Dünya’nın en ‘özel’ savaşı

    Türkiye’deki savaş Suriye’den çok daha kanlı

                         SINIRIN İKİ YANINDA, İKİ PKK

Türkiye –Suriye sınır bölgesi Dünya’nın en ‘özel’ savaşına sahne oluyor. ABD,İngiltere,Fransa,Türkiye,Irak gibi devletlere bağlı özel kuvvetler yanında Irak;Suriye ve Türkiye Kürt nüfusundan çeşili örgütlere bağlı sivil silahlı güçler, IŞID adlı bir terör örgütü ile çarpışıyor. Suriye’nin kuzeyinde sınırımıza birkaç km uzaklıktaki resmi olmayan Kürt Kantonlarında YPG örgütü Türkiye’de ve Avrupa ülkelerinde ‘terörist’ listesinde bulunan PKK ile birlikte, NATO ülkelerinin hava kuvvetleri ve özel kuvvetleri yanında IŞID teröristleri ile savaşan güçler arasında. NATO’nun en büyük ordularından birine sahip olan Türkiye ise bir yanda Suriye sınırı ötesinde IŞID’a karşı hava hücümlarına katılıp ‘müttefik’ NATO kuvvetleri ile birlikte PKK nında içinde bulunduğu yerel güçlere destek olurken, birkaç km kuzeyde PKK militanları ile savaş halinde. Üstelik, sınırın Türkiye tarafında cereyan eden savaş,güneydeki ‘resmi’ savaşa göre çok daha kanlı. Türkiye ordu ve devlet güçleri PKK ile yapılan çatışma ve terör mücadalesinde iki ay içinde yaklaşık 100 görevliyi şehit verirken, yapılan resmi açıklamalara göre, PKK 1200 militan kaybetmiş durumda. Kısacası, öncelikle savaşın nerede olduğunu daha sonrada tarafların ve ittifaklarının hangileri olduğunu bulmak gerekiyor.

                           ABD ve İngiltere ‘5 yıl’ diyor

Başkan Obama ve en yakın müttefiki İngiltere Başbakanı Cameron’un yaptıkları açıklamalara göre IŞID savaşı 5 yıl sürecek. Bu ülkelere bağlı Hava Kuvvetleri Türkiye’de İncirlik üssüne anlaşma ile yerleştikten sonra özellikle yabancı medya tarafından ortaya çıkarılan karada Özel Kuvvet operasyonları başladı. Türkiye sınırlarından Suriye’ye girdiği bildirilen 120 kişilik İngiliz Özel Kuvvetleri yanında birkaç bin kişilik ABD özel kuvvetleri PYD-PKK ile birlikte faaliyette. ABD,İngiltere, Fransa ve Almanya yapılan resmi açıklamalara göre Suriye’de kurulu Kürt kantonlarında yerel güçlere eğitim desteği veriyor ve silahlandırıyorlar. Dünya’daki jeopolitik karakterli savaş ve sürtüşmeleri iyi izleyen yorumcular için açık olan bir gerçek şu; 2003 Irak savaşı nasıl Irak’ı parçaladı ve bir Kürt Devletçiği yarattı ise, 2011 de başlayan Suriye savaşı da Suriye’yi parçaladı ve yeni Kürt devletçikleri yarattı. Her iki savaşın değişmeyen karakteri ABD-İngiltere ittifakının ülkeleri parçalarken kullandığı etnik-kültürel fay hatları. Bu hatlar Kürt-Arap-Türkmen ve Sünni-Şii eksenlerindeki Kuzey Orta-Doğu çizgileri. Türkiye-Suriye sınırının iki yanında oluşturulan bu siyasi-askeri karmaşanın sonunda nasıl biçimleneceğini görmek için Başkan Obama’nın açıklamasına göre 5 yıl beklemiz gerekiyor.

                         Suriye’de ‘kazan’, Türkiye’de ‘kaybet’

Türkiye-Suriye-Irak sınır bölgesinde kalan üçgen içerisinde süren çatışmalar ve savaşa ‘özel’ karakterini veren, bölgedeki Kürt nüfusun en önemli örgütlerinden biri olan PKK nın durumu. Batı ülkeleri ve Türkiye’nin ‘Terörist’ listesindeki PKK, Suriye savaşımında tuttuğu yer bakımından Batı Ülkeleri orduları indinde ‘tercihli’ konumununda bulunuyor. Suriye’de Kürt kantonları üzerinden IŞID terör devletçiğine toprak kaybettirmek ve Cihadi yayılmasının bölgedeki etkinliğini azaltmak isteyen ABD ve İngiltere ordu ve hava kuvvetleri Suriye’deki PYD kuvvetlerini ‘kara gücü’ olarak tanıtmaktan çekinmiyorlar. 7 haziran seçimlerinden sonra Türkiye’de AKP iktidarı ile kendilerini ‘Kürt siyaseti’ olarak adlandıran ve PKK nın büyük ölçüde desteğini alan ‘etnik siyasetçiler’ arasındaki ‘Açılım’ döneminin sona erişi, bölgedeki ‘Batılı’ülkelerin önünde duran en büyük problem olarak görünüyor. NATO ‘nun bölgedeki en büyük ittifak unsuru olan Türkiye’nin kesin ve silahlı muhalefetini göze alarak Suriye-Irak-Türkiye üçgeninde siyasi,askeri ve sosyal mühendislik işlemlerini yürütmeleri kolay değil. Türkiye-Suriye sınırları içinde ve dışında süren silahlı karmaşa, başkan Obama’nın verdiği 5 yıl gibi uzun bir süreye yayılabilir mi? Bu olasılık ancak Türkiye’de AKP iktidarı ile Kürt Siyaseti arasında, ‘Atlantik İttifakı’ rehberliğinde yapılacak üstü kapalı bir anlaşma ile gündeme gelebilir. 1 Kasım seçimlerinde AKP’nin esas talebi, daha önceki üç seçimde olduğu gibi, etnik oyların, iki taraf arasında paylaşılması. Yani 7 haziran’da bozulan dengenin yeniden kurulması. ‘Kürt siyaseti’ denilen oluşumun ‘hamaset’ yerine bu yolu seçmesi durumunda ‘Batı’nın’ 5 yıl formülasyonu’ gündeme girecektir. Yoksa sonuç, PKK için ‘Suriye’de kazanç,Türkiye’de kayıp’ gibi garip bir denklemde ortaya çıkacaktır.

