Bülent Esinoğlu; Neoliberal hegemonyanın sonu

Negatif Faiz; Neoliberal hegemonyanın iflası

Bülent ESİNOĞLU

Siyasetle ilgilenenlerin bir kısmı ekonomi ile de ilgilenir. Ancak ülkeyi yöneten bazı önemli siyasetçilerle konuştuğunuzda, yaşanan finans sisteminden haberdar olmadığını görürsünüz.

Piyasa sözcüğünü bilir. Ancak piyasa sözcüğü ve onun altında yürüyen dolapları yok sayar. Piyasayı Allah mertebesine çıkarır. Piyasa kavramı bir dereceden sonra tabulaşır. Ve tartışılmaz olur.

Bu durum ekran yobazlarında daha üst seviyededir.

Piyasa bizi yönetir. Ancak biz piyasanın ne olduğu konusunda cahilizdir. İşin siyasi tarafını konuşur, işin finansal boyutlarını konuşmayız.

Arada sırada, tekeller, monopol, oligopol gibi sözcüklerden söz edilir. Ancak bunların piyasa ile ilişkileri bir türlü belirginleşmez.

Hem serbest piyasadan bahsedilir. Hem de tekellerden. Tekellerin yapıp ettiklerinden sanki piyasa ortada yokmuş gibi anlatılır. Bazen de deriz ki; “piyasayı şu tekel belirliyor.”

Bu kadar uzun lafın kısası; piyasanın kararlarını, bir araya gelmiş ve tekelleşmiş bir avuç zengin(%1’den) belirler.

Piyasanın kuralları Bütçeleri Türkiye’nin GSMH’dan daha büyük tekeller tarafından belirlenir.

Piyasa dediğiniz şey; bu tekellerin kendi çıkarlarına göre belirledikleri esasa göre işler.

Piyasanın kurallarını girişimciler değil, tekeller belirler. Kendilerini  girişimci sananlar da, onların bayiliğini yapar.

Ticaretin kurallarını, devletin sosyal harcama yapıp yapmayacağını, emek piyasasının esnekleştirilmesini veya katılaştırılmasını, emek piyasasının ucuzlatılması için işçi ithalatı yapılıp yapılmayacağını, dolaşımda olan para cinsi ve miktarını(Basel Kurallarını) gibi çok önemli kararları, bahsettiğimiz tekellerin aldığı kararlar belirler.

Neoliberal hegemonyanın (tekellerin hegemonyası=emperyalizm) sarsılmaya yüz tuttuğu bir sürece girdik.

Üretim ve dolayısıyla teknolojinin Asya’ya kayması; üreten yerin Çin olmasına karşın, üretilen ürünlerin değişim parasının dolar/yen/Euro olması; Batı tekellerinin koyduğu kurallar sonucudur.

Sen üret, ben senin üretimine karşılık gelecek değişim aracı Dolar’ı basarım sistemi olağanüstü zorlanıyor.

Batı tekelleri bu durumu aşmak için paralarının değerini düşürüyor. Buna kur savaşları deniyor. Çin Reninbi’nin değerini düşürdükçe, Batı Çin ile rekabet edemez konuma düşüyor.

Neoliberalizme göre, kur savaşları neoliberalizmin gereğidir. Ancak kur savaşlarından kimse karlı çıkmıyor. Bilhassa da Batı zararlı çıkıyor. Çin’in üretim gücü ağır basıyor.

Siz bakmayın Batı basınının Çin batıyor yaygarasına. Batan Çin değil Batı pazarları…

Japonya neoliberal köktenciliği daha da abarttı. Para matbaalarını daha çok çalıştırarak, YEN bastı. Bankaların Japon Merkez Bankasına park ettiği paralara negatif faiz verdi.

Neoliberalizmin hegemonyası sayesinde, kapitalizmin en önemli birikim aracı faiz, anlamsız kaldı.

Bankaya 100 TL götüreceksin, banka bu parayı size geri verirken 99 TL olarak verecek.

Yani neoliberal köktencilik, yeni birikim modeli yaratamadığı gibi, mevcut birikim modelini de sonlandırdı.

Bizde enflasyon yüksek olduğundan, bastığımız paraları başka ülkelere satamadığımızdan, bizde negatif faiz uygulaması geçerli değil.

ABD, AB(Almanya), İngiltere, Japonya gibi ülkelerde neden enflasyon olmuyor? Hem fazla fazla para basıyorlar, hem de enflasyon yok.

İşte neoliberal tekellerin işlevi burada ortaya çıkıyor. Ulus-devlet ekonomileri üzerindeki baskıları ve manipülasyonları sayesinde, para basan ülkenin enflasyonu, gelişmekte olan ülkelere ihraç ediliyor.

Dövizden kaynaklanan enflasyon ifadesi de buradan neşet ediyor.

Çin’de ortaya çıkan büyük üretim; neoliberal hegemonyayı tehdit etmeye devam ediyor.

BÜLENT ESİNOĞLU

2.2.2016, bulentesinoglu@gmail.com

Zor Günlerin Adamı- Fikret Otyam

 

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği, geçtiğimiz yıl 9 Ağustos tarihinde kaybettiğimiz yazar,gazeteci,ressam ve fotoğraf sanatçısı Fikret Otyam anısına bir kokteyl ve bir panel düzenliyor. ‘Aydınlanma Projelerimiz’ kampanyası kapsamı içinde düzenlenen 2016 yılının ikinci etkinliği olan ‘Zor Günlerin Adamı- Fikret Otyam’ kokteyl-konferans ve paneli , 29 Şubat 2016 tarihinde saat 18.15-22.00 arasında, 228 Kingsland Rd. London E2 8AX, adresinde yer alıyor. Etkinliği düzenleyen İADD adına Başkan Jale Özer tarafından yapılan açıklama şöyle ;

Değerli Üyeler, Dostlar

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Edebiyat ve Kültür Bölümümüz tarafından yürütülen “Aydınlanma Projelerimiz” kapsamındaki 2016 yılının ikinci etkinliğinde 9 Ağustos 2015 tarihinde aramızdan ayrılan değerli yazar,gazeteci, ressam ve fofoğraf sanatçısı Fikret Otyam’ ı anacağız.

Gelin hepbirlikte “Kalemini,Fırçasını, Objektifini Yüreğine Takan Adam “ Fikret Otyam’ın ülkemize kazandırdıkları güzellikleri anlamaya ve öğrenmeye çalışalım.

Tüm üye ve dostlarımızı aramızda görmekten mutluluk duyacağız.

