ABD-Fransa ; Libya savaşı yeniden

  Biri bitmeden öbürü de başlar

İngiltere Parlamentosu Partilerarası Karma Dışişleri Komisyonu yeni bir tartışmanın içine daldı; Libya’da yeni bir savaş için ABD ve Fransa ile ortak askeri birlik gönderip göndermeme. Geçtiğimiz ay içinde ABD ve Fransa öncülüğünde başlatılan ‘Libya’da anti-Daesh askeri koalisyon’ hazırlıkları için yapılan Roma konferansı sonrasında İtalya’nın olumlu cevap vermesi üzerine gözler İngiltere’nin vereceği karara çevrildi. 12 Şubat günü Parlamentoda yapılan Dışişleri Komisyonu toplantısına katılan İngiltere’nin Libya Büyükelçisi; ‘Daesh’in Sirte kentinde başlayan egemenliği sonrasında Suriye ve Irak’ta toprak kaybeden terör örgütü militanlarının Libya’ya sızdıklarını ve Libya’da hızlı bir güçlenme sürecine girdiklerini’ söyledi. İngiltere Savunma Bakanlığı tarafından yapılan konuya ilişkin açıklamada; Libya Birlik hükümeti (yeni kurulan hükümet) ile Daesh karşıtı mücadele için askeri birlik gönderilmesi konusunda anlaşmaya varıldığını ancak mevcut parlamentonun bu anlaşmayı onayalamdığı bildirildi. ABD ve Fransa’nın başını çektiği Libya’ya askeri müdahale koalisyonunun 6 bin kişilik bir özel operasyonlar birliğini göndermeyi planladığı,İngiltere’den ise 1000 kişilik bir özel kuvvet istendiği bildirildi.

  DAESH Libya’da militan devşiriyor

Libya’da Bingazi ile Trablus arasındaki sahil şeridinde Sirte kenti merkez olmak üzere yerleşen IŞID’ın bir yandan Suriye ve Irak’tan militanlarını Libya’ya taşıdığı bir yandan da Libya ve Kuzey Afrika ülkelerinde Suriye ve Irak için asker topladığı belirtiliyor. Libya’da dağınık ve örgütsüz Hükümet güçleri karşısında hızlı bir biçimde güçlenen IŞID’ın Sirte çevresinde 3000 kadar militanı olduğu ancak yerel aşiretler ve silahlı milis güçleri arasında çok sayıda sempatizanı bulunduğu kaydedildi.

ABD ve Fransa’nın başında yer aldığı Anti-Daesh Libya Koalisyonu’na İtalya katılmayı kabul ediyor. İtalya ve Fransa’nın Libya sahil şeridinde mutlaka etkili bir hükümetin egemen olması için askeri operasyona hazırlandıkları yetkililşer tarafından açıklandı. Fransa ve İtalya, Avrupa’ya yapılan ilticacı göç dalgasının Libya’dan 200 mil uzaklıktaki Lambadusa adasına yönlendirildiğini ve bu göç yolunun IŞID tarafından kullanıması halinde Avrupa’nın çok büyük bir terör tehdidi altına gireceğini vurguladılar.

LondraPosta- Londra

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Abdullah Nihat Yılmaz; Kara yumurta

KARA YUMURTA

“Siyah” da diyebilirdim bu yumurtaya. Ama o zaman başlığımız “KARA YUMURTA” değil, “SİYAH YUMURTA” olurdu!  “SİYAH YUMURTA”nın ise gerek okunuşunda, gerek söyleminde, gerek anlam zenginliğinde bir incelik, bir estetik duygusu seziliyor gibi geldi birden.

Vaz geçtim.

Çünkü, bir kere konumuz incelikli, estetik ve hassas bir konu değildi, epeyce kaba ve bir o kadar da bodoslama bir meselin uyarlamasıydı sadece ki, nezaket mezaket gerektirmiyordu pek… Üstelik, kara borsa, kara düzen, kara yüz, kara para… gibi  familyası kararmış bir sürü karanlık işlerin meseli olmağa da teşne idi de…

Ve işte bu yüzden o yumurtaya “KARA” dedim. Ve de başlığımız KARA YUMURTA oluverdi. Ki zaten, laf aramızda, “o yumurta” yı yumurtlayan da, bir tavuk değil, bir karga idi. Hem de öyle ala karga, mala karga değil, hatta vaktiyle  tekerlemelerden ezberlediğimiz;

“Karga karga gak dedi

Çık şu dala bak dedi

Çıktım baktım o dala

Bu karga ne budala!”

 

kabilinden “budala”, tembel, aptal, salak, filan hiç değildi, anasının gözü birşeydi ki, nasıl anlatsam… Yani yeteri kadar kindar, çokça kurnaz, görülmemiş derecede ahlaksız, kalleş kere kalleş, karnı doymaz bir vurguncu, kul hakkı yiyen bir aç gözlü, ağzı bozuk bir küfürbaz, erişilmez bir düzenbaz, güvenilmez bir kimlik… dahası “susuzları suya götürür, su içirtmeden geri getirir” cinsinden bir Sülün Osman! Yahut tipik kere tipik bir Kara karga!

İşte bu “kara karga” demiş ki birgün;

  • “Bakmayın benim bu tepede kara yumurta yumurtladığıma, uçurun beni karşıdaki o yüksek tepeye orada beyaz yumurta yumurtlayacağım ve hepiniz zenginliklere gömüleceksiniz beyaz yumurtalarımla!”

Çoklarının hoşuna gitmiş bu muştu ki, zevkten dört köşe olanların bini bir para…O kadar ki,

içlerinden biri yahut bir kaçı ortaya çıkıp:

  • Sayın kara karga! Sen hiç beyaz yumurta yumutlamış mıydın ki, şimdi böyle bol keseden atıyorsun?

Diye sorduğu bile duyulmamış!

Fakat, ne yalan söyleyeyim, benim aklıma Recep bey geldi birden, Recep Tayyip…Yahu adam  yatıyor kalkıyor;

  • “Başkanlık sistemi getirelim de başkanlık sistemi getirelim!” Diye bastırıyor! “Beni başkan yapın da beni başkan yapın! Ben başkan olmadan olmaz, Türkiye kurtulmaz…bütün sorunları çözeceğim! Ortalıkta dert mert kalmayacak, mala mülke, işe güce kavuşacaksınız… Vatanımız cennte dönecek…Kaşanelerde yaşatacağım sizi, zengin olacaksınız, zengin… Ama önce beni başkan yapacaksınız, ben başkan olacağım!..Başkan, başkan… başkan olacağım!”

