Çanakkale Ruhu Dimdik Ayakta

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği 18 Mayıs Çanakkale Zaferinin 100.Yıldönümü dolayısıyla bir bildiri yayınladı. İADD, Çanakkale Zaferinin 1 Yüzyıl sonra yapılacak olan İngiltere’nin Portsmouth kenti yakınlarındaki anma etkinliklerine  aktif biçimde katılıyor. İADD Bildirisini aynen yayınlıyoruz.

 

 

 

ÇANAKKALE RUHU DİMDİK AYAKTADIR

 

Bugün 18 Mart 2015. 100 yıl önce bugün İngilizlerin yenilmez denilen donanmasını yenerek Çanakkale Deniz Savaşlarını kazanan ve emperyalist ülkeleri yıllar sonra ilk defa büyük hezimete uğratan ebedi Başkomutanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk Anadolu halkının kalbine bir güneş gibi doğmuştur.

 

18 Mart, Türklerin umutlarının yeşerdiği, kendilerini tarih sahnesinden silme peşinde koşan emperyalist ülkelerin bu emellerini hiçbir zaman yerine getiremeyeceklerine  olan inançlarının, milli mücadele ruhunun doğmasına ışık yaktığı gündür ve  bunun neticesidir ki Çanakkale’de on binlerce çoğu çocuk yaştaki gencini toprağa veren Türk milleti, kendilerine ölmeyi emreden özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir diyen  Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde tek bir çatı altında kenetlenip dünya tarihini değiştirecek kurtuluş savaşı destanını yazmıştır.

 

Bugün Ata’mızın ve yüzbinlerce bu toprağın bağrında yatan kınalı kuzularımızın bizlere miras bıraktığı, bağımsız, laik, demokratik bir hukuk devleti olan, Ata’mızın çağdaş uygarılığa ulaşma hedefi koyduğu Turkiye Cumhuriyeti  yeni Türkiye söylemleri ile Cumhuriyetin tüm kazanımlarını ortadan kaldıran, ülkeyi Anonim şirket gibi yönetmeyi hedefleyen bir zihniyet tarafından yönetilmektedir. Daha doğrusu yönetilememektedir. Ata’mız sanki gençliğe hitabesinde bugünü anlatmaktadır. “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.”

 

Çanakkale Zaferinin 100. yılında; bağımsızlığımıza, vatan toprağını toprak yapan değerlerimize ve Cumhuriyetimizin güneşine karşı savaş açan dahili ve harici bedhahlar unutmasınlar ki bu millet ezelden beri hür yaşamıştır ve hür yaşayacaktır. Çanakkale   ruhu 100 yıl öncesindeki gibi taze ve ayaktadır. Tarihi geriye çevirip yeni Osmanlı hayalleri kuranlar mutlaka ve mutlaka yenileceklerdir.

 

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu, Çanakkale kahramanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve o savaşta vatanı uğruna canlarını veren, sakat kalan kahramanlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz.

 

     İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği

kick ass..

 

                        Orta-Doğu nihayet Tony Blair’den kurtuluyor

                      Kick Ass…

İngiltere’nin en çok nefret edilen ve aleyhinde en çok protesto gösterileri düzenlenen politikacısı Tony Blair nihayet ‘Filistin Özel Temsilcisi’ görevinden atılıyor. Quartet adı verilen  BM,ABD,AB ve Rusya’yı temsilen Filistin-İsrail anlaşmazlığı konularında ‘süper diplomat’ olarak görev yapan Tony Blair, ABD ve AB nin ortak isteği üzerine görevden alınıyor. İngiliz medyasında yer verilen haberlerde ABD ve AB yetkililerin 8 Yıldan beri Orta-Doğu konusunda en önemli görevde bulunan Tony Blair’in görevden alınmasında, onun Özellikle Arap tarafında ‘istenmeyen adam’ olarak kabul edilişinin yanında, değişik ülkelerde açtığı ticari şirketler ve aldığı ‘danışmanlık ücretleri’ önemli bir rol oynadı.

         Irak Savaşının baş sorumlusu idi.

Tony Blair, İngiltere Başbakanı olduğu sıradaki faaliyetiyle, 2003 Irak savaşının başlamasında ABD Başkanı Bush ile birlikte en fazla suçlanan politikacı oldu. Blair, özellikle Saddam rejiminin ‘kitlesel imha silahlarına sahip olduğu’ konusunda ABD ve İngiliz İstihbarat örgütleri tarafından imal edilen sahte belgeleri kullandığı ve gerçek bilgileri İngiltere Parlamentosundan sakladığı gerekçesiyle suçlandı ve kurulan bir bağımsız komisyon tarafından yargılandı. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra, ABD baskısıyla Birleşmiş Milletler tarafından kurulan Quartet’in süper yetkili temsilciliğine atanan Blair, Filistin-İsrail anlaşmazlıklarında İsrail lehine kararlar alınmasındaki rolü nedeniyle Arap ülkeleri ve Filistinliler tarafından ‘istenmeyen adam’ ilan edildi. 2012 Yılında Avrupa Birliği ülkelerinin büyük ölçüde Filistin’de ‘iki devlet çözümünü’ desteklemeye başlamasından sonra, ‘Filistin’e BM de devlet olmama’ baskısı yapan Blair, İsrail yanlısı tutumu nedeniyle Filistin’de olduğu kadar İngiltere’de de protesto edildi.

                              20 Milyonu mu var 100 Milyonu mu ?

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair, politik girişimleri yanında, Orta_doğu ve Avrasya’da kurduğu ticari işletmeler nedeniyle de İngiliz medyasında eleştiri konusu oldu. 2013 Yılında bir basın toplantısında gazetecilerin ‘ne kadar paranız var ?’ sorusuna ‘20 Milyon sterlinden daha az’ diyerek cevap veren Blair’in gerçekte en az 100 milyon sterlinlik bir servete sahip olduğu ve bu serveti Başbakanlık sonrasında Orta-Doğu’daki görevi nedeniyle kurduğu ilişkilere dayanarak kazandığı ileri sürüldü.

Tony Blair’in 2009 sonrası ticari ilişkilerinde Peru,Kolombiya,Kuweyt,Abu Dhabi,Vietnam ve Kazakistan ile olanlar Medya’da gündeme getirildi. Bu ülkelerde Tony Blair’in bir yanda yönetici ailelere ‘danışmanlık’ görevi üstlendiği bir yanda da onların yatırımlarını yönlendiren şirketler kurduğu ileri sürüldü.

