Herkes size karşı,siz herkese

Hangi alemde yaşıyorsunuz ?

27 Ocak 2016 tarihinde toplanan yılın ilk Milli Güvenlik Kurulu çok ilgi toplayacak bir bildiri ile sonuçlandı. Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakanlar Kurulunun büyük bir bölümü, Genel Kurmay Başkanı, Ordu Komutanları,Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğünün katıldığı toplantı, yazık ki, ‘Devletin Zirvesinin’ ülke içinde ve dışında olayları değerlendirmede büyük bir zaaf içinde olduğunu gösterdi. MGK nun 27 Ocak Bildirisi muhtemelen gelecekte aşağıdaki değerlendirme ile anılacaktır.; ‘Suriye’nin geleceğinin inşasında ne mevcut rejimin, ne DEAŞ, ne de PYG-YPG başta olmak üzere herhangi bir terör örgütünün yer almaması gerektiği ifade edilmiştir’

     Herkes size karşı, siz herkese

MGK nun artık Türkiye’nin bir iç meselesi haline gelmiş bulunan Suriye savaşı konusunda söyledikleri bundan ibaret. Bir gün sonra toplanması planlanan (29 Ocak) Birleşmiş Milletler öncülüğündeki Cenevre Barış görüşmeleri öncesinde, Türkiye, Devletin zirvesi tarafından imzalanan bu bildiride ‘Suriye’nin geleceği konusunda Dünya’nın hemen tüm büyük güçlerinin katıldığı barış girişimine açık bir biçimde ‘dinamit koyuyor’. Suriye’nin geleceğinin inşasında ‘Ne mevcut rejim, ne DAESH ne PYD-YPG ve  herhangi bir terör örgütünün yer almaması’ isteniyor. MGK gibi Devletin zirve örgütü tarafından bildirildiğine göre bunun aynı zamanda bir ‘kırmızı çizgi’ olması gerekiyor.

  Suriye ‘El Nusra’ya mı teslim edilmeli ?

MGK bildirisi’ni bir gün sonra Cenevre görüşmeleri öncesinde okuyacak olan ABD,Rusya,İngiltere,Fransa ve Birleşmiş Milletler Suriye Özel Temsilcisi Stephan de Mistura’nın ‘gözlerine inanamayacakları’ apaçık ortada. Zira Suriye meselesine en çok karışmış ülkelerden birisi olan ve elinde tuttuğu ‘Avrupa’ya mülteci ihracı’ silahı nedeniyle önemli bir konumda bulunan Türkiye, Suriye meselesindeki tarafların tümünü birden boykot etmekte. Bir dış destekli iç savaş içinde bulunan Suriye Devleti özellikle Rusya müdahalesinden sonra ülkenin % 65 ini kontrol etmekte ve her geçen gün gücünü arttırmakta. Suriye devlet güçlerinin kontrolü dışında kalan bölgeler ise Kuzey Suriye’de PYD- Kürt güçleri ve Doğu Suriye’de DAESH bölgeleridir. Bu güçler dışında kalanlar ise El Kaide’nin Suriye kolu olan El Nusra ve nasılsa görüşmelere sızmayı başarmış olan Ahrar El Şam gurubudur. Suriye’nin hiç bir bölgesinde hakimiyeti olmayan bu örgütler ABD,Rusya ve Batılı üllkeler tarafından ‘terörist’ oldukları gerekçesi ile toplantıya çağrılmadılar.

       PYD bir başka yafta altında katılır

Türkiye’nin MGK kararıyla Cenevre öncesi ‘resmi görüşü’ olarak ortaya çıkan Suriye değerlendirmesi, PYD ve Suriye Devletini, ‘Suriye Barış Görüşmeleri dışında tutmak’ niyet bildirimi nedeniyle, öncelikle, ‘hafif’ bulunacaktır. Zira, savaş halindeki ülkedeki en büyük güç, herşeye karşın, Suriye devleti ve ordusudur. Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail dışında Suriye devletinin yıkılması gerektiğini savunan bir güç yoktur.

PYD ise doğrudan doğruya ABD ve Rusya’nın hava şemsiyesi altında bulunan ‘yapma’ bir devletçiktir.Bu yapı şu veya bu biçimde,muhtemelen, Özgür Suriye Ordusu’nun bir ittifakı biçiminde görüşmelere dahil edilecektir. Türkiye ve diğer komşu ülkeler için gelecekteki ciddi bir tehlike olarak görülmesi gereken Kuzey Suriye Kürt Devletçiği, yazık ki bizzat kendi ellerimizle,’Osmanlı’nın nüfuz bölgesi’ hayaliyle yaratılmıştır.

Mahir Tan           LondraPosta-Londra   

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Koca Türkiye,PYD ile yarışıyor

CENEVRE’DE ATBAŞI  DURUMU

Güvenlik Konseyi’nin Suriye’de siyasi diyalog sürecinin başlaması ve ülke genelinde ateşkes ilan edilmesini isteyen Cenevre Bildirisi ile Viyana toplantılarını teyit eden kararı; ortak bir Eylem Planı bulunmayışı yüzünden tartışmalı bir süreçte ilerliyor…

Bu durumda Rusya’nın Eylem Planı üzerinden geçiliyor.İlk altı ayda Suriye hükümeti ile siyasi görüşmelerde bulunacak muhalif grupların belirlenmesi,Kimin terörist kimin muhalif olduğunun ayırt edilmesi,Bir tarafta işlenen suçların savaş ve terörle mücadele hukukunun gelişmesi doğrultusunda kategorize edileceği,Diğer tarafta Suriye hükümeti ile muhalif grupların oluşturduğu birlik arasında siyasi görüşme sürecinin başlaması ve bir geçiş hükümetinin kurulması öngörülüyor.

*

Rusya’nın Eylem Planı’nda, “Suriye hükümeti ile Muhalif grupların oluşturduğu birlik ” arasında siyasi bir görüşme sürecinin başlatılmasında,Türkiye, Suudi Arabistan, Katar’ın ve bazı Batı ülkesinin desteklediği muhalif grupların hangi kriterler doğrultusunda sürece dahil olabilecekleri,Birbirinden ayrışmış ve yerel çıkarlara bağlı olarak hareket eden bu grupların nasıl tek çatı altında toplanıp tek bir delegasyon oluşturabileceklerinin bir yanıtı bulunmuyor.

*

Halbuki, 11 Eylül’de uluslararası kamuoyunu şok eden terör olaylarından sonra ABD’nin Afganistan ve  Irak’a yönelik gerçekleştirdiği askeri operasyonlar, uluslararası hukuk açısından terörizmin ne olduğu ve terörizmin önlenmesi konusunda uluslararası hukuk alanında tüm devletleri bağlayıcı genel nitelikli bir hukuk metninin olmayışı sorunlarını gündeme getirmiştir.

