Türker Ertürk; ‘parçalayıcı ulus’ olmaz,’parçalayıcı iktidar’ olur

    PARÇALAYICI İKTİDAR

Başbakan Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde Mardin’de yaptığı bir konuşmada; “Parçalayıcı Ulus” diye, bilgiden ve derinlikten uzak ama Cumhuriyetimizin kurucu değerlerine düşman bir söz söyledi. Sıradan ve düşünülmeden söylenerek, ağızdan çıkan bir söz değildi bu! Onun ideolojisini ve dünya görüşünü gösteriyordu bu iki kelime.

Davutoğlu; söylediği bu sözle, Türkiye’de halen yaşadığımız terörün ve ‘Kürt Sorunu’nun nedeninin ‘Ulus Devlet’ yapısı olduğunu anlatmak istiyordu. Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisinin yanlış olduğunu ve bizi bir arada tutamadığını, esas toplumsal zamkın İslam olduğunu ifade etmeye çalışıyordu. Bu söyledikleri, “Siyasal İslamcı” ideolojisi ve “Yeni Osmanlı” hayali ile bire bir örtüşüyor. Bu sözlerin Mardin’de söyleniyor olmasının, mesajın içeriği açısından da özel bir önemi vardı.

“Vahşi İslam İsyanını Başlatın”

Davutoğlu; İslam’ın, yani dinin birleştirici olduğunu sanıyor. Halbuki, tarihsel gerçekler tam aksini gösteriyor. Din; din olmaktan, inanç ve itikat olmaktan çıkarılıp, bunun ötesinde siyaset olunca orada birleşme değil, bölünme ve parçalanma ortaya çıkıyor. Bırakınız siyasallaştırılan İslam ile toplumu bir araya getirmeyi, dinsel tarikatlar bile birbirlerini “kedi-köpek” gibi yerler. İşte bu yüzden din, emperyalizmin bir numaralı enstrümanıdır. Avrupalı, din ile Afrika’yı ve Güney Amerika’yı soymuştur. Avrupalı arkasında ekonomik nedenler de olsa; din yüzünden yüzyıllarca savaşmış ve birbirlerini boğazlamış, oluk oluk kan akıtmıştır. Bugün Batı’da, kendi içlerinde barış varsa ve asgari müştereklerde birleşebilmiş iseler; bunun nedeni, dini siyaset olmaktan çıkardıkları içindir.

Osmanlı’da ve Türkiye Cumhuriyeti’nde “Siyasal İslamcı” akımların arkasında, hep emperyalizm olmuştur. Amaç; İslam’ı kullanarak, kendi hedeflerine ulaşmak! Birinci Dünya Savaşı henüz başlamışken, 1914’de Berlin’den Petersburg Büyükelçiliği’ne; “Düşmanı İslam fanatizmi ile arkadan vurunuz. Vahşi İslam İsyanını başlatınız” telgraf mesajı geçilmiştir. Almanlar için düşman; İngilizler ve Ruslardır.

Panislamizm’in Arkasında Almanlar Vardı!

O zaman gündemde olan emperyalist projenin birincil ilgi gösterdiği coğrafya, Viyana’dan Hindistan’a kadardı. Almanya; birliğini geç kurduğundan (1871), sömürge paylaşımında geri kalmıştı. Zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu anlaşılan Ortadoğu’ya ve Mısır ile Hindistan’a göz dikmişti. Rakibi; Mısır’ı ve Hindistan’ı elinde tutan İngiltere ve Anadolu üzerinden sıcak denizlere inmeye çalışan Rusya idi. Osmanlı’ya bu nedenle yaklaşılır ve yardım edilir.

  1. Abdülhamit’in Osmanlı’yı kurtarmak için düşündüğü Panislamizm’in arkasında da Almanlar vardı. İslam’ı bir silah olarak kullanma fikri, Almanlarındı. Bunun fikir babası; anadan Alman ve babadan Yahudi diplomat, tarihçi ve arkeolog Max von Oppenheim olup, İstanbul’da II. Abdülhamit ile baş başa görüşmüş ve ikna etmişti.

Alman Cihadı

Osmanlı-Almanya yakınlaşması, 1877-1878 Osmanlı –Rus savaşından sonra, hemen başlamıştı. Alman İmparatoru II. Wilhelm, Osmanlı topraklarına üç defa ziyaret yapmıştı. İlk ziyaretini tahta geçtikten bir yıl sonra 1889’da, ikincisini 1898’de, üçüncüsünü ise Sultan Reşat döneminde, 1917’de yapmıştı. Teşkilat-ı Mahsusa; Almanların isteği ile kuruldu ve Alman parası ile finanse edildi. Hedeflerini de Almanlar belirlemişti; “Vahşi İslam İsyanını” İngilizler başta olmak üzere, Ruslara ve Fransızlara karşı başlatmak için. 14 Kasım 1914’de, Padişah Fermanı ile ilan edilen “Kutsal Cihad”ın arkasında da Almanlar vardı. Hatta, buna Alman Cihadı da denir. Bu konuda, Kerem Çalışkan’ın; “Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü” kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.

Demem o ki; o gün de “Siyasal İslam”ın arkasında emperyalizm vardı, bugün de var. “Siyasal İslam” ithaldir ve İslam coğrafyasına daha fazla sömürü, kan, kin, gözyaşı, bölünme ve parçalanmadan başka bir şey getirmez.

Ulus Devlet, Ulusal Kimlik

‘Ulus Devlet’ ve ‘Ulusal Kimlik’ ise; çağdaştır ve ithal değildir. Bu kavramlar medeniyetin ürünüdür ve insanlığın günümüzde ulaştığı medeniyet seviyesinin değerleri ve kurumlarıdır. Yer küre üzerinde kültürler farklı olsa da medeniyet, tektir.

‘Ulus Devlet’; Fransız İhtilali sonrası ortaya çıkan bir kavram olarak görünse de, arkasında Rönesans, Hümanizm, Reform ve Aydınlanma var. Bunların arkasında da Mezopotamya’da, Uzak Doğu’da, Anadolu’da, Akdeniz’de, Ege’de ve Güney Amerika’da bu ortak medeniyete yapılan katkılar var.

