İsrail’in Kıyamet Teorisi

     İsrail’in kıyamet teorisi; ‘Armageddon casusları’ 

    Pehlivan’ın bildiği oyunlar

Meydan Güreşlerinde Başpehlivanlık karşılaşmaları bazen günlerce sürermiş. Bunun nedenini yine güreşçiler,pehlivanların birbirinin oyunlarını ve karşı oyunlarını  çok iyi bilmeleri ile açıklarlar.

İran ile P5+1 olarak bilinen Batı ülkeleri arasındaki görüşmeler Lozan’da yapılan toplantılarda da beklenen sonucu verdi. ‘Ne anlaşma-ne anlaşmama’ şeklinde devam eden süreç, haziran sonunda kesin bir metine dönüştürülecek. İran ile yapılan Nükleer görüşmeleri gerçekte Orta-Doğu’da ki ‘ne savaş-ne barış’ formülasyonunun da bir özeti. Herkes biliyor ki İran görüşmelerinde Pehlivanlardan biri meydanda bulunmuyor; İsrail. Ancak yapılan her görüşme ve konuşma onun gölgesi altında yürütülüyor. Onun kabul etmeyeceği bir anlaşma düşünmek, bir hayalden ibaret. Bunun nedeni ni anlamak için İsrail’in nasıl bir atom devleti haline geldiğini araştırmak gerekiyor. İsrail yada daha gerçekçi bir isimlendirme ile MOSAD, şimdi İran’ın geçtiği yolları çok iyi tanıyor. O da ‘Barışçı amaçlarla Nükleer enerji üretme’ faaliyetini yürütmüş, El altından nükleer santraller kurmuş ve özellikle Batı ülkelerinden gelen Nükleer uzmanlarını kontrollerde misafir etmiş ve oyalamış. İran’ın ne yaptığını çok iyi biliyor İsrail.

Armageddon’a karşı

İsrail’in atom devleti oluşu 1963 yıllarına dayanıyor. Orta-Doğu’da ilk Batı karşıtı Arap rejiminin Mısır’da Cemal AbdulNasır ile kuruluşu yıllarında Fransa ve İngiltere’de doğan ‘panik’ sırasında MOSAD ın çok başarılı hamleleri ile elde edilmiş ilk kazanımların yaklaşık 10 yıl içinde geliştirilmesi ile ortaya çıkmış. Nasır’ın Süveyş kanalını millileştirmesi karşısında bir operasyon hazırlayan bölgenin eski efendileri İngiltere ve Fransa, atıl kalan Süveyş harekatı sırasında ‘İsrail’e mecbur’olduklarını anlarlar. Yalnızca ABD’de yayınlanan bir gerçek MOSAD hikayesi olan ‘Spies Against Armageddon’ kitabının yazarları Dan Raviv ve Yossi Melman, ikinci kez yaptıkları açıklamalarla İsrail-Mossad ve Orta- Doğu olaylarına ‘birinci elden’ net bir görüntü veriyorlar. İsrail ve Orta-Doğu’yu anlamak için yazılmış en önemli istihbarat kitaplarından biri olan ‘Spies against Armageddon’ ile İsrail ‘İran Nükleer görüşmelerine neden taş koyduğunu’ açıklarken, ‘sizin geçtiğiniz yollardan biz daha önce geçtik’ mesajını veriyor. Yazarlar (büyük ölçüde aktörler) 22 Ekim 1956 yılında Fransa’da yaptıkları bir ‘üç ülke imzalı anlaşma’ ile İsrail’in Negev çölünde kurduğu Dimona atom santralı ve onun 10 yıla yayılan hikayesini açıklarlarken, ‘Atom Enerjisi Komisyonu’ ve Batı ülkelerinin uzmanlarını nasıl uyuttuklarını, İran görüşmelerine üstü kapalı atıflarla anlatıyorlar. İsrail, artık Batı uzmanları için hazırladıkları ‘çifte duvarlı laboratuarları, yer altı santrallerini, düzmece müfettişleri’ açıklamakta sakınca görmüyor.

    Her yıl bir ‘Nagazaki Bombası’

1956 Yılında Fransa’nın Sevr kentinde, İsrail, Fransa ve İngiltere’nin Başbakan ve İstihbarat Örgütleri Başkanları seviyesinde yaptıkları bir anlaşma ile İsrail’in ‘barışçı amaçlarla atom santralı kurması’ karar altına alınır. Negev çölünde Fransız uzmanların kurduğu atom santralı 24 megawatt gücündedir. Fransa’nın İsrail ordusuna milyarlarca dolarlık silah satışına eşlik eden yeni anlaşmalarla Dimona santralı bir kaç yıl içinde 75 Megawatt gücüne çıkarılır. Bu güç, MOSSAD’ın İsrail Hükümetine verdiği raporlara göre ; Her yıl Nagazaki ölçeğinde 20 Kilotonluk bir bomba üretecek kapasiteyi sağlamıştır.

‘Armageddon Casuslarının’ yaptıkları açıklamalara göre; 1963 Yılında ABD Başkanı J.F Kennedy, Simon Peres ile Boston’daki J.F Kennedy Kütüphanesinde yaptıkları konuşmada Kennedy şüphelerini açıkladığında Peres’den şu garantiyi alır; ‘sizi temin ederim ki bunu Orta-Doğu’da kullanan ilk ülke biz olmayacağız.’