Üstelik Recep Tayyip, kara karga gibi  “bu tepede kara yumurta yumurtaladım , kusura bakmayın” gibisinden bile konuşmuyor, hiç özeleştiri yapmıyor. Oysa ortalıkta rüşvetler, yolsuzluklar, aparmalar gırla! On şu kadar yıldır da devam ediyor, dahası her yıl biraz daha üstüne konup konup kabartılıyor…O kadar ki gemi filoları bile taşıyamaz…

  • “Bunların hepsi kara yumurta değil mi bay Kasımpaşalı?

Mesela;

. İstanbul  Belediye Başkanlığından kalma 1 milyarlık dosya, kara yumurta değil mi? Kara yumurta.

. İzmir villaları? Kara yumurta.

. İstanbul Kısıklı apartmanları? Kara yumurta.

. Türgev bağışları? Kara yumurta.

. Ergenekon’un uyduruk mahkemeleri? Kara yumurta.

. 17-25 Aralıktaki suçüstü yolsuzlukları? Karayumurta.

.  Ayakkabı kutularındaki banknotlar? Kara yumurta.

. Odalar dolusu özel kasalar? Kara yumurta.

. Sıfırlanan milyonlar? Kara yumurta.

. Suriye’deki katakullilerin? Kara yumurta.

. Rusya ile  ülkemizi papaz edişin ? Kara yumurta.

. İsviçre bankalarındaki hesapların ve özel bankalarındakiler? Kara yumurta.

. İhalelerdeki yüzdeler? Kara yumurta, kara yumurta ve yine kara yumurta…

Bir de doğru işini bulsaydık dişimizi kıracaktık! Say say bitmiyor ki kara yumurtalarının çirkin kere çirkin kara yüzleri…

Dahası, gazeteler de yaza yaza bitiremediler kirli çamaşırlarını, tam 13 yıldır! Halkın çenesi yoruldu, sayfalar doldu taştı, soru işaretleri uzadıkça uzadı, karmanyola mekanizmaları işledi de işledi…Ve yolsuzluklar ve yolsuzluklar…? Ama, ha! (Pardon, “yolsuzluk”, “rüşvet”, “araklama”  gibi huzursuz kelimeler kullanmayacaktık değil mi? Nemize lazım elin üç yumurtası ile beş keçisi!..)

En iyisi biz kendi meselimize dönelim yeniden. Ne demişti KARA KARGA’mız? “Ben bu tepede hep kara yumurta yumurtladım, amma velakin…”

Evet, KARA YUMURTA

 

         Abdullah Nihat Yılmaz

           12 Şubat, 2016, Londra.

Türker Ertürk’ü yalnız bırakmayız.

Gazetemizin yazarı,Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş ilkeleri ve bağımsızlığımızın en önde gelen savunucularından Em. Amiral Türker Ertürk, bir kez daha mahkeme önünde. 16 Şubat 2016 Tarihinde  İstanbul- Çağlayan Adliyesinde hakim önüne çıklacak olan Ertürk’ e isnad edilen suç; Cumhurbaşkanına hakaret. Türkiye’de medya üzerinde en çok kullanılan ve düşünce özgürlüğünün önünde en büyük engellerden biri olarak dikilen Cumhurbaşkanlığı-Yandaş Adliye ikilisinin bu kez hedefi yurtsever yazar ve eylem adamlarımızdan Em. Amiral Türker Ertürk. Daha önce Başbakanlığı döneminde ‘Başbakan Tayyip Erdoğan’a hakaret etmek suçundan 11 ay hapis cezasına çarptıruılan Ertürk’ün davası halen yargıtay aşamasında bulunuyor. Bu kez ‘Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret suçlamasıyla ‘yargılanacak’ olan Türker Ertürk, gazetemizde yayınlanan son yazısında şunları vurguluyordu;

İktidara yalakalık yapmayarak doğruları yazan insanlarımızı susturmak istiyorlar. Hele yazdıklarınızla ve konuştuklarınızla halkın üzerinde etkinliğiniz varsa, susturma gayreti daha fazla oluyor.

Susturma enstrumanlarından biri de, hakaret davaları. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı hakaret ettiği iddiası ile açılan davaların ulaştığı sayı Cumhuriyet tarihimizin tüm rekorlarını kırdığı gibi, sanırım daha bin yıl dünya rekorunu da kimseye bırakmaz.

Bu kapsamda bizi de susturmak istiyorlar. Önce zamanın Başbakanı Erdoğan’a hakaret ettiğim iddiasıyla dava açtılar, 11 ay 20 gün hapis cezası verdiler dava şimdi Yargıtay’da. Şimdi de; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a” hakaret!

Türkiye ve yurtdışında yayın yapanj değişik medya organları, düşünce özgürlüğü önündeki engelleri prptesto etmek ve Em. Amiral Türker Ertürk’e destek olmak amacıyla 16 Şubat günü saat 10.40 da Çağlayan ‘. Asliye Ceza Mahkemesi önünde buluşmak için bir çağrı yayınladılar. Londra Posta gazetesi olarak Türkiye’nin son yıllarda yetiştirdiği en önemli düşün ve politika adamlarından Em. Amiral Türker Ertürk’ün arkasında olduğumuzu bir kez daha vurguluyoruz.

Em.Amiral Türker Ertürk,’mahkemeler sonrasında’ 24-28 Mart tarihleri arasında İADD nin davetlisi olarak Londra’ya geliyor. Daha önce Londra’da Askeri Ataşe olarak görev yapan Ertürk Londra’da konferans ve etkinliklere katılacak.

LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Kostantinopolis’e doğru..

KONSTANTİNOPOLİS’ E DOĞRU    

Rusya’nın kendi açısından en zorlu bölge olarak kabul ettiği Kafkasya’da:

Boru hatları ve enerji koridorları bölgenin etnik ve toprak sorunlarıyla örtüşüyor.

Boru hatlarının yönü sorunların çözümünde oluşan bloklaşmalarla paralel şekilde gelişiyor.

Batı-Doğu (Bakü, Tiflis, Ankara-Washington) ve Kuzey-Güney (Moskova, Yerevan, Tahran) bloklaşması oluşmuş bulunuyor.

Kafkasya’yı Hazar Havzası’nın stratejik profili belirliyor.

Herşey ABD ve AB’nin Rusya’ya ardarda ekonomik, siyasi ve askeri yaptırım paketleri açtığı,oldukça kritik bir dönemde gerçekleşiyor.

ABD, AB ve Rusya’nın Hazar Havzası ile ilgili stratejileri, Enerji Güvenliği başlığında bölgenin demokrasi, barış ve siyasi istikrarını oluşturuyor…

İşte Rus GazpromBank’a, Vnesheconombank’a, petrol üreticisi Rosneft’e, doğal gaz tedarikçisi Novatek şirketlerine finansal destek sağlanması yasaktır.