 

Mahir Tan              LondraPosta-Londra

 

Cemaat’in Mesaj Tipleri

               Cemaat’in Mesaj Tipleri

           Geçtiğimiz Çarşamba“Hepinizin Kapısına Dayanacaklar” başlıklı yazımda Tekirdağ’da “Sessiz Çığlık”eyleminde yaptığım konuşma nedeniyle yargılandığımı anlatmıştım. Bize karşı yapılan suçlamanın hiçbir hukuki dayanağı yok. Gerek Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) gerekse Yargıtay ve mahkeme kararları çok net.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demokrasi ile işi olmadığı, otoriter yönetim arzusunda olduğu, hukuku kendisine ayak bağı olarak gördüğü, istikrarlı bir biçimde Anayasa ve yasa ihlalleri yaptığı ve siyasi hoşgörüden nasibini alamadığı doğru. Ama bize hakaretten dava açan o değil. Taksim Gezi Olaylarının 1.Yıldünümünde Tekirdağ’da yaptığımız konuşmayı Tekirdağ Polisimiz kayda almış, deşifre ederek kağıda dökmüş ve konuşmamızın bazı bölümlerini boyayarak ve işaretleyerek iddianame hazırlaması için savcının önüne koymuş. Yani bize karşı açılan dava bu şekilde tetiklenmiş.

Suç duyurusu Günahlarını almayayım ama bu Cemaatin yöntemine benziyor. Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki davalar da bu şekilde polis zoruyla yönlendirilerek başlatılmış, uygun savcı ve hakimlerle geliştirilmişti. Geçen hafta çıktığımız Anadolu Adliyesi 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde konuşma tapelerini savcıyı yönlendirmek maksadıyla işaretleyen polisler hakkında suç duyurusunda bulunduk.

Evet, Cemaatin bizle sorunu var. Çünkü görevdeyken bulunduğumuz her yerde F Tipi Örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri’ne sızmasını engellemeye çalıştık ve hoşgörü göstermedik. İstifa edip ayrıldıktan sonra da mücadeleye devam ettik. Hatta herkesin Pensilvaya’ya gidip el ayak öptüğü ve şefaat dilediği bir ortamda biz de gittik ama yalvarıp yakarmaya değil, hesap sormaya ve eylem koymaya. Bu yüzden F Tipi Örgütün artan oranda hedefi olduk. Bu suç örgütü bizi yok edebilmek ve savcılara hedef gösterebilmek için Reyhanlı saldırısının planlayıcısı olduğunu iddia ettiği şahıs ile bizim aramızda ilgi kuran yalan ve iftirasını önce www.gasteci.tv internet sitesinde ortaya attı. Cemaatin operasyonel yalanlarını önce bu tip sitelerde ortaya atıp daha sonra gazetelerine ve televizyonlarına alması standart bir yöntemdir. Amaç büyük gazetelerini ve televizyonlarını hukuken sorumluluktan kurtarmak, operasyonların ve talimatların kaynağını gizlemek ve husumetleri Tayyip Erdoğan’ın üzerine yöneltmektir. Sorarlarsa “bizde bu haberi o siteden aldık” diyecekler.

Ters manyel F Tipi Örgüt talimatlarını, fetvalarını ve operasyon emirlerini iki türlü vermektedir. Birincisi şifreli olup ters manyel yöntemidir. Bu mesaj tipinde devletin içinde yuvalanan örgüt elemanlarından talimatın tam tersi yapması istenir. Bu tür talimatlar biraz fetva şeklinde ve din motiflidir. Mesela Taksim Gezi Olaylarında polise şiddet uygulaması için talimat “kitlelere şefkat uygulayın” şekilde verilmiştir. İkinci tip açık mesaj yöntemidir. Talimatlar, kişisel ve örgütsel operasyonlar için işaretler açık olarak verilir. Bu mesajlar Cemaatin sahibi olmadığı izlenimi verecek internet sitelerinden başlatılır. Daha sonra Cemaatin yayın organlarına taşınır. Dava açsan veya suçlasan haksız duruma düşersin. Masumdurlar, onlarda haberi başka yerden almışlardır!

İşte www.gasteci.tv F Tipi Örgütün açık tip mesajlarını yayımladığı ama örgütle bağlantısı yokmuş gibi davranılan bir sitesiydi. Bizi savcılara hedef gösterme operasyonu burada başlatıldı ve sonra diğer taraflara taşındı. Ne zaman Erdoğan-Gülen çatışması başladı ve arkasından Cemaatin uzantılarına karşı operasyonlar geldi, bu site önce bizle ilgili olan yalan haberi kaldırdı, ilerleyen zaman içinde site ortadan yok oldu. Çünkü Cemaate ait olduğu iyice deşifre olmuş arşivi suç unsurları ile dolmuştu. Haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Dün akşam Bremen’de “Çanakkale Zaferinin 100.Yılı ve Tarihteki Önemi”ni anlattım bu akşam Delmonhorst’ta “Türkiye nereye Gidiyor? Çıkış Yolu Nedir?” konularını anlatacağım. Saygılar sunarım.

Orta-Doğu’da İran’ın Yükselişi

 

 

 Orta-Doğu’da   İran’ın Yükselişi

Irak’ta Tikrit kuşatması ile karşı saldırıya geçen İran, bölge dengelerini belirleyen en önemli güçlerden biri oluyor.  Irak’ta ABD öncülüğündeki IŞID  karşıtı koalisyon güçlerinden önce harekete geçerek yaklaşık 30 bin kişilik bir gücü Tikrit kenti önlerinde toplayan Şii toplumu, Orta-Doğu’da en önemli askeri potansiyeli barındırdığını gösterdi. İran’ın bölgesel bir güç olarak ağırlığı Irak yanında, geçtiğimiz aylarda uzun süreli bir savaş sonunda Yemen’de iktidarı ele geçiren Huthi yönetimi, Bahreyn’de bastırılamayan Şii direnişi ve Suriye’de devrilemeyeceği artık anlaşılan Esad yönetimi ile birlikte okunduğunda, Orta-Doğu’da  tek parça olarak hareket edebilen büyük gücü ortaya çıkardı. Irak’lı Ordu komutanlarının yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, birkaç gün içinde Tıkrit’ten atılacak olan IŞID’ın üç yandan kuşatılmış Musul kentinde de barınamayacağı belli oldu. Musul’un IŞID yönetiminden kurtulması ise, Bölgede Suudi Arabistan-Katar tarafından desteklenen Sünni -Tekfiri hareketini sınırlandıracak en önemli adımlardan biri olur.

