60 km ara ile Rus ve ABD üsleri

       Dünya’nın ‘savaşı’ yanımızda

Kuzey Suriye’de PYD kontrolündeki bölgede, son bir hafta içinde açıklık kazanan askeri faaliyet bölgedeki tehlike sinyallerini alarm seviyesine getirici nitelikte. Sınırımızın hemen ötesinde 60 km karelik bir alanda iki süper güç, iki askeri havalanı inşa ediyor. Nusaybin ilçemizin sınır geçişindeki Suriye’nin Kamışlı ilçesi havalanı (Suriye devleti kontrolünde) bir Rusya askeri Havalanına dönüştürülürken, 60 km güneyde Haseke’deki PYD kontrolündeki Rmeilan havaalanı ABD kontrolüne verildi. PYD’nin büyük bir bölümünü oluşturduğu SDF (Suriye Demokratik Güçleri) adlı milis örgütü yetkilisinin El Jezire televizyonuna verdiği bilgiye göre Rmeilan havalanı SDF ve Amerika Birleşik Devletleri arasında yapılan anlaşma geregince ABD nin silah ve desteğinin doğrudan ulaştırılması amacıyla bu ülke hava kuvvetlerine devredildi. Rusya ve ABD tarafından bölgeye gönderilen mühendis ve askeri uzmanlar havaalanlarını hizmete açmak için çalışmalara başladılar.

   Bu zahmet IŞID çapulcuları için mi ?

Türkiye sınırlarının birkaç  km ötesinde başlayan bu hızlı askeri yerleşme operasyonunun IŞID ile savaşma amacına yönelik olduğu savı giderek ciddiyetini kaybediyor. 2015 yılı haziran ayından beri Suriye’de operasyonlara başlayan Rusya Hava Kuvvetleri zaten Suriye ile yapılan anlaşma uyarınca bu ülkenin tüm havaalanlarını kullanıyor. Akdeniz kıyısında Latakia’da bulunan iki hava ve bir deniz üssü kullanan Rusya Hava Kuvvetleri, Suriye’nin tamamını erişim alanı içinde bulunduruyor. Rusya’nın neredeyse Türkiye-Suriye sınır çizgisinde bulunan Kamışlı havaalanını askeri kullanıma açma çalışmaları Türkiye-Suriye sınır bölgesinin yakın bir tarihte çok sıcak günler yaşayacağının bir göstergesi.

ABD hava Kuvvetleri ise ; Türkiye ile 2015 yılı içinde yaptığı yeni anlaşma ile IŞID operasyonlarını (Türkiye ile anlaştığı şartlarda) Dünya’nın en büyük askeri üslerinden biri olan İncirlik’ten yürütüyor.  ABD nin İncirlik yanında PYD bölgesinde bir başka askeri  havalanı açması IŞID savaşının büyük ölçüde Türkiye’nin etki ve gözlem alanı dışına çıkarıtıldığını gösteriyor. ABD nin 2. Adamı olarak bilinen Joe Biden’in Türkiye ziyaretinde olduğu bir dönemde El Jezire televizyonu tarafından açıklanan PYD bölgesindeki Rmeilan havalanı operasyonu  bölgede yeni dengeler kurulmaya başladığını gösteriyor.

IŞID savaşı adı altında Orta-Doğu’da hazırlanmaya başlayan yeni bir savaş sahnesinin figürleri olarak gösteriliyor aynı yerde kurulan ABD ve Rusya askeri üsleri. ABD ve Rusya üsleri, Barzani tarafından yapılan ‘Kürdistan’ı ilan etmek üzereyiz’ açıklaması sırasında, Kürt bölgesi sınırlarını, artık eskidikleri belirtilen meşru devletlerin, erişimi dışında tutma operasyonu olarak görülmeli.  Bizim içimizdeki hendek otonomileri hangi tarafta kalacak ? Bunu muhtemelen 2016 yılı bitmeden göreceğiz.

Mahir Tan            LondraPosta-Londra

 

 

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘Ateşe Benzin dökenler’

İSRAİL-ABD ATEŞE BENZİN DÖKÜLMESİNİ BUYURUYOR

İsrail Başbakanı B.Netanyahu Dünya Ekonomi Forumu’nda konuşuyor.

“Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir; çünkü ikisini de tehdit eden iki temel tehdit vardır, İran ve İŞİD.

Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük. Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyorum.

Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir. Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz “diyor…

*

B.Netenyahu’nun Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürütülen ilişkiler ise şöyle bir stratejiye dayanıyor:

Önce İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği öngörülüyor.

Sonra İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti  olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesi amaçlanıyor.

*

Nitekim İsrail’in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,

Ardından terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kurulmuş bulunuyor.

*

Bu suretle;

Birincisi; İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikaları homojenize ediliyor.

İkincisi; Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde Vahhabiliğin etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılıyor.

Üçüncüsü; Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılmış olurken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülüyor…

*

Bu sırada Rusya’nın yeni bir uluslararası hukuk temelli yeni bir dünya statüsünün kurulması talebiyle,

Esad rejiminden tüm kesimleri kapsayan, hasarı toparlayabilecek, ülkeyi birlik haline getirecek ve meşru gelecek sağlayacak bir hükümete doğru dönüşüme destek vermek üzere bulunduğu Suriye’de tecridi sağlanacaktır.

Bu suretle gerilimin had safhaya ulaşması halinde Suriye by pass edilecek, orada tecrid edilmiş olan Rusya’nın gerilime karşılıkta bulunmasının önüne geçilecektir.

Süreç sırasında Irak’ın Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında bölünmesinin alt yapısı da sağlanmış olacaktır…

*

İşte, Mayıs 2015’de IKYB lideri M.Barzani’nin Beyaz Saray’da ABD Başkanı B.Obama ile görüşmesi esnasında,

Barzani’ye “Müsterih olun, ömrümüz Kürt devletini görmeye yetecek” diyen,

ABD Başkan Yardımcısı J.Biden çantasında açılım ve yeni anayasayla Türkiye’dedir.

AKP,CHP ve HDP milletvekilleri ile bu konuları masaya yatırıyor.

Hendeklere sıkışan PKK’ yı kurtarmak ve Türkiye’ye  PYD’ ye razı etmenin talimatlarını geçtiği biliniyor…

*

Aynı sırada Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) Başkanı M.Barzani ise İngiliz Guardian gazetesinin sorularını yanıtlarken, Iraklı Kürtlerin bağımsız bir devlete hiç olmadığı kadar yakın olduklarını söylüyor.

1916’da imzalanan ve Ortadoğu’daki sınırları belirleyen Sykes-Picot anlaşmasının hükmünü yitirdiğini, dinsel ve mezhepsel bölünmelerin yaşandığı bölgede artık yeni bir uluslararası anlaşmaya ihtiyaç olduğunu belirtiyor.

“Uluslararası toplum Irak’ın ve özellikle Suriye’nin yeniden birleştirilemeyeceğini kabul etmeye başladı. Bölgede beraber yaşama fikrinin hatalı olduğu anlaşıldı” diyor…

*

Ancak M.Barzani, “Kürdistan’ın Bağımsızlığı” yolunda;

Birincisi, Ağustos 2015’te Kürt Yönetimi bölgesinde başkanlık süresi sona ermesine rağmen lideri olduğu demokrat partinin, Barzani’nin başkanlığının sürmesi üzerinde ısrar etmesiyle birlikte IKYB’de diğer Kürt siyasi partiler arasında yaşanan derin anlaşmazlığı,

İkincisi, Barzani ailesi ve partisinin IKYB’de izlediği politikalar sonucunda bölgeyi siyasi ve  iktisadi krizlere sürüklemiş olmakla suçlanmasını,

Barzani ailesinin Kuzey Irak’ın bağımsızlığı ile ilgili tutumu ve petrolü tek yanlı olarak ihraç etmesiyle IKYB’de durumun daha da karmaşık hale geldiğini, bu çerçevede Peşmerge’nin bölündüğü gerçeğini,

Üçüncüsü;Bölgede bulunan Rusya koalisyonunun “Lâik, Birleşik ve Bağımsız” Suriye ve Irak’ı amaçlıyor olmasını,

Dördüncüsü; Irak ordusu’nun IŞİD’le mücadelede yetersiz ve etkisiz kalması sonrasında Ayetullah Ali El Sistani’nin fetvasıyla İŞİD’e karşı yürütülen cihat için Şii gönüllülerin oluşturduğu ve Halk-Millet Yığınları anlamında Haşdi Şaabi adıyla tanınan milisleri ihmal ediyor.

