan Türklere yönelik politikasının arkasında, “Siyasal İslamcı” ideoloji ve “Yeni Osmanlı” hayali yatmaktadır. Bu politika; gayri aklidir, çağdaş ve uygulanabilir değildir. Bu ideolojinin ve hayalin peşinde koşmanın ülkemize maliyetinin neler olduğunu, yaşayarak gördünüz.

İthal Değil!

 Siyasal İslam ve Osmanlıcılık, Ortaçağın düşünce sisteminin kurumlarıdır. Din üzerinden kimlik de aynı şekilde! Çağımızda bilimsel ve akılcı düşünce sistemi geçerlidir. Günümüzde bu düşünce sistemini özümsememiş, kabullenmemiş ve ileri gidebilmiş tek bir ülke ve toplum yoktur.

‘Ulus devlet’ ve ‘ulusal kimlik’, bu düşünce sisteminin kurumlarıdır. Bu kurumlar, Batı‘dan ithal değildir. Bu kurumların arkasında; uzun soluklu mücadele, rönesans, reform ve aydınlanma vardır. İnsanlığın ortak mücadelesinin sonucudur bunlar.

Bugünün sorunları; geçmişin kurumları, aklı ve kimliği ile asla çözülemez. Ancak sorunlar katmerleşir! Bu nedenle; AKP iktidarının bu kafayla ülkemize barış, refah ve huzur getireceğine inanmak, gerçekten saflık olur.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Sinatra’dan Angaralı Coşkun’a..

SINATRA’DAN  ANGARALI COŞKUN’A

Rusya Devlet Başkanı V. Putin, Alman Bild gazetesindeki röportajında;Dünyanın uluslararası terörden insan kaçakçılığına ve sığınmacı krizine kadar pek çok ortak sorunla karşı karşıya bulunduğunu söylüyor.Sorunları çözme yolunda tüm ülkelerin güçlerini birleştirmesinden memnuniyet duyacaklarını kaydediyor.

*

Ancak Avrupa’yı gerçek anlamda birleştiren bir ittifakın kurulmadığını, aksine NATO’nun Doğu’ya doğru genişleyerek verilen tüm sözleri ihlâl ettiğine işaret ediyor.Özellikle  Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra ün, güç ve refahın merkezinde tek bir kişinin bulunması istendi.Uluslararası hukuka ya da BM Sözleşmesi’ne uyulması yönünde hiç istek yoktu” diyor.

*

II Dünya Savaşı yıllarında Şubat 1945’te  Kırım/ Yalta’da ABD Başkanı Roosevelt, İngiltere Başbakanı Churchill ve Rus lider Stalin, Almanya mağlup edildikten sonra bu ülkenin geleceği konusu görüştü.

Yalta Konferansı’nda Almanya’nın kesin mağlubiyete uğratılıp, işgal edilmesi, Alman ordularının dağıtılması ve askeri sanayinin yokedilmesi, savaş tazminatı alınması, savaş suçlularının cezalandırılması, Nazizmin ortadan kaldırılması ve Berlin’de kurulacak olan Kontrol Komisyonunun ülkeyi idare etmesi kararlaştırıldı.

*

Çok sonra bendeniz, Frank Sinatra’yı gördüğüm Godfather filmi sonrasında kendime bir kadeh Jack Daniels doldurmuş ve ” I’ve got you under my skin”i dinlemiştim.

Sonra diğerlerini…  “My way”de hayatımı, “New York New York”da şehri,  “Strangers in the night” ta yaşanılanları, “Fly me to the moon”da mutluluklarımı, “Something stupid”de heyecanlarımı, “One for my baby” de ise içimdeki sesi dinlemiştim…

*

Ama yıl 1989’du ve Malta açıklarında ABD Başkanı George H.W.Bush ile Sovyetler Birliği Cumhurbaşkanı Mihail Gorbaçov, 1945’den beri geçerli olan ve Avrupa’nın nufuz alanlarına ayrılmasına dayanan Yalta sistemini sona erdirip yerine “Sinatra Doktrini”ni koydular.

*

Sovyet Dişişleri Bakanı E.Şevardnadze, Sovyet rejiminin Varşova paktı üyelerinin tercihlerine saygı göstereceğini duyurdu.

Dışişleri Bakanlığı Şavardnadze’nin demecini “Biz şimdi Frank Sinatra Doktrini’ni uyguluyoruz.

Sinatra’nın  “I did it my way” ” (İstediğim gibi yaptım) adlı bir şarkısı var ya,işte her ülke de kendi yolunu seçer” ifadesiyle değerlendirdi.

Sinatra Doktrini Sovyetler Birliği’nin yeni politikası olarak algılandı…

*

Ne ki,hem Moskova hem Washington farklı geleceğe bakıyordu.

Gorbaçov’un Frank Sinatra’sı Amerika ile Sovyetler Birliği’nin birlikte dünyayı yönetmesini öngörürken,

Bizzat Frank Sinatra, Beyaz Saray’ın dünya hegemonyasını başka bir güçle paylaşma niyetinin olmadığına inanıyordu.Nitekim ABD, tam ve özgür Avrupa ile yeni dünya düzenine yelken açtı…

*

Almanya birleşti, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya çöktü.NATO ve Avrupa Birliği eski Sovyetler Birliği dışında Avrupa’yı neredeyse tamamen birleştirdi.Rusya ne bütünleşme sürecine dahil oldu, ne de engellemeye gücü yetti.

*

Rusya’ya önerilen ilişkinin şartlarında: Moskova’nın Amerika’nın küresel liderliğini tanıması, AB değer ve normlarını kabul etmesi, nufuz alanları hatta tampon bölge bile kurmaması vardı.Moskova bu şartların hiçbirini kabul etmedi ama Rusya’nın eşitlik talebi de hiçbir zaman kabul görmedi.Moskova’nın Avrasya’da başlattığı bütünleşme süreci neo-emperyalizm olarak yaftalandı ve karşı konuldu.Bunu 2014’te Ukrayna krizi izledi…

*

Bugün Sinatra Doktrini işlemiyor.Malta’dan kısa süre sonra Doğu Avrupa huzursuz ve genel olarak Avrupa tehlikeli zamanlara geri dönmüştür.Putin’in Avrasya Birliği’ne katılacağını umduğu Ukrayna yüzünü Batı’ya çevirmiştir.Tek başarı Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasıdır ki, o da ilhak olarak nitelendiriliyor ve Batı  Kırım’ı asla tanımayacağını ilan etmiş bulunuyor…

*

Putin röportajında, Kırım’la ilgili: “Biz ne savaştık ne birilerini işgal ettik ne de bir yerlere ateş ettik. Kırım’daki olayların sonucunda bir kişi bile ölmedi. Silahları güçlerimizi kullanmamızın nedeni oradaki Ukraynalı askerlerin, orada yaşayan insanların özgür iradesine müdahale etmesini engellemekti” diyor.