*

Şimdi Rusya, teröre karşı savaşa katılmasının BM Güvenlik Konseyinin terörle mücadele ve kaynaklarının kurutulmasında önemli kararlar almasına katkı sağlayacağını düşünüyor.

Özellikle devletlerin farklı terörizm tanımlarından uzaklaşarak, ortak ve genel bir tanım üzerinde mutabakata varmaları konusunun yaşamsal  olduğuna ancak bu olduğu takdirde terörizmin uluslararası alanda işbirliğiyle etkisizleştirilmesinin mümkün olacağına vurgu yapıyor…

*

Rusya’nın müzakerelerle birlikte “her ülkenin​ 1947’de BM Guvenlik Konseyi’nin 10 numaralı kararıyla kontrolü altındaki bölgede askeri mahkemeler kurma hakkına sahip olması hakkını kullanarak”,

Mesela Rusya’nın; Ekim 1945’te II. Dünya Savaşı akabinde ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin  Alman Nazi partisine karşı ” insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak” suçlarından açtığı davaya bakmak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin bir benzerini kuracak olmasından endişeleniliyor.

*

Çünkü bu mahkeme, Suriye trajedisinde işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin, varsa bunları destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmeleri ve yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın buradan alınmasına,

Elde edilecek sonucların BM merkezinde uluslararası hukukun üstünlüğüne işlenmesine ve yeni bir küresel statünün oluşturulmasına neden olacaktır…

*

O yüzden krizin faturasını ödemek durumunda kalmak kimsenin ve hiç bir ülkenin işine gelmiyor.

Bu nedenle BM’in “muhalif-terörist” ayrımını keskin bir şekilde yapabilmesi yoğun tartışmalara yol açıyor.

Bu husus krizinin çözümüne giden yolun ne grift ilişkiler, uzlaşmalar hattâ ne ihanetlerle dolu olduğunu göstermeye yetiyor…

*

İşte, İŞİD terör örgütün arka plandaki hamîlerinden biri olduğu bilinen İsrail;

Savunma Bakanı M.Yaalon’un ağzından, IŞİD’in Türkiye’den gelen petrol parasından uzun zaman faydalandığını açıklıyor.

Sanki İŞİD petrolünü Türkiye’den İsrail’in satın aldığını bilmez bir pişkinlikle, “Terörle savaşın bir parçası olup olmamak Türkiye’ye, Türk hükümetine ve Türk liderlere bağlı. Şimdiye kadar bunu yapmadılar” ithamında bulunuyor.

*

Rusya ise teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeleri Suriye’ye düşman diplomatik hareketlerle terörü desteklemek ve Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlaksız bir ticarete dönüştürmekle suçluyor.

Teröristlerin Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye çalıntı petrol kaçırdıklarının tespit edilmiş olduğunu iddia ediyor ve Türkiye rejiminin bunu görmezden gelmeye son vermesine çaba harcanacağını ilan ediyor.

*

Ya Türkiye’nin sıkı müttefikleri ABD, İngiltere ve Fransa?

Türk hükümetinin, 2011’de Fransa Dışişleri Bakanı A.Juppe hazırladığı “Çözüm sürecini, Suriye’nin etnik olarak bölünmesini, PYD lideri S.Müslüm’ün Ankara’ya davet edilmesini, Suriye’ye askeri bir operasyon hazırlığını, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasını, Türkiye’deki PKK’nın Suriye Kuzey’ine taşınmasını, bunun hemen güneyinde de denge unsuru olarak IŞID vasıtasıyla Sunni bir yönetim oluşturulmasını hedefleyen planını” onaylayan tarihî yanlışını rehber ediniyorlar.

*

ABD Başkan Yardımcısı J.Biden ile yapılan görüşmelerde, “PYD’nin PKK’nın kendisi olduğunu, bu nedenle Türkiye’ye, Rusya ve Esad’la işbirliği yapmaları nedeniyle de ABD’ye tehdit olmayı sürdürdüğünü, bu yüzden PYD Suriye barış görüşmelerine katılamaz” savunusuna rağmen,

Türkiye’yi iplemiyorlar…

*

PYD Eşbaşkanı S.Müslim Cenevre görüşmelerine davet ediliyor.

Koca Türkiye, hükümetin bir dolu yanlış politikasından cesaret alan müttefiklerce PYD örgütüyle dengeleniyor.

Bir taraftan Ankara, PYD’nin katılmaması yönündeki girişimlerini  sürdürüyor,

Diğer taraftan PYD Türkiye’nin engelleme çabalarına karşılık girişimlerde bulunuyor.

*

Cuma günü Cenevre’de başlaması planlanan görüşmeler öncesi durum belirsizdir.

Görüşmeler için davet almayan Suriyeli Kürtler Cenevre sonuçlarını tanımayacaklarını bildirirken, Rusya  Şam’daki büyükelçiliğine füze saldırısı düzenleyen Ahrar uş-Şam ve İslam Ordusu terör gruplarının görüşmelerde yer almasını tebessüm ile karşılıyor.

*

Ama “Eylem Planı”nın sahibi Rusya’dır ve PYD’nin görüşmelerin ilk aşamasına davet edilmese dahi Cenevre’de yerinin hazır olduğunu açıklıyor…

Belli ki, terörizm ile mücadelede uluslararası hukuk alanında tüm devletleri bağlayıcı genel nitelikli bir hukuk metni,Türkiye hükümetinin yanlışları torbasından çıkarılacaktır…

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

28.1.2016

Türker Ertürk; ‘Sorun bizde ve bizi yönetenlerde’

TUTARSIZ, UTANMAZ VE HAİN

Geçtiğimiz Salı (26 Ocak 2016), İsrail Savunma Bakanı Moshe Ya’alon Atina’da; Türkiye’nin IŞİD’i desteklediğini ve çok uzun zamandır petrol ticareti vasıtası ile finanse ettiğini, bunun Türkiye-İsrail ilişkilerinin düzelmesine engel teşkil ettiğini açıkladı. Ayrıca açıklama sırasında; Türk Liderliğinin ve Türk Hükümetinin terörizme destek verip vermeme konusunda artık karar vermesinin gerektiği söylendi.

Moshe Ya’alon’un yaptığı bu açıklamalar, yenilir yutulur gibi değil. Açıklamada geçen Türk liderliği ile Cumhurbaşkanı Erdoğan kastediliyor. Yani; “Siz terörizme yardım ve yataklık yaptınız” demek istiyor Ya’alon. Emin olun, küfür etseydi daha hafif olurdu.

Öldürmeyi İyi Bilirsiniz!

Hani daha dün AKP’nin Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Ömer Çelik; “İsrail Devleti ve halkı Türkiye’nin dostudur” dememiş miydi? Bu ne biçim dostluk? Esasında Çelik; bu sözleri inanarak değil, zor durumda oldukları için söylemişti. Erdoğan, bugün iktidarda bulunan siyasal İslamcıların gerçek duygusunu, 2009’da Davos’ta zamanın İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e; “Siz öldürmesini iyi bilirsiniz!” diyerek göstermişti.