Mahir Tan             LondraPosta-Londra

 

Sotheby’s te 55 milyonluk elmas

 Dünya’nın en büyük sanat müzeyade  kuruluşu Sotheby’s Londra’da Dünya’nın en nadir ve pahalı elmasını  basına tanıttı. ‘Mavi Ay’ adını taşıyan çok özel mücevher, 11 kasın Günü Geneva’ da satışa çıkarılıyor. 35-55 milyon dolar fiyat biçilen elmas ve oluşumu hakkında ‘LondraPosta’ya yazan Gemology uzmanı Catherine Fields’in haber ve resimlerini

okuyucularımıza sunuyoruz.   LondraPosta-Londra

 

A stone for $55 million dollars  

Known as the blue moon diamond at 12.03 carats the Blue Moon diamond is the largest cushion shaped fancy vivid blue coloured diamond ever to appear at auction This magnificent stunningly rare gemstone is Internally flawless and a truly outstanding only to emerge once in a life time it is such a rear discovery, this gift from nature is from the famous Cullinan Mine in South Africa and when discovered was 29.62 carat of rough diamond , its colour is natural due to Boron in the earth’s crust with carbon during its formation ,makes this a rare gift of nature .It took over 6 months to cut and polish to reach its 12,03 carats.  The historical mine is one of the few reliable sources in the world for the blue diamonds.     This exquisite diamond has been graded the highest possible colour grading for blue diamond’s by the gemological institute of America (GIA)

Introducing this beauty was Mr David Bennett worldwide chairman of Sotheby’s international jewellery division who commented the blue moon diamond is a simply sensational stone and for him the most mysterious and magical of all the colours of diamonds and the Blue Moon will now take place among the most famous gems in the world.     The auction will take place at Sotheby’s Geneva on 11 November 2015  

Catherine Fields

Yarbay Çomora

YARBAY ÇOMORA

Geçtiğimiz çarşamba ve perşembe (16-17 Eylül 2015) Beşiktaş’ta bulunan Deniz Müzesi’nde Deniz Kuvvetleri Komutanlığı tarafından düzenlenen “Ertuğrul’un İzinde Deniz Kuvvetleri ve Diplomasi sempozyumu” vardı. Sempozyum 125 yıl önce Japonya’dan dönerken Kuşimoto açıklarında tayfuna yakalanarak 16 Eylül 1890’da batan Ertuğrul Firkateyni anısına düzenlenmişti.

Ertuğrul’un Japonya’ya gönderilmesinin görünürdeki birinci nedeni Padişah II. Abdülhamit’in Japon İmparatoruna gönderdiği nişanı götürmekti. İkincil neden ise o yıl Deniz Harp Okulu’ndan mezun olacak son sınıf öğrencilerine Hint Okyanusu’nda, Pasifik’te ve Japonya sularında açık deniz eğitimi yaptırmak ve intikal rotaları üzerinde ziyaret edilecek ülkelerle geleceğin subaylarının vizyonunu geliştirmekti.

Deniz Kuvvetleri ve onun unsuru olan harp gemileri bir savaş makinesi olduğu kadar barışta gambot diplomasisinden, devletlerarası ikili ilişkilerin gelişimine sağlayacağı katkıya kadar olmak üzere çok geniş bir kullanımı söz konusudur. Bu nedenle olsa gerek, sadece harp gemisi komutanları yurtdışında fors olarak ay yıldız taşıma onuruna Cumhurbaşkanı ve büyükelçiler gibi sahip olan üç ayrıcalıklı makamdan biridir.

Hei ve Kongo

Japonya’ya giden Ertuğrul’un Komutanı Ali Bey, Cumhuriyet döneminin ilk Milli Eğitim Bakanları’ndan Hasan Ali Yücel’in dedesi ve ünlü şair Can Yücel’in büyük dedesidir. O da şehitler arasındadır. Ertuğrul’un 610 kişilik personelinden sadece 6 subay ve 63 er kurtulmuş ve onlar da Hei ve Kongo adlı Japon kruvazörleri ile Ocak 1891’de İstanbul’a getirilmiştir.

Ertuğrul faciasında nitelikli çok can kaybettik ve şehit verdik. Ama bu olay yeni başlayan Osmanlı-Japon daha sonra Türk-Japon ilişkileri açısından gerçekten dönüm noktası olmuştur. Türkler Asya’daki hısımlarını tanımışlardır. Biliyorsunuz, iki halk grameri birbirine çok benzer aynı ailenin (Ural-Altay) dillerini konuşmaktadır.

Sempozyum gerçekten dört dörtlüktü. Başta komutan olmak üzere Deniz Kuvvetleri’ni, Deniz Müzesi’ni ve emeği geçenleri kutluyor, 125 yıl önce yaşamını kaybeden denizcilerimizi saygı, minnet ve rahmetle anıyorum, ruhları şad olsun.

Heymeymoro

Türk-Japon ilişkileri Ertuğrul faciasından sonra daima yükselen bir grafik göstermiştir. Bu ilişkilerden bahsederken Yarbay Çomora’dan söz etmezsek haksızlık olur.

Birinci Dünya Savaşı devam ederken 1917’de Rusya’da Bolşevik İhtilali olur. Rusya’da düzen altüst olur ve ülkede büyük bir otorite boşluğu doğar. Japonlar Nisan 1918’de Vladivostok’a çıkarma yapar, Sibirya’da ilerleyerek Baykal Gölü civarına kadar gelirler. Japonlar işgal ettikleri yerlerde esir kamplarında Türkleri bulurlar. İstanbul ile irtibata geçilir ve girişimlerden sonra Türk esirlerin deniz yolu ile İstanbul’a gönderilmesine karar verilir. Ama bu işe İngiltere muhalefet etmektedir. Çünkü savaş hala devam etmektedir.

Japonya askeri yetkilileri Türk esirleri taşımak için Heymeymoro (Parlak barış) adlı şilebi Vladivostok limanına gönderir. Heymeymoro’ya 1030 kişi biner. Bu sayının 1018’i Türk esiri, 12’si ise orada evlendikleri eşleridir. Geminin Komutanı Yarbay Çomora’dır. Türk esirler gemiye geldikten sonra konuşma yapılır. “Efendiler, Birkaç güne kadar memleketinize gideceksiniz. Bütün sevinçlerinize biz de iştirak ediyoruz. Biz de sizin gibi Asyalıyız. Dünya hakimiyeti şarktan garba geçti. Bir zaman olacak ki, yine şarka geçecektir. Bu nedenle çalışmaktan geri durmayınız…” diye başlayan uzun bir konuşma olur.