Avrupa Parlamentosu’nun kararıyla Gazprom şirketinin Rus gazını Karadeniz üzerinden Avrupa’ya taşımayı hedefleyen Güney Akım projesine ilişkin çalışmalar askıya alınmış,

Japonya ise Çernomorskneftegaza ve Neftebaza adlı şirketlerin varlıklarını dondurmuştur.

Mart 2015’ten beri Azerbaycan doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıyacak Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP), Hazar Denizi’ndeki Şah Deniz Gaz Sahası ve Hazar Denizi’nin güneyindeki diğer sahalarda üretilen doğal gaz vasıtasıyla Kafkasya’yı Orta ve Güney Avrupa ile buluşturmayı öngörüyor.

Güney Gaz Koridorunda Gürcistan-Türkiye hattını kapsıyor, Türkiye sınırından itibaren Trans Adriyatik Boru Hattı Projesi adıyla İtalya’ya ulaşmayı hedefliyor.

Ama birincisi; Türkiye ile AB  arasında Yüksek Düzeyli Enerji Diyaloğu süreci kapsamında, Azerbaycan ve Gürcistan birlikte, İngiliz enerji şirketi British Petroleum’un (BP) TANAP  ortaklığına  alınmasıyla Azeri doğalgazı küresel pazarların himayesine, işbirliği ve güvenlik ağına katılmıştır.

İkincisi; Rus Gazprom şirketinin, hem Ukrayna’daki doğalgaz dağıtım merkezini by-pass eden, hem de iptal edilen Güney Akım’ın yerine Türkiye topraklarından geçerek Avrupa’ya ulaşacak yeni bir hat inşa edilmesi teklifi ise askıya alınmıştır.

Bu sırada Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda, Türkiye ve Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti hükümetleri arasında, 16 Mart 1921′ de imzalanan Dostluk ve Kardeşlik ile İlgili Moskova Antlaşması’nın feshedilmesi konusunda inceleme başlatılması dikkat çekiyor.

Antlaşmayla Kars ve Ardahan Türkiye egemenliğine geçerken, Batum Gürcistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti’ne bırakılmış, Azerbaycan denetiminde Nahçıvan özerk bölgesinin tesis edilmesi karara bağlanmıştır.

Bu antlaşma ve devamı niteliğindeki antlaşmalarla belirlenmiş olan sınırlar Türkiye, Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan arasında halen geçerliliğini koruyor…

Peki ama ne oluyor?

Moskova Antlaşması’ndan bir kaç yıl önce 1916’da İngiltere ve Fransa arasında Sykes-Picot Antlaşması yapılmıştı.1917 Rus devriminden sonra Rusya antlaşmadan vazgeçmiş ve Lenin gizli olan bu anlaşmayı dünya kamuoyuna açıklamıştı.Yoksa Rusya; Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmını kendi üzerine geçirmiş olacaktı!

Yine de Antlaşma Osmanlı idaresinde olan toprakları parçalayıp yeni ülkelere böldü ve siyasi oluşumları iki etki alanına dâhil etti:

Irak, Ürdün’ün bulunduğu topraklar ve Filistin, İngiltere etkisine: Suriye ve Lübnan da Fransız etkisine girdi.

İngiltere ve Fransa Arap dünyasındaki nüfuzlarını kullanmaya devam edince, Kuzey Afrika ve Akdeniz’in doğusunda Mısır, Suriye ve Irak’taki Arap siyaseti yönünü liberal anayasal yönetim inşasından, asıl amacı sömürgecilerden ve sömürgeci sistemden kurtulmaya çalışan milliyetçiliğe çevirdi, bu yüzden Rusya Suriye’dedir.

I.Dünya Savaşı’nın yarattığı karmaşanın ortasında alelacele yürütülen müzakerelerde varılan anlaşmanın prensipleri bugün de Orta Doğu’yu etkilemeye devam ediyor.

O zaman Deutsche Bank, Anglo-Persian Oil Company (BP), Royal Dutch (Shell), Türkiye Milli Bankası ve Kalust Gülbenkyan’ın ortaklık yapısında “Turkish Petroleum Company”deki Alman hisselerine karşılık Musul el değiştirmişti.

Fransa devraldığı Alman hisselerini değerlendirmek için “Compagnie Française des Petroles” şirketini kurdu ki,bugün “Total” olarak anılıyor.

ABD’de Turkish Petroleum Company’den bütünü İngiliz sermayeli Türkiye Milli Bankası’nın hisselerini “Near East Development Corporation” adına aldı ki, o da bugünün “Mobil” ve “Esso” şirketlerini temsil ediyordu…

1928’e gelindiğinde Turkish Petroleum Company, adını aynı ortaklık yapısıyla “Iraq Petroleum Company” e değiştirdi.

Adından başka Irak’la hiçbir ilgisi bulunmayan “Iraq Petroleum Company”, henüz İngiltere himayesinde olan Irak’ın yetkililerinden 2000 yılına kadar geçerli olacak imtiyaz hakkı sağladı!

1972’de Saddam Hüseyin, Irak petrollerini millileştirdiklerini açıkladı ve “Iraq Petroleum Company” tazminat olarak topu topu 15 milyon varil petrol karşılığı ülkeden çıkarıldı.

Ne ki, 2003’te ABD ordularının Bağdat’a girmesiyle birlikte Shell,Total, Mobil ve Esso yeniden Irak’ta yerlerini aldılar…

Bugün ABD’nin stratejisini; Büyük Enerji Güvenliği için Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, Avrupa ülkelerinin de enerji alımının büyük bir kısmında Rusya’ya bağlı olmamasını sağlamak hedefi belirliyor.

Avrupa Birliğinin stratejisini ise hem Rusya’dan ihraç edilen yakıtın yüzde 50’sini almanın, hem de teknolojideki ilerlemesiyle enerji açısından kendine yetecek ve dünyaya enerji ihraç eden bir ülke olacak ABD’nin arkasını kollamak oluşturuyor.

Rusya’nın stratejisi ise milliyetçi-devrimci motivasyonu ve en büyük tehlikenin ekonomik zayıflıktan kaynaklandığı tesbitiyle enerjiyi ekonominin temel politikası ve dış politikanın belirleyeni haline getirmişlik belirliyor…

Bu yüzden Rusya, Hazar Denizini benzeri olmayan bir iç deniz olarak kabul etmekte ve BM Deniz Hukuku Sözleşmesinin Hazar’a uygulanamayacağını esas almaktadır.

Ama Hazar; deniz olarak kabul edildiği taktirde 1982 BM Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre her kıyıdaş devletin karasuları, kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölgesinin olması gerekiyor.

Bu durumda  Azerbaycan’ın ABD ve Avrupa şirketleriyle petrol anlaşmaları yapmış olması, Hazar’ın statüsünün belirlenmesinde uluslararası hukukun yanında siyasi ve ekonomik unsurların devreye girmesi ve her kıyıdaş devlet ve ilişkide olduğu devletin farklı farklı hukuksal tezlerinin oluşmasına yol açıyor, buna Rusya ve İran açık tepki gösteriyor.

