İADD Konferansı

KONFERANS

” Kurtuluş Savaşı ve Sol Başlangıçlar-

Geçmişi Unutturulan Adam Hakkı Behiç”

 

KONUŞMACILAR

Prof.Dr.Belma Ötüş Baskett

Öğretim üyesi,yazar,araştırmacı

**

Abdullah Nihat Yılmaz

Araştırmacı yazar

**

YÖNETEN

Semra Eren-Nijhar –

Yazar, sosyolog ve belgesel yapımcısı

 

Tarih: 23 Ekim 2015, Cuma  akşamı

Saat:18:30-19:30

Arzu edenler için aperatif yiyecek ve meşrubat  servisi

(Kişi başına £8.00)

 

Saat: 19:30-21:30  KONFERANS

Yer: Kıbrıs Türk Toplum Merkezi( www.tcca.org)

Adres: 628-630 Green Lanes, London N8 0SD

Ulaşım: En yakın metro istasyonu Turnpike Lane’den

(Piccadilly Line )  8 dakika yürüme mesafesinde.

Otobüs: 67,41,29,329,141

DÜZENLEYEN: İNGİLTERE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ

Mc.Cain provokasyonlarına dikkat

 

    Yarı açık cehennem kapısı

Rusya’nın Suriye’ye yaptığı askeri destek ve fiilen Kuzey Suriye’deki cihad kamplarına başlattığı hava operasyonları ‘bir iyi, bir kötü haber’ olarak değerlendirilmeli. Haberin iyi olanı Batı ve onun adına vekaleten savaşan güçlerin önemli ölçüde dizginlenmiş olmaları. Rusya’nın hava akınları kısa dönemde Esad’a bağlı güçlerin Şam,Hama,Hums, Latakia ve muhtemelen Halep çevresinde etkinlik alanını genişletecektir. Kötü haber ise ; Rus uçaklarının esas operasyon alanı olan Türkiye sınırlarına yakın bölgelerde, bizi de içine alabilecek geniş bir provokasyonlar yelpezesinin açılmış olması. Rus hava akınlarının hemen ardından başlayan Suudi Arabistan tehditleri ve ABD Kongresinin Silahlı Kuvvetler Komisyonu Başkanı Cumhuriyetçi John Mc Cain’in açıklamaları bu tehlikeyi gündeme getirdi. Ukrayna meselesinde yaptığı provokasyonlar nedeniyle Rusya’ya girmesi yasaklanan John Mc Cain iki gün önce Fox Tv de yaptığı bir konuşmada ‘Suriye’deki muhalif güçlere Rus uçaklarını düşürmek için omuzdan atılan Uçaksavar füzeleri verilmesini’ istedi. Suriye savaşının ilk günlerinden itibaren Türkiye sınırı ve Hatay ilimizi komşu kapısı haline getiren John Mc Cain’in bu sınırda IŞID Halifesi Bağdadi ile çekilmiş resimleri ve IŞID ın Libya emirine ‘ödül verirken’ görüntüleri daha önce medyada yayınlanmıştı. Rus uçaklarını düşürmek için atılacak füzelerin sınırımıza sadece birkaç km uzaklıkta kullanılacağı ve bunların geçiş yollarının kolayca tesbit edileceği düşünüldüğünde aylar boyunca diken üstünde oturacağımız şimdiden görülüyor.

                         Rusya ‘soğuk duş’ etkisi yaptı

Rusya’nın üç gün önce başlayan hava akınları ve Doğu Akdeniz sahilinde kuracağını açıkladığı askeri üsler kuşkuya yer yok ki en önemli etkiyi Batı Ülkeleri Dışişleri statejilerinde yaptı. Rusya’nın beklenmedik bir biçimde ve uzun vadeli olarak geldiği Suriye topraklarında artık hiç birşey birkaç ay önceki değerlendirmelere bağlı olarak yürümeyecek. Batı’da Suriye’de ‘Esadsız’ bir çözüme inanan kalmadı. Buna karşılık, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Jubair Al Assad BM binasında yaptığı bir açıklamada; ‘Suriye Devlet Başkanı Bashar Esad görevi bırakmazsa, Suriye topraklarını doğrudan bombalayacaklarını’ söyledi. Yemende Şii Huthi lerin elinde bulunan yaklaşık 3 aydan beri İngiltere ve ABD den satın aldığı uçak ve bombaları kullanarak çoğunluğu sivil olmak üzere 6 bin kişi öldüren Suudi Arabistan yine Şii çoğunluklu Bahreyn’de işgal kuvveti bulunduruyor. Suudi Arabistan kaynaklı Arap gazetelerinde, ‘Rusya müdahalesinin Suriye ve Irak’ta Şii yönetimleri işbaşında tutarak İran,Irak,Yemen,Suriye ve Hizbullah zincirini ayakta tutmaya çalıştığına’yer veriliyor.

  ‘Musul’a kaçıyorlar’ 

Rusya resmi kaynakları Kuzey Suriye’de daha once ABD uçakları ve son günlerde Rus hava kuvvetleri tarafından bombalanan IŞID’ın Irak’ta Musul kenti çevresine doğru çekildiği belirtiliyor. Önümüzdeki günlerde Suriye’deki tarihi Palmyra kentine yöneltileceği belirtilen hava ve kara hücümları sonunda IŞID ın Suriye’deki en önemli üslerini kaybedeceği açıklanıyor. IŞID ın askeri gücünün büyük bölümünün yer aldığı Musul’u kurtaramak için Irak devlet güçleri ve Peşmerge kuvvetleri ile birlikte hareket edeceklerini açıklayan Rus yetkililer, bu tarihten sonra Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine doğru yeni bir ‘sığınmacı dalgası’ beklendiğine dikkat çekiyorlar.

