Nurullah Aydın ; Bir devlet düşünün ki..

Nurullah AYDIN

3 Mart 2016-ANKARA 

DEVLET, YARGI VE SİYASET

 Türkiye; Hukuk devletini, yargı bağımsızlığını, oligarşik devleti, askeri vesayeti, sivil vesayeti, ABD vesayetini, İngiliz vesayetini, derin devleti, paralel devleti, dinci devleti, imam devletini, hakimi, savcıyı, polisi tartışıyor.

 Türkiye; Yolsuzluğu, hırsızlığı, soygunu, talanı, ayakkabı kutularını tartışıyor.

Türkiye; Kasetleri, pazarlıkları, vurgunu zenginleşenleri tartışıyor. 

Türkiye; Terörist başına, teröristlere meşruiyet getirilmesini tartışıyor.

 Tartışıyor da ne oluyor ki?

Eski tas eski hamam. Yine etkili ve yetkili olanlar; hak, hukuk, anayasa, kanun, din, iman dinlemeden istediğini yapmaya devam ediyor. 

 Yandaşlık yalakalık; popüler siyasetçi, gazeteci akademisyen kimliği haline gelince gerçeklerle yanlışlar karışıyor. Neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda insanların kafası karışıyor.

Sirk cambazları, palyaçolar, ilizyonistler, meddahlar sahnede boy gösteriyor, alkışlanıyor.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti; var olan anayasasına göre anayasal bir devlettir.

Anayasa devletin kuvvetler ayrılığı ilkesine sahip olduğunu belirtir.

Yasama, yürütme ve yargı erklerinin görev yetki ve sorumlulukları ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

Yasama organın başı; Anayasa’nın 138’inci maddesi ölmüştür. Mahkemeler bağımsız değildir. Anayasa ayaklar altına alınmıştır, diyor, Hukuk düzeninin kalmadığını ilan ediyor.

Demokratik hukuk devletiyle yönetildiği söylenilen bir ülkede yasama görevini yürüten Meclis’in Başkanı diyebilir mi?

Eğer o ülkede gerçekten demokratik hukuk devleti varsa, asla demez, diyemez.

Bir ülke meclisi düşünün ki; suçlular meclisine sahip. Dokunulmaz seçkinler zümresi oluşturulmuş. Seçilmişlik adıyla kutsallık, dokunulmazlık ayrıcalıklık yaratılmış. Her türlü suç işleyeni barındırıyor. Teröristler, kalpazanlar, görevi kötüye kullananlar gibi birçok suç isnadı altında olanlar, yargılananlar, dokunulmazlık zırhı altında mecliste toplum adına topluma zehir kusuyorlar.

 Bir ülke düşünün ki; anayasa mahkemesi seçme ve seçilme hakkı adıyla teröristlere meclis yolunu açıyor. Türkiye’de demokrasicilik, cumhuriyetçilik oyunu oynanıyor.

Siyasetçilere, bazı bürokratlara, yandaş olana, hukuksal zırh sağlayan, aklatan, paklatan zihniyet; birilerince, cumhuriyet ve demokrasinin yerleşmesi olarak algılanıyor, yorumlanıyor. Gerçekten öyle mi?

 Yargı’nın savrulmadan, tarafsızlığı felsefi olarak benimsemesi; hem toplumsal huzur için hem cumhuriyetin daha kucaklayıcı yönde evrimleşmesi için bir zorunluluktur.

 Yargı anlayışı, hem bağımsızlığı, hem tarafsızlığı güçlendirecek nitelikte olmalıdır. İktidarın ve muktedirlerin etkisinde kalmayan, geleneksel tarafsızlığını sürdürecek, bağımsız ve tarafsız bir yargı gerekli ve zorunludur. 

Siyasetçilere hâkim olan, emir, kesinlik, güç kullanma gibi kavramlardır. Elinde de yetki vardır. Toplumsal hayatın akışkanlığıyla ve çeşitliliğiyle bağdaşmayan ve gerçekten sıkı disiplinli olması gereken matematiksel bürokratik düşünce, hukuk dışarı çıkarsa neler olabileceğinin örneklerini saymaya gerek var mı?

 Devletin temel kurumları, yıpranmamalıdır. 

Aşırılıklara savrulmamalı, itidal kaybedilmemelidir. 

Günün Sözü: Hak, adalet, barış, huzur ve güvenlik için tarafsız, adil yargı bir güvencedir.

İlker Yücel; ‘Erdoğan mayına bastı’

KARŞI DEVRİMCİ BLOK DAĞILIYOR

 

Ulusal Kanal’ a destek amacıyla Londra’da yapılan gecede Aydınlık Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü İlker Yücel, ‘Erdoğan Mayına bastı.Şimdi, ayağını kaldıramıyor’dedi. 4 Mart 2016 gecesi Kuzey Londra’nın Wood Green semtinde yapılan geniş katılımlı destek gecesinde konuşan eski TGB başkanı Yücel, ‘Türkiye’yi korkulduğu gibi karanlık günler değil, aydınlık bir gelecek bekliyor’ dedi.
Londra’da yıllık olarak Vatan Partisi ve TGB İngiltere Örgütü tarafından gerçekleştirilen Ulusal Kanal’a destek gecesine katılması beklenen Yaşar Nuri Öztürk’ün sağlık sebebiyle katılamadığı gecede tek konuşmacı Aydınlık Genel Yayın Koordinatörü İlker Yücel, Türkiye’de ‘karşı devrim cephesi olarak adlandırdığı AKP- Cemaat- Bölücü terör ittifakının parçalandığını bu nedenle bu güçlere dayanan Erdoğan rejimininde günlerinin sayılı hale geldiğini söyledi. Dış politikada sürekli yanlışlar yapan ABD nin ‘BOP projesi eşbakanı’ Erdoğan’ın Dış güçlerden aldığı desteğinde artık tükenmek üzere olduğuna dikkat çeken Yücel, AKP nin eski ittifak unsuru Cemaat’ın cezaevlerine doldurulduğunu, PKK nın ise ‘hendeklerde kaldığını’ kaydetti.
Ali Rıza Değirmenci Türk Okulu Folklör Gurubu tarafından gerçekleştirilen bir gösteriden sonra Türk müziği eşliğinde yapılan gecenin sunuculuğunu İngiltere TGB yöneticisi Musa Ballıkaya yaptı. İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği ve Birleşik Krallık CHP örgütünden temsilcilerin yanında İngiltere’de kurulu kitle örgütlerinin katıldığı Ulusal Kanal yemeği İstiklal Marşı ve Şehitlere Saygı duruşu ile başladı. Geniş bir davetli topluluğunun katıldığı destek gecesinde, Türkiye Cumhuriyet ilkelerine bağlılık yinelendi ve ‘Yeni Anayasa’ hazırlıkları adına yapılan dikatörlük ve bölücülük çabaları protesto edildi.
LondraPosta- Londra

Abdullah Nihat Yılmaz; GİDEON İLE GABİ SİBONİ

GİDEON SA’AR İLE GABİ SİBONİ…

Kim mi bunlar?