*

Haşdi Şaabi birlikleri, Irak güvenlik güçlerine takviye olarak kurulmuş olsa da giderek IŞİD’le mücadele sürecinin ön plandaki yürütücüsü olmuş ve sahadaki kontrolü ele almıştır.

Şimdilerde Haşdi Şaabi oluşumu, Irak Başbakanlığı’na bağlı Ulusal Güvenlik Müsteşarlığı çatısı altında kurumsallaştırılıyor.

*

Haşdi Şaabi üzerindeki İran’ın rolü de biliniyor, bir çok İranlı askeri danışman Irak’ta bu çatı altında IŞİD’e karşı yürütülen operasyonlarda doğrudan yer alıyor.

Birliklerde mezhepsel bir tehlikeyi ortaya çıkarmaması için içerisinde Hıristiyan ya da Sünni gruplara yer verilerek halk gözünde meşruiyet kazandırılıyor.

*

Bir çok grubu içinde barındıran Haşdi Şaabiler özellikle Irak’ın kuzeyinde Kerkük gibi bölgelerde Peşmerge, asayiş güçleri, silahlı Sünni Aşiretler gibi oluşumlarla da işbirliği yapmaktadır.

Misyonlarının IŞİD’le mücadele ederek Irak topraklarından çıkarılması, ülkenin korunması ve Iraklıların özgürlüğe kavuşması olduğu belirtiliyor.

Bu güçlerin nihai amaçları ise IŞİD sonrası süreçte, özellikle Sünnilerin siyasi sürece entegre edilmesi, devlet otoritesi içerisinde dengenin sağlanması, temel vatandaşlık haklarının geri getirilmesi ve Irak Federasyonunun güvenlik ve siyasi istikrarını sağlamaktır.

*

Bu noktada Irak; Türkiye’nin IKYB lideri M.Barzani’nin desteğiyle fakat kendisiyle koordine etmeden Musul’un Başika bölgesine asker göndermesini ve Irak’taki askerlerini çekmeyerek Irak’ın egemenliğini ihlal etmeye devam etmekle suçluyor

Irak “Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı, rahatsızlığı tahammülsüzlüğe dönüştürüyor” diyor.

*

Doğrusu, İsrail istiyor, ABD buyuruyor diye bölgenin mezhepsel ve etnik yapılar arasında bölünmeye çalışılmasının ateşe benzin dökmekle eşdeğer olduğu anlaşılıyor…

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

24.1.2016

Esinoğlu; ‘özgürlük dediği bölünme özgürlüğü’

Amerika Kürdistan kurmakta kararlı!?

Bülent ESİNOĞLU

Amerika’nın ikinci adamı Joe Biden’ın ziyaretinin gerçek nedenini ileri ki yıllarda öğreniriz.

Niye geldiği, ne Türkiye’den ne de Amerika’dan yapılan açıklamalarla anlaşılamaz.

Ancak yaptığı görüşmelere, görüşme yaptığı karakterlere bakıldığında, Türkiye’den ne istediği çok açık.

“Biz bölgede bir Kürdistan kuracağız, siz de bize yardımcı olun”  çalışmasından başka bir şey değil, bu ziyaret.

İfade özgürlüğünden başlayalım.

Türkiye’de ifade özgürlüğünün olmadığını söylüyor, beyefendi. Özgürlükten kastı; Türkiye’nin bölünmesi konusunda ve Kürdistan kurulması konusunda herkes serbestçe konuşsun diyor.

Bölünmenin siyasi çalışması ve propagandası serbest olsun diyor.

Onun düşünce özgürlüğünden kastı; emperyalizme ve kapitalizme karşı mücadele özgürlüğü değil.

Ülkeyi bölenlere, bırakın bölsünler özgürlüğüdür.

Keşke tüm özgürlükleri savunsaydı.

Sınıflar arasındaki bu uçurumların ortadan kalkması için özgürlük isteseydi.

Bölünme sadece PKK’nın silahlı terörü ile olmaz ki. Bölünmeye Türk ve Kürt halklarının ikna olması gerekir.

Beyefendinin söylediği şey şu; Bırakın herkes bölünmeyi serbestçe konuşsun. Bu işin silahlı tarafı zaten var. Bir de siyasi ve sosyal tabanını oluşturursak, Kürdistan kurma işi yoluna girer demek istiyor.

İçerideki ABD işbirlikçileri, işin bölünme kısmını sanki söylenmemiş gibi alıp, meseleyi düşünce özgürlüğü soyutlaması üzerinden tartışmak istiyorlar.

Korkmasalar bölünmeyi de doğrudan propaganda edecekler de…

Biden’in çalışma ziyareti bir kere daha göstermiştir ki, Amerika bölgede Kürdistan Kurma kararındadır. Israrlıdır.

Bir kere daha anlaşılmıştır ki; Amerika ile birlikte olarak, ne ülkemizin birliğini, ne de, toprak bütünlüğümüzü koruyabiliriz.

Çünkü Amerika Türkiye’nin birliğine ve toprak bütünlüğüne göz dikmiştir. Çıkarları bunu gerektirmektedir.

Çıkarlar içimizdeki işbirlikçiler sayesinde yürütülür.

Çok öncelerden beri tekrarladığım tarihi gerçeği, bir kez daha tekrarlamak istiyorum.

Emperyalizmle savaş; içimizdeki işbirlikçilerle savaştır.

Şu an yaşadığımız süreç; İşbirlikçilerle savaş sürecidir. Bu Amerikan işbirlikçilerinin başında, Amerikalı yetkililerin “Kara gücüm” dediği PKK/PYD gelmektedir.

PKK ile savaş bir anlamda Amerika ile savaştır. Vatan savaşıdır.

Vatanın olmadığı yerde, özgürlükler zaten olmaz.

Bu nedenle bu süreç sürdükçe, savaş derinleştikçe, bu işin bir entelektüel özgürlükler meselesi olmadığını anlamayanlar da anlayacaktır.

Daha açık ifade edersem; ayağını bu toprağa basan burjuva ve sermaye kesimi de, ben ABD sermayesiyle ortak iş yapıyorum, ben bölünme özgürlüğünü savunayım mevziinde duramayacaktır.

Her ne kadar emperyalizmle yürüttüğü işleri varsa da, ana gövdesinin Türkiye’de olduğunu görecektir.

Eninde sonunda herkes toprak bütünlüğünü savunma noktasına gelecektir.

Toprağı savunmak özgürlüğü savunmaktan önce gelir.

Bu bir entelektüel özgürlükler meselesi değil, varlık meselesidir.

İktidar meselesi hiç değildir. Dışarıdan bir saldırı varsa, iktidarda kim olursa olsun bir yerden sonra savunma mevziine girecektir.