‘Armageddon Casusları’, İsrail’de tek ve gerçekçi bir toplumsal kabule dayanıyor. ‘İsrail’in tek güvencesi bölgede Atom silahına sahip tek ülke olması ve öyle kalmasıdır.’ Ülkenin gerçek yöneticisi olarak kabul edilen MOSSAD, İsrail toplumu için bu sonucu yaratan ve koruyan güçtür. Bu nedenle bir tür dokunulmazlık sahibi olan ‘Armageddon Casusları’ Atom silahına en çok yaklaşan ülke olan İran’a karşı suikastler, kitle katliamları, iç savaşlar, sahte bayrak operasyonları dahil tüm araçları kullanma hakkına ! sahiptir. MOSSAD, İran, Suriye ve Hizbullah örgütüne karşı yaptığı 14 suikast, bombalama ve kitle katliamını açıklıyor. Bu nedenle İsrail, ABD’de yayaınladığı kitaplarla açıklıyor Armageddon Casuslarını ve yaptıklarını. Bu mesaj bugüne ve geleceğe..

 

Mahir Tan      LondraPosta- Londra

 

Körfez Baharı

      KÖRFEZ BAHARI

İslam dünyasında sular hiç durulmuyor ve durulacak gibi de görülmüyor. Bu sefer savaş Yemen’de. Arap, Arap’a karşı! Müslüman, Müslüman’a karşı! Uluslararası hukuku yok sayan, her gün insan hakları ihlali yapan ve Filistinli Müslümanları bahanelerle katleden ortak tehdit İsrail’e karşı birleşemeyen Araplar ve Müslümanlar emperyalizmin ve İsrail’in çıkarları için birbirlerine karşı Yemen’de hemen birleştiler.

Yemen’de “Kararlılık Operasyonu” adıyla devam eden emperyalist saldırıların 7’inci günündeyiz. Yaygın söylenenlere ve yazılanlara bakarsanız Husiler hedef alınıyor. Yine yaratılmaya çalışılan algıya göre göre Yemen’de mezhep savaşı var. Şiilerle-Sünniler karşı karşıya ve İran bölgeyi karıştırıyor. Ne yazık ki, gerçekler böyle değil. Esas sorun Yemen’in stratejik önemi nedeniyle emperyalizmin bu ülkeye olan ilgisi ve onu rahat bırakmaması. ABD, 2011’den beri El Kaide ile mücadele kapsamında özellikle İnsansız Hava Araçları (İHA) ile bu ülkeye saldırılarda bulunuyordu. Halbuki Afganistan’da Sovyetler Birliği ile savaşması için El Kaide’yi ABD kurdurdu ve destekledi. Yemen bu örgüte en çok insan kaynağı sağlayan bölgelerden biriydi. Ama savaş sonrası Yemen’e dönen El Kaide militanları bu ülkede zaman içinde istikrarın bozulmasının başlıca nedeni oldu.

 

Aşiretler savaşı 2011’de Tunus’ta başlayan, Mısır’la devam eden Arap Baharı Yemen’de 33 yıllık Ali Abdullah Salih’in sonunu getirdi ve yerine Mansur El Hadi başkan oldu. Ama Yemen’de değişen bir şeyin olmaması, istikrarsızlık, merkezi otoritenin güçsüzlüğü, ekonomik sorunlar, El Kaide ve uzantılarının yarattığı terör, yaygın rüşvet ve yolsuzluk nedenleriyle Husiler ve müttefikleri kuzey aşiretleri Eylül 2014’de ayaklandılar ve Ocak 215’de Başkent Sana’yı ele geçirdiler. Başkan Hadi 6 Şubat 2015 istifa etti ve 21 Şubat 2015’de Aden’e kaçarak burasını geçici başkent ilan etti, ABD ve Suudi Arabistan’ın desteğini alarak sürgünde hükümet kurdu ve savaşa başladı. Fakat Husiler ve müttefiklerinin 25 Mart’ta Aden’e girmesiyle buradan da kaçarak Suudi Arabistan’a sığındı. Yemen’de savaş; görüldüğü üzere mezhep savaşı değil, kaybolan merkezi otoritenin, geniş halk kesimlerindeki memnuniyetsizliğin, El Kaide’nin yarattığı terörün, ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’ın bu ülkeye yönelik müdahalelerinin tetiklediği bir aşiretler savaşıdır. Husiler Şii olmasına rağmen müttefikleri olan kuzey aşiretlerinin birçoğu Sünni’dir.

İran’ın Yemen’de parmağı olabilir mi? Yemen İran’ın yanı başında, ilgisiz kalması düşünülemez. Husileri ve kuzey aşiretlerini muhtemelen destekliyorlar. Yemen Amerika’ya 10 bin kilometre uzakta onun ilgisine ne demeli! PKK’nın, Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) denen teröristlerin, IŞİD’in, El Nusra’nın arkasında bulunanların İran’a Husileri destekliyorsun deme hakkı sanırım yoktur. Sokotra Adaları ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ( Katar, Bahreyn, Kuveyt, BAE ve Umman) için Yemen çok önemli. Yemen düşerse domino tesiri yapar, Körfez Baharı gelir ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Körfez ülkelerinin emperyalizmle işbirliği yapan zorba yönetimleri de düşer. Yemen’in stratejik önemi ABD ve İsrail için çok büyük. Yemen emperyalizm tarafından yaratılmış yapay devlet olan Cibuti ile birlikte Kızıldeniz’in güney girişini kontrol ediyor. Körfezden Akdeniz’e giden petrol tankerleri buradan geçiyor. Ayrıca Yemen sahip olduğu Sokotra adaları ile Aden Körfezi’nin girişini denetliyor. Arabistan yarımadasının 350 km güneyinde yer alan bu adalarda binlerce Amerikan askeri, deniz ve hava üsleri var. Bu üsler ABD’nin bölge çıkarları için yaşamsal değerde. Gerekirse Yemen Kuzey-Güney olarak tekrar bölünür ve güneye ait olacak bu adalarda ABD var olmaya devam eder. İsrail’in Körfez’de İran’a karşı konuşlandırdığı nükleer başlıklı füze atabilen denizaltılarını da buradan geçirmek zorunda olduğunu bilmenizi isteriz. Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