Mahir Tan                     LondraPosta-Londra

 

Poyrazköy

       POYRAZKÖY

Geçtiğimiz Cuma, yeniden görüşülen Poyrazköy davasının karar duruşmasındaydık. Davanın 83 sanığı 6 yıl sonra beraat etti. Ama bu insanlık dışı sürece dayanamayan ve intihar eden, bir anlamda şehit edilen Deniz Yarbay Ali Tatar beraatını göremedi.

Esasında bu dava Kafes Eylem Planı, Amirallere Suikast, Gölcük Belgeleri, ÇYDD ve ÇEV iddialarının birleştirilmesi ile bir ucube haline getirilerek işin içinden çıkılamaz duruma sokulmuştu. Çünkü Poyrazköy, Ergenekon ve Balyoz gibi hukuk görünümlü operasyonel davalardı. Davanın arkasında bulunanlar; siyasi iktidardan, soruşturmayı yapan savcı ve polislere, düzmece delilleri üretenlerden yargılamayı yapan mahkemeye hatta tam sayfa flaş haberleri yapan medyasına kadar herkes az veya bu çok operasyonun içindeydi.

Yok sayılmalıydı!

Daha işin başında, bu davalar yeniyken, hukuk ve adalet beklentisi içinde olanlara bunun bir savaş olduğunu ve savaşta hukuk ve adalete yer olmadığını ve verilmesi gereken mücadelenin siyasi alanda yapılması gerektiğini yazdık ve televizyon ekranlarında anlattık. Arşivlere hala ulaşıp yazdıklarımızı yalanlamak veya teyit etmek mümkün!

Savaşta acımak olmazdı, onlar da acımadılar, günahsız ve suçsuz insanların yaşamlarını aileleri ile birlikte kararttılar. Savaşta ve kavgada kurşun ve yumruk sayılmazdı, onlar da Allah yarattı demeden saymadılar. Yapılması gereken operasyonel hale gelen bu hukukun yok sayılmasıydı. Çünkü bu iddia ve davalarla hukuk bu savaşın enstrümanı haline gelmişti. Başından itibaren görebilen için bu çok açıktı!

Askerin kafası ezilmeliydi!

Bu savaşın hedefi Türkiye Cumhuriyeti, onun kurucu ideolojisi ve bölünmez bütünlüğüydü. ABD Büyük Ortadoğu Projesi’ne (BOP) yönelik olarak ülkemizin rejimini değiştirmek ve bölünme sürecine sokmak istiyordu. Erdoğan ve AKP bu maksatla desteklenmiş ve iktidara getirilmişti. Ama başta asker olmak üzere devlet mekanizması Erdoğan ve AKP’ye güçlük çıkarıyor, BOP’un Türkiye açısından atılması gereken adımlarını engelliyordu.

Okyanus ötesinde karar verildi ve düğmeye basıldı. Askerin kafası ezilecek, itibarsızlaştırılacak, etkisizleştirilecek, AKP’nin önü açılacak ve BOP’un realizasyonuna devam edilecekti. Askeri vesayet söylemi bu işin martavalıydı!

Balistik füze bataryaları

Türkiye’ye karşı 4. Nesil Savaş uygulandı. Bu savaşta ateş ve manevra asli unsur değildi. Psikolojik harekat ve algı operasyonları ile halkın zihinleri ve kalpleri hedef alındı. “Camileri bombalayacaklardı” gibi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik itibarsızlaştırma operasyonları halkın kolektif bilinçaltına yapılan tasarlanmış saldırılardı. Bu savaşta hukuk, medya ve terörizm asli unsurdu. TESEV gibi STK’lar (Sivil Toplum Kuruluşları) bu savaşın balistik füze bataryalarıydı. Ergenekon, Balyoz ve Poyrazköy gibi davalar bu savaşın hukuk ayağıydı. Yani bu davalar Türkiye’yi bölmeye yönelik kökü dışarıda emperyalist bir girişim olan “Açılımların” önünü açmak için yapıldı.

Esas kumpas Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kurulmuştu. Yine işin başında şöyle yazmıştık ve anlatmıştık; “Askerler dahil içeri atılanlar sadece hedefe ulaşmak için araçtır. Zamanı gelidiğinde, maksat hasıl olunca ve emperyal projelerde geriye dönülemez eşik geçilince sırası ile dışarıya çıkaracaklar, beraat ettirecekler ve hatta tazminat bile ödeyecekler.” Geçtiğimiz cuma ikinci adım beraat gerçekleşti. Zamanı gelince üçüncü adım olan tazminat da ödenecek. Bunlar normal yürüyen bir hukuki süreç sonunda tecelli etmedi. Zaten hukuk olsa bu deli saçması davalar açılamaz ve bu kadar süre devam ettirilemezdi.

Resmi doğru anlamak

Türk Deniz Kuvvetleri’nin, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin gördüğü zararları kim tazmin edecek? Hele görülen zararların bir bölümünün geriye dönüşü bile yok! Bakın 1 Kasım’da seçimler var, tüm tahminler seçim sonrası için “kaos ve istikrarsızlık devam eder” diyor. Ülkemiz hızla iç ve bölgesel savaşa koşuyor. Otoriterleşme ve Ortaçağ karanlığına adım adım sürüklenme de cabası!

Beraat kararından sonra açıklanan “Unutmayacağız, affetmeyeceğiz ve barışmayacağız” söylemleri doğru ama yetmez! Biliyorsunuz kumpasın üç tarafı vardı. Esas planlayıcı BOP’un sahibi olan ABD idi. AKP ve Cemaat ise taşeronlarıydı. Şartlar değişir taşeronlardan da hesap sorulur. Ama esas sorun AKP ve Cemaat değil, siyasi ikbali için emperyalizmle işbirlikçilik yapan zihniyettir. AKP ve Cemaat ABD için vazgeçilmez de değil. ABD projelerine başka taşeronlarla da devam edebilir. Eğer büyük resmi doğru anlamazsak, ülke içinde devamlı bir hesaplaşma, rövanş, değişen taşeronlar ama kazanan ve malı götüren hep aynı yer, yani emperyalizm olur.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

Çözüm; konuşmak

         Çözüm; İnadına konuşmak

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, Londra Barosunda konuştu. Londra’da kurulu Türkçe Konuşan Avukatlar Birliği tarafından davet edilen Prof. Feyzioğlu, Londra Bar Association’daki çoğunluğu hukukçulardan oluşan izleyicilere hitaben yaptığı konuşmasında ağırlığı Türkiye’de yükselen medya üzerindeki baskı ve gazetecilere yapılan saldırılara verdi. Gazeteci Ahmet Hakan’a yapılan saldırıyı ‘Acımasız ve Kalleşçe’ olarak nitelendiren TBB Başkanı Feyzioğlu; ‘Bu saldırılar toplumu sindirmek ve sessizleştirmek için planlanmış Faşist baskılardır. Biz bunları daha önce de gördük. Bunun panzehiri inadına konuşmaktır’ dedi.