Sizleri bilemem ama “bunlar” benim yeni duyduğum isimler. Daha doğrusu bilim adamı Mehmet Ali GÜLLER’in, yeni çıkan, “Suriye’nin Sevr’i, AMERİKAN KORİDORU” adlı kitabını okumaya başlamasaydım belki de bir süre daha duyamayacaktım.

Evet, Gideon SA’AR ile DR. Gabi SİBONİ. Bunlarla, “Amerikan Koridoru” adlı bu kitabın 67’nci sayfasındaki “İNSS Analizi: Dört Parçalı Suriye” ara başlığından itibaren tanışıyorsunuz. Gideon SA’AR İsrail’in eski içişleri bakanı ve Dr. Gabi SİBONİ de emekli bir asker. Ve bu iki muhterem zevat , aynı zamanda, İsrail’in Önemli Düşünce Kuruluşlarından Ulusal Güvenlik Çalışmaları Enstitüsü (The İnstitute of National Security Studies, İNSS)’in danışmanları ve “İyi, Kötü ve Çirkin: Suriye Devletini Bölmek” başlıklı ANALİZ’in de hazırlayıcıları…oluyorlar!

Ki, “ANALİZ”lerinin hedefi de açık: Suriye’yi dört parçaya bölmek!

Eh, artık siz bu iki kafadara, Tayyip Bey’in baba bir ana ayrı öz kardeşleri ve Deniz Baykal’ın has kuzenleri de diyebilirsiniz.

Neyse…

Ama biz, yine de, kitabın 68’nci sayfasındaki daha aydınlatıcı şu bölüme de bir bakalım:

“Sa’ar ve Siboni, Suriye’nin bütünlüğünün ortadan kalktığını, yeniden birleşmesinin de

artık mümkün olmadığını savunuyor.

Suriye’nin topraklarını kontrol edebilecek tek bir hükümetin artık kurulamayacağını

Belirten Sa’ar ve Siboni, bu nedenle yeni bir hükümet eliyle Suriye’yi istikrara

Kavuşturma fikrinin temelsiz olduğunu iddia ediyor.

(…) Beş yıldır süren “içsavaş” boyunca Suriye, demografik temelli kontrol alanlarına

ayrıldı ve göç dalgaları ile oldukça homojen demografik bölgeler oluştu.

Yani Sa’ar ve Siboni’ye göre beş yılın sonunda Suriye’de SÜNNİLER, NUSAYRİLER,

KÜRTLER ve DÜRZİLER belirli bölgelerde gittikçe homojenleştiler…”

Buraya, isterseniz, bir “Yani” de biz ekleyelim ve daha aşağıdaki hedeflerinin muhayyel haritasını da görmeğe çalışalım ki, şöyledir o harita:

“ – Akdeniz kıyısında NUSAYRİ devleti,

– Güneyde Ürdün sınırında DÜRZİ devleti,

– Kuzeyde Türkiye sınırında KÜRT devleti,

– Ve geri kalan bölgelerde de SÜNNİ devleti…”

Tamam mı?

Elbet ki, hayır! Çünkü Suriye Ortadoğu’nun sadece bir parçasıdır. Oysa Amerikan emperyaliminin temel amacı, daha önce “Arap Baharı” da dediği, Kuzey Afrika’dan, Ortadoğu da içinde olmak üzere, Arap yarımadasına kadar uzanan ve 22 devletin haritasını değiştirmeyi hedefleyen ve de Recep Tayyip’i bu görevle “EŞ BAŞKAN” eyleyen Büyük Ortadoğu Projesi, (BOP) tur.

Yazarımız Mehmet Ali Güller’in elimizdeki “Suriye’nin Sevr’i AMERİKAN KORİDORU” adlı kitabı daha çok kendi isimiyle sınırlı…Yani kitap Büyük Kürdistan’ı, Suriye’nin kuzeyinden Akdeniz’e ulaştıracak bir koridoru detaylandırmaktadır. Böyle olmasına karşın yine de BOP’a şöyle bir değiniyor:

“ …dönemin senato üyesi Sadi KOÇAŞ, anılarında ( kitabın 26’ncı sayfası)

“ABD’nin AP’yi ve Demirel’i 1965’te iktidara getirdiğinde ‘Irak-İran ve Türkiye

KÜRTLER’ini federe bir Cumhuriyet haline getirelim, bunu Türkiye’ye bağlayalım

isteğinde buluduğunu” belirtiyordu.

Biz bu alıntıyı biraz daha genişletebiliriz. Elbet yine Sadi KOÇAŞ’ın (4 ciltlik Atatürk’ten 12 Mart’a) adlı kitabından şu aşağıdaki bilgileri ödünç alıp ekleyerek:

“Demirel 1965’e kendisine sunulan bu “Kürt Dosyası’nı”, düşeş gibi görüyor önce,

seviniyor ama yine de askerlerin fikrini bir alayım diye düşünüyor. Ancak askerler

dosyayı beğenseler bile şu çekinceyi koymaktan da geri durmuyorlar: “İyi de,

bizim Lozanla çizilen misaki millimiz delinebilir!”.

Diyorlar,yani kuşkuyla yaklaşıyorlar… Ve Demirel duraklıyor, ancak bu Amerikan marka meseleyi gündemden de kaldırmıyor, üstelik hiçbir zaman…

Ve işte o “Kürt Dosyası” şimdilerde “BÜYÜK KÜRDİSTAN” olarak sıcak gündeme yerleştirilmek isteniyor. Yani Irak, İran, Türkiye ve Suriye bölünecektir! Daha doğrusu emperyalizm denen “tek dişi kalmış canavar” ile baş müttefiki İsrail böyle geviş getiriyor.

Ammaaa…Kazın ayağı öyle mi?

Biz şeytanın ünlü avukatı Graham FULLER’e “selam” ederiz!