Bugün; medeni ve çağdaş dünya, akılcı ve bilimsel düşünce sistemine geçmiştir.  Aklın etrafındaki sınırlar kaldırılmış ve özgürleştirilmiştir. Her şey ama her şey, sorgulanabilir ve eleştirilebilir. İstisna yoktur! Bilim; hiçbir soncul olmadan, tümevarım yoluyla, gözlem ve deneyle yapılır. Artık; 18.Yüzyıl öncesinde sadece göz, kulak ve tahayyül gücüyle yapılan spekülatif bilim dönemi geçilmiştir.

‘Siyasal İslam’ ve ‘Yeni Osmanlıcılık’; geçmiş dönemin, Ortaçağın düşünce sisteminin ürünü, kurumları ve kimlikleridir. Günümüzde bunlar, çağ dışıdır. Geçmişin aklı, kurumları ve kimlikleri ile günümüzün sorunlarını çözmek ve toplumlara güvenlik, refah ve mutluluk vermek imkânsızdır.

‘Ulus Devlet’ ve ‘Ulusal Kimlik’ten vazgeçmek gericiliktir, yobazlıktır, cahilliktir, çağdışılıktır, emperyalizmin taşeronu ve parçalayıcı olmaktır.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK 

Türker Ertürk; ‘hukuk alanında 1215 tarihinden daha gerideyiz’

 “AYM’DEN MAGNA CARTA’YA”

İngiltere’de yaşayan dostlarımdan aldığım haberlere göre; ünlü piyanistimiz Gülsün Onay, Magna Carta’nın imzalandığı ve Britanya Adası’nın en eski şehirlerinden olan St. Albans’ta, geçtiğimiz Cumartesi günü (26 Şubat 2016) konser vermiştir.

Sanatçımız gecede; Ahmet Adnan Saygun, Ekrem Zeki Ün’ün eserlerini ve Mozart’ın “Türk Marşı”nı icra etmiştir.

Sanatçımızı şahsen tanıyorum ve defalarca konserlerine gittim. Kendisini, organizasyonda emeği geçenleri ve St. Albans’ın Türk Belediye Başkanı Sn. Mehmet Salih Gaygusuz’u kutluyorum.

Bildiğiniz gibi; anayasacılıkta 1215 tarihli Magna Carta Libertatum, en eski yazılı metindir.

Magna Carta ile Kral John’un keyfiliğine son verilmeye çalışılmıştır. Genel olarak; vergi toplamanın ve sarf etmenin krala değil, parlamentoya ait olduğu, insanların keyfi olarak cezalandırılamayacağı, adaletin satılamaz ve geciktirilemez olduğu, Magna Carta ile sözleşme altına alınmıştır.

Ne yazık ki bugün ülkemiz; 14 yıllık Erdoğan ve AKP iktidarında siyasallaştırılan, bağımsızlığı tamamen kaybettirilen ve vesayet altına alınan yargısı ve hukuk düzeniyle, 1215’in bile daha gerisine düşmüştür.

En son olarak basına yansıyan; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ülkemizin en yüksek mahkemesi olan AYM’nin verdiği kararı tanımadığını, saygı duymadığını ve uymayacağını belirten sözleri, Magna Carta’nın daha da gerisine düştüğümüzü gösteren yüzlerce somut örnekten birisidir.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

ZOR GÜNLERİN ADAMI; FİKRET OTYAM

 

    Zor Günlerin Adamı;

Zor Günlerin Adamı Fikret Otyam Londra’da anıldı. İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından düzenlenen Fikret Otyam’ı anma panelinde, Araştırmacı Yazar Abdullah Nihat Yılmaz, Ressam Ece Clarke ve Fotoğraf sanatçısı Murat Metin konuştular. Eğitimci Kadriye Atabay tarafından sunulan panelde, yaşamını Türk halkına adayan gerçek bir Cumhuriyet Aydını olan Fikret Otyam,ressam,gazeteci,yazar,fotoğrafçı kişilikleri ile anıldı. Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz büyük halkçı-cumhuriyetçi yazar ve sanatçı Otyam’ı gazeteci ve yazar yönüyle tanıtan Abdullah Nihat Yılmaz, ‘Eshab ul Kalem’ olarak nitelendirdiği Fkret Otyam’ın yazı türleri arasında en çok ‘röportajları ve haber resimleriyle’ ön plan çıktığını ve belgesel röportaj alanında öncü olduğunu kaydetti. Fikret Otyam’a onun kitabında da yer verdiği ‘Zor Günlerin Adamı’ adlı yazısı ile ‘yaşamına en uygun’ vasıflandırmayı kendisinin yaptığını söyleyen Yazar Abdullah Yılmaz, ‘onun ressamlık yanında fotoğrafçılığı da sanat düzeyine çıkardığını’ vurguladı.   Otyam’ın bir yazar olarak ‘halkı anlatan’ yazarlardan farklı olduğuna dikkat çeken Yılmaz, ‘Fikret Otyam, söylemek istediğini  bizzat halka söyleten ve ortaya çıkanı yazan,çizen ve fotoğraflayan eşsiz bir sanat adamıydı’ dedi.

     Ece Clarke; ‘O, resmi piyasa kurallarına sokmadı’

Fikret Otyam’ın ressam kişiliği hakkında bir konuşma yapan Ressam Ece Clark,’Zor Günlerin Adamı ‘ Otyam’ın Güzsel Sanatlar Akademisi’ndeki  resim eğitimi ve sanat anlayışına değindi. Onun yaşadığı dönemin ünlü halkçı resim geleneğinden Bedri Rahmi Eyüboğlu ekolüne bağlı bir sanatçı olduğuna işaret eden Ece Clarke ‘bunu Otyam’ın Harran Kadınlarında kullandığı ‘abartılmış göz’ resimlerinde görebilirsiniz’ dedi.’Bir ressam olarak Fikret Otyam’ın en önemli yönlerinden birinin onun yaşamı süresinde ABD ve Batı ülkelerinde gelişmeye başlayan ve Türkiye’ye de sıçrayan resim sanatının ‘kapitalist piyasa için’ kullanılmasına hiç prim vermemiş olmasıdır.’ diyen Clarke, Otyam’ın resimlerini galerilerde ve müzeyade salonlarında teşhir etmediği gibi konularda da her zaman halk ve devrim ögelerine sadık kaldığını kaydetti.