İfade özgürlüğünün, diğer Anayasal özgürlükler içinde ‘Temel Özgürlük’ olduğunu vurgulayan Feyzioğlu; ‘İfade özgürlüğü yoksa,savunma özgürlüğü de yok demektir. Kısaca toplum Faşist bir yönetime karşı savunmasız kalıyor demektir’ diyerek Hürriyet gazetesi ve sahibi Aydın Doğan’a karşı yapılan saldırıları da protesto etti. 92 Bin Avukatı Temsil eden Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, son dönemde artan baskıların kaynağını açıklarken ; ‘Bir dönemde karanlık işlere adı karışan bir şarkıcı, ‘Ben yapmam ama yeğenlerim ne yapar bilemem’ diyerek kendisine yönelen suçlamalardan sıyrılmaya çalışıyordu. Şimdi de bazı yöneticiler ‘ben yapmam ama seçmen ne yaptı bilemem’ yollu mesajlarla toplumu susturmaya ve gözdağı vermeye çalışıyorlar’ dedi.

    Bu kez ‘kısa’ konuştu

Türkiye’de Adli Yıl açılış töreninde ‘uzun konuştuğu’ için Cumhurbaşkanı ve Başbakan tarafından eleştirilen Metin Feyzioğlu, Londra barosunda ‘kısa’ bir konuşma yaptı. Konuşmasını 20 dakika ile sınırlandıran Feyzioğlu, sorulara verdiği cevaplarda ise net ve ağır eleştiriler yaptı. Türkiye’nin Cumhuriyet tarihinde yaşadığı en tehlikeli virajlardan birinden geçtiğini vurgulayan TBB Başkanı, topluma yapılan baskıların ‘faşist’ karakterde olduğuna dikkat çekti. Hukuk Dışı baskıların çeteler ve toplumun bir kesimini diğer kesimler üzerine saldırtmak biçiminde sürdürüldüğüne işaret eden konuşmacı, ‘söz ve basın özgürlüğünün ancak cesaretli ve örgütlü mücadele’ ile savunulabileceğini vurguladı. GüneyDoğu’da devam eden çatışmalarla ilgili bir soruya cevap verirken yükselen şehit sayısı ve sivil kayıplarının bir terör örgütü olan PKK ya son üç yıl içinde tavizler veren ve onun bölgede güç toplamasına seyirci kalan yönetimin neden olduğunu söyleyen Feyzioğlu; ‘Terör örgütü PKK’ya romantik bir süs vermeye çalışılmasına şiddetle karşıyım. Ancak onunla arasına sınır çekerse HDP nin mecliste ve siyasette yer almasını savunuyorum’ dedi.

  Ayni etkiler aynı sonucu verir

İzleyicilerden gelen sorulara cevap verirken, bir siyasi partiye mensup olduğunu belirten Metin Feyzioğlu, ‘Ancak iktidar kadar mensup olduğum parti yöneticileri ve bazı taraftarları da bana saldırıyorlar. Bu da doğru yolda olduğumu gösteriyor’ Muhalefet partilerinin seçimde topluma etkili bir yönetim kuracak ‘kadroların’ bir araya getirildiği bir liste ile çıkmaları gerektiğine dikkat çeken TBB başkanı, ‘bu olmadığı takdirde yeni seçimlerde de temel bir değişiklik olmayacaktır. İktidarın 1 kasım seçimlerinde TBMM de çoğunluğu sağlamak için 18 milletvekiline ihtiyacı olduğunu söyleyen Feyzioğlu’onlar bunu kozmetik aday değişikliği, baskı ve para ile sağlamaya çalışıyorlar’ dedi. Ankara Barosu Başkanı Hakan Canduran ve Baro yetkilileri ile birlikte Londra Konferansına gelen Metin Feyzioğlu, Medya’da basın emekçilerinin sendikal özgürlüklerine sahip olmaları gerektiğine dikkat çekerek, ‘bunun Medya’nın patronların borazanı haline gelmelerini önleyeceğini’ söyledi. Geçmişte baskıları savunan ve iktidarlardan yana çıkan bazı yapılaşmalara konuşmasında yer veren Feyzioğlu, ‘şimdi ‘paralel yapı’ denilen bir gruba mensup gazeteciler kendilerine dönen baskılardan yakınıyorlar. Ancak ayni kişiler 2 yıl önce aynı iktidarının savunuculuğunu yaptılar başkaları baskı görürken’ dedi. ‘Paralel Yapı’ ifadesine karşı çıkan Feyzioğlu,’onun aslında ‘Sarmal Yapı’ olarak adlandırılması gerekir. Zira herşeyi iktidar ile sarmaş dolaş bir biçimde yaptılar’ dedi.

Mahir Tan                   LondraPosta-Londra

 

Muavenet

                         MUAVENET

Muavenet’in 2 Ekim 1992’de Display Determination-92 (Kararlılık Gösterisi-92) adlı NATO tatbikatı sırasında Ege’de ABD uçak gemisi Saratoga’nın ateşlediği 2 adet Sea Sparrow hava savunma füzesiyle vurulmasının üzerinden tam olarak 23 yıl geçti.