 

‘Gurbet’ Var mı ?

Yazar-Sosyolog Semra Eren Nijhar, Avrupa’ya göç ve sonuçları konusundaki çalışmalarını ‘Artık Gurbet Yok (mu ?) adlı kitabı ile sonuçlandırdı.

 

30 Mart 2015 tarihinde  Londra’nın İslington Belediye binasında yapılan bir kitap tanıtımı ve panel tartışma ile okuyuculara sunulan ‘Gurbet’, Sosyolog Semra Eren Nijhar’ın İngiltere,Almanya, Hollanda ve Türkiye’de 1950 lerde başlayan Avrupa’ya göçün yarattığı toplumsal etkileri araştırdığı röportajlarına dayanıyor. İngiltere’de yaşayan Türkiye ve Kıbrıs kökenli 1.-2.-3. kuşak göçmen ailelerin üyeleri ile görüşen, özellikle göç ve ‘gurbet’ duygusu üzerinde belgesel sonuçlara ulaşmayı hedefleyen Semra Eren Nijhar’ın bulguları, Türkiye Başkonsolosu Emirhan Yorulmazlar,İslington Belediyesi Yönetim Kurulu Başkanı Theresa Debano, Prof. Belma Ötüş-Baskett ve İslington Kadın Dernekleri Başkanı Gül Koçak’ın yer aldıkları panel tartışma ile gündeme getirildi.

Enfield Belediye Meclis Üyesi Suna Hurman tarafından yönetilen panelde, Semra Eren Nijhar, Gurbet kitabını hazırlarken yöneldiği çalışma yöntemini ve Gurbet kavramı üzerinde vardığı sonuçları açıkladı. Profesör Belma Ötüş-Baskett’in iki hafta önce kaybettiğimiz yazar Yaşar Kemal’in kitapları ve yazıları üzerinden yaptığı Gurbet ve göç açıklamaları ‘gurbet’ paneline yeni bir ivme kazandırdı. Yaşar Kemal’i bir ‘göç romancısı’ olarak tanımlayan Belma Ötüş; ‘başta İnce Memed olmak üzere Yaşar Kemal’in tüm romanlarındaki tiplemelerin gerçekte ‘göçmen’ karakterinde olduklarını vurgulayarak ‘Türkiye savaşlar ve göçler sonunda kurulmuş bir ülkedir’ dedi. Türkiye’nin İngiltere Başkonsolosu Emirhan Yorulmazlar da panel tartışmaya sorduğu sorular ve yaptığı kısa bir konuşma ile katıldı. Başkonsolos Yorulmazlar; ‘Avrupa’da yaşayan Türkler’in varlığını açıklamada artık ‘gurbet’ kelimesinin yeterli olmadığını’ belirterek,’biz devlet olarak Avrupa’da yaşayan Türklerin kendi kültürel kimliklerini kaybetmeksizin yaşadıkları ülke kimliğine ‘Entegre’ olmalarından yanayız’ dedi. 30 Mart günü yapılan Semra Eren Nijhar’ın ‘gurbet’ kitabı tanıtımı ve paneline katılan izleyiciler de tartışma ve açıklamalara aktif bir biçimde katıldılar ve özellikle ‘Gurbet’ in anlamı ve etkileri üzerinde görüşlerini açıkladılar.

emrinde 6 Rambo tugayı var.

 

                 ABD’nin Orta-Doğu ekibinin Komutanı Yahudi 

Emrinde 6 Rambo tugayı var

2010 yılından başlayarak ‘Müslüman Coğrafyası’ olarak adlandırılabilecek Orta-Doğu, Kuzey Afrika ve Avrasya’nın yakın bölgelerinde ‘sürekli savaş ve ABD askeri müdahaleleri’ yaşanıyor. Savaş ve ABD, 2014-15 yılları arasında Türkiye’nin sınırlarının hemen yanına taşındı. Sözde ‘Arap Baharı’ ve onun Orta-doğu’da yarattığı iç savaşlar  garip bir biçimde Ağustos 2010 yılında kurulan bir ABD Askeri organizasyonu ile yaşıt. Bu kuruluş ABD’nin John F. Kennedy  Special Warfare Center and School (Özel Savaş Merkezi ve Okulu) tarafından yönetilen 6 Muharebe tugayı, bir sıhhiye taburu, bir istihbarat tugayı ve bir psikolojik savaş ünitesinden oluşan kısaca ‘Swick’ adı verilen savaş makinesi.  2010 Ağustos ayında birliklere dağıtılan TC 18-01  SFUW başlıklı bir genelge ile faaliyete geçen  bu tarihten sonra yapılan tüm önemli özel kuvvet operasyonlarında kullanılmış. Swick birlikleri Libya Savaşı, Libyalı direnişçilerin eğitilmesi, Pakistan’da Usame Bin Ladin Operasyonu, Suriye ve Yemen’de ‘Kırmızı Bayrak’ operasyonları, Somali ve Nijerya’da özel operasyonlar ve en son olarak da Irak ve Suriye’de IŞID karşıtı eğit-donat operasyonları ve istihbarat çalışmalarında rol oynamışlar.  Birlikler MG Bennet

