Bu daha başlangıç

                           Anadolu Partisi Akkuyu için ayağa kalktı

                               Mersin’de Nükleer Karşıtı protesto

14 Nisan günü açılışı yapılan Mersin Akkuyu Nükleer Santrali ilk protestoyu Mersin Anadolu Partisi teşkilatından yedi. Enerji Bakanı Taner Yıldız ve Rus Devlet Nükleer Şirketi Genel Müdürü Sergey Kiriyenka’nın saat 12.30 da açılışını yaptıkları Akkuyu Santraline giden karayollarında ise Mersin Anadolu Partisi milletvekili adaylarının başını çektiği kitlesel nükleer karşıtı protesto vardı. Aralarında Londra Barosu Avukatlarından Mersin Milletvekili adayı Cemil Gürsel ve Mersin Milletvekili adayı Ersan Bayram’ın bulunduğu protestocu halk ellerinde ‘Nükleer Santral İstemiyoruz’, ‘Yeni Çernobiller İstemiyoruz’ pankartları ile Mersin- Taşucu karayolunu tuttular. Santralin açılış töreninden sonra çıkış kapılarını tutan protestocular ile Jandarma arasında arasında kısa süreli çatışmalar yaşandı. Yaklaşık 20 dakika kadar çıkışı engelleyen Mersinli protestocular, Gezi olaylarının onurlu sloganı ‘Bu Daha Başlangıç’ diyerek dağıldılar. Gazetemiz ‘LondraPosta’ya Mersin de Nükleer karşıtı gösteri ve olayların yaşandığı Taşucu yakınlarından gönderdiği telefon mesajında olaylar hakkında bilgi veren Anadolu Partisi Mersin 1. Sıra adayı Avukat Cemil Gürsel; ‘Anadolu Partisi teşkilatı ve Milletvekili adayları olarak olayların içindeyiz. Nükleer Enerji ve getireceği problemlere karşı Mersin halkı ayakta.Bu protesto önümüzdeki seçim döneminin nasıl geçeceğinin ilk işaretini verdi. Mersin halkı tıpkı Gezi Protestolarını gerçekleştiren halkımız gibi mücadele etmeye kararlı. Gerçekten ‘bu daha başlangıç’ dedi.

Mahir Tan  LondraPosta-Londra

 

Trident’e hayır

   3 Denizaltı Dünya’yı yakmaya yetiyor

                                           Trident’e Hayır

Trident; gelecekteki nükleer savaş tehlikesi nin en önemli araçlarından birisi. İngiltere’nin geliştirilecek nükleer denizaltılar ile taşıyacağı Nükleer füze başlıkları da bu isimle anılıyor. 7 Mayıs tarihinde yapılacak seçimlerden sonra kurulacak Parlamento’nun ilk ele alacağı konulardan biri Trident’ın geliştirilmesi için 30 yıllık bir süreye yayılacak olan  34 Milyar sterlinlik harcamayı  onaylayıp onaylamamak. İngiltere’nin Muhafazakar-Liberal Demokrat Hükümeti kamu haracamalarından kesinti programı çerçevesinde  hastane,sağlık ve emekli ödeneklerinden kesinti yapmak yanında, Ordu’nun asker sayısı ve klasik silahlanma konusunda da ‘tehlikeli boyutlara’ ulaşana indirimler yaptı. 13 Nisan günü Milli Savunma Bakanlığı önünde toplanan yüzlerce protestocu ise, bir yanda Trident geliştirme programı içinde hazırlanılan bir nükleer savaş programına karşı çıkarken, bir yandan da ‘bizim ödediğimiz vergilerle yılda 3 milyar sterlinlik ölüm ticaretine Hayır’ dediler.

Emperyal ölüm ticareti

ABD-İngiltere ve Fransa’dan oluşan Batı’nın silah ve savaş politikalarında dikkati çeken bir dönüm noktası oluşturuyor Trident. Batı Kapitalizminin  kilit ülkeleri bir yandan klasik silahlar ve savaş uçaklarını üreterek Orta-Doğu ve Avrasya’da bir tür ‘sürekli savaş’ ortamını canlı tutarlarken, kendi ordularını stratejik nükleer silahlar ile ‘Emperyal’ savaşlara hazırlıyorlar. Lockhead Martin yapımı Trident füzeleri 1994 yılından beri Vanguard sınıfı denizaltılarda kullanılıyor. İskoçya’daki Clyde Deniz üssündeki denizaltı ve füzeler aynı zamanda bağımsızlık isteyen İskoçya ve İngiltere arasındaki en önemli problemlerden biri. İskoçya halkı kendi topraklarında bulunan ve bir nükleer savaşta ülkelerini tehdit altına sokacak olan Trident programına karşı çıkıyor.  İngiltere’nin ABD tarafından desteklenen yeni trident programına göre, yenileştirilecek 3 Vanguard denizaltısına monte edilecek olan  24 nükleer füze bataryası yaklaşık 40 adet nükleer savaş başlığı taşıyacak. İngiltere’ye yılda 3.5 milyar sterline mal olacağı bildirilen Trident Programı, ABD ve İngiltere’yi birlikte Dünya’nın en büyük savaş gücü yapmaya yeterli olarak gösteriliyor. İngiltere’de yapılan anketlerde halkın % 25 inin Trident programına karşı olduğu çok büyük bir çoğunluğun ise ‘kararsız’ kaldığı belirtildi.