Füzeler geminin kalbi sayılabilecek köprüüstü ve SHM (Savaş Harekat Merkezi) gibi yerlerin yakınına isabet etti. Füzelerin isabeti sonucunda geminin komutanı Deniz Kurmay Yarbay Kudret Güngör dahil olmak üzere 5 şehit ve 22 yaralı verdik. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Lawrence Ealeburger haberi Washinton Büyükelçimiz Nüzhet Kandemir’e “geminizi batırdık özür dileriz” diye iletti.

Olay gece yarısı yeşil periyot olarak adlandırılan tatbikat dışı bölümünde meydana geldi. Saratoga ve Muavenet Ege’de Saroz Körfezi yaklaşma sularındaydılar. Bildiğiniz gibi Ege’nin her iki tarafı NATO müttefikleriyle (Türkiye ve Yunanistan) çevrilidir. Ayrıca civarda tatbikatı veya ABD gemilerini yakından izleyen Rus ve Çin harp gemileri mevcut değildi. Bunun anlamı Saratoga dahil ABD harp gemilerinin yüksek hazırlık durumunda veya tetikte olmasını gerektiren herhangi bir durum yoktu.

Kasten vurdular

Sea Sparrow satıhtan havaya atılan, 19 km. menzile sahip, 231 kg ağırlığında, 3,6 metre boyunda ve yaklaşık 170 bin ABD doları maliyete sahip yarı aktif radar güdümlü bir füzedir. Sea Sparrow bir hava savunma füzesi olmasına rağmen satıhtan satıha yani suüstü hedeflerine de atılabilme özelliğine sahiptir.

Sea Sparrow füzesi atabilmek tek bir kişinin tabancayı eline alıp ateşlemesi gibi kolay bir şey değildir. Yine bu füzenin fırlatılabilmesi SHM’de vardiya tutan bir subayın kolunu ateşleme düğmesine yanlışlıkla çarpması açıklaması ile de izah edilemez. Füzenin kazaen ateşlenebilmesinin önüne geçebilmek için sistem çok sayıda emniyet tedbirini içermektedir. Füzeyi başarı ile ateşleyebilmek için 6 aşamadan geçilmesi ve gemi komutanın onayının alınması gereklidir. Ayrıca füze at ve unut (fire and forget) türü bir güdümlü mermi değildir. Füze ateşlendikten sonra hedefini vurabilmesi için bilgiye ihtiyacı vardır. Bu nedenle atan geminin hedef gemisini (Muavenet) radarla aydınlatması gereklidir.

Sonuç olarak olayın kaza olmasının imkan ve ihtimali yoktur. Kaza olma şansı bir milyonda bir dahi değildir.  ABD, en yetkili ağızlarından bu olayın bir kaza olduğunu açıkladı. Ama bize göre  Muavenet kasten, isteyerek, bilerek ve planlanarak vuruldu. O zaman aklınıza şu soru geliyor; ABD niçin bunu yapsın?

Mesaj verdi

ABD bu olay ile Türkiye’ye mesaj vermek istedi. Birincisi stratejik olanı; “ soğuk savaş dönemi sonrası liderliğimde yenidünya düzeni kurulmaktadır. Farklı yol arama kıpırdanmalarının farkındayım. Kayıtsız ve şartsız izlemen gereken yol benim gösterdiğimdir.” İkincisi ise güncel bir sorunla ilgiliydi ama sonuçları itibarıyla bu da stratejikti. “Çekiç gücün Türkiye’deki varlığı ve yapacağı görevler benim için hayati öneme haizdir. Engellenmesi kabul edilemez.“

ABD Muavenet’i vurarak yakıcı ve yıkıcı gücünün küçük bir örneğini vermişti. Sonrasında da Muavenet’e karşılık 8 Knox sınıfı firkateyni Türkiye’ye çok ucuza vererek havucu da göstermişti.

ABD, kurguladığı yenidünya düzeni içinde Ortadoğu’yu yeniden şekillendirecekti. Bunun için Türkiye’yi kaybetmemek ve iliklerine kadar kullanmak yaşamsal öneme haizdi. Bölgede ikinci bir İsrail olması planlanan kukla Kürt Devleti’nin oluşumu için “Çekiç güç“ çok önemliydi. Temmuz 1991’de göreve başlayan İncirlik ve Pirinçlik’te konuşlanmış 77 uçak ve helikopter ile Amerikan, İngiliz, Fransız 1862 kişiden oluşan “Çekiç güç“ün Türkiye’den çıkarılması asla ve asla kabul edilemezdi.

Mesaj anlaşılmadı

Görünürdeki amacı Saddam Hüseyin’in olası saldırılarına karşı Irak’ın kuzeyinde bulunan Kürtleri korumak olan ama esas amacı Irak’ı bölmek ve bölgede Kürt Devleti kurmak olan “Çekiç güç“ün görev süresi TBMM’de uzun ve sert tartışmalardan sonra 24 Aralık 1992’de 6 ay uzatıldı. Bu uzatmalar 2003’e kadar devam etti.

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Türkiye, Muavenet ile verilmek istenen mesajı anlayamamıştı. Ama ABD’nin ülkemiz ve bölgemiz için planları vardı. Anlamamakta direnince1995’de “Türk Generalleri hizadan çıktı” dediler. Irak’a müdahelede yer almak istemeyen Ecevit’i tasfiye etmek için Kara Çarşamba olarak bilinen 2001 Türkiye Ekonomik Krizini manipüle ettiler ve Erdoğan liderliğinde AKP’yi iktidara getirdiler. Erdoğan’a zorluk çıkaran TSK’yı itibarsızlaştırmak için 4 Temmuz 2003’de Türk Askeri’nin kafasına çuval geçirdiler. Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlarla projelerinde görevlendirdikleri AKP’nin önünü açtılar. Ve günümüze kadar geldik!