 

Bülent Esinoğlu

23.1.2016, bulentesinoglu@gmail.com

Cumhuriyet’in yılmaz bir savaşçısıydı

Türkiye’nin Büyük Kaybı;

Kamer Genç öldü

Türkiye’nin son 40 yıllık Paralamento yaşamına damgasını vuran Kamer Genç’i kaybettik. Türkiye Cumhuriyeti ve onun kazanımlarının tavizsiz bir savunucusu olan Kamer Genç, 22 Ocak Günü İstanbul’da tedavi gördüğü hastanede kanser hastalığpına yenilerek aramızdan ayrıldı. Tam 5 dönem Milletvekili olarak TBMM de yer alan Genç, iki dönem boyunca TBMM Başkan Vekilliği görevini yürütmüştü. 23 ŞUbat 1940 yılında Tunceli-Nazımiye’de doğan Kamer Genç, ;kitsadi ilimler ve hukuk fakültelerinden mezun oldu. Paris’te Uluslararası Kamu Yönetimi Enstitüsü’nde okuyan Kamer Genç, Danıştay Tetkik hakimliği ve savcılığı yaptı. Geçtiğimiz 45 yıllık dönemde arealıklarla 5 kez Tunceli milletvekili seçilen Kamer Genç, Cumhuriyet ve Atatatürk ilkelerinin uzlaşmaz bir savunucusuydu. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin en çetin aynı zamanda en sempatik milletvekillerinden biri olarak unutulmaz bir üne sahip olan Kamer Genç, son yıllarda birçok kez Londra’ya gelmiş ve Cumhuriyetçi Türk toplumunun konferans ve eylemlerinde yer almıştı. Yakından tanıdığımız büyük insanın ailesi ve yakınlarına başsağlığı diler, Türk toplumunun acısını paylaşırız.

Mahir Tan       LondraPosta-Londra 

Bülent Esinoğlu; Davos, Çin’i kuşatma toplantısı

Davos zenginlerinin dilinin altındaki bakla

Bülent ESİNOĞLU
Dünya zenginleri ve onların elitleri her yıl Davos’ta bir araya gelerek, kapitalizmin tıkandığı noktaları aşmaya çalışırlar.
Gerçekten krizlere çare bulmak ve ortak aklı üretmek midir, yoksa kapitalist/emperyalizmin ömrünü uzatmak mıdır, bu konu bir türlü netlik kazanmamıştır.
Bu yılkı toplantının konusu Dördüncü Sanayi Devrimidir. Sanki Üçüncüyü bitirdik de dördüncüyü konuşuyoruz.
Teknolojik gelişmelerin, emek verimliği üzerindeki etkileri konusunda kafa yoracaklarmış!
İşsizlik artıkça, kapitalizmin başına bir şeyler gelir korkusundalar.
Kapitalist/emperyalizmi nasıl ederiz de, mevcut vahşi halinden daha insancıl ve daha kabul edilebilir hale taşırız çalışmaları…
Dünya büyüme hızının küçülmesi, ticaretin daralması, emtia fiyatlarının hızla düşmesi gibi konular, kapitalist emperyalizmin büyük çıkmazda olduğunu göstermektedir.
Finansal kapitalizmim, giderek üretimden kopması, büyük sorun olarak duruyor.
Ancak, bu sorunlar, aşağıda belirteceğim sorunun yanında hiç kalırlar.
Dünya zenginlerinin şapkalarını önlerine koyup, düşünmesi gereken asıl sorun budur.
Dünyada dört devlet para basar ve dünyaya para satar. ABD, Almanya, İngiltere ve Japonya.
Bu ülkelerin para satıp paradan kazandıklarını Gayri Safi Milli Hasılalarından çıkardığınızda, bu dört ülkenin üretim toplamı, bir tek Çin’in üretim toplamından azdır.
Daha kestirmeden söylersek, üretim Asya’da yapılır, bu üretime karşılık gelen paralar, Batı emperyalist ülkeleri merkez bankalarında basılır.
Böyle bir ekonomik düzenin, kapitalizm içinde kalınarak bile olsa, sürdürülebilir değildir. Savaş ihtiyacının dayandığı temel nokta burasıdır.
Davos’un içinden çıkmaya çalıştığı konu; teknoloji (bilgi) üretim kanallarını nasıl kullanırız da, Asya’nın üstünlüğünü onların elinden alırız siyasetinin araştırmasıdır.
Davos’ta konuşanların dillerinin altındaki bakla; nasıl ederiz de, teknoloji ve bilginin fiyatını artırarak, gelişmekte olan ülkelerin maliyetlerini artırıp, zenginliklerini Batıya aktarırız.
Anlaşılan odur ki, fikri mülkiyet ve sanayi mülkiyeti gibi konular üzerinde ne yapabilirizi araştırıyorlar.
İşsizlik Davos zenginlerinin sorunu değildir. Hiçbir zaman da olmamıştır.
İşsiz orduları emeği ucuzlattığı için bu durumdan çok memnundurlar.
İsteseler, (teknolojiyi)bilgiyi ticarileşmeden kitlelere mal ederek, fakir dünyayı bu günkü seviyesinden daha yukarı çekerler.
Zaten bilgiyi ve teknolojiyi patronlar üretmez ki, mülkiyeti onlara ait olsun. Kamunun malını kamuya vermekten ibarettir.
Tehlikede gördükleri ve jeopolitik riskler diye adlandırdıkları konu; paradan para kazanma yollarının tıkanacak olma korkusudur.
Bu korkuyu aşmanın yolunun “bilginin maliyetini” artırarak aşabileceklerini sanmaktadırlar.
Siber güvenlik diye sızlandıkları “Açık Yazılım Kurallarını” telif hakları kapsamına alarak bilginin maliyetini artırmak…
Yeni bir entelektüel tekel arayışındadırlar.
Bana göre boşa kıvranıyorlar. Üretim neredeyse, teknolojik üretim de, bilgi üretimi de artık oradadır.
Üretimin vahametini anlayabilmek açısından Çelikten bir örnek vereyim.
Amerika 90 milyon ton çelik/yıl üretir.
Avrupa 90 milyon ton çelik/yıl üretir.
Japonya da 90 milyon ton çelik/yıl üretir.
Çin de 720 milyon ton çelik/yıl üretir.
Avrupa Birliğinin tam üyesi olmadığımız halde, Batı bizi 30 milyon ton sıvı çelikle sınırlamıştır.

21.1.2016, bulentesinoglu@gmail.com

Ahmet Kılıçaslan Aytar;Kıbrıs’ı İngiltere’ye ‘çözdürüyoruz’