Sacolick  komutası altında. Dünya’nın en önemli askeri gücü olarak gösterilen Swick gerçekte bir savaş makinesi. Zira çok gizli tutulan TC 18-01 genelgesi uyarınca çalışan bu birlikler kuruluş tarihinden itabaren barış yüzü görmemiş. Swick’in bir başka özelliğide komuta kademesinde bulunan Yahudi asker ve subay çokluğu. Başta, Komutan General Bennet Sacolick olmak üzere bu Dünya’nın en özel kuvvetinde çok sayıda dini bütün Yahudi askeri yer alıyor.

 

  ‘Sınırlı Savaş’ doktrini

 

Kasım 2010 tarihinde işleme sokulan  TC 18-01 genelgesi, ‘sınırlı savaş’ olarak tasnif edilen bir savaş türünün ana silahlı gücü. Hasım olarak görülen bir toprak parçasında ‘yerli toplulukları’ ülke yönetimi karşısında eğitip,donatıp silahlı bir güç olarak destekleme esasına dayanıyor. Bu genelge’de belirtildiğine göre kullanılan askeri gücün insan hakları,demokrasi vs. gibi propagandaya dönük bir amacı yok. Askerlerin izlediği tek rehber ‘ABD ye bağlılık’. Gerçekte bugün kullanılan jargona göre bir ‘eğit-donat-yönet’ örgütü olan Swick, büyük ölçüde uluslararası hukuk kuralları dışında işleyen bir mekanizma. Resmi olarak hemen hiç bir ülke ile savaş halinde olmayan ABD, bu kuruluş ile Orta-Doğu ve Kuzey Afrika daki bir çok ülkenin içinde ‘yerli unsurları’, komşu ülkelerin sınırları içinde eğitip,silahlandıyor ve iç savaş orduları kuruyor. Son iki yıldan beri Türkiye,Ürdün ve Kuweyt toprakları, Irak ve Suriye’de savaşan ‘yerli unsurların’ eğitip silahlandırıldığı bölgeler oldu. Kısaca ‘Swick’ askerleri artık ‘bizimkiler’ haline geldi.

   İsrail ve ABD ‘askeri açıdan’ tek bir güç

ABD nin,Orta-Doğu ülkelerini içine alan Müslüman coğrafyasında sürdürdüğü ‘sınırlı savaş’ doktirini açısından bakıldığında ABD ve İsrail tek bir bütünün parçaları olarak görünüyor. İsrail’in ABD özel kuvvetlerine katkısı büyük ölçüde MOSSAD istihbaratı ve Orta-Doğu toprağında üs sağlama yanında, ABD deki çok güçlü Yahudi varlığına dayanıyor. Suudi Arabistan ve Ürdün ise İsrail yanında ABD Özel kuvvetlerine yataklık eden ülkeler arasında başı çekiyorlar. Jeshiva World adlı derginin yaptığı açıklamaya göre; ABD ordusunda şu anda fiilen görev yapan 49 General ve 8 Amiral Yahudi-Amerikalılar.  ABD Özel kuvvetlerin son yıllardaki faaliyetleri incelendiğinde ABD ve İsrail ile işbirliği yapan ülkeler dışında tüm ülkelerde fiilen hükümetlerle  savaş halinde bulunan ‘yerli unsurların’var olduğu ve çoğunlukla iç savaş şartlarının hüküm sürdüğü görülüyor. Türkiye ve hemen sınırlarının ötesinde gelişen savaş  şartları ise ABD Özel kuvvetleri ile ‘daha yakın ve iç içe’ günlere geldiğimizi gösteriyor. En çok açıklanmaya ihtiyaç gösteren konu ise TC18-01 SFUW Genelgesine göre hareket eden ABD-İsrail Rambolarının bizim içimizdeki ‘Yerli Unsurlar’ ile ilişkileri…

 

Mahir Tan               LondraPosta-Londra

Türk değilim ama, sizden biriyim.

    Joan Ryan; ‘Türk değilim ama’;

                                     ‘siz’den biriyim’ 

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu(ITDF) düzenlediği bir destek yemeği ile İngiliz seçim platformuna ilk adımı attı. Londra’da yaşayan Türk toplumunun en yoğun olarak yer aldığı Enfield bölgesinde İşçi Partisi adına Milletvekili adayı olan Joan Ryan’a destek sağmak amacıyla yapılan kokteyl ve yemeğe çok sayıda Türk yanında, Lordlar Kamarası üyesi Lord Steve Bassam, Enfield Belediye Meclis Üyesi Alev Cazimoğlu ve İşçi Partisi Halkla İlişkiler Görevlisi Dee Rudran katıldılar. Üç seçim bölgesine ayrılmış olan Enfield bölgesinde toplam olarak 18 bin Türkiye ve KKTC kökenli seçmen yaşıyor. Enfield’de daha önce iki dönem milletvekilliği yapmış olan İngiliz toplumunun tanınmış politikacısı Joan Ryan, ‘Londra Posta’ya, ‘Enfield’ de yerimi geri istiyorum. Toplumun desteğiyle onu geri alacağım’ dedi. 1997-2010 yılları arasında Parlamento da yer alan Joan Ryan, daha önce Başbakan’ın Kıbrıs Özel temsilciliği ve İçişleri Bakanlığı temsilcisi olarak önemli görevler üstlenmişti.