Evet, bugün ülkemizde iktidarı elinde bulunduran kadronun tepesinde bulunan çekirdek; antisemitizm (Yahudi dinine, kültürüne ve milletine düşmanlık duymak) duyguları içindedir. “Siz öldürmesini iyi bilirsiniz!” sözü; bilinçaltındaki antisemitizm duygusunun dışa vurumu olarak gerçekleşmiştir. Bu sözün söylenmesinde, İslam dünyasının ve özellikle de Sünnilerin liderliğine oynama hevesinin olmadığını söyleyemeyiz.

Önce Can, Sonra Canan

Antisemitizm; Kemalist olarak bizim uzağımızdan da, yakınımızdan da geçmez, geçemez. Bizim ulusalcılığımız veya milliyetçiliğimiz; “Önce can, sonra canan” der ama inanan, inanmayan, ırk, renk, din ve dil ayrımı olmadan tüm insanlığa sevgi ile bakar. İnsanların seçme özgürlüğü olmadan, doğuşundan dolayı kazandığı özelliklerine referans yaparak üstünlük kurmaya ve aşağılama yapmaya çalışmaz. Ama bugünkü İsrail yönetiminin, Türkiye’ye karşı dostluk duygularıyla hareket etmediğinin ve düşmanca tavır içinde olduğunun da altını çizmeyi bilir.

Geçtiğimiz günlerde İsrail Adalet Bakanı Ayelet Shaked yaptığı konuşmada; “Türkiye-İran arasında İsrail’e dost olacak bir Kürt Devletinin kurulması için açıkça çağrıda bulunmalıyız” dedi. Türkiye’nin bölünmesini isteyen ve bu konuda gayret gösterilmesini talep eden bu açıklamanın dostça olduğunu söyleyebilir misiniz? Yalnız Adalet Bakanı değil ki! İki yıl önce de İsrail Başbakanı Netenyahu; “İsrail, kurulacak bir Kürt devletini hemen tanıyacaktıraçıklamasını yapmıştı.

Sorun Bizde ve Bizi Yönetenlerde!

Adamlar daha ne yapsın, kartlarını gayet açık oynuyorlar! Sorun bizde ve bizi yönetenlerde!  Hükümet Sözcüsü Ömer Çelik; “İsrail Devleti bizim dostumuzdur” diyor. Ülkemize düşmanlık edenlere dost diyorsanız; siz de bizim ülkemize düşmansınız demektir. Evet, özellikle Rus uçağının düşürülmesinden ve Ruslarla ilişkilerimizin tamamen bozulmasından sonra; Erdoğan ve AKP iktidarının tüm hareket serbestisi kaybolmuş, ABD ve İsrail’in kucağına oturulmuştur. Bundan sonra ne derlerse, yapmak zorundadırlar! Bugün; ülkemizin iktidarını elinde bulunduranlar, siyasi gelecekleri için ülkemizin güvenliğini ve çıkarlarını yok saymaktadırlar!

Geçtiğimiz hafta ülkemizi sömürge valisi edası ve tavırları ile ziyaret eden ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden; “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza atan 1128 akademisyene destek verdi. Bu nedenle kızanlar ve “Utanmaz Biden” diye başlık atanlar oldu. Biden niye utanmaz olsun ki! Biden tutarlı, ne yaptığını biliyor ve ülkesinin çıkarlarına göre hareket ediyor. Biden’ın destek verdiği bildiri, ABD’nin bölge ve Türkiye için öngördüğü planları destekliyor. Esas tutarsız, utanmaz ve hain olan sizlersiniz.

TÜRKER ERTÜRK

Saygılar sunarım.

Bülent Esinoğlu yazdı; iktidarın kendisi bir güvenlik sorunu

Sadece yalnızlık mı derinleşiyor?

Bülent ESİNOĞLU

Biliyorsunuz, Cenevre’de Suriye’nin geleceğini belirleyecek toplantılar dizisi başlıyor. Eğer başlayabilirse…

İki süper devletin yetkililerinden gelen iki cümleyi ifade ederek başlayalım.

Bu iki cümleden çıkarak, ülkemizin izlediği dış politikanın ne kadar zavallı hale geldiğini anlamak daha kolay olacak.

Rusya Dışişleri Bakan Yardımcısı Mihail Bogdanov, Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun “PYD toplantıya katılırsa, biz boykot ederiz” açıklamasına verdiği cevapta; “Boykot edemezsiniz, çünkü toplantıya katılmıyorsunuz.” Şeklinde oldu.

Toplantı öncesi ikinci önemli açıklama ise ABD Dışişleri Bakanı Kerry’den geldi. “Esad kalabilir.”

Bölgede izlediğimiz mezhepçi siyasetlerin bizi getirip dayadığı yer; hem iki süper güçle karşı karşıya, hem de bölge ülkeleriyle karşı karşıya getirdi.

Amerika bile siyasetini değiştirdi. Esad kalabilir dedi. Biz mezhepçiliğimizden taviz vermedik.

Elimizde bir tek dış siyaset aracı kaldı. O da, Avrupa ülkelerini Suriye’deki ölü sayısını abartarak propaganda etmek ve Batıya mülteci akınının çoğalacağı algısını yerleştirmek.Zaten Netanyahu da diyor ki; İran ve Hizbullah’a darbe vurmanın en iyi yolu; Suriye’yi yıkmaktır.

Suriye’nin kuzeyinde, Kürt Koridoru kurdurmamanın çaresi mezhepçi siyasetler elbette değildi.

Eğer bölge ülkeleriyle iyi siyasetler yürütmüş olsaydık, Amerika’nın bölgede sürdürdüğü kaos siyasetine ortak olmasaydık, bu gün Suriye’nin kuzeyinde kurulacak bir oluşumla karşı karşıya kalmazdık.Sözde değil de, gerçekten Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olsaydık, bu gün bu kadar yalnızlaşmazdık.

Bu durumdan çıkış yok mu? Elbette var.

Eğer daha fazla gecikmezsek…

Hızla Suriye siyasetini değiştirmek, meşru Suriye devleti ve onun destekleyicileri olan İran, Rusya ile ilişkileri düzeltmek. Buna gerekçe olarak; içeride sarsılan ekonomiyi göstermek. İran ile başlayıp, Rusya ile devam edip, el altından da, Suriye ile iyi ilişkilere zemin hazırlamak.

Bu iktidar bu söylediklerimizi yapamaz.

Buradan da şu sonuç çıkar. Bu iktidar, ülkenin çıkarları önünde bir engeldir. Sadece çıkarlarımız bakımından engel değil aynı zamanda bir güvenlik sorunu haline gelmiştir.Geleceğimizi mezhepçiliğe mahkûm etmişlerdir.