KIBRIS SORUNUNA İNGİLİZ DESTEĞİ

Devletlerin uluslararası güç dengelerinde açık kamplaşmadan yana tavır aldıkları bir zamandan geçiliyor.
ABD uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkatle, son zamanda dile getirilen BM’ yi yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığına vurgu yapıyor.
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor.
Ama başta Rusya, Çin ve İran olmak üzere kimi ülke, ABD’ nin kendi lehine gelişen düzenin korunması için oluşan gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesi çabası veriyor…
*
Artık ABD’nin tüm dünyada hâkim güç olmak, küresel ilişkileri domine etmek, askeri gücü tek yanlı kendi çıkarlarına kullanmak üzere başka ülkelere baskı yaparak Washington’ın politikalarını savunmaya zorlaması ve rejim değişiklikleri için uğraşması o kadar kolay olmuyor
Çünkü büyük güçler arasında savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, cephe ile emniyetli bölgenin, dost ile düşman kavramlarının arasındaki hatlar belirsizleşmiştir.
Savaşın doğasının “4.nesil” boyuta evrimi; ekonomiden siyasete uluslararası ilişkilerden uluslararası hukuka bir çok durum karşısında gösterilen kararsızlıklar yüzünden sekteye uğrayabiliyor.
*
O sırada TV’ lerden, Londra’da David Cameron’la bir araya gelen Ahmet Davutoğlu; “Bu yıl Kıbrıs sorununun sizin de garantör ülke olarak desteğinizle çözülmesini umuyoruz” dediği,
Cameron’ın ise “İyi dostum, Türkiye Başbakanı’nı ağırlamaktan büyük memnuniyet duyuyorum” karşılığında bulunduğu bir sahne geçiyor…
*
Ertesi gün yine TV’lerde, Dünya Ekonomik Forumu’nun özel davetlisi olarak Davos’ta bulunan, “Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan” KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Kıbrıs sorununun çözülmesi halindeki getirileri bir bir saymaktadır.
“Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman Türkiye AB’ye daha yakın olacak,
Türkiye ve Yunanistan savunma ve silahlara harcadığı paralar, beslediği ordular sona erecek,
Rum lider N Anastasiadis, Türkçe’nin AB’ de resmi dil olması için çalışma başlatacaktır.
Doğu Akdeniz’de İsrail gazının Kıbrıs gazı ile birleşerek Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya sevki içinde Kıbrıs sorunu çözülmelidir” diyor…
*
Ama Türkiye için Kıbrıs gerçeği, hem de böyle bir zamanda çok daha fazla şeyler vaadediyor.
Birincisi: Kıbrıs, ABD ve Rusya’nın Stratejik Silahların Sınırlandırılması Anlaşmalarında karşı karşıya geldikleri bir adadır.
Petrolün, doğal gazın olduğu yerde en önemli unsur olarak öne çıkan güvenlik konusunda, NATO’nun Stratejik Konsept Belgesinin omurgasını oluşturan füze savunma araçlarının Kıbrıs’ta konuşlandırma yerleri, imha araçlarının hızı ve sayısı, konum algılama sistemleri gibi konularda askeri güç dengesinin ve küresel ortaklaşmanın bir eşiğini oluşturuyor.
Eşiğin üstünde nimetin ortakları, altında külfetin ortakları yer alıyor…
Külfet, 1960 Ankara Anlaşmasıyla Kıbrıs’ta Türklerin siyasi eşitliği, idareye etkin katılımı, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri,
Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini,
Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 Kıbrıs Ortaklık Devletinin garantilenmesini,
Mülkiyet, toprak gibi konularda sakata düşülmemesi anlamına geliyor.
Türkiye’nin mutlaka eşiğin üstünde kalması gerekiyor…
*
İkincisi; Kıbrıs sorunu çözümünde Doğu Akdeniz ve Mısır’da bulunan önemli miktarda hidrokarbon kaynağı şimdilerde katalizör bir güç olarak devrededir.
ABD/ AB’nin “Enerji Güvenliği” için öngördüğü Avrupa pazarlarına ulaşan enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi kapsamında,İsrail, Kıbrıs Rum Kesimi ve Mısır’ın doğalgazını Avrupa’ya nakli konusunda attığı adımlar giderek hız kazanmıştır.
Bu paralelde ABD’nin, İsrail’i “NATO üyesi olmayan Büyük Stratejik Ortak” statüsüne almasıyla birlikte,AB liderliğinde Mısır, Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail’in değişik seviyedeki yetkilileri,Enerji kaynaklarının az maliyet ve hızlı getiri sağlamak kaydiyle Avrupa’ya satılabilmesi için komşu ülkelerin mevcut boru hatlarının kullanılması şartlarını oluşturmaya çalışıyor.
Güney Kıbrıs’ın Türkiye ile KKTC sorunu ve İsrail-Türkiye’nin mevcut kopuk ilişkileri yüzünden Türkiye’deki boru hatlarından hangi koşullarda faydalanılabileceği,ya da Türkiye’yi devre dışı bırakarak gazın, Mısır ve İsrail gazı ile birleştirerek gemilerle nakliyatını sağlama alternatifi tartışılıyor…
Ama enerji kaynaklarının Türkiye gibi komşu ülkelerin mevcut boru hatlarıyla taşınması daha kârlıdır.
O yüzden Türkiye’nin elinin zayıflatılması,
Türkiye’nin Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,
Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,
Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi,
Türkiye’nin bu alanda bulunan gazda KKTC’nin de payı olduğu tezini bırakması gerekiyor…
*
Rumlar uluslararası tanınmışlığı kullanarak avantaj elde etmek için kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnmektedir.
Türkiye’ye daha fazla baskı yapılmasını teminen garantörlük konusunu uluslararası alana taşımış, garantörlüğü askıya aldırmanın peşindedirler.
Nitekim, Yunanistan’ın adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklamıştır.
Rumlar, İngiltere’den de Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır oldukları teyidini almış bulunuyor…
*
Halbuki “Rum egemenliği kabul etmek” “Kıbrıs sorununun” ortadan kalkması anlamına geliyor.
Bu 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarıdır.
Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…
*
O nedenle Rum Yönetimi, Kıbrıs Cumhuriyetini kendilerinin temsil ettiği iddiasındadır.
Sık sık “Akdeniz’de bulunan doğal gazı Kıbrıslı Türklerle paylaşmaya hazır olduklarını” belirtiyor.
Türkiye ve Kıbrıs Türk Yönetimine “Bir an önce çözüm bulun,ancak çözüme ulaşılmadan önce bile, eğer bir rezerv bulursak, bunu iki toplumun da kazanç sağlayabileceği şekilde göreceğiz” garantisini verirken; Egemenlik taslanılıyor.
*
Garantörlük perspektifinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilecek, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önünün açılacak,bu çerçevede Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşlar da müdahil olabilecektir.
BM’de yeni bir dünya statüsü oluşturulması kavgası sürerken, “Asılacaksan İngiliz sicimi ile asıl” kompleksinin,Türkiye’yi Kıbrıs’tan hareketle uluslararası toplumda yalnızlaşmaktan başka bir yararı olmayacak,Türkiye’ye “Getir bakiim, Lozan Barış Anlaşmasını” demek kolaylaşacaktır…
PKK terör örgütü oralarda ne arıyor ki?
*
Bu çerçevede, doğrusu; bu siyasi iktidarın insan ve sosyal sermayesi yatırımından,giderek Cumhuriyeti Devleti’nin icra-yürütme-yargı kuvvetleri, tüm cumhuriyet kurumları, özerk kuruluşlar, İslami sermaye, medya, silahlı kuvvetler ve CHP, MHP üzerinden Türkiye’ye hakim olmasına,
Sonra yeni Türkiye Devlet’ine pan-islamcı yeni Osmanlı esvabı giydirmesine ve bu bütünü Milli İstihbarat Teşkilatı merkezinden demokratikleşmeyi denetleyen ABD-CIA, Kürtlerin demokratikleşmesini denetleyen İsrail-MOSSAD, askeri denetleyen NATO unsurları ile yönetmesi de büyük bir handikap oluşturuyor.
Türk halkı için iktidarı ve muhalefeti ile bu fotograftaki hiç kimsenin ve hiç bir şeyin içinde yer alamayacağı; lâik, antiemperyalist, Atatürk milliyetçisi ve çağdaş bir ulusal hükümet gerekiyor…

Ahmet Kılıçaslan Aytar

22.1.2016

Bese Hozat; ‘CHP de sosyal demokrat kanat olumlu’

 

      Buna Kandil ‘Hayır’ der mi ?

Etkisizliği ile dillere destan olmuş CHP, nihayet olumlu yada olumsuz anlamda ‘önemli’ bir adım attı.    Anamuhalefet Partisi, ülkenin bir bölümünde kan gövdeyi götürürken, Kandil’in program olarak ‘hayır’ demeyeceği bir sonuç bildirgesi yayınladı; Avrupa Konseyi Yerel Yönetim Şartı’na Türkiye’nin koyduğu şerhlerin kaldırılması ve Yeni Anayasa da ‘Eşit Vatandaşlık’ kavramının yer alması. PKK-HDP çizgisinin, geçtiğimiz yıllarda yürütülen ‘açılım’ görüşmeleri sırasında doğrudan Abdullah Öcalan vasıtasıyla ‘Avrupa Konseyi Yerel İdareler Şartı, şimdilik yeterlidir’ biçiminde karşıladığı ‘çözüm’ adımı, bu kez görüşmelerin mimarı AKP Hükümetinden değil, Anamuhalefet partisinden geldi. CHP’nin PKKnın en çok köşeye sıkıştığı bir dönemde attığı can simidi, öyle sanıyoruz ki, ‘önemli’ sonuçlar doğuracaktır. Güneydoğu illerimizde kopan son fırtına öncesi ‘statü istiyoruz’ açıklaması yapan HDP Eşbaşkanı Selahatin Demirtaş’ın ‘Statü’ talebini karşılayan CHP, Öcalan’ın ‘şimdilik’ yeterli gördüğü formülasyonu gündeme getirerek büyük ölçüde AKP hükümetinin önüne geçmiş ve onun yakın gelecek için ‘elini bağlamıştır’. Kürt Meselesi ile ilgili olarak giderek artacağı anlaşılan ABD- AB baskısı yönünde CHP nin attığı bu adım, aynı zamanda içi boş ‘Barış bildirilerininde’ programatik bir zemine oturmasını sağlayacaktır. Özetle; AB münderecatında bulunan ve Türkiye’nin de imzacıları arasında bulunduğu bir metni kabul edecek bir PKK’nın ‘statü’ isteği, Batı toplumlarına bugünden çok daha ‘sempatik’ gelecektir.