Yolculuğun İstanbul’a kadar 45 gün sürmesi planlanmıştır. Fakat Yarbay Çomora komutasındaki gemi 5 Nisan 1921’de Midilli adası önlerinden geçerken Anadolu’ya İngilizlerin desteği ile saldıran ve Batı Anadolu’nun bir kısmını işgal eden Yunanlıların harp gemilerinden birisi tarafından durdurulur.

 

Azinora

Heymeymoro gemisi Midilli’ye getirilir. Esirlerin teslim edilmesi istenir, çok baskı yapılır, gemiye aylarca kumanya verilmez, aç bırakılır ama Yarbay Çomora Türk esirleri asla teslim etmez. “Bu bayrak Japon bayrağı, bu gemi Japon gemisi ve ben bir Japon komutanım, Türkler bana emanet, onları İstanbul’a teslim edeceğim” der ve Türkleri asla Yunanlı’ya vermez. Hikaye bayağı uzun. Tamamını Cemalettin Taşkıran’ın “Kanlı Mürekkeple Yazın Çektiklerimizi” kitabındaki “Esaretten esarete” hikayesinde okuyabilirsiniz.

Heymeymora uzun ve çileli bir mücadeleden sonra önce Pire’ye daha sonra İtalya’ya yönelir. 18 Ekim 1921’de Akdeniz’de kayalık bir ada olan Azinora’ya ulaşır. Esirlerin sayısı ölümler nedeniyle artık 620’ye düşmüştür. Yapılan girişimler sonucunda Türkiye’den Ümit vapuru Azinora’ya gelir, Türkleri Japonlardan teslim alır ve 25 Haziran 1922’de İstanbul’a getirir.

Japon Komutan Yarbay Çomora, Türkler ayrılmadan “Arkadaşlar, sizi, siz Türkleri tanımış olmak, benim için hayatım boyunca taşıyacağım en büyük şeref ve iftihar vesilesidir. Sizlerde çok üstün bir karakter ve fazilet gördüm. Bunlar gözlemlerime dayanan tespitlerimdir. Kahpe ve kaypak milletler size gem vuramaz…” diyerek başlayan ve devam eden uzun bir veda konuşması yapar.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

Terörün ve Şehitlerin Nedeni

       TERÖRÜN VE ŞEHİTLERİN NEDENİ

 

Ne oldu da birden bire terör azdı ve gelen şehitlerimizin sayısı arttı? Halbuki terörle mücadele durdurulmuş, PKK denen terörist organizasyonla masaya oturulmuş ve Türkiye adım adım bölünmeye doğru taşınıyor olsa da, her şey tıkırında gidiyorken kim ve hangi eller bu şer ittifakını bozdu, ülkemiz ve özellikle de güneydoğu yangın yerine döndü?

Hiçbir şey durup dururken olmaz. Halen yaşadıklarımız da durup dururken olmadı. Bu yazımızda bu konuyu masaya yatırmaya ve analiz etmeye çalışacağız.

Şimdiyi anlayabilmek için konunun geçmişi ile birlikte büyük resme bakmak lazım. Sn. Erdoğan ve AKP hiç şüphe yok ki, ABD tarafından Türkiye’nin de içinde bulunduğu Büyük Ortadoğu Projesini (BOP) gerçekleştirmek için bulundu, desteklendi, iktidara getirildi ve korundu.

TC yolcu biz hancıyız

Her şey güzel gidiyordu. Sn. Erdoğan ve AKP’nin işini kolaylaştırabilmek için Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar yapıldı. Bu operasyonların amacı daha sonra vizyona konacak “açılımlar”ın ve teröristlerle pazarlık masasına oturabilmenin önünü açmaktı. Asker içeri atıldı, itibarsızlaştırıldı, 2008’de terörle mücadele değersizleştirildi, mücadele edenlere kumpas kuruldu ve 2009’da “analar ağlamasın” söylemleri ile “açılımlar” başlatıldı. Terörizmle mücadeleyi durdurabilmek için askerin terörle mücadele etmesini engelleyecek yasalar çıkarıldı, askerin kışlasından çıkmasına müsaade edilmedi. Ama PKK, silah bırakmadı, silahlanmasına ve şehir yapılanmasına hız verdi ve bölge halkının temsilcisi konumuna sokuldu. PKK’nın bölge halkına “TC yolcu biz hancıyız, bize biat edeceksiniz” propagandası yapmasına imkan sağlandı.

Tam altı yıl sonra 7 Haziran 2015 Genel Seçimlerinden sonra terörle mücadeleye tüm hızıyla tekrar başlandı. Ama 6 yıldır terörle mücadele yerine müzakere ve müsamaha edildiği için çok zemin kaybedildiğinden daha sert ve kanlı bir mücadele işin doğası gereğiydi. Esasında terörle mücadeleye tekrar başlanacağının ipuçlarını seçimler öncesinde Sn. Erdoğan ve yakın çevresi AKP milletvekillerinin açıklamalarından anlamıştık. Çünkü yaptıkları kamuoyu yoklamalarında oylarının radikal bir biçimde düştüğünü güneydoğuda yaşayan seçmenin AKP’den HDP’ye döndüğü görülmüştü. Bu nedenle milliyetçi oyları alabilmek ve özellikle MHP tabanını AKP’ye yöneltebilmek için sanki “açılımları” yapan, Türk Milli kimliğine saldıran ve yok etmeye çalışan onlar değilmiş gibi milliyetçi söylemlere başlandı.

U dönüşü

7 Haziran Genel Seçimlerinden sonra acı gerçek görülünce “U dönüşü” hızlandı. Sn. Erdoğan 17 Temmuz’da bayram namazından sonra gazetecilere yaptığı açıklamada HDP’yi eleştirdi ve “Dolmabahçe Mutabakatı”nı reddetti. Çünkü açılımlar ve PKK ile mücadele etmeme politikası AKP’ye oy kaybettirmişti. HDP’nin parti olarak seçime girmesi ve barajı geçmesi ise AKP için en büyük yıkım olmuştu.