Bugün İzmir-Konak İlk Kurşun anıtında saat 12:00’de Muavenet Şehitlerimizin anılacağı bir etkinlik yapılacaktır. Şehitlerimize rahmet diliyorum.

Saygılar sunarım

TÜRKER ERTÜRK

Akabe

             AKABE

Şeytan taşlama, İslam inancına göre Hac ibadetinin bir parçası olarak yapılan bir törendir. Kimilerine göre şeytan Allah’a başkaldırdığı için, kimilerine göre ise kötülüklerden kurtulmak için taşlanmaktadır.

Şeytan gerçekte simgeseldir. Müslümanlar her yıl Hac sırasında Mekke ile Mina arasında bulunan taştan sütun Camrat al AKABE’yi taşlarken Hazreti İbrahim’den kalma bir dinsel ritüeli yerine getirmektedirler. Bazı kaynaklar bu ritüelin Hz. İbrahim öncesine kadar uzandığını söyler. Burada anlatılmak istenen Müslümanların omuz omuza vererek şeytanı yani onun kimliğinde kötülüklere, haksızlıklara, zulme ve zorbalığa karşı mücadele etmelerinin gereğidir.

İslam dünyasının durumu ortada! Şeytan taşlamak için binlerce kilometre uzağa gitmeye ne lüzum var, şeytan içlerinde. Bakın Türkiye’ye! Ülkemiz hızla felakete, iç savaşa ve Ortaçağ karanlığına sürükleniyor. Bunun sorumlusu iktidarda. AKEPE’yi taşlamak ve onu iktidardan düşürmek varken Mina yakınlarında AKABE’ye gitmeye ne gerek var. Şimdi niçin AKEPE denmesinden hoşlanmadıklarını anladınız mı?

Allah sevdiğini yanına alır

Geçtiğimiz günlerde Hac ibadeti içinde yapılan “şeytan taşlama” sırasında yaşanan izdihamda 769 kişi öldü, 934 kişi yaralandı. Adeta şaka gibi! Çağdaş dünyanın anlayabileceği bir şey olmayan bu faciadan sonra Suudi yetkilerinin açıklamaları daha da komik! Demek istiyorlar ki; “Bu bir kader, mukadderat ve yaşananlar normal”. Cumhurbaşkanı Erdoğan hemen “Hacda bir ihmal olduğuna inanmıyorum” diyerek Suudi yetkililere sahip çıktı. Sanırım aldığı hediyelerin ve desteğin karşılığını ödemeye çalışıyor. Ama arkasından Kral, Erdoğan’ı yalanlarcasına ilgilileri görevden aldı.

İslam dünyasının yaşadığı bu Hac felaketi daha doğru bir ifadeyle Suudi katliamı ne ilkti, ne de son olacak. Son 15 yıla bir göz atalım. Yıl 1990, yaya tünelindeki izdihamda 1462 hacı ezilerek öldü. Yıl 1994 “şeytan taşlama” sırasındaki izdihamda 270 hacı ezilerek yaşamını kaybetti. Yıl 1997, Mina’da hacı adaylarının kaldığı çadırlardaki yangında 343 kişi yanarak can verdi. Yıl 1998, “şeytan taşlama” sırasında yine izdiham ve 119 hacı öldü. Yıl 2001, “şeytan taşlama” sırasında 35 kişi ezilerek öldü. Yıl 2003, “şeytan taşlama” sırasında 13 hacı öldü. Yıl 2004, “şeytan taşlama” sırasında 244 hacı ezilerek yaşamını kaybetti. Yıl 2006, “şeytan taşlama” sırasında çıkan izdihamda 364 kişi öldü. Yıl 2015, çıkan izdihamda 769 kişi öldü. Bu bir kader mi, tedbirsizlik ve eşeklik mi? Yoksa bunlar için “Allah sevdiğini yanına alır, daha fazla sevdiğini de kutsal topraklarda” diye mi, avunacağız ve avutacağız!

Akıl ve bilim kapı dışarı

AKP’li Mehmet Ali Şahin; ”Bize versinler, Türkiye Allah’ın izniyle oradaki organizasyonu kimsenin burnu kanamadan hac vazifesini yaptırır ” demiş. Sn. Şahin’e sormak lazım, hangi Türkiye? Sizin temsil ettiğiniz dünya görüşü ile çağdışı Suudi yönetiminin dünya görüşü arasında ne kadar fark var?

Bakın, sorun kaderci kafa yapısında. Niçin tabi afetler, maden ve trafik kazaları ve izdiham gibi olaylar İslam dünyasını daha çok vuruyor ve yüksek sayıda can kayıpları oluyor? Bu bir tesadüf olabilir mi? Kurban Bayramı dolayısıyla 4 günlük sürede trafik kazalarında 137 can verdik. Ama aynı kazalar ve can kayıpları örneğin Avrupa’da olmuyor, niçin? Sorun İslam dünyasında. Akıl ve bilim kapı dışarı edilmiş, müspet bilginin değeri yok!

Vaha

Yukarıda hac ibadeti sırasında meydana gelen kazalarda yaşamını kaybedenlerin son 15 yıllık dökümünü verdik. Görülen o ki, burada bir sorun var ve çözülmesi gerekiyor. Sorunu öteleyerek, belirtilerini yok sayarak, hasıraltı ederek, kadere bağlayarak, suçlu arayarak ve görevden alarak çözemezsiniz. Burada sorun çözme yeteneğine ihtiyaç var. Sorun çözme yeteneğinin olmazsa olmazı veya gerek şartı nedir biliyor musunuz? Sorgulayıcı akla sahip olmak ve bilim egemen kafalı olmak. İkisi de İslam dünyasında genel olarak yok ve sonuç ortada. Ama bazı vahalar var. En büyük vaha Türkiye! Nedeni ise Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimleri!

