Japon kale maç

JAPON KALE MAÇ

Geçtiğimiz ay Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen yazar Bahri Şenkal, CHP’lilerden, solculardan ve Kemalistlerden özür dilemiş. Şenkal yazısının başlangıç bölümünde;

“Sevgili CHP’li, solcu ve Kemalistler!..

Sizlerden şahsım adına özür diliyorum!..

Sizlerden samimi dindar ve muhafazakar insanlarımız adına özür diliyorum!..

Milletimiz adına özür diliyorum.!..

Cumhuriyet adına özür diliyorum!..

Demokrasi ve laiklik adına özür diliyorum!..

İnsanlık ve insan hakları adına özür diliyorum!..

Hak, hukuk, adalet adına özür diliyorum!..

Özgürlük adına özür diliyorum!..

Özür diliyorum, zira biz sizleri anlayamamışız!..

Sizler bizlere, ‘Gerici, yobaz, bağnaz, geri kafalı’derken anlatmak istediğiniz şeyler varmış ama bizler anlayamıyormuşuz!..

Bizlere ”dinci” derken anlatmak istediğiniz şeyler varmış ama, biz önyargılarımızdan dolayı anlayamıyormuşuz!..” diyor.

Samimi mi?

Gerçekten güzel yazılan, duygulara hitap eden, kavganın bitirilmesini talep eden ve toplumsal barışın önünü açmaya çalışan bir elin uzatıldığı hissiyatını veren bir yazı. Tek bir sorun var! Bu sözler samimi mi?

Gülen Cemaati, herhangi bir dini cemaat değil. 1960’ların sonunda İzmir’de ortaya çıktı, zaman içinde çok büyüdü ve başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde de faaliyet gösteren bir harekete döndü. Cemaatin halen Türkiye’de; yüzlerce okulu, televizyon ve radyo kanalları, gazeteleri, kontrol ettiği sivil toplum kuruluşları, bankası, Türkiye Sanayici ve İşadamları Konfederasyonu (TUSKON) var. Mart 1999’dan beri ABD’nin Pensilvanya eyaletindeki Saylorsburg kasabasında yaşayan Gülen’in başta Amerika olmak üzere güçlü bir yurtdışı örgütü de var.

Fettullah Gülen’in dünya görüşü Siyasi İslam. Yani; Türkiye Cumhuriyeti’ni İslami esaslara göre yapılandırmak istiyorlar. Bu konuda inançlılar, samimiler, uzun soluklu bir mücadele sürdürdüler ve sürdürüyorlar. Hedeflerine ulaşmak için her yolu mubah gördüler, herkesle işbirliği yaptılar ve yapmaya devam ediyorlar.

Humeyni gibi!

Gülen hareketi, normal yollarla ve siyaseten iktidara gelemeyeceğini bildiğinden, iktidarlarla işbirliği yaparak onların gücünü kullanmayı, sahip oldukları eğitim kurumlarıyla militan yetiştirip, onları özellikle yargıda, emniyette ve askeriyede yerleştirerek devleti ele geçirmeyi planlamışlar.

Bu gerçekleri bildiğimize göre; Gülen hareketini dini bir cemaat olarak niteleyebilir misiniz? Gülen hareketi, dört dörtlük bir karşı devrim örgütüdür. Devleti ele geçirmeyi, darbe yapmayı, Gülen’i Hümeyni örneğindeki gibi Türkiye’ye getirmeyi ve Halife yapmayı planlamışlar. Hatta bu projenin arkasında, Kapital-Finans emperyal sistemin önemli odakları da var!

Fettullah Gülen ve hareketi; Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu ideolojisine, demokrasinin olmazsa olmazı olan laikliğe, Atatürk önderliğinde yapılan Türk Devrimlerine karşıdır. Atatürk’e “deccal” demelerinin bir arka planı var. Bu söylem, insani ilişkiler içinde bir anlık kızgınlık sonucu söylenmiş bir söz değil. Dünya görüşünüz siyasal İslam ise, İslam’ı dünyevi yaşamın referansı yapmak istiyorsanız, halifeliği bu topraklara tekrar getirmeyi düşüyorsanız, Atatürk’e kızmanız ve küfür etmeniz çok normal.

İttifaklar aranıyor

Şimdi gelelim Bahri Şenkal’ın özür dilemesine. Bu özür dilemenin samimi olması için, siyasal İslamcı dünya görüşlerinden vaz geçiyor olmaları lazım. Bu şimdilik mümkün gözükmüyor. Bir an için Şenkal’ın samimi olduğunu düşünelim. O zaman, bu özür dileme Gülen Cemaati’nin samimi görüşlerini yansıtmıyor demektir.

Bu özür dileme söylemi esasında, hedefe ulaşmak için işbirliği yapılanın sürekli değiştiği Japon Kale Maç gibi bir şey. Dün AKP ile işbirliği yapıldı Ergenekon ve Balyoz gibi operasyonlar kotarıldı ve karşı devrim sürecinde önemli merhaleler kat edildi. Bugün Kemalistlere, solculara, CHP’lilere, milliyetçilere göz kırpılıyor, ittifaklar aranıyor ve yapılıyor.

Cemaat, Erdoğan’ın operasyonlarına rağmen kan kaybetse de hala güçlüdür. Emperyalizm arkasında hala durmaktadır. Gülen ve Cemaat; ülkemizin bekası, esenliği ve toplumsal barışımız için bir numaralı tehdittir. Hal böyleyken; onları görmezden gelerek veya destekleyerek toplumsal öfkeyi ve muhalefeti sadece Erdoğan’ın üzerine odaklamak, “Erdoğan giderse ülkemiz kurtulacak” demek ve arkadaki büyük planı yok saymak, ya cehalettir, ya da kişisel çıkarları ve siyasi ikbali için işbirlikçilik yapmak ve ülkemizin geleceğini ataşe atmaktır.