  Obama-Natenyahu kavgasının nedeni; İran

17 Mart tarihinde yapılacak İsrail seçimleri öncesinde başkan Obama ile İsrail Başbakanı  Natenyahu arasında gerginleşen ilişkiler de ana hatlarıyla İran’a karşı alınacak tutum konusundaki farklılıklardan geliyor. İran’a karşı Nükleer görüşmelerinde  yeni ambargo kalemleri yükletme çabasındaki İsrail yönetimi, geçtiğimiz hafta 20 Cumhuriyetçi senatörü bu yolda seferber ederek Nükleer görüşmelerini sabote edecek bir bildiri yayınlattı. ABD’de Başkanlık Seçimlerinde yönetim değişikliği halinde ‘İran ile imzalanacak bir kesin anlaşmanın yeni Başkan tarafından iptal edilebileceği’ cümlelerinin yer verildiği İsrail-Cumhuriyetçi bildirisinin yol açtığı zararı tamir edebilmek için Obama yönetimi ve Nükleer görüşmelerinde taraf olan AB ülkeleri dış işleri yayınladıkları bir karşı bildiri ile İran’ı ‘sakinleştirmeye’ çalışıyorlar. Ambargolara karşın, askeri gücünü koruyan ve Yemen’de iç savaştan kazançlı olarak ayrılmayı başaran İran’ın ağırlığı ABD nin değişen Suriye politikasında da kendisi hissettirdi. Esad rejiminin devrilmesi politikasını artık ‘rafa kaldırdıklarını’ resmi olarak açıklayan ABD, Esad rejiminin Hizbullah-İran desteği ile Suriye içindeki muhaliflere kaptırdığı topraklarını yavaş yavaş geri almasına da engel olamıyor. Esad rejiminin direnişi ve güç toplaması, Türkiye’nin de bölgedeki ağırlığına ve inanılırlığına ciddi darbeler vururken, Türkiye-Suriye sınırlarının verdiği güvensizlik nedeniyle ABD-Batı ve Türkiye arasındaki ilişkiler hızla aşınıyor.

                      ‘Şii Hilali’ artık askeri bir kavram

Irak’ta IŞID yayılması ve Suriye’de Sünni-Tekfiri dış güçlerin çıkardığı kanlı savaşlar İran’ın ekonomik ve askeri gücü etrafında oluşan yeni bir ittifak yaratılmasını sağladı. İran, Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden tek bir cephe yaratmaya yönelik Şii askeri gücü Orta-Doğu sahnesine ilk kez Tikrit kuşatması ile çıkıyor. İran ve Irak’ta IŞID olaylarının yarattığı seferberlik duygusuyla güçlenen Şii gücü, büyük ölçüde kültürel dayanışma ve mobilizasyon kolaylığına dayanıyor. İran ve Irak’ta yaşayan geniş Şii aşiretlerinin kolayca silahlı milis gücü haline dönüştürülebilen yapısı Orta-Doğu’nun stratejik açıdan özünü oluşturan Irak-Suriye topraklarında ‘Şii Hilalini’, askeri bir kavram olarak gündeme getirdi. Lübnan’da yerleşik bir güç olan Hizbullah’ın Kuzey Irak ve Tikrit’te savaşması, Iraklı Şii aşiret güçleri ve İran’ın Kudüs Ordusu militanlarının Doğu Akdeniz şeridinde boy göstermeleri Orta-doğu’da değişmeye başlayan güçler dengesinin yarattığı yeni bir görüntü. ABD nin Suriye’de Esad rejimini devirmeye yönelik 4 yıllık politikasındaki köklü değişmeyi bu gözle değerlendirmek gerekir.

 

 

Mahir Tan                         LondraPosta-Londra

 

 

 

 

 

 Orta-Doğu’da   İran’ın Yükselişi

Irak’ta Tikrit kuşatması ile karşı saldırıya geçen İran, bölge dengelerini belirleyen en önemli güçlerden biri oluyor.  Irak’ta ABD öncülüğündeki IŞID  karşıtı koalisyon güçlerinden önce harekete geçerek yaklaşık 30 bin kişilik bir gücü Tikrit kenti önlerinde toplayan Şii toplumu, Orta-Doğu’da en önemli askeri potansiyeli barındırdığını gösterdi. İran’ın bölgesel bir güç olarak ağırlığı Irak yanında, geçtiğimiz aylarda uzun süreli bir savaş sonunda Yemen’de iktidarı ele geçiren Huthi yönetimi, Bahreyn’de bastırılamayan Şii direnişi ve Suriye’de devrilemeyeceği artık anlaşılan Esad yönetimi ile birlikte okunduğunda, Orta-Doğu’da  tek parça olarak hareket edebilen büyük gücü ortaya çıkardı. Irak’lı Ordu komutanlarının yaptıkları açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla, birkaç gün içinde Tıkrit’ten atılacak olan IŞID’ın üç yandan kuşatılmış Musul kentinde de barınamayacağı belli oldu. Musul’un IŞID yönetiminden kurtulması ise, Bölgede Suudi Arabistan-Katar tarafından desteklenen Sünni -Tekfiri hareketini sınırlandıracak en önemli adımlardan biri olur.

        Obama-Natenyahu kavgasının nedeni; İran

17 Mart tarihinde yapılacak İsrail seçimleri öncesinde başkan Obama ile İsrail Başbakanı  Natenyahu arasında gerginleşen ilişkiler de ana hatlarıyla İran’a karşı alınacak tutum konusundaki farklılıklardan geliyor. İran’a karşı Nükleer görüşmelerinde  yeni ambargo kalemleri yükletme çabasındaki İsrail yönetimi, geçtiğimiz hafta 20 Cumhuriyetçi senatörü bu yolda seferber ederek Nükleer görüşmelerini sabote edecek bir bildiri yayınlattı. ABD’de Başkanlık Seçimlerinde yönetim değişikliği halinde ‘İran ile imzalanacak bir kesin anlaşmanın yeni Başkan tarafından iptal edilebileceği’ cümlelerinin yer verildiği İsrail-Cumhuriyetçi bildirisinin yol açtığı zararı tamir edebilmek için Obama yönetimi ve Nükleer görüşmelerinde taraf olan AB ülkeleri dış işleri yayınladıkları bir karşı bildiri ile İran’ı ‘sakinleştirmeye’ çalışıyorlar. Ambargolara karşın, askeri gücünü koruyan ve Yemen’de iç savaştan kazançlı olarak ayrılmayı başaran İran’ın ağırlığı ABD nin değişen Suriye politikasında da kendisi hissettirdi. Esad rejiminin devrilmesi politikasını artık ‘rafa kaldırdıklarını’ resmi olarak açıklayan ABD, Esad rejiminin Hizbullah-İran desteği ile Suriye içindeki muhaliflere kaptırdığı topraklarını yavaş yavaş geri almasına da engel olamıyor. Esad rejiminin direnişi ve güç toplaması, Türkiye’nin de bölgedeki ağırlığına ve inanılırlığına ciddi darbeler vururken, Türkiye-Suriye sınırlarının verdiği güvensizlik nedeniyle ABD-Batı ve Türkiye arasındaki ilişkiler hızla aşınıyor.