Son 13 yıldır AKP iktidarları ile Türkiye her gün çölleşmeye doğru gidiyor, sorgulayıcı akla sahip ve bilim egemen kafalı toplum yaratılma projesinden vazgeçiliyor. Bunun anlamı, toplumun sorun çözme yeteneği tamamen yok ediliyor.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

 

 

 

 

 

 

Ece Clarke Paris Sergisi

       Simyacı’nın Paris Sergisi

İngiltere’de yaşayan Türk sanatçı Ece Clarke, geçen yıl olduğu gibi yine Paris’in sanat merkezlerinden Beaubourg sergisinde.Geçen yıl 24Beaubourg galerisinde ‘Transformasyon’ adlı sergisini gerçekleştiren Ece Clarke’ın 16 Ekim-7 Kasım tarihleri arasında açık kalacak olan yeni sunumu ‘Alchimie’ Simya adını taşıyor. Üçü Pariste olmak üzere 9 solo sergi açan Clarke, 2015 in ‘Simya’ sergisi ile Batı Avrupa’da Türk Modern resminin en önemli temsilcileri arasında yer alıyor.

              Altın ve Silindirler

Simya,yüzlerce yıl boyunca geçmişin ‘naif’ bilim adamlarını peşinde sürüklemiş bir bilim dalı. Madenlerden ve doğadan altın elde etme sanatı kısaca. Altını salt bir madde olarak düşünürseniz, bu işi gerçekleştiren yok. Ancak altın değerinde sonuçlara ulaşabilirsiniz çapınız izin verirse. Bunu yapanlar var ve onlar aramızda . Ece Clarke, tam olarak ‘onlardan’ biri.

Simya sergisinde Paris’in izleyeceği Ece Clarke silindirleri, kağıt, bitki, doğal atıklar ve benzeri malzemelerin kimyasal süreçlerin etisiyle yeniden yoğrulması ile ortaya çıkmış. Ece Clarke’ın resimleri size bu işi yapanın ancak usta bir simyacı olması gerektiğini anlatıyor. Ece Clarke ‘Silindirleri’ ise sanatçının geçtiğimiz yıl açtığı ‘transformasyon’ sergisi ile açık bir bütünlük içeriyor; Süreklilik,Değişim, gelişme. Bunun nerede başlayıp nerede bittiğini bilmek zorunda değilsiniz. Sanatçımız sadece var olanı vurguluyor. Ya da Paul Klee’nin deyişiyle; ‘Sanat, görüneni yeniden üretmez, onu görünür hale getirir’

Mahir Tan         LondraPosta-Londra

 

Topaç

                         TOPAÇ

Gazeteci Aslı Aydıntaşbaş sosyal medyada AKP iktidarına gönderme yaparak: “Yanılmışız. İslamcılar demokrat olmuyormuş…” mesajını paylaşmış ve bunun üzerine tartışma başlamış. İzninizle ben de bu yazımda bu tartışmaya katkıda bulunmak istiyorum.

İslamcıların veya diğer bir deyişle “Siyasal İslam”ın bir ülkeye demokrasi ve özgürlükler adına bir şey getiremeyeceğini anlamak için çok zeki olmaya gerek yok. Biraz mürekkep yalamış, aklı ve vicdanı özgür birisinin İslamcıların bir ülkeye kan, kin, bölünme ve gözyaşından başka bir şey getiremeyeceğini kavraması için normal bir zeka seviyesinde olması yeter.

Müslüman Demokratlar

“Siyasal İslam” demokrasi prensiplerine, bireyselliğe, kişi özgürlüklerine ve hür akla karşıdır. Nihai amaç devletin ve toplumun dini esaslara göre yapılandırılmasıdır. ”Siyasal İslam”a göre din, gerek iktidara gelmek, gerekse geldikten sonra muhalifleri yok etmek ve toplumu yönetmek için bir araçtır. “Siyasal İslam” düşünmeme ve düşündürmeme disiplinidir. “Siyasal İslam”ın egemen olduğu yerlerde camilerin çok sayıda yapılmasının ve din eğitiminin yaygınlaştırılmasının nedeni yeni ibadet alanları yaratmak ve halka dinini öğretmek değil, egemenlik alanını genişletmek ve sonsuza kadar sürdürmek içindir.

Avrupa’da bulunan “Hristiyan Demokratlara” referans yaparak aynı şeyin Müslüman Demokratları da olabileceğini söylemek, tarih bilmemek, Avrupa’nın geçirdiği evreleri ve kanlı süreci yok saymak ve “Siyasal İslam’ın iktidarına yol açmak demektir. AKP bu yol açışın hikayesidir.

Jorg Haider

Demokrasi kültürünün zerresine bile sahip olmayan, demokrasiyi istediği durakta inebileceği bir tramvay olarak görebilen, demokrasinin olmazsa olmazı olan laiklikle barışık olmayan ve Cumhuriyetimizin ilkeleri ile Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerine düşmanca bakan kadroların demokrasi ve özgürlükler adına bir şeyler yapacağına nasıl inanırsınız?

Nazi dönemini öven, aşırı sağcı ve faşist söylemleri olan Avusturyalı siyasetçi Jorg Haider 1999’da yüzde 27 ile ikinci parti olup iktidar ortağı olması söz konusu olduğunda bütün Avrupa kıyameti kopardı ve “demokrasi”ye şans tanımadı. Bıraksalar daha sonra birinci parti de çıkabilirdi. Ama demokrasi demek sandık demek değildi. Demokrasi kendisini korumalıydı ve karşıtlarının tramvayı olmasına müsaade edilemezdi. Babası da Nazi olan Haider’in sicili bozuktu! Avusturya ve Avrupa demokrasisi için tehlikeliydi ve ne oranda oy aldığının hiç önemi yoktu. Evet, Haider engellendi ve hatta 2008’de bir trafik kazasında yaşamını kaybetti. Yoksa derin devlet öldürdü mü?