Bir de bu yeni konuklarımız,

“GİDEON SA’AR İLE

  1. GABİ SİBONİ” ye…

 

Abdullah Nihat Yılmaz

4 Mart,2016, LONDRA

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar;İran’ın ‘oyun değiştiren’ etkisi

YENİ İRAN

Ortadoğu’da düzenin ve barışın sağlanabilmesinde çok önemli bir aktör olan İran’da, Parlamento ve Uzmanlar Konseyi seçimleri yapıldı.

Gelen sonuçlar; Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin Parlamentoda 30 sandalyenin tamamını kazandığını,

Uzmanlar Meclisi’nde ise Ruhani’nin meclise girecek 16 isimden en az 13’ünü kazandığı gösteriyor.

*

İran’ın siyasal gündemini belirleyen sonuçlar, Tahran ve Tebriz’de Cumhurbaşkanı H.Ruhani’nin temsil ettiği ılımlıların zafer kazandığını ve Dini lider Ayetullah Ali Hamaney temsil ettiği aşırı muhafazakârların ciddi anlamda gerilediğini gösteriyor.

Kırsalda, özellikle Kum ve Rey gibi muhafazakârların çok güçlü olduğu şehirlerde alınan sonuçların ise beklendiği üzere Hamaney’in lehinde olduğu görülüyor.

*

İran Anayasası’nda Dinî liderlik ya da Rehberlik en önemli kurumdur.

Rehber, Kur’ân-ı Kerîmde ve Hadîs-i Şerîflerde açıkca bildirilmemiş olan hükümleri, açık ve geniş olarak bildirilenlere benzeterek meydana çıkarabilen derin âlim anlamına geliyor.

Rehberi seçmek, denetlemek ve gerekirse azletmekle görevli kurum ise halk tarafından seçilen Uzmanlar Konseyidir, fakihler bu meclisin üyeleri…

*

Rehberlik Kurum’u yasama, yürütme ve yargının üzerindedir, o yüzden İran’da iki aşamalı bir kuvvetler ayrılığından söz ediliyor.

Rehber, Cumhurbaşkanının atanmasında ve azledilmesinde: Savaş ve barış kararının alınmasında: Önemli kurumların başkanlarını seçiminde ve daha birçok alanda doğrudan yetkilidir.

*

Bugünün Rehberi Ayetullah Ali Hamaney, Uzmanlar Meclisi ve Devrim Muhafızları’nın ittifâkıyla,kendisini İslam Devrimi’nin koruyucusu olarak gören aşırı muhafazakâr kanadı temsil ediyor.

Cumhurbaşkanı H.Ruhani’nin temsil ettiği ve İran siyasetinde reform isteyen  ılımlı kanadın etkinliğini kontrol altına almanın mücadelesini veriyor…

*

Ne ki, Ruhani’nin temsil ettiği ılımlılar halkın büyük kısmından destek alıyor.

Çünkü İranlılar, 1979’dan itibaren ABD’nin ticarete ve finansal operasyonlara getirdiği kısıtlamalarla karşı karşıya kalmış,

1996’da D’Amato Yasası’yla, petrol ve gaz üretim endüstrisindeki yatırım süreçleri ciddi darbe almıştır.

Sonra nükleer teknolojide kaydettiği ilerleme İran’ı BM Güvenlik Konseyi zeminine getirmiş ve 2006’dan itibaren kabul edilen 4 ayrı kararla “Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması” na aykırı hareket ettiği gerekçesi ile kişiler ve kurumlar bazında bir takım yaptırımlara uğramıştır.

*

İran bu tecride farklı yöntemlerle tepki göstermiş,

Nükleer altyapının kilit önemdeki bileşenlerini yoketmek çabasında bulunan NATO saldırısına karşı,

İran balistik füzeleri ülke genelinde dağıtarak konuşlandırılmış, Hava kuvvetlerinde hızlı tepki gösteren yeni birlikler oluşturulmuştur.

İran kendine uygulanan tecride karşı ayakta kalabilme güdüsüyle iç anlaşmazlıklarına rağmen birleşmiş,

“İslam Milliyetçiliği” ardından hızla “nükleer milliyetçiliğe” yönelmiştir.

Bugün İranlılar, Mahmud Ahmedinecad döneminden itibaren ülkenin içerisine sürüklendiği ekonomik sorunları, değişime kapalı olan aşırı muhafazakârların hatası olarak görüyor…

*

Bugün nükleer anlaşma İran İslam Cumhuriyeti’nin elini güçlendirmiştir.

İran’ı yumuşak güç unsurlarına ilaveten sert güç unsurlarını hiç çekinmeden kullanma potansiyeli, sürekli göz önünde bulundurulması gereken bir ülke yapıyor.

Hidrokarbon kaynakları, İran’ı dünya enerji jeopolitiğinde önemli pozisyonda tutuyor.

Üstelik İran, Orta Doğu’da Şii diyasporası üzerinde büyük etkiye sahiptir.

Şii ve Sünni direniş örgütlerine sağladığı geniş çaplı destek ve Irak, Suriye ve Körfez ülkelerindeki Şii nüfus üzerindeki doğrudan etkisini ihmâl etmemek gerekiyor.

İran, bu gücüyle Suriye ve Irak’ta devam eden istikrarsızlıklar ve IŞİD terör örgütünün bölgede artan etkisi ile yürütülen mücadelede aktif olarak yer alıyor.

Bölge ve dünya dengeleri açısından oyun değiştirici etkilerini kullanıyor.

*

Bu yüzden Dini lider Ayetullah Hamaney,  Ruhani’nin temsil ettiği ılımlı kanatla mücadelesinde zorlanmaktadır.

Hamaney 77 yaşındadır, bu bir olasılıkla  yeni seçilen Uzmanlar Meclisi’nin gelecekteki Rehber’i seçeceği anlamına geliyor…

*

Dayatılan yaptırımların kaldırılmasıyla;  İran’ın uluslararası enerji piyasalarına ulaşması için işbirliği yapılması,

Bu suretle İran pazarının Avrupa yararına açılması, hidrokarbon piyasalarında Rusya’nın payının azaltılması düşünülmüştür.

Buna mukabil İsrail-Filistin arasında çevre ülkeleri de kapsar bir barış planında Ortadoğu’yu, bilhassa İsrail’i ateşe atabilecek bir polita yürütmekten alıkoymak öngörülmüştür.