Saygılarımızla.

Jale Özer

Başkan

                  ******************************************************

 

ZOR GÜNLERİN ADAMI “ FİKRET OTYAM “

ZOR GÜNLERİN ADAMI  “ FİKRET OTYAM “

 

29 ŞUBAT 2016,PAZARTESİ

228 Kingsland Road, London E2 8AX

Saat: 18:15- 19:30 RESEPSiYON

Aperatif yiyecekler,içecekler

(kişi Başına :£5.00)

Saat :19:30- 22:00

KONFERANS-PANEL

SİNEVİZYON

**********

YORUMLAYANLAR :

ABDULLAH NİHAT YILMAZ /Araştırmacı Yazar

ECE CLARKE / Ressam,Helkeltraş

MURAT METİN / Eğitmen, Fotoğraf Sanatçısı

YÖNETEN :

KADRİYE ATABAY/ İADD Kültür ve Edebiyat Bölümü Sorumlusu

Adres: 228 Kingsland Road,London E2 8AX

http://maps.google.co.uk/maps…

Ulaşım:

– Liverpool Street: metro istasyonundan Dalston istikametine giden 242, 149, 67 nolu otobüsler

– Old Street : metro istasyonundan 243 nolu otobüs

-Hoxton :tren istasyonundan Dalston yönüne doğru yürüme mesafesinde veya

242,243,149,67nolu otobüsler

– Haggerston :istasyonunundan güneye doğru 3-4 dakika yürüme mesafesinde.

-Dalston Kingston: tren istasyonundan güneye doğru 10 dakika yürüme mesafesinde veya güneye

giden otobüsler.

-Otobüs durağı: Laburnum Street

İNGİLTERE ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ

Türker Ertürk; Hainler, Sessiz kalanlar,Yüzümüze bakamayanlar..

BAZILARI GÖZÜMÜZE BAKAMIYOR

Tuğamiral Şafak Yürekli, geçtiğimiz Cuma Günü (29 Ocak 2016) facebook sayfasında; “Bugün Askeri Casusluk davasından da beraat ettim. Böylece, sanık yapıldığım tüm davalardan beraat etmenin mutluluğunu yaşıyorum. Cumhuriyet Donanmasına ve onun yetiştirdiği Atatürk’ün Askerlerine kurulan en büyük kumpaslardan biri olan ve sanıklarının yüzde 95’ini denizcilerin oluşturduğu, en kıdemli sanık olduğum İstanbul Askeri Casusluk davası, bugün beraatla sonuçlandı. Savcının tüm sanıkların beraatını talebinden sonra, Mahkeme Başkanı kararı açıklamadan önce; bu davanın isminin Askeri Casusluk Davası olamayacağını, olsa olsa “Dijital Terör davası” olabileceğini söyleyerek, sanıkların tamamının beraatına hükmettiklerini açıkladı.

Kendi evlatlarını koruyamayan TSK’nın bu süreçte bana göre en büyük kaybı; personelinin tasfiye edilmesinden oluşan çok değerli insan kaybından ziyade, tekrar tesisi uzun yıllar alacak güven ve itibar kaybıdır. Dik duran şerefli komutanlarımı tenzih ederek, bu süreçte astını koruma ve kollama görevini yapamayarak vebali olan komutanların yaşamları boyunca en büyük cezaları, varsa bizzat kendi vicdanları olacaktır. Saygılarımla” demiş.

Dijital Terör

 Şafak Yürekli; mezuniyetinden itibaren tanıdığım, gerçekten soyadı gibi yürekli, çalışkan, nitelikli, deneyimli ve iliklerine kadar Atatürkçü bir asker ve denizciydi. Bugün görevinin başında olması gerekirdi. Ama kumpas operasyonları ile tasfiye edildi. Mahkeme Başkanı’nın söylediğini biz tam 5 yıl önce, 2011’de yazdık, televizyon ekranlarında anlattık ve Beşiktaş’ta Özel Yetkili Mahkeme’de ifade ettik. Hatta bu durumu; 15 Şubat 2011 tarihinde, aynen Mahkeme Başkanı’nın dediği gibi,  “Dijital Terör” başlığı ile köşe yazımızda yazdık. Ayrıca; bu terörün arkasında ABD, AKP ve Cemaat’in olduğunu da söyledik. O zamanlar bunları söylemek, her babayiğidin harcı değildi.

Şafak Yürekli’nin bu mesajına yanıt, aynı gün E. Koramiral Kadir Sağdıç’tan geldi:

“Sevgili Şafak Amiralim, tespitlerinize noktası ve virgülüne kadar katılıyorum, duygularınızı ve acılarınızı paylaşıyorum. Ailece sizlere ve ailelerinize geçmiş olsun dileklerimizi sunuyoruz. Ama sizler gibi, 3 ayrı kumpas iddianamesinden iki kere ağırlaştırılmış müebbet ve onlarca yıl ağır cezadan yargılanmış biri olarak biliyorum ki; ben dahil kimse bu çirkin kumpas davalarından yargılanan bir diğerinin acılarına ve duygularına gerçek anlamda empati yapamaz. Her birimizin ruhunda tedavisi mümkün olmayan travmalar yaratan bu hunhar mezalimi lanetliyorum. Ömrümün sonuna kadar da; her hainin, işbirlikçilerinin ve yetki/sorumlulukları dahilinde, masumiyetimizi bildikleri halde sessiz kalanların ilahi adalete vereceği hesabı gözleyeceğim. Umarım bundan sonra hepiniz ailece, esenlik içinde ömrünüzü sürdürürsünüz. Sağdıç ailesi adına, Kadir Sağdıç”

 Sessiz kalanlarla hainleri aynı kefeye koyan, yakından tanıdığım ve gerçekten üstün niteliklere sahip olduğuna inandığım Kadir Sağdıç da bugün görevinin başında olmalıydı. Ama o da kumpas operasyonları nedeniyle tasfiye edildi.

Esas Kumpas Kime Kuruldu?

Balyoz, Askeri Casusluk ve Genelkurmay’a hakaret davalarında yargılanıp beraat eden E. Deniz Kurmay Albay Koray Eryaşa; “Bu davalarda Fethullahçı polisler ve hakimler açığa çıktı ama TSK içindeki Fethullahçılar açığa çıkmadı” diyerek dava açacağını söylüyor. Koray Eryaşa da bugün görevinin başında olmalıydı. Pırıl pırıl,  Atatürkçü ve yetenekli bir subayımızdı ama onu da kumpas davalarıyla tasfiye ettiler.