Fırdöndülüğün nedeni

İslamcıların egemen olduğu AKP’nin ülkemizi halen yaşadığımız günlere getireceğini anlamak onlar için çok kolay olmasına rağmen kişisel çıkarları uğruna AKP’ye destek verdiler. ABD’den yana olmak kazanmak demekti! AKP bir ABD projesi olduğuna göre AKP desteklenmeliydi. Ama köprülerin altından çok sular geçti. Şimdi “yanıldık” diye günah çıkarıyorlar. Çünkü ABD’deki niyet değişikliğini, Erdoğan ile devam etmek istemediklerini anladılar ve taraf değiştirip yine kazanmak istiyorlar.

İlkeler ve değerler olmadan sadece akıl ve bilgi, insanı daima çıkarlarını maksimize etmeye yönlendirir. Sürekli taraf değişikliğinin ve fırdöndülüğün nedeni budur.

Küçükken topaç çevirirdik. Topacın dönüş yönü ona sardığımız kaytanın yönüne göre değişirdi. Bazen sağa, bazen sola! Bugün ülkemizde aydın diye ortada gezen, yazı yazan ve televizyon ekranlarında boy gösterenlerin çok büyük bir bölümü topaç gibi maşallah. Dönüş yönlerine sahipleri karar veriyor. Hatta cin gibi olduklarından kaytan sarmaya bile gerek yok. Durumu anlıyor ve dönüş yönlerini değiştiriyorlar.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Lezbiyen

LEZBİYEN

Girit ve Eğriboz’dan sonra Ege’nin en büyük adasıdır. Diğer Ege adalarının aksine yeşil, suyu bol ve ormanlık olması nedeniyle “Zümrüt ada” yakıştırması yapılır. Yunanistan’dan çok Türkiye’nin Ayvalık ilçesine yakın olan bu adanın adı bizim için Midilli, Yunanlı için Lesvos veya Lesbos’tur. En meşhur Uzo markaları olan Barbayani ve Polimari bu ada orjinlidir. Ünlü Yunanlı eşcinsel kadın şair Sappho’ya atfen, Levoslu anlamına gelen lezbiyen sözcüğü 1800’lü yıllardan beri kadın eşcinsel anlamında kullanılır olmuştur. Yani adanın Yunanca adı kadın eşcinselliğine isim babalığı yapmaktadır.

Midilli 1462’de Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına katılmış ve Barbaros Hayrettin Paşa 1467’de bu adada doğmuştur. Tam olarak 451 yıl Türk egemenliğinde kalan Midilli’yi Balkan Savaşı sırasında donanmamızın olmaması nedeniyle Yunanistan’a kaptırdık ve 30 Mayıs 1913’de yapılan Londra Antlaşması ile Yunanistan’a bırakmak zorunda kaldık.1922’de yapılan mübadele ile Midilli’de bulanan Türk nüfusu Anadolu’da bulunan Rumlar ile yer değiştirdi. Evet, bugün bu adanın resmi adı Lesvos’tur ama biz Türkler için Midilli’dir ve sonsuza kadar öyle kalmalıdır. Midilli demekten ve yazmaktan vazgeçmek 451 yılı es geçmek, tarihinle olan bağını yok saymak ve bunu gelecek kuşaklarına intikal ettirememek demektir. Sadece Midilli mi? Çeşme’nin karşısında bulunan Sakız adasıdır, Hios değil. Dilek yarımadasının karşısında bulunan Sisam’dır, Samoz değil. Bir diğeri Sömbeki’dir, Simi değil. Tüm Ege adalarının Türkçe isimleri var. Sadece Ege’de de değil! Batı Trakya’da Dedeağaç var, Aleksandrapolis değil! Gümülcine var, Komotini değil! Sadece Yunanistan’da da değil. Makedonya’da Üsküp var, Skopje değil. Kalkandelen var, Tetova değil. Geçtiğimiz günlerde yazdığım bir yazıda İstanköy adasına basınımızın Kos demesini eleştirmiş hatta bunun bilgisizlik veya duyarsızlık olduğu yolunda suçlama da yapmıştım. Bu konuda tahmin edemeyeceğiniz kadar olumlu tepki aldım. Anlayacağınız, sorun halkta değil! Bana gelen mektuplardan bir tanesini görüşlerinize sunuyorum; “Saygıdeğer Komutanım, İlk Kurşun’da yayınlanan 12 Eylül 2015 tarihli yazınızı, babası İstanköylü olan bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ilgiyle okudum. Aşağıda, Sözcü Gazetesi’nden Sayın Rahmi Turan’a 2 Temmuz 2015 tarihli yazısından dolayı gönderdiğim elektronik postayı bulabilirsiniz. Son olarak, siyasi mücadelenizi takip eden binlerce, on binlerce Türk evladından biri olduğumu bilmenizi isterim. Lütfen vazgeçmeyiniz. Saygılarımla, Ahmet Hacıkara” “Sayın Turan, Her şeyden önce satırlarımın eleştiri ve sitem içerecek olmasından dolayı özür dilerim. Gazetenizi ve köşe yazılarınızı yıllardır okumaktayım. Uzun lafın kısası, sizi, gazetenizi ve emeği geçen herkesi çok seviyorum ve düzenli olarak takip ediyorum. “Kos Adası ve Sözcü Gazetesi” başlıklı yazınızın, babası İstanköy Adası’nda doğmuş ve büyümüş, Türkiye’de Öğretmen Okulu’nu bitirmiş ve sonrasında döndüğü adada askere çağrılınca, Yunanistan Ordusu’nda askerlik yapmamak için Meriç Nehri’ni yüzerek Türkiye’ye geçmiş bir babanın oğlu olarak beni çok üzdüğünü belirtmek isterim. Bu adaya arkadaşlarınızla birlikte gidip tatil yapmanızdan daha doğal ve güzel bir şey tabii ki olamaz. Beş defa gittiğim ve hala akrabalarımın bulunduğu bu adayı çok severim ama sizin gibi kıymetli bir yazarımızın Kos demesi beni şaşırttı ve üzdü. Babam yazınızı okudu mu bilmiyorum ama okuduysa çok üzülmüştür. Sayın Türker Ertürk’ün İlk Kurşun internet sitesinde yayınlanan yazısını okuduktan sonra bu satırları yazmaya karar verdim. Kendisi çok güzel açıklamış her şeyi.