Burada şunu hatırlatmak isterim. Bölge ülkeleri, hatta topraklarımız emperyalist ülkeler tarafından paylaşılırken, tarafsız olmak gibi bir fikri savunmuyorum. Bölge ülkeleri ile birlik olup, tehdidin geldiği yere karşı olmak gerekmektedir. Devlet aklının işlemediği yer burasıdır. Onun içindir ki dış siyasetimiz dönüp kendimizi vuruyor.

BÜLENT ESİNOĞLU

27.1.2016, bulentesinoglu@gmail.com

 

 

Batı’dan da kuşatıldık..

      Batı’dan da kuşatma

İsrail Savunma Bakanı Moshe Yalon’un Atina’da Yunanistan Savunma Bakanı Panos Kammenos ile birlikte yaptığı Türkiye açıklaması Dış Politika’da Türkiye ye karşı açılan yeni bir cephenin habercisi gibi görünüyor. İsrail’liBakan Yaalon, Reuters tarafından Dünya’ya duyurulan açıklamasında Türkiye’nin IŞID petrolünü alıp,değişik ülkelere sattığını ve bunun yanında uzun bir süreden beri; Avrupa ile IŞID militanları arasında gidiş-dönüş köprü görevi sürdürdüğünü söyledi. Yunanlı bakan Kammenos da Yaalon’a katılarak ‘IŞID’ın petrol ticaretinin büyük ölçüde Türkiye üzerşinden yapıldığını ve bu terör örgütünün mali desteğini de Türkiye’den aldığını belirtti. İsrail ve Yunanlı Bakanların, IŞID Petrolünün Türkiye üzerinden pazarlandığı konusunda ‘yeni ‘ bir kanıt ortaya sürmeden yaptıkları açıklama, IŞID ve cihadist terör konusunda Türkiye’nin ülkeyi çevreleyen tüm ülkeler ile sürtüşmeli ilişkiler içinde olduğunu gösterdi. Güney komşularımız Suriye ve Irak, Kuzey Komşumuz Rusya,Doğu’dan İran ve Batı komşumuz Yunanistan- Savunma Bakanları seviyesinde- resmi olarak Türkiye’yi IŞID terörü ile bağlantılı olduğumuz noktasında bizi suçladılar.

       Aynı bakan konuşuyor

Türkiye’de IŞID petrolü satılması ve binlerce cihadi militanın Türkiye üzerinden Suriye’ye geçtikleri ve daha sonra Avrupa’ya dönüş yaptıkları yeni bir iddia değil. Avrupa kamuyounda bu alanda oluşan kamuoyuna bakılırsa ‘Türkiye’nin şu veya bu biçimde IŞID terörüne destek verdiği iddiası’ aslında bir ‘karine’ yarattı. Zira Rus uydu kanalllarının, yüzlerce petrol tankerinin IŞID işgalindeki bölgelerden çıkışı ve Türkiye sınırından ülkeye girişi görüntüleri tüm Dünya kanallarında yer aldı. Gelen ham petrolün Türkiye’de yerel piyasada satılışı ya da Irak petrolü ile karışık olarak bazı ülkelere gönderilmesi arasındaki fark ise ihmal edilebilir nitelikte görülüyor. Geçtiğimiz Pazartesi günü Atina’da yapılan İsrail-Yunanistan Savunma Bakanları açıklaması ise daha çok stratejik denge hesapları açısından önemli. Zira; IŞID ve diğer cihadi terör örgütlerinin baş destekçisi olan Suudi Arabistan ile tarihindeki en yakın ilişkileri kuran İsrail’in Türkiye’yi bu konuda suçlaması fazla inandırıcı bulunmuyor. Üstelik bu açıklamayı yapan Savunma Bakanı Yaalon 2015 yılında ‘İki kötü adamdan İran’ın desteklemediğini tercih ediyoruz’ açıklaması ile IŞID ve diğer terör örgütlerine verdikleri örtülü desteği izah eden bakandı.

       Kıbrıs ve Mülteciler baskısı

İsrail-Yunanistan arasında Doğu Akdeniz gaz ve petrol yatakları ilişkisi Doğu Akdeniz’in en önemli düğüm noktası olan Kıbrıs konusunda net bir işbirliğine dönüştü. Kıbrıs konusunda anlaşma için Türkiye’ye en ağır baskının geldiği yön ise AB.  Yunanistan’ın İsrail’li bakan ile birlikte Türkiye’ye açık bir dille saldırmasının bir başka ve güncel nedeni ise Türkiye üzerinden gelen (gönderilen)yüzbinlerce mülteci. Avrupa toplumlarında tarihin en büyük sosyal çalkantılarından birine neden olan mülteci akını Yunanistan’ı ezip geçmek üzere. AB toplantılarında son günlerin en çok tartışılan konusu,mülteci akınlarını önleyemeyen Yunanistan sınırlarının ‘geçici olarak karantina altına alınması’. Bu nedenle gerek Avrupa ülkelerinde gerekse Yunanistan’da Türkiye’ye karşı ‘IŞID’ı destekleyerek mülteci akınına neden olmak’ tezi daha çok prim yapmaya başladı.

Sonuç ne olursa olsun, bütün işaretler gösteriyor ki; Türkiye tarihinin en büyük yalnızlığını yaşıyor. Bunun temel nedeni ülkenin hayalci ve dengesiz Suriye politikası..

 

Mahir Tan              LondraPosta-Londra 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bir Gerçek ‘Stratejik Ortaklık’

   Türkiye’nin gerçek ‘stratejik ortaklığı’

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından düzenlenen ‘Gözleri Çeliktendi Atatürk’ün’ adlı konferans-panel büyük bir ilgi gördü. İADD nin 228 Kingsland Rd. daki yeni adresinde yapılan konferans Türkiye Cumhuriyeti’ne ilk Sovyetler Birliği Büyükelçisi olarak gönderilen Aralov’un Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerini anlatan kitabının yorum ve açıklaması biçiminde gelişti. İADD Yönetim Kurulu Üyesi Eğitimci Kadriye Atabay’ın sunup yönettiği konferansta, Kızıl Ordu komutanlarından Semyon İvanoviç Aralov’un, dönemin ‘stratejik ortaklığı’ olan Türkiye- Sovyetler Birliği ilişkilerinin geliştirilmesindeki özel çabaları anlatıldı.