HDP’nin tek başına seçimlere girmesinin ikna ve itici gücü ABD idi. Çünkü ABD Erdoğan ile yola devam etmek istemiyordu. Erdoğan’ın gücünü azaltmak için HDP’nin dördüncü parti olarak TBMM’ye girmesinin önünü açtı. HDP beklenenden fazla oy aldı. Çünkü Sn. Erdoğan’ın hukuku yok sayan, ceberrut ve otoriter yönetimi herkesi bıktırmış, hoşlanmasalar ve politikalarını onaylamasalar bile insanlarımızın bir bölümünü HDP’ye yöneltmişti.

400 milletvekili verseydiniz olmayacaktı

6 yıl önce terörle mücadele ABD istedi diye durduruldu ve müzakereye başlandı. “Açılımlar” da ABD istedi diye yapıldı. Bugün Suriye’nin kuzeyinde bulunan PKK’nın uzantısı PYD’nin arkasında nasıl ABD var ise dün Irak’ın kuzeyindeki PKK varlığının Türkiye tarafından temizlenmesini engelleyen de ABD idi. Türk kimliğine saldırı ve yeni anayasa girişimleri de BOP’un Türkiye ayağının yapılması gerekenleriydi.

Özetle söylemek gerekirse “açılımlar”dan, sözde çözüm sürecinden, terörle mücadele edilmemesinden ve ülkemizin merhale merhale bölünmeye doğru gidişinden ABD, AB ve PKK çok memnundu. Sn. Erdoğan ve AKP açısından da sorun yoktu! Ne zaman tek başına iktidar olma şansını kaybettiler ve başkan olmak bir hayal oldu, iste o zaman sorun başladı.

Bugün terörle mücadeleye tekrar başlamamızın nedeni ülkemizin çıkarlarını düşündüklerinden değil, kendi siyasal ve kişisel çıkarları içindir. Sn. Erdoğan “400 milletvekili verseydiniz bunlar olmayacaktı” diyor. Gerçekten haklı! Terörle mücadeleye başlamayacaklardı!

Terörle mücadelede kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri’ne, Jandarma Genel Komutanlığı’na ve Türk Polisi’ne başarılar dilerim.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

Aylan’ın Katili Kim ?

           AYLAN’IN KATİLİ KİM?

Geçen hafta İstanköy’e geçerken boğulan 3 yaşındaki Suriyeli Aylan’ın Bodrum sahillerindeki fotoğrafları gerçekten düşündürücü ve ibretlikti. Bu arada basınımızda kısmen bilgisizliğin, kısmen de duyarsızlığın bir ifadesi olarak Kos diye belirtilen adanın Türkçe adının İstanköy olduğunu belirtmek isteriz. Bu ada 1525’de Saint John şövalyeleri denen Hıristiyan haramilerden savaşarak alınmış ve 1912’de İtalyanlara bırakılmak zorunda kalınmıştır. Ada II. Dünya Savaşı sırasında önce Almanların eline geçmiş, savaş sonunda emperyalist güçler tarafından Yunanistan’a verilmiştir. Yaklaşık 400 yıl Osmanlı idaresinde kalan İstanköy’e basınımız tarafından Kos denmesinin ne kadar doğru olduğunun değerlendirmesini size bırakıyorum. Yunanistan’da İstanbul’a hala Konstantinopolis dendiğini ve yazıldığını bilmenizi isteriz.

Tekrar konumuz olan Aylan’a dönersek. Basınımızda “Tokat gibi”, “İnsanlık utandı” ve “Bu kareler Avrupa’yı uyandırdı” gibi başlıklar atılmış. Gerçekleri tam olarak kavrayamayan, kavrasa bile halka yalın gerçeği anlatmaktan kaçınan, sadece insani boyutunu dramatize eden ama arkasındaki gerçeklere pek dokunmayan ifadeler bunlar.

Bu işte menfaatleri var!

Ortadoğu’da, özellikle Libya ve Suriye’de yaşanan olaylar ve savaş nedeniyle nice Aylanlar Akdeniz ve Ege’nin sularında can verdi. Bu insanlar durup dururken vatanlarını, yaşadıkları toprakları, evlerini ve barklarını terk edip, Avrupa’ya göç etmeye kalkmadılar.

Emperyalizm, Büyük Ortadoğu veya Genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika Projesinin Suriye ayağını gerçekleştirmek için bu ülkede Mart 2011’de vekaleten savaşı başlattı. Bugüne kadar 260 bin insan yaşamını kaybetti. Aralarında binlerce Aylan var! 22,5 milyon nüfusa sahip ülkenin yarısı, yanlış okumuyorsunuz, yarısı evini ve barkını terk etmek zorunda bırakıldı. 2 milyondan fazlası Türkiye’de olmak üzere yaklaşık 4,5 milyon insan Suriye’nin dışına mülteci olarak göç etti. Bu yolda yaşamını kaybedenlerin sayısını bilmiyoruz. İşte bunlar bu ülkeyi etnik, dinsel ve mezhepsel olarak ayrıştırmak, beraber yaşamının koşullarını ortadan kaldırmak, bölüp parçalamak için yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Suriye’de devam eden bu ahlaksız ve gayri insani savaşın bugün itibarıyla 4.5 yılı doldu. Biz daha savaşın başındayken bombalar patlarken Suriye’ye gittik, durumu yerinde gördük ve uyardık.

İnsanlık dramlarına neden olan bu kirli savaşın tetikleyicisi ve destekleyicisi emperyalizm adına ABD ve bir şekilde AB. Suçlu olduklarını biliyorlar. Ama bu işte menfaatleri var. Onun için sessiz kalmak ve çıkardıkları savaşın sonucu olan bu insanlık dramının bir bölümü ile ilgilenip faturasını bizim gibi ülkelere yıkmak istiyorlar.

Türkiye, yaklaşık 80 milyon nüfusu olmasına rağmen yalnız Suriye’den gelen mülteci sayısı 2 milyonu aşmışken, toplam 500 milyondan fazla nüfusu olan Avrupa Birliği’nin (AB) Suriyeli mülteci kotası 160 bin. Çünkü AB kontrolsüz biçimde ve fazla sayıda mülteci almanın kendileri için tehdit olduğunun farkında. Farkındalığı olmayan bizim ülkemizin yöneticileri.

Suçlusunuz, yargılanmanız gerekir!