http://www.ilk-kursun.com/haber/238152/turker-erturk-aylanin-katili-kim/ Saygılarımla, Ahmet Hacıkara”

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

‘Kızıl ve Mavi neoliberaller’ elele

               “Jeremy’i öldürün’ kampanyası sürüyor

               “Kızıllar ve Maviler” elele

             İngiltere’de Suriye için kritik oylama

 

Önümüzdeki günlerde, İngiltere Parlamentosunda, İngiliz Hava kuvvetlerinin Suriye’de bombalama uçuşlarına katılıp katılmayacağı oylanacak. Geçtiğimiz yıl Hava Kuvvetlerinin uçuşlarını Irak ile sınırlandıran İngiltere Parlamentosu milletvekilleri,7 Mayıs seçimleri ile güç kazanan Muhafazakar Hükümetin çağrı yapması halinde Suriye’yi de hedefler arasına alma konusunda oy kullanacak.

İşçi Partisi’nin yeni lideri Jeremy Corbyn- Medya’da kendisine karşı yürütülen siyasi linç kampanyasına karşın- Suriye’de Hava Bombardmanlarına karşı olduğunu açıklamıştı. Ancak, şimdilerde halkın ezici çoğunluğunun karşı olduğu 2003 Irak savaşını başlatan ve yürüten İşçi Partisi’nin liderliğinde oturan Corbyn zor günler yaşıyor. Seçildikten sonra kurduğu gölge kabinede, İngiltere’de halkın ‘ savaş suçlusu’ olarak tanıdığı ve henüz hakkında açılan soruşturma sonuçları açıklanmayan Tony Blair kabinesinden bakanlara ve çok sayıda bürokrata görev vermek zorunda kalan Jermy Corbyn, oylamada Partisini tek bir blok olarak tutmaya çalışıyor. İşçi Partisi içinde ‘Kızıl Neoliberaller’ olarak bilinen Tony Blair ve Gordon Brown taraftarı milletvekillerinin, ‘Mavi Neoliberaller’ Muhafazakar Parti ile birlikte oy vermeyi planladıkları bildiriliyor.

Corbyn, Örgüt Başkanlığından ayrıldı

34 Yıldan beri İngiltere Parlamentosunda milletvekili olan Jeremy Corbyn, kitlesel planda gerçek ününü 2001 yılında kurucuları arasında yer aldığı ‘Stop the War Coalition’ ile yaptı. Geçtiğimiz 14 yıl içinde İngiltere’de yüzlerce savaş karşıtı gösteri ve protesto yürüten Stop The War Coalition’un son dört yıldan beri başkanı Jeremy Corbyn oldu. 19 Eylül günü yapılan Stop The War Coalition yıllık kongresine ‘katılmayan’ Jeremy Corbyn, kongreye yazdığı duygusal mektupta ‘aynı düşünceleri paylaşmaya devam ettiğini’,ancak örgüt başkanlığından ayrıldığını bildirdi. 2014 Yılı sonunda Suriye’de Esad Hükümetinin kimyasal silah kullandığı iddiasıyla Meclise getirilen ‘Suriyeyi Bombalama’ oylamasında Cameron Hükümetini azınlığa düşürerek ‘’red’ kararı aldıran politikacıların başında gelen Corbyn’in bu kez aynı başarıyı yakalayıp yakalayamayacağı tartışılıyor. İşçi Partisinden ‘Blair’ci neoliberallerinin evet oyuna karşılık, Muhafazakar Parti’de de İngiltere’nin Suriye olaylarına karışmasına ve Suudi Arabistan ile örtülü ilişkilerine karşı çıkan önemli sayıda milletvekili olduğu biliniyor.

           ‘Londra’ kararları Washinton’u da etkiliyor.

2014 yılı sonunda Şam yakınlarındaki Guta kasabasında yaşanan Kimyasal silah olayında, Esad Hükümeti’nin suçlanması üzerine İngiltere’de Medya üzerinden yürütülen ‘Red Flag’ provokasyonu, başarısızlıkla sonuçlanmış ve İngiltere Parlamentosu Suriye ile savaşa ‘hayır’ demişti. ‘Savaşa hayır’ kampanyasının lideri olan Jeremy Corbyn’in İşçi Partili ve Muhafazakar oyları birleştirerek ürettiği bu karar, ABD kamuyounda da büyük bir etki yaratmış ve ABD Kongreleri Başkan’ın aldığı savaş kararını uygulamaya izin vermemişti. İngiltere için benzer bir kararın iki sene sonra uygulamaya konması anlamına gelen Başbakan Cameron’un ‘İngiliz hava Kuvvetlerinin Suriye’de bombalamaya katılması’oylamasının sonucu bu nedenle önem taşıyor. İktidardaki Muhafazakar partisi ve Suriye olaylarında destek veren İşçi Partili ‘Kızıl Neoliberal’ milletvekillerinin kontrolündeki medya’nın yürüttüğü ‘Jeremy’e Linç’ kampanyasının en son ulaştığı nokta ise, parlamento da yapılacak Suriye bombalamaları oylamasını şimdiden şaibe altına koydu. Son günlerde ‘Guardian’ gazetesininde dahil olduğu anti-Corbyn medya ; ‘İstihbarat ve Askeri Güvenlik yetkililerinin ‘askeri sır’ niteliğindeki bilgileri Jeremy Corbyn’e vermek istemediklerini bu nedenle Parlamentoya sunulmayabileceğini’ yazdılar. Kısaca 2003 yılında Irak savaşı için,Tony Blair tarafından yapılan Parlamento’yu yönlendirme programı bu kez, Suriye savaşı için Kızıl-Mavi neoliberaller tarafından ortaklaşa olarak sahneye konuyor.

Mahir Tan                     LondraPosta-Londra