                      Victoria Brittain; ‘Biz ve İsrail hariç’

13 Nisan Günü İngiltere’nin Milli Savunma Bakanlığı önünde toplanan protestocular, 7 Mayıs’ta yapılacak seçimlerde ‘Trident programını savunan adaylara oy vermeyeceklerini’ açıkladılar. Başta İskoçya Milliyetçi Partisi,Yeşiller, UKİP ve İşçi Partisinin önemli bir kesimi olmak üzere çok sayıda milletvekili adayı Trident programına ‘hayır’ diyeceklerini şimdiden bildirdiler. MOD (İngiliz Savunma Bakanlığı’ önünde konuşan yazar ve gazeteci Victoria Brittain ; ‘hastalarımızdan, yaşlılarımızdan, okullardan ve kütüphanelerden kestikleri para ile ölüm ticareti yapıyorlar. Kendimiz ve İsrail hariç bütün Dünya’ya nükleer araştırma yasağı koyuyoruz ancak İngiltere’de yeni bir kıyamet savaşı için vergi veriyoruz. Buna Dur diyeceğiz’ dedi.

 

Mahir Tan           LondraPosta-Londra

Suudi Arabistan’a Yemen protestosu

                  Londra Elçiliğinin önünde ;

                                   Suudi Arabistan’a Yemen protestosu

Yemen’de Suudi Arabistan ve Bazı Körfez ülkeleri uçakları tarafından yapılan bombalamalarda ölü sayısı artarken, Londra’da Yemen asıllı göçmenler ve Savaş karşıtları ayağa kalktı. 2001 yılından beri Londra ve İngiltere çapında yüzlerce savaş karşıtı eyleme imza atan ‘Stop The War Coalition’ tarafından 11 Nisan günü yapılan ‘Yemen’den elini çek’ protestosuna katılan yüzlerce gösterici, Hilton otelinin arkasındaki Suudi Arabistan elçiliği önünde toplanarak, Suudi Arabistan ve ona silah ve uçak desteği veren ABD,İngiltere ve Fransa’yı suçladılar. Suudi Arabistan Krallığının, uzun yıllardan beri Yemen’i arka bahçesi olarak gördüğünü belirten protestocular, Yemen’de Huthi lerin iktidarı ele geçirmesi ve Suud ailesinin çıkarlarının tehlikeye girmesi üzerine bu ülkeye hiç bir hukuki gerekçe olmaksızın saldırdığını ileri sürdüler. Protesto gösterisini organize eden Stop The War Coalition yöneticileri ‘Suud ailesinin malı olan Suudi Arabistan’ın Orta-Doğu’da tüm savaş ve çatışmaları destekleyen bir ülke olduğunu belirterek, Petrol gelirlerini tamamen hanedan çıkarları ve Batı ülkelerinden silah almaya harcadıklarını’ söylediler. Batı ülkelerinin silah şirketlerininde petrol ve çıkar sağlamak amacıyla Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerini birer silah deposuna çevirdiklerini vurgulayan yöneticiler ‘Batı ülkeleri Suudi Arabistan’ın saldırgan ve hukuk dışı davranışlarını önlemezlerse, bu ülkenin çıkarları uğruna tüm Orta-doğu’yu bir kan deryasına döndüreceğine’ dikkat çektiler. Suudi Arabistan elçiliği önünde toplanan Yemen’li aileler ise ; Suudi ve Körfez ülkelerinin yaptıkları hava saldırılarında ölenlerin büyük bir çoğunluğunun siviller,kadın ve çocuklardan oluştuğunu söyleyerek; ‘Suudi Arabistan mezhep savaşı ve iç savaşlarla varlıpını sürdürmeye çalışıyor. Birleşmiş Milletlerin Yemen’de yaşanan trajediye hemen dur demesini ve müdahale etmesini istiyoruz’ dediler.

Mahir Tan                      LondraPosta- Londra

Londra’dan TBMM ye tek aday

      Londra’dan Türk Parlamentosu için ilk ve tek aday;

            Cemil Gürsel Mersin Milletvekili Adayı

Londra Barosu avukatlarından Cemil Gürsel 7 Haziran Genel seçimlerinde Mersin milletvekili adayı oldu. Seçimlerde Anadolu Partisini temsilen 1. sırada aday olan Gürsel, seçim çalışmalarına başlamak üzere Mersin’de bulunuyor. Anadolu Partisi Genel Başkanı Emine Ülker Tarhan’ın memleketi olan Tarsus’un da içinde bulunduğu Mersin 1. sıra adayı olan Cemil Gürsel, gazetemiz LondraPosta’ya bilgi verdiği telefon konuşmasında ‘Ülkemiz için çok önemli bir dönemeçte yapılacak olan 7 haziran seçimlerinde, bağımsızlık,laiklik ve Ulusal Türk devletinin varlığı için mücadele etme amacıyla milletvekili adayı oldum’ dedi. ‘Türkiye’de gericilik, bölücülük ve Cumhuriyet düşmanlığının gemi azıya aldığı bir dönemde mücadele etmek ve miting meydanlarında Cumhuriyet’in ilkelerini ve önemini Türk halkına bir kez daha vurgulamak için buradayım’ diyen Cemil Gürsel, ‘Hukuksuzluk ve  diktatörlük özlemi içindeki bir iktidara karşı Batı Demokrasisi ve hukuk sisteminin bir temsilcisi olarak seçimleri ve yapılacak olan baskı ve terörü de Dünya Hukuk arenalarına taşıyacağını’ söyledi. İngiltere’nin ünlü dışpolitika think-tankı Chatham House üyesi olan Cemil Gürsel, 7 haziran seçimlerine uluslararası hukuk ve güvenlik sistemleri konusundaki deneyimlerini taşıyacağını kaydetti. Avrupa Hukuk Sözleşmeleri ile bir dizi demokratik gelişmeye imza atmış olan Türkiye’nin bir orta-doğu federalizmine doğru sürüklenmeye çalışıldığını ifade eden Londra Barosu Avukatlarından Cemil Gürsel, kendisi gibi bir hukukçu ve yüksek hakim olan Anadolu Partisi Genel Başkanı Emine Ülker Tarhan’ın doğum yeri olan ve ailesinin yaşadığı Tarsus’unda içinde bulunduğu Mersin’de mücadele etmenin de ayrı bir önem taşıdığını’ vurguladı.