Şimdi TANAP’la birlikte British Petroleum şirketi de ilgili hukuk sürecine katılmış sayılıyor…

Üstelik bölgedeki boru hatlarına yeni bir müşteri daha geliyor.

Nükleer anlaşmaya varan ve ekonomisi büyük oranda petrol ithalatına bağlı, yaptırımlar nedeniyle büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyeti;

İran’ın İsrail’in denetiminde olan Kürdistan’ı ve Kürdistan kaynaklarını da yanına alarak, kendi savunma çerçevesi ve yeterli stratejik-asimetrik tamponları kapsamında Türkiye’yi çok rahatlıkla bypass edebilir özellik taşıyor…

Bu sırada hem ABD, hem Rusya yeniden Cenevre görüşmelerini başlatabilmek için karşılıklı  bazı ödünleri vermekten başka yolu olmadığını keşfetmiştir.

Mesela, ABD’nin artık Suriye’deki en iyi müttefiki Kürtlerdir.

Alttan alta AKP hükümetinin PKK terör örgütüyle yaptığı mücadelede, Türkiye’nin uluslararası insan hakları yasalarını çiğnediğini kamuoyuna sızdırılıyor.

Kamuoyu Türkiye’nin Kürtlere karşı  savaş suçları işlediği için konunun BM tarafından uluslararası mahkemeye taşınması, burada soruşturulmasına destek verilmesi gereğine inandırılıyor.

Bu suretle ABD; birincisi, Suriye’nin Nasturiler, Kürtler ve Sünni Araplar ve Irak’ın Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında bölünmesi stratejisinden vazgeçmiyor…

Sykes-Picot  devam ettiriliyor…

İkincisi; Rusya koalisyonunun bir ucu ABD ve müttefiki ülkelere de sirayet edebilir karakterli Suriye İç Savaşında Türkiye’nin uluslararası hukuka karşı suç oluşturan her edimini, şimdi Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da PKK’nın mücadele ettiği topraklara  taşıyor.

Türkiye sivil Kürtlere saldırıyor, kültürel soykırım uyguluyor,deniliyor.

O gün Sykes- Picot antlaşmasından pay alamayan Rusya, gözünü Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis ile Güneydoğu Anadolu’nun bir kısmına dikiyor.

Üçüncüsü; Rusya aynı zamanda hem kendi, hem İran petrol şirketlerini korumak ama BP, Shell,Mobil ve Esso ile bildiği topraklarda olmanın avantajlarını kullanmayı,rekabetini bu düzlemde yürütmeyi öngörüyor.

Dördüncüsü; Ermenistan derin bir “Oh”çekiyor.

Beşincisi; Karadeniz altından Avrupa’ya bir hat ve Türkiye’nin Karadeniz sahilinde kurulacak terminal işlevi gören bir liman ve İpek Yolu ise cabasıdır…

Ahmet Kılıçaslan Aytar

13.2.2016

Türker Ertürk; Bizi susturamayacaklar..

BİZİ SUSTURMAK İSTİYORLAR

Her gün şehit veriyoruz. Gencecik fidanlarımızı yitiriyoruz. Yüreklerimizi dağlayan şehit haberlerinin, ardı arkası kesilmiyor. Sorun sadece bu da değil. Ülkemizin bir bölümü Suriyeleşmiş durumda. Bu Suriyeleşmenin, ülkemizin tamamına yayılması tehlikesi var. Ayrıca, iç savaşı tetiklemek istiyorlar ve bunun çok açık emareleri de var. Başbakan Davutoğlu konuşmasında; “Buraları tekrar vatanlaştıracağız” diyor. Demek ki; ülkemizin bir bölümü, vatan olmaktan çıkmış veya çıkarılmış.

Peki, bu olanların sorumlusu kim? Ne yanlışlar yapıldı? Bu sorgulamaları yapmadan, teşhisi koymadan, hiçbir bir şey olmamış gibi devam edersek bilin ki, başımıza daha büyük felaketler gelecek.

Bağışıklık Sistemimizi Çökerttiler

Evet, ülkemizin bu hale gelmesinin, halen akan kanın ve şehitlerimizin sorumlusu, 14 yıldır ülkemizi yöneten iktidardır. Emperyalist proje olan “açılımlar” ve açılımların önünü açmak için yapılan Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar sayesinde buralara geldik.  Teröristle mücadele değil müzakere eden, askeri arkasından hançerleyen ve kışlasından çıkarmayan irade; hendeklerin kazılmasına, terörün şehirlere inmesine, Suriyeleşmeye ve bütün komşularımızla düşman olmamıza neden olmuştur. Artık, iktidarın kendisi ülkemiz için en büyük güvenlik sorunu haline gelmiştir.

Bugün iktidar; terörle mücadele ediyor ama, terörün bu noktaya gelmesinin nedeni bizatihi kendisidir. İktidar; Türkiye Cumhuriyeti’nin bağışıklık sistemini, yani koruyucu mekanizmalarını yok etti. Bu yüzden terör illeti bu boyutlara geldi. Halen hastalıkla (PKK) mücadele ediliyor olunması, şehitlerimizin kanının iktidarın elinde olmadığını asla göstermez.

Dünya Rekoru Bizde

Bu tespitleri, merkez akım medyada yazamaz ve anlatamazsınız. Ülkemiz yangın yeri haline gelmişken, varsa yoksa yeni anayasa ve başkanlık. Devletin gücünü kullanarak, baskının her türlüsü yapılmaktadır. Askeri darbeler dönemine rahmet okutulmaktadır. Halka doğruları söylemek, iktidarın sunduğundan farklı bir bakış açısı sunmak yasaktır!

İktidara yalakalık yapmayarak doğruları yazan insanlarımızı susturmak istiyorlar. Hele yazdıklarınızla ve konuştuklarınızla halkın üzerinde etkinliğiniz varsa, susturma gayreti daha fazla oluyor.

Susturma enstrumanlarından biri de, hakaret davaları. Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı hakaret ettiği iddiası ile açılan davaların ulaştığı sayı Cumhuriyet tarihimizin tüm rekorlarını kırdığı gibi, sanırım daha bin yıl dünya rekorunu da kimseye bırakmaz.

Erdoğan’dan Farklı Düşünüyorum

Bu kapsamda bizi de susturmak istiyorlar. Önce zamanın Başbakanı Erdoğan’a hakaret ettiğim iddiasıyla dava açtılar, 11 ay 20 gün hapis cezası verdiler dava şimdi Yargıtay’da. Şimdi de; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’a” hakaret!