                      ‘Şii Hilali’ artık askeri bir kavram

Irak’ta IŞID yayılması ve Suriye’de Sünni-Tekfiri dış güçlerin çıkardığı kanlı savaşlar İran’ın ekonomik ve askeri gücü etrafında oluşan yeni bir ittifak yaratılmasını sağladı. İran, Irak, Suriye ve Lübnan üzerinden tek bir cephe yaratmaya yönelik Şii askeri gücü Orta-Doğu sahnesine ilk kez Tikrit kuşatması ile çıkıyor. İran ve Irak’ta IŞID olaylarının yarattığı seferberlik duygusuyla güçlenen Şii gücü, büyük ölçüde kültürel dayanışma ve mobilizasyon kolaylığına dayanıyor. İran ve Irak’ta yaşayan geniş Şii aşiretlerinin kolayca silahlı milis gücü haline dönüştürülebilen yapısı Orta-Doğu’nun stratejik açıdan özünü oluşturan Irak-Suriye topraklarında ‘Şii Hilalini’, askeri bir kavram olarak gündeme getirdi. Lübnan’da yerleşik bir güç olan Hizbullah’ın Kuzey Irak ve Tikrit’te savaşması, Iraklı Şii aşiret güçleri ve İran’ın Kudüs Ordusu militanlarının Doğu Akdeniz şeridinde boy göstermeleri Orta-doğu’da değişmeye başlayan güçler dengesinin yarattığı yeni bir görüntü. ABD nin Suriye’de Esad rejimini devirmeye yönelik 4 yıllık politikasındaki köklü değişmeyi bu gözle değerlendirmek gerekir.

 

 

Mahir Tan                         LondraPosta-Londra

 

The Suitcase from Omay Gençsoy

OBITUARY – THE SUITCASE FROM OMAY GENÇSOY (19.12.1935 – 1.2.2015)

By Semra Eren-Nijhar

I couldn’t even write a single sentence about Omay Gençsoy after she left us for permanent rest. An obituary is normally written shortly after the death of a person, but I couldn’t bring myself to write one. Perhaps I knew, as Irving Berlin would say, “the song came to an end but for me the song continued lingering.”

Now over a month after she left this world, I find the words finally coming together, to summarise my feelings. For me it is significant to write about her not only because, I knew her well personally. The reason for me to write this obituary was very important from a migration point of view as it is vital to acknowledge the people, who became an integral part of the Turkish diaspora in the UK and left a legacy as did Omay Gençsoy. The legacy of Omay Gençsoy is an essential part of the formation of the Turkish Speaking Communities in London, which have enriched and strengthened the multicultural fabric of Britain today.

Omay Gençsoy was born in Yedikonuk and worked for many years in the Royal Air Force in Cyprus. When the turmoil began in Cyprus she came to London in 1966 and worked as an accountant for various firms. In 1974 she started going to the Cyprus Turkish Association (CTA) where she met Mustafa Gençsoy and they later married in January 1975. Sadly she passed away on the same day of their 40th wedding anniversary.

Omay Gençsoy shared the same fate as the Greeks and Turks who lost their homes in Cyprus during the turmoil in 1974, moving from the South to the North or from the North to the South. They all shared a mutual fate and pain.

Marrying Mustafa Gençsoy was the turning point in her life as she became more active at the CTA, along with her husband. Throughout her time at the CTA, for more than forty years, she became a trusting, loving, caring, committed and above all a very supportive person to everyone at the association.

Often people believe that she was the only person who supported her husband, the chair of the CTA, for more than forty years. But in reality she was the female icon of the association who projected her own independent voice whether people agreed with her or not. This was my experience over the last sixteen years in which I got to know her and her involvement in the association.

Omay Gençsoy was not a shadow behind her husband but was walking and standing tall next to him during their time in the association as well as in their marriage. She was a very strong woman, who never stopped doing, what she believed in.

As I continued my research over many years in the archives of CTA, I have seen all the work which was recorded of the association’s activities over the past sixty years. The significance of CTA as the first Turkish association in Europe is of considerable importance which has to be noted.

Omay Gençsoy contributed to the work of the association immediately after she became active, by helping the world to recognise TRNC, by promoting Cypriot poet Osman Turkay (who was also an active member) in the association, by helping setting up new Turkish associations, organisations, institutions, organising cultural events, Turkish balls and by bringing women together through setting up women groups and supporting their cause.

The work of CTA over the past forty years was also criticised time to time by other Turkish associations in London, whether for their political work or individual disagreements or controversy. But that should not stop us to acknowledge CTA’s work and underline the importance of the association and to highlight the impact it made for the Turkish diaspora as one of the leading associations especially in the 1970’s and 1980’s. Putting the political activities of CTA aside, for me the work of CTA as an association was the representation of people migrating from Northern Cyprus to London-UK. Turkish immigrants from Northern Cyprus were the first Turks who came to settle in the UK.

The CTA members and people around the Cyprus Turkish Association have worked on the issues such as the education of Turkish children, by setting up the first Turkish Schools in London, working around issues of health, housing, establishing networks for Turkish businesses, starting football clubs and forming advice groups to help Turkish people with their problems which they confronted through their daily lives as migrants in London. They held meetings, seminars and public events to bring the community together and most importantly they published two magazines in English and Turkish ‘ Toplumun Sesi – The Voice of the Community’ in order to reach out to the wider community other than their own members.