Cumhuriyet Bayramınızı kutlar saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 92.yıldönümünde

Türkiye Cumhuriyetimizin, temiz yürekli yurttaşları, mert yurtsever insanları!…

Bu hepimizin olan, ve de  hepimizin olmaya devam edecek olan, CUMHURİYET BAYRAMIMIZ  kutlu olsun.

Evet “CUMHURİYET”in bayramı.Yani  CUMHURİYET diyoruz hepimiz soluğumuz yettiğince, demeye, hatta haykırmağa da, devam edeceğiz.Çoşkuluyuz, gururluyuz, özgürüz.El ele, yüz yüze, göz göze, yürek yüreğeyiz.Ve elbette tüm dünyanın gözleri önünde de bu kimlikle varız.

Üstelik CUMHURİYET,sadece kafalarımızda ve yüreklerimizde değil, aynı zamanda, kitaplarımızda, sözlüklerimizde, dergilerimizde, gazetelerimizde, anılarımızda, tarihimizde ve elbet Anayasa’mızda da yazılıdır ki, en genel tanımı şöyledir:

“Cumhuriyet…Milletin egemenliği elinde tuttuğu ve bunu belirli  süreler için seçtiği         milletvekilleri aracılığı ile kullandığı devlet biçimi…”dir. Ve silinmez harflerle belirleniyor:  “TÜRKİYE DEVLETİ BİR CUMHURİYETTİR.” (Anayasa)

İşte modern ve insanca yaşamımızın kaynakları bu 4 sözcüklü ibarenin içindedir. Parlamenter demokrasi, seçme-seçilme  hakkı, modern hukuk,medeni kanun, kadın hakları, Latin Alfabesi, laiklik ve bilimsel eğitim, modern kıyafet, özgürlükler, “hakiki mürşidimiz olan bilim ve fen…”,  modern kültür, emek gücünün değerlendirilmesi, sendikal haklar, örgütlenme hakları ve sayıları bitmez nice güzellikler.Üstelik, bununla da bitmiyor ve şöyle noktalanıyor:

“TÜRKİYE CUMHURİYETİNİN KURUCUSU ATATÜRK’TÜR”

Atatürk’ün Cumhuriyet hakkındaki fikri neydi? Ne demişti? Mustafa Kemal Paşamız çok yerde ve çok kere, “cumhuriyete” ““İstiklal ve cumhuriyet benim karakterimdir.” Yani: Bağımsızlık ve Cumhuriyet.

Çünkü biliyordu ve biliniyor ki, bağımsızlık olmadan cumhuriyet olmaz. ”Olur” diyenler bile inkar edemiyorlar şimdilerde: bağımsız olmayan ülkenin “cumhuriyeti” itile kakıla tabiri caizce şamar oğlanına dönüveriyor.

Bizlerse Atatürk’ün yolundan gidiyoruz, yani “bağımsızlık ve cumhuriyet” diyoruz…

Peki, bu cumhuriyetimizin düşmanları yok mudur?

Vardır, çoktur, hatta çoğunluktadır da…

Ancak, parlamentodaki çoğunlukları bile Cumhuriyetin ismi ve içeriğini ne kaldırabiliyor ne de değiştirebiliyor.

Çünkü, bildiğiniz gibi, Atatürk’ün Cumhuriyet önerisi, 29 Ekim 1923 günü, TBMM’de, oybirliği ile ve ayakta alkışlanarak kabül edildikten hemen sonra İsmet Paşa’nın önerisi de kabül edilmişti. Buna göre “cumhuriyetin kaldırılması ya da değiştirilmesi TEKLİF bile edilemeyecekti, Mecliste. Halen Anayasalarımız değişse bile birinci, ikinci, üçüncü maddelerine göre TEKLİF bile edilemiyor.

Ama Cumhuriyet kazanılarının birer birer içi boşaltılıyor.

İşte laikliği öteleyip din temelinde eğitimin yürürlüğü, işte dış politikada osmanlıya yöneliş, işte kadın haklarına saldırı, işte kültürümüzün din gerekçesiyle Araplaştırılması,işte parlamentonun devre dışı bırakılması,işte cumhuriyet ordusuna büyük kumpas, işte Arap dil ve alfabesine dönüş hazırlıkları,  işte tek adam yönetimine yöneliş, işte hemen her alanda bilimsellikten uzaklaşma. Yani cumhuriyetin içeriğini boşaltmak yoluyla modern yaşamı yozlaştırma ve geriye dönüş ve Osmanlıcılık  hayalleri.

Bizlerse, yani cumhuriyetin bütün kuruluşları, bütün ileri zemindeki insanlarımız gençlerimizle, kadınlarımız, kızlarımız ve erkeklerimizle, hepimiz, gericilere, faşizme, vatan ve millet düşmanlarının vahşi saldırılarına, yani cumhuriyet düşmanlarına karşı koyuyor, onlarla mücadele ediyor, direniyoruz ve hepimiz, ismi, cismi, ileri dünyası, insanca yaşamı temel alan varlığıyla CUMHURİYET’e EVET diyoruz. Onu babalarımız, dedelerimiz emperyalistler ve işbirlikçilerine karşı kan dökerek, can vererek kazandılar. Bizler de sonuna kadar koruyup, kollayacağız. Yani Cumhuriyetçiyiz ve de cumhuriyetçi kalacağız.

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği olarak,bu inançla, bu hepimizin bayramını, bu, “ilelebet” sürecek olan CUMHURİYET BAYRAMIMIZI yürekten kutluyor, saygılarımızı sunuyoruz.