Kumpas, gerçekte Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı kurulmuştu. “Darbecileri temizliyoruz” söylemi, tam anlamıyla bir algı operasyonuydu. Esasında; bunun arkasına saklanarak fiili darbe yapılıyordu. Açılımın önünü açabilmek, Türkiye’nin bir bölümünü Suriyeleştirmek, Cumhuriyetin kurucu ideolojisini yok edecek ‘Yeni Anayasa’ için elverişli koşulları yaratabilmek, Rusya ve İran’la bizi itiştirip kakıştırabilmek ve kırmızıçizgilerimizi yok edebilmek için bu kumpaslara ve askerlerin içeri atılmasına ihtiyaç vardı. Bunlar olmasaydı; Genelkurmay Başkanı Sünni Şer İttifakının lideri Suudi Arabistan’a gider miydi?

Koray Eryaşa haklı, TSK hala temizlik yapmadı. İşbirlikçiler, gizli belgeleri çalanlar ve silah arkadaşlarını arkadan vuranlar hala sistemin içinde. Nereye gitsek, özel ilgi görüyoruz. Sanırım bu kumral saçlarımız, kaşlarımız ve ela gözlerimiz için değil; zamanında mücadele ettiğimiz, emrimizdekilere sahibiyet gösterdiğimiz ve hala mücadele ediyor olduğumuz içindir. Bizden büyük olduğu halde elimizi öpmeye tevessül edenler çok oldu. Sımsıkı sarılıp bırakmayanlar, çocuklarına adımızı veren ve vermeye çalışan genç subaylar da. Ama böyle olmasına rağmen; bazı general ve amiraller gözümüze bakamıyor, göz teması kuramıyor, göz kaçırıyor ve yerlere bakıyorlar. Acep nedendir sizce?

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Ahmet Kılıçaslan Aytar; TOPAÇ

TOPAÇ

B.Esad’ın “Şahsi çıkarları için ülkesinin tümünü feda eder. Çok şey satın alıp satarak Arap ve İslam arenasında kendilerine yer bulmaya çalıştı. Efendilerinin kendilerine biçtikleri rolü aşıp, kendilerine izin verilenin çok ötesine gitti.Bu rolden geri adım atması gerekiyordu ama Suriye’nin rolünde ısrar etmesi sıkıntı yaratmıştır.Bu nedenle Suriye davası, o’nun için siyasi açıdan sıkıntı yaratan ölüm kalım meselesi haline gelmiştir” ithamında bulunduğu,Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Şili ziyareti öncesinde bir Rus savaş uçağının Türk hava sahasını ihlaliyle ilgili Rusya’ya hayli sert çıkıştı.

“Rusya,Türkiye’nin egemenlik haklarına yönelik bu ihlallerine devam etmesi halinde sonuçlarına katlanmak mecburiyetinde kalacaktır.İhlal edilen hava sahası aynı zamanda NATO hava sahası olduğu için zaten bizden önce NATO bu tespiti yapmış bulunuyor.İngilizce ve Rusça olarak tüm ikazlara rağmen gerçekleşen bu ihlâli Rusya’nın bölgedeki krizi tırmandırma çabasının bir sonucu olarak görüyoruz.Suriye’nin sınırımıza yakın bölgelerindeki sivil hedeflere yönelik saldırılar bizde endişe meydana getirmektedir.Rusya’nın bölgedeki operasyonlarının terörle mücadeleyle hiçbir ilgisinin olmadığı, tamamen Suriye rejimini ayakta tutma çabasına dönüştüğü açıktır.Bu tür sorumsuz adımların, ne Rusya Federasyonu’na, ne NATO-Rusya ilişkilerine, ne de bölgesel ve küresel barışa faydası yoktur, tam tersine ciddi zararı vardır” dedi.

Aslında herşey Suriye hamlesiyle Rusya’nın gittikçe agresifleşen dış politikasından başlıyor.Bir taraftan Rusya’nın Suriye’ye yönelik müdahalesinin öncekilerden farklı olduğunun altı  çiziliyor.Çünkü ABD; Çeçenistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki askeri harekâtlarının çoğu ülke tarafından kınanacağını hesaplayan Rusya’nın,şimdi Suriye’de radikal terörle mücadele etttiği için uluslararası toplumdan destek görmesinden rahatsız oluyor.

Üstelik Rusya’nın müdahalesi, ABD’nin bölgede yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapının darmadağın olmasına neden olmuştur.Bu karmaşa, ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail’i,İran’ın Şii hilâliyle yayılma olasılığı ise bir diğer müttefiki Suudi Arabistan’ı derinden etkilemiştir.

Bu yüzden ABD, Suriye Kriziyle ilgili Cenevre’de yapılan görüşmelere bir dizi taleple katılıyor.ABD’nin Cenevre’de, Rusya’nın teröre karşı verilen küresel mücadelenin bir ortağı olabileceği, bu işbirliğinin Avrupa Birliği ve diğer ülkeler tarafındanda memnuniyetle karşılanacağı,ancak uzun vadeli işbirliği hedefine ulaşabilmek için öncelikle Rusya’nın kısa vadeli birçok sorunu çözmesinin şart olduğunu ileri sürmesi bekleniyor.

ABD, Rusya’nın Suriye’ye müdahalede bulunduğu ilk sıralarda doğrudan İŞİD hedeflerini bombaladığını,Bir süre sonra ABD koalisyonu tarafından desteklenen iç savaşın üçüncü taraflarını bertaraf etmeye yöneldiğini, Böylece Rusya’nın, uluslararası toplumu B.Esad ile İŞİD arasında seçime zorlayan bir strateji yürüttüğünü savunuyor.

Rusya’dan Suriye ılımlı muhalefet güçlerini bombalamayı bırakıp IŞİD ile savaşması isteniyor.’Rusya, Suriye rejimini yeniden değerlendirebilse, Esad’ın IŞİD davasına daha fazla gönüllü kazandırmaktan başka işe yaramayacağı görecektir, o yüzden Esad’ın iktidarda kalmaması gerçeğini benimseyecektir,’ diye düşünülüyor…Bu yüzden ABD, Suriye rejiminin askeri operasyonlarının kurbanlarının ziyadesiyle siviller oluşuna dikkat çekiyor.Uluslararası toplumun kredisini almak umuduyla, yaşam hakkı başlığında Rusya’dan Esad’ın sivilleri öldürmesine son vermesi için rejim üzerinde baskı kurmasını istiyor…

ABD; Rusya tarafından IŞİD’e destek vermekle suçlanmaktan da son derecede rahatsızdır.Yalan iddialarda bulunan ve kendisini düşman gibi gösteren bir ülke ile güç birliğine girilemeyeceğine dikkat çekiyor.Rusya’nın, muhalif gruplara terörist gönderen ve finanse eden ABD liderliğinde Türkiye, Suudi Arabistan, Katar’ın Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlâksız bir ticarete dönüştürmekle suçlamasına tahammül edemiyor.