29 Şubat günü İADD tarafından düzenlenen ‘Zor Günlerin Adamı’ panelinin son konuşmacısı fotoğraf sanatçısı Murat Metin de, Otyam’ın fotoğrafları ve çektiği röportaj resimleri ile ilgili görüşlere yer verdi. Fikret Otyam’ın özellikle son yıllarında katıldığı toplantı ve gösterilerden fotoğraflar sunan Murat Metin, ‘zor günlerin adamı’ nın yaşam hikayesinden kısa anekdotlar ve kesitleri dile getirdi.

8 Ağustos 2015 tarihinde aramızdan ayrılan yazar-ressam- sanatçı Fikret Otyam’ın İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’ne düzenlediği panelden dolayı bir teşekkür mesajı çeken yazarın eşi Filiz Otyam’ın eğitmen Kadriye Atabay tarafından okunan mesajında; ‘onun 89 yıllık yaşamında dolu dolu bir hayat sürdürdüğü,Anadolu insanının sesi,kulağı ve dili olduğu’ cümlelerine yer verildi.

Mahir Tan           LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar ; ‘Suriye ve Irak’ta açık hedef oluyoruz.’

 

MUSUL’U KURTARMAK

BM Güvenlik Konseyi 2268 sayılı kararıyla, 27 Şubat gecesinden itibaren Suriye’de ateşkes  uygulaması başladı.

Başbakan A.Davutoğlu, Türkiye’ye yönelik güvenlik tehdidi olması halinde ateşkesin kendileri için bağlayıcı olmayacağını açıkladı.

*

Nitekim ilk ihlâli, Türk topçusunun ateş desteği ile Türkiye’den gelen İŞİD militanlarının Tel Abyad kentinde YPG ve PYD güçlerine saldırmasıyla yapıldığı iddia edildi.

İhlâl, ateşkesin sürdürülmesi sırasında ilk altı ayda Suriye hükümeti ile siyasi görüşmelerde bulunacak ve geçiş hükümeti kuracak muhalif grupların belirlenmesi,

Ya da kimin terörist kimin muhalif olduğunun ayırt edilmesi sürecinde,

Savaş ve terörle mücadele hukukunu yoğun biçimde ihlâl etmekle suçlanan;

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümetinin Suriye krizinin çözümünden yana olmadığını gösteren bir mesajı olarak nitelendirildi…

*

Hemen ardından Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov “İnsanlığı tehdit eden IŞİD ve diğer radikal grupları bozguna uğratmak adına anlaşmazlıkları, bencilce hırsları ve ön koşulları kenara bırakmak gerekir.

Bir dizi ölümcül terör saldırısı, IŞİD’in ideolojisi ve eylemlerinin barbarlığını göstermenin yanı sıra herkesin birbirine bağımlı olduğu bu dünyada bireysel güvenli bölgeler oluşturulup kendini komşularından tecrit etmenin mümkün olmadığını da gösterdi. Bu nedenle terörizm ile ekip halinde mücadele edilmesi gerekiyor” açıklamasında bulundu.

*

Bir başka yerde, Kuzey Irak Kürt Yönetimi bölgesinde Başure Kürdistan’da da Türkiye’nin bir ihlâli rahatsızlık oluşturuyor.

Germiyan, İran ve Irak’la sınırları olan bir bölgedir ve İran’a 80, Süleymaniye’ye ise 185 kilometre uzaklıktadır.

Çevresinde Kelar, Çemçemal,Tuzhurmatu, Kerkük, Kifri gibi il ve ilçeler yeralıyor.

*

Bölge jeoaskeri ve jeopolitik önemi nedeniyle oldukça stratejiktir.

ABD ve İran, gerek doğrudan müdahale ile gerekse yarattıkları güç odakları El Nusra, İŞİD gibi terör örgütleri ve kendilerini savaşan gönüllüler olarak tanıtan El-Haşdu’ş-Şabi- Şii Milis Güçleri ile bu stratejik alanda faaliyet sürdürüyor.

*

Özellikle İŞİD; Irak-Suriye ve Kürdistan hattı üzerinden paylaşım savaşının zeminini yaratmış,

Böylece iki bloklu dünyanın bütün güçlerinin Ortadoğu’da konumlanmasının adeta meşru gerekçesi haline getirilmiştir.

ABD ve Rusya’nın başını çektiği bu bloklar hem taktik hem de stratejik her hamleleriyle bu alanlarda siyasi güçlerini artırıyor, alanda belirleyici denge rollerini güçlendiriyorlar.

*

Bölgede Kürdistan Demokratik Partisi (KDP), Kürdistan Yurtseverler Birliği (YNK) ve Goran Hareketi üç önemli siyasi aktördür.

İzledikleri politikalar ile zaman zaman birbirinin zıttı olarak görünseler de temelde benzer dinamiklerin ortaya çıkardığı politikaları sürdürüyorlar.

Ama giderek YNK’ya bağlı peşmergeler İran’a katılırken,

KDP daha çok dinsel ve ailesel-aşiretsel niteliğiyle öne çıkıyor ve PKK’nın öngördüğü demokratik bir yönetime kesinlikle yanaşmıyor.

İktidara sıkı sıkı sarılmış Barzani ve ailesi bunun ellerinden gitmesi ihtimaline karşı her türlü ittifaka açık bulunuyor.

*

İşte KDP, Türkiye ile ekonomik zemine dayanan ortaklığı sonucu, Türk ordusuna ait Özel Kuvvet Birlikleri’nin bölgeye yerleşmesine izin vermiştir.

Özel Kuvvetler, ABD’nin iki yüzlü dış politikası çerçevesinde birbirine geçmiş karmaşık görevler ifa ediyor.

Birincisi; Kandil alanlarında bulunan PKK kamplarına ve  PKK’nin üst düzey yöneticilerine dönük nokta operasyonları ve  küçük gruplar halinde baskın, kaçırma, sabotaj ve suikast görevleri yapıyor,Türkmenlere destek veriyor.