As far as my research goes, the Turkish Community in London is the first ethnic community which expressed all the issues and problems of migrants through writing via publishing the magazine ‘Toplumun Sesi’. I have not yet come across to any other publication voicing migrant issues from any other ethnic community from the 1970’s.

The first generation of people from Northern Cyprus and later from mainland Turkey arrived here more than sixty years ago settled in Britain and made their home. Their experiences, their stories, their live’s have been captured by some social scientists, artists and writers but yet the oral and written history of these generations have not been recorded for the future generations. Thus, it is extremely important to acknowledge and preserve the history of Turkish people living in the UK.

The heritage of Turkish people, by acknowledging the lives of people such as Omay Gençsoy will be a guiding beacon not only for the Turkish diaspora, but also for the diverse cultures and communities of London as they all share the same notion of migration history to Britain. A healthy future can only be provided for the younger generation by teaching them about their past generations. This is the only way they can start to look into the question of their identity as Stuart Hall said once, “We are all in some sense, ethnically located in our ethnic identities and that is important to our subjective sense who we are.”

The politics of ethnicity can be analysed by looking into the legacies of people like Omay Gençsoy. Their voice and contribution should be remembered and valued by future generations in order to give meaning to their own lives in the society they live within. We can only then reach “a functioning multicultural society, as the cultures coexist and interact fruitfully with each other”, as Edward Said quoted.

Omay Gençsoy will be missed dearly. Her smile, her generosity, her warm heart will be missed for a long time to come. But her teachings on life, friendships, kindness and many more issues will always be remembered.

The suitcase Omay Gençsoy brought with her from Northern Cyprus when she came to this country is now left with us. The suitcase is full of her positive attitude towards life, full with the power of her unconditional love, energy and full of hope for the future.

And we can take her suitcase with us anywhere we want to go.

Silahlanma yarışı ne gösteriyor?

 

                                        Silahlanma yarışı ne gösteriyor

         Orta-Doğu ve Avrasya yine silaha para yatıran ülkelerin,hemde yan yana bulundukları bölgeler. IŞID savaşı dolayısıyla bu yıl ön plana çıkması beklenen Orta-Doğu’da silah satın almada 1. lik yeni Kral Salman yönetimindeki Suudi Arabistan’da. 2014 yılında Suudi Arabistan silah alımlarını bir yılda % 54 arttırarak 6.5 Milyar dolara yüksellti. Bir yıl önceki silah alımı 1. si Hindistan ise 5.8 milyarda kaldı. Suudi Arabistan silah ithalatını ABD-Fransa-İngiltere gibi Batı kaynaklarından gerçekleştirirken, Hindistan, ABD yanında Rusya ve Çin silahlarıda satın alıyor, aynı zamanda milli üretim ile özellikle hava ve deniz kuvvetlerine yatırım yapıyor. Batı ülkeleri içinde ABD Dünyanın en büyük silah satıcısı poziyonunu korudu. ABD yalnızca Orta_Doğu ülkelerine 2014 yılında 8.4 milyar dolarlık silah sattı. Bu ihracatın çok büyük bölümünün Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerine yapıldığı belirtilirken, Irak ve Kuzey Irak’a ABD ve Nato ülkelerinin Avrupa ve Doğu Avrupa ülkelerindeki depolarından miktarı açıklanmayan oranda silah sevkiyatı yapıldığı belirtildi. Merkezi Londra’da bulunan IHS adlı Uluslararası silah ticareti ve analist think tankı tarafından yapılan açıklamada yıllık 10 Milyar dolar silah satışına ulaşan Rusya’nın da ihracatını İran,Çin,Hindistan ve Venezuela’ya yönelttiği vurgulandı. Ancak, yine IHS tarafından açıklanan bir başka çizelge, Silah ihracatının arkasındaki güçleri daha anlamlı biçimde ortaya koydu. Son iki yıl içinde yüzbinlerce insanın yaşamı pahasına süren bir ölüm ticaretinin aktörleri değişmeden kalabiliyorlar;

 

2013 2014
1. Boeing 1. Boeing
2. Raytheon 2. Lockheed Martin
3. Lockheed Martin 3. Raytheon
4. Airbus Group 4. Airbus Group
5. UAC 5. UAC
6. BAE Systems 6. Russian Helicopters
7. Thales 7. United Tech Corp
8. United Tech Corp 8. BAE Systems
9. UralvagonZavod 9. Thales
10. Russian Helicopters 10. Finmeccanica

About the Global Defence Trade Report

 

 

                       Hem Suudi Arabistan hem İran silahlanıyor

 

IŞID ve Suriye’deki terör örgütlerinin Orta-doğu ülkelerinde son üç yıl içinde tetiklediği en büyük tehlike Müslüman ülkelerin hemen tümünü kapsamına almasından korkulan bir Şii-Sünni savaşı. Bazı devletler ve silahlı milis örgütleri üzerinden çizilen ‘Şii Hilali’nin başlangıç ülkesi olarak İran gösterilirken, Sünni toplulukların ve özellikle Cihadi-tekfiri gurupların en büyük destekçisi oldukları belirtilen Suudi Arabistan ve Katar  2014 yılının en fazla silahlanan ülkeleri oldular. Kendi ülkelerinin milli savunma ihtiyacının çok üstünde bir oranda sürdürülen bu silahlanma yarışı, Batı Ülkelerinde faaliyet gösteren araştırma kuruluşlarına göre, tek bir kaynağa dayanıyor; Petrol.. Kısaca uzun yıllardan beri devam eden süreç; Petrolü al silahı ver biçiminde özetleniyor. Böylece IŞID’ın ortaya çıkışı ve varlığı ile Dünya’nın silah devlerini ‘mutlu kılan’ Orta-Doğu gündemi IŞID sonrasında yine aynı ülkelerde bölgesel yada toptan bir Şii-Sünni savaşımına gebe. Hiç kimse kendi ihtiyacının fersah fersah ötesindeki silah depolarını, Ulusal kalkınma harcamalarına kullanamayacağına göre, Orta-Doğu’da biten yada başlayan savaşlardan değil, ‘sürekli bir savaş’tan söz etmek gerekiyor.