Uluslararası toplumun Kırımlıların kendi geleceklerini belirleme hakkını teslim etmemesini anlamadığını belirtiyor.

Bir çifte standardı göstermek üzere “Kosova bağımsızlığını açıkladı ve tüm dünya bunu kabul etti. Hem de bu parlamentonun kararıyla belirlendi, orada referandum bile düzenlemediler” örneğini veriyor…

*

Bugün Ukrayna kaderini Rusya’dan ayırmıştır.

Ülkenin güneydoğusundaki savaşın Ukrayna milliyetçiliğini ve ulus inşasını ivmelediği anlaşılıyor.

O yüzden Ukrayna reformlar yapmak ve siyasal ulus haline gelmeye çalışıyor ama bunu başarması için halkın birliği ve Batı’nın yardımı gerekiyor.

Ukrayna’nın iki veya daha çok parçaya ayrılması ve bu parçaların rakip AB/NATO ve Rusya/Avrasya bloklarına katılması olasılığı ise düşük görülüyor..

AB üyesi olması en iyi ihtimalle çok uzun zaman alacaktır ama NATO’ya katılması halinde Rusya ile savaşa yol açabileceği düşüncesi bulunuyor.

*

Moldova bölünmüş durumda ve geleceği belirsizliğini koruyor.

Transdinyester zor durumda, Rusya’nın erişimi engellenirse bölgede yeni bir çatışmanın potansiyelini taşıyor.

Abhazya ile antlaşma imzalanmış, ülke Rusya’nın güvenlik sahasına entegre edilmiştir.

Güney Osetya’nın tek başına ayakta kalması imkansızdır, o da Rusya Federasyonu’na bağlı Kuzey Osetya ile fiilen bütünleşiyor.

Gürcistan AB’ye bağlanmış ve uzun vadede NATO’ya katılmayı istiyor.

Ermenistan ise tersine Avrasya Ekonomik Birliği’ne katılma yolunda ilerliyor.

Avrasya Ekonomik Birliği’nin kurucu üyeleri Belarus ve Kazakistan, Ukrayna’ya bakarak kendi toprak bütünlüklerinden endişeyle Rusya karşısında egemenlikleri ve bağımsızlıkları adına kaygı duyuyor.

*

Batı Azerbaycan’ı insan hakları sicili yüzünden eleştirmektedir.

Petrol zenginliğinden güç alan Bakü Türkiye, Batı ve Rusya arasında çok-yönlü bir dış politika izliyor.

Türkiye elli yıldır katılmak istediği Avrupa Birliği’yle mesafelidir.

Ankara Avrupa ile Ortadoğu arasında daha bağımsız bir bölgesel oyuncu olmak istiyor.

Şimdi Rusya’nın Suriye’de cephe açmasıyla Moskova ile düşmanlık yaşanıyor.

Türkiye, NATO üyesi olmasına karşılık ulusal çıkarlarının Amerika tarafından dikkate alınmasını sağlamış  görünüyor…

*

Almanya’nın birleşmesi konusu ilk defa Malta’da gündeme gelmişti.

Bugün Almanya AB’nin başat üyesi ve Fransa’yı gölgelemiş durumdadır.

Berlin Avrupa’nın lideri olarak Paris, Washington ve Moskova ile ilişkilerini gözden geçiriyor.

Lider ülke olarak Avrupalı diğer başkentlerin çıkarlarını gözetmek zorundadır, o yüzden açıkça post-modern ve hayli ahlakçı bir dünya görüşüne sahip görünüyor.

Rusya bunun etkilerini Ukrayna krizinde hissediyor.

*

Devlet Başkanı V.Putin bütün bu sorunların nedeni olarak Malta’da Avrupa’nın Soğuk Savaş sonrası düzeninin konuşulmayışını gösteriyor…

Aslında, Avrupa’nın yeni düzeni Malta sonrasında da karara bağlanmamıştır.

Ne Avrupa’da insan hakları, demokrasi, hukuk devleti ve barışa dayalı yeni bir dönemin başladığını ilan eden 1990 Paris Şartı,

Ne daha sosyal ve kucaklayıcı bir Avrupa inşasına katkıda bulunan 1997 Avrupa Sosyal Şartı,

Ne de Egemen eşitlik ve egemenliğe saygı: Sınırların ihlal edilmezliği: Kuvvet kullanmaktan veya kuvvet kullanma tehdidinden kaçınma: Devletlerin toprak bütünlüğünün korunması: Anlaşmazlıkların barışçıl yollardan çözümü: Halklarin eşit haklardan ve kendi kaderlerini tayin hakkından yararlanması: Uluslararası hukuktan doğan yükümlülüklerin iyi niyetle yerine getirilmesini öngören 2002 Nihai Senedi de, Avrupa’nın yeni düzeninde  bağlayıcı konumda bulunmuyor.

*

Yıllar boyunca Batı’da hiç kimse buna gerek duymamıştır.

Her şeyin NATO ve AB’de tartışılmasına, Washington ve Brüksel’de karara bağlanmasına alışılmıştır.

O yüzden Rusya’nın Ukrayna meselesinde Soğuk Savaş sonrası düzeni ihlâl etmesi herkesi şaşırtmış bulunuyor…

*

Şimdi Rusya Devlet Başkanı Putin, “Birileri bizim duruşumuzdan memnun değilse, bizi her seferinde düşman ilan etmekten daha iyi bir yol bulmalıdır.

Bizi dinleseler, söylediklerimiz üstünde kafa yorsalar ve ortak bir çözüm peşinde koşsalar daha iyi olmaz mı ” diye soruyor.

Bu bağlamda Rusya ve Avrupa’daki komşularının ilişkileri geliştirebilmesi için tek bir koşulun gözetilmesi gerektiğini söylüyor

“Biz birimize, birbirimizin çıkarlarına saygı duymak ve kuralları birilerinin çıkarlarına uygun hale getirmek yerine bu kurallara sadık kalmalıyız ” diyor…

*

Bunun formülü açıktır.

Rusya,işte Türkiye’nin çok yoğun muhalefetine rağmen Suriye Vekâlet Savaşı’na siyasal bir çözüm getirilmesini sağlamak üzere Suriye’de bir cephe açmıştır.