     CHP-HDP yakınlaşması kaçınılmaz    

CHP nin hafta sonunda biten Kurultay sonuç bildirgesi, ‘Kürt Siyaseti’nin Türkiye ve Orta-Doğu yayın organlarına yansıdığı kadarıyla Kandil tarafından olumlu karşılandı. PKK temsilcileri Bese Hozat ve Mustafa Karasu tarafından yapılan açıklamalarda CHP Kurultay bildirgesi ‘yetersiz olmakla birlikte olumlu’ bulundu. Türkiye siyaset sahnesinde,bu gelişmenin Parlamento içinde ve dışında CHP-HDP yakınlaşması olarak yansıması doğal. Kuşkuya yer yok ki; CHP’nin Kurultay bildirgesine koyarak attığı bu ‘kritik adım’, Parti içinde Kılıçdaroğlu yönetimine karşı çıkan muhalefetin güçsüz ve dağınık yapısı ile ilgilendirlmelidir. Kendisine bir ‘muhalefet holdingi’ olarak Türk siyaset sahnesinde ‘sürekli’ bir yer bulan CHP yönetimine karşı ‘muhalefet etmek’ yeni bir meslek olarak görünüyor artık. 2014-2015 yıllarında yapılan tüm seçim ve kongreler sırasında devreye giren muhalefet unsurlarının ‘Atatürk’ün Kurduğu Parti’ edebiyatı ile vardıkları sonuç orta yerde duruyor şimdi.

Mahir Tan       LondraPosta-Londra

 

 

Türker Ertürk; ‘IŞID yedi Düvele karşı’

MİSYONU BİTMEDEN ASLA!

Arapça kısaltması DAESH (Dawlat al-İslamiyah f’al-Iraq wa belaad al-Sham), Türkçe okunuşu ile DAEŞ, İngilizcesi ile ISIL (Islamic State of Irak and The Levant) ve Türkçesi ile IŞİD (Irak Şam İslam Devleti); devlet olma iddiası bulunan bir örgüt. Hem de ne örgüt! Adeta bir süper güç!

İsminden de anlaşılacağı gibi IŞİD’in amacı; Irak ve Şam coğrafyası üzerinde ‘Sünni – Selefi bir İslam Devleti’ kurmak. Buradaki Şam; Suriye’nin başkenti olan Şam değil. Bugünkü Suriye, Lübnan, Ürdün ve İsrail’i içine alan coğrafyanın adıdır Şam. Zaten Osmanlı’da da bu bölgenin adı Şam’dı. Bizim Şam dediğimiz başkentin Arapça adı Dımaşk, uluslararası alanda bilinen adı ise Damascus’tur. Sanırım bizden başka bu şehre Şam diyen yok.

Yedi Düvele Meydan Okuyor

Bugün itibarıyla IŞİD; Irak ve Suriye merkezi güçleriyle, ABD, Rusya, Fransa, Türkiye, İran, Ürdün, Suudi Arabistan, Hizbullah, PKK ve PYD dahil, herkesle savaşıyor ama sırtı yere getirilemiyor. Gerçekten, yedi düvele meydan okuyor. Hatta, küresel güç olma yolunda. Artık Afrika’da, Kafkasya’da, Avrupa’da ve Asya-Pasifik bölgesinde, Endonezya ve Malezya’da var ve operasyon yapıyor.

IŞİD’in de aralarında bulunduğu radikal İslami örgütlerin temeli, 1980’li yılların başlarına ve Afganistan’a uzanır. Sovyetler Birliği; Afganistan’daki Marksist hükümetin daveti üzerine, 24 Aralık 1979’da bu ülkeye girer. Soğuk Savaş (1947-1990) sürmektedir ve nükleer dehşet dengesi vardır. Bu yüzden ABD; direkt olarak değil, vekilleri vasıtası ile Sovyetler Birliği’ne savaş açar. İslamcı Mücahitlere ve El Kaide’ye silah, cephane, eğitim ve lojistik de dahil her türlü imkan sunulur.  Afganistan’ın komşusu Pakistan, ileri üs olarak kullanılır. Bu süreçte İslam radikalleştirilir. Çünkü; radikalleşen mücahit, ölmeye ve öldürmeye daha kolay motive olur. Ölümü cennete ulaşmak olarak gören ve ölümden korkmayan savaşçı ile savaşmak gerçekten zordur.

Sylveter’a Namaz Kıldırdılar

Afganistan’da, Sovyetler Birliği’ne karşı yapılan vekalet savaşı, tam olarak 9 yıl sürdü. Savaş sırasında psikolojik operasyon kapsamında çekilen bir filmde Hollywood; aktör Sylvester Stallone’ye Tora Bora dağlarında namaz bile kıldırdı. Sonunda Sovyetler Birliği; verdiği büyük kayıplar nedeniyle, Mihail Gorbaçov döneminde, 1989’da Afganistan’dan tamamen çekildi. Sovyetler Birliği, Afganistan’da 15 bin ölü verdi. Bu savaş bardağı taşıran son damla olarak; Sovyetler Birliği’nin sonunu da getirdi, iflas ettirdi ve çözülmesine neden oldu.

Soğuk Savaşın bitiminden sonra gelen canım cicim ayları 10 yıl sürdü. Artık dünya tek kutuplu hale gelmişti ve tek süper güç vardı. Bu düzenin sonsuza kadar devamı isteniyordu. Bu maksatla; hegemonyaya direnen güçler ezilecek, dünyanın merkezi konumunda bulunan ve enerji bakımından zengin olan Ortadoğu, siyasi haritası ve rejimleri ile yeniden dizayn edilmek üzere istikrarsızlaştırılacaktı.

Canım Cicim Yılları

Ayrıca; küresel güç olma potansiyeli olan Çin ve Rusya, aynen Sovyetler Birliği’ne uygulanan yöntemlerle çökertilecekti. Bu yöntemler; kuşatma, çevresini ve içini istikrarsızlaştırma, silahlanma yarışına sokarak kaynakları verimsiz alanlarda tükettirme ve masraflı askeri operasyonların içine çekme olarak özetlenebilir. Diğer taraftan; yeni dönemin düşmanı, komünizm yerine artık ‘Radikal İslam’dı. Düşman olmadan, Batı ve NATO bir arada tutulamazdı.

Canım Cicim Yılları olan 10 yıl bizim için, hatta dünyanın çok büyük bir bölümü için “lay lay lom” ile geçerken, ‘Okyanusun Ötesi’; Sovyetler Birliği’nin çökme faraziyesine göre, daha önce hazırladığı planların üzerinde çalıştı, bazılarını revize etti ve 11 Eylül 2001 saldırısından sonra düğmeye bastı.