                          Türklerin ‘seçim ayı’

24 Mart akşamı Londra ve Dünya’nın en önemli iş merkezlerinden Canary Warf’ta bulunan seçkin Türk lokantası ‘Hazev’ de yapılan yemek öncesinde bir konuşma yapan Lord Steve Bassam ‘Türkiye’de 7 Haziran tarihinde yapılacak olan önemli seçimlerden tam bir ay önce bizde de seçimler var. Sizin ve bizim içinde yer aldığımız toplumun desteğiyle, 7 Mayıs ta, Joan Ryan’ı Enfield’e, İşçi Partisini de Number 10’e taşıyacağız’    Enfield bölgesinde geçmişte Joan Ryan’ın da önderliğini yaptığı Kamu harcamalarından kesinti programlarına karşı mücadeleyi yükseltecekleri söyleyen Lord Bassam, ‘Ryan’ın Enfield’deki ‘Chase Farm’ hastanesini kurtarmak ve yöneticisi olduğu Lea Valley Yüksek okulu için mücadele hala hatırlarda’ dedi. Enfield bölgesinde toplumun en büyük ihtiyacının Tüm İngiltere’de olduğu gibi küçük işletmelerin desteklenmesi olduğuna dikkat çeken Lord Bassam, ‘İngiltere ekonomis,n,n başarısı, küçük işletmelerin başarısı olmadan düiünülemez’ diyerek Enfield’deki küçük işyerlerine İşçi Partisi iktidarında büyük destek sağlayacaklarını kaydetti. Londra Türk toplumundan çok sayıda işadamı, serbest meslek temsilcisi ve kitle örgütü liderinin katıldığı Joan Ryan’a destek yemeğinde konuşan Enfield İşçi Partisi Adayı; ‘Ben Türk değilim. Ama kendimi Türklerin de içinde yer aldığı bir toplumun üyesi olarak hissediyorum. Benim seçim bölgemde sadece bir toplum var ve bende onların adayıyım’ dedi.

 

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

“No” to rasism and War

 

                                                ‘No’ to Rasism and War

Londra’da binlerce protestocu, ‘İslamcı Radikalizasyon’ ile mücadele adı altında yükselen ‘Irkçılık ve İslam düşmanlığına’ karşı yürüdü. İngiltere’de 2001 yılından beri yüzlerce savaş ve ırkçılık karşıtı protesto ve kitle gösterisine imza atan ‘Stop The War Coalition’ tarafından düzenlenen miting ve yürüyüşe Üniversite öğrencileri,  sendikalar,savaş karşıtı sivil toplum örgütleri ve İşçi Partisinin bazı bölge luruluşları katıldılar. IŞID ve benzeri örgütlere, İngiltere’deki Müslüman toplum içinden yapıldığı ileri sürülen destek ve katılımlar bahanesiyle, Hükümet ve Bazı Irkçı örgütlerin bir ‘anti-islam’ cadı avcılığı politikası yürüttüklerini vurgulayan göstericiler,’Radikalizasyon ve Irkçılığa’ aynı anda karşı çıktılar. Stop The War Coalition yöneticileri yaptıkları konuşmalarda; Hükümet’in bir yanda radikalizasyon dan şikayet ederken,diğer yanda onu güçlendirecek ırkçı ve savaş yanlısı politikaları gündeme getirdiğine dikkat çekerek; ‘Orta-Doğu’da ABD tarafından yürütülen tüm askeri operasyonlara katkı veren İngiltere’nin Bahreyn’de bir deniz üssü açarak savaş bataklığının içine dalma yolunda’ olduğunu belirttiler. 21 Mart Günü Londra’da BBC Genel Merkezinin bulunduğu Oxford Street çevresinde başlayan Irkçılığa karşı protesto gösterisi, Trafalgar Meydanında devam etti. Irkçılık ve Savaş karşıtı sloganların atıldığı ve pankartların taşındığı gösteride ‘Savaş harcamaları ve güvenlik tedbirleri nedeniyle kamu harcamalarından kesinti yapan Hükümeti eleştiren Üniversite öğrenci örgütleri büyük bir yer kapladılar.