Bir başbakana, bir cumhurbaşkanına değil, sıradan bir kimseye bile hakaret etmemiz, terbiyemiz nedeniyle asla mümkün değil. Geçmişimiz, aldığımız eğitim ve öğretim, mesleğimiz ve sicilimiz bunu gerçekler. Ama ben Tayyip Erdoğan gibi değil, farklı düşünüyorum. Farklı düşündüğümü açıklamak gibi bir özgürlüğüm yok mu? Bu özgürlüğüm, Anayasa ile güvence altında değil mi? Erdoğan’ın yaptıklarını, yapmadıklarını ve yapamadıklarını değerlendirerek Anayasamızı ihlal ettiğini, ülkemizi felakete doğru sürüklediğini yazmak ve anlatmak suç mudur?

Aydın Olmak

10 Kasım 2015 tarihinde yayınlanan AB Komisyonu 2015 Türkiye İlerleme Raporu’nda; “Türkiye’de yargının bağımsızlığı ve güçler ayrılığı konuları zarar görmüş, hakimler ve savcılar yoğun bir siyasi baskıya maruz kalmıştır” diyor. Daha ne desinler!

Aydın demek; üniversite bitirmiş, çok okumuş, akademik kariyer kazanmış insan demek değildir. Aydın demek; çevresini ve toplumu aydınlatan, onların farkında olmadıklarını gösteren insan demektir. Aydınlatma işi konuşarak, yani söz söyleyerek, yazarak, sanat eseri üreterek ve örnek olunarak yapılır. Yalakalık yaparak, iktidarın yakınında mevzilenerek, aydın olunmaz. Aydın olmanın ruhunda; muhalif olmak, içinde yaşadığı toplumu ve ülkesi için bedel ödemek vardır.

Önümüzdeki Salı (16 Şubat 2016), saat 10.40’da Çağlayan Adliye Sarayı’nda 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde duruşmamız var.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Somali’de yine katliam

Bir katliam da Kenya’dan

 

Terör ile mücadele görüntüsü altında Somali’nin Güneyinde geniş bir bölgeyi işgal altında tutan Kenya, sivil katliamı ve soykırımı ile suçlandı.

11 Şubat günü Londra’da Regents Street teki Kenya Yüksek Komiserliği önünde toplanan yüzlerce Somali’li ‘Çocuk Katili Kenya Ordusu, Somaliyi terket’ pankartları ile bir protesto gösterisi düzenledi. Protestocular adına Kenya Yüksek Komiserine bir yazılı muhtıra veren organizatörlerden Sahel Yusuf Ali gazetemize yaptığı açıklamada; ‘Geçtiğimiz hafta Güneybatı Somali’deki El Adde kasabası ve çevre köylerine Kenya Hava Kuvvetleri tarafından yapılan saldırıda çok sayıda sivil,kadın ve çocuğun öldürüldüğünü’  söyledi. Uçak,helikopter ve insansız hava araçları ile gerçekleştirilen saldırının 15 Ocak günü terörist El Shabab militanlarının bir Kanya Askeri kampına yaptığı saldırıya misilleme olarak yapıldığını söyleyen Sahel Ali; ‘ El Adde ve köylerinde El Shabab’ın bulunmadığını çok iyi bilen Kenya ordusu doğrudan doğruya sivil halk üzerinde katliam yaptı.’ dedi.

Uzun yıllardır siyasi istikararsızlık içinde bulunan Somali de  hükümet kuvvetleri ve Birleşmiş Milletler tarafından ülkeye gönderilen  Etiopya lı  Barış gücü kuvvetleri ile terörist El Shabab kuvvetleri arasında bir savaş sürüyor. Ülkenin Güney bölgelerinde etkin olan El Shabab gerillaları aynı zamanda Somali topraklarını işgal altında tutan Kenya birlikleri ile savaş halinde. Geçtiğimiz yıl Kenya’da bir alışveriş merkezini basarak çoksayıda rehine öldüren El Shabab, Al Kaide terör örgütünün Somali Versiyonu olarak tanınıyor.

11 Şubat günü Kenya Elçiliği önünde toplanan Londra’da yaşayan Somali topşlumu üyeleri ise, ‘El Shabab’ın bir terör örgütü olduğunu ve Somali halkı üzerinde de baskı ve terör uyguladığını’ söylediler. Ancak Somali de bir işgal gücü olarak bulunan Kenya ordusunun, El Shabab militanları ile çarpışmak yerine, doğrudan Somalili sivil halkı hedef aldıklarını ve halk üzerinde çok ağır katliamlar uyguladıklarını  kaydeden protestocular, ‘Kenya saldırılarının ülkede teröristlerin daha fazla güçlenmelerine ve gençleri kendi taraflarına çekmelerine neden olduğunu’ vurguladılar.

Mahir Tan            LondraPosta-Londra 

Bülent Esinoğlu; Yine kazanırız

Bizi buraya Amerikancılığımız getirdi

Bülent ESİNOĞLU

Eğer bugün toprak bütünlüğümüz ve güvenliğimiz tehdit altındaysa, buraya nasıl geldik oturup onu düşünmeliyiz.

Geçmişi geleceğimiz için bir kuvvet kaynağı olarak kullanabilirsek, bu durumdan gene çıkabiliriz.

Biz nerede hata yaptık?

Bunu bilemezsek, geleceği doğru planlayamayız. “Ne Yapmalı” yı bulamayız.

Yozgat’ta, ilkokuldaydım. Cumhuriyetin cefakâr öğretmeni ders işliyordu. Sınıfa bir sarışın, bir de bey girdi.

Öğretmenimiz dersi kesti. Gelenlere hoş geldiniz dedi. Gelen sarışın bayan, eliyle sen, sen diye bazı öğrencileri işaret etti.

Sonradan öğrendik ki, gelenler Marshall Yardımlarının temsilcileriymiş. Beslenmesi yetersiz olan öğrencilere, süt, peynir ve yağ yardımı yapacaklarmış.

İşte böyle başladı bizim Amerikancılığımız.

Siz silah yapmayın. Biz veririz. Gaz Ocağı yapın dediler. Kırıkkale Silah Fabrikalarında 22 bin kişi çalışırdı. Şimdi 1500 kişi çalışıyor.

Mustafa Kemal’in kurduğu düzen devam etseydi, Kırıkkale şimdilerde, hava savunma sistemlerinin alasını üretiyor olacaktı.

Amerikancılığımız sadece sosyal hayatımızı etkilemedi. Üretim dünyamızı başımıza yıktı.

Amerikancılık çok hoşumuza gitmişti. Her mahallede bir milyarderimiz olacaktı. Biz de küçük Amerika olacaktık.

Marshall Planı, Amerikancılığımız böyle ilerledi.

Psikolojik savaş nedir bilmezdik. Hatta psikoloji nedir bilmezdik. Soğuk Savaş nedir bilmezdik.