Cumhurbaşkanı Erdoğan başta olmak üzere yöneticilerimiz Batı’yı insanlık felaketine karşı duyarsız kalmakla suçluyor. Gerçekte Batı ne yaptığını biliyor. Ne yaptığını bilmeyen ve gaflet içinde olan bizimkiler. Suriye’deki savaşta bizim çıkarımız olmadığı halde, savaşın sonuçlarının ülkemizi ziyadesi ile olumsuz şekilde etkileyeceği çok açıkken ve Suriye’nin bölünmesi ve bölgenin statükosunun değişmesi Türkiye’nin bölünmesi ve istikrarsızlaşması anlamına gelmesine rağmen bu savaşa destek verdiler. Siz Suriye’nin seçimle başa gelmiş yasal hükümetini silahla zoruyla devirmeye kalktınız. Bu suçunuzu demokrasi ve insan hakları söylemlerinin arkasına gizleyemezsiniz. Çünkü 22 Arap ülkesi içinde Suriye bu konuda sicili en iyi ilk üç ülke arasına girer.

Siz güney komşumuza terörist, savaşçı, silah ve mühimmat gönderdiniz. Sizin gönderdiğiniz patlayıcılarla binlerce Aylan öldürüldü ve havaya uçuruldu. Sizin destek verdiğiniz, eğittiğiniz, kucak açtığınız, hastanelerimizi açtığınız, yaralarını sardığınız ve motive ettiğiniz caniler din adına kelle ve kafa kopardı. Siz bu yaptıklarınız nedeniyle mutlaka yargılanmalısınız. Bu nedenle Aylanlar için üzüldüm demeye hakkınız yoktur.

Saygılar sunarım

TÜRKER ERTÜRK

 

 

Natenyahu protestoları

          Londra’da Natenyahu kavgası

İsrail Başbakanı Benjamin Natenyahu’nun Londra ziyareti tepkiye yol açtı. İngiltere Başbakanı David Cameron ile görüşmek üzere 10 Downing street teki Başbakanlık Binasına gelmesi beklenen Benjamin Natenyahu aleyhinde düzenlenen gösteride olaylar çıktı. İsrail ve İngiltere Başbakanlarının 9 Eylül günü saat 11 de yapılacağı belirtilen görüşmeleri ise gerçekleşmedi. İngiltere’nin savaş karşıtı kitle örgütü Stop The War Coalition ve Başkanlığını İngiltere İşçi partisi Genel Başkan adayı Jeremy Corbyn’in yaptığı ‘Palestine Soldirarity Compaign’ taraftarlarının 10 Downing Street önünde yaptığı protesto gösterisi, çevreye İsrail yanlısı göstericilerinde gelmesi üzerine olaylı geçti. Polisin taraflar arasına girerek daha büyük kavgalar çıkmasını engellediği gösteride iki taraftan da tutuklanmalar oldu. Stop the War Coalition ve Palestine Solidarity Compaign taraftarı göstericiler ‘İsrail Başbakanı Natenyahu’nun çok sayıda uluslararası örgüt açıklaması uyarınca Gazze Katiliamının sorumlusu olarak savaş suçlusu sayılması gerektiğini’ söyleyerek tutuklanmasını istediklerini söylediler. Ellerinde ‘Çocuk katili Natenyahu’ pankartları taşıyan protestocular, İngiltere’nin İsrail’e silah satışını durdurmasını istediler.

         ‘FUCK İSRAİL’ pankartına tutuklama

İngiltere Başbakanlık binası olan 10 Downing street önünde toplanan çok sayıda İsrail karşıtı protestocunun yanındaki alana ellerinde İsrail bayrakları ile gelen küçük bir gurup İsrail yanlısı gösterici Natenyahu ve İsrail lehinde sloganlar atınca, göstericiler arasında tansiyon gerginleşti. Yaklaşık iki saat boyunca karşılıklı olarak sloganlar atan Filistin yanlısı protestocular ile İsrail taraftarları arasında yer yer küçük ölçekli kavga ve tartışmalar yaşandı. Filistin ve İsrail yanlısı bazı göstericiler polis tarafından tutuklandı.Elinde, günün en ilginç pankartı olan ‘Fuck İsrail’ yazılı bir pankart taşıyan bir gösterici polis tarafından uzun süren bir mücadele ile gözaltına alındı. Bazı İsrailli, göstericilerin ellerindeki bayrakları alan Filistin taraftarı protestocuların bu bayrakları parçaladıkları görüldü.

Mahir Tan                 LondraPosta-Londra

hain kim ?

                       HAİN KİM?

Hakkari-Dağlıca’da PKK saldırısında, resmi rakamlara göre eğer doğru ise16 şehidimiz var. Gazeteler saldırının alçakça ve haince olduğunu belirten başlıklarla dolu. Bu başlıklara katılmak mümkün değil! Çünkü bu bir savaş! Pusu ve hile bir savaşın olmazsa olmazlarındandır.

Bugün ülkemiz savaşta, hem de emperyalizme karşı! Büyük Ortadoğu Projesi gereğince Türkiye dahil olmak üzere bölgemizi etnik, dinsel ve mezhepsel olarak bölmek istiyorlar. PKK, PYD, IŞİD ve diğer terör örgütleri emperyalizmin yani ABD’nin taşeronlarıdır. Nasıl Kurtuluş Savaşı’nda arkada İngilizler önde Yunanlılar var idiyse, şimdi de arkada ABD önde PKK var! Kimle savaştığını ve mücadele ettiğini bileceksin. Halka doğruları anlatacaksın.

Düşman düşmanlığını yapacak, normaldir. Düşmanın haini olmaz. Hainlik içeriden olur. Önce Ergenekon ve Balyoz gibi 4. Nesil Savaşın gayri hukuki operasyonları, daha sonra PKK’ya karşı yapılan terörle mücadelenin değersizleştirilmesi, 2009’da “açılımlar” ve 6 yıl sonra bugün yine başladığımız yere geldik. Ama bu süre içinde 2002’de bitirilmiş olan PKK canlandı, silahlandı, güçlendi ve ne yazık ki, TBMM’den çıkarılan yasalarla ve hükümetin icraatlarıyla bölgenin temsilcisi konumuna sokuldu.

Terörün bitmesini istemiyorlar

Askeri kışlasından çıkarmayan, terörle mücadele etmeyen ve müzakere eden, askere kumpas kuran ve itibarsızlaştıran kimlerse esas hain onlardır. Terörle mücadeleyi değersizleştirmek için neler yapıldığını, “asker terörün bitmesini istemiyor” diyen alçakça söylemleri sanırım anımsıyorsunuz?