LondraPosta-Londra

bir tercih sorunu

   ‘ya Erdoğan Başkan, ya Otonomi’             

    bir tercih sorunu

Medya üzerinden yürütülen son seçim kampanyası ‘HDP’ye baraj atlattırma’. Hedefi CHP den gelecek ve % 5 lere varabileceği düşünülen oy kayması. Bu amaçla HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş yavaş yavaş ‘çatı adayı’ fonksiyonu yükleniyor. Meclis Kürsüsünden ‘Tayyip Erdoğan’ı Başkan yapmayacağız’ sözü veriyor. Bu söz, bir dizi Medya köşe yazarı ve kamuoyu araştırmacısı tarafından ‘somut verilerle’ destekleniyor; HDP barajı aşarsa, Tayyip Erdoğan bırakın Başkanlığı, İktidar bile olamıyormuş ! CHP nin üstüste dört kez seçim kaybetmiş tabanına göre hazırlanmış bir reçete bu.  Hafife alınacak bir yanı da yok. İnce hesaplanmış ve sistemli bir biçimde yürütülen bir kampanya. Aralarında Merkez Medya organlarında yazan ciddi kalemler yer alıyorlar. Bütün kampanyalarda olduğu gibi ‘hesaplanmış risk’ var. Ve yine bütün kampanyalarda olduğu gibi ; bazı noktalara ‘karartma’uygulanıyor;

Bunun bedeli ne ?

                        Demirtaş Seçim ittifakını bir hafta önce açıkladı.

Demirtaş kampanyası CHP seçmenine sevimli gelen ‘Erdoğan’ı Başkan yapmama’ sloganına dayanıyor.Son seçimde yaklaşık 12 Milyon oy alan CHP’den % 10 luk bir kayma bile, anketlere göre, HDP ye baraj atlatmaya yetiyor. ‘Erdoğan’ı Başkan yapmama’temelli siyasetin tek açmazı halkı ‘ödenecek bedel konusunda’ bilgisiz bırakma zorluğu. Zira açık bir biçimde HDP aynı zamanda kendi gerçek seçim programını açıklayarak tabanını diri tutmak zorunda. Bu kritik açıklama geçtiğimiz hafta yine Selahattin Demirtaş tarafından ‘Seçim ittifakı toplantısı mutabakat metni’ ile yapıldı. 14 Mart 2105 Tarihinde ‘LondraPosta’ da haber olarak verilen bu metinde net bir biçimde bu ittifakın ‘Kürdistan’a statü, Anadilde Eğitim,Kürtçenin resmi dil olması ve Kürt Kimliğinin anayasal güvence alınması’ temelinde kurulduğu vurgulanıyor. Diğer taleplerin ise ‘Hasta tutsakların, başta Abdullah Öcalan olmak üzere koşulsuz olarak serbest bırakılmaları ve Kobane ile olan sınırın Avrupa Birliği sınırları gibi şeffaf hale getirilmesi’ seçim ittifakının temel maddeleri arasında yer alıyor. HDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş, bu ittifak açıklamasından tam 5 gün sonra yaptığı bir başka açıklamada da ‘Erdoğan, seni Başkan yapmayacağız’ diye konuşuyor.

Bu konuşmaların tümü basın toplantılarında yapıldığına göre HDP Eşbaşkanı Demirtaş ‘çağrıyı’ CHP ye değil, CHP içindeki yandaşlarına yöneltiyor. CHP içinde bu çağrıya ‘olumlu cevap verecek’ milletvekilleri ve etnik-kültürel temelde sıcak bakan bir seçmen kitlesinin varlığı kimseye sır değil. Sorun bu gizli desteğin HDP ye baraj atlatma seviyesine çıkıp çıkmayacağı.

Muhtemelen bir ‘üst akıl’ esinlemesi ile yaratılan ‘HDP’ye baraj atlatma kampanyası’nın katılımcıları ve destekçileri istedikleri sonucu sağlayabilmek için zor bir görev üstleniyorlar; Demirtaş’ın istediği bedeli halktan saklamak. Medya çok deneyimli olduğu bu alanda seferber olurken  ‘mızrak çuvala sığmıyor’; ‘Erdoğan’ın Başkan olmasını istemiyorsanız, Kürt Otonomisini kabul edin’. Bu mala alıcı bulmak zor görünüyor..

 

Mahir Tan              LondraPosta-Londra

 

 

 

 

altı da bir üstü de birdir yerin

   ‘Altı da bir üstüde birdir yerin’

Üzerinden 100 yıl geçtikten sonra, Çanakkale şehitlerini anmanın bir ayrıcalığı var Ulusumuz için; Zaman ve Mekan kavramının ötesindeyiz artık. Vatanı savunmak için çeyrek milyon şehit vermeyi göze almış bir halkın torunlarıyız öncelikle. Dedelerimiz toprağın altında yada üstünde, özgür insanlar olarak. Toprak Türkiye olsun yada olmasın, Dünya’nın dört köşesinde yatan binlerce askerimiz var. Yüzyıl önce onların başında Mustafa Kemal vardı. Yine öyle. Zaman ve Mekan ötesindeyiz..

Ulus kavramının doğduğu yıl ;1915

Dünya’nın en büyük deniz gücü İngiltere’nin kalbi Portsmouth. Bu limanlardan kalkan savaş gemileri tam 100 yıl önce yüklenmişler Çanakkale askerine bütün güçleriyle. 18 Mart günlerinde bir asırdan beri bu konuşulur Portsmouth kentinde. Çanakkale’de iki taraftan yarım milyon insanın toprağa düştüğü savaşın tarafları dedelerini anarlar bu günde. Gerçekte anılan sadece bizim askerimiz. Toprak nerede olursa olsun, onun yerlisi bizim askerimiz. Portsmouth’daki İngiliz Askeri bandosu, onlar için çaldı marşları. Onlara bir kez daha selam durdular. 100 yıl önce onlar canlarını verirken doğan bir Ulus’un 3. Kuşak temsilcilerine ‘biz herşeyi gördük.Olanlara şahidiz’ diyordu İngiliz Askeri bandosu. Siz unutsanız da, biz biliyoruz…

Nice nice yüzyıllara..