 

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Yönetim Kurulu

 

 

El Nusra ‘mücahitlerine’ resmi destek

Yorumsuz haber

Her şeyi gören göz

                 

               HER ŞEYİ GÖREN GÖZ

Geçtiğimiz günlerde sinemada içinde bulunduğumuz yılın vizyon gösterimlerinden olan Alev Deneyleri (The Scorch Trials) adlı filmi seyrettim. Bilim kurgu,  aksiyon,  gerilim, macera ve gizem… Anlayacağınız filmde yok yok! Film aynı zamanda üç boyutlu (3D), izlerken gözlük takmanız lazım. Bize sorarsanız gözlerinizi yormaktan başka bir şey değil. Bu filmi İzleminiz şart değil, hiçbir kaybınız olmaz hatta kazancınız bile olur. Ama mutlaka izlemek istiyorsanız, iki boyutlusunu bulursanız çıplak gözle onu izleyin, daha iyi.

Alev Deneyleri, geçtiğimiz yıl vizyonda olan Labirent’in devamı. Bu filmde kapana kısıldıkları labirent deneyinden kurtulmayı başaran bir grup gencin, bu sefer de dış dünyada hiç ummadıkları tehlikelerle mücadelesini anlatıyor.

Subliminal mesaj

Filmi izlerken adeta yoruluyorsunuz. Kahramanlarımız olan Thomas ve arkadaşları, bir maceradan öbürüne koşarken, akla ve hayale gelmeyen tehlikeleri ve engelleri aşmaya çalışırken, sadece ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz. Tam olarak ne olduğunu anlayamadan da film bitiyor!

Kural yok, yardım yok, kimin ne olduğu belli değil, kimin kimle, ne için mücadele ettiği belirsiz, milliyet yok ve bayrak yok. Grubun liderine olan bağlılık dışında sadakat de yok. Filmde çokça var olan en önemli şey; imgeler ve sembollerle seyircinin bilinçaltına gönderilen güçlü mesajlar.

Bu filmden sonra bir izleyene “Ne anladın, ana fikri neydi?” diye sorsalar, anlamlı hiç bir şey söyleyemez. Ama izleyenin bilinçaltına gönderilen çok sayıda mesaj mevcut!

Bilinçaltını etkilemeye çalışan bu tip göndermelere “Subliminal Mesaj” (Bilinçaltı Mesaj) denir. Başka bir objenin içine gizlenmiş mesajlar olup, o anda fark edilmemek üzere tasarlanmıştır.  Subliminal mesaj teknikleri, kitleleri yönlendirmek için propagandada kullanıldığı gibi reklamcılıkta da kullanılır.

Judeo-Hristiyan

Alev Deneyleri filminin kitlelerin bilinçaltına vermeye çalıştığı mesajlar, serinin ilki olan Labirent filmindekine aşağı yukarı benzer. Geçen yıl Labirent filminin vermeye çalıştığı mesajları anlatmıştık. Bugün de, serinin ikinci filmi olan Alev Deneyleri’ni anlatmaya çalışacağız.

Filmde kahramanlarımızın lideri olan Thomas’ın isminin, İbranice ve Aramice kökeni var. Aramice, Hz. İsa’nın konuştuğu dil. Thomas gerçek bir isim değil, takma bir ad. Aramice’de ikiz anlamına geliyor. Teolojik metinler Thomas’ın gerçek isminin Yahuda olduğunu yazar. Bazı teologlar da Thomas’ın, Hz. İsa’nın erkek kardeşi olduğuna inanırlar. Yani filmde verilen mesaj net; “Lider Judeo-Hristiyan kültüründendir, beyazdır ve ancak bu lider sizi esenliğe çıkarabilir.”

Filmde maceranın geçtiği yer; istikrarsızlığın egemen olduğu, Ortadoğu gibi bir yer. Çöl görüntüleri bu mesajı vermeye yönelik. Korku, belirsizlik, bir adım sonra neyle karşılaşacağınızı kestirememek, kapana kısılmışlık, endişe, çaresizlik, çıkmaz ve isyana teşvik; verilen gizli mesajlar arasında.

Kabalistik

“Nereden geldiğinizin, toplumsal kimliğinizin ve geçmişinizin önemi yok. Her zaman sizi seçeneksiz bırakacak başka bir labirente sokabiliriz. Teknolojinin yardımıyla sizi ve her anınızı gözetliyor ve izliyoruz” diyor filmin bilinçaltı mesajları.

Sembollerin dili çok önemli! Tarihin derinliklerinden gelen, köklü ve kadim simgeler. Bunların anlamı evrenseldir. Filmde de sembolize edilen Her Şeyi Gören Göz (Eye of Horus) ile verilmeye çalışılan mesaj; “kontrol bizim elimizde, sen acizsin, yaşamı senin için kolaylaştırabiliriz veya içinden çıkamayacağın bir hale sokarız.” Kabalistik ve de antik Mısır kökenli ezoterik ( sınırlı insan tarafından bilinen öğreti) simgeler bunlar.

Film baştan sona etki odaklı psikolojik harekata yönelik, saklı ve gömülü bilinçaltı mesajlarla dolu. Mesajlarla toplumların bilinçaltı yapılandırılıyor. Mesajların hedefi; tek kutuplu dünya düzenine, küreselleşmeye, ulus devletlerin sonlandırılmasına, hegemonyaya, Ortadoğu’nun atomize edilmesine ve emperyal projelere karşı psikolojik direnci kırmaya ve egemen küresel kültürü kabul ettirmeye yöneliktir.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Şok Doktrin

ŞOK DOKTRİN

Geçtiğimiz hafta sonu (10 Ekim 2015) Ankara’da meydana gelen terör saldırısında 99 insanımızı kaybettik. Öncelikle yaşamını kaybedenlere Allah’tan rahmet, ailelerine, yakınlarına, milletimize başsağlığı ve sabırlar diliyoruz.