*

Ama ABD İstihbarat Topluluğu’nun (Intelligence Community) “İsrail Sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” raporunda Çin’in, İslami uyanış, radikalizm ve Filistin yanlısı kuvvetin yükselişi sonunda İsrail’in ayakta kalamayacağını bildirmesi İsrail’i,

İran’ın Şii hilâliyle yayılma olasılığı ise İsrail’i olduğu gibi Suudi Arabistan’ı derinden etkiliyor…

*

Bu yüzden Ortadoğu’daki gücün Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtmanın yolu örülüyor.

İsrail’in 10-15 yıl içerisinde İran’la gireceği doğrudan bir savaş öngörüsüyle yeni bir strateji geliştirilmiştir.

Buna göre; 1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO’nun  bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımı devreye alınıyor.

Bu kez İran; hem SSCB’nin o dönemki rolünü üstlenmiştir hem de Ortadoğu’da nüfuz ettiği alanlarda karşısında Sünni Arapların oluşturduğu NATO’nun uzantısı bir savunma örgütü buluyor…

 

*

Üstelik ABD, Hürmüz Boğazı’nda İran’ı caydırmak ve körfez ülkelerini korumak için donanmalarına yüklediği ve operasyonel hale getirdiği Füze Savunma sistemiyle birlikte konuşlandırdığı tüm serilerinde Patriot bataryalarını,

Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Küveyt, Katar, Umman’a sağladığı veri bağlantılarıyla birleştirmiş,

İsrail ve Türkiye’de konuşlandırılan  füze savunma sistemleri ve patriot sistemleriyle tek tetik oluşturmuş,

Bölgede kendi sistemine entegre ettiği füze kalkanını  İran ve Rusya’ya yönlendirmiş bulunmaktadır.

*

Parlamento ve Uzmanlar Konseyi seçimleri İran’ın izlediği politikalar ve artan etkinliğini teyid etmiştir.

Şimdi Türkiye, toplumsal anlamda meşru, Batılı ülkeler ile pragmatik temellerde anlaşabilen ve bölgesel etkinliğini konsolide etmiş bir İran ile karşı karşıyadır.

Ancak Bağdat Paktını andıran yeni bir pakt oluşurken Türkiye; İsrail ve Suudi Arabistan ekseninde ve ön cephede bulunuyor.

Ahmet Kılıçaslan Aytar

4.3.2016

Bombalar artık bizim malımız

                        ‘Ev Yapımı’ işçilik bizde

CAR (Conflict Armement Research), Avrupa Birliği tarafından kurulmuş ve IŞID terörünün güç kazandığı 2014 yılında Orta-Doğu’da yükselen intihar bombacılığı ve El Yapımı Bombaların kökeni ve Terör örgütlerine nasıl ulaştırıldığını araştıran önemli bir bilim organizasyonu.Uluslararası literatürde IED (İmprovised Explosive Devices) olarak adlandırılan bizde EYB olarak bilinen El yapımı bombaların uluslararası terörün en önemli silahı, CAR tarafından 20 ay süren bir araştırma sonucu yayınlanan bir raporla açıklandı. CAR çalışması kendisine-son derece isabetli bir seçimle- araştırma alanı olarak Kuzey Irak kentlerini seçmiş. Zira esas olarak 2003 yılında ABD liderliğindeki Koalisyonun Irak işgali sonrasında,önce Saddamcı daha sonra İslamcı muhalefet güçleri tarafından geliştirilen bir terör silahı oldu İED ler. 2006 yılından sonra Musab El Zarkavi liderliğindeki Irak El Kaide örgütü (Daha sonra IŞID’ a dönüştü) tarafından geliştirilen El yapımı bombalar ve intihar bombacılığı, yol kenarlarına yerleştirilen ve uzaktan kumanda ile patlatılan ‘Roadside bomb’ yol kenarı bombaları yoluyla ABD ordusuna yaklaşık 3000 asker kaybına mal oldu. Resmi açıklamalara göre; ABD’nin Irak’taki asker kayıplarının % 63 ü yol bombaları ile meydana geldi. Şu anda IŞID işgali altında bulunan Musul ve çevresinde örgütlenen ve gelişen El Kaide terörü, İED leri elde etme ve birleştirerek bomba imal etme işlemine Musul- Kerkük-Diyala gibi kuzey Irak kentlerinde başladı. Kuzey Irak,Türkiye üzerinden Dünya kimyasal ve iletişim teknolojisine bağlanma imkanları nedeniyle El Yapımı bombacılığın da merkezi haline gelmişti. İşte CAR adlı resmi araştırma kuruluşunun yaptığı araştırma sonuçları da tam olarak bu sonuçları veriyor;

El Yapımı bombaların ham madedeleri esas olarak Aliminyum macunu ve Amonyum nitrat (Gübre) den oluşuyor. Ana maddelerden biri olan Aliminyum Macunu Brezilya,Romanya,Hindistan tarafından üretiliyor ve CAR raporuna göre, Türkiye’de 13 adet firma tarafından ithal ediliyor. Yine aynı raporda açıklandığına göre,Irak ve Orta-Doğu’da kurulu daha küçük çaplı şirketlere ve Türkiye içinde doğrudan müşteriye satılan Aliminyum Macunu, gübre ile karıştırılarak en kolay yoldan patlayıcı haline getiriliyor. Terör örgütleri tarafından zaman içinde sınama-yanılma yöntemiyle kullanılarak geliştirilen patlayıcı üretiminde,patlama için cep telefonları, elektrik kabloları kullanılıyor ve şiddeti arttırmak için pakete top mermileri,piknik tüpleri,dinamit ve tahrip kalıpları ekleniyor.

Yaklaşık 10 yıllık bir tarihe sahip olan El yapımı bombacılık tekniği,bireysel intihar bombacılığında,yol kenarı bombalarında, mayınlarda ve bomba yüklü arabalarda kullanılıyor. Geçtiğimiz ay sonunda Ankara’da Genel Kurmay Başkanlığı önünde meydana gelen ve TAK adlı bir örgütün sahip çıktığı araba bombasının tam olarak aynı malzemenin kullanılarak gerçekleştirldiği açıklandı. Bu nedenle artık ‘yerli bir üretimden’ söz edildiği ve örgüt ideolojisinden çok ‘teknolojinin’ önem kazandığı bir yöntemden söz edildiği anlaşılıyor.