Putin, bütün amacın terörün alt edilmesi ardından yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınması,

Suriyelilerin ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini kendilerinin müzakere etmeleri,

Alınan bağlayıcı kararın ise BM merkezinde  adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statüye neden olması olduğunu açıklıyor…

Putin kendilerinin bunu yapmaya hazır olduğunu ama herşeyin uluslararası hukuka dayalı olması gerektiğini  söylüyor…

*

Türkiye engellemediği taktirde 27 Şubat’ta Suriye’de ateş kesilecektir.

Bu sırada TV’den bir Ankara havasının sesi geliyor, Angaralı Coşkun söylüyor:

“Angara’nın Bağları da/ Büklüm Büklüm Yolları/ Ne Zaman Sarhoş Oldun da/ Kaldıramıyon Kolları “diyor…

Ahmet Kılıçaslan Aytar

Bir fotoğraftan savaş üretme operasyonu

 

               Ankara katliamında ‘Tereciye tere satma’;

                Washington açıklamasından belliydi.

Ankara’daki bombalı saldırı PKK tarafından yürütülen kanlı bir terör olayı idi. Ne var ki eylemi gerçekleştirenler bu işi kendilerinin yaptığına inandıramıyorlar bir türlü bizim medyayı. Bombalı eylemin kilit ismi olan intihar bombacısı, sözümona Suriye uyruklu Salih Neccar aynı zamanda Van doğumlu Abdulbaki Sömer olabilir mi? 29 insanımızın yaşamına mal olan terör saldırısını soruşturarak olaydan bir kaç saat sonra ‘Suriye’li Salih Neccar ismini açıklayan emniyet yetkilileri,Başbakan,Cumhurbaşkanı Dünya’yı ve Türkiye’yi buna inandırmaya çalışıyorlar şimdi. Oysa Van’lı intihar bombacısının babası Türk vatandaşı Sömer (soyadı bu),daha ilk andan itibaren medyaya olaydan birkaç saat sonra dağıtılan resimdeki kişinin oğlu Abdülbaki olduğunu söylüyordu.

          Terör eylemi- Sahte Bayrak operasyonu

Sahte Bayrak (False Flag) kamuoyunu yönlendirmek amacıyla, işlenen bir suçu başkalarının üzerine yıkmak için yapılan operasyonları tanımlıyor. Denizcilikte, başka ülkelerin bayrağını kullanarak yapılan hareketlerden esinlenerek kullanılan  Sahte Bayrak operasyonları, bazı ülkelerin gizli servisleri  tarafından yaygın biçimde uygulanıyor. Bunlara son dönemdeki tipik örnekler  Suriye’nin Ghuta kentinde sözde Esad rejimi tarafından kimyasal bomba kullanılması, Türkiye’de Dışişleri Bakanlığında yapılan bir toplantının yasadışı dinlenmesinden elde edilen kayıtlarda geçen ‘Suriye’den Türkiye’ye birkaç füze atılması’ projesi konumuz bakımından bizi çok yakından ilgilendiriyor. Yazık ki, Türkiye son Ankara terör cinayetinde en haklı olduğu bir konuda ‘mahalle polisi’ kurnazlığıyla hareket ederek bir ‘sahte Bayrak’ operasyonuna imza atmış durumda kaldı. Acemice hazırlanmış bir senaryo ile ‘Suriye’ye NATO desteğinde bir saldırı’nın alt yapısını oluşturmak için’ sahnelenen ‘Suriye doğumlu Salih Neccar’ provokasyonu, öncelikle Washington’dan döndü. ABD başkanlık sözcüsü ve Dışişleri sözcülerinin olaydan bir gün sonra ‘Olayın failleri hakkında yapılan açıklamalardan tatmin olmadık  beyanları ‘birşeylerin yanlış gittiğini’ gösteriyordu. Yanlış giden açık bir biçimde ‘tereciye tere satma’ girişimiydi. Suriye olayına şu anda açık bir savaş yoluyla katılmak istemeyen ABD’yi ‘bu yolda yapılan bir sahte bayrak operasyonunu’ ile yönlendirme girişimiydi.

            Siyasi yenilgi, askeri yenilginin zemini olabilir.

Türkiye Dışişleri son yılların en güç günlerini yaşıyor. Suriye’de 4 yıldan beri uygulanan Esad’ı devirme projesi Uluslararası arenada açık bir yenilgiye dönüştü. Türkiye 4 yıl öncesine göre bakıldığında tüm komşu ülkeler ve uluslararası ittifak unsurları ile ters düştü. Kritik Rus uçağını düşürme hareketi ile tavan yapan dengesiz ve provokatif dış politika girişimleri ülkeyi çok ciddi bir siyasi bir çöküşe sürükledi. Suriye’de yıkılacağı ileri sürülen Esad rejimi ve ordusu son yıllardaki en güçlü pozisyonuna yükselirken, ortada mevcut olmayan Kürt Koridoru askeri ve uluslararası bir gerçek haline geldi.Uluslararası alanda her sözü ‘ihtiyat kaydı ile’ dinlenecek bir Türkiye yönetiminin bu çıkmazdan kurtulması kolay görünmüyor.

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

 

Rus Medyası ; ‘Türkler göründükleri kadar korkunç değiller’

              Sınırın ötesinden nasıl bakıyorlar;

             Türkiye’nin 200 metrelik Suriye işgali ! 

Türkiye’nin çalkantılar içindeki dış politikası, özellikle Suriye ve Rusya gibi rakip güçler tarafından fazlaca ‘etkili’ bulunmuyor.Suriye ve Rus medyasında daha çok ‘sınırdan terör örgütlerine militan geçirme’ yönüyle eleştirilen Türkiye, ‘Suriye’de kara savaşı’,Suudi Arabistan ile ortak Suriye işgali gibi iç politika amaçlı söylemleri nedeniyle ise hafife alınmaya başladı. Rus medyasında dün yer alan bir haberde bir gurup Türk askerinin yüzleri kamuflaj boyalı resimlerini kullanarak ‘Türkler göründükleri kadar korkunç değiller’ başlığını kullanıp,’Türkiye’nin dış politikada büyük iddialar içeren açıklamalarına karşın Halep çevresinde Suriye ordusu ve Kürt Birliklerinin ilerlemesine karşı fazla bir askeri tepki gösteremediği ileri sürüldü. Türkiye’nin bir tabur düzeyinde bir kuvvetle Kürt Kantonu Afrin içinde 200 metre sınırı geçerek siper kazdığını iddia eden Rus kaynakları,’Bu kadarlık sınır ihlaline Suriye devleti bile fazla bir itirazda bulunmadı’ diyerek Türkiye’nin hareketsiz kaldığı imasında bulundular.

      Kuşatılmış Militanlar yardım istiyor ama..