Herşeye rağmen, Suriye krizinde faydalı bir ortak olabilmek için Rusya’nın Ukrayna konusunda ABD’den ödün beklemeyi bırakmasının şart olduğunu, Suriye ve Ukrayna arasında bir bağlantı kurmanın işe yaramayacağını öngörüyor.Uluslararası toplumun Rusya’yı Suriye’de özgür ve adil seçimlerle neticelenecek siyasi bir geçiş süreci için ciddi tutum sergilemesi yönünde sıkıştırmasını istiyor.

Bu noktada Rusya Savunma Bakanlığı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir Rus uçağının Türkiye hava sahasını ihlal ettiğine dair iddialarının gerçek olmadığını açıklıyor.Türkiye’nin hava sahası alanını belirleyecek herhangi bir ekipmanı olmadığından bahisle,Rus pilotun bu ekipmanlar aracılığı ile uyarıldığı  iddialarını “cahilce iddialar” olarak nitelendiriyor.Türkiye’yi küçültüyor ve NATO’nun bir provokatörü olmakla itham ediyor…

Washington stratejisini bir taraftan da Rusya ile Avrupa’nın büyük kısmının birbirlerine yabancılaşmış durumda olduğu,Ukrayna’da yeni uluslaşma sürecinin Rus karşıtlığına dayandığı,Rusya’nın dünya arenasına dönüşün bedelini Ortadoğu batağına saplanarak ödediği düşüncesinden kuruyor.

Rusya’nın Batı dünyasına katılması,Avrasya’nın bir kez daha ama bu defa yeni ilkeler altında Rusya’nın liderliği altında toplanması öngörülerinin fiyaskoya dönüştüğü düşünülüyor.Rusya’nın Batı ile zıtlaşırken Batı yanlısı ya da Avrasyacı dış politika konseptlerini geri getiremeyeceğini,Moskova’nın yeni stratejik konsept ararken bir yandan da krizleri önleyici mekanizmalar geliştiremeyeceğini,Bu arayışların bu şartlarda iç reformlarla destekleyemeyeceğini,nihayet Rusya için bir çöküşün kaçınılmaz olduğuna inanılıyor.

2016’da seçilecek ABD yönetimiyle bir yenilenme karşısında, Rusya’nın gerçekleştirilebilir hedeflere yönelmesi gerektiğine,Suriye’deki talihsizliğin benzeri bir fiyaskonun Baltık Denizi  ile Karadeniz  arasındaki bölgede yaşanması halinde çok daha tehlikeli sonuçlar doğuracağına dikkat çekiliyor.

Bugünkü kırılgan uluslararası güvenlik ortamının yeni bir silahsızlanma süreci için uygun olmadığı, önceliğin stratejik taarruz silahlarına ve orta menzilli füzelere ilişkin mevcut antlaşmalara riayet edilmesi, acil öncelik olarak da çatışmaların başlamasının engellenmesine özen gösterilmesinin lüzumuna işaret ediliyor…

Kısacası ABD “pilavdan dönenin kaşığı kırılsın” diyor…

Yeni Türkiye ise iç ve dış politikasında manevra kabiliyet kalmamış bir ülke konumundadır.Yalnızca Recep Tayyip Erdoğan, dünyanın her bölgesinde İslami Cihadçı örgütler üzerindeki etkisiyle özgür dünya önünde bir güç oluşturuyor.Ama dünyanın yarısı  Erdoğan’ı, Suriye’deki fiillerinden dolayı  “insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak” suçlarıyla itham ediyor…

O’da ne yapsın? Yeni Türkiye’siyle ABD’nin, NATO’nun peşisıra nereye istenirse oraya seğiriyor…

Yeni Türkiye’de buna “Mangal yüreklilik” deniyor ama Rusya Devlet Başkanı V.Putin de kendisine  ” One minute ” denilmesine aldırmıyor gibidir…

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

1.2.2016

IADD; Muammer Aksoy’u anıyoruz

 

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği, ADD Kurucu Başkanı Muammer Aksoy’un Ankara’da kurşunlanarak katledilmesinin 26. yıldönümü dolayısıyla bir bildiri yayınladı. Bildiriyi aynen yayınlarken, Prof.Dr. Muammer Aksoy’nun anısı önünde saygıyla eğiliyoruz. Londra Posta

 

Atatürkçü Düşünce Derneği Kurucu Başkanı’mız Muammer Aksoy’u katledilişinin 26 yılında

sevgi, saygı ve özlemle anıyoruz.

Aydınlanma yolundaki mücadelesi ve

düşünceleri herzaman yolumuz olacaktır.

Işıklar içinde uyusun.

Jale Özer

 

Prof. Dr. Muammer Baki AKSOY

(1917, İbradı-Antalya–31 Ocak 1990, Ankara)

1917 yılında Antalya’da doğdu. 1939’da Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Zürih Üniversitesi Hukuk ve Devlet Bilimleri Fakültesi’nde doktora yaptı. Türkiye’ye döndükten sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Ticaret Hukuku Kürsüsünde asistanlık ve Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Medeni Hukuk Kürsüsünde öğretim üyeliği yaptı. 1957 yılında üniversite yasasında yapılan değişikliklerin üniversite özerkliğine zarar verdiği gerekçesiyle üniversitedeki görevinden istifa ederek Cumhuriyet Halk Partisi’ne girdi.

27 Mayıs 1960 sonrasında yeniden üniversiteye döndü, Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Anayasa Hukuku profesörü oldu. 1960-1961 yıllarında kurucu mecliste Antalya temsilcisi olarak çalıştı. 1961 Anayasasının hazırlanması sırasında Anayasa komisyonu sözcülüğü ve CHP parti meclisi üyeliği görevlerinde bulundu. 12 Mart 1971 muhtırasından sonra sıkıyönetimce tutuklandı ancak yargılama sonucunda aklandı. 1977’de CHP İstanbul milletvekili olarak parlamentoya girdi. Avrupa Konseyi Türkiye temsilciliği ve Türk Hukuk Kurumu başkanlığı görevlerini yürüttü. 12 Eylül 1980’den sonra Ankara Barosu başkanlığına seçildi.

