İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Basın Açıklaması

 
 
İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyet ve devrim şehidi büyük yazar ve mücadele adamı Uğur Mumcu’nun katledilişinin yıldönümünde bir bildiri yayınladı. Türk toplumunun bugünde duyduğu acıyı paylaşarak İADD nin açıklamasını aynen yayınlıyoruz. 
 
 
 
 
İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Basın Açıklaması/ 24 Ocak 2015
UĞUR MUMCU VE YİNE UĞUR MUMCU DİYORUZ.
Çünkü bugün 24 Ocak 2015, Uğur Mumcu’yu anıyoruz da ondan: “Uğur Mumcu, yine Uğur Mumcu”… 
Biz, İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği (İADD) yönetimi, örgütü, camiası olarak anıyoruz. İngiltere’de yaşamakta  olan tüm Türkiye Cumhuriyeti yurttaşları olarak anıyoruz. O’nu Türkiye anıyor, bütün dünyanın ilerici, demokrat, devrimci  ülkeleri, toplulukları, halkları,  örgütleri, insanları anıyor… ileriye yürüyen herkes, hepimiz anıyoruz.
Bugün 24 Ocak…
Gerçi O’nu sadece bugün değil,  hemen her gün, her saat de anıyoruz, hep anıyoruz,  ama 24 Ocak daha beter bir gündür, bir ulusal kara gün! Üstelik yakın tarihimizde belli başlı ve de  biribirinden beter iki  “24 Ocak” vardır, iki “24 Ocak”ı yaşadı bu  kuşağın insanları…
Bunlardan ilki: 24 Ocak 1980’de gerçekleşti… Ve  o gün – bir kara gün olarak – tarihe “24 Ocak Kararları” diye  geçti.  Başbakan Demirel, müsteşarı Turgut Özal eliyle bir  “istikrar programı “açıklamış,  bununla  yüzde 32,7 oranında devalüasyon ilan edilmiş, destekleme alımları sınırlanmış, subvansiyonlar bütünüyle durdurulmuş, fiyatlar derhal yüzde yüz, yüzelli artışlarla tavan yapmış, toplu sözleşme görüşmeleri çorbaya dönmüştü. Yani özellikle dar gelirlilerin yaşamı bütünüyle felç olmuştu. Ülke sandıktan çıkma hükümetlerle yönetilemez duruma doğru üstelik bodoslama yürüyordu. Devrin muhalefet lideri Ecevit o “istikrar programına” rejim kararı adını vermiş, ve de rejim kendini 12 Eylül 1980 sabahı Amerikan güdümlü askeri faşizme bırakıvermişti: Kara gün…
İkinci “24 Ocak”  ise, 1993’ün 24 Ocak gününe denk düşen “24 Ocak”tı, ki o gün güpegündüz  çok değerli, çok sevilen, çok güvenilen ve Cumhuriyet Gazetesi’nin dünyaca tanınan büyük yazarı, yazarımız Uğur MUMCU, emperyalizm ve yerli işbirlikçilerinin tetikçileri tarafından otomobiline konan hain bir bomba ile  katledilmişti: Kara gün! Karanın  karası bir “24 Ocak” günü….O’nu anıyoruz,
Çünkü;
            Uğur MUMCU, Mustafa Kemal Atatürk’ün öncülüğündeki Kurtuluş
Savaşımızı ve bağımsız cumhuriyeti ve de devrimlerini temel alan öncü bir yazarımızdı.
            Uğur MUMCU, emperyalizme ve emperyalizmin – dinciler de dahil – yerli    
İşbirlikçilerine karşı savaşım veren yazarımızdı.
            Uğur MUMCU, emekten, emekçiden yana taraf  çağdaş yazarımızdı.
            Uğur MUMCU, dinsel yobazlıkların, gerici dar kafalıların, ırkçıların önüne 
dikilen modern yazarımızdı.
            Uğur MUMCU, haktan, hukuktan yana yazarımızdı.
            Uğur MUMCU, kadın erkek eşitliğinden yana, çarşafa, türbana,
Osmanlı giyim kuşamına, “Arapça, Farsça ve azıcık da Türkçe’den mamül Osmanlıcaya karşı Cumhuriyet Türkçesi’nden yana  yazarımızdı.
              Uğur MUMCU, halkçı, demokrat ve sosyalist  yazarımızdı.
              Uğur MUMCU, Uğur MUMCU’ydu, tepeden tırnağa…
              Uğur MUMCU, yine Uğur MUMCU…
Ta ki, tam bağımsız ve gerçekten demokrat Türkiye’ye kadar…
İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği
 
 
LondraPosta- Londra

 

İngiltere’den Abdullah Gül rüzgarları

                

 