      Ortak Düşman İngiltere  

İngiltere’de kurulu çok sayıda kitle örgütü yöneticisinin katıldığı konferansta konuşmacı gazeteci- araştırmacı yazar Abdullah Nihat Yılmaz dı. Yılmaz, konuşmasına kurtuluş savaş sırasında ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında gelişen Türkiye-Sovyetler Birliği dostluk ve dayanışmasının temelinin iki ülkenin dönemin en güçlü Emperyalist ülkesi olan İngiltere’ye karşı oluşturulan birlik düşüncesi olduğuna dikkat çekerek başladı. 1917 Devriminin liderlerinden ve Kızıl Ordu komutanlarından Aralov’un Türkiye’ye büyükelçi olarak atanmasının Sovyetler Birliği tarafının Türk dostluğuna verdiği özel önemi gösterdiğini vurgulayan Abdullah Nihat Yılmaz,bunun ötesinde Aralov’un Ankara’ya hareket etmeden önce Lenin tarafından çağrılarak özel olarak Türkiye ve Mustafa Kemal Atatürk ile en iyi ilişkileri kurması konusunda talimat verildiğini kaydetti. Kendiside eski bir asker olan Abdullah Nihat Yılmaz, dönemin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında karşılaştığı güçlükleri yenmesinde en önemli desteğin Sovyetler Birliği tarafından geldiğine işaret ederek; ‘Bunun temelinde ikisi de savaşlar yönetmiş askerler olan Mustafa Kemal ve Aralov’un özel çabalarının da rolü olduğunu belirtti.

                  ‘siz ayrısınız biz ayrı’  

Aralov’un ‘Gözleri Çeliktendi Atatürk’ün’ adlı belgesel kitabını inceleyen Yılmaz, ‘Mustafa Kemal Atatürk’ün Sovyetler Birliği ile destek ve dayanışma hareketlerine iç işlerine karışmama’ ilkesini titizlikle uyguladı’ dedi. Sovyet Diplomatlarına ‘siz ayrısınız biz ayrı. Bizde İşçi sınıfı yoktur. Köylülük ve küçük esnaf ekonomiye hakimdir. Onlarda işte bu Cumhuriyeti kuran insanlardır’ sözlerine yer veren Yılmaz,tarihte hem Türkiye hemde Sovyetler Birliği savunmasında çok önemli bir rol oynayan bu ittifakın tamamen ö dönemde Emperyalizmin başını çeken İngiltere’ye karşı mücadele temelinde gerçekleştiğini vurguladı. Türkiye-Sovyetler Birliği ittifakının 1933-34 yıllarından sonra Almanya,İtalya ve İspanya’da iktidara gelen Nazi ve Faşist yönetimlere karşı da uygulandığını belirten Abdullah Nihat Yılmaz, bu dostluüun 1942 yılında Başbakan olan Şükrü Saracoğlu dönemine kadar devam ettiğini ve Saracoğlu’nun Avrupa’daki Faşist rejimlere karşı İngiltere ve Fransa ile yakınlaşma politikası ile sona erdiğini belirtti. Yılmaz,’Türkiye bu dönemden sonra Anti Emperyalist kamptan ayrılarak Emperyalist kampın bir parçası haline gelmiştir’ dedi.

Abdullah Nihat yılmaz’ın konuşmasından sonra İADD yönetim kurulu üyesi Kadriye Atabay, panele Semyon İvanoviç Aralov’un ‘Gözleri Çeliktendi Atatürk’ün’ kitabından önemli noktaları belirten bölümleri okuyarak devam etti. İADD nin Azerbeycan Hs.binasında bulunan yeni ofisinin üst katındaki konferans salonunda yapılan panel, salonu dolduran çok sayıda izleyici tarafından ilgi ile izlendi.