   Bölücülüğe karşı mücadelenin önemi

Londra Barosu avukatlarından Cemil Gürsel’in Anadolu partisinden 1. sıra adayı olarak mücadele edeceği Mersin bölgesi 11 milletvekili çıkarıyor. AKP nin 4, CHPnin 4,MHP nin 2  ve 1 bağımsız milletvekilinin bulunduğu parlamento aritmetiğinde Mersin’den önemli değişmeler bekleniyor. AKP’de geçen dönem seçilen Zafer Çağlayan hakkında 17 Aralık soruşturmaları nedeniyle bir dizi yolsuzluk iddiaları ileri sürülmüştü. Bu nedenle 7 haziran seçim platformunda ‘yolsuzluk iddialarının’ önemli bir yer tutması bekleniyor. CHP Mersin listelerinde ise; parti genel merkezi ve kontenjanlar nedeniyle problemler yaşanıyor. İl teşkilatının Genel Merkezin 2 kontenjan adayı ataması kararına karşı çıkması sonucu Genel merkez’de sadece 4. sıraya bir atam yapıldı. Ancak bugün, 4. sıraya kontenjan yoluyla atanan adayın ‘sağlık sebebiyle’ ayrıldığı açıklandı. CHP nin Mersin’de 2. Sıra adayı Fikri Sağlar, Londra’da 2005 yılında PKK ya yakınlığı ile bilinen halkevinde yapılan bir panele, Öcalan’ın avukatları ile birlikte katılarak ‘Öcalan’a af’ isteğinde bulunmuştu. CHP ye yeniden döndükten sonra HDP ile yakın bir politikayı savunan Sağlar ve HDP’den 1. sıra adayı olan eski AKP Milletvekili Dengir Mir Fırat’ın varlığı, Mersin seçimlerinde Türkiye’nin ulus-devlet varlığını savunan adayların şansını arttıracak bir faktör olarak görülüyor.

 

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

Atatürk’ü ‘Cehennemi katil’ ilan edenler liste başı

 Atatürk’ü ‘Cehennemi katil’ ilan edenler liste başı                           

Dünya’ya Mesaj olsun diye ….

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun bugün yaptığı açıklamalardan anlaşıldığı kadarıyla İstanbul 2. bölge milletvekili aday listesinin başına oturtulan Selina Doğan ‘Dünya’ya bir mesaj olsun diye’ seçilmiş. Basın toplantısında gazetecilerin sorduğu; ‘Ermeni soykırımı iddialarının 100. yıldönümünde böyle bir seçim nasıl değerlendirilir’ sorusuna da ‘herkes istediği gibi düşünebilir’ diye cevap veren Kılıçdaroğlu, 7 haziran seçimleri için son derece kritik bir adım attı. 1. sıradan aday gösterildiği gün ‘benim için sürpriz oldu’ diyerek Agos gazetesine konuşan Selina Doğan; ‘sadece Ermenilerin değil, tüm ‘dezavantajlıların’ vekili olacağım. Bu seçim CHP nin ne denli değiştiğinin göstergesidir’yollu açıklamalar yaptı. Bu durumda 7 haziran günü İstanbul 2. bölgede yaşayan CHP seçmeninin kafasında ‘karanlık’ bir nokta kalmaması gerekiyor. Kılıçdaroğlu CHP si Ermeni Soykırımı iddialarının 100. Yıldönümünde ‘Dünya’ya bir mesaj’ vermiştir. Kılıçdaroğlu’nun ‘mesajının’ Dünya tarafından alındığı gelen Ermeni Diyaspora Örgütleri yazılarından anlaşılıyor. Ancak önemli olan ‘mesajın’ Türk toplumu ve İstanbul 2. Bölge CHP seçmeni tarafından alınıp alınmadığı.. Bunu 7 Haziran akşamı göreceğiz.

Erivan’da Atatürk ve CHP yi katil ilan etti

Kılıçdaroğlu’nun Selina’sı CHP den Milletvekilliğini garantilerken,eşi Av.Erdal Doğan, Uluslararası Ermeni Konferanslarında yaptığı konuşmalara bakılırsa CHP den ve özellikle Mustafa Kemal Atatürk’ten fazlaca hazetmiyor. Geçtiğimiz yıl Erivan’da yapılan NCWA (National Congress of Western Armenians) toplantısına katılan avukatı olduğu Malatya misyoner cinayetini anlattıktan sonra  Erdal Doğan, aynıyla şunları söylüyor; ‘Türkiye’de 1915 deki ayni anlayış devam ediyor. Ayni davranış bütün ülke çapında sürüyor. Sadece derin devlet değil, sözümona demokratik sol bu Genç Türk davarnışının gizli müttefiki. Kemal Atatürk ve arkadaşları cehennemi görevlerini sürdürecek gerekli atmosferi yaratmak için sadece maskelerini değiştirdiler.1936  Dersim katliamının politikasını görebilirsiniz. Orada öldürülenlerin çoğu Ermeni katliamından sağ kalanlardı’

‘Trajedi’ diyen Türklere inanmayın

Kılıçdaroğlu’nun adayı Selina’nın eşi daha bir yıl önce Erivan’da iyice açılmış konuşurken ;‘Derin devlet Türkiye’de herşeye hakim. Devletin gündemini istedikleri zaman değiştiriyorlar. ‘Soykırımını’ inkar eden seminerleri de onlar organize ediyorlar. 100 bin kişiden oluşan bu gizli gurup, orduyu, mahkemeleri, gazeteleri ve hatta Türk olmayan yabancı medyayı bile kontrol ediyor. (Bu arada Doğan, Türk Derin devletinin İngiliz Medyasını da kontrol ettiğini söyleyecek kadar kendinden geçiyor)

Av. Doğan Ermenilere de bir uyarıda bulunuyor ; ‘1915 olaylarına bir trajedi diyen Türklere de inanmayın. Bu ‘inkarın bir biçimidir’’.