 
                      İngiltere’den Abdullah Gül rüzgarları
                                                         
                    Zamanlama manidar
  Eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu önemli görevi devrettikten sonra İngiltere’de büyük itibar gösterilen bir politik şahsiyet oldu. İngiltere’nin en önemli Dışpolitika think tank’ı Chatham House tarafından kasım ayı sonunda ağırlandı. Yılın Devlet Adamı ödülü aldı.  Aynı günlerde hakkında bir İngiliz Profesörü tarafından yazılan mersiye benzeri kitabı yayınlandı. 29 Ocak tarihinde de,kendisinin yer almayacağı ancak Exeter Üniversitesi profesörlerinden Gerald MacLean tarafından yapılacak bir konferans-kitap tanıtım toplantısı ile Abdullah Gül, bir kez daha gündeme taşınıyor. ‘Yeni Türkiye’nin yaratıcısı olarak..Bu kez bu tanıtım konferansında sunumu yapan kişi şimdiye kadar ismi ‘yeni türkiyeciler’ arasında zikredilmemiş bir entellektüel; Mehmet Ali Dikerdem.  2008 yılında da İngiltere’de  Kraliyetin en büyük ödülü olan ‘Knight Grand Cross of the Order of the Bath’ nişanını bizzat Kraliçe nin elinden alan Abdullah Gül, tam anlamıyla bir ‘Royal politikacı’..
                           Yeni Türkiye’nin kurucusu
2015 Yılı Türkiye’de ‘Yeni Türkiye’ çığlıkları ile başladı. Yeni Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan 2015 yılı haziran ayında yapılacak seçimlerde ‘Yeni Türkiye’ ilan etme hazırlığında. Oysa anlaşıldığı kadarı ile,Atlantiğin öte yakasını bilemeyiz, ama
Manş’ın öte yakasında ‘Yeni Türkiye’nin kurucusu denildiğinde Erdoğan değil, Abdullah Gül anlaşılıyor. Abdullah Gül ve Ekmeleddin İhsanoğlu gibi ‘Çankaya çevresi’kişilikleri doktora sahibi eden Exeter Üniversitesinin profesörlerinden Gerald MacLean, öve öve bitiremediği ‘Royal Cumhurbaşkanı’ Abdullah Gül’ü garip bir zamanlama ile bu kez Londra’nın bir başka üniversitesinde gündeme taşıyor. İlginç bir rastlantı;Abdullah Gül kitabını yazan MacLean’ın aynı zamanda 2009 yılında Gül’ün Cumhurbaşkanlığı döneminde verilen para ile kurulan Exeter Üniversitesi Turkish Studies enstitüsünün kurucu ve başkanı olduğunu belirtelim. Bir başka rastlantı,Abdullah Gül kitabının tanıtımının yapılacağı Üniversite olan LSE de de yine Türkiye’nin verdiği para ile kurulmuş bir Turkish Studies departmanı var.
                            Bayram değil, seyran değil…
Son 6 ay içinde 400 sayfalık bir övgü kitabı yayınlanıyor hakkınızda. Aynı tarihlerde ünlü  Chatham House’da konferans veriyor ve ödül alıyorsunuz.Güneşin batmadığı İmpartorluk tarafından verilmiş Kraliyet nişanı taşıyorsunuz. ‘Yeni Türkiye’nin Kurucusu’ adıyla hakkınızda yazılmış kitap  6 ay sonra yeniden konferansla  tanıtılıyor. Soru şu olmalı kuşkusuz; ‘bayram değil, seyran değil. Kraliçe bizi neden öpüyor’ ?
Türk Medyasında yer alan ‘Abdullah Gül parti mi kuruyor’ ? başlıklı haberlerin anlamını bir de bu açıdan değerlendirin.Siz olsanız, bu kadar gaza parti kurmayıp ta ne yaparsınız ?
Mahir Tan     LondraPosta-Londra                

Laiklik Nedir ?

  Türker Ertürk;
     ‘Siyasi gücü ele geçirebilmek için İslam’ın yüce Peygamberi Hz. Muhammed’in soyunu sopunu işkenceyle öldürebilen zihniyet size acır mı’?
                
                       Laiklik Nedir ?        
 Paris saldırısında 17 masum insanın din adına öldürülmesi, İslam dünyasında teröristi bolca yetiştiren iklimin her geçen gün daha fazla yeşermesi, Müslümanlar ile çağdaş dünya arasında devamlı açılan gelişmişlik farkı laikliğin İslam coğrafyası için ne kadar yaşamsal olduğunu ortaya koymaktadır.
Siyasal İslam’ın AKP ile bir şekilde iktidar olduğu ve her geçen gün laikliğin aşındırıldığı Türkiye’de etik ve ahlaki değerlerin bu süre içinde nasıl dip yaptığı, ülkemizin bölgesinde nasıl bir istikrarsızlık odağı olduğu ve teröristler için nasıl bir vaha haline geldiği sanırım gözünüzden kaçmıyordur.
Eğer İslam siyaset olursa veya siyasi gücü ele geçirebilmek için bir araç olabiliyorsa oradan iyi şeyler çıkmaz, orada barış ve hoşgörüden eser bile olamaz. Siyasi gücü ele geçirebilmek için İslam’ın yüce Peygamberi Hz. Muhammed’in soyunu sopunu işkenceyle öldürebilen zihniyet size acır mı?
İslam dünyasında şart!
Bugün geldiğimiz noktada İslam dünyasında barış ve hoşgörüyü egemen kılabilmek, bilimde, teknolojide ve üretimde var olabilmek, çağdaş dünya ile entegre olabilmek, uygarlaşabilmek, etik ve ahlaki değerleri yaygınlaştırabilmek için laiklik şarttır. Halen İslam dünyası içinde Türkiye her konuda daha ilerde ise bunu Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerine ve onun omurgası sayılan laiklik ilkesinin kazanımlarına borçludur.
Akla şu soru gelebilir; İngiltere ve İsveç, laik ülkeler olmamasına rağmen yukarıda saydığımız avantajlara ve erdemlere nasıl olurda sahip olur. Bunun nedeni Hristiyan dünyanın geçirdiği acılı ve kanlı süreçte ve yaşadığı reformlarda gizlidir.
Hristiyanlık artık bu süreç sonunda dünyevi yaşamın referansı olmaktan çıkmış, sadece din, inanç, itikat ve kültür olmuştur. Örneğin İsveç’te insanları din üzerinden kandırıp iktidar olamazsınız. İngiltere’de hırsızlıklarınızı ve yolsuzluklarınızı din üzerinden hasıraltı edemezsiniz.
Güvenlik konsepti
Doğrusunu söylemek gerekirse İslam dünyasında reform varoluşsal bir ihtiyaç. Bugüne kadar bir türlü yeşeremedi ama Avrupa’da engizisyon nasıl reforma gidişi hızlandırdıysa, İslamcı terör ve onun tetiklediği iç ve dış dinamikler İslam dünyasında laikleşmeye ve reforma neden olacak gibi gözüküyor.
Laiklik iki büyük nedenle ivedi olarak şart İslam’ın egemen olduğu topraklarda! Birincisi güvenlik konsepti olması. Laikliğin olmadığı İslam coğrafyasında din ve mezhep motifli kavga eksik olmaz, kan, kin ve gözyaşı asla kesilmez. İkinci neden ise emperyalizme karşı koruyucu kalkan olmasıdır. Çünkü emperyalizm toplumları en çok din ve mezhep üzerinden manipüle eder ve hedefleri için kullanır.