İngiltere’nin Donanma merkezinin bulunduğu Portsmouth limanı yakınındaki Türk Deniz Şehitliğinde yapılan hazin bir resmi törenle 18 Mart Çanakkale Deniz savaşları 100. yılında anıldı.Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç, Başkonsolos Emirhan Yorulmazlar, Türkiye Silahlı Kuvvetler Ataşesi Hava Pilot Kurmay Albay  Ömer Özkan, Deniz Ataşesi Nurettin Sevi ve Türk misyonu temsilcilerin katıldığı 18 Mart Çanakkale Şehitlerini anma töreninde yüzlerce yurttaşımız yer aldılar. KKTC Londra Temsilcisi Oya Tuncalı’nın da katıldığı 100. yıl Çanakkale Şehitleri törenine Londra’dan otobüslerle gelen İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu, Kıbrıs Türk Dernekleri Konseyi, Atatürkçü Düşünce Derneği ve çok sayıda kitle örgütü temsilcileri Portsmouth’da yatan şehitlerin mezarlarına çelenkler koydular. Tören’de bir konuşma yapan  Türk Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç, Çanakkale Zaferinin Türk milleti ve devleti için tarihi önemine işaret ettikten sonra, ‘Önemli olan bu büyük savaşta hasmımız olan İngiltere ile barış içinde geçen yüzyılda çağdaş ve dostane ilişkileri sürdürmüş olmamızdır.’dedi. Silahlı Kuvvetler Ataşemiz Hava Albay Ömer Özkan da 18 Mart konuşmasında Çanakkale zaferinin askeri açıdan önemini, vurgulayarak, ‘o Şehitlerin bize özgür ve bağımsız bir ulusal yaşam sağladığını’ vurguladı.

 

Mahir Tan             LondraPosta-Londra

İran’a ‘iyi polis-kötü polis’

İran’a ‘iyi polis-kötü polis’

Londra’da görüştüğümüz Amerikan İran Konseyi Başkanı Huşeng Amirahmedi, Lozan’da devam eden İran Nükleer görüşmelerinde ‘küçük ilerlemeler’ olacağını söyledi. ABD’de 27 yıldan beri faaliyette bulunan (AIC) Amerikan İran Konseyi Başkanı olan Amirahmedi, Ahmedinecat’ın Başkan seçildiği İran seçimlerinde Cumhurbaşkanı adayı olmuştu. İran ve Orta-Doğu uzmanı Prof. Huşeng Amirahmedi, ‘LondraPosta’ ya yaptığı açıklamalarda İran ile ABD ve Batı ülkeleri temsilcileri arasında süren Nükleer-Ambargo görüşmelerinde Başkan Obama ile Kongreler arasında görüş farklılığı olduğunu ancak Demokrat-Cumhuriyetçi sürtüşmesinin bir ‘medya oyunu’ olarak ‘görüşmelerde İran tarafını etki altında tutmak için’ yürütüldüğünü kaydetti. Başkan Obama yönetiminin İran ile görüşmeleri sonlandırmak değil, ancak ciddi bir sürtüşmeye yol vermeden zaman içinde çözülmesini sağlamak için çalıştığını söyleyen Prof. Amirahmedi, ‘hangi partiden olursa olsun Kongre üyeleri ise çoğunlukla İran karşısında İsrail- Suudi Arabistan bloku ile birlikte saf tutuyorlar’ dedi. Başkanı olduğu AIC (Amerikan-İran Konseyi) yönetiminde şu anda aktif olarak görev yapan çok sayıda Bakan, Senatör ve Temsilcinin bulunduğunu vurgulayan Amirahmedi, ‘Eğer ABD İran ile kesin anlaşma yapmak isterse elini tutan kimse yok. Hemen bitebilir. Ancak İsrail, Suudi Arabistan ve son dönemde Türkiye İran ile kesin anlaşmaya karşılar.’ Dedi.

İran üzerinde uygulanan Ambargolara karşı olduklarını belirten Prof. Amirahamedi,’bu ambargolar bir yanda orta-doğu’daki hassas dengeleri etkilerken, İran içinde Batı ile sürtüşme eğilimini güçlendiriyor’ biçiminde konuştu.

         İsrail politikasında değişiklik yok

17 Mart tarihinde yapılan İsrail seçimlerinin Natenyahu’nun başında bulunduğu Likud partisi ile  Siyonist İttifak arasında başabaş bir güç dengesi yarattığını söyleyen  Huşeng Amirahmedi; ‘Bu İsrail’in dış politikasının değişmeyeceğini gösterir. Zira bu iki ana blokun İran ve İllegal Yerleşim alanları gibi iki ana politikada programları aynı. İsrail’de esas sorun her zaman olduğu gibi ‘güvenlik’. Bu ise Filistinlilere baskı ve İran ile sürtüşme politikasına devam anlamına geliyor’ dedi. Başkan Obama ile İsrail Başbakanı Natenyahu arasındaki farklılıkların İran konusundaki anlaşmazlıktan etkilendiğini belirten Amirahmedi,  Demokrat parti den gelecek dönem Başkan Adayının çok büyük ihtimalle Hilary Clinton olacağına işaret ederek ‘Bu ABD İsrail ilişkilerinin şimdikinden çok daha yakın olacağının belirtisidir’ dedi.