Erivan’da bu konuşmanın yapıldığı 2014 yılında bilindiği gibi yüzlerce asker,general, aydın, gazeteci ve yazar Ergenekon, Balyoz gibi düzmece davalardan  cezaevlerinde yatıyorlardı. Av. Doğan’ın ‘100 bin kişilik gizli ordu’ dediği Atatürkçüler cezaevinde yatarlarken, şimdi sahte oldukları kabul edilen delilleri pazarlayan ve Silivri duruşmalarında  müdahil olarak yer alan avukatların başında yer alıyordu Ermeni hukukçu ailesi . Selina- Erdal Doğan ailesi Kılıçdaroğlu CHP sine hayırlı olsun…

Mahir Tan          LondraPosta-Londra

 

 

 

 

En ‘yeni’ CHP İstanbul 2. bölgede

 

   ‘CHP’den ‘dezavantajlılar’ listesi              

     En ‘Yeni’ CHP İstanbul 2. Bölgede

2015 Seçimlerinin Türkiye için önemi üzerine çok yazıldı. Keza İstanbul’un Türkiye genel seçimlerine etkisi üzerine de. Bu değerlendirmeleri CHP Genel başkanı Kılıçdaroğlu bilmemiş olmaz. O zaman, çıkardığı İstanbul listesi ve özellikle 2. bölge adayları ne anlama geliyor ? Bunu görmek için 7 haziran gecesine kadar beklemek gerekiyor.

Liste şöyle ;

Selina Doğan, Aykut Erdoğdu, Sezgin Tanrıkulu, Dursun Çiçek, Sencer Ayata, Gülay Aslan, Enis Berberoğlu,Didem Engin, Mustafa Sarıgül…….

CHP bu bölgeden 2011 seçimlerinde 9 milletvekili çıkarmış. 2015 listesine bakıldığında Beşiktaş,Şişli gibi önemli ilçelerin yer aldığı bu bölgede CHPnin pek o kadar iddialı olmadığı anlaşılıyor. Öncelikle 1. Sırada yer alan hanım aday ilginç bir kişilik. Adaylığı açıklanınca koşarak Ermeni Agos gazetesine demeç veren Selina Hanım; ‘sadece Ermenilerin değil, tüm dezavantajlıların vekili olacağım’ diyor. Kendisin adaylığının CHP nin ne denli değiştiğinin göstergesi olduğunu söyleyen Selina Doğan, ‘Ermeni Soykırımının 100. Yıldönümünde böyle bir karar alınmasının çok anlamlı’ olduğunu vurguluyor. Gerçekten bu adaylıktan sonra 24 Nisan ‘soykırımın’ 100. Yıldönümünde CHP nasıl bir pozisyon alacak, görmek gerekiyor. Ancak İstanbul 2. bölge 1. sıra adayı Selina Hanım’ın eşi en az CHP adayı kadar ilgi çekici bir kişilik. Avukat Erdal Doğan, Ergenekon,Balyoz gibi şimdi düzmece olduğu kabul edilen tüm davalarda sanıklar aleyhinde müdahil olarak yer almış ve Taraf-Agos gibi gazetelerde davaları desteklemiş birisi. Doğan’ın bir başka çabası ise Uluslararası ermeni Diyaspora forumlarının gedikli avukat ve yazarlarından biri olması. Avrupa’daki Türk toplumu bu ayın sonunda yapılacak 100.yıl Ermeni girişimleri nedeniyle Selina- Erdal Doğan çifti ile sık sık karşı karşıya gelecek.

   Ermenilere tazminat ve vatandaşlık istiyor

Avukat Erdal Doğan, tıpkı eşi Selina gibi ‘dezavantajlıların’ avukatı. Bunu ermeni Diyaspora organı ‘Ermenian on Web’ sitesinde yazdığı bir yazı ile gösteriyor;

‘Avukat Erdal Doğan, “Ermeniler vatandaşlık hakkına kavuşursa, dava açma, mülk edinme hakkına sahip olur. Soykırım mağduriyetinin tazmin edilmesini isteyebilir” dedi. Dışişleri Bakanlığı’nın soykırımda ölen ya da sürülen Osmanlı Ermenilerinin torunlarına vatandaşlık verilmesi konusunda çalışma yürüttüğü yönündeki haberleri Taraf’a yorumlayan avukat Erdal Doğan, “TC vatandaşlığı, soykırım mağduriyetlerinin tazmin edilmesini isteme hakkı verir” dedi. “TAZİYE YETERLİ DEĞİL” Doğan’ın sözleri özetle şöyle: “Başbakan’ın açıklamasında kayda değer tek nokta acının paylaşıldığı ifadesi. Ancak özür dilenmediği ve telafi edilmesi gereken hususlar edilmediği için açıklama yeterli değil. Ermeni soykırımı sonucu ortaya çıkan tüm mağduriyetlerin tazmin edilmesi ve gereken hakların tanınması gerekir. 1960’da Anayasa’ya aykırı olmasına rağmen Ermeni halkı TC vatandaşlığından çıkartıldığı için Hükümet’in bu yasal aykırılığın düzeltilmesi için atacağı adım büyük önem taşımaktadır. Ermeniler, Türkiye’deki mülklerine el konduğunda hukuki haklarını engellemek için vatandaşlıktan çıkartıldılar. Aynı zamanda toplu katliam kurbanlarının kendi inançlarına, ritüellerine göre tekrar gömülmeleri ve resmi söylemlerin revize edilmesini gerekir. YASAL HAKLAR Sürgün edilen Ermeni halkı vatandaşlık alırsa Türkiye’ye gelip birlik olmaları ve yasal haklarını korumaları mümkün olacak. Ermeniler şuan vatandaşlık hakları olmadığı için Ermenilere ilişkin bir dernek veya kuruluş açma hakları yok ancak bu Anayasal hak verilirse bu engel ortadan kalkar. Türk vatandaşları gibi ülke sınırları içerisinde dava açma , mülk edinme ve birlik olma ve eşit vatandaş olma haklarına sahip olurlar. En önemli husus ise TC vatandaşlığı soykırım mağduriyetlerinin tazmin edilmesini isteme hakkı verir.’