1989’da Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Bahri Savcı, Münci Kapani ve Bahriye Üçok gibi aydınlarla birlikte Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurdu ve Kurucu Genel Başkan olarak çalıştı. 31 Ocak 1990 günü Ankara Bahçelievler’deki evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü.

Bülent Esinoğlu; Ha gayret !

Ha gayret, Ruslarla savaşmaya az kaldı!

Bülent ESİNOĞLU

Rus düşmanlığını körüklemeyi vatan savunması sanan bir kesim var. Düşman yaratma ve düşman sahibi olmada, oldukça mahirler.

Ah bir de gerçekten düşmanımız kim, dostumuz kim, onu belirleseler yüreğim yanmayacak.

Ortada hiç dostumuz (onlara göre ABD dost) kalmamış, bu durumda, kalkıp Rusya ile savaşacak zemin arıyorlar.

PKK’yı başımıza bela eden, yedirip içiren, silahlandırıp üzerimize salan Amerika iken, nasıl oldu bilinmez, Ruslarla karşı karşıya geldik. Amerika canımız ciğerimiz oldu.

Canımız ciğerimiz Amerika, Rus uçağının Türkiye sınırlarını ihlal ettiğini bizden önce tespit edip bize bildiriyor.

Erdoğan 30 Ocak 2016 tarihinde yaptığı bir televizyon açıklamasında,” Rus uçağının sınırımızı ihlal ettiğini, bizden önce NATO tespit etti. Onlar da, takip ediyorlar.”

Ruslar anında cevap veriyorlar. “Uçaklarımız Türkiye sınırını ihlal etmedi. Bu haber sadece propaganda amaçlıdır”

24 Kasım 2015 tarihinde, tarafımızdan mı, yoksa Amerika tarafından mı düşürüldüğü tartışma konusu olan, bu düşürme olayından sonra, Rusya ile Türkiye arasında ipler koptu.

Rus düşmanlığını körükledikçe, bir tek sonuç ortaya çıkıyor. Daha fazla Amerikan kucağı…

Peki, biz iç cephede kiminle savaşıyoruz? Amerika’nın ülkemiz içinde manipüle ettiği PKK ile savaşıyoruz.

Peki, iç cephemizi düzene sokmadan, dış cephede, Rusya gibi bir düşman daha yaratmamız hangi aklın icabıdır?

Rusya Suriye’de El-Nusra’yı vuruyor diye çok kızıyoruz. Elin ülkesinde terör yaratan gurupları doğrudan veya dolaylı olarak arkalamak bizi bu çıkmazlara sürüklüyor.

Bakın, Erdoğan dünkü, Batıya ve Rusya’ya yönelik konuşmasında ne söylüyor?

“PYD, DAEŞ ile savaşıyor diye, PYD terör örgütü değildir diyorsunuz. El-Nusra da DAEŞ’e karşı savaşıyor. Neden El-Nusra’yı terör örgütü sınıfına koyuyorsunuz?

Gerçekte ne düşündüğünü bize net bir şekilde anlatan cümle; Neden El-Nusra’yı terör sınıfına dâhil ediyorsunuz?

Bu cümle; 2011 Mart’ından bu yana, Suriye siyasetimizi,  en açık şekilde ifade eden bir açıklamadır.

Rusya ve Amerika, İslami terör örgütlerini yok etmekte anlaştılar. Buna El- Nusra da dâhil. Ve Rusya El-Nusra’yı ( içinde İhvan yanlısı Türkmenler var) vurunca, bizde bir yaygaradır gidiyor. Rusya sivilleri vuruyor diye…

Son sınır ihlali konusuna, bu çerçevede bakmak gerek.

Gerek Amerika’nın Türkiye içinde ki uzantıları, gerekse, durumdan vazife çıkararak, yeni düşmanlar üretme iştahı neyin nesidir?

Son birkaç yıldır düşünüyordum. Mevcut iktidar içeride iktidarını sürdürmek için,  yarattığı gerilimi yeterli bulmadı ki, şimdilerde de dış odaklı gerilimler yaratıyorlar.

Şu bir gerçektir ki, içeride gerilim yaratarak iktidarı pekiştirmek, bir noktaya kadar belki kabul edilebilir. Ancak bunu Ruslarla savaş noktasına gelecek şekilde sürdürmek bizi bir felakete götürebilir.

Bu savaş çığırtkanları sanmasın ki, Amerika veya Batı Türkiye için Rusya ile savaşı göze alır. Suriye’den giden üç kişiye katlanamayan emperyalist odaklar, Türkiye’den gelecek on milyonları nasıl barındıracaklar?

Osmanlı da “alçalma döneminde” kendini büyük devletler ile hesaplaşırım sanmıştı.

Başka bir mesele daha var. Bu savaş çığırtkanları, ABD, Afganistan, Irak, Yugoslavya Libya gibi yerleri işgal ederken, Haçlı Seferleri akıllarına gelmiyordu. Ne zaman ki Rusya Suriye’ye geldi, başladılar Haçlı orduları hikâyesi anlatmaya.

Ne hikmetse, bu Haçlı Ordularına Amerika’yı bir türlü dâhil etmezler. Onlar için Haçlı Orduları Ortodoks Ruslardan ibarettir.

BÜLENT ESİNOĞLU

31.1.2016, bulentesinoglu@gmail.com

ABD, IŞID’a 1 yılda 600 milyarlık bomba attı.

          Dünya’nın en büyük endüstrisi

             ABD,1 yılda 23.144 bomba attı

ABD’nin Pentagon’a en yakın think tanklarından Council Of Foreign Relations tarafından bildirildiğine göre 2015 Yılında ABD Hava ve Deniz Kuvvetleri 23.144 akıllı bomba kullandı.Hemen tümü Suriye,Irak,Afganistan,Yemen’e atılan bu bombalar JDAM (Joint Direct Attack Munition) olarak adlandırılıyor. İngiltere,Fransa ve Suudi Arabistan tarafından atılan bombaları kapsamayan ve yalnızca ABD hava ve deniz kuvvetlerininin kullandığı JDAM bombalarını içeren bu tablo, üstüne bomba atılan ülkelere göre şöyle;

Irak-Suriye ;    22.110

Afganistan;         947

Yemen   ;          58

Somali    ;        18

ABD’nin politik-askeri alandaki en önemli düşünce kuruluşunun raporundan anlaşıldığı kadarıyla ABD Silah fabrikaları ve savunma kurumları, 2015 yılı boyunca, esas olarak IŞIDı bombalama işini yürütmüşler. Yemen’de, bir bölümü okulların üstüne atılan, JDAM bombaları ise ağırlıklı olarak İngiliz BAE şirketi yapımı.