Laiklik din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Bu tanım doğrudur ama yeterli değildir. Laiklik dinin siyasi bir enstrüman olarak kullanılmasının önüne geçilmesidir. Din ve devlet işlerinin kesin çizgilerle birbirinden ayrılması, dinin hakkını dine, devletin hakkının devlete verilmesidir. Devlet yönetimi ve kamu alanında dine referans yapmamaktır.
Bilim egemen kafa
Laiklik eğitim ve öğretimi bilimsel esaslara göre düzenlemek, bilim egemen kafalı ve eleştirel akla sahip toplumun oluşturulmasının önünü açmaktır.
Laiklik; dini din yapmak, dini inanç ve itikat düzeyine çıkarmak, kutsallığını korumak ve dünyevi yaşamın kısır ve çıkar içerikli çekişmelerine alet etmemektir.
Laiklik; devletin vatandaşlarıyla olan ilişkilerinde inançlara göre ayrım yapmaması, tüm dinlere ve mezheplere eşit uzaklıkta durmasıdır. Ayrıca laiklik kişilere inançlarını açıklayıp yaymak, inançlarına uygun ibadet yapmak haklarını tanımak ve bu hakların kullanımı ile ilgili yasal düzenlemelerde dinsel inancın türüne göre ayrım yapmamak zorundadır. Devlet inanç ve ibadete asla karışmaz.
Saygılar sunarım.
Türker Ertürk-    Anadolu Partisi  Başkanlık Divanı üyesi

Orta-Doğu ve ‘açık istihbarat’

       

             
                  Orta-Doğu ve ‘açık istihbarat’

   Orta-Doğu’da ‘çok yeni’ bir denge kuruluyor. Bu denge bizi de yine çok yakından ilgilendiriyor. Artık Müslüman Coğrafyasının kuzey kenarı demek olan Suriye-Irak-İran ve onları çevreleyen bölgede iki önemli gelişme sonuçlarını vermeye başladı; Bunlardan birincisi ABD başkanı Barak Obama’nın İran’a yeni ambargolar dayatmaya çalışan İsrail- Amerikan ultra sağ ittifakına verdiği ‘veto ederim’ tehdidi. İran ile Amerika’daki Obama çizgisi arasındaki yakınlaşma ile paralel yürüyen aynı önemdeki bir başka gelişme ise Suriye’de Esad rejimi ile yapılacak muhalefet ile çatışmaları ‘dondurma’ anlaşması. Bu uzunca bir süre için Türkiye’nin devre dışına itilmesi anlamına geliyor. Hürriyet gazetesi başyazarı Ertuğrul Özkök’ün ‘açık istihbarat’ olarak gerçekleştikten tam üç ay sonra keşfettiği bu haber, gerçekte Kasım ve Aralık aylarında BM özel temsilcisi Stephan De Mistura tarafından yaratılan bir barış planının Rusya’da yapılan görüşmelerde ABD- Rusya-Suriye- Muhalefet ve dolaylı olarak İran tarafından kabul edilmesi ile ortaya çıkmıştı. Bizim ‘hepsi aynı sepette’ başlığı altında yayınladığımız 9 Aralık tarihli bu haber üç aydan beri ‘açık istihbaratta’ bulunuyor.  Suriye Devleti’nin kuzeyde önce Halep çevresi ile sınırlı olarak kabul ettiği ‘dondurma’ planı daha sonra Türkiye sınırı boyunca uzanan ve bazı bölgelerinde ‘IŞID ve El Nusra dışındaki muhalefet örgütleri tarafından kontrol edilen toprakları da kapsamına aldı.
                     Türkiye’de sınır kontrolu
ABD ve Batı’nın İran, Suriye ve Irak yönetimleri ile yeni köprüler inşa etme yolunda attığı bu adımlar öncelikle tam karşı cephede bulunan İsrail tarafından provoke edilmeye başladı. Şii yönetimlerin en önemli ittifak unsurlarından biri olan Lübnan Hizbullah örgütüne geçtiğimiz hafta bir hava saldırısı yapan İsrail, yeni bir Lübnan savaşı tehdidi ve Golan tepeleri çevresinde Suriye’ye karşı El Nusra ittifakını hızlandırdı. Ancak, Suriye ile ‘çatışmaları dondurma’ kararının en fazla etki yaratacağı ülkenin Türkiye olduğunu düşünmek için çok fazla neden var. Artık ‘Avrupalı cihadçılar’ üzerinden vurulmakta olduklarına net olarak inanan Batı ülkeleri özellikle Türkiye-Suriye sınırlarını bizzat kendi elleriyle kontrol etmek kararındalar. Batı,Urfa ve Antakya illeri çevresinde Türkiye ve Suriye tarafında kontrolü sağlamak için sözümona ‘ılımlı muhalefeti eğitme’ adı altında bölgeyi iki taraftan kıskaca alma politikaları üretiyor. 20.YY başında olduğu gibi 21. YY başında da ‘Hasta Adam’ görüntüsü vermeye başlayan Türkiye için ‘TIR sevkiyatları’ artık geçmişte kalan bir girişime dönüşüyor. 2014 yılındaki MİT’in aratmadığı TIR lar ve Türkiye’de yasaklı haber olan malzemeleri önce Irak basınına daha sonra AB istihbarat örgütlerine çoktan ‘deklere’ edildi. Esad’ı devirme idealini 3 yıldan beri dış politikasının ana maddesi haline getiren Türkiye’nin ABD ve Batı ülkelerinden gelecek ağır eleştiriler sonunda ‘kerhen’ de olsa Suriye politikası ve sınır kontrolünde önemli değişikliklere gitmesini beklemek gerekir.  
        Suriye’de ‘dondurma’, İran’da ‘eritme’ politikası
ABD’nin son aylarda Orta- Doğu’nun Şii güçleri ile sürtüşmeyi azaltma politikası Suriye’de çatışma bölgelerinde geçici ateşkes sağlamaya yönelik ‘dondurma’(Freezing), İran’da ise bu ülkenin nükleer çalışmalarını görüşmeler yoluyla ‘eritme’(Melting away) çizgisi olarak ifade ediliyor. İran ve Batı ülkeleri arasındaki görüşmeleri yakından izleyen ve bazılarına katılan ABD deki AIC örgütü tarafından gazetemize verilen bilgiye göre ; ABD ile geçtiğimiz ay Umman’da yapılan görüşmede İran’ın ambargolarda %5 taviz karşılığında nükleer çalışmalar konusunda Batı isteklerine çok yakın bir noktaya geldiği bildiriliyor. İran Dışişleri Bakanı Zarif’in bu görüşmede ‘Devlet Başkanı Ruhani’nin önümüzdeki yıl içinde Nükleer çalışmalarını sürdürüp sürdürmeme konusunda İran’da bir referandum yapmak için çalışmalar gerçekleştirdiğini’ söylediği belirtiliyor.
Orta-Doğu’da  on yıl öncesine göre yeni birşeyler olduğu kesin. Ancak kurulacak yeni yapılaşmalar,devletçikler, yeni rejimlerin neler olacağı güçler dengesine göre şekillenecek. Selefi rejimler, Şii devletler ve askeri güçler, İsrail, ABD ve Rusya bu yeni dengede pay sahibi gerçek unsurlar. Yeni Osmanlıcılık ise kurgusal ve kerameti kendinden menkul bir senaryo…
Mahir Tan       LondraPosta-Londra
    