  Şii-Sunni savaşına doğru gidiliyor

Orta-Doğu ve İran konusunda bir dizi çalışmaya imza atan Huşeng Amirahmedi, İran ve Suudi Arabistan ile ABD arasında yapılan bazı görüşmelere fiilen katıldı. İran’da yeni başkanlığın Batı ve Komşu ülkelerle gerginlik politikasına son vermediğini ve özellikle Suudi Arabistan ve Türkiye ilşkilerinde ciddi sürtüşmeler yaşandığına dikkat çeken Amriahmedi, ‘bu durum İsrail,Suudi Arabistan gibi ülkelerin ‘savaş kışkırtıcılığı’ faaliyetlerini hızlandırmasına yol açıyor’ dedi. Şii-Sünni ekseninde bloklaşmanın Suriye ve IŞID olaylarından sonra güçlendiğini ve İran’ın giderek Şii ekseninin dayanağı haline geldiğini, söyleyen Amirahmedi, ‘Suudi Arabistan silahlanmasını rekor seviyeye ulaştırdı. Onların İsrail ile bir sorunu yok. İran’a ve komşu ülkelerde gelişen Şii hareketine karşı silahlanıyorlar’ dedi.

Mahir  Tan               LondraPosta-Londra

 

Paralı Askerlerin ‘Kürdistan’ aşkı

40 yaşlarında dazlak kafalı, dövmeli,asker elbiseli özgürlük savaşçılarına dikkat…

 

  Paralı askerlerin ‘Kürdistan’ aşkı

 

İngiliz Gazetelerinde son günlerin haberi oldu  ‘IŞID Avcılık Kulübü’. Evening Standart gazetesine konuşan eski İngiliz askerlerinden oluşan 8 kişilik ‘Avcılık Kulübü’ üyeleri ‘kurukafa logolu’ üniformaları ve silahlarıyla birlikte ‘Kürdistan’a giderek IŞID karşıtı operasyonlara başlayacaklarını söylediler. ‘The Times’ gazetesininde yer verdiği habere göre Eski savaşçılardan oluşan kulübün kurucularından 39 yaşındaki Daniel Hill, daha önce Bosna ve Kosova’da savaşmış. ‘Uluslararası Gönüllü Kuvvetleri’ adı altında bir askeri gurup kuran ‘emekli askerler’ internet üzerinden yaptıkları çağrılarla ‘asker topluyorlar’. Hangi ülkeden olursa olsun sadece İngilizce konuşan askerlere açık olacağı bildirilen ‘gönüllü kuvvetler’ adına yapılan açıklamalarda ‘amaçlarının ‘Kürdistan’ın özgürlüğü ve demokrasiye’ katkı sağlamak olduğu belirtiliyor. ‘IŞID avcılık Kulübü’ logosonda ise provokatif bir ‘kurukafa’ motifi yer alırken, asker gurubunun internet ve facebook açıklamalarında ‘domuz yemeyen piçlerle’ savaşmaya gidecekleri belirtiliyor. Kullandıkları bazı resimlerde Haçlı Seferleri sırasında giyilen miğfer ve kalkanların yer aldığı ‘Uluslararası Gönüllülerin’ ırkçı sloganlar kullanan ve İngiliz Medyasında ‘Fortune Soldier’ denilen paralı askerlere yer verdikleri ileri sürülüyor.The Times gazetesinin belirtttiğine göre; Irak ve Suriye’de Kürdistan adı verilen bölgede halen ‘özgürlük ve demokrasi !’ için savaşan 100 civarında eski asker bulunduğu ve bunlardan eski İngiliz Deniz Piyadesi Konstandinidos Erik Scurfield’in IŞID tarafından öldürüldüğü kaydedildi.

Türkiye üzerinden mi gidiyorlar ?

İnternet ve facebook sayfalarında yarı ticari yarı siyasi açıklamalarla ‘asker toplayan’ IŞID avcılarının Suriye ve Irak’taki savaş bölgelerine ‘üniformalı ve silahlı’ olarak gidecekleri vurgulanıyor. Suriye ve Irak’a Türkiye üzerinden geçmeden nasıl gidecekleri belirtilmeyen militanların İngiliz ve ABD askeri kaynakları tarafından desteklenip desteklenmediği bilinmiyor.İngiliz Ordusunda Piyade silahları ve askeri tıp eğitimi gördükleri vurgulanan eski askerlerin masraflarının kimler tarafından karşılandığı da internet sayfalarında belirtilmiyor. İngiltere’ye dönüşlerinde IŞID a katılmak üzere Suriye’ye giden cihadçılar  gibi ‘terör’ suçlamasıyla karşılaşan ‘Uluslararası Gönüllü Kuvvetleri’nin eski asker olanlarına İngiliz polisinin nasıl davranacağı şimdilik bilinmiyor. İngiliz Medyasında yer alan haberler sonrasında Türk polisinin hava limanları ve Güneydoğu’ya giden Otobüs garajlarında sıkı tedbirler alması sonucu yakalanmaya başlayan cihadistler yanında Suriye ve Irak sınırları çevresinde ‘yeni tipler’in ele geçmesi bekleniyor; 40 yaşlarında dazlak kafalı, dövmeli,asker elbiseli özgürlük savaşçılarına dikkat…

 

Mahir Tan                   LondraPosta-Londra