   Toplam 600 milyar dolar

JDAM adlı akıllı bomba olarak bilinen bombalar, ABD,İngiltere,Almanya ve Avusturalya’da üretiliyor. ABD tarafından 2015 yılı boyunca Irak,Suriye ve Afganistan’da kullanılan akıllı bombalar Rayteon,Boeing, Lockheed Martin başta olmak üzere yaklaşık 10 silah ve fabrikası ve yan sanayii kuruluşlarının ürünü.Pentagon yetkilileri tarafından yapılan açıklamalara göre, değişik özellikleri olan bombaların en ucuzu 25 bin dolardan alınıyor ABD askeri kuruluşlarınca. Pentagon Yetkililerinden General Kendall’in yaptığı bir açıklamaya göre ABD ordusu ve Uluslararası piyasada en çok tutulan bomba Hellfire füzeleri oldu. Kara,hava ve denizden atılabilen bu füzelerin ABD ordusuna maliyeti 60 bin dolar. JDAM bombaları yabancı ülkelere çok daha yüksek fiyatlarla satılıyor.

2015 Yılı rakamlarına göre ABD’nin Irak,Suriye ve Afganistan’I bombalamak için sadece kullandığı bomba fiyatları olarak harcadığı para, minimum olarak 600 milyar dolar. Hava ve Deniz kuvvetlerinin uçak, savaş gemileri,operasyon harcamaları buna eklendiğinde ABD nin bu ülkelerde yıllık harcaması yaklaşık olarak 1 trilyon dolara ulaşıyor. 2015 yılı rakamlarına göre ; ABD nin askeri harcamaları toplam bütçesinin %55 ine ulaşıyor ve 640 milyar dolar olarak gösteriliyor. Türkiye’nin toplam bütçe giderlerinin aynı yılda 583 milyar olarak gerçekleştiği düşünüldüğünde, Orta-Doğu’da 2001 yılında başlatılan ‘Terörle Mücadele’ kapsamında 15 yıldan beri sürdürülen bombalama kampanyalarının, gerçekte ABD’nin halktan toplanan vergi gelirlerini, silah ve özellikle JDAM bombalarını üreten şirketlere aktarması biçimindeki bir ekonomik faaliyet olduğu görülüyor.

        IŞID militanı sayısı değişmiyor !

Pentagon’a yakın ‘Council Of Foreign Relations’ raporunda 2014 yılında başlayan ve 17 ay süren IŞID a karşı bombalamalarda 25 bin teröristin öldürüldüğü belirtildi. Ancak IŞID operasyonlarının başladığı dönemde CIA tarafından verilen IŞID örgütünün militan sayısı 20- 31 bin olarak belirlenmişti. Geçtiğimiz hafta CIA yetkilisi Warren tarafından yapılan son açıklamada ise IŞID militanı olarak verilen sayı 30 bin olarak gösteriliyor. Rakamlar IŞID ve terörizm olayının ABD silah fabrikatörleri için ‘altın yumurtlayan kaz’ işlevi gördüğünü ortaya koyuyor. 600 milyar dolarlık bomba atılan 2015 de IŞID militan sayısı değişmeden kaldığına göre ; önümüzdeki birkaç yıl boyunca bu oyunun devam etmesini ve bu yıl içinde devreye giren Rusya gerekçesiyle daha fazla çeşitlenmesini beklemek ihtiyatlı bir tutum olacak.

Mahir Tan   LondraPosta-Londra

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Garanti ve Garantörlük

GARANTİ VE GARANTÖRLÜK

Bir süredir Yunanistan, Güney Kıbrıs ve İsrail  Doğu Akdeniz’de Tamar ve  Leviathan bölgesi doğal gazını Avrupa’ya ulaştırmak için AB ile görüşmekteydi.

Önceki gün Yunanistan Başbakanı A.Çipras ve İsrailli mevkidaşı B.Netanyahu’nun Kudüs’te  gerçekleştirdikleri temasların ardından Güney Kıbrıs’a gidip Rum lider N. Anastasiadis ile bir araya gelmesi ise bu ülke liderleri arasındaki yapılan ilk üçlü zirve oldu.

Lefkoşa’da sağlanan işbirliğinin üçüncü ülkeleri hedef almadığı vurgulandı.

Enerji güvenliği ve AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmesine katkı koyacak ortak çalışmaların ileri götürülmesinde anlaşma sağlandığı bildirildi.

*

Yunanistan Başbakanı A.Çipras Kıbrıs sorununa da değindi.

Çözümün herkesin kendisini güvende hissedeceği bir formülde olmasını gerektiğini belirtti.

“Kıbrıs’ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır ” dedi…

*

İsrail’in doğalgazını dünyaya satabilmesi için ya komşu ülkelerin mevcut  boru hatlarını kullanması,

Ya da İsrail, Güney Kıbrıs, Mısır ve Yunanistan’ın offshore sahalarının bağlanmasıyla oluşturulacak Doğu Akdeniz Boru Hattı ile gazın Yunanistan üzerinden diğer Güney Avrupa ülkelerine ulaştırılması öngörülüyordu.

Bu aşamada Türkiye’deki mevcut boru hatları alternatifinin dışlandığı anlaşılıyor…

*

Bu noktada Türkiye ve KKTC;

Birincisi; Aralarındaki Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması’yla, Kıbrıs’ın karasularında ve münhasır ekonomik bölgesindeki egemenlik haklarıyla benzer arama çalışmaları yapabilecekleri,

İkincisi; Ada’nın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğu tezinde duruyor.

*

Öte yanda iki ülke bölgesel gerçeklik ve konjönktür çerçevesinde Kıbrıs sorununun çözümü yolunda,

Mayıs 2015’te yeniden başlayan toplumlararası müzakerelerde nihai bir anlaşmaya varmış olmasalar bile birçok sorunlu noktayı çözümlemişlerdir.

Nitekim KKTC Cumhurbaşkanı M.Akıncı ile Rum mevkidaşı N. Anastasiades’in Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda  yaptıkları açıklamalarda;

Anastasiades, adada artık devam ettirilemez olan statükonun 2016’da ortadan kalkacağını belirtirken,

Akıncı, her iki tarafın kabul edeceği siyasi eşitlik, AB değerleri ve prensiplerine dayalı, iki bölgeli bir federasyona ulaşmak için kararlı olduklarını yinelemiştir…

*

Müzakerelerde Yönetim ve Güç Paylaşımı, Ekonomi ve AB ile ilişkiler, Mülkiyet, Harita ve Yüzdelikler,Toprak ve Güvenlikler başlıkları dönüşümlü olarak ele alınıyor.