‘Hasbara’nın iki yüzü

           
CNN’in Hasbara Kurbanı müdürlerinden Jim Clancy
 
                 ‘Hasbara’nın iki yüzü
 ‘Hasbara’ İbranice ‘açıklama’ anlamına geliyor. Ne var ki Hasbara siyasi literatürde böyle basit bir anlam ifade etmiyor. Bu kelime genel olarak Siyonist propaganda ve onu yürüten İsrail devlet politikasını ifade etmek için kullanılıyor. İşte bu anlamıyla ‘hasbara’ CNN Televizyonunun en büyük isimlerinden Jim Clancy’nin işinden istifasına neden oldu. CNN in 34 yıllık görevlisi Clancy’nin işinden ayrılmasına –gerçekte atılmasına- neden olan olay bir twitter mesajından kaynaklanıyor. Paris’te Charlie Hebdo ofisinin El Kaide militanlarınca basılıp 12 kişinin öldürüldüğü terör olayını yorumlayan Jim Clancy bir twitter mesajında ‘Saldırının Charlie Hebdo’nun son sayısındaki Hz. Muhammed karikatürlerine değil, bu tartışmalı hiciv dergisinin daha önce yaptığı yayınlara ve karikatürlere bir tepki’ olarak meydana geldiğini ileri sürer. Bu yorum 2014 yılında ABD de ‘ engelli kişilerle ilgili bir organizasyon’ hakkında yaptığı yorumlar sebebiyle New York’taki ünlü ‘Yahudi Lobi gurupları’ ile arası açık olan Jim Clancy’ye Hebdo yorumu nedeniyle ‘hasbara gurupları’ tarafından twitt mesajları yağmasına yol açar. Jim Clancy’nin işinden ayrılmadan önceki son twitter mesajı ise ilginç; Clancy gelen twitter mesajlarına kısa bir cevap verir; ‘hasbara’. Yani yapılan yorumların bir yahudi propagandası olduğu. Ve ünlü Jim Clancy artık işsiz. Ancak,ABD ve İngiliz medyasında yapılan yorumlarda Jim Clancy’nin yakın bir tarihte ‘El Cezire’ de işe başlamasının sürpriz sayılmaması gerektiği ihsas ettiriliyor.
                       ‘Hasbara’ Batı ülkelerinde hakim
Charlie Hebdo olaylarının, kim tarafından ve ne amaçla yapılırsa yapılsın sonuç olarak ABD ve Batı Avrupa Ülkelerinde ‘Hasbara’tarafından  son kertesine kadar değerlendirildiği tartışma götürmez. BBC ve Fransa televizyonları son bir haftayı Paris ve Londra’nın Yahudi mahallelerinde ‘can ve mal korkusu’ içinde olduğunu iddia eden yurttaşları ile konuşarak geçirdiler. Bu mahallelerde yapılan anketler Londra ve Paris Yahudilerinin ne kadarının Başbakan Natenyahu’nun çağrısına uyarak İsrail’e göç etmeyi düşündüklerini tesbit etmeye çalışıyor. Bazı anketler göründüğünden daha anlamlı sonuçlara işaret edebilir. ABD de çok düşük olan Göç eğilimi, Londra’nın zengin Yahudi bölgesi Golders Green’de düşük ancak çalışan Yahudilerin yaşadığı Stamford Hill semtinde % 30 u aşıyor. Özetle Charlie Hebdo olayı, sonuç olarak Filistin’deki illegal Yahudi yerleşim birimleri nüfusuna oldukça paralı ve eğitimli bir artış getirebilir. En azından İsrail Başbakanı ‘Bibi’nin ‘yeni bir exodüs’ tehdidini  Batı ülkelerinde elini güçlendirecek bir koz olarak kullanacağı kesin görünüyor.
                  Müslüman Kardeşler, Davutoğlu’nu eleştiriyor.
Charlie Hebdo saldırısı ve değerlendirmeleri, bir yanda Batı ile Orta Doğu arasında kesin bir ayrım çizgisi koyarken Türkiye’de rejim için bir başağrısı daha yarattı. Paris’te saldırı sonrasında yapılan ‘je suis Charlie’ yürüyüşüne katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, radikal İslamcı guruplar dışında Müslüman Kardeşler tarafından da eleştirildi. İngiltere’de oldukça yaygın bir temele sahip olan ve Filistinli nüfus üzerinde etkin olan Müslüman Kardeşler, gazete ve sitelerinde Davutoğlu’nun Paris yürüyüşüne katılmasını ABD,Batı ve İsrail’in baskısına boyun eğmek olarak değerlendirdiler. Onun neden Fas devlet yetkilileri gibi davete katılmama yolunu seçmediğini soran gazeteler, ayrıca Davutoğlu’nun bu davranışının vaad edilen ‘Yeni Türkiye’ imajı ile ters düştüğünü vurguluyorlar. Müslüman Kardeşlere neler vaadedildiği ise şimdilik bilinmiyor.
Mahir  Tan          LondraPosta-Londra             
           