Misyonu Bitmeden İşini Bitirmezler

Bugün itibarıyla; yaklaşık 14,5 yıldır, zaman zaman hafifleyen ve sertleşen III. Küresel Savaş’ın içindeyiz. Bu savaşta; top, tüfek, tank, füze, savaş uçağı ve harp gemisi var ama asli unsur değil. Bu savaşta; psikolojik harekât, toplumsal mühendislik, medya operasyonları, ekonomik manipülasyonlar, STK’lar, terör örgütleri, siyasi partilerin lider ve yöneticileri asli unsur olmuştur. Bu nedenle; ülkeniz işgal edildiği halde, kendinizi hür ve bağımsız zannedebilirsiniz.

Şimdi anlatabildik mi; IŞİD niye bu kadar güçlü, her yerde var ve yedi düvele meydan okuyor? Çünkü, arkasındaki güçlü! Misyonu bitmeden, asla işini bitirmezler.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

Aytar;AB, Rusya ile mi,Rusya’ya karşı mı ?

SCHENGEN YENGENSE, AB  NE ?

Mülteci krizi ve Ukrayna sorunu AB’nin küreselleşmeden doğan meydan okumalara hazırlıklı olmadığını gösterdi.

Birlik üyesi kimi ülke Suriyeli, Iraklı ve Afgan sığınmacılara karşı sınırlarına tel örgüler inşa ediyor.

İsveç, Danimarka’dan giriş yapanlara belgelerini gösterme zorunluluğu getirdi.

Yılbaşı gecesi Köln’de Kuzey Afrika ve Ortadoğu kökenli grupların çok sayıda kadını taciz etmesi Şansölye A.Merkel’in savunduğu Almanya’nın açık kapı politikasına eleştirileri yoğunlaştırdı.

*

Emeğin ve malların serbest dolaşımı pahasına olsa bile Schengen sisteminin sona ermesi isteniyor.

İngiltere daha sıkı bir birliğin sağlanması, regülasyonlar ve sosyal yardımlarla ilgili önlem paketi gibi sorunlarla karşı karşıya olan AB’ye üyeliğini belirleyecek halk oylamasına hazırlanıyor.

Fransa’da 2017’de cumhurbaşkanlığı seçiminin yapılacak olması, Orta Doğu’da istikrarsız bir sürecin yaşanması da AB’ yi kararsız bir sürece yönlendiriyor.

*

AB’de her kapının ardında Almanya bulunuyor, çünkü;

Birincisi, Almanya 2008’de ABD’de başlayan ve Euro bölgesine atlayan ekonomik krizde, Avrupa’nın liderliğini başarıyla yaparken, Fransa’yı ikinci plana düşürmüştür.

Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansının karıştığı dinleme skandalında da liderliğini ABD karşısında pekiştirir ve kendini vazgeçilmez yaparken, Fransa Avrupa’nın ikincisi olmayı ve Almanya’ya eşlik etmeyi sorunsuz benimsemiştir.

İkincisi, Almanya Ukrayna kriziyle birlikte Rusya’nın Avrupalılaşmasına ilişkin umutlarını pekiştiren

1967’de yürürlüğe koyulan Sovyetler Birliği ile doğrudan ilişki kurulması, Varşova Paktı ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesine dayanan “Ostpolitik” asını terketmiş,

Yerine jeopolitik çıkarlarının ve ahlaki prensiplerin yönlendirdiği yeni bir siyasete yönlenme esnekliği göstermiştir.

Üçüncüsü, bu siyasetiyle Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Doğu Ukrayna’daki uygulamaları nedeniyle  Avrupa Barışı’nı ihlal etmekle suçlanmasının liderliğini de yapmıştır.

*

Bu sayede “Avrupa Barışı” için 1939’da Sovyetler Birliği ile imzaladığı, temeli doğu sınırını sağlamlaştırmak üzere Polonya’yı işgal ederek olası bir Sovyet müdahalesini engellemek,

Buna mukabil Sovyetler Birliğinin Almanya’nın Çekoslavakya’yı işgali üzerine batı sınırını garanti altına almak istemesine dayanan “Molotov-Ribbentrop Saldırmazlık Anlaşması” çerçevesinde, Almanya’nın Polonya’ya girmesi ve II.Dünya Savaşı’nın başlamasıyla Polonya ve Baltık ülkelerine yaşattığı ağır sendromu bir kez daha yaşatmama çabasında olduğunu da göstermiştir.

*

Ne ki, şimdilerde AB üyesi ülkeler, Rusya’ya Minsk Antlaşmasına uyulmadığı sürece yaptırımların sürdürülmesi konusunda  görüş birliği içinde olmalarını sağlayan,

Ukrayna krizi sürecinde Avrupa’da barış düzeninin temeli olarak egemenlik ve toprak bütünlüğü ilkelerinin vurgulanması amacına dayalı  Almanya’nın inşa ettiği;

Yaptırımlarla Rusya’nın tutumunun baskı uygulanarak değiştirilmesi,

Temas politikası yoluyla Rusya ile uzlaşma sağlanması,

Ukrayna’nın egemen bir devlet haline getirilmesi temelinde üç aşamalı stratejisiNİ tartışıyor…

*

İlgili stratejiye, Ukrayna’nın Rusya ile sınırını denetim altına almasının zaman alacağı, Doğu Ukrayna’da yeni bir donmuş çatışma alanı olacağı, buranın Rusya’nın kullanabileceği bölgeler arasına gireceği öngörüsüyle karşı çıkılıyor.

NATO bile mevcut gerginliğin kontrolden çıkma olasılığından rahatsızlık duyarken, bu strateji neticesinde meydan okuyan Rusya’nın, Batının kendisine karşılık veremeyecek kadar zayıf ve bölünmüş olduğu yönünde düşünmesine yol açmış olmasına itiraz ediliyor.

*

Bugün Almanya’da, Ukrayna doğusundaki çatışmaların gerilemesi ve Suriye’de Rusya ile işbirliği yapılması için baskıların artmasıyla Moskova ile temas kurulmasını savunanlar güçleniyor.

Şansölye A.Merkel’in Baltık Denizinde ikinci boru hattı olan Kuzey Akım-2’nin inşa edilmesi planını veto etmeyişi, Almanya’nın Kremlin ile yakınlaşmak istediği şeklinde değerlendiriliyor.

Kuzey Akım-2 projesini Ostpolitik siyasetinin mimarı, bugün koalisyon ortağı olan Sosyal Demokrat (SPD) destekliyor.

Giderek Almanya’nın 2016’da AGİT dönem başkanlığı sürecinde de Rusya ile gerilimi düşürmeye uğraşacağı düşünülüyor.

Sonuçta bir çok Avrupa ülkesinde Rusya’nın saldırganlığı karşısında ne yapılması gerektiği hususunda karşıt düşüncelerde hızla gelişiyor.

*

Nitekim Polonya’da muhafazakâr  Hukuk ve Adalet Partisi (PİS) iktidarı ki, katı bir Rusya karşıtı  ve Almanya’dan hazzetmeyen bir karakterdir;

Almanya’nın yeniden Ostpolitik siyasetine yönlenmiş olması kuşkusundadır.

Ulusalcı değerleri yükseltiyor ve öncelikle ulusal değerleri yücelten medya yasası çıkarmak istiyor.

Polonya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya ve Macaristan’ın oluşturduğu Visegrad Grubu’nun açık toplumu, özgür sınırları ve ölümden kaçan mültecilere insani yardımı sorgulaması ise giderek Varşova ile Berlin ve Brüksel arasındaki gerilimi arttırıyor.

*

Ama Ortak Rusya ve doğu politikası hem Berlin hem de Varşova’nın çıkarına olduğu için iki ülke ilişkilerini canlandırmak zorundadır.

Eğer Almanya ve Polonya bir araya gelemezse Rusya’ya dönük ortak AB politikası geliştirilemez. Böyle bir durumun Polonya, Almanya ve AB’ye zarar vereceği açıktır.

*

Çünkü Rusya Devlet Başkanı V.Putin, Batı ile ekonomik fayda getirebilecek ilişkiler isteğindedir.