*

İkincisi; Saddam Hüseyin’in devrilmesinden sonra Şiilerin egemen olduğu, Kürtlerin haklarının da tanındığı bir ülke olarak kurulan Irak’ta,

Yıllar boyunca yönetici güç olarak örgütlenen Sünnilerin bu yeni statüyü içlerine sindiremeyişi ve Irak statükosuna karşı mücadele başlatmasında;

Bölgede İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanıyacak, İslamiyet’ten ziyade Araplığı temel alan, bunu Irak’ta Sünnilerin temsil ettiği milliyetçi BAAS partisinin kurulmasına nezaret ediyor.

Yani Irak’ta Sünni koridor kurulmasına hizmet ediyor.

*

Üçüncüsü; IŞİD, Irak’ta bu mücadelenin örgütü olarak kurulup genişlerken,Musul, ardından da Kerkük’ün güneyini almış,

Ve “Kerkük-Yumurtalık” hattına egemen olmuştur ki, bu hat petrol kaçakçılığında İŞİD ve Türkiye’ye büyük getiri sağlıyor.

Üstelik BAAS bürokrasisinin, askeri deneyim ve imkanlarının IŞİD’in hizmetine girdiği ve başlıca önemli görevleri üstlendiği biliniyor.

Buysa Türkiye’nin en başından beri İŞİD’le ortak çalıştığını ve Irak’ta bulunan Özel Kuvvet Birliklerini orada bu amaç için tuttuğunu gösteriyor…

*

Dördüncüsü; ABD; Ankara’nın Özel Kuvvetleriyle birlikte Irak’taki varlığının, Bağdat ve Kürt Yönetimi Bölgesi’nde artan İran etkisinin önünü kesebileceğini savunuyor.

Türkiye’nin Irak’taki etki alanını genişletmek için KDP ile işbirliği peşinde olmasını Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak istediğine bağlıyor.

Irak’ın Musul’u kurtarma operasyonuna muhatap olması halinde ise IŞİD’in yerini BAAS partisinin ve Saddam’ın asker ve sivil bürokrasisinin ana kitlesini oluşturan Sünnilerin Musul’a hakim olması bekleniyor.

*

Nitekim Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, Haziran 2014’ten beri İŞİD’in elinde bulunan Musul’un kurtarılması operasyonu öncesi hazırlıkların ve koordinasyonun tamamlandığını açıklıyor.

Irak ordusunun Musul operasyonu için geri sayımı sürerken,

Dışişleri Bakanlığı’ndan Irak’ın bağımsız, müstakil ve BM üyesi bir devlet olduğu, kendi egemenlik hakkı ve toprak bütünlüğünü koruma hususunda aciz olmadığının açıklaması geliyor.

Türkiye’nin Irak topraklarındaki gücünü geri çekmesi isteniyor.

Buysa Türkiye’nin Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak isteğine aykırı bir talep olarak kabul ediliyor.

*

Üstelik ABD ve Rusya’nın Suriye’de ateşkesi pekiştirmek için terörizm ile ekip halinde mücadele edilmesi gereğinde hemfikir oldukları anlaşılmıştır.

Türkiye ise ihlâlleriyle hem Suriye’de ateşkes ve geçiş hükümeti kurulması sürecine , hem Irak’ta terörle mücadeleye engel olarak görülüyor.

ABD ve Rusya ittifakı çerçevesinde Irak’ta konuşlanan Türk Birliği her geçen gün açık hedef haline geliyor…

29.2.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar

Bülent Esinoğlu; Anayasa Mahkemesini tanımayanların ‘Anayasası’

Anayasa Mahkemesini tanımayanların Anayasası olur mu?

Bülent ESİNOĞLU

Aslında 28 Şubat Sürecini yazacaktım. 28 Şubatı, bu gün, Mecliste olan dört partinin sözcüleri de, darbe diye nitelendirdi. Kınadı ve lanetledi.

Yani bir kez daha AKP, CHP aynı görüşü savunmuş oldu.

Diyelim ki onların dediği gibi, 28 Şubat bir darbeydi.

Bu darbe ne diyordu ?

28 Şubat, Birinci Madde olarak, Cumhuriyet Kanunları uygulansın diyordu. İhtiyaç dışı İmam Hatip Okulları normal liselere dönüştürülsün diyor, Cumhuriyete ve Mustafa Kemal devrimlerine sahip çıkıyordu.

Bir buçuk milyon İmam Hatip öğrencisinin varlığı ile övünen,* İslamcılığı savunan AKP’nin, 28 Şubat sürecini lanetlemesini anlarım.

Muhalefette olanlar, her seferinde, AKP’yi sivil darbe yapmakla suçluyorlar.

CHP, 28 Şubat Sürecini lanetleyerek, hem gericiliğe prim vermiş oluyor. Hem de, AKP ile aynı safa düşüyor. Çünkü 28 Şubat Süreci laikliği ve devrim kanunlarını önceliyordu.

CHP asker karşıtlığı düşüncesini, darbe karşıtlığı maskesi ile geçiştirmiş oluyor. Yani laikliğe bir yumruk da, AKP ile beraber CHP vuruyor.

Meclisteki partiler laikliği savunmayınca, yani Anayasayı savunmayınca, Cumhuriyet Kanunlarını savunmayınca, AKP’nin yapmayı tasarladığı Tuzak Anayasa için zemin hazırlanmış oluyor.

Cehenneme giden yol; iyi niyet taşlarıyla döşenir diyeceğiz ama pek iyi niyet de, yok gibi…

Devletin tepesideki kişiden, Anayasayı tanımıyorum çıkışı geliyor.

Anayasayı tanımayanlarla birlikte sözde yeni Anayasa yapmaya kalkışılıyorlar.

Cumhuriyet Kanunlarını uygulatmak isteyen 28 Şubat generalleri Kumpaslarla, AKP iktidarınca yargılandı. Mahkûm edildi.

Ancak Cumhuriyetin gücü Kumpasçıları yendi. Ve süreç bize, Cumhuriyet Kanunlarının hala savunucularının olduğunu gösterdi.