Kontenjan ‘serpiştirmesi’ isyan çıkarıyor


Üyeleri sesi ; Levent Eyipişiren
 
                          Kontenjan ‘serpiştirmesi’ isyan çıkarıyor
  
        ‘CHP bu kontenjan adaylarını taşıyamaz’
Türkiye’de siyasi partilerde kaynamaya başlayan aday adaylığı-önseçim-merkez yoklaması tartışmaları kazanı gerçekte Türk siyaseti açısından en önemli haberlerin kaynağı oluyor. Seçim öncesinde ‘önemli haber’ demek siyasi, sonuçlar doğuracak haberler demektir. Bunları Ulusal Medya denilen gazete ve tv.lerden öğrenemiyorsunuz.
 İşte size çok önemli ve büyük sonuçlar yaratacak bir haber yerel medya’dan ;
‘Ege Meclisi’adlı İzmir gazetesinde Halide Demir imzasıyla yayınlanan 17 Ocak tarihli bir haberde şunlar yazılıyor ;
‘Herkes İçin Demokrasi derneği tarafından yapılan toplantıda konuşan CHP Eski Parti Meclisi üyesi Levent Eyipişiren; Genel Merkezin Kontenjan adayları listesini gördüm. Bu isimleri CHP taşıyamaz. Hele İzmir gibi tepkili bir seçmenin bulunduğu bir ilde….’dedi.
Levent Eyipişiren’in diğer üyelere göre farklı bir yanı var. Eyipişiren CHP seçmeninin çoğunun hoşnutsuz olduğu bir konu olan ‘CHP’nin Aday belirleme yöntemine ilişkin olarak yaptığı son değişiklikleri’  yargıya taşımış. Kısaca elini taşın altına koymuş bu eski PM üyesi. Çok sayıda partili eski ve yeni yöneticinin önünde yerel medyaya şu açıklamaları yapıyor;
‘Genel Merkezin belirlediği kontenjan listesini biliyorum. İsterseniz yazıp cebinize koyabilirim. Eyipişiren, mahkemeye taşıdığı önemli itiraz noktalarını açıkladıktan sonra ‘110 milletvekili belirliyorlar. Partinin zaten şu andaki milletvekili sayısı 135’ diyerek CHP deki ‘ön seçim- kontenjan’ tartışmasının boyutlarını dile getiriyor. Üstelik Levent Eyipişiren’in yargıya götürdüğü değişikliklerle CHP merkezinin bu 110 milletvekilini istediği illere ‘serpiştirme’ yetkisi alıyor kendisine. İyi serpiştirmeler..

       Kontenjan Cenneti ; İzmir ve EGE illeri
CHP teşkilatlarında özellikle İzmir ve Ege illerinde  bomba etkisi yapacağı kesin olan ‘serpiştirmeler’ öncesi bir ilke ve etik micadelesi veriyor Eyipişiren ve arkadaşları.  “Temel itiraz noktalarımız; birincisi aidatını ödemeyen üyeye oy kullandırılamaz. Söz konusu değil, kullanır. İkincisi daraltılmış ya da genişletilmiş aday yoklaması diye bir yöntem yok. Tüzüğümüzde de yok, siyasi partiler yasasında da yok. Üç, yüzde 15’lik merkez yoklamasını alıp aralara serpiştiremezsin, tüzüğe aykırı, yasaya aykırı. Dördüncüsü, alınan yetki doğru tarif edilmiyor. Bu, siyasi itirazlarımız.”…“Hukuki bazı hatalar yapılıp ‘Ya zaten zaman kalmadı önseçime’ de denilecek. Bunları da biliyorum. Ama bizim bununla ilgili taleplerimizi doğru iletebilmemiz, doğru tavır almamız lazım’.90’a yakın kişinin katıldığı toplantıya CHP İzmir eski Milletvekili Ahmet Ersin, CHPİzmir Milletvekili aday adayları Dr. Taha Okan, A. Kemal Elitaş, CHP Karşıyaka İlçe eski Başkanı Adnan Alabay, CHP Konak İlçe eski Başkanı Sinan Karamustafaoğlu, CHP Çiğli İlçe eski Başkanı Nihat Gültekin, CHP Ödemiş İlçe eski Başkanı Hikmet Güriş, Ali Rıza Koçer ile partililer ve dernek üyeleri katıldı.
                 Seçmenin üçte biri burada
       CHP Genel Merkezi’nin kontenjan adaylarını CHP nin oy merkezlerine kaydırabilmek amacıyla yaptığı Tüzük değişikliği, yargı engelinden geçerse, öncelikle Ege illerinde parti teşkilatlarının önseçim talebi ile karşı karşıya kalacak. CHP Antalya Milletvekili Eski Genel Başkan Deniz Baykal geçen hafta yaptığı İzmir Gezisinde ‘Antalya,İzmir ve tüm Ege illerinde parti üyelerinin kesinlikle ‘doğru dürüst ön seçim’ istediklerini vurguladı. Uzun lafın kısası; Ege illerinde parti teşkilatları ve üyeler kazanırsa CHP Genel Merkezinin hazırladığı 110 kişilik kontenjan listesinin en az üçte biri Merkezin ‘elinde patlar’. Kılıçdaroğlu ekibininin ‘ege efelerinin direnişi’ gerçekleşirse kaçabileceği yerler ise İstanbul ve Ankara listeleri. Zira CHP nin oy aldığı bölgeler 2011 Seçim sonuçlarına göre şöyle;
Ege ve Sahil illerimiz; İzmir,Aydın,Muğla, Antalya,Manisa,Denizli,Balıkesir,Çanakkale ve Mersin ;   alınan toplam oy ;  3.4 milyon
İstanbul’dan alınan 2.5 milyon ve Ankara’dan gelen  940 bin oy toplandığında Anamuhalefet partisinin toplam 11 milyon oyunun yaklaşık 7 milyonunun kaynağı ortaya çıkıyor. CHP, 110 Kontenjan adayını Ege’ye olmazsa sessiz İstanbul ve Ankara teşkilatlarına dağıtacaktır. Ne var ki teşkilatlardaki sessizlik, Seçmen’in tutumu demek değil. CHP nin Kılıçdaroğlu yönetimindeki merkez kadroları bunu acı bir biçimde öğrenecektir. İyi serpiştirmeler….
Mahir Tan        LondraPosta-Londra
           