Ama asıl önceliği Batı’nın Rusya’yı dikkate alması, Rusya’nın nüfuz alanlarını tanıması ve eski Sovyet ülkelerine karışmamasını sağlamaktır.

Kırım ve Ukrayna krizinde bu bölgenin Avrasya Birliği Projesi’nin Avrupa ayağı ve Karadeniz Havzası’na açılan bir kapı olması niteliğini esas alıyor.

*

Başta Polonya olmak üzere Visegrad Grubu rahatsızlığı AB’ de giderek yayılırken,

Batı Rusya ile mi, Rusya olmadan mı yoksa Rusya’ya karşı bir güvenlik mimarisi mi inşa etmek istiyor sorusuna yanıt vermelidir.

Doğrusu, esas mutabakatın Rusya’yı da kapsayan yeni bir  Avrupa için yapılması gerekiyor…

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar

20.1.2016

CBP ‘Emperyalizmin İşgali Altında Türkiye’ raporu

 Cumhuriyetçi Birlik Platformu’nun ‘Emperyalizmin İşgali Altında Türkiye’ adlı araştırma ve inceleme raporu yayınlandı. Son yıllarda yapılan en ciddi çalışmalardan biri olan Rapor; Prof. Anıl Çeçen,Dr. Hasan İleri,Faik Kurtulan ve Adnan Pelvanlar’ın çalışma ve yazılarına dayanarak hazırlandı. Emperyalizmin Türkiye’deki mali,siyasi ve 5. kol faaliyetlerini açık ve net olarak ortaya koyan CBP raporunu, önemi nedeniyle aynen yayınlıyoruz.      LondraPosta-Londra

 

 

EMPERYALİZMİN İŞGALİ ALTINDA TÜRKİYE – PLATFORM RAPORU

Bugün siyasi, ticari ve dini anlamda dünyaya yön vermeye çalışan 23 kadar sülale ve onların oluşturduğu ulus ötesi kuruluşlar bulunmaktadır. Söz konusu kuruluşlardan önde gelen üç tanesi kendilerine düşünce kuruluşu görüntüsü vermekte ve küresel güçlerin menfaatleri doğrultusunda aldıkları kararları güçlü devletlerin hükümetlerini ve gerektiğinde de ordularını kullanmak suretiyle uygulama sahasına koymaktadırlar.

Yaklaşık beş yüz yıldır süren batı sömürgeciliği önceleri batılı devletler eliyle başlamış, bir süre sonra sömürge gelirlerinin büyük miktarlara ulaşması ve sömürgeciliğin fazla gelişmesi ve yaygınlaşması nedeniyle elde edilen zenginliklerin idaresi zorlaşmış ve batılı devletler bu zenginliklerin elde edilmesi ve idaresi işini iş adamlarıyla paylaşmak zorunda kalmışlardır. Zenginlikleri paylaşan şirketler batılı devletlerin dışında güçlü ekonomik yapılar konumuna gelmiş ve emperyalizm yavaş yavaş devletlerin dışında, şirketlerin kontrolüne geçmeye başlamıştır. Zamanla batılı devletlerin ekonomik gücü, bu devletlerin desteği ile kurulmuş olan şirketlerin eline geçmiş ve emperyalizm bu şirketler tarafından geliştirilerek bugünkü haline ulaşmıştır. Çok büyük oranda batılı büyük şirketler dünya bankacılık sistemini de ele geçirmiş ve artık devletleri emperyalist sömürünün dışında tutmak üzere parçalayıp güçsüz bir konuma sürüklemeye başlamıştır. Bir başka ifadeyle;, “küresel güçler” olarak ta tanımlayabileceğimiz ve belirli sülalelere ait olan bu şirketler dünyanın tüm devletlerine karşı bir hegemonya savaşı başlatmış ve yaklaşık 200 olan devlet sayısını 2000 e çıkarmak ve bu devletleri daha kolay idare edilebilir bir hale koyabilmek için “Büyük Ortadoğu Projesi” gibi çeşitli planları uygulamaya sokmaya başlamışlardır. Artık amaç dünyanın bu küresel güçler tarafından tek merkezden idare edilmesi, yani tek dünya devleti oluşturulmasıdır.

İlk bakışta olumlu olarak ta algılanabilecek olan bu durum fakir dünya halklarının kapitalizmin hegemonyası (kapitokrasi) altında tutarak emeklerini sömürmek ve topraklarındaki tüm zenginliklere el koymak amaçlı bir sistemdir. İşte bu amaca, yani tek elden dünyanın idare edilmesine yönelik olarak bahse konu bu küresel güçler bir takım örgütler oluşturmuş ve dünyayı bu örgütlerde alınan gizli kararlar doğrultusunda yönlendirmeye başlamıştır. Artık günümüzde önemli bir para manipülasyonu,  dünyanın her hangi bir yerinde çıkartılacak bir iç karışıklık ya da savaş önce bu örgütlerde konuşulup karara bağlanmakta, sonra da uygulamaya sokulmaktadır.

Karar mekanizması niteliği taşıyan ve bir düşünce kuruluşu edasıyla toplanan örgütlerden önde gelen üç tanesi; Bilderberg, Trilateral Commission (Üçlü Komisyon) ve CFR – Council Of Foreign Commission (Dış İlişkiler Komisyonu) dur.

Bilderberg Grup: Batının, yani Avrupa ve ABD’nin koordinasyonunu sağlamak, Ortadoğu ve Afrika üzerindeki batının genel çıkarları üzerine toplanır. Bu toplantılarda elitler tarafından alınan kararlar ise Birleşmiş Milletler, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, OECD ve NATO gibi ekonomik, politik ve askeri kurumlar aracılığıyla hayata geçirilir. NATO genel sekreterleri hep Bilderberg Gurubu üyesidir. Bu da NATO’nun aslında Bilderberg tarafından yönlendirildiği anlamına gelmektedir. Yine, batının neredeyse tüm devlet başkanı ve başbakanları Bilderberg Gurubu üyesidir. Bundan da batılı devletlerin bu merkez tarafından kontrol edildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Dünyanın herhangi bir bölgesine yapılacak askeri bir müdahale, ya da ekonomik bir tedbir önce Bilderberg örgütünde karara bağlanmaktadır. Yani Bilderberg gurubu Avrupayı, Ortadoğu’yu ve Amerika’yı birbirine bağlayan bir gölge hükümet gibi çalışmaktadır. Türkiye’yi yönetenler bu gurubun politikalarına uyum göstermek zorundadır.

 Türkiye’den Bazı Bilderberg Katılımcıları:

Egemen Bağış – Ümit Boyner – Mustafa Koç – Ecevit – Erdal İnönü – Hikmet Çetin – Fehmi Koru – Soli Özel –S. Demirel – Abdullah Gül – Ali Babacan – Mesut Yılmaz, İsmail Cem, Kemal Derviş.

Trilateral Commission: Yine Avrupa ve ABD’nin Asya’daki çıkarları için dünya elitlerini bir araya getiren toplantılar yapar. Çalışma tarzı Bilderberg Gurubuna benzer.

CFR (Council Of Foreign Relations) : Yukarıdaki iki gurubun kararları bu örgütte tartışılarak yürürlüğe sokulur. CFR, ABD’nin dış işleri ve Savunma politikalarını ve bakanlarını belirler. Bazı araştırmacılar tarafından Dünyanın en önemli kararlarının alındığı yerdir.

Bir iddiaya göre de dünyanın en önemli kararları FED (Federal Reserve Bank)  ortakları tarafından alınır. Federal Reserve Bank birçok insanın düşündüğü gibi Amerikan devletine ait bir merkez bankası değildir. Bu banka, ortaklarının hepsi en büyük Avrupalı ve Amerikan bankerleridir. Önceleri gizli tutulan bu ortaklık yapısı artık ismen bilinmektedir. Bunlar:

Rothschild Bank of London

Warburg Bank of Hamburg

Rothschild Bank of Berlin

Lehman Brothers of New York

Lazard Brothers of Paris

Kuhn Loeb Bank of New York

Israel Moses Seif Banks of Italy

Goldman Sachs of New York

Warburg Bank of Amsterdam

Chase Manhattan Bank of New York (Rockefeller)’dur.