Mutabık olunan noktalar yanında çeşitli görüş ayrılıkları ve zorlukların da bulunması, anlayış farklılıkları ve bu farkların nasıl kapatılıp yakınlık sağlanacağı üzerinde çalışılıyor.

*

Ancak mültecilerin mülkiyet haklarını oluşturan mallarının iadesi, verilecek başka bir konuta taşınmak veya tazminat konularında ciddi ayrılıklar bulunuyor.

Kıbrıs’ta ne Rum, ne de Türk tarafı finansal bakımdan tazminatların altından kalkamayacağı için gözler ABD ve AB gibi dış aktörlere çevrilmiştir.

Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,

Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,

Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi  Garantörler Toplantısı’nda çözülecek konular olarak öne çıkıyor…

*

Türkiye 1960 Ankara Anlaşması’nın yol açtığı Kıbrıs, Türkiye, İngiltere ve Yunanistan arasında imzalanan Garanti Anlaşması’nda diğerleri gibi garantör sıfatı taşıyor.

Ankara Anlaşması, Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlüklerini, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletini garantiliyor.

*

Ne ki,Rumlar uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için müzakere sürecinde kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direniyor.

Rum egemenliği kabul etmek Kıbrıs sorununun ortadan kalkması, 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarı anlamına geliyor.

Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…

*

Mesela, Garanti Anlaşması’nda 1.madde; “Kıbrıs Cumhuriyeti herhangi bir devletle tamamen veya kısmen herhangi bir siyasi veya iktisadi birliğe katılmamayı taahhüt eder. Bu itibarla herhangi bir diğer devletle birleşmeyi veya adanın taksimini doğrudan doğruya veya dolaylı olarak teşvik edecek her nevi hareketi yasak ve ilan eder” biçimindedir.

Rağmen Rum Temsilciler Meclisi’nin Şubat 2010’da  tüm dünyada tanınmayı sağlamaya yönelik aldığı, Avrupa Birliği’ne üye bir devlet olan  Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’nde garantiler ve garantörler düşünülemez kararı, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin AB ve BM üyesi bir ülke olmasına yol açmıştır!

Doğrusu, Rumlar geçmişte bunun gibi bir çok konuda  Garanti Anlaşması’nı delmekte deneyimli ve çok mahirdir…

*

Şimdiyse  Rumlar Birleşik Kıbrıs için müzakereler devam ederken, siyasi mülkiyet konusunu “Türkiye’nin Kıbrıs’ta İşgalci” olduğu noktasına taşımakta,

Türkiye’ye daha fazla baskı yapılması için garantörlük konusunu uluslararası alana taşıma ve askıya aldırma çabasını sürdürmektedir.

Bu garantörlük bahsinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilmesi,

Garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılması,

Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların müdahil olmasının adımlarının atılmakta olduğu anlamına geliyor.

*

Nitekim, Yunanistan’ın adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklaması ardından,

Rumlar, İngiltere’den de Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır oldukları teyidini almıştır.

Bu yüzden Yunanistan Başbakanı A.Çipras “Kıbrıs’ta garantilere ve garantörlere gerek yok, bunlar artık çağdışıdır ” diyor.

*

Bu noktada Garanti Anlaşması’nın  askıya alınması çabasında Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan’a destek veren ABD’nin Stratejik Ortağı İsrail’e dikkat gerekiyor.

İsrail bir yandan da, bölgesinde İŞİD terör örgütünün arka plandaki hamîlerinden biri olmasına rağmen, IŞİD’in Türkiye’den gelen petrol parasından uzun zaman faydalandığı açıklamasıyla  Türkiye’ye ithamda bulunuyor.

Ya da Kürtlerin demokratikleşmeye katılımı için PKK terör örgütüne verdiği destekle Anadolu’da kan akmasına neden oluyor.

Ya da Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nin bağımsızlığı talebiyle dört coğrafyanın Kürtlerine ışık yakarken, o toprakları bir zindana çeviriyor.

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

30.1.2016

Abdullah Nihat Yılmaz; O’nu da…

O’NU DA…

Evet, O’nu da, yani Kamer GENÇ’i de kaybettik… Son bir-iki yıldır sanki kırım girmiş sanat-kültür ve diğer üst plandaki ünlü ve maharetli insanlarımıza, bir bir gidiyorlar dünyamızdan ve  biz  geride kalanlar da sadece el sallıyoruz artlarından, şaşkın ve itirazsız. Ya da kime  ve nasıl itiraz edeceğimizi bile  bilemeden…

Mesela Yaşar Kemal’i, Fikret Otyam’ı, Oktay Akbal’ı, Zeki Asyalı’yı,  Kayahan’ı,  Levent Kırca’yı, Bedri Koraman’ı, Başar Sabuncu’yu, Suna Kili’yi, Şennur Sezer’i, Nurhan Karadağ’ı,Tahir Elçi’yi ve de bu bizim Kamer Genç’i bir hamlede gözlerimin önüne getirebiliyorum. Unuttuklarım da vardır muhakkak…Ama başka bir sayımda o unuttuklarım da dahil cem olacaklar karşımda. Ki, say say bitmez bir sevgi yumağı…

“E ama nereye kadar sürecek bu göç?”

Üstelik, şaka gibi… Hatta nanik yapıyorlar diyesi bile geliyor insanın! Hele Kamer GENÇ? Fotoğrafına bakıyorum: Sağlıklı, yakışıklı, güleç yazlü bir pir-ü pak! Ölüm mü? Umurunda bile değil… Ferman mı? Kimin olursa olsun “dağlar bizimdir” diyor!

Dadaloğlu gibi, dimdik…

Oysa bu halleri belki de dış görünüşüydü onun. Çünkü ince yüreği, işleyen beyni ve hünerli elleri yoksul, kimsesiz ve arkasızların yanında olmuştu hep. Ezik ve kederli.. Neredeyse, 23 Şubat 1940’ta dünyaya geldiğinden beri…Yani yoksul bir Alevi çocuğu olarak  öğrenciliği, gençliği, olgunluğu biribirine karışmış hatta hiç birini doğru dürüst yaşayamamış bir Anadoluluydu o. Babası Ali Genç ise, yazlarını İstabul Silahtarağa’da amelelik yaparak geçinmeğe çalışan bir fukara köylü…

Kamer Genç öğrenciliğinde hep çalışkanlar arasındaydı. Yani hep başarılı…  İşte 1960 yılında kendisini, Ankara Maliye okuluna taşıyan da bu kimliği, bu çabası olmuştu. Hatta okulu onarıma girince Tunceli Lisesi’ne devam etmesi, sonra yeniden Maliye okuluna dönmesi hep o yaratıcı kimliğinin ve erişilmez çabasının bir eseri olmuştu.