‘Soft Power’,‘Soft Target’ oldu

        
 
 
                ‘Soft Power’,‘Soft Target’ oldu
Başbakanlık öncesi Ahmet Davutoğlu’nun Türkiye’nin Dış Politika daki pozisyonunu belirlemek için kullandığı Soft Power kavramı gerçekte ABD, Çin, AB gibi Dünya’nın en büyük güçlerinin ekonomik ve siyasi ‘çekim özelliklerini’ anlatmak için dış politika literatürüne yerleşmişti. Bizimki de kendi çapında bir ‘soft power’ olsa gerek diye düşündü herkes. Davutoğlu’nun statejik derinliklerinde Türkiye’nin ya da ‘Müstakbel Osmanlı’nın’ tarihi haklarına dayanarak OrtaDoğu,Balkanlar ve Karadeniz havzasında ‘soft power’ olarak hüküm sürmeye başlayacağı çok sayıda besleme Think Tank tarafından ‘bilimsel verilerle’ propaganda edilmeye başladı. Batı’nın biraz alaycı biraz da hoşgörülü olarak baktığı Soft Power hikayesi, yine aynı merkezlerde artık ‘Soft Target’ olarak dinlenilmeye başladı. Türkiye ekonomik,kültürel ve politik bir çekim merkezi değil, terör, bela ve husumeti kendi ülkesine toplayan bir çekim merkezi oldu. Bu kademeden bir sonrakinin ‘hasta adam’ olduğunu Batı çok yakından biliyor.
                          Terör’ün ‘Aller-Retour’ bileti
Fransa’daki Charlie Hebdo katliamı,Belçika tutuklamaları, Almanya soruşturmaları, İngiltere’de gündeme alınan anti-terör yasalar, tümü son ayların terör bahsindeki ‘favori’ ülkesi Türkiye  ile ilgili. Avrupa istihbarat ve polis örgütleri raporlarının tümünde Türkiye ve Suriye’nin ismi birlikte kullanılıyor. Batı medyasında hergün yayınlanan ‘teröristlerin’ Türkiye maceraları, artık haber niteliğini bile kaybetti.
 Şöyle bir sıralama yapılırsa ; Charlie Hebdo katliamını yapan ekibin bir elemanı Türkiye’de 1 haftalık MİT kontolüne rağmen, Suriye’ye nasıl olduğu belirlenemeden giriyor. Yanındaki terör şüphelisi ise Türkiye’de kayboluyor. Aynı ekipten bir başkası Türkiye’ye girerken Bulgar polisi tarafından yakalanıp Fransa’ya gönderiliyor. Çeçen kızı Türkiye’den Suriye’ye gidip eğitim görüyor, dönüşte bir polis karakolunda kendisini patlatıyor bir polis memuru ile birlikte. Yanındaki kocasının ise Türkiye’ye nasıl girdiği ve şimdi nerede olduğu bilinmiyor. Almanya’da 2, Belçika’da 1 Türk Terör ve Suriye bağlantısı nedeniyle terör polislerine ifade veriyor.  Batı ülkelerinin istihbarat örgütleri Türkiye’nin Suriye ve Halife Ordusuna hem gidiş hem de dönüş yolu olduğunu çok iyi biliyor. Onları ilgilendiren gidişten çok ‘dönüş’.Çok kısa bir süre sonra ‘dönüşlerin’ hesabını sorarlar Türkiye’den.
                      IŞID- PYD savaşını ‘ithal’ ediyoruz
Suriye’deki terör ve Türkiye’nin geçiş güzergahı olarak kullanılması Türk Medyası tarafından değil ancak Avrupa’nın ciddi yayın organları tarafından ‘deşilmeye’devam ediyor. Türkiye’nin sadece bir geçiş yolu olmadığı, aynı zamanda ‘konaklama ve rehberlik’ servisleri de verdiği Avrupa’da biliniyor artık. Her gelen,İstanbul’da Fatih semtindeki bazı ‘hayırseverlik ve yardım’ derneklerini ziyaret ettikten sonra Gazianteptarikiyle Akçakale- Toprakkale istikametine yönlendiriliyor.
Fatih camileri aynı zamanda ‘cihad’ sırasında ölenler için gıyap namazları da kıldırıyor. Şimdi araştırılan, bu organizasyonun çapı,gücü ve Türk siyasetindeki rolü. Gerçekte,bunu biz de çok ama çok merak etmeliyiz. Zira El Kaide,IŞID,Nusra gibi yerleşik terör örgütleri sadece ‘soft target’oluşturan ülkelerde yerleşip,toprak sahibi olabiliyor. Afganistan-Rusya savaşı El Kaide’yi, Irak savaşı İS’yi  Libyave ona birleşik Suriye ‘proxy’ savaşı El Nusra ve IŞID’ı yarattı. Şimdi Suriye’nin KuzeyDoğu sınırından Türkiye’nin Güneydoğu’suna sızmakta olan PYD-IŞID savaşı bizi vuracak en yakın tehdit. Osmanlının ‘Millet sistemini’ Güneydoğu Türkiye ve Kuzey Suriye’de kuracakları biçimindeki ‘Osmanlı keten helvasını’ Türk  toplumuna yutturmak isteyen ‘Kürt Siyaseti’ Türkiye’nin artık bir ‘soft target’ olduğunu çok iyi biliyor. Her hafta görüşüyorlar ya…
Mahir Tan     LondraPosta-Londra