Sosyal demokratların önemli yanılgılarından birisi de; gericiliğe karşı mücadele de, HDP ile ittifak arayışıdır. Bunu 7 Haziran seçimlerinde çok açık gördük.

Laikliği kurtarmak için bölücülerle işbirliği yapmak. Laikliği bölücülerden medet umarak kurtarmaya çalışmak. Yani vatanın bölünmesine karşılık olarak, laikliği kurtarmak.

Böyle bir yurt da, böyle bir dünya da yok.

Bu ve buna benzer yanılgılar, ülkeyi bölücülerden ve gericilerden kurtarmamızı zorlaştırıyor.

Bölücülüğün kendisi gericiliktir. Bölünen toplumlar geriler. Bölünmenin olduğu yerde üretim azalır. Refah azalır. Endişe ve huzursuzluk artar.

Emperyalizmin bölücüler ve gericilerle işbirliği yapması bir ortaçağ işidir. Böyle baktığımızda, orta doğuda, neden ortaçağın hakim olduğunu daha iyi anlarız.

Bölücülüğe karşı mücadele, aynı zamanda gericileğe karşı da mücadeledir.

Son söz; Anayasa Mahkemesinin kararlarını tanımayanların, yeni yapacakları Tuzak anayasaya da halk zaten inanmaz.

*Bilim kitlesi ve teknoloji üretimi ile övüneceğine din adamının çokluğu övünen bir anlayış.

 

28.2.2016, bulentesinoglu@gmail.com

 

 

 

 

Türker Ertürk; NATO tuttuğunu geri getirecek

HABER YORUM: MÜLTECİ DOSYASI

Sokaktan birilerini rasgele toplayıp bir bakanlar kurulu kursak; ülkemizi halen içinde bulunduğu bu duruma düşürmeyi, inanın beceremezlerdi. Bu iktidara katlanmak, toplum olarak felakete doğru koşar adım gidişimize seyirci kalmak demektir.

Şimdi de, NATO’yu Ege’ye davet ettiler. Bu davet ediş; çapsızlığın, ne yaptığını bilmezliğin ve niteliksizliğin son örneğidir. NATO’nun Ege’ye gelmesi; hem egemenlik haklarımızın çiğnenmesine yol açacak, hem de çıkarımıza değil!

Üzerinde anlaşılan konulardan birisi; “Türkiye’den hareket eden kişilerin kurtarılması durumunda, bu kişiler Türkiye’ye iade edilecektir” şeklindedir. Yunanistan’dan Türkiye’ye mülteci geçişi olmadığına göre bunun anlamı; “Suriye’den gelenler, Türkiye’de kalsın” demektir. Bu anlaşmanın altını nasıl imzaladınız?

Yunanistan, kota usulü ile mültecilerin paylaşımını istiyor Avrupa’dan. Aynı şeyi bizim de istememiz ve diretmemiz lazım. Ama bizimkiler, alacakları paraya fitler. Ülkemiz adeta açık mülteci kampı haline geldi.

Yalnızca Suriye’den, 3 milyona yakın mülteci geldi ülkemize. Bunlar durup dururken olmadı. Hükumetin emperyalizmle işbirlikçilik yapan, arkasında ‘Siyasal İslamcı’ ideoloji bulunan ve ‘Yeni Osmanlı’ hayali olan Suriye politikaları nedeni ile oldu.

Yabancı istihbarat örgütlerinin raporlarına göre; Suriye’den gelenler arasında en iyimser hesapla 35 bin radikal İslamcı terörist var Türkiye’de. Patlayan ve patlayacak bombaların, kopan ve kopacak kolların ve bacakların, akan ve akacak kanın sorumlusu kim?

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Cehennem silahına hayır

 

        Londra, ‘Cehennem Silahına’ karşı ayaklandı

Onbinlerce İngiliz ve İskoçyalı, Trident nükleer denizaltı projesine karşı sokağa döküldü. Önümüzdeki günlerde Muhafazakar Parti tarafından Parlamentoya getirilmesi beklenen toplam olarak 100 Milyar sterlinden fazla maliyeti olan TRİDENT 2 nükleer denizaltı  projesine karşı yapılan İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn ve İskoçya Milliyetçi Partisi Başkanı Nicola Sturgeon’un katıldığı gösteride 50 bin protestocu yer aldı. Muhalefetteki İşçi Partisi’nin daha önce yapımına onay verdiği Trident nükleer denizaltı projesinin genişletilmesine İşçi Partisinin yeni lideri Jeremy Corbyn karşı çıkarak  ‘Savaş silahı üreterek barış yanlısı olamazsınız. Trident barışın değil,savaşın silahıdır’ dedi. 27 Şubat Günü CND (Campaign for Nükleer Disarmement) Nükleer Silahsızlanma Hareketi tarafından düzenlenen ‘No to Trident’ protestosuna  İskoçyalı göstericilerde aktif  bir biçimde katıldılar. Marble Arch semtinde başlayan ve Trafalgar Meydanında yapılan konuşmalarla sona eren gösteride SNP İskoçya Milliyetçi Parti Başkanı ve İskoçya Başbakanı  Nicola Sturgeon ‘Dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun nükleer silahı yok. Onlar yok mu oluyorlar ?’ dedi.

İskoçya ‘Ev sahibi’

İngiltere’nin 2030 yılına kadar toplam olarak 100 milyar sterlin harcayarak inşa edeceği belirtilen Trident nükleer denizaltıları İskoçya’nın batı kıyılarındaki Clyde kenti yakınlarında bulunuyor.İngiltere’de kamuoyunda çok yaygın olan Nükleer silahlanmaya karşı tepki yanında ‘ev sahibi’ konumundaki İskoçya da anti nükleer bilinç yükseliyor. Geçtiğimiz yıl yapılan Britanya’dan ayrılma oylamasında ayrılık taraftarları az farkla referandumu kaybetmekle birlikte halen İskoçya parlamentosunda en güçlü parti konumunda. Trident denizaltı üssünün bulunduğu İskoçya  bir yanda Nükleer silahların hedefi olmamak bir yanda da karşı olduğu nükleer silahlanmaya vergileriyle katkıda bulunmamak amacıyla Trident projesine aktif bir biçimde muhalefet ediyor.