Ve de 1966’da, Ankara Ticari Bilimler Akademisi’ni, yani şu anki Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’ni bitiriş…

Sonra Danıştay sınavları ve  ardından Danıştay Tetkik hakimliği ile Danıştay Savcılığına…yükselişi.

Oysa ayak seslerini duyura duyura 12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gelecek ve bütün geçitler kin kapıları ile örülecekti.

Olsun! Kamer Genç, direnen bir kimliktir yine de…Sabırlı ve girişken.

1981’de onu DANIŞMA MECLİSİ’nde üye olarak görüyoruz. Faşizmin  baskılarına orda da göğüs geriyor, orda da tek başınadır…

“Yahut kamuoyunun imajındaki,Tek başına muhalefet..”

Sonra, 1983’teki genel seçimlerde bağımsız bir milletvekili…

Sonra SHP’den, sonra DYP’den, sonra CHP’den ve her dönemde de Tunceli’den milletvekili ve Meclis başkan vekilliği…Ama her zaman ve her yerde katıksız bir Atatürkçü, tepeden tırnağa bir laik, sapına kadar bir cumhuriyetçi ve de sadık bir sosyal demokrat…Faşizme, diktatörlüğe, emperyalizme, empryalizmin işbirlikçilerine, işbirlikçilerin faizci ağalarına, ağaların hocasına, hacısına, dedesine, ırkçısına, din simsarcısına  ve  de cümle sömürü ve soyguncusuna karşı bir halk adamı,  bir yurtsever…

Kamer Genç, 23 Şubat 1940 yılında geldiği dünyamızdan, 22 Ocak 2016 günü ayrılırkenki  vasiyetinde “Beni Tunceli’deki köyümün toprağına verin!” demişti.

Ve bizler, sevgiyle, saygıyla ve de sıcak dostlukla uğurluyoruz;

ONU DA…

 

     Abdullah Nihat Yılmaz

      29 Ocak, 2016, Londra.

 

 

 

 

Bülent Esinoğlu; ABD nin bozgununu paylaşmayalım..

Rejim değiştirme inisiyatifi elden gidiyor mu?

Bülent ESİNOĞLU

Güney Amerika’dan başlayarak, ABD’nin zayıf devletlerin rejimleri üzerindeki jimnastiği, son yüzyılın dünya tarihini belirler ölçüdedir.

Meksika’da, Bolivya’da, Şili’de, Arjantin’de, Nikaragua’da, Orta Amerika’da ABD’nin yapıp ettikleri, hafızalardaki yerini henüz kaybetmedi.

Türkiye’de Pakistan’da darbeler, Yugoslavya’da, Libya’da, Irak’ta işgaller hepsi gözlerimizin önünde…

Libya’da rejimi değiştirirken, Kaddafi’nin ırzına geçmek dâhil, her türlü insanlık dışı eylemleri dünyanın gözü önünde yaptılar.

Amerika için, rejim değiştirme sırası Rusya’ya gelmişti. Amerika Ukrayna’yı kullanarak Moskova’ya kadar, Rusya içlerine ilerleyecekti.

Bu kadar saldırganlık elbette kendi karşıtını üretecekti. Rusya ve Çin arasında yürütülen ittifak, Amerikan saldırganlığını durdurmak içindi.

Rusya’nın Suriye’ye deki inisiyatifi; bizdeki ABD yanlısı yorumculara göre, her ne kadar Rusya’nın Türkiye’yi kuşatması gibi anlatılsa da, gerçek böyle değildir.

Gerçek; Rusya Çin İttifakının Amerika’ya karşı aldığı eylemli(savaş dâhil) tavırdır.

Dünya,1980 de, Sovyetlerin yıkıldığı günkü dünya değildir. Rusya Çin İttifakının Amerika’ya karşı kazandığı her inisiyatif, Amerika’nın istediği bir devlette kendi lehine “Rejim Değiştirme” inisiyatifini kaybetmesine neden olacaktır.

Tespitlerimizin sınanacağı iki devlet var. Birisi Suriye, ikincisi Ukrayna

Amerika bir başka önemli zemini daha kaybetme yolundadır.

Avrupa’ya(daha doğrusu Almanya’ya) ABD diyor ki; “Rusya ile ticaret yapma”. Rusya ile ticaret yapması yasaklanan Avrupa’nın, kiminle ticaret yapacağı büyük bir soru işaretidir.

Avrupa iki cenahtan ABD ile çatışkılı noktaya doğru ilerlemektedir. Birincisi, emperyalist ülkeler arası çelişki gittikçe keskinleşiyor. İkincisi, Amerika’nın kaosa sevk ettiği ülkelerden, Avrupa’ya mülteci akınının hızlanması…

Bu iki sorun, Amerika’nın, Avrupa’yı yanına alarak, pis işlerini meşrulaştırmasını zorlaştırıyor.

Dünya dengelerini iyi okuyamayan bizim siyasi iktidar; Suriye’de, Amerika ile birlikte hareket etti. Suriye’de rejim değiştirmek için Amerikan inisiyatifinin yanında yer aldı.

Amerika, dünyada oluşan yeni dengeler muvacehesinde geri çekilince, iktidarın dış siyaseti çöktü.

Allahtan PKK’ya karşı, Türk Silahlı Kuvvetleri, 24 Temmuz’dan bu yana kendi inisiyatifini alınca, Türkiye’nin de, bir savunma stratejisi oluşmaya başladı.

Cenevre 3 Toplantısını iyi gözlemleyen gözler, ABD’ni Suriye ve orta doğuda inisiyatifi Rusya/Çin İttifakına bıraktığını göreceklerdir.

Elbette daha çok Cenevre Toplantıları olacak. Ancak bu tür anlaşmazlıkların çözüleceği yer artık ABD olmayacaktır.

Amerika’nın yanında yer almaya devam ederek, ABD’nin orta doğu bozgununu paylaşmaya gerek yoktur.

28.1.2016, bulentesinoglu@gmail.com