“Yeniden CHP’ için son bir ay


“Yeniden CHP’ için son bir ay
 
                 ‘Yeniden CHP’ üzerine
‘Yeni’ CHP, Anamuhalefet Partisinin büyük ölçüde Genel Başkan yada yöneticilerinin son aylarda yaptıkları açıklamalara dayanarak yapılmış bir yakıştırma. ‘1930 ların CHPsi değiliz’, ‘6 Oku yeniden yorumlayacağız’, ‘Dersim için özür diliyoruz’, ‘Anadilde eğitim çocuğun yüksek çıkarına göre kabul edilmelidir’ gibi partinin siyasi çizgisine ilişkin önemli açıklamalar,kamuoyunda CHP’nin eski Cumhuriyet’in Kurucu Partisi kimliğinden sıyrılıp artık ‘yeni’ bir parti biçimine dönüştüğünün kanıtları olarak algılandı. Cumhurbaşkanlığı seçimi dönemi sonrasında hızlanan ‘yenileşme’ hareketi parti merkezinde egemen olurken, çok sayıda eski ve yeni CHP milletvekilinden oluşan guruplar bu politikaya karşı çıkarak ‘yeni CHP’ ye karşı ‘yeniden CHP’ sloganı altında partiyi eski ‘Cumhuriyet’in kurucu partisi’ kimliğine döndüreceklerini vurguladılar. 50, 75 gibi CHP’nin önemli sayıda deneyimli, eski ve yeni politikacalarının imza verdiği bildiriler hala gazetelerin sayfalarında yer alıyor. Bu isimlerin ‘CHP Muhalefeti’ olarak adlandırılmaları durumunda önemli bir soru çıkıyor ortaya ;
 Ne zaman muhalefet edeceksiniz ?
2015 haziran ayında yapılacak seçimlerden önce mi, yoksa sonra mı muhalefet bayrağı açacaksınız ? Eğer,varsa, CHP Muhalefetinin zamanlaması 2015 Genel Seçimi sonrasına endeksli ise, bu hareketin fazlaca bir kıymet-i harbiyesi bulunmadığını görmek gerekir. Hiç zahmet edilmese de olur. Zira, Türkiye’nin tarihindeki en kritik genel seçim sonucu kurulacak olan Parlamento, ülkeyi bir rejim değişikliğine sürükleyecek, bir bölgesel etnik otonomi yaratacak ve laikliği net olarak tasfiye edecek olan bir Meclis aritmetiği yaratma tehlikesi taşıyor.        
                       Merkez 110 aday ile geliyor
Önümüzdeki şubat ve mart ayları siyasi partilerde milletvekili adaylarının belirlendiği dönem. CHP yönetiminin  Medya’ya ve özellikle yerel yayın organlarına yansıyan eğilimi,adayların büyük ölçüde merkez yoklaması ve Genel Başkan kontenjanından belirleneceği şeklinde. YCHP yönetimi 83 Merkez adayı ve 27 Genel Başkan Kontenjanı ile toplam olarak 110 milletvekilini kendi içinden belirleme uğraşında. CHP il teşkilatlarında,özellikle Ege ve Akdeniz illerinde merkezden gelecek adaylara karşı önseçim yapma çabasında olan üyelerin verdikleri mücadele, bu illerde yayınlanan yerel gazetelerde önemli haberler oluşturuyor. Örneğin; İzmir’de yayınlanan Ege Meclisi gazetesindeki bir haberde ; ‘İzmir’de geçen seçimde 6 milletvekili çıkaran 1. Bölge adaylarının tümünün merkezden,5 milletvekili çıkaran 2. bölgenin ise 2-4 adayının merkezden gönderileceği’ bildiriliyor. Garantili adaylıkların yer alacağı İstanbul ve Ankara listelerinin de bundan farklı olmayacağını düşünmek için yeterli sebepler var.  Kısacası, CHP adına çıkarılacak aday listelerinde seçilme şansı bulunan hemen tüm sıralar YCHP yönetimi tarafından işgal edilecektir.
                    YCHP, TBMM de ‘açılım’ ın garantisini verdi.
                      
‘CHP geçtiğimiz kasım ayında TBMM ne 70 maddelik bir kanun teklifi sundu. Teklifte ; Öcalan tarafından istenen ‘toplumsal mutabakat ve ortak akıl heyeti kurulması’, anadilde eğitim, Kürt sorununa çözüm için demokratik,eşitlikçi bir Anayasa hazırlanması,adları değiştirilen yerlere eski adlarının verilmesi,koruculuğun lağvedilmesi, Newroz un resmi bayram ilan edilmesi, Hırant Dink adının Şişli’de bir caddeye verilmesi gibi bölümler var.’ Sezgin Tanrıkulu tarafından basın toplantısı ile kamuoyuna açıklanan bu teklif, CHP’nin mevcut yönetiminin önümüzdeki parlamento döneminde yapmayı planladığı yasama faaliyetini dile getiriyor.  2012 ve 2014 yıllarında Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından iki kez Kürt meselesinin çözümü için ‘Avrupa Konseyi Yerel İdareler Şartı’ adlı metine Türkiye tarafından konulan çekinceleri kaldıracaklarını açıklayan CHP, 2015 sonrasında kurulacak mecliste hangi saflarda bulunacaklarını ilan ediyor. 
Bu nedenle CHP içinde Kılıçdaroğlu yönetimine karşı mücadele etmeyi planlayan bir muhalefet-varsa- sessiz kalmaları halinde büyüyecek olan ‘tehlikeyi’ görmek zorunda. Sessizlik, 2015 sonrasında TBMM de ‘AKP-HDP’ ittifakına bir de YCHP milletvekilleri eklenmesine yol açacaktır. YCHP bunu geçtiğimiz kasım ayında Sezgin Tanrıkulu tarafından verilen kanun teklifi ile bir ‘niyet beyanı’ olarak açıklamıştır. CHP içinde kendisini Cumhuriyetçi olarak adlandıran muhalefet harekete geçmek ve araba devrilmeden kararını vermek zorundadır. Bunu Cumhuriyet Toplumuna borçlusunuz..
Mahir Tan      LondraPosta-Londra  