Türkiye’nin Suriye sınırını 200 metre geçerek buldozer ve inşaat ekipmanları ile siper kazmasının Dünya medyasında ‘Türkiye’nin savaş hazırlığı olarak servis edildiğini’ söyleyen Rus kaynakları ‘gerçekte 5 gün önce Suriye Ordusunun Halep çevresinde Alevi kenti Zahra’yı ele geçirerek Cihadistlerin Türkiye ile bağlantı ve destek yollarını kestiğine dikkat çekti. Kuşatma altında kalan Cihadçı örgüt militanlarının Türkiye’den yardım istediklerini ancak Türkiye’nin sınra 7 km mesafedeki Aazaz kenti çevresini topçu ateşine tutmakla yetindiğini yazan Rus gazeteleri, Aazez kentinin Suriye Ordusundan ve Halep’te kuşatılan Cihadi militanlardan çok Kürtler açısından önemli olduğunu kaydediyor.

       Sadece iki Suudi uçağı İncirlikte      

Türkiye’nin Dünya medyasında da yer bulan ‘Suudi Arabistan ile ortak hava-kara harekatı’ söylemininde boş çıktığını yazan South Front, İncirlik üssüne sadece iki Suudi Arabistan uçağının indiğini belirtti. Rus Askeri İstihbarat Think Tankı; Türkiye’nin Suriye’deki ‘savaş alanında meydana gelen hızlı değişikliği’ okuyamadığını vurguluyor. Şu anda Türkiye’nin iki seçeneği kaldığını bunların ya çok büyük bir savaşı göze almak yada Halep çevresinde kuşatma altına alınan Cihadçı güçlerin Suriye Ordusu ve Kürt birlikleri tarafından yok edilişini seyretmek olduğunu belirten South Front; Türkiye’nin akılcı olmayan bir savaş yoluna girmesi durumunda bölgede çok güçlü duruma gelen Suriye ordusu ve Rus Hava Kuvvetlerini bulacağına işaret ediyor.

LondraPosta- Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘Cihad ihracı TİKA ve SADAT şirketleri üzerinden’

DEVRE ARASI

Suriye’de B.Esad’ın dış politikası bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyordu.

Bu politika İsrail, ABD ve Batı ülkelerinin, bazı Arap ülkelerinin ve Türkiye’nin de Suriye’de kirli planlar ve komplolar düzenlemesine yol açtı.

ABD yönetimindeki bu güçler jeopolitiği nedeniyle mezhepleri de kışkırttılar, verdikleri türlü destekle Suriye’yi ele geçirmek üzere dünyanın dört yanından bölgeye getirdikleri paralı askerlerden oluşan ve İŞİD, El Nusra  gibi radikal örgütler halinde organize edilmiş bir ordu ile çok kanlı bir vekâlet savaşı yürüttüler.

Sonra Rusya, Vekâlet Savaşı’na siyasal bir çözüm getirilmesini sağlamak üzere Suriye’de bir cephe açtı.

Terörün alt edilmesi ardından yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasını,

Suriyelilerin ülkelerinde nasıl yaşamak istediklerini kendilerinin müzakere etmelerini,

Alınan bağlayıcı kararın ise BM merkezinde  adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statüye ve yeni bir uluslararası hukuka güncelleştirilmesini amaçladı.

*

Şimdilerde ABD ve Rusya da başta olmak üzere uluslararası camia  ‘bekle gör’ politikası izliyor.

Hep birlikte, 2017’de ABD’de yeni Başkan’ın izleyeceği siyaset bekleniyor.

İşte partilerin başkan adaylarını seçtikleri ön seçimler başlamıştır.

Şimdi eyaletlerin büyük bir kısmının aynı anda delege seçecekleri 1Mart/Süper Salı, ardından finale kalacak isimler…

Demokrat Parti’nin iki adayından biri Hillary Clinton, dış politikada ABD’nin daha pro-aktif bir dış politika izlemesi taraftarıdır.

İsrail ile bağları onarma isteğinde olup İran’la nükleer anlaşma şartlarının kuvvetlendirilmesi gereğini savunuyor.

Suriye’de Kürtlerin IŞİD’e karşı silahlandırılması gerektiğini savunsa da, uçuşa yasaklı bölge kurulmasını destekliyor.

*

Değişim arayan demokrat seçmenler ise bir sosyalist Yahudi olan Vermont Senatörü Bernie Sanders’e göz kırpıyor.

Sanders’ın İsrail ile ilişkiler konusunda liberal sayılan J-Street çizgisinde ve bağımsız Filistin devleti kurulmasından yana olduğu biliniyor.

J-Street arkasında sadece liberal ABD Yahudilerinin maddi desteğini değil Suudi Arabistan, İran ve radikal solun da desteği ile kurulmuş ve amacı seçilmiş İsrail liderleri ile ABD yönetimi arasındaki geleneksel sıcak ilişkileri bozmak olan bir örgüttür.

İsrail ve Yahudilik için en tehlikeli düşmanlara bile kalkan vazifesi yükleniyor.

O yüzden Sanders, Ortadoğu’nun sorunlarını Ortadoğulu devletlerin çözmesinden yanadır.

Suriye’de uçuşa yasaklı bölgeye ve muhaliflerin silahlandırılmasına da karşıdır.

*

Cumhuriyetçi adaylar arasında en çok tartışılan isim Donald Trump, gerek iç politikada gerekse dış politikada uygulanması hayli güç fikirler ortaya atıyor.

Müslümanların ülkeye girişinin geçici olarak da olsa engellenmesi çağrısı yapıyor.

“Bombalarla IŞİD’in canına okumak” tan yana olan Trump, orduyu kimsenin dalaşmayı göze alamayacağı kadar güçlendirerek Amerika’yı yeniden büyük bir devlet yapmayı vaat ediyor…

*

Cumhuriyetçi bir diğeri Teksas Senatörü Ted Cruz ise dış politika da şahin çizgi izliyor.

Suriye’de Beşar Esad’ın iktidarda kalmasından yanadır ama bir dönem cihatçıların temizlenmesi için Suriye’nin bombalanarak dümdüz edilmesi önerisiyle hatırlanıyor.

*

Sıradaki diğer Cumhuriyetçi aday Florida Senatörü Marco Rubio ise Suriye’de Esad rejimine yönelik askeri müdahale taraftarıdır.

ABD’nin dış politikasında daha müdahaleci bir çizgi izlemesini savunuyor.

Seçildiğinde sadece İran’la nükleer anlaşmayı iptal etmekle kalmayıp, yeni yaptırımlar da uygulayacağını söylüyor.