Mahir Tan   LondraPosta-Londra

Akılsız başa söz neylesin

AKILSIZ BAŞA SÖZ NEYLESİN
Dün Cenevre’de, BM gözetiminde Suriye hükümeti ile muhalefet temsilcileri arasında yapılması beklenen görüşmeler, hangi grupların katılacağının belirlenememesi nedeniyle 29 Ocak’a ertelendi.
Rusya, görüşmelere katılacak muhalif taraflar listesinde eksiklik olduğunu, görüşmelerde terörist gruplara hiçbir şekilde yer verilmemesine dikkat çekiyor.
Suriye rejimine karşı bir araya getirilen ve birbirinden çok farklı gruplar ve bireylerden oluşan,
o yüzden her bir grubun diğer gruplardan ciddi farklılar gösteren bir takım hak ve iddiaları temsil eden muhalifler ise hâlâ bir katılım listesi oluşturamıyor…
*
O yüzden Suriye’de ne siyasi diyalog süreci başlıyor, ne de ülke genelinde ateşkes ilan edilebiliyor…
Cenevre görüşmelerinin barışa hizmet etmesi ve Suriye Savaşı’nın durması için bir kez daha ABD, Rusya, Türkiye, Suudi Arabistan ve İran’ın irade göstermesi gerekiyor.
*
Mesela, Türkiye’nin “PYD Suriye barış görüşmelerine katılamaz ” açıklamasına rağmen, PYD Eşbaşkanı S.Müslim Cenevre görüşmelerine davet edilmiştir.
Şimdi bir taraftan Ankara, PYD’nin katılmaması yönündeki girişimlerini arttırmış, diğer taraftan Türkiye’nin engelleme çabalarına karşılık PYD’de girişimlerde bulunuyor.
PYD, ” Katılmadığımız bir toplantıda alınan kararlar kabul edilemez. PYD katılmasın diye karar alınırsa PYD’nin kontrolündeki Rojova bölgesinde çıkacak kararlar uygulanmaz. Bu bölgeye adımın atılması savaş anlamına gelir. Savaş başladığında da siyasi çözüm ortadan kalkar” diyor.
*
Bu noktada ABD Başkan Yardımcısı J.Biden’ın hafta sonu İstanbul’daki temasları ile ilgili Beyaz Saray’dan yapılan açıklamaya bakmak gerekiyor.
Açıklamada Suriye, IŞİD’le mücadele, İsrail ile normalleşme, Kıbrıs konularına değiniliyor.
Güneydoğu’daki yükselen çatışma ortamına yönelik “diyalog” çağrısı yapılıyor.
Türkiye ve Irak arasında meydana gelen sınır olaylarında tansiyonun düşmesi gerektiği bildiriliyor.
*
J.Biden ile yapılan görüşmede, Ankara “PYD’nin PKK’nın kendisi olduğunu, bu nedenle Türkiye’ye, Rusya ve Esad’la işbirliği yapmaları nedeniyle de ABD’ye tehdit olmayı sürdürdüğünü” savunuyor.
Ayrıca Başika’daki eğitim üssü nedeniyle Irak’ta yaşanan krize dikkat çekerek, ABD’nin bu konuda Türkiye’nin yanında olması gerektiği ifade ediliyor.
Irak’ın ikna edilmesi için Başika kapsamının genişletilmesi formülü ele alınmış, ABD yönetiminin de desteklediği projeye göre Başika eğitim üssünde ABD, NATO ve IŞİD karşıtı koalisyonun ortak hareket etmesinin sağlanması istenmiştir…
*
Bu noktada, ABD’nin Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye yaptırım kararı alınması yönünde BM nezaretinde girişimde bulunduğunda Rusya ve Çin’in vetosuyla karşılaştığı yakın geçmişten bugüne gelmek gerekiyor:
Washington’ın Suriye politikası, uluslararası toplum ve örgütlerin Suriye aleyhine alabilecekleri kararlar konusunda destek sağlamak, yine Şam yönetiminin uluslararası toplumdan izolasyonu için AB ülkeleri başta olmak üzere Türkiye ve bölgedeki diğer müttefiklerini harekete geçirme çabaları yönünde gelişti.
ABD Suriye muhalefetinin güçlendirilmesine yönelik olarak yapılan çabaları da destekledi.
*
2011’de Fransa ve İngiltere Suriye’deki gelişmelerde aktif olarak öne çıktılar.
Fransa Dışişleri Bakanı A. Juppe, Suriye Devlet Başkanı B.Esad’ın “ülkeyi yönetmek meşruiyetini kaybettiğini” belirtti.
Suriye muhalefetinin birleşmesi yönünde yoğun olarak muhalefeti desteklemeye başladı.
*
Fransa hükümeti, Dışişleri Bakanı A.Juppe’nin Suriye’de “insani bir koridor ” kurulması yönündeki planında Washington yönetimi ile ortak çalışma kararı aldı.
Çünkü Libya’da olduğu gibi Suriye’ye tek taraflı bir müdahalenin yapılmasına karşı çıkılıyordu.
“Biz tek taraflı bir müdahale olması taraftarı değiliz. Eğer bir güç gerektiren müdahale olacaksa, bu ancak BM Güvenlik Konseyi’nin bir kararıyla olabilir. Bu noktada Fransa, Türkiye’nin Suriye politikasını destekliyor” açıklamasında bulunuldu…
*
İngiliz Parlamentosu ise Dış İlişkiler Komisyonunda, hükümete sunduğu Irak Kürdistanı Raporu’nda Kürdistan’ın bağımsızlık talebini olumladı.
Komisyon Başkanı Sir R.Ottoway, Irak Kürdistanı’nın kendi kendini yönetme kapasitesi ve ekonomik potansiyeli dikkate alındığında,
Bağımsızlığın orta vadede gerçekleşebileceğine, Birleşik Krallık’ın buna hazırlıklı olması gerekliliğine vurgu yaptı.
Bu yüzden İngiltere de Türkiye’nin Suriye politikasına desteğini çeşitli vesilelerle duyurdu.
Mesela Dışişleri Bakanı W.Hague, “Türkiye’nin Suriye üzerindeki etkisini kullanmaya ihtiyacımız var” dedi.
*
Ortadoğu’da Sykes-Picot anlaşmasıyla çizilen yapay sınırlar Suriye ve Irak’ta kan akıtılarak yeniden çizilmeye yazıyordu.
Gelişmelerin zorunlu taksimin sonsuza dek sürmeyeceğini gösterdiği, Suriye ve Irak’ın yapısının değişmeye zorlandığı bir süreçten geçiliyordu.
*
Türkiye’de ise bütün demokratik sistemlerin niteliği itibariyle çoğulcu olduğu inancını dışlayan bir politika izleniyor,
“Kuvvetler Ayrımı” ilkesine inanmayan faşist bir yönetim hüküm sürüyordu.
Yönetimin Ortadoğu politikası pan-islamcı yeni Osmanlı konseptine dayanıyor;
“Bölgeyi kazanan petrolü ve Meşrutiyet dönemi anayasasında belirtilen Misak’ı Milli topraklarını da kazanır” zihniyetini sürüklüyordu…
*
Oh,lâ lâ’! Fransa ve İngiltere, Türkiye vasıtasıyla;
Birincisi; dünyanın en tehlikeli bölgesi Ortadoğu’da yer alan tümü stratejik derinlikten yoksun, saldırıya açık petrol ülkelerinin ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının Hürmüz Boğazı, Doğu Akdeniz ve Türkiye’deki su yollarından serbest olarak yapılması ve bölgede istikrar,güven, barışın oluşmasını öngörüyor.
İkincisi; Enerji güvenliği için Avrupa ülkelerinin enerji alımında Rusya’ya olan bağlılığı önlemeyi hedeflerken, enerji güvenliğinin de temin edilmesi düşüncesini de realize etme fırsatı bulabilecekti…
*
Nitekim 2011’de Erdoğan ve Davutoğlu, Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe ile görüştü.
Alain Juppe’un bu beylerin öngördüğü talepleri doğrultusunda revize ettiği;
Suriye’nin etnik olarak bölünmesini, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde bir Kürt devleti kurulmasını,Türkiye’deki PKK’nın Suriye Kuzey’ine taşınmasını, bunun hemen güneyinde de denge unsuru olarak IŞID vasıtasıyla Sunni bir yönetim oluşturulmasını hedefleyen planını onayladılar.
İktidarlarıyla bu planı adım adım uyguladılar.
Çözüm süreci, Kuzey Irakla geliştirilen ilişkiler, PYD lideri S.Müslüm’ün Ankara’ya davet edilmesi, Suriye’ye askeri bir operasyon hazırlığı bu plan çerçevesinde sürdürüldü.
Türkiye sınırları dışında bir oluşumda, PKK’nın Suriye’nin kuzeyine taşınmasıyla Kürt sorununun çözeleceğine,
Başika’daki eğitim üssü nedeniyle bulunurken olası Kürdistan Bağımsızlığının en yakınında bulunmakla, Irak Kürt Yönetimi ile geliştirilen özellikle ekonomik ilişkilerden çıkar sağlanabileceğini zannettiler.
*
Ne ki, Rusya’nın Suriye hamlesi, şimdilik bu planın işlemesini engellemiştir.
Bugün Suriye’de Esad’lı bir geçiş döneminin planları yapılıyor.
Türkiye müzakerelere PYD’nin katılması halinde katılıp-katılmama konusunda bocalarken,
Suriye görüşmeleri beklenen sonuçları vermese dahi şimdiden kaybeden tarafı temsil ediyor.
AHMET KILIÇASLAN AYTAR
26.1.2016

Türker Ertürk yazdı; ‘özgürlükçü’ demokrasi

ÖZGÜRLÜKÇÜ DEMOKRASİ

Son günlerde bazı siyasetçilerimizin “Özgürlükçü Demokrasi” diye bir kavramı kullandıklarını görüyor ve işitiyorum. Hatta CHP’nin Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 16-17 Ocak 2016 tarihlerinde yapılan CHP Kurultayı’nda; Türkiye’nin bugün ihtiyaç duyduğu şeyin dördüncü devrim, bunun da adının “Özgürlükçü Demokrasi” olduğunu söyledi.