Terör konusunda unutmamamız gereken en önemli şey şudur; Terör mutlaka lanetlenmelidir ve kınanmalıdır ama tek başına bunlar yetmez. Terör konusunda ortak anlayış ve mücadele yoksa lanetleme ve kınama sadece boş laftan ibarettir. Terörün iyisi ve kötüsü olmaz. Terör nereden gelirse gelsin, kimden kaynaklanırsa kaynaklansın ve hangi amaca hizmet ederse etsin asla mazur gösterilemez ve bu bir insanlık suçudur.

Samimi değilsiniz

IŞİD, PKK, PYD, El Kaide, El Nusra, Müslüman Kardeşler ve Özgür Suriye Ordusu dahil hepsi dört dörtlük terör örgütüdür. Bunlar katliamlar yapmışlardır, insanlık suçu işlemişlerdir ve buna devam etmektedirler. Eğer bu örgütlerden bazılarını siz terör örgütü sınıflandırmasına almıyorsanız samimi değilsiniz demektir.

Gelelim Ankara’daki terör katliamına. Aynen cinayet olayında olduğu gibi bu işten kimin veya kimlerin yararı var, ona bakmak lazım. Bu saldırı emperyalizmin plan hedeflerine yönelik olarak Türkiye’yi terörize etmek, istikrarsızlaştırmak ve direncini kırmak için yapılmıştır. Asıl amaç Türkiye’nin önüne konan ama yaşamsal çıkarlarına aykırı olan emperyal plana karşı çıkamaz hale getirmek ve ikna etmektir.

Devleti suçlamak

Bu saldırının arkasında devleti aramak veya ülkemizin iç savaş ortamına getirilmesinde, ayrışmasında ve kutuplaşmasında affedilmeyecek derecede AKP’nin vebali olmasına rağmen AKP’yi göstermek ya saflıktır, ya da maksatlı! Durum çok açık olarak böyleyken siyasi ikbal ve seçimlere yatırım için Türkiye Cumhuriyetini suçlamak bizim için iyi şeyler düşünmeyen emperyalizmin ekmeğine yağ sürmektir.

Ankara’daki terör katliamına ve sonrasının dehşetli görüntülerine ihtiyaç vardı. Suruç saldırısı da bu ihtiyaca karşılık yapıldı! Daha da olacak! Tetiği kimin çektiğinin ve canlı bombanın kim olduğunun ve hangi örgüte ait olduğunun hiç önemi yok. Çünkü büyük ölçekli değişimi gerçekleştirebilmek için felaketlere ihtiyaç var. Aynen yaratıcı tahripte ( creative destruction) olduğu gibi. Yeniden yapabilmek ve dizayn edebilmek için eskisinin tahrip edilmesi gerek.

Vesvese değil

Türkiye’de rejim değişikliği yapmak, kurucu ideolojimizi değiştirmek istiyorlar. Türkiye’yi Büyük Ortadoğu Projesine yönelik olarak dönüştürmek, federatif yapıya getirmek ve sonra büyük bir parça koparmayı planlıyorlar. Bu topraklarda bizi biz yapan ve bir arada yaşamamızı sağlayan ortak değerleri yok etmeyi düşünüyorlar. Çünkü onların çıkarları bunu gerektiriyor. Bunlar size vesvese veya komplo teorisi gibi gelmesin. Eğer şüpheniz varsa, ülkemizin çevresine bakın son 20 yılda yaşananları analiz edin ondan sonra varın gerisini siz tahmin edin.

Anlatmaya çalıştığımız bu değişiklikleri bir ülkenin iktidarını satın alsanız bile yapamazsınız. Bunları yapabilmek ve halka kabul ettirebilmek için başka şeylere ihtiyaç var. O ülkenin halkını, aydınlarını, bürokrasisini şok etmeniz lazım. Aynen elektro şok gibi! Tıpkı ağır işkence altında arkadaşlarının adını veren, ülkesine, inancına ve ideolojisine sadakatini yitiren ve ihanet eden insan gibi!

Elektro şok

Doğal ve yapay krizler, savaşlar, doğal afetler, darbeler, yaygın terör saldırıları, toplumsal işkenceler ve ağır ekonomik bunalımlar toplumları radikal bir biçimde değiştirebilmek için yapılabilecek şok terapilerdir.

Şok Doktrini-Felaket Kapitalizmi adlı kitabında Kanadalı yazar, aktivist ve siyaset analisti Naomi Klein’ne göre “küresel çaptaki serbest piyasanın zafere demokratik araçlarla ulaştığı düşüncesi bir safsatadan ibarettir. ‘Şok Terapisi’ doktrinine uygun şokların uygulanmasının hemen ardından, toplumların hızla çokuluslu şirketlerin çıkarları doğrultusunda sil baştan düzenlenmesini gerektiren felaket kapitalizmi macerası 11 Eylül 2001’de başlamamıştır” diyor.

Bu politikanın izlerini, ABD’li ekonomist Milton Friedman’ın ve Chicago Okulu iktisadının görüşleri doğrultusunda, ekonomik politikalar, ‘şok ve dehşet’ salan savaşlar ile 1950’lerde CIA’in finanse ettiği üstü örtülü elektroşok ve duygusal yoksunlaştırma deneyleri arasında bir bağ vardır. Bu bağ günümüzde Guantanamo Körfezi’ndeki hukuk dışı hapishanelere kadar devam ettirilmiştir” diyen Klein ilk uygulamanın 1973’de Şili’de yapıldığını anlatıyor.

Yaşadıklarımız terapinin gereği

Şimdi Türkiye’yi değerlendirelim; 1980 öncesi yaygın terör ve şiddet, ağır ekonomik bunalım, arkasından darbe, yaygın işkence, aydınlara baskı, partilerin kapatılması ve geçmişleri ile bağlarının koparılması, otoriter bir anayasa, Turgut Özal ve ülkemizi sömürge haline sokan, iliklerimize kadar tam bağımlı getiren ve bugünlere ulaştıran serbest piyasa.