Batı Şeria’yı Judea ve Samara olarak tanımlıyor, Judea ve Samara: İsrail’in 1967 savaşı sonrasında Ürdün’den kopardığı Filistin toprağı Batı Şeria’nın vaadedilmis topraklar söylemindeki karşılığıdır…

*

ABD’nin yeni Başkan’ı beklenirken asgari müştereklik sağlanmış kimi gelişmelerde de yarını belirleyecek  tohumlar atılıyor.

Fransa, İsrail’e Ortadoğu barış sürecinin yeniden başlatılması için Haziran ya da Temmuz’da üç aşamalı bir uluslararası konferans düzenlenmesi önerisini sunduğunu bildiriyor.

Üç aşama: Filistin ile İsrail yetkilileriyle istişare etmek, Filistinliler ve İsraillilerin katılmayacağı uluslararası Filistin sorununu barışçı müzakerelerle çözümlenmesini destekleyen ülke guruplarıyla  toplantı düzenlemek ve Paris Barış müzakereleri konferansının düzenlenmesidir.

*

İsrail Başbakanı B. Netanyahu’nun Fransa’nın uluslararası konferans davetini inceleyeceği,

Filistin Devlet Başkanı M.Abbas’ın da, Fransa’nın barış süreci konusundaki girişimlerini desteklediği bilgisi geçiliyor…

İsrail-Filistin arasında Fransa’nın arabulucuğu, bir süre sonra İsrail’in çevresi ülkelerde de barışın ciddî olarak aranmaya başlayacağını gösteriyor.

*

Bu sırada Cenevre’de yapılması beklenen Suriye müzakerelerinin 25 Şubat’ta Montrö’ye alındığı açıklanıyor.

Müzakerelerin anılan tarihte yapılmasının bir garantisi yoktur ama Rusya ve ABD’nin Cenevre’de yürüttükleri görüşmelerde Suriye’de şiddetin sona ermesiyle ilgili bir belge üzerinde anlaşmaya varıldığı belirtiliyor ve ateşkes sağlanmasına yönelik umutlar artıyor.

Ne ki, Dışişleri Bakanı S.Lavrov’un, Rusya’nın eşi görülmemiş bir enformasyon propagandasıyla karşı karşıya olduğuna ilişkin şikayeti,

Yeniden Suriye’de devam eden vekâlet savaşının kirli yüzünü öne çıkarıyor…

*

Dünya kamuoyu Suriye krizinin dünya güçlerini karşı karşıya getireceği bir savaşa mı götürdüğünü tartışıyor.

Savaş ihtimalini Türkiye’nin Ankara saldırısını karşılıksız bırakmayacağı, Kuzey Suriye’deki kırmızı çizgisini ihlal ettirmeyeceği yönündeki düşünceler daha da artıyor.

Ancak ABD ve Rusya, Türkiye’nin askeri çatışmaya girme olasılığına ihtiyatla yaklaşıyor, çünkü bir ihtiyatsızlık halinin Suriye’den Ortadoğu’ya siyasi çözüm umudunu sıfırlayacağı biliniyor.

Ya? Türkiye’de Suriye’deki savaşını diğer aktörler gibi vekâlet yoluyla sürdürüyor…

Başbakan A.Davutoğlu “PKK, PYD ve YPG Kürtlerin temsilcisi değil, Rusların paralı askerleridir” biçimli savaş naraları atıyor.

Türkiye sınırına yakın noktalarda YPG’nin de bileşeni olduğu Demokratik Suriye Güçleri (DSG) mevzilerini obüs ateşine tutuyor.

Obüs desteği ile İslam Birliğinin sürdürülebilir gelişimi, birlik, karşılıklı işbirliği çerçevesinde teknik ve sosyal faaliyetlerde ortak refleksler geliştirmenin koordinasyonu için Başbakanlığa bağlı Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) şemsiyesi altında toplanan,

40 Arap İslam ülkesinden 300’ü aşkın sivil toplum ve yardım kuruluşunun militanları Suriye’ye geçiyor.

*

Milli İstihbarat Teşkilatı istihbaratın, emniyetin olduğu kadar Türkiye dışında ne kadar cami, Türk derneği, hastanesi, şirketi, okulu, vakıfı varsa bunların esas kurucusu, örgütleyicisi ve yöneticisidir.

TİKA ise MİT’in bu omurgası üzerinden beş kıtada bir ağ halinde yayılmış ve İslamcı örgütlemeye katkı sağlamaktadır.

Bazıları İŞİD, El Nusra gibi radikal örgütlere eleman yetiştirmek amacıyla propaganda, örgütleme ve eğitim faaliyetleri yürütüyor.

Amerika, Asya, Avustralya ve Avrupa kıtalarından  Suriye ve Irak’a getirilen militan, silah,savaş araçları ve ekipmanların akışını TİKA’ya bağlı yapılar sağlıyor…

Suriye ve Irak’ta kâh IŞİD, El Nusra gibi terör örgütleri, kâh Özgür Suriye Ordusu operasyonlarına destek olunuyor.

Ya da AKP hükümetinin hazineden finanse ettiği, AKP zihniyetine bağlı emekli askerlerin kurduğu, “Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi” (SADAT) adı altında faaliyet gösteren kontragerilla kurumu militanları da Suriye’ye geçiyor.

SADAT özel bir savaş kurumudur ve Kürt hareketinin bulunduğu dört parçada savaştırmak amacı ile toplanan IŞİD, El Nusra gibi çetelere ve kimi dinci kontralara kontrgerilla eğitimi veriyor.

Her türlü silahın kullanılmasını öğretiyor, gayri nizami harp yapmak üzere askeri operasyonları düzenliyor ve koordine ediyor…

Başkan Obama telefonda görüştüğü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sırtını sıvazlıyor, “Türkiye’nin meşru müdafaa hakkına saygılıyız” diyor.

Ama hem ABD, hem Rusya Türkiye’nin Suriye sınırlarının bütünlüğüne yönelik provokatif saldırılarını izliyor ve  gözlüyor.

Çünkü bir yanda kurumlaşmış bölücü Kürt terörü, öte yanda AKP’nin panİslam zihniyetinde devlet yapılanmasında kurumlaştırdığı örgütler ve bir ticari kurumun terörü beslemesi ve bir adım sonrasının bölgesel boğazlaşmak olduğuna aldırmayan AKP iktidarının bu suretle sonuna yaklaşmakta olması işlerine geliyor…

AKP yeni Türkiye’nin mimarıdır ve yeni Türkiye’nin temeli çöküyor…

Ve Cihatçıların Halifesi yine atmakta,tutmakta, asmakta,kesmekte, gürlemekte sınır tanımıyor.