                 Ticaret ‘kanuni’ yollardan yapılıyor

CAR Araştırma sonuçlarının yayınlandığı raporun en çarpıcı yanı ise; uluslararası ortaklar aracılığı ile yapılan Aliminyum Macunu,Amonyum nitrat gibi malzemelerin satış işlemlerinin bir ruhsata bağlı olmayışı yani gıda maddeleri gibi serbestçe alınıp satılmaları. Bu nedenle CAR kuruluşu, bomba imal edilen maddelerin en önemli alış-satış merkezi olan Türkiye’den 13 şirketin isimlerini açıkça yazmanın ötesinde,bu şirketlerle konuşup yazışabilmiş. Şirketler, ürünlerin Brezilya,Romanya,Hindistan gibi ülkelerden alındığını ancak ağırlıklı olarak ülke içinde müşteri olan daha küçük firmalara satıldığını kabul ediyorlar. CAR araştırması, büyük ölçüde Kerkük,Erbil,Tuzhurmatu gibi Kuzey Irak kentlerindeki aracı şirketlerde biten ticaretin aktörleri olan Türk ve Yabancı şirkletlerin isimlerini yayınlamakta hiç bir çekince görmüyor. EYB bombaların son dönemde Irak-Suriye gibi ülkelerin yanında Türkiye’nin kendisinide vurmaya başladığı bir dönemde bizde bu şirketlerin isimlerini zikretmekte

hiç ama hiç bir sakınca görmüyoruz.

EYB lerin imalinde kullanılan kimyasal ürünler ve elektronik kabloların ithal ve satışlarını yapan şirketlerin isimleri şöyle ;

Gültaş Kimya- 3 D Lojistik- Marikem- Metkim- Mert Global- EKM Gübre- Diversey Kimya

İlci- Nitromark Dyno Nobel-Hes Kablo-Kablo Türk-Erikoğlu-Ünal Kablo

(Kaynak, CAR- Conflict Armement Research report.2016)

 

 

Mahir Tan    LondraPosta-Londra

Bülent Esinoğlu; ‘ABD nin şehir devletleri hayali’

Çok uluslu tekeller ve ABD/Türkiye ilişkisi

Bülent ESİNOĞLU

1950’den 1980’lere kadar, Amerika Türkiye ilişkisi; Türkiye’nin komünizme karşı ön cephesi olarak işlev görmüştür. Amerika bizi komünizmden koruyacak, buna karşı Türkiye, iç dünyasını, Amerika’nın isteğine göre belirleyecekti. 1980’lere kadar devletler düzeyinden çok, ilişkiler askeri ilişkiler şeklinde sürdü.

12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1981 askeri müdahaleleri, tamamen Amerika’nın taleplerine göre gelişti.

İşbirlikçi çevrelerin ekonomik olarak sıkıştığı, sosyal taleplerin yükseldiği dönemlerde, işbirlikçilerin talepleri doğrultusunda, kararlar çıkartılması ihtiyacı hâsıl oldukça darbeler oldu.

Ulus devlet-emperyalizm çatışması, ya da çok uluslu şirketlerin Türk ulus devletine ilk müdahaleleri, askeri darbeler şeklinde gerçekleşmiştir.

Amerika’nın ve Avrupa’nın çok uluslu şirketleri, Türk ulusal pazarlarından yerli işbirlikçi devşirdikçe, ilişkiler; zengin egemen çevreler ve onların milli görünümlü gayri milli siyasi çevrelerince yürütülmüştür.

Çalışanların ekonomik talepleri genişleyip, iç sermaye guruplarının sermaye birikim modelleri bu taleplere karşılık veremez konuma gelince, darbe ihtiyacı da ortaya çıkmıştır.

Sermaye birikim modellerinin değiştiği her dönemde, ulus devletimiz bir ABD destekli darbe ile karşılaşmıştır.

Türkiye ABD ilişkileri hiçbir zaman, egemen iki devletin ilişkisi şeklinde olmamıştır.

Buna ABD/Türkiye ilişkisi demekten ziyade, Amerika’nın tek taraflı talimatları doğrultusunda, iç yapılanma süreci demek daha doğrudur.

Çok uluslu Batılı şirketler büyüdükçe, ulus-devlet büyük devlet (ABD) ilişkileri, çok uluslu şirketlerin bayileri ile olan ilişkiye dönüşmüştür.

Çok uluslu şirketlerle kurulan bu yeni ilişkiler düzeyinde, milli ordu, milli eğitim ve milli olan her ilişki çok uluslu şirketlerin sorunu haline gelmiştir.

Çok uluslu şirketler ve onların ortakları yerli firmaların siyasi ilişkileri ulus devletin üniter yapısı le çelişkili hale gelmişilerdir.

Çok uluslu şirketlerin banka ve sanayi sermayesi ile birleşmesi, yani finans kapital dediğimiz sürece girilmesi; ulus devlerin üniter yapısı ile tekellerin çatışması üst düzeye çıkmıştır.

Çok uluslu şirketler, ya da emperyalizmin ulus devletin tepesine kendi valisini bile koysa, üniter yapı içinde, artık yol alamayacağı kanaatine varmıştır.

Bu sebepten ulus devlet, çok uluslu şirket çelişkisi en üst düzeye çıkmıştır. Ulus devletin şehir devletlere dönüştürülmesi aşaması tekellerin önünde duran önemli bir sorundur. Bunu Amerikan devletinden ve NATO’dan istemektedirler.

Küçük ulus devletleri (Irak, Afganistan, Yugoslavya, Libya, Tunus, Katar, vs…) zaten baştan denetim altına aldılar.

Çok uluslu şirketler, Türkiye, İran, Arjantin gibi büyük ulus devletleri önce şehir devletlere (federasyonlara) dönüştürerek denetlemek istemektedirler. Çok uluslu şirket, şehir devletteki bayisi vasıtasıyla, şehir devleti denetlemesinin bedelinin az olacağını biliyorlar.

Rusya ve Çin gibi büyük ulus devletlerin çok uluslu şirketlere karşı direnci, hatta karşı koyması Batılı sermaye düzenini tehdit eder hale gelmiştir.

Türkiye Amerika ilişkilerinde, artık tek tayin edicinin Amerika olmayacağı ortadadır.

Türkiye’de kim iktidarda olursa olsun, hatta ABD tarafından belirlenmiş bir yönetici bile olsa, Türkiye’nin bölünmesini gerçekleştiremez. Ve bu istek, bu ülkede ve bu bölgede artık çıkmazdadır.