Günümüzde karşı devrimi çokça konuşuyoruz ama bunun en önemli kilometre taşının o gün, yani 1980 öncesi hazırlandığını ve sonrasında sahneye konduğunu ve yıldız isminin Turgut Özal olduğunun biliyor musunuz?

Bugün Türkiye’ye şok terapi” uygulanıyor. Dehşet görüntülü terör saldırıları bu terapinin gereği. Bunları toplumu; ortak değerlerinden uzaklaştırmak, ayrıştırmak, bezdirmek, kutuplaşma sarmalını derinleştirmek, direncini kırmak ve emperyal plan hedeflerine yönelik olarak ülkemizi yeni tasarımına razı etmek için yapıyor ve yaptırıyorlar.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

“Mesel” Londra’da

             Royal Albert Hall de Türk Müzik Şöleni 

                         ‘MESEL’ Londra da

4 Kasım gecesi Londra’da ‘Mesel’ müzik gurubunun sunduğu bir müzik şöleni yaşanıyor. 1984 Yılında İstanbul’da kurulan Mesel, Londra’da ilk konserinde izleyicilere Anadolu ve kültürel çevresinin folklorik müziğini caz ve klasik müzik ile birleştirerek sunuyor. Londra’nın en itibarlı sanat merkezlerinden Royal Albert Hall de yer alacak konserde  Sinan Ayyıldız, İsmet Aydın, Uğur Onur, Apostolos Sideris ve Burak Çakır yer alıyorlar. 4 Kasım Gecesi 19.00 da Royal Albert Hall’de yapılacak olan çağdaş Türk-Anadolu müzik gecesi için aşağıdaki  link ten bilet temin edebilirsiniz.

www. Royalalberthall.com/tickets/events/2015/nour/festival/mesel

 

4 kasım akşamı Royal Albert Hall girişinde bilet alarak da gösteriyi izleyebilirsiniz.

 

 

‘IŞID projesi yeni sınırlar için yapıldı’

          “IŞID işgali yoluyla demografik değişim’

IŞID SINIRLARI DEĞİŞTİRME PROJESİ

Irak Türkmen Cephesi lideri Erşad Salihi Londra’da yaptığı basın toplantısında kanlı terör örgütü IŞID ın, Orta-Doğu’da yeni sınırlar çizmek için hazırlanmış bir emperyal devlet projesi oladuğunu söyledi. Daha önce Suriye Türkmen cephesi temsilciliği yapan Irak Türkmen Cephesi Başkanı Salihi; ‘IŞID saldırılarının Musul ve bir Türkmen kenti olan Telafer ile başladığını’ belirterek ‘bu saldırılarda en büyuük zarara uğrayan toplum Türkmenler oldu’ dedi. Dünya’nın en kanlı terör örgütü olarak tanınan IŞID ın gerçekte emperyal güçler tarafından bölgede siyasi sınırları değiştirmek için yaratılan bir ‘Proje’ olduğunu açıklayan Erşad Salihi, ‘kentler önce IŞID’a işgal ettiriliyor, gerçek sahipleri göç ettiriliyor,sonra orada yeni bir yapı inşa ediliyor’ dedi.

           Tel Afar- Tel Abyad

2014 yılı yaz aylarında Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’un IŞID tarafından ele geçirilmesi ile başlayan terör saldırısının ilk ağızda nüfusu tamamen Türkmen olan Telafer’i hedef aldığını söyleyen Erşad Salihi ‘ABD’nin hava müdahalesi sonrası IŞID yine nüfusu Türkmen ve Araplardan oluşan Tel Abyad’ı işgal etti’ diyerek şimdi tüm Dünya’da ‘Kobane’ olarak tanıtılan kentin bir Kürt kenti biçimine dönüştürüldüğüne dikkat çekti. Tel Afar ve Tel Abyad arasındaki bağlantıya özellikle işaret eden Irak türkmen Cephesi lideri,’Tel Afar’ın IŞID sonrasında ne olacağını biz de bilmiyoruz.’ dedi.

   ‘Kerkük ‘Özel Statü’ kenti olacaktır.

Geçmişte bir Türkmen kenti olan Kerkük’ün kaderinin ne olacağının da Türkmenler için hayati bir önem taşıdığına işaret eden Salihi; ‘Kerkük’ün Irak devletine veya Kürt bölgesine bağlanmasını kabul etmeyiz. Bu kent bölgede yaşayan halkın yönetiminde ve özel statü altında kalmalıdır’ dedi. Türkmenlerin Irak’ta ‘azınlık’ satatüsünde olmadıklarını ve Parlamento kararı ile ‘Irak’ın 3. Asli toplumu‘ olarak kabul edildiğine dikkat çeken Salihi ‘Türkmenler mezhepsel çekişmeleri bir kenara bırakarak kendilerini Türk-Türkmen olarak tanımlarlarsa 3 milyonluk güçlü bir toplum olarak varlığımızı koruruz’ dedi. Erşad Salihi, Irak’ta bugün yaşanan şartlarda toplumların ‘nüfusları’ ile değil ‘örgütleri ve silahlı güçleri’ ile önem kazandıklarını vurgulayarak, ‘bu nedenle bizde kendi imkanlarımızla silahlı bir güç oluşturuyoruz. Batı ülkelerinin diğer toplumlara olduğu gibi bize de silah yardımı yapmasını istiyoruz’ biçiminde konuştu. Türkiye’nin Irak ve Suriye’de yaşayan Türkmen toplumu için ‘tek güvence’ olduğunu söyleyen Salihi; ‘Türkiye’den yardım ve destek gördüklerini ancak bunun yeterli düzeyde olmadığını’ ifade etti.