“Geldiğimiz yer artık meşru müdafaa durumudur. Her yerde gerekli gördüğümüz operasyonu yapma hakkımız var. Nefsi müdafaa konusunda karşımıza kim çıkarsa onu terörist sayarız. Türkiye, angajman kurallarını sadece kendisine yönelik fiili saldırılardan çıkarıp, PYD ve IŞİD başta olmak üzere her türlü terör tehdidini kapsayacak şekilde genişletme hakkını kullanacaktır. Suriye’de, Irak’ta, Filistin’de, Ukrayna’da ve dünyanın çeşitli bölgelerindeki hiçbir mağdurun,mazlumun canı Batı ülkelerindeki insanların canından kıymetsiz görülemez” ifadesiyle yeni bir İslami Cihad çıkışı daha yapıyor.

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar

21.2.2016

Londra ‘kıyamet silahı’na karşı ayakta

    Londra Kıyamet Silahı’na karşı

İngiltere Parlamento’sunda önümüzdeki ay görüşülecek olan ‘trident’ nükleer denizaltı projesi tartışmasına şimdiden protestolar başlıyor. İngiltere’nin en eski Nükleer Silahlanma Karşıtı kitle örgütü CNA tarafından organize edilen gösteri ve protestolara ;İngiltere çapında milyonlarca protestocunun katılması bekleniyor. 19 Şubat Günü Londra Üniversitesine bağlı Friends House salonlarında yapılan 27 Şubat Ulusal Protestosu hazırlık toplantısına İngiltere’nin Savaş ve Nükleer silah karşıtı kitle örgütlerinin temsilcileri ,yazar ve gazeteciler katıldılar.

Yazar Tarık Ali, Guardian gazetesi yazarı Richard Norton Taylor, CNA Başkan Yardımcısı Bruce Kent, Genel Sekreter Kate Hudson, Stop The War Coalition dan Lindsay German ve Ulusal Öğrenci Sendikası’ndan Shelly Asquish’in katılıp birer konuşma yaptıkları mitingde Trident Nükleer Denizaltı Projesinin durdurulması için parlamento ve kamuoyunda yapılan çalışmalar anlatıldı. CNA Başkan Yardımcısı Bruce Kent yaptığı konuşmada; ‘Hükümet bir yandan İngiltere’nin karşısındaki en büyük tehdit El Kaide ve IŞID terör örgütüdür diyor, bir yanda da teröristlerle mücadelede hiç bir anlamı olmayan Nükleer silahlanmaya halkın parasını yatırıyor. 100 milyar sterlinden daha fazla bir harcama gerektiren Trident denizaltılarını kime karşı kullanacaksınız. Bu silahları kullanmak Dünya’nın sonunu getirir’ dedi.

Gazeteci Richard Norton Taylor da konuşmasında Trident Nükleer Denizaltı projesinin Geçmişte Soğuk Savaş Döneminde NATO nun Nükleer sistemi olan Polaris füzelerinin yerine Thatcher döneminde getirildiğini ve bugün artık üçüncü kuşak trident sisteminin tartışıldığını kaydetti. 30 Yıl içinde toplam olarak 130 milyar sterline mal olacağı belirtilen bu sistemin bugünün esas tehdidi olan Terör ve Siber Terörizme hiçbir etkisi olmayacaktır diyen Norton, kamuoyunda çok büyük tepki oluşturan trident projesinin gerçekleşmemesi için sokak gösterilerinin önemli bir uyarı olduğunu vurguladı.

   Hiroşima’nın 8 katı gücünde 40 savaş başlığı taşıyor

Muhafazakar parti tarafından 1985 yılında kabul edilen Trident Nükleer Denizaltıları İskoçya’da üretiliyor. Şu anda aktif olarak devriye gezen bir Trident denizaltısı yanında üç denizaltı İskoçya kıyılarında bulunuyor. İskoçya Nationalist Partisi’nin karşı çıktığı ve durdurulmasını istediği Trident Projesi şu anda İngiltere’nin nükleer silahını temsil ediyor. Önümüzdeki ay içinde Muhafazakar Hükümetin geliştirilmesi için Trident 2 teklifi olarak parlamentoya getireceği sistem tam bir kıyamet silahı yaratmayı hedefliyor. Herbiri nükleer başlık taşıyan 40 füze ile donatılacak denizaltıların 2030 yılına kadar toplam maliyetlerinin 130 milyar sterlin olacağı belirtiliyor. 27 Şubat Günü Trident nükleer denizaltı projesine karşı Londra’da geniş çaplı bir kitle gösterisi düzenlenirken, İngiltere ve İskoçya’nın değişik kentlerinde milyonlarca kişinin protestolara katılacağı bildiriliyor.

Mahir Tan     LondraPosta-Londra

 

 

 

Suriye’li Kürt bombacı ‘yapıştırma mı’ ?

 

                  Devlet – Milis örgütü savaşı

Ankara ve İdil’de 28+8 sivil asker yurttaşımızı kaybetmemiz, bir yanda sinir bir yanda da moral bozucu etkiler yarattı. Halkımızın önemli bir kesimi ‘böyle bir yönetimin getirdiği sonuç’ olarak bakıyor olaylara. Seçim sonuçları ile sınırlandırılamayacak kadar yaygın bir düşünce bu. Sivil ve asker ‘yönetimin’ olaylardan çıkardığı sonuçlara bakılırsa bu düşüncenin sahipleri ‘sıçramalarla ilerleyen bir siyasi atmosferde’ yakında hakim güç haline gelme istidadı gösteriyor. Ne var ki; sadece deprem olacağını hissetmek yeterli olmayabilir. Deprem sonrasındaki kaos ve felaket ortamında ne yapılacağını bilmek ve ona hazırlık yapmak gerekir.

PKK nın Kandil yöneticilerinin yaptığı açıklamalar Ankara’da Genel Kurmay önündeki patlamaya ‘üstü kapalı’ olarak sahip çıkıldığını gösteriyor. Diyarbakır-Şırnak-Cizre çatışmalarında çok ağır bir fatura ödeyen PKK nın Kandil liderlerinden Cemil Bayık ve Murat Karayılan’ın ‘intikamını misliyle alacağız’ diye  tv ekranları ve internet sitelerinden ilan ettiği bir saldırı oldu.

Ankara Saldırısını bir Terör olayı olarak görüp lanetlemek yeterli midir ?