İktidardaki Muhafazakar Partinin desteklediği, muhalefetteki İşçi Partisinin bazı milletvekilleriyle katıldığı  Trident 2 projesine,en güçlü karşı çıkış İşçi Partisinin yeni lideri Jeremy Corbyn’den geliyor. Geçmişte kendi partisinin onayı ile başlayan İngiliz Nükleer silahı Trident’ın geliştirilmesi ve daha fazla para harcanmasına karşı duran nükleer silahlanma karşıtı Corbyn ‘Nükleer silahlanmanın nükleer bir savaşta caydırıcı bir rol oynadığı tezinin bir propaganda malzemesi olduğunu ve Trident projesinin tam tersine ülkeyi nükleer hedef haline getireceğini ileri sürüyor.

Nükleer silahlanma konusunda son derece hassas ve tepkili bir kamuoyuna sahip olan İngiltere’de  önümüzdeki haftalarda Parlamentoya getirilecek olan Trident 2 projesine karşı birbiri ardına protesto gösterileri düzenleneceği ve parlamentoda İşçi Partisi-İskoçya Milliyetçi Partisi tarafından birlikte engellemeler yapılacağ

ı belirtiliyor.

Mahir Tan           LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘B Planı bizden ne götürür’?

ÇOK YAKINDA
İsrail ve ABD; Suriye’nin bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanan dış politikasından rahatsızdı.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ABD/İsrail müttefiki devletler Suriye’de rejimi yıkmak üzere vekâlet savaşı başlattı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın payına, Osmanlıcı ve İslamcı vizyonuyla Sünni ile Şii dünyası arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatmayı öngören bir stratejiyi izlemek düştü. 
O’da Suriye Kuzey’ini ve Irak Kürdistan Bölgesi’ni petrolüyle birlikte Misak’ı Milli topraklarına katmaya heveslendi…
Beş yıl sonra Suriye vekâlet savaşı kilitlendi.
ABD ve Rusya’nın uzlaşmasıyla, Esad rejimi ve muhalif kanadı temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi ateşkesi koşullu olarak kabul etti.
Ama ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry’nin Suriye’de çatışmaların durdurulamaması ve siyasi değişimin sağlanamaması durumunda B planı seçeneklerinin bulunduğunu söylemesi,
“Eğer adım atmazsak işler daha kötüye gidebilir. Rusya’da şu anda bölünme ihtimalini  değerlendiriyordur” diye konuşması: 
*
Ardından Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov’un, Suriye’de ateşkese ve bu ülkedeki krizin barışçıl çözümüne alternatif olarak ortaya atılan “B planı, kara operasyonu hazırlıkları, tampon ya da uçuşa yasak bölge oluşturulmasına dair ne olduğu belirsiz” öneriler kabul edilemez,demesi ve Suriye’de kanların akıtılmasına son vermek ve bölgede istikrarın sağlanmasının dış güçlerin jeopolitik çıkarları ve yeni imparatorluklar kurma hayallerin üstünde tutulması gerekiyor” ifadesi akılları iyice karıştırmıştır.
Zaten Türkiye, Suriye ateşkes metninin hem ılımlı muhalif gruplara saldırılmaması garantisi vermemesini,  
Hem de PYD-YPG’nin tıpkı IŞİD ve El Nusra örgütleri gibi ateşkesin kapsamı dışında bırakılmamasını eleştiriyor ve  anlaşmadan ümitli değildir.
Ya? Sanki ABD’nin B planı için başka hazırlıklara ortak olduğu gibi bir izlenim veriyor…
Kürtler ve Rojava’daki güçler elde ettikleri askeri başarılar ve bulundukları bölgelerde ortaya koydukları siyasetle ateşkes sürecinde önemli bir rol üstleniyor.
Suriye sisteminin nasıl olması gerektiğinde önemli bir rol oynuyor.
Yoksa Federal Suriye içerisinde Kürtlerin kendi özerk örgütlenmelerini ve inşa ettikleri sistemi sürdürecekleri mi öngörülüyor? 
Ya da Kuzey Suriye’de Kürtlerin, Güney Suriye’de Nasturilerin ve Orta Suriye’de Sünni Arapların oluşturduğu Federal Suriye mi?
Derken,Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, Haziran 2014’ten beri İŞİD’in elinde bulunan Musul’un kurtarılması operasyonu öncesi hazırlıkların ve koordinasyonun tamamlandığı açıklamasında bulunuyor.
Musul operasyonu için geri sayılırken,
Dışişleri Bakanlığı’ndan Irak’ın bağımsız, müstakil ve BM üyesi bir devlet olduğu, kendi egemenlik hakkı ve toprak bütünlüğünü koruma hususunda aciz olmadığının açıklaması geliyor.
Türkiye’nin Irak topraklarındaki gücünü geri çekmesine karşı çıkması arsızlık olarak nitelendiriliyor!
Irak’ın IŞİD terör örgütüne karşı ciddi bir mücadele içinde olduğu bir ortamda, Türkiye’nin terörizmle mücadele iddiasını pratikte de ispatlaması gerektiği,
Halbuki Türkiye’nin kendi askerlerini çatışmalardan uzak bir bölgeye konuşlandırdığı ve terörizme karşı mücadeleye kesinlikle katkısının olmadığı iddia ediliyor.
Aksine Türkiye’nin sinsi planlar içinde olduğuna dikkat çekiliyor…
Nasıl yani?
Olası İsrail-Suriye arasında bir barış anlaşması için en önemli önemli unsur, bölgede İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanıyacak, İslamiyet’ten ziyade Araplığı temel alan milliyetçi BAAS partileridir.
O yüzden İsrail, BAAS partilerini güvenliği için sigorta mekanizması olarak görüyor.
Halbuki BAAS Suriye’de Cumhurbaşkanı Esad ile iktidarını koruyor ama Irak’taki BAAS iktidarı ABD işgaliyle sona ermiştir.
S.Hüseyin’in devrilmesinden sonra Irak; Şiilerin egemen olduğu, Kürtlerin haklarının da tanındığı bir ülke olarak yeniden kurulmuş,
Yıllar boyunca yönetici güç olarak örgütlenen Sünniler bu yeni statüyü bir türlü içlerine sindirememiş,
BAAS partisinin ve Saddam’ın asker ve sivil bürokrasisinin de ana kitlesini oluşturan Sünniler yeni Irak statükosuna karşı mücadele başlatmıştır.
IŞİD, Irak’ta bu mücadelenin örgütü olarak kurulup genişlemiştir.
Musul, ardından da Kerkük’ün güneyini almış ve “Kerkük-Yumurtalık” hattına egemen olmuştur.
Bir taraftan da Sünni aşiretlerin desteğiyle pazar yerlerine, Şii camilerine, polis ve asker karakollarına saldırarak Hükümeti yıldırma stratejisi izlemiştir.
Bugün BAAS bürokrasisinin, askeri deneyim ve imkanlarının IŞİD’in hizmetine girdiği ve başlıca önemli görevleri üstlendiği biliniyor.
Iraklı Sünnilerin temsilcisi eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin “terör örgütleriyle işbirliği içinde olduğu” gerekçesiyle Irak’ta idama mahkum edilmesi bu yüzdendir.
Recep Tayyip Erdoğan iktidarı, Haşimi’ye  gadre uğramış bir Sünni lider olarak kabul etmiş ve kol kanat germiştir.
Bu Türkiye’nin o günlerde Irak’ta henüz adı pek duyulmamış IŞİD’e verdiği destek anlamına geliyor. 
Nitekim Türkiye, Suriye’de de IŞİD’le temasına devam etmiş ve halâ resmen kabul etmese de  “Esad’a karşı savaşıyor, Rojava Kürtlerinin taleplerini bastırmak için gerekli ” diye her desteği vermeye devam ediyor…
 