Gerçekte; “Özgürlükçü Demokrasi” diye bir kavram siyasi literatürde yoktur. Demokrasi zaten özgürlük demektir. Eğer özgürlükler konusunda sıkıntı varsa, demokrasi yok demektir. İlla bir şey demek gerekiyorsa; “Gerçek demokrasiyi getirecek çalışmaları yapacağız ve mücadeleyi başlatacağız” demek uygun olur.

Demokrasi, uzun soluklu bir mücadelenin sonunda ulaşılacak yerdir. Bugünden yarına verilebilecek bir emirle ve kararla varılabilecek bir sonuç değildir. Demokrasi ilk defa, M.Ö. 5.Yüzyılda, Atina’daki şehir devletlerinde ortaya çıktı. Ancak, bugünkü demokrasiden farklıydı. Bu demokraside, kölelerin ve kadınların oy hakkı yoktu. Burada demokrasi, elitler için söz konusuydu.

Aydınlanma İklimi

Bugün anladığımız anlamda demokrasiye, Avrupa’da ve 20.Yüzyılda ulaşıldı. Bu mücadele, 15. Yüzyılda başladı. Arkasındaysa oldukça kanlı ve sıkıntılı bir süreç var. İçinde ‘Rönesans, Hümanizm, Reform ve Aydınlanmavar. Akılcı ve bilimsel düşünce sistemine geçiş var. Bilim egemen kafa ve eleştirel akıl var! İşte bu iklimle insanlık, şimdilik ulaştığı en iyi yönetim biçimi olan demokrasiye vardı! Ama ne yazık ki, bizim yaşadığımız topraklar bu gelişimin ve farkındalığın dışında kaldı!

Özetle söylemek gerekirse; “Aydınlanma yoksa; demokrasi de, özgürlükler de yok” demektir. Özgürlük taleplerini yaratan, söke söke koparan ve beraberinde demokrasiyi yaratan; bir süreçtir, onun ulaştığı aydınlanma iklimidir, akılcı ve bilimsel düşünceye geçiştir. Bunları yok sayarak; “Ben iktidara gelirsem, yarından tezi yok demokrasiyi getireceğim” demek, sanırım doğru ve derinliği olan bir söylem olmaz.

Atatürk Eşittir Aydınlanma

 Cumhuriyet ve Atatürk önderliğinde yapılan devrimler; bir anlamda, yaşadığımız topraklarda yaşanmayan ‘aydınlanmanınyaşatılması projesidir. Bu aynı zamanda, içinde bulunduğumuz toplumu akılcı ve bilimsel düşünceye geçirebilme atılımıdır. Ve bunların tabii sonucu olarak, toplumumuzda demokrasiye giden yolun açılmasıdır. Bunlar yoksa; özgürlükler de, demokrasi de yok demektir.

Türkiye’de ‘aydınlanma; akılcı ve bilimsel düşünce sistemine geçiş, özgürlükler ve demokrasi konusunda epeyce mesafe kat etti. Bunu anlamak için her konuda İslam dünyasına bir bakın, bir de Türkiye’ye. O zaman ne demek istediğimiz sanırım daha iyi anlaşılacaktır. Ama Erdoğan liderliğindeki AKP iktidara geldiğinden beri, Türkiye’nin özgürlüklere ve demokrasiye giden yoldaki kazanımları birer birer yok edilmektedir. Laikliğin aşındırıldığı, dinin kamusal yaşamın referansı olduğu, hukukun siyasallaştırıldığı ve ayaklar altına alındığı, toplumun fetvalarla meşgul edildiği bir ortamda demokrasinin “D”sinden bile bahsedilemez.

Zır Cehalet

Demokrasi; fikri hür, irfanı hür ve vicdanı hür nesillerle olur. Bu da, eğitim ve öğretim ile kazanılır. Ama hangi eğitim ve öğretim? Aklı özgürleştirmeyip, bilimsel düşünce sistemine geçiremeyen, sorgulayıcı ve eleştirel bakış açısını inşa edemeyen eğitim sistemi çağdışıdır. Çağdaş eğitim almayan kitleler; yönetici olduğu ülkelerin sorunlarını çözemediği gibi felakete sürüklerler. 16, 17 ve 18. Yüzyılların aklıyla ve düşünce sistemiyle 21. Yüzyılın sorunları asla çözülemez.

Bu gerçek yalnız bizim için değil, İngilizler, Fransızlar ve Almanlar için de böyledir. Osmanlı’ya öykünmek, onun kurumlarını getirmenin özlemi içinde olmak; “Ben geçmişin aklı ile günümüzü yöneteceğim ve sorunlarınızı çözeceğim demektir, bunun da karşılığı zır cehalettir.

TÜRKER ERTÜRK

Saygılar sunarım.

 

unutma bizi ey halkım..

Kamer Genç ‘i Sonsuzluğa Uğurladık.

Kamer Genç bugün İstanbul’da bir sevgi zinciriyle sonsuzluğa uğurlandı.

O yaşamı boyunca Cumhuriyetin idelojisinin yaşatılmasına çalışmış ve bu uğurda  korkusuzca,  tek başına heryerde mücadele etmiş bir siyaset adamıydı. Parlementonun en renkli, en mücadeleci  kişisi olarak adeta tek başına bir muhafelet partisinin başkanı gibi haksızlıklara, yolsuzluklara karşı bayrak açmış ve yılmadan bu konularla savaşmıştı.

O vatanını ,bayrağını,Cumhuriyetini ve onun kurucusu olan Mustafa Kemal Atatürk’ü seven ve fikirlerini özümseyerek etrafına yaymasını bilmiş, herzaman halkının  yanında olmuştu.

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu’nun da davetlisi  olarak geldiği Londra’da ,Türk Toplumunun da kalplerini fethetmiştir. Yaptığı çalışmalarla, verdiği konferanslarla   samimi ,çalışkan ve  dürüst bir milletvekilinin , yani  halkın vekilinin nasıl olacağını hepimize göstermiştir.

Bugün Meclis çok mücadeleci, çok renkli , yeri doldurulamayacak  bir siyasetçesini ama Türk Milleti Kamer Ağabeyisini kaybetti.

O’nu hiçbir zaman unutmayacağız. Herzaman sevgi ve saygıyla anacağız.

Işıklar içinde yatsın.

Jale Özer

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı

Abdullah Nihat Yılmaz; bir Mega Proje

“MEGA…”

YağmaYılları adlı kitabın yazarı ve aynı zamanda CHP İstanbul milletvekili olan Aykut Erdoğdu’nun   “3’ncü Köprü, 3’ncü Hava Limanı ve Kanal’a (İstanbul Kanalı) 100 milyar TL harcayarak    İstanbul’u katletmeye mega proje denir.” Diye başlayan makalesini okudum Google’dan.

Ve hemen sözlüğe baktım: Mega ne demekti?