BOP’un realizasyonuna yönelik emperyalist girişimler olan “açılımlar”ın ve “çözüm süreci”nin amacı PKK’yı canlandırmak, bölgenin temsilcisi yapmak, terörü azdırmak ve Türkiye’yi rejim değişikliğine ve zaman içinde bölünmeye razı olur duruma sokmaktı. Bu nedenle, gelen şehitlerimizin kanı BOP eş başkanlığının, sürece destek verenlerin ve akillerin elindedir. Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar vesayetten kurtulacağız safsatası ile “açılımlar”ın ve “çözüm süreci”nin önünü açmak için yapıldı. Yani Türkiye’yi bölmek için!

Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusudur ve kurucu ideolojinin babasıdır. Atatürk, onun önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimleri ve kurucu ideoloji Türkiye’de barış içinde birlikte yaşayabilmenin formülüdür. Atatürk bu ülkenin zamkıdır. Atatürk ve kurucu ideoloji emperyalizmin bölgemiz ve ülkemiz için öngördüğü projeler için engeldir. İşte bu nedenle emperyalizm, işbirlikçileri ve taşeronları Atatürk düşmanlığı yapmaktadır.

Esas sorun nedir?

“Türkiye Atatürk’ün mirasını terk etmelidir” diyen Amerikalı akademisyen Samuel Huntington ve “Kemalizm’e son verin, Osmanlı ile övünün” diyen ABD Merkezi İstihbarat Teşkilatı (CIA) eski üst düzey görevlisi Graham Fuller ile bayramlarımızı kutlamayı yasaklayan ve engelleyen, andımızı kaldıran, Kızılay maden sodasından ve Ziraat Bankası’ndan Türk adını silen, Atatürk’e ayyaş diyen aynı zihniyettir ve aynı amaca hizmet etmişlerdir.

Sorun sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP değil. Esas sorun bu toprakların üzerinde yaşayan halkın çıkarlarını esas almayan, kendi siyasi ve ekonomik menfaatlerini kollayarak emperyalizme hizmet eden işbirlikçi zihniyettir. Eğer siz işbirlikçi zihniyete devam edecekseniz, “açılımlardan” yanaysanız, listelerinizde PKK’nın avukatları, işbirlikçiler, Atatürk düşmanları, Cumhuriyet’in kurucu ideolojisi ile barışık olmayanlar, Türkleri soykırımcı ilan edenler olacaksa ve bugün emperyalizme karşı savaştığımızı, PKK’nın onun bir enstrümanı olduğunu halka anlatmıyorsanız Erdoğan gitmiş, siz gelmişiniz ne fark edecek? Hatta terörle ve Cemaatle mücadele sekteye uğrar biliyor musunuz?

Anlatmaya çalıştığımız gibi düşmanın haini olmaz. Akıllısı veya akılsızı olur. Bakın Atatürk’ün direktifleri ile kurulan ve çocukluğumdan beri okuduğum Cumhuriyet gazetesi ne hale geldi. Çevirin sayfalarını bakın. Adeta PKK’nın ve Cemaatin sözcüsü durumunda!

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

kedi ile aynı çuvalda

         BÜYÜK DEVLET GİBİ DAVRANMAK

Türkiye Büyük Millet Meclisi ,geçtiğimiz hafta muhalefet milletvekillerinin de katılımıyla, milli güvenlik gerekçesi ile ülke dışında askeri operasyonlar yürütmek kararı aldı. Bir ay önce İncirlik üssünün ABD, İngiltere ;Fransa gibi ülkelerin hava kuvvetleri ve silahlı insansız hava araçları kullanımına açılması kararı ardından yapılan bu girişim Türkiye’yi Dünya’nın emperyal ülkeleri ile aynı lig içinde bir pozisyona yerleştirdi. Artık ortaya çıkacak olayları bu perspektiften değerlendirmek zorundayız. Gerçekte biz bu çaptamıyız ? Karar alma ve uygulama mekanizması, askeri güç ve teknik olanaklar,istihbarat gücü ve kitlesel siyasi destek buna izin verir mi ? Öyle görünmüyor..

120 Kişilik Özel Birlik

İngiltere’de günün konusu olan IŞID içinde yer aldıkları bilinen iki İngiliz vatandaşının İngiliz Malı ‘Reaper’ İHA sı tarafından vurulması açık bir biçimde bölgedeki muhtemel gelişmeler açısından yeni bir dönemin açılışı oldu. Bu hafta içinde Fransa’da keşif ve özel operasyon hareketlerine başlayacağını Başbakan’ın ağzından açıkladı. Kısaca sınırlarımızın hemen ötesinde yeni tür bir savaş başlamak üzere. İngiliz Başbakanı Cameron’u uluslararası hukuk açısından bazı nahoş sorularla başbaşa bırakacak olan Reaper bombaları, hiç kuşkusuz Türkiye ile imzalanan İncirlik anlaşması ve Suriye’deki Kürt kantonu üzerinden yürütüldü. İngiltere Hükümeti’nin Tunus’ta İngiliz Turistlerin teröristler tarafından katledilmesi üzerine Ağustos ayı başında aldığı karar üzerine seferber edilen SAS Komandoları tarafından yürütülen bir operasyon oldu iki İngiliz IŞID çısının öldürülmesi. Bu uygulamının hukuki açıdan doğruluğu-yanlışlığı tartışıladursun, ortadaki gerçek şu; Büyük devletler, kendi sınırları dışında da, ulusal güvenlik gerekçesiyle, tehlikeli gördükleri hedefleri vurabiliyorlar. 1 Ağustos tarihinde yayınlanan bir İngiliz gazetesi, Hükümetin Tunus’ta İngiliz turistlere karşı girişilen Terör Katliamından sonra aldığı karar uyarınca 120 Kişilik bir SAS özel birliğini Türkiye üzerinden Suriye toprağına soktuğunu açıkladı. Geçtiğimiz hafta ABD li Brooking Think Tankı da bu birliğin verdiği istihbarat sonucunda elde edilecek bilgilerle, İnsansız Hava Araçları tarafından Batı’lı ülke vatandaşı IŞID çılara karşı nokta operasyonlarının başlayacağını yazdı. Pek muhtemelen Kobani üzerinden IŞID merkez organlarının yaşadığı Rakka çevresine sızan İngiliz SAS birliğinin ‘yasallığı tartışılan’ yöntemler kullandığı, IŞID militanlarının kıyafetlerini giydiği ve sivil halktan tercümanlar vasıtasıyla ‘özel sorgu yöntemleri ile’ istihbarat topladığı belirtildi İngiliz gazetelerinde. Geçtiğimiz hafta içinde gerçekleştirildiği Başbakan Cameron tarafından açıklanan iki İngiliz vatandaşının öldürülmesi olayının tamamen ‘Made in British’ olduğu, istihbaratın özel birlikten geldiği ve operasyonun İngiltere’de Lincolnshire deki Waddington üssünden yönlendirilen ‘Reaper’ İHA sı tarafından atılan Hellfire füzeleri tarafından gerçekleştirildiği belirtildi.