Epeyce bir bedel ödedikten sonra bunların hepsini öğrendik.

Amerikancılık, en çok ithalatçı ticaret erbabı ve tarikatların hoşuna gidiyordu.

İthalatçılar gittikçe zenginleşiyor. Dincilerimizde, Cumhuriyetten intikam almak için Komünizmle Mücadele Dernekleri kuruyordu.

Amerika ülkemizden zeki öğrencileri devşirip, Amerika’da eğitip tekrar Türkiye’de görevlendiriyordu.

Amerikancılığımız öyle olgunlaştı, öyle serpildi ve büyüdü ki, Bakanlar, Başbakanlar, Cumhurbaşkanları Amerikanca konuşur oldu.

Sovyetler çökmüş, dünya tek kutuplu dünyaya everilmişti.

Amerika’nın dünyayı tam denetim altına alabilmesi için, ulus-devletlerin artık parçalanıp, şehir-devletlere dönüşmesi gerekiyordu.

Küreselleşme adı altında, emperyalizmin ulus-devletlere ağır bir saldırısı başladı. Sıra, diğer ulus-devletlerin parçalanmasında(Yugoslavya, Afganistan, Irak, vs.…) tepe tepe kullandıkları ve Amerikancılıkta şampiyon yaptıkları ülkemize gelmişti.

BOP Eş Başkanlığı da, Suriye’de de yaptıklarımız da, ABD için yeterli değildi. Büyük Kürdistan, ABD Planı, Amerikan emperyalizminin olmazsa olmazıydı.

Hazır Rusya nötürleştirilmişken, artık Türkiye’nin parçalanması, Kuvveden Fiile çıkarılmalıydı.

Bu hesabın yanlış ve hiç hesaba katılmamış bir yanı vardı.

O da Türk halkının buna nasıl karşılık vereceğiydi.

Türk halkı 1908-1923’li yıllarda böyle bir durumla bir kere daha karşılaşmıştı. Türk halkının yöneticileri gene “gaflet ve dalalet” içindeydi.

Türk halkı imkânsızlıkların içinden ayağa kalktı. Hem “gaflet ve dalalet” içinde olanlara, hem de Türkiye’mize musallat olan emperyalizme gereken dersi verdi.

Milletler zor günlerde karakterlerini gösterirler.

Gene böyle olacağından zerre kadar kuşkum yok.

Efendim o zamanki şarlar başkaydı, şimdi şarlar başka açıklaması; ben ülke savunmasında görev almayacağım açıklamasıdır.

Amerika ile savaşmanın ilk basamağı; Amerikancılığı ayyuka çıkmış olanların, devlet yönetiminden ayıklanması, ya da tarafsızlaştırılmasından geçer.

BÜLENT ESİNOĞLU
11.2.2016, bulentesinoglu@gmail.com

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Trajedi Yeni Türkiye’ye akıyor

T A K A S

Cenevre görüşmelerinin tıkanmasıyla, gözler 10-11 Şubat’ta Belçika/ Brüksel’de NATO Savunma Bakanları Toplantısına ve 12-14 Şubat’ta Almanya/ Münih Güvenlik Konferansı’na çevrilmiştir.

İki toplantıda da Türkiye-Suriye sınırındaki gelişmeler, Rusya gerilimi ve NATO’nun yeni desteklerinin konuşulması bekleniyor…

Bu sırada Rusya Dışişleri Bakanı S. Lavrov, ABD yönetimine Suriye krizinin çözümü ve ateşkes konusunda yeni plan sunulduğunu açıklıyor.

Lavrov, “Plan çok basit birkaç maddeden oluşuyor. ABD’den bir an önce planımıza cevap bekliyoruz. Bu planın içeriği ile ilgili tek açıklayabileceğim madde B.Esad’ın hemen görevinden ayrılmasını öngörmemesidir” diyor…

*

Rus savaş uçaklarının bombardımanı desteğiyle B.Esad ordusunun Halep’te zaferler kazandığı ve Türkiye sınırına yaklaştığı, fakat yeni bir mülteci akınının kritik hal almaya başladığı sırada Rusya’nın yeni barış planı heyecan uyandırıyor…

Ama Suriye’de iç savaşa siyasi çözüm sağlamak üzere siyasi koordinasyonların sürdüğü şu sırada, ABD ile Türkiye arasında ciddi fikir ayrılıklarıyla sorunların giderek derinleştiği ve iki ülkenin diyaloğunun kırılma noktasında olduğu,buna karşın ABD’nin YPG ve PYD ile ilişkilerinin güçlendiği dikkat çekiyor.

Doğrusu Suriye’de iç savaşa siyasi çözüm sağlama ve halkın acılarına son verme yönünde ilerlemenin sağlandığı her defasında,ABD, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere kimi taraflar kasıtlı bir şekilde bu çabaları engellemiş ve Suriye hükümetini suçlamıştır.

Şimdilerde suçlanma furyasından, iç savaşa artık siyasal bir çözüm getirilmesini sağlamak üzere Suriye’de cephe açan Rusya nasipleniyor.

Çünkü Rusya uluslararası hukuk gereğince, Suriye’de dolaylı olarak çatışmaya katılan devletlerin savaş hukuku kurallarına uymalarını, çatışmaya katılmamış devletlerin de tarafsızlık hukuku kuralları içerisinde bulunmalarını savunuyor.

Teminen savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini;

Bu sırada terörün alt edilmesi ardından yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınmasını,

Alınan bağlayıcı kararın ise BM merkezinde  adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statüye ve yeni bir uluslararası hukuka güncelleştirilmesini istiyor.

Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan çeşitli savaş suçları işlemekle itham ediliyor.

ABD ise uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğundan hareketle BM’i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığı,BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.Üstelik Rusya Suriye’deyken, Arap dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü stratejiden de vazgeçmiyor.

İsrail’in güvenliği esas alınıyor ve İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği ihtimali öngörülüyor.

İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti  olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılmasını amaçlıyor.

Bunun için İsrail’in arkasında olduğu ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,

Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kurulmuştur.

Bu suretle;

Birincisi; İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarının homojenize edilmesi,

İkincisi; Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde Vahhabiliğin etki alanını arttırması ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturması,

Üçüncüsü; Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılmış olurken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülüyor.

Bu süreçte, Esad rejiminden tüm kesimleri kapsayan, hasarı toparlayabilecek, ülkeyi birlik haline getirecek ve meşru gelecek sağlayacak bir hükümete doğru dönüşüme destek vermek üzere Suriye’de bulunan Rusya tecrid edilecektir.