Selina Doğan hanımın 1. Sırasına yerleştirildiği CHP İstanbul 2. bölge listesi hemen tümüyle bir ‘dezavantajlılar’ listesi. 3. Sırada Sezgin Tanrıkulu saklanmaya çalışılmış, Balyoz mağduru Dursun Çiçek’in tam üzerine konularak. Ardından ‘yetmez ama evetçi’ Sencer Ayata ve tarife hacet bırakmayan Enis Berberoğlu geliyor. 9. Sırada ise Mustafa Sarıgül var.

7 Haziran gecesi bu listeye verilen oyların sayısını görebileceğiz. Bu sonuç Türk toplumunun bir sosyopolitik ‘denge bozukluğu’ yaşayıp yaşamadığının da göstergesi olacak. CHP seçmen tabanının ne kadar ‘yeni’ olduğunu ve Türkiye’nin ‘yenileşme derecesini’ göreceğiz hep birlikte.

Mahir Tan                LondraPosta-Londra

 

 

Snowden’e eşekarısı saldırısı

      ‘Hornet’s Nest’ teorisi açığa çıkınca ; 

           SNOWDEN’E EŞEKARISI SALDIRISI

ABD’nin eski NSA görevlisi Edward Snowden, başta İngiliz medyası olmak üzere Batı tarafından yeniden ve yeniden ‘ihanet’ile suçlanmaya başladı. Rusya’da siyasi sığınmacı olarak bulunan Snowden, geçtiğimiz hafta İngiltere İçişleri Bakanı Teresa May tarafından ‘Orta-Doğu’da Snowden’in açıklamalarını okuyan IŞID ve benzeri terör guruplarının taktik değiştirdikleri’gerekçesiyle ulusal güvenliğe zarar vermekle suçlanmıştı. İngiltere’nin ‘yandaş’ gazetelerinden Daily Mirror, Amerikalı gazeteci John Oliver’in Rusya’da Snowden ile yaptığı tv röportajından aldığı pasajlarla ürettiği haberde Snowden’den ‘hain’ olarak söz etti.

Rusya’da yaşayan ve zaman zaman özellikle ABD ve Kanada’da yayın yapan bazı internet siteleri üzerinden açıklamalar yapan eski NSA görevlisi Snowden, geçtiğimiz ay İran ve Bazı Orta-Doğu haber ajanslarının kullandığı bir haber ile gündeme gelmişti. Öz olarak  Orta-Doğu halklarının başına bela olan IŞID’ın ABD-İngiltere ve İsrail ‘Eğit-Donat’ı ile ortaya çıktığı ileri sürülen haberde bu uygulamanın ‘Hornet’s Nest’ (eşekarısı kovanı) operasyonu ile yapıldığı ileri sürülüyordu. Snowden açıklamalarında  2005-2009 yılları arasında Irak’ta terör suçundan tutuklanan şimdiki IŞID Halifesi Bağdadi’nin cezaevinden salıverildikten sonra,CIA ekipleri tarafından bir rehabilitasyon kursundan geçirildiği ve daha sonra Bağdat Üniversitesinden  ‘Dr’ ünvanı verildiği bildiriliyordu. Daha sonra Suriye iç savaşına katılan ‘Dr.Bağdadi’ Türkiye sınırları çevresinde ve Ürdün’de örgütlenme çalışmalarına başlamıştı. Gerçekte Snowden’in açıklamaları büyük ölçüde ‘açık istihbarat’ niteliğinde gelişmelerdi. Zira Bağdadi’nin ABD li senatörler ile yapılan ‘destek toplantılarında’ çekilmiş fotoğrafları Suriye ve İran kaynakları tarafından medyaya verilmişti. Ancak Snowden’in  Batı tarafından yeniden ‘hain’ ilan edilmesi, onun 2014 yılı son günlerinde gündeme taşıdığı ‘Hornet’s Nest’ teorisi nedeniyle ortaya çıkan bir gelişme.

    ‘Eşekarısı Kovanı’ nedir ?