        Kedi ile bir Çuvalda 

TSK nn kendi terör savaşımında karşılaşacağı zorluk, bu noktada düğümleniyor. Hava üslerinizi açtığınız, sınırlarınızdan komşu ülkeye geçirdiğiniz Özel Operasyon Birlikleri, sizin terörle mücadelenizde nerede bulunuyorlar? Suriye’de Kürt kantonları olarak bilinen sınır bölgelerimizdeki İngiliz,ABD ve yakında onlara katılacakları açıklanan Fransız birlikleri operasyonları kimlerle birlikte yürütüyorlar. Silahlandırdıkları ve eğittikleri militanların Türkiye’ye patlayıcı akışı ve aynı sınırlardan çeşitli örgüt isimleri altında sızan guruplarla ilişkileri ne ?

Bu soruların cevaplarını bulabilmemiz için bir süre daha beklemek ve terörle mücadelede şehit sayısında, yazık ki, çok daha fazla artışa katlanabilmek gerekiyor.

Ortada olan bir gerçek ise, savaşın yeni boyutları ile Türkiye’nin bir devlet örgütü olarak çapını şimdiden aşmış olduğu…

 

Mahir Tan                 LondraPosta-Londra

Suudi Arabistan; Dünya’nın 4.büyük ordusu

Orta-Doğu’nun ‘merkezkaç’ kuvveti; Dünya’nın 4. büyük askeri gücü.

Suudi Arabistan ordusu, 2014-2015 yıllarında yaptığı silah alımları ile Dünya’nın dördüncü,Orta Doğu’nun birinci askeri gücü haline geldi. Suudi Arabistan krallığını bu seviyeye getiren rakamlar – İnternational İnstitute for Strategic Studies açıklamasına göre- 2014 yılında yaptığı 59 milyar dolarlık askeri harcamalar. Ayni kaynaklar Suudi Arabistan Ordusu’nun 2015 yılı sonuna kadar özellikle Fransa’dan yapacağı silah alımları ile bu rakamın 80.8 milyar dolara ulaşacağını belirtiyorlar. Suudi Krallığı böylece savunma harcamaları 57 milyar olan İngiltere ve 52 milyar dolar olan Fransa’nın önüne geçen bir askeri bütçeye sahip oluyor. Önümüzdeki 5 yıl içinde askeri bütçeyi 150 milyara yükseltmeyi amaçladığı bildirilen Suudi Arabistan Ordusu‘na silahlanma ihtiyacı ABD-İngiltere ve Fransa tarafından karşılanıyor. Bunlar raporlarda eksiksiz şekilde yazılıp çizilmektedir.

Silahlanma hızı- Orta-Doğu Kaosu ile düz orantılı

Suudi Arabistan Ordusu, Orta-Doğu’nun en büyük askeri gücü haline gelen Suudi Arabistan’ın yükselişi, aynı bölgede yaşanan siyasi ve sosyal kaos ile tam bir uyum içinde. Orta-Doğu’da ulusal ve iç savaşların tırmanmaya başladığı 2001 yılı sonrasında hızlanarak artan Suudi silahlanması( 2000-2014 arasında %65 artış) bölgedeki birçok olayın açıklamasını veriyor. Batı ülkelerinin bölgedeki değişmeyen müttefiki Suudi Arabistan’da sürekli bir barış ortamının sürdüğü son 13 yıl içinde bu ülkenin komşularının tümü savaşlar ve iç savaşlarla parçalandı, rejimler değişti,ülkelerde tamamen yeni bir coğrafya ortaya çıktı. Bölge için tarihin en büyük, Avrupa için 2. dünya savaşı sonrası en büyük kitle göçleri ortaya çıkarken Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinde yaprak kıpırdamıyor. Büyük ölçüde Suudi ve Katar petrodoları ile yürütülen Libya, Suriye ve Yemen iç savaşlarından sonra başlayan büyük göçler Orta-Doğu sınırlarını aşıp Avrupa’yı sarsmaya başlarken kaos ve göçlerden hiç etkilenmeyen ancak aynı dönemde Dünya’nın en büyük silahlanma harcamalarını yapan bu ülkeler mutlaka gündeme gelecektir.

Göçlerin nedeni savaşın çağdışı karakteri

Avrupa’da yollara dökülen onbinlerce mülteci Avrupa ve özellikle İngiltere’de kamuoyunu olaylara neden olan emperyal politikaları gözden geçirmek için çarpıcı bir uyarı oldu. 2001 yılında ABD tarafından ‘terörle mücadele’ yaftası altında başlatılan işgal kampanyasının en büyük suç ortağı olan İngiltere’de ortaya çıkan Jeremy Corbyn hareketi bu uyarının yakın bir dönemde politik bir çizgi halinde tüm Avrupa Muhalefet hareketlerinde yankılanacağının işareti oldu. Afrika ve Suriye üzerinden Avrupa’ya sıçrayan kitlesel göçler ile ABD-İngiltere’nin Orta-doğu’daki müttefikleri Suudi Arabistan’a satılan milyarlarca dolarlık silahlar arasındaki bağlantı mutlaka gözler önüne serilecektir.

Moğol İstilalarından beri ..

Suudi Arabistan finansörlüğünde geliştirildiği artık pek tartışma götürmeyen Orta-Doğu savaşları, sıradan ulusal savaşlardan farklı bir tür. Libya, Suriye,Yemen savaşları ve şimdilerde Lübnan’da yaratılmaya çalışılan savaşlar, ordular arasında yürütülen 20. YY savaşlarından farklı bir rota izliyor.Bu kanlı savaşlar bu ülkelerde belli bir dinsel gurubun silahlandırılıp, Suudi Arabistan ve Batı ülkeleri desteğinde, diğer dinsel gurupların üzerine saldırtılması biçiminde gelişiyor. İlk denemesi Libya’da yapılan Salafi-Cihadi kökenli iç savaşlar Suriye ve Yemen’de hemen hemen ayni kadrolar tarafından yürütüldü. IŞID,El Nusra, El Muhajiroun gibi aynı kaynaklardan beslenen örgütler, Orta-Doğu’da tarihte Moğol istilalarının yol açtığı türden büyük bir kitlesel göç dalgasını yaratan güçler oldular.Halk kitlelerini ölüm yada göçetme seçenekleri ile karşı karşıya bırakan Salafi istila savaşları 21. Yy değil, 6-7 . yüzyıl savaşlarından örneklerle dolu.