Öyle ki gerilimin had safhaya ulaşması halinde Suriye by pass edilecek, orada tecrid edilmiş olan Rusya’nın gerilime karşılıkta bulunmasının bir şekilde önüne geçilecektir.Süreç sırasında Suriye’nin Nasturiler,Kürtler ve Sünni Araplar,Irak’ın Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında bölünmesinin alt yapısı da sağlanacaktır…

O yüzden ABD Suriye Kriziyle ilgili Cenevre’de yapılacak görüşmeler sürecinde Arap dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü stratejiden geri basmayacağı bir dizi talebi inatla muhafaza ediyor.

Rusya’nın teröre karşı verilen küresel mücadelenin bir ortağı olabileceğini, bu işbirliğinin Avrupa Birliği ve diğer ülkeler tarafından da memnuniyetle karşılanacağını,Ancak uzun vadeli işbirliği hedefine ulaşabilmek için öncelikle Rusya’nın kısa vadeli birçok sorunu çözmesinin şart olduğunu ileri sürüyor.Rusya’nın Suriye’ye müdahalede bulunduğu ilk sıralarda doğrudan İŞİD hedeflerini bombaladığını,Bir süre sonra ABD koalisyonu tarafından desteklenen iç savaşın üçüncü taraflarını bertaraf etmeye yöneldiğini,Böylece uluslararası toplumu B.Esad ile İŞİD arasında seçime zorlayan bir strateji yürüttüğünü savunuyor.

Rusya’dan Suriye ılımlı muhalefet güçlerini bombalamayı bırakıp IŞİD ile savaşması isteniyor.

Üstelik ABD; Rusya tarafından IŞİD’e destek vermekle suçlanmaktan da son derece rahatsızdır.

Yalan iddialarda bulunan ve kendisini düşman gibi gösteren bir ülke ile güç birliğine girilemeyeceğine dikkat çekiyor.

Rusya’nın, muhalif gruplara terörist gönderen ve finanse eden ABD liderliğinde Türkiye, Suudi Arabistan, Katar’ın Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlamasından rahatsız oluyor.

Ama hem ABD, hem Rusya yeniden Cenevre görüşmelerini başlatabilmek için karşılıklı  bazı ödünleri vermekten başka yolu olmadığını da biliyor.

İşte ABD; Türk hükümetinin, 2011’de Fransa Dışişleri Bakanı A.Juppe hazırladığı “Çözüm sürecini, Suriye’nin etnik olarak bölünmesini, PYD lideri S.Müslüm’ün Ankara’ya davet edilmesini, Suriye’ye askeri bir operasyon hazırlığını, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasını, Türkiye’deki PKK’nın Suriye Kuzey’ine taşınmasını, bunun hemen güneyinde de denge unsuru olarak IŞID vasıtasıyla Sunni bir yönetim oluşturulmasını hedefleyen planını” onaylayan tarihî yanlışından saldırıya geçiyor.

AKP hükümetinin “PYD’nin PKK’nın kendisi olduğunu, bu nedenle Türkiye’ye, Rusya ve Esad’la işbirliği yapmaları nedeniyle de ABD’ye tehdit olmayı sürdürdüğünü, bu yüzden PYD Suriye barış görüşmelerine katılamaz” savunusuna hiç aldırmıyor.

PYD’nin radikal örgütlerle mücadele eden bir grup olduğunu savunuyor ve “PYD muhatap alınmadığı sürece Suriye’de barış olmayacağına” inanıyor.

Aslında Suriye’nin Nasturiler, Kürtler ve Sünni Araplar ve Irak’ın Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında bölünmesi stratejisinden vazgeçmiyor…

ABD’nin artık Suriye’deki en iyi müttefiki Kürtlerdir.

Alttan alta AKP hükümetinin PKK terör örgütüyle yaptığı mücadelede, Türkiye’nin uluslararası insan hakları yasalarını çiğnediğini kamuoyuna sızdırıyor.

Kamuoyu Türkiye’nin Kürtlere karşı  savaş suçları işlediği için konunun BM tarafından uluslararası mahkemeye taşınması, burada soruşturulmasına destek verilmesi gereğine inandırılıyor.

Recep Tayyip Erdoğan, Miloseviç’e benzetiliyor…

ABD; Rusya koalisyonunun Recep Tayyip Erdoğan’ı itham ettiği, Suriye İç Savaşında uluslararası hukuka karşı suç oluşturan her edimini, şimdi Güneydoğu ve Doğu Anadolu topraklarına taşıyor.

Belki Rusya’nın ABD’ye sunduğu yeni plan da bunları söylüyor.

Çünkü hem ABD, hem Rusya; PYD masada olmazsa Suriye’de trajedinin süreceğine inanıyor…

Trajedi hızla yeni Türkiye’ye  akıyor…

Bu noktada yapılabilecek tek şey, Recep Tayyip Erdoğan’ın değil, ulusal bir koalisyonun Atatürk Milliyetçiliği çatısı altında olmaktır.

“Hayâl deryâsına ben bâzı bâzı /Dalmasam bir türlü dalsam bir türlü

Derdime âşina olan bu sâzı / Çalmasam bir türlü çalsam bir türlü…”

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

11.2.2016

Halep Bozgunu Krizi

 

  ‘Güney Cephesi’nde yeni birşeyler var

ABD ile Türkiye arasında dün ortaya çıkan PYD krizi, Türkiye- Suriye sınırının hemen güneyinde suların iyice ısındığının habercisi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir gün önce ABD’ye doğrudan hitabederek yaptığı ‘Bizi mi destekliyorsun terörist PYD yi mi ?’ sorusuna ABD resmi biçimde sözcüsü kanalıyla cevap verdi; ‘PYD yi desteklemeye devam edeceğiz’. 9 Şubat günü ABD nin Ankara’daki büyükelçisinin Dışişlerine çağırılması ise, artık ABD -Türkiye arasındaki PYD sürtüşmesinin bir politik kriz aşamasına geçtiğini gösterdi.

Türkiye’nin Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından ABD’ye ‘kimi desteklediğini açıkla’ çağrısı ve bir gün sonra ABD Başkanlık sözcüsünün ‘PYD yi desteklemeye devam edeceğiz’ açıklamaları gerçekte Halep ve çevresinde ortaya çıkan yeni, askeri durumun yarattığı panik ve baskı havasının izlerini taşıyor. ABD ve Türkiye’nin de baş köşesinde yer aldığı anti-Esed cephe ağır bir yenilgi ile karşı karşıya. Şimdi bu bölgede en iyi iş bitiren güç Rus askeri istihbaratı.