Türkçe’de Eşekarısı Kovanı anlamına gelen ‘Hornet’s Nest’ bir operasyon adı değil. Hornest Nest 2000 yılından beri ABD askeri literatüründe kullanılan ve ondan sakınmak için doktrinler üretilen bir kavram. 2014 yılında Snowden tarafından gündeme getirilmesi ise iki Amerikalı ‘embedded’ gazetecinin Afganistan’da Helman eyaletinde yaptıkları ayni isimli bir dokümanter filmin piyasaya çıkması nedeniyle oldu. Zira Afganistan’ın bazı eyaletleri ABD ordusunun yaptığı ‘eşekarısı kovanı’ tanımlamasına tam olarak uyuyordu. Hornet’s Nest kavramı(şimdi Musul için kullanılıyor) ‘düşman kuvvetlerin çok yoğun olarak mevzilendiği ve hiç bir destek unsurunun bulunmadığı alanlar için kullanılıyor. ABD ve İstihbarat siteleri, bu bölgelere yapılacak hava saldırıları ile kesin sonuç alınamayacağı ve mutlaka devreye aynı bölge kökenli dost unsurların piyade askeri olarak kullanılması gerektiğini vurguluyorlar. ABD askeri uzmanları Hornet’s Nest uygulaması için Rusya’ya karşı savaşan Çeçen gerillalarının  Grozni direnişi ve Afganistan’daki Taliban bölgelerinin direnişlerini incelerler. Rusya’nın Grozni’yi hava hücümlarıyla ele geçiremediği ve ancak devreye kendi yanlısı Çeçen aşiretlerini sokarak sonuca gittiğini belirleyen ABD, Irak’ın Sünni bölgeleri olan Musul, Hamadi ve Anbar eyaletlerinde de ABD kuvvetlerine ağır kayıplar verdiren El Kaide direnişini çözmek için Bağdadi ve benzeri güçleri örgütlerler. ‘Eşekarısı kovanına’ elini sokmak istemeyen ABD, bu iş için serbest bırakıp maaşa bağladığı terörist unsurları ve bağlı oldukları aşiretleri kullanır. Gerçektende 2007 yılında El Kaide’nin Irak’taki liderleri öldürülmüş ve başka güçler hakim hale gelmişlerdir. Ne var ki, Suriye savaşı ve Irak’ta ortaya çıkan iktidar boşluğu ‘eşekarılarının’ yeniden bir kovan kurarak Musul ve Anbar eyaletinde yerleşmeleri sonucunu ortaya çıkardı. ABD-İngiltere-İsrail askeri blokunun şimdiki amacı ise hava bombardmanları yanında sünni aşiretlerden oluşturacağı piyade kuvveti ile Hornet’s Nest’i dağıtmak.  İşte yolunda gitmeyen bu. Kuzey’deki Kürt Peşmergeleri işe fazla bulaşmak istemezlerken, Irak hükümet kuvvetleri ve sivil Şii güçleri, ABD’nin Hornet’s Nest tuzağına ikinci kez düşmüyorar.  Yaptığı açıklamalarla 21. YY başındaki en kapsamlı ‘gazetecilik olayını’ gerçekleştiren Edward Snowden’e yapılan ‘ihanet suçlaması’ ise Grozni, Afganistan ve Irak savaşlarının deneyimlerine sahip olan IŞID’ın ‘eşekarısı kovanı’ içinde kalarak kaderini beklememesi nedeniyle gündeme taşındı. IŞID, Musul, Ramadi gibi kent sokaklarında belemek yerine, Kuzey Suriye ve Ürdün çevresine dağılarak varlığını daha uzun süreye yaymaya çalışıyor. IŞID Halifesinin yeni hedefi, Suriye- Lübnan-Ürdün sınır bölgeleri. Üstelik IŞID katilleri bu kez, İsrail’in can düşmanı Hamas militanları ile çarpışıyor..

 

Mahir Tan                 LondraPosta-Londra

Kurt’un dumanlı havası

Mossad’a göre; Suriye’nin ‘El Kibar’ı en yakın tehlike idi

              KURT’UN DUMANLI HAVASI

İsrail ve Suudi Arabistan’ın ABD Kongrelerindeki ‘İran ile sürdürülen P5+1 nükleer görüşmelerini baltalama kampanyası Lozan’da varılan çerçeve anlaşması ile –şimdilik-boşa çıktı. Orta-Doğu’daki dengeleri kökten etkileyecek bu önemli gelişme, İran konusunda ittifak halindeki Siyonist-Vahabi ittifakı açısından önemli bir siyasi yenilgi olmakla birlikte, aynı zamanda İsrail’in uzmanı olduğu ‘dumanlı hava’nın da yaratıcısı olduğu için ‘tehlikeli sulara doğru’ yelken açıldığının da işareti oldu. Başbakan Natenyahu, Lozan çerçeve anlaşmasını ‘İran’ın nükleer çalışmalarının meşru hale gelmesi’ olarak değerlendirirken, özellikle ‘Tüm İsrail Parlamentosunun bu görüş etrafında birleştiğini’ vurgulayarak, İsrail’in  son 10 yıllık ‘Ulusal Programına’ atıfta bulundu. Gerçekten, İsrail paralamentosu ‘Knesset’in tüm yeni milletvekilleri İran’ın bir atom devleti olmaması için ‘ne gerekiyorsa yapılacağına’ yemin ettiler. İran ile Nükleer müzakerelerinin sona yaklaştığı bir dönemde, İsrail’in yaptığı ikinci bir atak ise ‘İstihbarat’ alanında oldu. İsrail, ABD’nin başkentinde kongre çevrelerine yaptığı ‘belge açıklamaları ile’ İran nükleer tesislerine Suriye örneğinde olduğu gibi ‘en yakın teknik askeri gücün’ kendileri olduğunu vurguluyor.

          ‘Dagan’ cinayetleri ile geçen 10 yıl

İsrail ve pratik alanda Mossad, büyük ölçüde Meir Dagan’ın MOSSAD başkanlığı döneminde (2002-2012) yarattığı ‘ulusal perspektif’ ile ‘ne pahasına olursa olsun İran’ın Nükleer devlet olmasını önleme’ güdüsünü bu ülkenin milli politikası haline getirdi. Mossad, İran,Suriye,Türkiye ve Arap emirlikleri topraklarında-kendi kaynaklarına göre- tam 14 suikast ile İran’ın nükleer uzmanlarını ve yabancı ülkelerden İran’a nükleer malzeme temin eden görevlileri öldürdü. Mossad hesabına çalışmış askeri ve sivil görevliler medyaya yaptıkları açıklamalarda ‘İran’ın 2007 yılında Nükleer silah üretme kapasitesine ulaşmasını bu suikastler ile engellediklerini’ ve ‘Suikast yönteminin İran’ı durdurmak için en etkili yol’ olduğunu vurguladılar. Mossad’ın son 10 yıllık cinayetler ve provokasyonlar tarihi’, İran ile Nükleer görüşmelerinin kesin bir anlaşma ile sonuçlanması için yapılacak son görüşme için geçecek olan 3 aylık süre içinde İsrail ve Mossad ‘tüm kozlarını’ kullanacağının bir kanıtı. Orta-Doğu için ‘dumanlı hava’ tahminleri yapmak, İsrail’in bugüne kadar uyguladığı terör ve suikastlar politikasına bakarak, en gerçekçi değerlendirme olacak.