*
IŞİD Sünni şeriatı üzerinde bir devlet kurmayı amaçlamıştır ama bu devleti zaten Müslüman olan ülkeler kurmak isteyince ister istemez, bu örgütün stratejisi din ve mezhep savaşı çıkarmak üstüne kurulmuştur.
Sonuçta IŞİD; Alevi-Sünni, Şii-Sünni çatışması gibi binbeşyüz yıllık pislik çelişkilerini kışkırtmış,
Suriye’de Alevi-Sünni çatışmasını, Irak’ta ise Şii-Sünni çatışmasını körüklemiştir.
ABD bu süreçte iki yüzlü bir siyaset izliyor ve Ankara’nın Irak’taki varlığının, Bağdat ve Diyala’da artan İran etkisinin önünü kesebileceğini savunuyor.
Türkiye’nin Irak’taki etki alanını genişletmek için Kürdistan Demokratik Partisi ile işbirliği peşinde olmasını Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak istediğine bağlıyor…
Irak’ın Musul’u kurtarma operasyonuna muhatap olduğunda ise IŞİD’in yerini BAAS partisinin ve Saddam’ın asker ve sivil bürokrasisinin ana kitlesini oluşturan Sünnilerin Musul’a hakim olmasını bekliyor. 
O yüzden Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’taki M.Barzani yönetimiyle uzlaşma çerçevesinde IŞİD’in kontrolündeki Musul yakınlarındaki Başika bölgesindeki 2 bin asker bulunduruyor. 
ABD mevcut El-Habbaniya ve Ayn El Asad üslerine ek olarak, Felluce’nin kuzeydoğusunda El Hamra’da ve Suriye sınırında Akkas petrol sahası yakınlarında 2 üs daha yapıyor. 
Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri’ne bağlı 4 savaş uçağı ile daha önce gelen ABD, İngiltere, Almanya ve Katar’ın savaş ve Awacs uçakları İncirlik Üssü’ndedir.
Irak’taki gelişmeler artık Ortadoğu’da haritaların değişeceği anlamına geliyor.
Kürtler ve Rojava’daki güçler elde ettikleri askeri başarılar ve bulundukları bölgelerde ortaya koydukları siyasetle, sadece Suriye’nin değil Irak ve Türkiye sisteminin de nasıl olması gerektiğinde baş rol oynuyor.
Suriye,Irak ve Türkiye; mezheplerin ve etnik kimliklerin kendi özgünlüklerini ve kimliklerini koruyacağı fedaratif bir yapıya doğru gidiyor.
Yeni Osmanlıcılık hevesiyle Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının, dinler ve mezhepler arasındaki farklıkları “laisizm”, ırk milliyetçiliğini “Türk Milleti” olarak engellemek  fikrini aşarak lağvetmiş oldukları dikkate alındığında,
Türkiye’nin bu mezhep ve etnik kimlik çatışmasının ortasına düştüğünden şüphe etmek gerekmiyor. 
Peki, bundan sonrası?
Nükleer anlaşmaya varan,büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyetinin; 
Birincisi;İran’ın kendi savunma çerçevesi kapsamında,
İkincisi; Kaynaklarını da kapsayacak biçimde İsrail’in denetiminde Sünnistan ve Kürdistan lehinde,
Çok rahatlıkla bypass edebileceği, 
Üçüncüsü; Rusya’nın da bundan çok faydalanacağı bir sürece girilmiş bulunuluyor.
B planı; Güneydoğu Anadolu ve Irak Kürdistan’ı topraklarında “Erdoğan Gider,Savaş Biter” başlığında, sonuçlarını Türkiye’nin metezori kabul edeceği bir kaç günlük savaştır.
Hey Allah’ım! Aklım niye böyle çalışıyor?
Ahmet Kılıçaslan Aytar

CHP’den ‘2016’ya umutlu bakış’

CHP ‘den ‘2016’ya umutlu bakış’

Londra’da kurulu ‘CHP Birleşik Krallık Birliği’ 1. yılını Türklerin en yoğun olarak yaşadıkları Kuzey Londra’da Stoke Newington Semtinde yaptığı bir kokteyl ve yemekle kutladı. ‘2016’ya Bakış’ adı altında yoğun bir katılımla gerçekleştirilen geceye, CHP Milletvekilleri Candan Yüceer, Hilmi Yarayıcı,Yurtdışı Birliklerden sorumlu Parti Meclisi üyesi Emre Çam katıldılar. ‘Twitter Fenomeni’ olarak tanınan Atilla Taş’ın sunduğu gecede Londra’da yer alan kitle örgütlerinin yönetici ve üyeleri ve çok sayıda CHP seçmeni yer aldılar. CHP Birleşik Krallık Birliği 1.yıl kutlama yemeğinde Örgüt Başkanı Sema Akartuna, Milletvekillleri Hilmi Yarayıcı,Candan Yüceer ve Parti Meclisi üyesi Emre Çam birer konuşma yaptılar.