Londra’da Dışişleri Bakanlığı yetkilileri ve parlamenterler ile görüşen Irak Türkmen Cephesi lideri Erşad Salihi, Londra’dan sonra  Berlin’e giderek Almanya ve diğer AB ülkeleri ile resmi görüşmeler yapacaklarını belirtti.

Mahir Tan     LondraPosta-Londra

 

 

Cumhuriyet tarihinin en ağır saldırısı

             ‘Cumhuriyete yapılan en büyük saldırı’

10 ekim günü Ankara’nın tarihi tren garı önünde halka karşı yapılan bombalı terör saldırısı son rakamlara göre 128 yurttaşımızın ölümüyle sonuçlandı. Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısı olarak ortaya çıkan çifte canlı bomba kullanılan katliama tepkiler büyüyerek devam ediyor. 11 Ekim günü Londra’da yaşayan Türkiye’lilerin yaptığı terörü lanetleyen miting ve protesto yürüyüşüne katılan binlerce yurttaşımız canlı bomba teröristler ile birlikte Hükümeti de suçladılar. Değişik kitle örgütlerine bağlı yaklaşık 2000 Türkiye’li göçmenin katıldığı protesto miting ve yürüyüşü Başbakanlık Binası 10 Downing street önünde başladı ve Oxford street’te bulunan BBC Genel Merkezinin önünde sona erdi. 7 haziran seçimleri öncesi Suruç’ta yapılan terör saldırısı nın daha büyük çaplı bir benzeri olarak tanımlanan 10 Ekim Ankara katliamı, İngiltere’de yaşayan yurttaşlarımız yanında İngiltere toplumunun tüm kesimlerince tepki ile karşılandı.

             ‘Öfkemiz karanlığı değil, aydınlığı getirsin’

11 Ekim günü 10 Downing street önünde yapılan proteo mitinginde yer alan İTDF (İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu) ve İADD Başkanı Jale Özer yaptığı konuşmada, 10 ekim Ankara katliamının Cumhuriyet tarihindeki an ağır terör saldırısı olduğunu belirterek, katliamdan bombacı ‘canileri ve Türkiye’de bu hale hükümet edenleri’ suçladı. İTDF, İADD ve İngiltere CHP birliği tarafından imzalanan basın açıklamasında ‘Öfkemiz nefreti değil,sevgiyi-öfkemiz karanlığı değil aydınlığı getirsin’ cümlelerine yer veren Jale Özer,Teröre ve ona destek veren yöneticileri yıkacak olan gücün halkın tüm kesimlerinin birliği olduğunu vurguladı. İngiltere Cemevi, Day-Mer,Halkevi gibi kitle örgütleri ve çok sayıda Türkiye’li göçmenin aileleriyle birlikte katıldıkları protesto gösterisinde ağırlıklı olarak Türkiye’deki Hükümet yetkilileri akan kan ve terörden sorumlu tutuldu. Ellerinde Türk Bayrakları ve terör saldırısında kaybettiklerimiz anısına kırmızı karanfillerle protesto gösterisine katılan İTDF, Atatürkçü Düşünce Derneği ve İngiltere CHP Birliği taraftarları,’teröre karşı etkili tek mücadele yolunun ‘birlikte yaşam kültürünü pekiştirmek ve yaralarımızı birlikte sarmak’ olduğunu vurguladılar.

Mahir Tan                     LondraPosta-Londra

‘Türkiye’ye Pakistan rolü

AFGANİSTAN, SURİYE, PAKİSTAN, TÜRKİYE, RUSYA VE ABD

Önceki yazımızda bahsettiğimiz gibi; Rusya için bıçak kemiğe dayanmıştı. Müttefiki ve Mart 2011’den beri arkasında durduğu Beşar Esad düşmek ve Suriye çözülmek üzereydi. Savaşa her türlü riski alarak girmek zorundaydı. Çünkü Suriye’deki çıkarları yaşamsaldı. Sorun yalnızca Suriye de değildi. Suriye, Rusya’ya karşı yapılan çevreleme ve boğazını sıkma operasyonunun merhalelerinden sadece biriydi. Ayrıca Suriye düşerse bölge İslami olarak daha da radikalleşecek, bunun Türkiye’ye etkisi gelişecek ve sonunda Kafkasya’da bir karşılığı olacaktı.

Rusya kararını verdi ve tankıyla, topuyla, özel harekat birlikleriyle, savaş uçaklarıyla ve harp gemileriyle Suriye harekat alanına girdi. Hazar Denizi’nde konuşlanan harp gemilerinden Suriye’deki hedeflere füze fırlatmasının nedeni imkan kabiliyetlerini ve gerekirse savaşı daha geniş alanlara yayabileceğini göstermek içindi.

Onları uyarın

Rusya ne kadar ciddi olduğunu gösterebilmek için en yetkili ağızlarının yaptığı açıklamalar dışında Türk hava sahasını ihlal etmek gibi fiili mesaj da verdi. Daha önemlisi ve mesajların net olanı Rus savaş uçağı MİG-29’un hava sahası ihlaline önleme yapan F-16’larımıza atış kontrol radar kitlenmesini yapmasıdır. Radar kitlenmesi düşmanca bir davranıştır ve Ruslar bunu durumun ciddiyeti anlaşılsın diye kasten yapmışlardır. Ruslar bu teknik mesajı (radar kitlenmesi) esasında Türk Silahlı Kuvvetleri’ne vermişlerdi; “Ülkenizin maceracı, aymaz ve Osmanlı hülyaları peşinde koşan bir iktidar tarafından sorumsuzca yönetildiğini biliyoruz, bizi siz anlayın, onları uyarın ve gerekeni yapın”

Ruslar bu sert ve fiili uyarıları yapmasına rağmen başta Putin olmak üzere yumuşak üsluplar kullandılar. Şunu demek istiyorlardı; ”Bizim Türkiye’ye karşı düşmanca bir niyetimiz yok. Ama Suriye politikalarınız yanlıştır, bizim burada hayati menfaatlerimiz var. Artık ‘uçuşa yasak bölge’, “güvenlikli bölge” gibi arayışlardan, Suriye’ye ve Başar’a karşı müdahale girişimlerinden vazgeçin.”