Ve “Mega”nın, bir birimin önüne geldiğinde, bu birimi bir milyonla çarpan ön ek… olduğunu öğrendim!..Ki, az kalsın küçük dilimi yutacaktım. Yani, ne bileyim, havsalalara sığmaz bir cesametti bu, ”dev, devasa” birşey! Diyelim bir birimi bir lira olsun, bunu bir milyonla çarpın, ne eder bu? Ki bu bizimkisi daha proje aşamasında bile 100 milyar TL’den okunuyor! Varın sizler hesabedin artık ötesini!

Üstelik sayın Erdoğdu’nun makalesini aşağı doğru okudukça işler daha da karıştı! Ve de “mega”lar “felaket”e dönüşe dönüşe büsbütün ölçülemezleşti…

Mesela, “İstanbul’un son kalan ormanlarını yok edeceği için, EKOLOJİK FELAKET!”

Mesela, “Proje, yapılacağı yerin uçuş tehlikesi yaratan hava koşulları ve bu yerin kuş göç yolları   olması dolayısıyla TEKNİK FELAKET!”

Mesela, “İhaleyi kazanan konsorsiyum yetkilisinin ihalenin yapıldığı tarihte ihaleden yasaklı olması, İhale şartnamesinin ihaleden sonra değiştirilmesi,(Havalanı kotunun düşürülmesi, garanti  koşullarının değiştirilmesi gibi) sözleşmenin açık hükümlerine rağmen yapım ve işletme  süresini uzatacak şekilde yer tespitinin 22 ay boyunca yapılmaması, proje müteahhitlerinin 630 milyon dolarlık rüşvet havuzu oluşturması gibi yolsuzluk, ve nitelikli işlem dolayısıyla HUKUKİ FELAKET!”

Mesela, “Havaalanı inşaati tamamlanmasa, işletmeye alınmasa, bir tek uçak inmese dahi 11,1 milyar  Avro tutarında hazine garantisi ve 6,5 milyar dolar talep garantisi (ki bunlar yasalara açık olarak aykırı) verildiği için EKONOMİK FELAKET!”

Ve de siyasi iktidarın “sır ve keramet”iyle kanatlanan banknotların seyahat maceraları “felaketten felakete” uzayıp gidiyordu bu minval…

Düşündüm: mesela, dedim ki kendi kendime, Patagonya’da bütün resmi ihalelerden yüzde almayı usul  edinen bir iktidarın yıllık geliri ne ola?  (E ama-deli kafam- bu öyle kolay hesaplanır birşey mi?) Bir kere hesap makinaları yetmez buna! Ama şu da geldi aklıma ki, (anormal bir cesamet bu, sen bunu nasıl hesaplayacaksın!..) Ve sonra ben de bir “mega” sallayıp kovdum kafamdan bunları…

Fakat, kimi şeyler öyle inatçıdır ki, hiç unutulmaz… babadan oğula, oğuldan toruna…torundan da daha bilmem kaçıncı kuşağa kadar tekrarlanır durur, “kovmakla” da bitiremezsiniz üstelik! Hem de her anılışta yedi ceddini kapsayan hesap sorucular, sövgüler, beddualar, nefretler gırla gider, kimsenin ağzını tutamazsınız…(Yayın yasaklarıyla bile!)

Mesela şu “17-25 Aralık 2013, Yosuzluk ve Rüşvet Operasyonları…” Kim nasıl unutacak ya da unutturacak ki bu olayı? Hele cumhuriyet savcılarının kayıtlarında yer almış, iddianamelere geçmiş, gazete manşetlerinde boy göstermiş, radyo ve TV’lerin diline düşmüş ve internet sistemlerince öe alınmış ve de milletin kulağını doldurmuş, hatta varıp TBMM’sinde bağdaş kurmuşsa…

İsterseniz bir “mesela” daha deyip Google’dan şu metni de birlikte okuyalım:

“17 Aralık soruşturması veya 2013 Türkiye rüşvet skandalı.”

“Eylül 2012 ve şubat 2013’teki bir dizi ihbarla başlayıp 17 Aralık 2013 günü Cumhuriyet Savcısı

Celal KARA’nın gözaltı talimatları  ve ilgili mahkemelerin arama kararlarının yerine getirilmesi

İle kamuoyunun duyduğu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından gerçekleştirilen,

aralarında işadamları, bürokratlar, banka müdürü, çeşitli düzeyde kamu görevlileri ve 61’nci

Türkiye Hükümetin kabine üyesi 4 bakan ile 3 bakan çocuğu olduğu kişiler hakkında rüşvet,

Görevi kötüye kullanma, ihaleye fesat karıştırma ve kaçakçılık suçlarını işledikleri…”

Ve metin bir “iddiası” eklentisi ile devam ediyor. Ve de 4 bakan şunlar:

“Muammer Güler, İçişleri Bakanı,

Egemen Bağış, Avrupa İlişkileri Bakanı,

Zafer Çağlayan, Ekonomi Bakanı,

Ve Erdoğan Bayraktar, Çevre ve Şehircilik Bakanı…

3 bakan çocuğu ise: Bilal Erdoğan, Barış Güler ile Salih Kaan Çağlayan…

Ve de ardından, içleri para dolu ayakkabı kutuları, para kasaları, banknot dolu odalar ve büyük sorumlu simaların “bunları sıfırlayın” talimatlarının tapeleri ortalığı doldurdu…Yazılı, görüntülü haberler, haberler, haberler ki, herbiri  birer suçüstü..

Peki sonra ne mi oldu?

Ne olmadı ki! Elbet sorumlu olan hükümetin başı, cin atına bindi ve de esti gürledi. O kadar ki suç kanıtlarını ortaya koyanlara –vatan haini dahil- demediğini koymadı. “Bunlar, dedi, devlet içinde devlet olmaya kalkan cemaat tayfasıdır. Paralel bir hükümet oluşturmuşlardır. Haindirler, darbecidirler, suçludurlar… Milletimizin seçtiği hükümetimizi devirmek üzere darbe teşebbüsünde bulunmuşlardır, milli iradeyi tanımıyorlar..” Vs, vs!

Ayrıca ve aynı zamanda iktidar milletvekilleri kimi istifa eden, kimi görevden alınan o hırsızlıkla suçlanan 4 bakanın Yüce Divan’a gitmemeleri için fedakarca(!) çalıştılar. Ve bakanları kurtardıkları gibi, olay sırasındaki savcıları, hakimleri ve Emniyet müdürlerini görevinlerinden uzaklaştırarak, bakan çocuklarını da akladılar. Ki, yargı da tamam!

Ve de artık sevmediklerini “paralelci, sol-anarşist ve hain ilan etmek, hatta hapse tıkmak işten bile değildir.

Ve de ar namus tertemiz!

Yani araştırmacı yazar vekilimiz Aykut Erdoğdu’nun diliyle bir “Proje” ki haneleri yıkan, memleketi tarümar eden bir “felaket” bir: MEGA…

 Abdullah Nihat Yılmaz

    23 Ocak 2016, Londra.