Türkiye’nin parçalanması sadece Amerikan çok uluslu şirketlerinin isteği olarak kalacaktır. Bölgede şehir devletler inşası ne Çin’in ne de Rusya’nın işine gelir.

Suriye’nin bölünmesi de bir Amerikan planı olması sebebiyle Rusya’nın da işine gelmez. Bölgede Rusya’nın varlığı, bölgede iç savaşların yayılmasının önünde bir engeldir.

ABD veya çok uluslu şirketlerin sahipleri, kurdukları finans sisteminin tehlikeye gireceği bir ABD Rusya/Çin savaşını göze alamazlar.

Bu sebepten ABD Türkiye ilişkileri artık hiçbir şekilde, eskisi gibi olamaz. Yani “onlar emredecek Türkiye yapacak” düzenin sonuna gelinmiştir. Siyasi iktidarlar hala Amerika’dan yana olsalar da…

 

2.3.2016, bulentesinoglu@gmail.com

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘B Planı belirsizliği’

FEDERAL SURİYE CUMHURİYETİ

ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry’nin Suriye’de çatışmaların durdurulamaması ve siyasi değişimin sağlanamaması durumunda B planı seçeneklerinin bulunduğu,

“Eğer adım atmazsak işler daha kötüye gidebilir. Rusya’da şu anda bölünme ihtimalini  değerlendiriyordur” açıklamasının polemiği sürüyor.

Ardından Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov, “Suriye’de ateşkese ve bu ülkedeki krizin barışçıl çözümüne alternatif olarak ortaya atılan “B planı, kara operasyonu hazırlıkları, tampon ya da uçuşa yasak bölge oluşturulmasına dair ne olduğu belirsiz öneriler kabul edilemez.

Suriye’de kanların akıtılmasına son vermek için bölgede istikrarın sağlanmasının dış güçlerin jeopolitik çıkarları ve yeni imparatorluklar kurma hayallerin üstünde tutulması gerekiyor” ifadesinde B planı; siyasi çözüm yolunda  Suudi Arabistan ve Türkiye’nin vizyonları doğrultusunda kara operasyonlarına, tampon ya da uçuşa yasak bölge oluşturulmasına dair öngörülerine  Suriye’nin kapalı olması anlamına geliyor…

Ama Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı S.Ryabkov’un, “Suriye’nin federal bir devlete dönüşmesinin mümkün olup olmadığına dair bir soruya verdiği, “Eğer Cenevre görüşmelerinin katılımcıları bu sistemin en uygunu olduğu ve bunun, Suriye’nin toprak bütünlüğü korunmuş, lâik, bağımsız ve egemen bir devlet olarak kalmasını sağlayacağı fikrine varırlarsa, o zaman kim buna karşı çıkabilir? Başka bir sistem seçilirse, bu sistemin Suriye’den binlerce kilometre uzaktaki bir yerden dikte edilmediğini ve görüşmelerde üzerinde anlaşmaya varıldığını görürsek, o zaman bu, bizim için bir mesele de olmaz” yanıtı,

Suriye’nin bölünmesi ile ilgili ABD ve Rusya’nın ortaklaştığı bir B planına işaret ediyor.

*

Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü J.Kirby, B planı hakkında son kararın verilmediğini ifade ederek, “Siyasal çözüm arayışlarının başarılı olmaması durumunda uygun alternatifler ve seçeneklerin ne olması gerektiğine dair kurumlarımız arasında çalışmalar sürüyor” açıklamasında bulunuyor.

ABD, ateşkesin başarısız olması halinde bir B planından söz etmesi, siyasi çözüm süreci konusunda halâ belirleyicilik rolünü elinde tuttuğunu gösteriyor.

*

B planında Suriye’de bölünmeyi sadece YPG liderliğinde Suriye Demokratik Güçleri öngörüyor.

Ama ABD; Türkiye ve Suudi Arabistan’ın en yakın bölgesel müttefiği olan Nusra liderliğindeki Fetih Ordusu’nu IŞİD kadar tehlikeli görüyor.

Şimdi siyasi çözüm süreci, IŞİD ve Nusra dışındaki tüm grupları ateşkes kapsamına dahil ederek, Türkiye ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen grupları, İŞID ve Nusra ile olan saflarını ayırmaya zorluyor.

Zaten ateşkes kapsamına alınan grupların IŞİD ve Nusra ile olan ittifak ilişkileri de ateşkesi kırılgan hale getiriyor.

Safların ayrılması durumunda Türkiye’nin PYD liderliğindeki bir Kürt devleti, bir Sünni İslam Hilafet devleti ile komşu olacağı,

Ya da Federal Suriye Cumhuriyet’i etrafında Kuzey Suriye’de Kürdistan Yönetimi ve Orta Suriye’de Sünni İslam Hilafet Yönetiminin kurulacağı anlaşılıyor.

*

Çünkü B.el Esad bir yandan dışarıya karşı mücadele verirken diğer yandan içeride değişim için Anayasayı, siyasal partiler ve seçim yasaları değiştirmiş, BAAS’ın mutlak egemenliğine son vermiştir.

Devletin iç ve dış politikaları “Filistin davası, anti emperyalizm, Direniş Ekseni” gibi ana başlıklarda ve Laik esasında değerlendirilmiştir.

Suriye Arap Cumhuriyeti yarı başkanlık sistemi ile yönetiliyor, anayasaya göre cumhurbaşkanı aynı zamanda hem silahlı kuvvetlerin hem de yasama ve yürütmenin başıdır.

Devlet yönetiminde başbakan ve bakanlar çizgileri belirlenmiş alanlarla sınırlı olarak belirlenen görevleri icra ediyor.

Ancak ülkenin iç ve dış politikası Milli Güvenlik Kurulu’nu oluşturan cumhurbaşkanı, başbakan ve bazı bakanlar ile yüksek bazı bürokratlar, istihbarat birimleri başkanları ve generallerin oluşturduğu bir ekipçe belirleniyor.

Bunların dışında kalan bakanlık ve alt birimlerde korporatist bir yapı hakimdir;

Yukarıdan aşağıya herkes anayasa ve yasalara göre belirlenmiş görev tanımı içinde çalışıyor.

Ancak bunların oluşturduğu ortak akıl cumhurbaşkanının liderliğinde nihai kararı alıyor ve icraat buna göre uygulanıyor. Ve Suriye Arap Cumhuriyeti liberal ekonomi üzerinden yükseliyor.

