Ahmet Kılıçaslan Aytar; Cinayeti Gördüm

CİNAYETİ GÖRDÜM

17 Şubat’ta Ankara’da, Genelkurmay karargâhlarının bulunduğu kavşakta, askeri personel taşıyan servislerin kırmızı ışıkta beklediği bir sırada bombalı araçla saldırı düzenlendi.

20’si rütbeli 28 kişi can verdi…

18 Şubat’ta Diyarbakır-Lice karayolunda mayın araması için görevlendirilen konvoya, bölücü terör örgütü mensubu teröristlerce daha önce yerleştirilen  patlayıcı patlatıldı.

6 asker can verdi…

Şırnak- İdil’de PKK’nın düzenlediği silahlı saldırıda 1 asker ile 1 polis daha…

*

Her terör saldırısında olduğu gibi yine Aksaray’da, Çankaya Köşkü’nde ve Genelkurmay’da güvenlik zirveleri yapıldı.

Oysa 80 ve 90’lı yıllardan beri terör konusunda tamamen güvenlikçi bir yaklaşım uygulamasıyla terörü oluşturan sosyoekonomik, sosyokültürel, uluslararası ilişkiler gibi etmenlerin ortadan kaldırılamadığı,ulusal birlik ve bütünlüğün sağlanamadığı çok açıktı.

Üstelik demokratikleşme de yanlış uygulanıyordu.

*

Ankara’daki saldırının askeri karargahların hemen dibinde yapılmış olması çok düşündürücüydü.

Ama bir süre önce Fethullah Gülen’in, TSK’ya karşı bazı tavır ve davranışlarını eleştirenlere verdiği,

“Aralarında olan vicdanlı ve demokrat kişiler hatırına darbe dönemlerinde bile düşmanca yaklaşmadım ve toptancı bir şekilde yıkıcı eleştirilerde bulunmadım.

Kötü ihtimallere tarihin dersi ve sosyopolitik realitelerin ışığı ile bakıyorum.

O nedenle  iyimserliğime, Ergenekon davalarının demokrasi yanlısı subay çoğunluğu olmasa açılamayacağı ve devam edemeyeceğini şahid olarak gösteriyorum” ifadesini hatırlayanlar şaşırmadılar…

*

Türkler, Sevrés Anlaşması’nın şartlarından Türkiye Cumhuriyeti ulusal devletini kurarak çıktıklarında:

Devletin temellerini Doğu ve Batı arasında yaşanan eski ve yeni çatışmasının çözümlemesiyle oluşturmuştu.

Bağımsız Türkiye her alanda devrimlerle yeni bir zihniyete doğuyor, bir vesayetin reddedilmesiyle bir diğer vesayet reddediliyordu.

Batılı bir demokratik düzen, ulusun iradesine ve onu gerçekleştirecek lâik hukuk düzenine dayandırıldı ve kurumlar geliştirildi.

Türkler çağdaş medeniyet hedefiyle insanlığın müşterek medeniyetine ortak oldular.

Lâik hukuk düzeni, cehalet ve hurâfelere dayanan irticaî kesimler ve ulus devleti bölmeye yeltenenlerle mücadele etmenin koruyucusuydu.

Devrimin din özgürlüğünü sınırlaması ise irticaî görüşlerin devlet hayatı, sosyoekonomi ve sosyokültürel yaşam üzerindeki müdahalesini önlemek adına yapılıyordu.

*

Ama bir süre sonra Doğu’nun Ortaçağ zihniyetinden kurtulma cehdi olarak “Batı medeniyeti bir bütündür ancak bütünlüğü ile alınabilir, bu kesin karardır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana genel olarak kabul edilmiş prensip budur” düşüncesine rağmen,

İslam’ın manevi üstünlüğünden hareketle Batı’dan alınacak bir şey olmadığı, yalnızca teknik iktibaslarla yetinilmesini gerektiği düşüncesinin yeşermesine göz yumuldu.

*

Batı’dan alınacak bir şey olmadığı irticaî  görüşü, Cumhuriyet Devletini Osmanlı Devletinin en geri devirlerinden bile daha geri saydı.

Eğer savaşılacaksa taklitçi olan inkilap yobazlarıyla, sahte devrimcilerle, dertleri Batı’ya yaranmak olan bu irtica ile savaşılmalıydı!

“İslamiyet üstündür” fikrinde teokratik bir devlet taraftarlığıyla lâiklik ilkesini reddettiler.

Türkiye’nin  Batılılaşmak, Batı medeniyetinin esas unsurlarına bağlanmak ve bunları hayata uygulamak zorunda olduğunu, bunların unsuru olan ilim ve zihniyetin doğup  serpileceği ortamın koşulu olarak lâik hukuku ve özgürlüğü hiç bir zaman benimsemediler…

*

Nihayet ABD, Ortadoğu’da kurumsal demokrasinin eksiklerini tamamlamakta müttefiki Türkiye’nin İslam dünyası içinde demokratik açıdan yol gösterici olma karakterini kullanmaya karar verdi.

Müştereken neoliberal pazarların güvenliği için sosyo-politik olarak milli gelir ve reel hayat arasında oluşmuş derin uçurumda halkın tepkisini kışkırttılar.

Yüzyıllık köhne yargıları ve iktidar olmak hırslarından kendi sivil toplum örgütleri, sendikaları, medyası ve kamuoyu oluşturma mekanizmalarıyla islamcı burjuvazi ve sermaye birikimi oluşturmak,

Bu suretle küresel pazar ekonomisine entegre olabilmek karşılığında Cumhuriyet devleti ve rejimini yeniden yapılandırdılar.