                             Yeni bir ‘savaş ağalığı’; Kürdistan

İran ve Şii milis örgütleri tarafından desteklenen Irak Ordusu’nun başlattığı Tikrit harekatı ve onun ardından daha geniş bir alanda gerçekleştirileceği açıklanan Musul operasyonu muhtemelen IŞID’ın varlığına son vermeye büyük ölçüde yetecektir. Zira arızi bir gelişme olarak görülen IŞID’ın Irak topraklarında yayılması terrorist örgütün gerçek fiziki gücüne değil, bölgedeki Sünni aşiretlerle yaptığı ittifaklara dayanıyordu. Savaş sonrasında ise  IŞID ve Tekfiri hareketin en büyük mağduru olan Irak ülkesi, yeniden alevlendirilmiş ve provokasyonlara açık bir Şii-Sünni iç savaşı tehdidi altında tutulacaktır. Şimdiden çok sayıda analist tarafından açıklandığı gibi; IŞID savaşının gerçek galibi, ABD nin Orta-Doğu’da ‘şartsız’ olarak egemen olduğu olan tek toprak parçası Kürdistan. Obama yönetiminin her türlü desteği verdiği ancak ‘Birleşik Irak’ politikası altında ‘bir federal bölge’ olarak tutmayı tercih ettiği Kuzey Irak ve Suriye’deki PYD toprağı,bir ‘savaş ağalığı’ olarak silahlandırılıyor. Şu sıralarda Irak devleti üzerinden savaş ihtiyacı gerekçesiyle Kuzey Irak’a aktarılan silahlar bu bölgeyi -milis kuvvetleri dengesi açısından- bir silah devi haline getirmeye yetiyor. ABD’de askeri araştırmalar yapan analiz dergilerin  Irak için yaptıkları belirlemelere göre Kuzey Irak, Irak’tan 25 MRAP (Mayına karşı korumalı zırhlı araç) yanında Ocak sonu itibarıyla 89 Uçak dolusu piyade silahı ve roketatarı bedelsiz olarak aldı. İngiliz ve Alman uzmanlar tarafından eğitilen Peşmerge ordusu, NATO envanterindeki Milan tanksavar füzelerine de sahip. ABD li uzmanlar; 2003 yılında Irak ordusundan ele geçirilen ve Kuzey Irak’lı yöneticilere teslim edilen T72 tanklarınında yeniden elden geçirilerek kullanıma hazır tutulduğunu belirtiyorlar. Bunun yanında ABD tarafından Irak’a söz verilen 170 Abram tankının bir bölümünün Kuzey Irak’a verilmesi şart koşuluyor.

 

IŞID sonrası Orta-Doğu,bölgedeki silahlanma yarışına bakarak, iç açıcı bir görüntü vermiyor. Dişten tırnağa silahlanan Sünni ve Şii devletler yanında, bir başka petrol zengini,yayılmacı hevesler taşıyan Kuzey Irak yeni savaşların aktörleri olmaya aday..

Mahir Tan                LondraPosta-Londra

 

Hepinizin kapısına dayanacaklar

        Hepinizin kapısına dayanacaklar

İki yıl önce Maltepe’de Prof. Dr. Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde Uğur Mumcu için düzenlenen etkinlikte bir konuşma yapmıştım. Ağzına kadar dolu salonda yaptığım konuşmada ülke olarak yaşanan zorlukları, nedenlerini, Erdoğan ve AKP’nin ne anlama geldiğini ve bizi bekleyen tehlikeleri anlatmaya çalışmıştım. O konuşmamdan üretilen ve internette bulabileceğiniz küçük video bölümlerden bir tanesi “Hepinizin Kapısına Dayanacaklar” başlığını taşıyor. Tekrar izledim neler söylememişiz ki! “Bunlar Cumhuriyetimize, Türk Devrimlerine, Atatürk’e ve tüm değerlerimize düşmandır. Hepinizin kapısına dayanacaklar. Sadece sıranız gelmediği ve öncelikli hedef olmadığınız için size gelmediler” demişiz.

Bugün Meclis’te bulunan İç Güvenlik Yasa Tasarısı halen dörtnala gittiğimiz bölünme, parçalanma ve Ortaçağ karanlığına sürüklenme sürecine itiraz etmeye tevessül edenleri, direnenleri, düşünce başta olmak üzere özgürlük peşinde koşanları ezmek ve kafasını kırmak için vardır.

AİHM Kararları Geçtiğimiz çarşamba günü İstanbul Anadolu Adliyesi 6. Asliye Ceza Mahkemesi’nde duruşmam vardı. Taksim Gezi Olaylarının yıldönümünde Tekirdağ’da “Sessiz Çığlık”eyleminde yaptığım konuşmamda Tayyip Erdoğan’a “faşist ve diktatör” dediğim için beni hapsetmek daha doğrusu sindirmek istiyorlar. Hakime Hanım suçlama ile ilgili olarak ifademi aldı. Esas duruşma 30 Nisan’da Tekirdağ’da olacak. İfademizde sözlerimizin arkasında durduk. Faşistliğin ve diktatörlüğün ne olduğunu anlattık. Gazeteci ve siyasetçi kimliğimizle yine siyasetçi olan Erdoğan hakkında böyle bir değerlendirme hakkımızın olduğunu ve bunun bizim ifade özgürlüğümüz içinde kaldığını örnekleriyle ifade ettik.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararları “Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları özel bir şahsa yönelik eleştirilere göre daha geniştir. Bir siyasetçi özel şahıstan farklı olarak her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz bir biçimde gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Bu nedenle daha geniş hoşgörü göstermek zorundadır” diyor. İfade verdiğim mahkemede gerçekten izdiham yaşandı. Salonun dışı da çok kalabalıktı. Mahkemeye bizzat gelerek destek verenlere, öncesinde ve sonrasında telefonla ve mesajla bize ulaşıp desteğini ifade edenlere teşekkür ediyorum.Mahkemeye giderken bir avukatım vardı salonda gönüllülerin katılımı ile beş oldu.

Sıra sana da gelecek Destek vermeyenlerin de canı sağ olsun ama bilmeliler ki; Tayyip Erdoğan ile herhangi bir alacak verecek meselem yok, şahsi husumetim hiç yok! Erdoğan ile sorunum ülkesel ve toplumsal, kişisel değil! Bugün bana yarın sana, hiç şüphen olmasın. Sorun demokrasi, insan hakları, ifade özgürlüğü, faşizme ve diktatörlüğe direnenlerin ezilmesi, geniş toplum kesimlerinin korkutulması ve sindirilmesi meselesidir.