Terör,apaçık ortada duruyor.Bu olayın gerçek boyutu ise ‘terör’ kavramı ile sınırlandırılamayacak bir tür savaşın parçası olması. Türkiye’de devlet ile ayrılıkçı bir milis örgütü olan PKK arasında bir savaş yaşanmaktadır. Artık bir toplum olarak da içinde yer aldığımız Orta-Doğu’da bu tür savaşların onlarcası fiilen devam ediyor. Kentlerde Terör bombaları, açık arazide yol bombaları, pusu ve baskınlar, milis örgütlerinin savaş araçlarıdır. 17-18 Şubat günlerinde Ankara ve İdil de yaşananlar tam olarak bunlardır.

                CİA ve MI5 önleyebildimi ?

Terör örgütlerinin yada silahlı milis örgütlerinin siyasi,etnik yada dinsel kökeni, kullandıkları yöntemler bakımından tali bir unsur. Ankara’da Genel Kurmay önündeki saldırıyı IŞID yapsa da aynı yöntemi kullanabilirdi. Sınırlarımızın biraz ötesinde 5. yılına giren Suriye savaşında Suriye Ordusuna karşı IŞID,El Nusra ,Ilımlı Muhalifler ve  benzeri örgütler yüzlerce kez yollara bomba döşediler ,karargahlarda,bakanlıklarda bomba patlattılar. IŞID örgütünün Irak ve Suriye ordusuna karşı kentlerde yürüttüğü savaş esas olarak canlı bomba yada araba bombalarına dayanıyor. Irak’ın Ramadi kenti içinde yapılan son savaşta IŞID’ın bir günde 27 canlı bomba kullandığı biliniyor. Terör örgütleri ile savaşım halinde olan ülkelerin istihbarat örgütleri de bu tür olaylara engel olamıyor. Terörü ABD,İngiltere, Fransa gibi Dünya’nın en gelişmiş istihbarat örgütleri bile ‘olay öncesinde’ durduramadılar.IRA, Londra’da Başbakanlık binasını havan ateşine tuttu. Brighton’da Başbakan’ın konuştuğu binayı yerle bir etti. ABD de  İkiz kuleler, Londra’da metro katliamı ve son olarak Paris katliamı bazıları ‘polis takibi altındaki’ teröristler tarafından yapıldı.

             ‘Suriye doğumlu ‘ terörist ‘ yapıştırma mı ?

Ankara’da 28 insanımızın yaşamına mal olan saldırının bir PKK eylemi olduğu artık net olarak ortada. PKK şeflerinden Bayık’ın yaptığı açıklama ile ‘zımnen üstlenilmiş’ görünen saldırı, Hükümet bakanlarının ve Başbakan Davutoğlu’nun açıklamaları ile ‘doğrudan doğruya bir dış politika aracı’ biçimine dönüştürüldü. Bu sonuç için kullanılacak bir ‘Suriye doğumlu intihar bombacısı’ var.  Şu ana kadar yapılan açıklamalara bakılırsa bu kişi henüz bir ‘parmak izinden’ ibaret. Dünya’da olaydan sadece üç saat sonra ismi açıklanan ilk ölü terörist olan bu kişilik ,Ankara eylemine ya PKK tarafından yada işin içine Suriye-Rusya  kokusu katmaya çalışan güçler tarafından ithal edilmiş görünüyor. Bu ‘kolaj’ ın, PKK tarafından yada Suriye’ye saldırma hevesi ile yanıp tutuşanlar tarafından yapılması pek önemli bir fark yaratmayacaktır gerçekte. Halep’te bir semtin adı olan Neccar adını taşıyan ve sınırda beyana dayanarak doldurulmuş bir hüviyet de ‘olay yerinde düşürülmüş’. Bu hüviyetin herhangi bir çatışmada veya olayda öldürürülmüş birisine ait olup olmadığını ise öğrenmek pek kolay değil. PKK açısından artık iyi bilinen bir gerçek var; Türkiye’de ‘Kürdistan’ yaratmak, ancak ve ancak Türkiye’nin katılıp kaybedeceği bir uluslararası savaş ile mümkün. Türkiye’yi bir ‘İbrahim milleti’ ülkesine çevirmek isteyenler için de ‘tek çare’ ülkeyi boyundan büyük maceralara sokup ordusunu yok ettirmek.. Cehenneme giden tek bir yol var nasılsa..

Mahir Tan           LondraPosta-Londra 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Cinayeti Gördüm

CİNAYETİ GÖRDÜM

17 Şubat’ta Ankara’da, Genelkurmay karargâhlarının bulunduğu kavşakta, askeri personel taşıyan servislerin kırmızı ışıkta beklediği bir sırada bombalı araçla saldırı düzenlendi.

20’si rütbeli 28 kişi can verdi…

18 Şubat’ta Diyarbakır-Lice karayolunda mayın araması için görevlendirilen konvoya, bölücü terör örgütü mensubu teröristlerce daha önce yerleştirilen  patlayıcı patlatıldı.

6 asker can verdi…

Şırnak- İdil’de PKK’nın düzenlediği silahlı saldırıda 1 asker ile 1 polis daha…

*

Her terör saldırısında olduğu gibi yine Aksaray’da, Çankaya Köşkü’nde ve Genelkurmay’da güvenlik zirveleri yapıldı.

Oysa 80 ve 90’lı yıllardan beri terör konusunda tamamen güvenlikçi bir yaklaşım uygulamasıyla terörü oluşturan sosyoekonomik, sosyokültürel, uluslararası ilişkiler gibi etmenlerin ortadan kaldırılamadığı,ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanamadığı çok açıktı.

Üstelik demokratikleşme de yanlış uygulanıyordu.

*

Ankara’daki saldırının askeri karargahların hemen dibinde yapılmış olması çok düşündürücüydü.

Ama bir süre önce Fethullah Gülen’in, TSK’ya karşı bazı tavır ve davranışlarını eleştirenlere verdiği,

“Aralarında olan vicdanlı ve demokrat kişiler hatırına darbe dönemlerinde bile düşmanca yaklaşmadım ve toptancı bir şekilde yıkıcı eleştirilerde bulunmadım.

Kötü ihtimallere tarihin dersi ve sosyopolitik realitelerin ışığı ile bakıyorum.

O nedenle  iyimserliğime, Ergenekon davalarının demokrasi yanlısı subay çoğunluğu olmasa açılamayacağı ve devam edemeyeceğini şahid olarak gösteriyorum” ifadesini hatırlayanlar şaşırmadılar…

*

Türkler, Sevrés Anlaşması’nın şartlarından Türkiye Cumhuriyeti ulusal devletini kurarak çıktıklarında:

Devletin temellerini Doğu ve Batı arasında yaşanan eski ve yeni çatışmasının çözümlemesiyle oluşturmuştu.