                      Al Kibar; Kuzey Kore’den ‘anahtar teslimi’ idi

İsrail 2015 yılı içinde ABD de ‘MOSSAD’ kaynaklarının açıklamalarına dayanarak yaptığı bir yayın ile  Suriye’de Dayr- a Zor yakınlarındaki bir Nükleer enerji Santralına yaptığı hava hücumunu vurguluyor. İsrail,sınırları içindeki Negev çölünde bulunan UNİT 8200 adlı Sigint istasyonunun yaptığı bir telefon mesajı dinlemesi sonucunda Suriye ve Kuzey Koreli yetkililer arasında varılan bir atom santralı projesinin deşifre eder. Uydu fotoğrafları ile yeri tesbit edilen santral için ABD ve İngiliz istihbaratı ile yapılan görüşmelerde Mossad’dan ‘binaların içinden çekilmiş reaktör fotoğrafları’ istenir. İsrail bu iş için suikastlerde kullanılan ‘Kidon’ gurubunu görevlendirir. Suriye’de bu amaçla bir ofis açan Kidon binaların çevresinde yaptığı toprak ve su incelemelerinde yüksek radyoaktivite bulamaz. Bu nedenle santrifüj tiplerini görüntülemeye çalışan Mossad, uzun bir süre sonra Viyana’da bu amacına ulaşır. Suriye’nin ‘IAEA’ Atom Enerjisi Komisyonu Başkanı İbrahim Othman’ı bir toplantı için gittiği Viyana’da izler. Kaldığı evden ayrıldığı bir sırada eve giren Kidon ajanları, Othman’ın video kamerasından kopyaladıkları fotoğraflarda Suriye’nin ‘El Kibar’da  plutonyum üretmeye hazır,Kuzey Kore işi, grafit reaktörleri tesbit ederler. İsrail uzamanlarının değerlendirmelerine göre; bu reaktörler Suriye’nin İsraili vuracak bir atom bombasına sahip olmasına ‘sadece bir kaç ay kaldığını’ gösterir. 2007 haziran ayında Washington’a giden Ehud Olmert, ABD’ye Suriye’deki tesisleri birlikte bombalamayı teklif eder. George Bush, hava operasyonu yerine Suriye’ye baskı yaparak ‘El Kibar’ı söktürme tavsiye edince, Mossad kaynaklarına göre, İsrail tek başına ve hemen hareket etme kararı alır. 6 Eylül 2007 akşamı harekete geçen İsrail uçakları, Suriye radar ve hava savunma sistemini etkisiz hale getirdikten sonra Nükleer Enerji Santralını yerle bir ederler. Kuzey Kore ile anlaşmaları ve deşifre edilen telefon görüşmelerini yapan Başkan Esad’ın yardımcısı General Muhammed Süleymani’de 2008 yılı başında Akdeniz sahilindeki evinin balkonunda otururken, denizde hızla geçen bir bottan atılan bir kurşun ile öldürülür. Mossad kaynakları, General Süleyman öldürülürken tepki olmaması için ‘ailesine zarar verilmesin’ uyarısı yapan Batı İstihbarat örgütleri ile bu konuda da hiç bir problem çıkmadığını AİPAC tarafından yayınlanan ‘Anı’ kitaplarında vurguluyorlar.

 

Mahir Tan                     LondraPosta-Londra

 

 

 

 

 

evet, ama yetmez

                             EVET AMA YETMEZ

Geçtiğimiz salı Anayasa Mahkemesi’nin “hak ihlali”kararının ardından yeniden görülen Balyoz davası karara bağlandı. İstanbul Anadolu Adliyesi 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen 5’inci duruşmasında yargılanan 236 kişinin beratına karar verildi.
Öncelikle beraat edenlere, ailelerine, yakınlarına, sevenlerine ve bu işin başından beri farkındalığı olanlara ve sahip çıkanlara geçmiş olsun diliyoruz. Geciken adaletin en büyük adaletsizlik olduğu bilinciyle bu karara buruk olarak seviniyoruz, evet ama yetmez diyoruz.Çekilen bu acıların, kaybedilen yılların, yitirilen mesleklerin ve yok olan yaşamların hesabını kim verecek?

Yetmez diyoruz çünkü esas kumpas bu yurtseverler üzerinden ülkemize ve geleceğimize karşı kurulmuştur. Gerçek mağdur Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ama ne yazık ki, bu mağduriyetin bugün durumsal farkındalığı olan güçlü sahip çıkanı yok.Bu kumpas çözülmeden ve bu kumpasın savcısından hakimine, polisinden askerine ve medya mensubundan siyasetçisine kadar sorumluları yargılanmadan ve hesap vermeden bu defter kapanmaz ve kapanmamalı!