‘2016’ya Bakış’

2016’ya Bakış adlı CHP Birleşik Krallık Birliği 1.Yıl yemeği konuşmaları, Başkan Suna Akartuna’nın yaptığı, Türkiye’de giderek ağırlaşan yaşam şartları ve siyasi iktidar baskı politikalarını hedef alan konuşması ile başladı. Türkiye’de 13 yıllık iktidarın iç ve dış politikada iflas eden politikalarını sürdürebilmek için baskı ve devlet terörü uygulamaya ağırlık verdiğini söyleyen Akartuna, ‘buna karşı mücadele edecek ve halkı iktidara taşıyabilecek gücün Cumhuriyet Halk Partisi olduğunu kaydetti. CHP nin İngiltere’de yaşayan Türk vatandaşlarını bir araya getirmek ve örgütlü bir biçimde ülkenin kaderinde rol oynayacak adımları atmalarını sağlamak amacıyla yapmayı planladığı çalışmalara dikkat çeken Başkan Suna Akartuna, ‘birlik ve gençlerin daha fazla katılımını sağlama’yolundaki çabaları vurguladı.

‘Hükümet Suriye’de Duvara Tosladı’

CHP, 1. Yıl yemeğinin en önemli konuşmalarından birini Hatay Milletvekili Hilmi Yarayıcı yaptı. Türkiye’nin yanlış dış politikasının en çok hissedildiği sınır ilimiz Hatay Milletvekili olan Yarayıcı, informatif açıklamalar taşıyan konuşmasında, ‘İktidarın, mezhep kışkırtıcılığı temelinde yürüttüğü Suriye politikası sonucunda komşu ülkede yüzbinlerce insanın yaşamını kaybetmesinin ötesinde, Türkiye de çok büyük bir istikrarsızlık ve terör ortamının içine itildi’dedi. AKP İktidarının izlediği ve çok sayıda ‘Uluslararası Savaş suçu’ niteliğindeki müdahalelerin geldiğimiz son aşamada tam bir ‘duvara toslama’ ile sonuçlandığına değinen Hilmi

Yarayıcı,bizzat kendisinin şahit olduğu, Hatay sınır kapıları ve sınır bölgelerinde ortaya çıkan bazı ‘müdahale ve terör ihracı’ olaylarından örnekler verdi. Hatay ‘daki Cilvegözü sınır kapısı ve Yayladağı bölgesinden defalarca El Nusra terör örgütüne silah,para ve malzeme yardımı yapıldığına işaret eden Yarayıcı, ‘Türkiye bunun sonuçlarını Reyhanlı, Suruç,Ankara ve benzeri terör eylemleri sonucunda kaybettiği yüzlerce insan hayatı ile acı biçimde görmüştür’ dedi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘devrimci ve çağdaş’ lider olduğunu belirten Yarayıcı, parti olarak onun ‘6 ok ilkesini geliştirmek ve uygulamak için CHP de birleşmeliyiz’ sözlerine yer verdi.
CHP Milletvekili Candan Yüceer de konuşmasında parti saflarında ve taraftarlar arasında ülkede kötüye gidişi durdurma yolunda birlik ve birbirine karşı hoşgörü çağrısında bulundu.

Mahir Tan LondraPosta-Londra

Natalie’nin 30 bin sterlini

Diyarbakır’da gözaltına alınan,  

Natalie’nin işi başından aşkın

Diyarbakır Sur mahallesinde özel kuvvet tarafından gözaltına alınıp bırakılan İngiltere Parlamentosu bağımsız üyesi Nathalie Mc Garry son günlerin iş başından aşkın çalışkan vekillerinden. WFİ ( Bağımsızlık için Kadın Hareketi) adlı İskoçya kadın örgütünün kurucu ve aktivistlerinden biri olan Nathalie, İngiliz Parlamentosuna son seçimlerde SNP (İskoçya Milliyetçi Partisi) milletvekili olşarak girmesine karşın şu anda ‘bağımsız’ bir vekil. Bunun nedeni bir hayli karışık ve halen mahkeme sürecinde. Ayni zamanda ProKurdish (Kürt yanlısı) bir aktivist olarak tanınan Natalie Mc Garry , kurucusu olduğu WFI organizasyonun hesabından kaybolan 30 bin sterlin olayından suçlanarak partisi SNP tarafından üyeliği askıya alındı. SNP nin kadın başkanı Nicola Sturgeon tarafından, Natalie’yi istifaya zorlamak için yapılan bu işlem sonunda kadın örgütü aktivisti Natalie partisinde yaptığı çok kısa süreli milletvekillliğinden sonra bağımsız oldu.

Natalie’nin aktif çabaları bununla kalmıyor. Londra’daki hemen tüm Kürt miting ve gösterilerine katılan ve destekleyen aktivist milletvekili geçtiğimiz 22 Şubat günü İngiltere Parlamento binasında  CEFTUS adlı organizasyon tarafından düzenlenen Kuzey Irak Parlamento Sözcüsünün  konferansında sunum görevi üstlenmişti. 25 Şubat günü ise Diyarbakır’da göründü hızlı Natalie. Türkiye Güvenlik güçleri tarafından kısa süreli bir gözaltı deneyimi geçiren Natalie Mc Gary, 30 binlik akçalı bir soruşturma sonrasında, muhtemelen savunucusu olduğu WFI bağımsızlıkçı kadın derneği adına bir başka ‘bağımsızlık’ mücadelesine destek vermek için gittiği Diyarbakır da İngiliz Kosolosluğunun ilgisi sonrasında kısa sürede serbest bırakıldı.

Mahir Tan       LondraPosta-Londra