Bağımsız Türkiye her alanda devrimlerle yeni bir zihniyete doğuyor, bir vesayetin reddedilmesiyle bir diğer vesayet reddediliyordu.

Batılı bir demokratik düzen, ulusun iradesine ve onu gerçekleştirecek lâik hukuk düzenine dayandırıldı ve kurumlar geliştirildi.

Türkler çağdaş medeniyet hedefiyle insanlığın müşterek medeniyetine ortak oldular.

Lâik hukuk düzeni, cehalet ve hurâfelere dayanan irticaî kesimler ve ulus devleti bölmeye yeltenenlerle mücadele etmenin koruyucusuydu.

Devrimin din özgürlüğünü sınırlaması ise irticaî görüşlerin devlet hayatı, sosyoekonomi ve sosyokültürel yaşam üzerindeki müdahalesini önlemek adına yapılıyordu.

*

Ama bir süre sonra Doğu’nun Ortaçağ zihniyetinden kurtulma cehdi olarak “Batı medeniyeti bir bütündür ancak bütünlüğü ile alınabilir, bu kesin karardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana genel olarak kabul edilmiş prensip budur” düşüncesine rağmen,

İslam’ın manevi üstünlüğünden hareketle Batı’dan alınacak bir şey olmadığı, yalnızca teknik iktibaslarla yetinilmesini gerektiği düşüncesinin yeşermesine göz yumuldu.

*

Batı’dan alınacak bir şey olmadığı irticaî  görüşü, Cumhuriyet Devletini Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri saydı.

Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle, dertleri Batı’ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalıydı!

“İslamiyet üstündür” fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddettiler.

Türkiye’nin  Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup  serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü hiç bir zaman benimsemediler…

*

Nihayet ABD, Ortadoğu’da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta müttefiki Türkiye’nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullanmaya karar verdi.

Müştereken neoliberal pazarların güvenliği için sosyo-politik olarak milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halkın tepkisini kışkırttılar.

Yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları, medyası ve kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak,

Bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında Cumhuriyet devleti ve rejimini yeniden yapılandırdılar.

Osmanlıcılığın “sınırlar içinde yaşayan herkes ırk, din, dil ayrımı olmaksızın eşittir” ve  İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir” sentezini uygulamaya başladılar…

*

Ellerinin çok güçlendiği bir sırada Çözüm Süreci başlattılar.

O günün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin bir grup toplantısında konuşuyordu.

“Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; “bölünürüz, parçalanırız, dağılırız” hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Yaptığımız hangi reform Türkiye’yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye’nin dağılmasına sebep oldu?” diyor,

Bir başka korku aracının da “irtica korkusu” olduğuna işaretle, 150 yıldır milletin değerlerine sahip çıkmasına, inançları yaşamasına  irtica gelir korkutmasıyla karşı çıkıldığını söylüyordu…

*

Erdoğan o gün grupta konuşurken, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt vatandaş, merkeziyetçi yönetime karşı çıkan HDP çatısı altında, tüm kitle örgütlerinde ve yerel yönetimlerden  en ücradaki evlerde kadar örgütlenmişti.

Seçimle işbaşına gelinmiş Diyarbakır, Mardin, Van gibi  büyükşehirlerde etnik, kültürel  faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşasına başladılar.

Petrol ürünleri ve bakır, kalay, krom gibi önemli madenlerin ve Karakaya, Atatürk, Keban gibi büyük barajların, hidroelektrik santrallerinin işletilmesinde karar sahibi olmak ve gelirlerinden asgari yüzde 20’lik bir pay talep ediyorlardı…

*

Avrupa Komisyonu’nun Sivil Toplum kuruluşlarının işleyişlerini engelleyen yasal çerçevenin değiştirilmesi talebi doğrultusunda Demokratik Toplum Yasası’nın çıkarılmasını dayattılar.

Böylece mali ortamın,özel bağışlar ve sponsorlara yönelik vergilerin ve teşviklerin, kamu fonlarının, hibelerin, vergi muafiyetlerinin ve kamu yararı statüsünün yeniden belirlenmesini,

Ardından kendi sivil toplum kuruluşlarının isteklerini duyuracakları ve politika yapımında yer alacakları katılımcı mekanizmaların oluşmasını istediler.

Diğer tarafta Demokratik Toplum Kongresi ise Kürdistan halklarını; kendi statülerini kendi özgüçleri ve özgün siyasetleriyle, gerektiğinde silahla gerçekleşen halk devrimi vasıtasıyla,

Türkiye’yi açığa çıkan iradeyi tanımaya, esas almaya ve  halkın Cumhuriyet devletini Kürt halkının haklarını tanıması için baskı kurmaya çağırıyordu.

*

Bir yanda kurumlaşmış bölücü Kürt terörü, öte yanda AKP’nin panİslam zihniyetinde devlet yapılanmasında kurumlaşması ve bir adım sonrasının boğazlaşmak olduğuna aldırmayan Recep Tayyip Erdoğan;

Şimdilerde İslam Birliği vizyonunun bir vadede tasfiye edilecek oluşu ve Ortadoğu’da her attığı adımda yenilmenin sonucu düştüğü yalnızlığın öfkesini yaşıyor.

Suriye’ye düşman diplomatik hareketlerle terörü desteklemek, yaşanmakta olan insani durumu ticarete dönüştürmek ve her tarafına bulaşan kanla itham ediliyor…

*

Bu noktada  YCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da bir paragraf ayırmak gerekiyor:

Kılıçdaroğlu, bir Kurtuluş Savaşı birikiminde Türk Milletinin hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığı içermeyen bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterli Cumhuriyet Devletinin idealist taahhütlerini CHP’den tasfiye etmenin,

Atatürkçü Düşünce Sisteminden gelen, ilişkilerinde yazısız kurallar ve geleneklerde yapısallaşmış ve kurumlaşmış, Kemalist tutarlılıkta davranış birliği içinde katılımcı, özgür insanlarıyla CHP’nin İl ve İlçe örgütlerini politikanın tüm alanlarından uzaklaştırmanın ihaneti üzerinde oturuyor.

Yerine adam satmacılıkla kendini gösteren bir felsefe ve geleneğin kararlılığında oportunist bir sosyal demokrat harekete yönelmiş;

Bu suretle Türk Ulus Devletinin AKP Devletine dönüşmesine göz yumarken, bir ortaoyununa dönüşen Türk siyasetinin bir tarafı olmakla teröre de işbirlikçi oluyor.

 

Terör sorunu Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve Genelkurmay odağından soruşturulmadıkça çözülmeyecek ve Türkiye zihnen bölünmüş olmanın dışında fiziken de bölünecektir…

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar  19.2.2016