Osmanlıcılığın “sınırlar içinde yaşayan herkes ırk, din, dil ayrımı olmaksızın eşittir” ve  İslamcılığın “toplumu bir arada tutan temel faktör din’dir” sentezini uygulamaya başladılar…

*

Ellerinin çok güçlendiği bir sırada Çözüm Süreci başlattılar.

O günün Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan partisinin bir grup toplantısında konuşuyordu.

“Asırlardır bizi bölünmekle korkutuyorlar. Hatırlayın; “bölünürüz, parçalanırız, dağılırız” hep böyle diyerek asırlardır özgürlüklerin önüne set çektiler. Ne oldu, Türkiye bölündü mü? Yaptığımız hangi reform Türkiye’yi böldü, hangi yasal düzenleme Türkiye’nin dağılmasına sebep oldu?” diyor,

Bir başka korku aracının da “irtica korkusu” olduğuna işaretle, 150 yıldır milletin değerlerine sahip çıkmasına, inançları yaşamasına  irtica gelir korkutmasıyla karşı çıkıldığını söylüyordu…

*

Erdoğan o gün grupta konuşurken, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da devletin ulus bağlantısından koparılmış milyonlarca Kürt vatandaş, merkeziyetçi yönetime karşı çıkan HDP çatısı altında, tüm kitle örgütlerinde ve yerel yönetimlerden  en ücradaki evlerde kadar örgütlenmişti.

Seçimle işbaşına gelinmiş Diyarbakır, Mardin, Van gibi  büyükşehirlerde etnik, kültürel  faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşasına başladılar.

Petrol ürünleri ve bakır, kalay, krom gibi önemli madenlerin ve Karakaya, Atatürk, Keban gibi büyük barajların, hidroelektrik santrallerinin işletilmesinde karar sahibi olmak ve gelirlerinden asgari yüzde 20’lik bir pay talep ediyorlardı…

*

Avrupa Komisyonu’nun Sivil Toplum kuruluşlarının işleyişlerini engelleyen yasal çerçevenin değiştirilmesi talebi doğrultusunda Demokratik Toplum Yasası’nın çıkarılmasını dayattılar.

Böylece mali ortamın,özel bağışlar ve sponsorlara yönelik vergilerin ve teşviklerin, kamu fonlarının, hibelerin, vergi muafiyetlerinin ve kamu yararı statüsünün yeniden belirlenmesini,

Ardından kendi sivil toplum kuruluşlarının isteklerini duyuracakları ve politika yapımında yer alacakları katılımcı mekanizmaların oluşmasını istediler.

Diğer tarafta Demokratik Toplum Kongresi ise Kürdistan halklarını; kendi statülerini kendi özgüçleri ve özgün siyasetleriyle, gerektiğinde silahla gerçekleşen halk devrimi vasıtasıyla,

Türkiye’yi açığa çıkan iradeyi tanımaya, esas almaya ve  halkın Cumhuriyet devletini Kürt halkının haklarını tanıması için baskı kurmaya çağırıyordu.

*

Bir yanda kurumlaşmış bölücü Kürt terörü, öte yanda AKP’nin panİslam zihniyetinde devlet yapılanmasında kurumlaşması ve bir adım sonrasının boğazlaşmak olduğuna aldırmayan Recep Tayyip Erdoğan;

Şimdilerde İslam Birliği vizyonunun bir vadede tasfiye edilecek oluşu ve Ortadoğu’da her attığı adımda yenilmenin sonucu düştüğü yalnızlığın öfkesini yaşıyor.

Suriye’ye düşman diplomatik hareketlerle terörü desteklemek, yaşanmakta olan insani durumu ticarete dönüştürmek ve her tarafına bulaşan kanla itham ediliyor…

*

Bu noktada  YCHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da bir paragraf ayırmak gerekiyor:

Kılıçdaroğlu, bir Kurtuluş Savaşı birikiminde Türk Milletinin hiç bir soy, din, mezhep, konum ayrımcılığı içermeyen bağımsızlıkçı, antiemperyalist ve çağdaş karakterli Cumhuriyet Devletinin idealist taahhütlerini CHP’den tasfiye etmenin,

Atatürkçü Düşünce Sisteminden gelen, ilişkilerinde yazısız kurallar ve geleneklerde yapısallaşmış ve kurumlaşmış, Kemalist tutarlılıkta davranış birliği içinde katılımcı, özgür insanlarıyla CHP’nin İl ve İlçe örgütlerini politikanın tüm alanlarından uzaklaştırmanın ihaneti üzerinde oturuyor.

Yerine adam satmacılıkla kendini gösteren bir felsefe ve geleneğin kararlılığında oportunist bir sosyal demokrat harekete yönelmiş;

Bu suretle Türk Ulus Devletinin AKP Devletine dönüşmesine göz yumarken, bir ortaoyununa dönüşen Türk siyasetinin bir tarafı olmakla teröre de işbirlikçi oluyor.

 

Terör sorunu Recep Tayyip Erdoğan, Kemal Kılıçdaroğlu ve Genelkurmay odağından soruşturulmadıkça çözülmeyecek ve Türkiye zihnen bölünmüş olmanın dışında fiziken de bölünecektir…

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar  19.2.2016