Savaş istiyor olabilirler

Rusya, Suriye konusunda şaka yapmadığının mesajını tüm dünyaya veriyordu ama bu mesajın direkt olarak yöneldiği iki adres vardı. Birincisi ABD’ye, ikincisi ise Türkiye’ye! ABD yapısı gereği akılcı ve pragmatik (yararcı, faydacı) bir ülkedir. Eğer savaş istemiyorsa duygusal davranmaz, politikasını değiştirir ve Suriye’nin geleceği konusunda Rusya ile masaya oturur. Bölgeyi, yerküreyi ve uzun vadeli çıkarlarını tehlikeye atmak istemiyorsa normalde böyle yapması gerekir. Ama ABD savaş istiyor da olabilir!

ABD deyince aklınıza gerek Suriye, gerekse başka konularda tek bir yaklaşım var olduğu asla gelmesin. ABD’de en hayati konularda bile kurumlar arasında sert çatışmalar olur. Örneğin zamanın CIA Başkanı David Petrus’a (6 Eylül 2011-9 Kasım 2012) bu tür çatışmaların bir ürünü olarak operasyon yapılmış ve istifaya zorlanmıştı.

Tırmanmaya yol açar

ABD Kongresinin Silahlı Kuvvetler Komisyonu Başkanı Cumhuriyetçi John McCain “Suriye’deki muhalif güçlere Rus uçaklarını düşürmek için omuzdan atılan uçaksavar füzeleri verilmesini” istedi. NATO’dan ve ABD’li bazı üst düzey yetkililer tarafından “Türkiye’yi savunmalıyız, asker göndermeliyiz” açıklamaları yapıldı. Bunlar kışkırtıcı ve tehlikeli şeyler, Türkiye çok dikkatli olmak zorunda. Rusların Suriye’ye girmesi üzerine NATO’nun ağırlıklı olarak ülkemize gelmesi tırmanmaya yol açar.

Rusya’nın selefi konumunda olan Sovyetler Birliği 1979’da Afganistan hükümetinin daveti üzerine bu ülkeye girdi. Burada 9 yıl savaştıktan sonra 1988’de 15 bin insanını kaybederek geri çekildi. Sovyetler Birliği bu süre içinde Afganistan’da gerçekte ABD’nin verdiği imkanlarla donatılmış vekilleriyle savaştı. Bu savaşta Afganistan’ın sınır komşusu olan Pakistan ABD’nin ileri üssüydü.

Türkiye’ye biçilen rol

Afganistan’dan 36 yıl sonra Sovyetler Birliği’nin halefi olan Rusya davet üzerine Suriye’ye girdi. Moskova açısından Afganistan ve Suriye’ye gönderilen kuvvetlerin gücü farklı olsa da stratejik gerekçeler çok benziyor. Sovyetler Birliği’nin ekonomik olarak çökmesinde ve 1990’da çözülmesinde Afganistan savaşının maliyetlerinin önemli bir başlık olduğu da unutulmamalı.

ABD’de bazı çevrelerin Suriye’yi Rusya için Afganistan yapmak gibi bir görüşü ve planı var. Böyle bir planda Türkiye’ye biçilen rol Pakistan’ınki olacak. Bu nedenle Türkiye sorumlu davranmalı ve böyle bir gelişmeye yol açacak adımlardan kaçınmalıdır.

İzlenecek çizgi

Pakistanlı yazarlar ve aydınlar özetle “Maalesef 1979’da ABD’nin çizgisini takip ettik, mücahitler geldi, destekledik, savaşa gönderdik, İslam radikalleşti, ülkemiz şiddete ve teröre boğuldu. Sonuç 40 bin can kaybettik ve hala kaybediyoruz” diyorlar.

Bugün Türkiye’nin takip etmesi gereken çizgi Atatürk’ün “Yurtta barış, dünyada barış” çizgisidir. Emperyalizmin dolmuşuna ve baskısına gelip Ortadoğu bataklığına atlamak ülkemize ve milletimize yapılacak en büyük hıyanettir.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Rusya’nın Mesajı ?

                    RUSYA’NIN MESAJI?

Mart 2011’de Suriye’de başlatılan dış destekli savaşta bugün itibarıyla 4,5 yılı geçmiş bulunuyoruz. Suriye, Büyük Ortadoğu Projesi’nin halledilmesi gerekli önemli başlıklarından biriydi. Proje gereğince Esad düşürülecek, BAAS Partisi tasfiye edilecek, rejim değişikliği yapılacak ve ülke etnik, dinsel ve mezhepsel olarak atomize edilecekti.

Suriye’de işin Libya’daki gibi kolay bitirileceği sanıldı. Bu yüzden bizimkiler Suriye politikasında ani bir rota değişikliği ile “kraldan çok kralcı” oldular. Ama Rusya Libya’da yaptığı hatayı tekrarlamadı çünkü bu gidişin nereye geleceğini görmeye başlamıştı.

Başından itibaren Rusya, İran ve Çin Suriye yönetimine destek verdi. Sahada en aktif olanı İran’dı. Beşar Esad liderliğinde Suriye iyi dayanıyor ve mücadele ediyordu. Ama nereye kadar! Öldürdükçe dışarıdan yenilerini getiriyorlar. Teröristlerin arkasında sınırsız mali ve lojistik imkanlar mevcut. Ayrıca 911 km ortak sınırı olan Türkiye bu savaşta teröristlere kucak açmış ve her türlü imkanı sunuyordu

Veto yetmez

 ABD Suriye’de sıkı bir dirençle karşılaşmasına rağmen hedeflerinden vazgeçmedi. Suriye’nin halledilmesi işinin planını revize etti ve zamana yaydı. Çünkü Suriye’ye direkt olarak müdahale edebilmek için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden alması gereken yetkileri vetolar yüzünden alamıyordu. Ayrıca ABD’nin müdahale için iç kamuoyu desteği de yoktu!