Mahir Tan         LondraPosta-Londra

suudi arabistan ordusu

 

 

Dakiklik Kralların Nezaketidir

DAKİKLİK KRALLARIN NEZAKETİDİR

 

Geçtiğimiz pazartesi günü (31 Ağustos 2015) Deniz Harp Okulu mezuniyet törenine katıldım. Çağdaş anlamda Türkiye’nin en eski yükseköğretim kurumu olan Deniz Harp Okulu bu sene 242.Yıl Mezunlarını verdi. Tam tamına 243 çakı gibi Deniz Teğmeni laik, demokratik Türkiye Cumhuriyetini, bölünmez bütünlüğünü ve Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimlerini koruyacaklarına söz verdiler ve kılıçlarının keskin olduğunu gururla ve inançla haykırdılar

Bu kutsal yuvanın ana görevi bilim egemen kafalı ve eleştirel akla sahip çağdaş deniz subayları ve komutanlar yetiştirmektir. Böyle olmasına rağmen mezunları arasından bugüne kadar sadrazamlar, vezirler, Cumhurbaşkanı, başbakanlar, bakanlar, bilim insanları, sanatçılar ve şairler de çıkmıştır. Ne yazık ki, son dönemde ülkemizin onur kaynağı bu eğitim ve öğretim kurumu Türkiye’ye yönelik darbe ve rejim değişikliği kapsamında arkasında emperyalizm, Cemaat ve AKP’nin ve uzantılarının olduğu kumpas operasyonlarının merkezinde oturmuştur.

Ağır gölge düşürdü

Mezuniyet töreninde her şey mükemmeldi ve dört dörtlüktü. Emeği geçenleri başta komutanları olmak üzere kutluyorum. Bir defa daha o okulun mezunu ve mensubu olmaktan onur ve gurur duydum. Yalnız bir şey törenin mükemmeliyetine ağır gölge düşürdü. Bu da törenin bir numaralı protokol konuğu Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı.

Törene tam 25 dakika geç geldi. Bu husus ancak ve ancak muz cumhuriyetlerinde ve kabile devletlerinde olur. Cumhurbaşkanı için geç kalmanın iki mazereti kabul edilebilirdi; helikopteri düşmüş olabilirdi veya kalp krizi gibi ağır bir sağlık problemi geçirebilirdi.

Deniz Harp Okulu’nun mezuniyet törenlerine Cumhurbaşkanları mutlaka katılır, bugüne kadar hep katılmıştır ama tarihinde böyle bir olay vuku bulmamıştır. Deniz Harp Okulu’nda öğrencilere yani subay adaylarına zaman disiplini öğretilir ve bu konuda disiplinsizliğe asla müsamaha edilmez. Çağdaş ve modern yaşam zaman ve zamanın yönetimi demektir. Sanayi toplumuna geçişle birlikte dakikalar önem kazanmıştır. Tarım toplumu için dakikalar değil, sabah, öğle ve akşam gibi muallak vakit ayrımları yeterlidir.

Saliseler bile önemli!

Bugün çağdaş dünya, sanayi toplumundan bilgi toplumuna geçmiştir. Artık zaman, saniye ve salise bağlamında önemlidir. Dakikalık gecikmeler bile kabul edilemez. 1 saniyelik gecikme Mars’ın yörüngesine girilememesi, 5 bin km’den atılan balistik füzenin hedefini vuramaması ve ileri teknoloji malı üreten fabrikada üretim zincirinin kopması demektir.

“Dakiklik kralların nezaketidir” der eskiler. Bir toplantıya, bir buluşmaya, bir törene zamanında gecikmeden katılmak karşı tarafa gösterilen saygının bir ifadesidir aynı zamanda. İşini zamanında yapmayan, sözünü zamanında yerine getirmeyen, randevusuna zamanında gelmeyen insana güvenilmez. Kral, cumhurbaşkanı veya amir olmak, planlanan zamana uymamak, keyfince ve sorumsuz davranmak anlamına gelmez.

Hurma yiyip bekledik!

2002 Ramazanında Londra’da görevli olarak bulunmaktaydım. Mısır Askeri Ataşesi General iftar yemeğine davet etti. Benimle beraber 5 aile iftara davet edilmiş. Tahmin edeceğiniz gibi hepsi İslam ülkelerinden. Londra’nın ağır trafiğini bildiğimden arabamla erken çıktık. Mısırlı General’in evine iki sokak kala durduk, çok erken gitmemek için biraz zaman geçirdik ve iftar saatine 15 dakika kala eşimle beraber kapıyı çaldık. Bizden önce kimse gelmemiş. İftar saati geldi çattı ama bizim İslam ülkelerinin askeri ataşelerinden gelen giden yok. General rica etti “orucumuzu hurma ile açıp, diğer misafirleri biraz daha bekleyebilir miyiz?” diye. Kabul ettim. Hurmalarımızı yedik, suyumuzu içtik hala kimse yok. 25 dakika sonra hazretlerden birisi gözüktü. 1 saat içinde bir kişi hariç, hepsi tamamlandı. Davet eşli olmasına rağmen benden başka eşini getiren olmadı. Hazretlerden biri de telefon etti, unutmuş. İftar eninde sonunda bir ibadet! Ama bunlarda ne ibadete, ne de ev sahibi ile sahibesine saygı var! İnanır mısınız, bugün ülkemiz bu zihniyet tarafından yönetilmektedir.

2015 Mezunu Kara, Deniz, Hava, Jandarma ve Sahil Güvenlik Teğmenlerine mesleki ve özel yaşamlarında başarılar diliyor, sevgiler sunuyorum. Bahtları açık olsun.

Hafta sonu Zafer Bayramı kutlamalarına katılmak üzere Almanya-Aachen’da olacağım, Türkiye ve bölgemizdeki gelişmeleri ve gündemi anlatacağım.

Saygılar sunarım.