      PYD, Rusya ile tam bir askeri işbirliği içinde

Suriye savaşında yakında kapanması beklenen son perde Halep şehrinde hakimiyet kurulması. Son günlerdeki en önemli  gelişme ise Rus Hava Kuvvetlerinin verdiği destekle batı ve kuzeyden Halep’e yaklaşan Suriye Ordusu’nun Doğu’dan yaklaşan PYD ile birlikte kenti kuşatmak üzere yaptıkları işbirliği. Rus askeri uzmanları ve Rus gazetecilerinin yakından izlediği ve Dünya’ya özel kanallardan duyurdukları raporlar bölgede kontrolün tam olarak Rusya-Suriye Ordusu ve PYD tarafına geçtiğini gösteriyor. Rusya’nın geçtiğimiz ay Terörist örgütlerin kuşatmasından kurtardığı Kuveires askeri havaalanını kullanarak , Rus askeri kaynaklarının bildirdiğine göre, 7 ve 8 Şubat günlerinde PYD ve onunla beraber  hareket eden güçlere (muhtemelen PKK) iki kez silah ve mühimmat teslimatı yaptı.  Suriye Ordusu ve PYD birliklerinin Halep çevresinde son iki gün içinde 4 köy ve yerleşim birimini ele geçirdikleri bildiriliyor. Rus askeri kaynaklarının- Güney Cephesi- adı altında yaptıkları yayınlara göre ;PYD birlikleri Gaziantep- Halep yolunu keserek IŞID ve El Nusra’nın birleşerek  Jabha El Şamiya adı altında yaptıkları birleşik cephenin tek kaçış yolunu kapattığı belirtildi. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 9 Şubat günü yaptığı konuşmada ‘Türkiye, Şam Cephesi adlı terör örgütünü destekliyor’ biçiminde yaptığı açıklamada geçen Şam Cephesi’nin , gerçekte ‘Şam Cephesi’ adlı ayrı bir örgütün değil, Suriye Ordusu ve PYD kıskacında kalan Halep çevresindeki IŞID-El Nusra,Ahrar al Sham ve Özgür Suriye Ordusu tarafından oluşturulan bir birleşik cephenin adı olduğu kaydediliyor.

Suriye savaşında,en azından bu safhada, kazanan tarafta bulunan PYD nin ilk yurtdışı bürosunu Moskova’da açma kararının açıklandığı bu günlerde; ABD ile Türkiye arasında çıkan PYD krizini böyle okumak gerekiyor.

Mahir Tan       LondraPosta-Londra  

Bülent Esinoğlu; İktidarın kalan tek silahı

 

Propagandalar boşa çıktı, gerçekler dayatıyor

Bülent ESİNOĞLU

Amerika’ya güvenerek Suriye’de yola çıktık.

Amerika’nın gerçek gücünü gözümüzde büyüterek, Amerikan gücüne tapan siyasetçiler, aydınlar ve bireyler yarattık. Varlığımızı ve güvenliğimizin tamamını Amerika’nın büyüklüğüne ve kadiri mutlaklığına bağladık.

Ruslarla savaşırsak, Amerika bizim yanımızda yer alır sandık.*

Biz sanıyorduk ki, Amerika orta doğuda, hep Sünni odaklara yatırım yaptı. Sünni liderlerin hepsi Amerikan yanlısı, biz de Sünni’yiz. Zaten Amerika’nın öteden beri dediklerini yaparak geldik. Öyleyse Suriye’de ABD bizden yana olur.

Böyle olmadı.

Amerika bölgede kurulacak Büyük Kürdistan’dan yana oldu.

Bölgede kurulacak Büyük Kürdistan’ı ancak bölge ülkeleri ile birlik olarak engelleyebilirdik. Suriye, İran ve Rusya ile birlik olarak engelleyebilirdik.

Tam tersini yaptık. Bölgede Büyük Kürdistan kurmak isteyen gücün dediklerini yaptık.

Olabilecek ittifak unsurlarını kendimize düşman yaptık.

Bu siyasetler ülkemizi büyük bir güvenlik sorununun içine soktu.

Bırakın bu siyasetlere bizim inanmamızı, bu siyasetleri yürütenlerin bile, yürüttükleri siyasetlere güvenleri kalmadı.

İçe yönelik propaganda süreci tamamlandı, gerçekler şiddetli bir şekilde kendisini dayatmaya başladı.

Osmanlıyı yeniden inşa etmek isteyen, iktidar goygoycularının elinde, sadece “Mülteci Siyaseti” kaldı.

Meşru olmayan yollardan sürdürdüğümüz, Suriye siyaseti geldi bizi vurdu.

Sadece siyasi iktidarı vursa, yeni bir siyaset yürütecek başka birilerini buluruz. Ama geldi Türkiye’yi vurdu.

Şimdi başladık meşruiyet aramaya… Nasıl ederiz, uluslararası bir meşruiyet zemini buluruz da, ülkenin üzerine bir kâbus gibi çöken Suriye siyasetinden kurtuluruz.

NATO’yu mülteci meselesinin içine dâhil ederek, uluslararası meşruiyet arıyoruz.

NATO demek Amerika demektir. Yani hala Amerika’dan medet umuyoruz.

“Aradığımız meşruiyeti, mülteciler üzerinden nasıl buluruz” şimdi bütün gayretler bunun üzerine…

PKK’ya silah veren Merkel bize yardım eder mi?

NATO’yu sürece dâhil etmeyi bizden daha çok PKK ve onun uzantıları hep dillendirdi. Kürt meselesinde üçüncü taraf diye Amerika ve Birleşmiş Milletleri dahil etmek isteyen, hep Büyük Kürdistan yanlıları oldu.

NATO’yu buraya meşruiyet kazanmak için davet ettiğimizde, NATO Büyük Kürdistan’dan yana mı olacak, Türkiye’den yana mı olacak?

Suriye meselesi, hep gerçeklerden ve ülke çıkarlarından uzak bir şekilde oluşturuldu ve yürütüldü.

Dün Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, öncelikle Suriye’nin toprak bütünlüğünden yanayız, diye bir Bakanlar Kurulu açıklaması yaptı.

Suriye’nin toprak bütünlüğü, El-Nusra, Sultan Tugayları ve diğer terör örgütleri ile mi olacak? Yoksa orada Meşru Suriye devleti ile anlaşarak mı olacak?

NATO vasıtasıyla meşruiyet aramak yerine, meşru Suriye devletiyle anlaşarak meşruiyeti bulmak daha kolay değil mi?

Değil. Çünkü kendilerinin mezhep bağnazlığı, ülke çıkarlarıyla çatışsa bile, bu yola girmezler.

Sırf bu sebepten iktidarın kendisi ülkemiz için güvenlik sorunudur.

Çözümsüzlüğün içinde debeleniyorlar.

*ABD Dışişleri Bakanı Kerry, Cenevre’de Suriyeli muhaliflere dedi ki “ Siz istiyorsunuz diye Rusya ile mi savaşacağız?

Bülent Esinoğlu

9.2.2016, bulentesinoglu@gmail.com