Savaşın birinci yılında bombalar patlarken Suriye’ye gittik, her şeyi yerinde gördük ve Savunma Bakanı ile de görüştük. Tam olarak 3,5 yıl önce köşemizde “Veto Yetmez” başlığı ile yazdığımız yazıda ABD niçin Suriye’ye müdahale etmek istiyor, İsrail ile birlikte çıkarları nedir konusunu anlattıktan sonra yazımızı aşağıdaki gibi bitirdik.

“Görünen o ki, ABD’nin Suriye’de rejim değişikliğine yönelik askeri müdahale hedefinde bir değişiklik yoktur. Suriyeye karşı kısmen örtülü, kısmen açık savaş tüm hızıyla sürmektedir. Bu savaşta ülkemiz toprakları Suriye’ye yönelik olarak gizliliğe bile ihtiyaç duymadan çok açık olarak kullanılmaktadır.

 Suriye’ye Türkiye olmadan, Türkiyenin aktif desteği sağlanmadan müdahale mümkün gözükmemektedir.

Savaşın engellenmesi için iki yol vardı/vardır. Birincisi bölge ülkeleri olan Türkiye, İran, Suriye ve Irakın dayanışmasıdır. Türkiye gizli işgal altında olduğundan ve rejim değişikliği yolunda epey mesafe kat ettiğinden bunun yolu emperyalizmin başarılı öngörüsü ile kesilmiştir. İkinci yol bölgesel güç olan Rusyadır

Yoksa Suriye çözülürdü!

Evet, Çin ve Rusya, askeri, ekonomik ve siyasi olarak verdikleri desteklerle müdahaleyi engellemeye çalışmaktadır. Hatta bu iki ülke müdahalenin meşruiyetini sağlayacak kararları BM’de veto etmektedir. Fakat bu yetmez. Özellikle Rusya bu konuda savaşı dahi göze alabileceğini ve kararlılığını göstermek zorundadır.

 Yoksa ABD kararlıdır. Rusya ve Çinin muhalefetine rağmen bir oldubitti yaratarak ve işbirlikçilerini devreye sokarak müdahale edecektir. Sadece zamanlama ve yöntemi konusunda şüpheleri vardır.”

Geçtiğimiz günlerde Rusya tankıyla, topuyla, savaş uçağı ve Hazar Denizi’nden oyuna giren harp gemileri ile Suriye harekat alanına girdi ve savaşmaya başladı. Yoksa bu gidişle Beşar Esad düşer Suriye çözülürdü.

ABD, Suriye’de güçlü bir dirençle karşılaşınca stratejisini değiştirmişti. Hedeflerin ele geçirilişini zamana yaydı, oyalama ve dilimleme siyasetinin yanında oyuna kendisine durum üstünlüğü ve oldubitti sağlayacak enstrümanlar soktu. Bunların en önemlileri IŞİD ve PYD idi. Bunlar sayesinde Suriye’ye fiili olarak müdahale edebilmenin bahanesini buldu ve kamuoyu desteği aldı.

NATO’ya ihtiyaç yok

Eylül 2015 itibarıyla Suriye’deki vekalet savaşında 250 bin insan yaşamını kaybetmiş, 1 milyon insan sakat kalmış, 2011’de 22.5 milyon olan nüfusun yarısı evini barkını terk etmiş, dörtte biri ise 2 milyonu aşkını Türkiye olmak üzere yurt dışına mülteci olarak göç etmiştir. Yine bu süre içinde Suriye’de taş üstünde taş kalmamış, farklı alt kimliklerin (Etnik, dinsel, mezhepsel) bir arada beraber ve barış içinde yaşama şartları kısmen yok olmuştur. Ayrıca Esad yönetimi halen ülkenin ve nüfusun yarısını kontrol edemez durumdadır. İşte Rusya’nın Suriye’de işin içine aktif olarak girmesine bu şartlar neden olmuştur.

Rusya’nın Suriye’de savaşa girmesi bugüne kadarki yanlış ve öngörüsüz politikaları nedeniyle Türkiye’yi zor durumda bırakmıştır. Rus savaş uçaklarının Türk hava sahasını ihlalleri, F-16’larimiza radar kitlenmesi yapması ve Hazar’dan Suriye’nin kuzeyine muhaliflere yönelik füze saldırısının mesajları çok nettir; “Suriye konusunda savaşı göze alıyorum. Artık Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak bölge ve güvenlikli bölge tartışmaları kapanmıştır. Suriye’nin çözülmesine müsaade etmeyeceğim. Türkiye NATO’nun kışkırtmasına gelir tek taraflı bir girişim yaparsa iki ateş arasında kalır, bu konuda çok ciddiyim” diyor Rusya!

 Rusya’nın Türkiye’ye saldırmak gibi bir niyeti yok ama Suriye’deki çıkarları yaşamsaldır. Artık her şeyi göze alabilir. Rusya’nın niyetlerini bu şekilde okumak lazım! Rusya bizi tehdit ediyor bahanesi ile NATO’yu, dolayısıyla Amerikan askerini güneydoğumuza konuşlandırmamız çok sakıncalıdır. Terörle mücadelemiz bile sekteye uğratır. Türk Silahlı Kuvvetleri NATO’dan destek almadan ülkemizi koruyabilecek durumdadır.

Saygılar sunarım

TÜRKER ERTÜRK