Hizaya gelindi

Balyoz davasının ilk başladığı günden beri bu davayı izleyen, yazan, yorumlayan ve konferanslarında anlatan birisiydik. Davanın devam ettiği o günlerde silah arkadaşlarımız olan sanıkların ailelerinin “Bu duruşmada beraat veya tutuksuz yargılama çıkar mı? Ne diyorsun?” sorularına hep aynı şeyi söyledik; “Hukuken verilebilecek mücadele yok, mücadeleyi siyasi alana kaydırmak lazım, lehte sunduğunuz delillerin santim önemi yok, bu dava ve mahkeme operasyoneldir”

Balyoz, Ergenekon ve Casusluk gibi davaların arkasında gerçekte ABD’nin karanlık yüzü vardı. Çünkü ABD’nin Türkiye’ye biçtiği elbiseyi ülkemiz giymek istemiyordu. En kuvvetli direnç askerden geliyordu. Amerikalıların deyimiyle; “generaller hizadan çıkmıştı.” Askerlerin hizaya getirilmelerine, derdest edilmelerine, hadlerinin bildirilmesine ve artık ülke siyaseti üzerindeki etkinliklerinin bitirilmesine ihtiyaç vardı. Düğmeye basıldı ve operasyonlar yapıldı. Bakın bugün asker hizaya şimdilik geldiyse, Amerika’ya gidilip selam çakıldıysa ve madalya taktırıldıysa bunu operasyonlara borçluyuz.
Bugün bölünmenin ve iç savaşın eşiğine gelmişsek, terör örgütü PKK ile pazarlık masasına oturmuşsak, adım adım rejim değişikliği rotasında seyrediyorsak, kırmızıçizgilerimizi yok sayarak komşularımızın merkezi hükümetlerine düşmanlık yapıyorsak bunları da hukuki operasyonlara borçluyuz.
 Bu operasyonlar Erdoğan liderliğindeki AKP’nin önünü açmak için yapıldı.

Eşik geçildi

Balyoz, Ergenekon ve Casusluk gibi davalar Türkiye Cumhuriyeti’ne ve onun anayasal koruyucusu Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan dört dörtlük darbenin hukuki enstrümanlarıydı. Darbe ile hukuk içinde kalarak mücadele edemezsiniz. Hukuk size karşı yapılan saldırının enstrümanı ise yapmanız gereken onu yok saymaktır. En başından itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri komuta kademesiyle bunu yok sayacaktı ve evlatlarını teslim etmeyecekti. Bunu yapmadı ve yapamadı. Ve emperyalizme karşı bu savaşı kaybettiler. Şimdi bu savaşı kaybeden komutanların bazıları etrafta utanmadan konuşuyorlar. Diğer yapılması gereken ise yargılama yapan mahkemeyi tanımamak ve savunma yapmamaktı!

O gün yazdıklarımıza ve söylediklerimize internet aracılığı ile bugün de ulaşabilmek ve kontrol edebilmek mümkün. O gün “Balyoz’dan tutuklananlar ne zaman çıkar?”sorusuna “Karşı darbe sürecinde geriye dönülemez eşik geçildiğinde, serbest bırakırlar, beraat ettirirler hatta tazminat bile öderler” demişiz. Çünkü suçsuz insanları uzun süre içeride tutmanın ağırlığını hiçbir yönetim kaldıramaz. Zaten esas hedef bu insanlar değildi. Bunların üstünden ülkemizdi! 
Şimdi hiçbir şey olmamış gibi ABD ile ilişkilere devam eder ve sorgulamazsan, bölgede kendi çıkarına olmayan işlerde hala taşeronluk yaparsan size her şey müstahaktır.
Saygılar sunarım.

Türker Ertürk

Ortak acı’nın kültürü; Gelibolu

       Acı’nın ortak kültürü;Gelibolu

2 Nisan akşamı,1915 de iki düşman ulus olan Türkler ve İngilizler Gelibolu ve Çanakkale şarkıları söylediler Londra’da. 3 Nisan akşamı ise yine Gelibolu, Londra’nın ünlü sinema salonlarında Russel Crowe’un ‘Water Diviner’ yada ‘Umut’ filmiyle gündeme geliyor. Ortak acıların 100 yıl sonra yarattığı ortak bir kültür bu ‘Gelibolu Kültürü’. Gelibolu’nun acısı artık tüm insanlığın acısı.

2 Nisan akşamı Türkiye Büyükelçiliği tarafından organize edilen ‘Gelibolu Şarkıları’ gecesinde iki taraftan yarım milyon insanın yaşamına mal olan Çanakkale Savaşları tam 100 yıl sonra anıldı. Üzerinden 100 yıl geçtikten sonra artık ortak bir acı ve hüzün haline gelen Gelibolu şarkıları gecesinin en ilginç yanlarından biri savaşa katılıp hayatını kaybeden İngiliz besteci ve piyanisti William Denis Browne’a ait üç eserin Türk ve İngiliz sanatçılar tarafından seslendirilmesi oldu. İngiliz asker sanatçısı Browne’un ‘Kayıp Rüyalar Adası’, ‘Diaphenia’ ve To Gratiana Dancing’ adlı parçalarını İngiliz Tenor Matthew Sandy Türk ve İngiliz izleyiciler için okudu. Türk opera sanatçıları ve piyanistlerinin seslendirdiği çoğunluğu Gelibolu savaşları ve Türk halk ezgilerinden düzenlenmiş eserler ile Londra’da yapılan ‘Çanakkale anma toplantılarında’bir ilk yaşandı 100.yıl sonunda. Gecenin hüzün ve acı dolu müzik parçaları; Vasıf Adıgüzelov, Hasan Niyazi Tura, Ahmet Adnan Saygun, Ahmet Sait Karabulut, İlhan Boran,Sayram Akdil,Cemal Reşit Rey ve W.Denis Browne tarafından bestelenip, E. Baydar, C.M.Küçük, M.Sandy,B. Külekçi, A.S. Karabulut, B.S Ariç tarafından seslendirildi.

Mahir Tan      LondraPosta-Londra