*

Halbuki, kuzey bölgelerini kontrol eden ve yeni bir Kürt devletçiğinin oluşturulması için savaşan PKK bağlantılı Demokratik Birlik Partisi;

Cizire ve Kobani kantonlarının birleştilmesi ardından Efrin Kantonuyla birleşme ve Demokratik Özerk bir Kürt koridoru oluşturmaya çalışıyor.

Demokratik Özerklik; özel mülkiyeti tanrılaştırarak her türlü tekelleşmeye imkân sunan bir ekonomik sistemin insanî niteliği olamayacağına, diğer taraftan da reel sosyalizm örneğinde olduğu üzere her türlü özel mülkiyeti reddeden devlet mülkiyetçi yaklaşımların da tarihe yol aldırmadığı tezinden yükseliyor.

Özel mülkiyet değil, topluluk mülkiyeti hedef alınıyor.

Topluluk mülkiyeti ya da ekonomisi ise tekelleşmeyi hedeflemeyen, azami kârı esas almayan, kontrolü kendi elinde olan, üretimle bağ içinde olan, kendine yeterliliği esas alan toplumsal ihtiyaçlar üzerinden gerçekleştiği için kullanım değerini esas alan bir ekonomi ya da mülkiyet anlamına geliyor.

Kürtlerin devlet yönetimi biçimi bu düşünceden gelişecektir…

*

Sünni İslam Hilafet Yönetimi ise İslam din ve gelenekleri ile uyumlu bir ekonomik düzeni teşvik üzerine oluşturulacaktır.

İslam ekonomisi ne Kapitalist nede Sosyalist olarak tanımlanıyor, her iki sisteminde negatif özelliklerine sahip olmayan bir “üçüncü yol” olduğu iddia ediliyor.

İslami ekonomide üretim ve tüketim araçlarında özel mülkiyet hakkı, kişisel kazanç ve teşebbüs hürriyetinin teşvik edildiği serbest bir piyasa ekonomisi vardır.

Ticaret belli sınırlar içerisinde serbesttir.

Ücret, işe veya beceriye göre serbest piyasa şartlarında karşılıklı rızayla oluşur.

Rekabet, mü’min mü’minin kardeşidir ilkesinin sonucu olarak sınırlandırılmıştır.

İnsan, diğer alanlarda olduğu gibi ekonomiyle ilgili faaliyetlerinde de Allah’ın koyduğu sınırlara uymak zorundadır.

*

Suriye’de siyasi çözüm yolunda savaşın trajik sürecinde birbirlerinden kalın çizgilerle ayrılan Alevilerin,Sünnilerin ve Kürtlerin “B planı” olmaksızın nefes almaları mümkün görülmüyor…

Sykes-Picot  devam ettiriliyor…

Türkiye’nin düşmanlık ilişkilerinde olduğu Federal Suriye Cumhuriyeti’ne gidilirken, Irak bekliyor.

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar

En uzun gün

                  En Uzun Gün ; 2 Mart Çarşamba

Türkiye’nin yakın geleceğini şekillendirecek günlerden birisi bu. Bir dönemin 1 Mayıs Yürüyüşü gibi önceden ilan edilmiş ve bazı güçler tarafından ‘hazırlıkları tamamlanmış’ bir gün olarak görünüyor. Bugün saat 16.00 da Diyarbakır’da ne olacaksa, göz göre göre, gün ışığında ve tüm Dünya’nın önünde olacak. Türkiye buna hazır mı ?

Diyarbakır kenti ‘Sur’ bölgesinde çatışmalar ve ‘kuşatma’ devam ederken, bu şehirde oyların yarısını alan parti, halkın yarısını ‘kuşatmayı yarmak’ için Sur bölgesine yığacağını söylüyor. -2 Mart Çarşamba günü erken saatlerde bir anlaşma olmazsa- sivil görünümlü binlerce insan ile ‘kuşatmayı’ sürdüren asker ve polis güçleri arasında bir silahlı bir çatışma kaçınılmaz görünüyor. Kötü olan bu çatışma’nın artık alıştığımız, gaz bombalı- hortumlu birkaç kişinin yaralanması yada yaşamını kaybetmesi gibi ‘sıradanlaşmış’ bir olayın sınırlarını çok çok aşma istidadı taşıyor olmasında.

2 Mart Çarşamba günü, Diyarbakır kentinde büyük çaplı çatışmalar meydan gelirse, sivil yada sivil görünümlü insanlar,askerler, polisler ölürlerse bunun sorumlusu kimler olacaktır?

  • Halkı kamu iletişim araçları ile açık bir biçimde,Diyarbakır kentinde bir mahallede operasyonlar yapan Güvenlik Güçleri üzerine süren HDP yöneticileri mi ?
  • Bir çatışma olasılığı çok yüksek bir günde, yürüyüş yapılmasına -ne pahasına olursa olsun-engel olmamış olan sivil ve askeri otoriteler mi ?
  • Halkı yapılacak olan yürüyüşün muhtemel kötü sonuçlarına karşı uyarmak için ‘bağımsız’ bir kampanya açmayan yazılı ve görsel medya mı ?

Unutulmaması gereken, ‘2 Mart Çarşamba’ gününün ‘önceden ilan edilmiş’ bir felaketin başlangıcı olma özelliği.

Başladıktan sonra,kolayca kontrolden çıkabilecek bir kitle psikolojisinin hakim olduğu bir dönemde yaşanacak olması.

Pek muhtemel olayların sorumluluğundan kimsenin kurtulamayacağı, tarafların ve ‘izleyicilerin’ aynı derecede ‘elleri kanlı’ olacakları bir ‘uzun gün’ bekliyor toplumu.

LondraPosta- Londra        

 

ROTA UK, 2016 çalışmaları başladı

 

ROTA UK ,2016 yılında Türk Yaşam ve Kültürünü temsil eden kurumlara destek verecek çalışmalarda bulunacak

9 Şubat 2014 tarihinde kurulan ROTA UK (Restaurant, Hotel, Tourism Associatıons in  UK) 2016 yılının ilk toplantısını 21 Şubat Pazar günü, Canary Wharf’ın seçkin Türk Restoran’ı Hazev’de yaptı.