Sanatçı Atilla Taş’ı twitter üzerinden yaptığı bir paylaşım nedeniyle içeri alıp ifadesini aldılar. Son günlerde evlere “7 gün içinde emniyete gelip ifade verin” diye tebligatlar geliyor twitter ve facebook gibi sosyal medya üzerinden yapılan paylaşımlar nedeniyle. Amaç belli! “Naziler komünistler için geldiğinde sesimi çıkarmadım; çünkü komünist değildim. Sosyal demokratları içeri tıktıklarında sesimi çıkarmadım; çünkü sosyal demokrat değildim. Sonra sendikacılar için geldiler, bir şey söylemedim; çünkü sendikacı değildim. Benim için geldiklerinde, sesini çıkaracak kimse kalmamıştı” diyor Alman ilahiyatçı Martin Niemöller.

Susma, susarsan, örgütsel ve kişisel olarak sesini çıkarmazsan, sıra sana da gelecek.Herkesin ama herkesin kapısına dayanacaklar. Özgürlere susarak ve sessiz kalınarak sahip çıkılamaz.

“Mesele üç beş ağaç değil, Cumhuriyetin çınarıydı yıkılmak istenen” diyen İlk Kurşun Gazetesi’nin sahibi Güneş Erkul’un yeni çıkan “Türküm, Doğruyum, Direniyorum”kitabını okumanızı tavsiye ediyorum. Saygılar sunarım.

 

Türker Ertürk

 

 

 

kelebek etkisi teoremi

Birgül Ayman Güler Londra’da konuştu;

                                 ‘Kelebek Etkisi Teoremi’

Eski CHP’li,Bağımsız İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler Londra’da yaptığı konuşmada,önümüzdeki seçimde, TBMM’ye bir ‘5.Gurup’ sokulmasının zorunlu olduğunu söyledi. Bir gurup milletvekili, politikacı,aydın ve yazar ile birlikte yaptığı Suriye gezisi ertesinde Londra’da Vatan Partisi tarafından düzenlenen bir konferansta konuşan Birgül Ayman Güler, Türkiye’de Cumhuriyet’in dışarıdan ABD ve Batı ülkeleri, içeride AKP-HDP tarafından parçalanma tehdidi altında tutulduğunu belirtti. Türkiye ve Ezilen Dünya halkları için en büyük tehlikenin ekonomik olarak hazırlanan TTİP anlaşması olduğunu söyleyen Güler; ‘ABD nin bu anlaşma ile Avrupa’yı kontrol altına alarak tüm dünya üzerinde bir finans imparatorluğu oluşturma çabası içinde olduğunu’ vurgulayarak ‘Bu gerçekleşirse NATO onun tam bir askeri örgütü haline gelir’ dedi. Suriye ziyareti sırasında Mukawama(direniş) hareketi içinde ülkelerini savunan kadınlar ile görüştüğünü söyleyen Birgül Ayman Güler ‘size yalnızca Türk kadınlarından değil, Suriye’li kadınlardanda 8 Mart Emekçi Kadınlar günü için selamlar getirdim’ dedi.

  ‘Kelebek etkisi’ nedir ?

Türkiye’yi bekleyen en önemli tehlikenin AKP ve HDP tarafından gerçekleştirmek istenen Türkiye’nin ‘Yugoslavyalaştırılması’ olduğuna işaret eden Güler, ‘bunun kırılma noktası ise Anayasa değişikliğidir’ dedi. TBMM de AKP-HDP tarafından yapılan girişimlerin esas olarak Anayasa’nın ilk dört maddesinin değiştirilerek Türkiye’nin bir federasyon haline getirilmesi anlamına geldiğini söyleyen Birgül Ayman Güler, özellikle Anayasa’daki ‘Türk milleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür’ maddesinin hedef alındığını kaydetti. Bu madde nin değiştirilmesinin Anayasa’nın ve Türkiye’nin tümünde ‘kelebek etkisi’ yapacağını vurgulayan Güler, ‘Kelebek etkisi kavramının literatürde küçük bir esintinin bile başka bir bölgede fırtınalara yol açması anlamında’ kullanıldığına dikkat çekti. Türkiye’de Kürtçe’nin ‘kültürel bir dil’ olarak zaten serbest olduğuna işaret eden Birgül Ayman Güler ‘şimdi istenen ‘resmi dil olarak Kürtçe’nin açık bir biçimde federasyon kurma anlamına geldiğini belirtti. Anadil eğitiminin,bu dilde eğitim ve resmi okullar ve aynı dilde mahkemeler ve idari yönetim demek olduğunu söyleyen Güler, ‘TBMM de HDP adına yapılan bir öneride Türkiye’nin 26 özerk bölgeye ayrılması bile istendi’ dedi. Türkiye’de bölünme ve diktatörlük girişimlerinin ancak TBMM’ye bir ‘5. gurup’ milletvekillleri sokularak önlenebileceğini belirten Güler, bunun için Cumhuriyet savunucusu güçlerin bir ittifak içine girmelerinin şart olduğunun altını çizdi.

8 Mart kadınlar gününde gerçekleştirilen Vatan Partisi panelinde TGB yöneticisi Çağdaş Cengiz de konuşmacılar arasında yer aldı.

Mahir Tan       LondraPosta-Londra

kadına baskı yoluyla toplumu değiştirmek

İADD; 8 Mart için yine ayakta 

   Kadına baskı yoluyla toplumu değiştirmek

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği 8 Mart Emekçi Kadınlar gününde düzenlediği bir konferans ile Türkiye’de kadınlar üzerinde artan baskı ve kadın cinayetlerini protesto etti. İADD Bilim Kurulu Başkanı  Profesör Dr. Belma Ötüş Baskett tarafından yapılan konferansta Başkan Jale Özer de bir konuşma yaptı. Atatürkçü Düşünce Derneği’nin 255 Kingsland Rd. daki merkezinde yapılan yemekli konferansa çok sayıda kadın katılırken, İADD nin önümüzdeki günlerde Türkiye’de yükselen kadınlar üzerinde baskı ve kadınların can güvenliğini ilgilendiren konularda yeni etkinlikler düzenleyeceği açıklandı.