Nihayet Batı-Doğu arasında ‘Köprü’ olduk

             
 
köprü
 
 
                     Nihayet Batı-Doğu arasında ‘Köprü’ olduk
                   MİT Kontolünde Halife Topraklarına
Charlie Hebdo-Paris  cinayetleri sonrasında ortaya çıkan kaos içinde gözden kaçan en önemli olay, şebekenin içinde yer alan Hayat Boumeddiane adlı kadının 2 Ocak tarihinde İstanbul’da Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra 8 Ocak günü Suriye sınırından IŞID kontrolündeki topraklara geçişi. Boumeddiane, Paris katliamını gerçekleştiren cihadist çete içinde yer alıyordu. Gerçekte, Hayat’ın Paris olayları içindeki yeri 8 Ocak günü  Coulibaly tarafından gerçekleştirilen  kadın Polis cinayeti olayında kullanılan otomibilin üzerine kayıtlı olmasından ibaretti. Bu nedenle bu hikaye, Paris olaylarını değerlendirmek için değil, Türkiye’nin ‘Avrupa ile Halife toprakları’ arasındaki  ‘köprü’ poziyonunu görmek açısından önem taşıyor. Zira Hayat Boumeddiane Fransa’da göz altına alınıp bırakılmış,telefonu dinlemede tutulmakla birlikte, seyahat etmesine uluslararası bir yasak konulmamış bir şüpheli. Fransa ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde onun gibi yüzlerce terör şüphelisi var elini kolunu sallayarak dolaşan.Ancak Türkiye’nin ve onun istihbarat örgütlerinin durumu farklı. Bunu Batı medyasından izliyebiliyoruz ancak. ‘The Times’ gazetesi Paris ve İstanbul’daki muhabirlerinin çalışmalarına dayanarak ‘Hayat’ adlı terör şüphelisi kadının yanında Mehdi Sabri Belhoucine adlı bir başkasıyla birlikte Türkiye’de geçirdikleri 1 haftanın dökümünü veriyor.
                      Takip altında 1 hafta
‘The Times’ gazetesinin haberine göre Madrid’den Sabiha Gökçen hava limanına inen iki kişi Türk istihbaratının dikkatini çekiyor. Kadıköy de bir otele kadar ‘izleniyorlar’. Hayat, ertesi gün bir cep telefonu ve SİM kart alıyor. İki günlük bir İstanbul tatili var bu ikilinin, gözlem ve dinleme altında. Uçak ile Şanlıurfa’ya giden Hayat Boumeddiane ve Belhoucine sınırdaki Akçakale’ye gidip 8 ocak tarihine kadar geçiş için bekliyorlar. Akçakale sınır kapısı ve çevresi Batı ülkelerinden gelen cihadçıların en çok kullandıkları kapı. Sınırın öte yanındaki Tel Abyad yaklaşık 1 yıldır IŞID kontrolünde.  Hayat’ın Türk telefonundan Paris ile son konuşma Türkiye’den Paris saldırılarının gerçekleştiği ve kocası Coulibaly’nin öldürüldüğü gün yapılıyor. Toplam 18 konuşma var  Hayat- Coulibaly hattında. Bir gün sonra ise Hayat’ın kocası öteki Dünya’da kendisi de bu Dünya’daki ‘cennete’ varıyorlar.
Hayat Boumeddiane ve yoldaşı Belhocine’nin Madrid-İstanbul-Akçakale-Tel Abyad yolculuğu Batı’da çok bilinen bir seyahatname oldu, Charlie Hebdo günleri sonrasında. Türk Yandaş Medya’sı ‘MİT in bilgi paylaşmadığı için Fransa’yı suçlamasını işlerken, Medya’nın bir çok kalemi ise ‘bilgi eksikliğinden beslenen’ komplo teorileri üzerinde yoğunlaştı. Oysa, Paris olaylarından Batı’nın çıkardığı sonuç, Avrupa’nın Cihadi vatandaşları  ile El Kaide- IŞID fiziksel bağlantısının Türkiye üzerinden sağlanmaya devam ettiği gerçeği. Türkiye’nin Batı ile Doğu arasında kültürel ‘köprü’ olma iddiası gerçekleşmiş gibi… 
Mahir Tan         LondraPosta-Londra  

 

‘Y’ ADD değil, Yeniden ADD

        
Yeni yönetim kurulu
                         ‘Y’ ADD değil, Yeniden ADD
İngiltere Türk Toplumunun köklü kuruluşlarından Atatürkçü Düşünce Derneği genel kongresini yaparak yeni yöneticilerini seçti. 11 Ocak günü Kuzey Londra’da Azerbeycan Evi salonunda yapılan kurultay da İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer, ’18 Yıldan beri laik,ulusal ve çağdaş bir Türkiye için yürüttükleri mücadeleyi, giderek ağırlaşan şartlarda sürdürdüklerini’ belirtti. İADD nin bir parçası oldukları Atatürkçü Türk toplumunun ilkelerinden taviz vermeden örgütlenme çabasını sürdürdüğünü kaydeden Jale Özer, son kongre tarihinden beri ‘ADD olarak ya da bir üyesi oldukları İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu (İTDF) ile birlikte yüzlerce eylem ve çalışmaya imza attıklarını’ vurguladı. İADD nin okunan faaliyet raporunda laiklik, bağımsızlık, anti emperyalizmin savunulduğunu söyleyen Özer, ‘Bu tutumumuzu sürdürmek ve bayrağımızı daha geniş kitlelere ulaştırmak için yeni bir yönetimi görevlendiriyoruz’ dedi. ADD Avrupa Örgütlerini temsilen Dursun Atılgan’dan gelen kutlama mesajı okunmasından sonra sürdürülen faaliyet ve mali rapor oylaması sonunda yeni yönetim kurulu seçildi.
Divan Başkanlığını Turan Erdemgil’in yürüttüğü kongrede divan üyeleri Ziya Akşahin ve Dr. Ali Tekin Atalar oldular. Büyük ölçüde oy birliği ile alınan kararlar sonrasında yeni İADD yönetim kurulu üyeleri belirlendi. Jale Özer,Yıldız Kalkan, Erol Başarık,Gönül Cilasun,Kadriye Atabay,Hakan Akçiçek ve Melissa Ayaydın
dan oluşan yeni yönetim işbaşı yaptı.                  
 
LondraPosta- Londra