Açılış konuşmasıyla toplantıyı başlatan Rota UK Başkanı Akın Örs:

‘2016 yılının bu ilk toplantısında hepinize iyi bir yıl ve Dernek olarak ta 2016 yılında  başarılı ve faydalı projelere imza atmamızı  diliyorum. Bugün aramıza  katılan Tulip Holidays’ın yönetim kurulu başkanı Sn. Itır Sökmen Hanıma hoş geldiniz diyor, Turizm sektöründe Türk Toplumuna uzun yıllar emeği geçmiş  eşi Kadri Sökmen Bey’i de rahmetle anıyorum. Aramızda,  Turizm sektörine gerek seyahat agentası , gerek restoran,bar gerekse  otel sektöründe büyük hizmetleri bulunmuş ve hala da bulunmakta olan değerli insanlarımız var.Bu değerlerin Türk yaşam ve kültürünü tanıtmakta  olan kurumlara birikimlerini, tecrübelerini paylaşma zamanı  gelmiştir.  Hepinizin bu konuda fikir ve önerilerinizi bekliyorum’ diyerek sözü üyelere bıraktı.

ROTA UK Yönetim kurulu üyeleri  teker teker söz alarak görüş bildirdiler ve 2016 yılında daha aktif bir çalışma yapılması,bilgi ve deneyimlerin Türk Toplumuna hizmet olarak geri dönmesi gerektiği konusunda oybirliyle karar alındı.Buna göre Türkiye’deki 15-22 Nisan 2016 tarihindeki Turizm haftasına buradan destek verilmesi için gerekli bir çalışma planı yapılması öngörüldü. Bu çalışmalar;

Türkiye’de Turizm eğitiminin duayenlerinden Yunus Aslan Hoca’nın bilgi ve deneyimlerinin, Oxford & Cambridge Club’da 38 sene Bar müdürlüğü yapan Ahmet Sapaz Bey’in tecrübelerinin ve Onur üyesi Birol Yiğitcan’ın değişik sektörlerdeki  birikimlerinin  paylaşılacağı bir dizi etkinlikler altında toplanılmasına karar verildi.

Londra’da faaliyet gösteren Restoran, seyahat agentaları ve Otel’lerle ilgili görüş ve tavsiyeleri  Rota UK’nın facebook sayfasında açıklanarak, hizmet sektörüne değişik yönde verilecek bu gibi katkılarla  Türkiye’nin imajının iyi bir şekilde  artırılması amaçlandığı belirtilerek toplantı sona erdi..

Toplantı sonrası Rota UK üyeler hepbirlikte yemek yiyip sohbet ettiler.

Resimde soldan sağa doğru Yönetim kurulu üyeleri:
Akin Ors, Birol Yigitcan, Jale Özer, Yunus Aslan, Hasan Saat, Yuksel Bektas,
Metin Denlisöz,Ahmet Sapaz, Itır Sökmen

 

 

 

İTDF; 18 Mart Şehitler Günü duyurusu

İTDF /18 Mart “Şehitler Günü “ duyurusu

T.C.Londra Büyükelciliği tarafindan düzenlenen “Şehitler Günü” töreni bu sene 18 Mart Cuma günü, Brookwood Türk Hava Şehitliği’nde (Cemetery Pales, Brookwood, Surrey, GU24 0BL) yapılacaktır.

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu (ITDF) bu sene de, törene katılacak vatandaşlarımız için bir otobüs kiralamıştır.

Federasyonu’nun kiraladığı otobüs, 18 Mart Cuma Sabahı  saat 8:45’de  Haringey Council Civic Centre’ın ( High Road, Wood Green, London N22 8LE) önündeki parktan hareket edecek ve katılımcılardan herhangi bir ücret alınmıyacaktır.

Brookwood Türk Hava Şehitliği’ndeki program 11:00 başlayacak ve yarım saat sürecektir. Otobüsümüz 13.00 –13.30 sularında Londra’ya hareket edecektir .

Türk ve Dünya Tarihleri için çok önemli sonuçlar doğuran Çanakkale Savaşları’nın 101.yılında bu tören daha büyük bir anlam ve önem taşımaktadır.

Bu yüzden şimdiden yoğun ilgi gören törene federasyon otobüsü ile gitmek isteyen kişilerin  0744 817 8778 numarayi arayarak  veya mesaj göndererek kayıt yaptırmaları önemle rica olunur.

 

Saygilarimizla

Jale Ozer

Başkan

*********

 

Brookwood Türk Hava Şehitliği : .

Adresi:Cemetery Pales, Brookwood, Surrey, GU24 0BL

Brookwood Türk Hava Şehitliği’nde, 15 Hava subayımızın kabri bulunmaktadır. Bunların 14’ü pilotaj eğitimi sırasında şehit olan 1941-1942 yılı Harp Okulu mezunu Havacı subaylar olup biri de 1836’da İngiltere’de görevli iken vefat eden Teğmen Arif Bey’dir. Aslında Tğm. Arif Bey, vefat ettiğinde Woolvich şehrinin mezarlığına defnedilmiş, daha sonra ise kabri anılan şehitliğe nakledilmiştir.


            İNGİLTERE’DEKİ ŞEHİTLERİMİZ

  1. Hv.Tğm. Nizamettin Şengün 18/19 Eylül 1942 Talim uçuşunda düşerek,
    2. Hv.Tğm. Ali Aksu 21 Ocak 1943 Havada çarpışarak,
    3. Hv.Tğm. İbrahim Oray 25 Mart 1943 Tren kazasında,
    4. Hv.Tğm. Saim Parlak 17 Temmuz 1943 Tayyaresiyle düşerek,
    5. Hv.Tğm. Esat Şaşmaz 23 Ağustos 1943 Tayyaresiyle düşerek,
    6. Hv.Tğm. Hakkı Akarçay 3/4 Eylül 1943 Gece uçuşu esnasında bir Alman tayyaresinin hücumuna uğramış ve düşmüştür.
    7. Hv.Tğm. Ömer Sümercan 21 Eylül 1943 Tayyaresiyle düşerek,
    8. Hv.Tğm. Kemal Gülçeken 10 Ocak 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    9. Hv.Tğm. Mustafa Görez 4 Ağustos 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    10. Hv.Tğm. Fethi Ang 24 Eylül 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    11. Hv.Tğm. Emin Dönmez 25 Ekim 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    12. Hv.Tğm. Hüdai Toros 10 Kasım 1944 Tayyaresiyle düşerek,
    13. Hv.Tğm. Abdullah Ay 4 Nisan 1945 Trafik kazasında,
    14. Hv.Tğm. Reşit Nalbant 17 Ağustos 1942 Talim uçuşunda düşerek,

    Kaynak. Hava Kuvvetleri Komutanlığı, Emekli Tümgeneral Cevat TUNA anıları, Sinan Arktkn