Kadınlara baskı – Cumhuriyet Düşmanlığı

Londra’da Kadın Hakları,Laiklik ve Atatürk Düşmanlığı ile ilgili alanlarda birçok çalışmaya imza atan Prof. Belma Ötüş Baskett, 8 Mart Emekçi Kadınlar Günü konuşmasında, Türkiye’de son 12 yıl içinde AKP iktidarı döneminde, kadınlar üzerindeki baskının kademe kademe arttırıldığını ve  bunun 2014-15 yıllarında ‘cinayetler’ biçimine dönüştüğünü söyledi. Kadın haklarında gerilemeyi AKP Hükümetlerinin yürüttüğü sistemli politikalar ile açıklayan Prof. Belma Ötüş Baskett ‘Cumhuriyet ve Laiklik düşmanlığı ile kadın cinayetlerinin birbirlerini tamamlayan ve destekleyen karşı devrimci hareketin parçaları’ olduğuna dikkat çekti. AKP İktidarı döneminde son 10 yılda önce eşitsizliklerle dolu zina yasasının çıkarıldığını bunu Türban hareketinin izlediğini daha sonra Kadın ve Aile Bakanlığından ‘kadın’ sözcüğünün kaldırıldığı söyleyen Baskett, ‘şimdi de kürtaj yasaklaması ile kadının bir çocuk doğurma aracı haline getirilmeye çalışıldığını’ vurguladı. Konuşmasında; Kadının ‘biyolojik cinsiyeti’ ile ‘toplumsal cinsiyeti’ arasında bir paralellik kurmaya çalışan gerici düşüncenin doğal cinsiyet farklılığından çıkarak kadını Toplumsal açıdan da ‘eşitsiz’ bir yere taşıma çabasında olduğunu belirten Belma Ötüş; ‘AKP herşeyi Atatürk’ün kadınlara verdiği hakları geri almak ve Cumhuriyeti ‘kadınlara baskı yoluyla’ yıkmak için yapıyor’ dedi. Belma Ötüş; Kadınlar üzerindeki baskının esas olarak bir iktidar sorunu olduğunu ve ancak Cumhuriyet’in temel ilkelerinin savunulması ile çözüme ulaşılacağına dikkat çekerek, ‘kadınlar Gezi olaylarında çok aktif biçimde rol oynadılar. Bütün Dünya Medyasında yayınlanan ‘Gazlanan Kırmızılı Kadın’ fotoğrafını hatırlayın. Kadın cinayetlerinin nereden kaynaklandığını anlarsınız.’dedi.

Prof. Baskett’in 8 Mart konuşmasına, İADD Başkanı Jale Özer, ‘Türkiye’de kadın olmak zor’ diyerek katılırken, Sosyolog ve Yazar Semra Eren Nijhar ‘Sadece Türkiye’de değil, Türk toplumunun yaşadığı Avrupa ve İngiltere’de de kadınlar üzerinde baskı var. Buna karşı yerinde mücadele etmeliyiz’ dedi.

 

Mahir Tan                         LondraPosta-Londra

Gül alıp satmanın tam zamanı

   ‘Gül’ alıp satmanın tam zamanı

Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Erdoğan,Davutoğlu ve Arınç’ın aynı günde-dün- yaptıkları açıklamalarla çok hızlı bir yükselişe geçti. Türkiye’ye dışarıdan bakıldığında beklenen bir gelişmeydi bu. Türkiye’deki Erdoğan fenomeni ve Başkanlık sistemi faaliyeti ile biraz ‘dargın’ ancak çok yakından ilgilenen Batı’nın özellikle İngiltere’nin bir ‘katkısı’ oldu Abdullah Gül, Türk siyaset sahnesine.. İngiltere ‘Royal Cumhurbaşkanı’ Abdullah Gül’ü, Çankaya’yı terkedişinin hemen sonrasından başlayarak Think Tank ödülleri, Kraliyetten övgüler, hakkında yazılmış kitaplar,üniversitelerde konferanslar yoluyla ‘Genel seçime’ hazırlıyordu. Bu yakın ilgiyi gördüğümüzde Londra’da, biz ‘LondraPosta’ olarak ‘Gül alıp Satmanın zamanı’ diyerek iki haber yayınladık. Zira, İngiltere’nin dış politikada yarı resmi kuruluşu diyeceğimiz ünlü ‘Chatham House’ Gül’e konferanslar ve ödüller yağdırarak başladığı PR çalışmasında, destek olarak onun kitabını yayınlatmış ve  iki Üniversitesini kurulu ‘Turkish Studies’ bölümleri vasıtasıyla bu işle görevlendirmişti. Üstelik, Eski Cumhurbaşkanı ‘Royal ödüllü’ Abdullah Gül, öyle sıradan bir biçimde değil, bir profesöre yazdırılan ısmarlama kitapta ‘Yeni Türkiye’nin Kurucusu’ olarak lanse ediliyordu. Bu takdim Türkiye’de ‘rekabet’ yaratmaz mı ? Üstelik ‘The Making of New Turkey’ adlı Prof. Gerald Mc Lean yazımı bu kitap, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde Londra’daki Türkiye Büyükelçiliği Rezidansında yapılan bir kokteyl ile piyasaya çıkarıldı. Önümüzdeki genel seçimler sonrası kurulacağı düşünülen ‘Yeni Türkiye’nin bir değil,iki kurucusu olduğunda israr ediyordu İngiltere.

   Vali-Polis yasasına ilk tepki Gül’den

7 Haziran Genel seçiminde sonuçların ‘ne olabileceği’ konusu bizde tartışma konusu olurken, Londra’dan Türkiye’yi izleyen gözlemcilerde özellikle Chatham House ve Ekonomist çevrelerinde fazlaca bir şüphe görülmüyor. Yaklaşık olarak mevcut Parlamento aritmetiğinin belki HDP farkıyla gündemde kalacağı düşüncesi hakim. Bu çevrelerdeki ‘endişe’ ise, Erdoğan’ın başkanlığı ve seçim öncesi çıkarılmaya çalışılan yasal düzenleme üzerinde yoğunlaşıyor. İngiltere ve Almanya’nın birçok kez dile getirdiği bu endişe konusunda ilk ve tek AKP li tepkisini de Abdullah Gül gündeme taşıdı. Seçimlere katılma konusunda ‘kararını verecek’ Abdullah Gül’ün ‘Yeni Türkiye’ de Başbakan veya AKP içinde bir ‘kanat’ olarak önemli bir pozisyona sahip olacağını görmek kimse için zor değil. Bu ‘pozisyon’ Abdullah Gül olarak bakıldığında, Batı ve İngiltere’ye, Tayyip Erdoğan’ınkinden çok daha yakın görülüyor. ‘Yeni Türkiye’ kurulacaksa ‘çorbada bizimde tuzumuz olsun’ diyor İngiltere. Hep öyle olmadı mı ?

 

Mahir Tan          LondraPosta- Londra