 

Bu bankerler gurubu, yani küresel güçler, aynı zamanda Bilderberg, Trilateral Commission ve CFR toplantılarının da hem kurucuları, hem de bu toplantıların ev sahipliğini yapmaktadırlar.  Bu nedenle dünyanın en yüksek karar alan yapısı Federal Reserve Bank ortaklığıdır. Bu yapı aynı zamanda İngiliz Merkez Bankası’nın ve Avrupa Merkez Bankasının da sahibidir. Yine bu yapı Kuzey Kore ve İran gibi 2-3 ülke haricindeki tüm dünya ülkelerinin merkez bankalarını da kontrol etmektedir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın %15 oranındaki hisse senedi yine bu yapının elinde bulunmaktadır. Sonuç olarak; hiçbir ulusa ait olmadığını öne süren bu “ulus ötesi” para babaları dünyanın ekonomik, siyasi, askeri ve hatta dini tüm meselelerini kontrol altında tutmaya çalışmaktadır. Önlerindeki en büyük engel kendisini dış pazarlara karşı koruyan ve zaman zaman da kapatan ulus devletlerdir.

 

Küresel Güçlerin Planı:      

 

Temel olarak yaklaşık 250 yıldır küresel güçler aynı sülalelerden geliyor. Bu güçler banka ve şirketleri ile elde ettikleri güçle dünya halklarına yaptıkları baskıyı dini anlamda dünyanın kendilerine ait olmasına ve bu nedenle de kendilerinin tüm insanlığı tek merkezden idare etmeleri gerektiğine bağlıyorlar. Tek dünya devletine ulaşabilmek için bugüne kadar denedikleri yöntemleri artık en somut plana indirgemiş durumdalar. Dünyanın tek elden yönetilebilmesi için öncelikle ulus devletlerden kurtulmak (yıkmak) ve şimdiki sayısı 200 civarında olan devletleri bölme yoluyla 2000 küçük şehir devleti haline dönüştürmek istiyorlar. Burada bir ülkenin yıkılması ise şu anlama geliyor: Alt kimliklerin merkezi yönetimle ve/veya kendi aralarında çatışma haline sokulması neticesinde ülkenin iki ya da çok parçalı bir idari yapıya büründürülmesi.

 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Butros Gali de küreselleşme olgusunu açıklarken; küreselleşmeyi önce mikro milliyetçilik, sonra da makro milliyetçilik olarak izah etmişti.

 

İddia edilen o ki,  dünyadaki devletlerden bazıları tamamen yıkılırken;

 

  • Amerika’nın 3 parçaya bölüneceği, güney bölümününse Meksika ile birleşeceği,
  • Avrupa’da Belçika’nın Flamanlar – Valonlar olarak ikiye bölüneceği,
  • İspanya’nın Bask, Katalonya ve diğer özerk devletler şeklinde bölünmesi
  • İtalya’nın Kuzey, İtalya, Güney İtalya ve Sicilya şeklinde bölünmesi,
  • Yunanistan’da Makedonya bölgesi ve Girit adasının Makedonya ve İsrail’in kontrolüne verilmesi,
  • Fransa’daki 17 etnik bölgenin parçalanması,
  • İngiltere’nin İskoçya, İrlanda ve Galler olarak parçalanması

Öngörülüyor, dünyanın diğer bir önemli bölgesi olan Ortadoğu’da ise bölünmeler aşağıdaki şekilde ifade ediliyor. NATO Eski Avrupa Müttefik Orduları Komutanı Wesley Clark’ın Le Monde Diplomatique dergisine verdiği mülakatta Ortadoğu ile ilgili planı anlatırken 5 sene içerisinde 7 devletin yıkılacağını ifade ediyor. Benzer bilgileri İsrail’in her yıl yayınladığı raporda da bulmak mümkün.

Bu plana göre;

  • Hali hazırda Irak Şii, Sünni ve Kürt bölgeleri olarak üçe bölünmüş, yani yıkılmış bir ülke konumunda.
  • Suriye 5 parça,
  • Libya 3 parça,
  • Suudi Arabistan 3 parça,
  • İran 5 parça,
  • Sudan ve Somali ise iki parçaya ayrılacak.

Sınırları Değişecek Bazı Ülkeler:

  • Suudi Arabistan üç devlete bölünecek. Coğrafyanın ortasında bir Mekke-Medine Kent devleti oluşturulacak. Bu devlet tıpkı Vatikan gibi “Kutsal İslam Devleti” statüsünde olacak.
  • Ürdün Devleti kuzeye (Suudi Arabistan’a) doğru genişletilecek. Filistin Halkı Ürdün’e taşınacak. Ürdün bir Filistin Devleti haline getirilecek.
  • Gazze, Batı Şeria ve Lübnan İsrail tarafından işgal edilerek 10 milyon nüfuslu çekirdek bir Yahudi devleti kurulacak.

Küresel Güçlerin Ülkeleri Bölme Metodu: 

Özellikle İslam ülkelerinde aşiret, cemaat ve Hamas, Hizbullah, El Kaide, El Nusra ve IŞİD gibi terör örgütlerinin çıkarttığı iç karışıklıkların yanı sıra, dil, din, yerel kültür, etnik köken ve mezhep çatışmaları çıkartılarak ülkelerin bölünmesi isteniyor. Türkiye gibi kültürü batıya biraz daha yakın ülkelerde ise, demokrasi, insan hakları ve ekonomik olarak ülke sınırlarının dış pazarlara açılması istemlerinin yanı sıra gümrük birliği anlaşmaları, özelleştirmeler yoluyla devletin elinde bulunan tüm işletmelerin dış güçlerin kontrolüne geçirilmesi talep edilmektedir. Ulus devletlerin hukuk sisteminin ekonomik anlaşmazlıklar karşısında uluslar arası arabuluculuk (tahkim) yasalarının emri altına girmesi ile ulus ötesi şirketlerin ülke yasalarını tanımaması ve dilediği şekilde at koşturması, belediyelerin özerkleştirilerek merkezi ulus devletinin kontrolünden çıkarılması ve netice olarak ULUS DEVLETLERİN VARLIK AMACININ ORTADAN KALDIRILMASI hedefleniyor.

Küresel Güçlerin Makro Ekonomik Hedefleri:

Küresel güçlere ait ulus ötesi dev şirketler dünyanın her köşesine sattıkları malları en ekonomik bir şekilde nasıl dağıtacaklarının ve karlarını nasıl artıracaklarının etüdünü yapmışlar ve sonuç olarak küçük birimlere ayırdıkları her yere yine sermayesi ve kadrosu düşük şubeler açmaya başlamışlardır. Siyasi hedefleriyle tam manasıyla örtüşen bu uygulama, her küçük birimin ayrı ayrı ve tek başına yönetilmesinin küresel güçlerin işini daha da kolaylaştıracağı anlamına gelmektedir. Yani dünyada oluşturulan her şehir devleti ve kendi şubeleri aynı mantıkla tek elden kolayca yönetilebilecektir. Nihai olarak silahlı ve kendisini gerek ekonomik, gerekse siyasi olarak dış tehlikelere karşı müdafaa eden ulus devletler yerine, global şirketlerin şubelerine ev sahipliği yapan KENT DEVLETLERİ istemektedirler. Böylelikle ekonomik, siyasi ve dini manada dünyanın tek merkezden ve kendileri tarafından yönetilmesi söz konusu olacak ve sömüren-sömürülen ilişkisinde bir değişiklik olmayacaktır.

Küresel Şirketler ve Yerli Ortakları Hangi Politikaları Destekliyor:

Etnik parti ve guruplara ya da etnik olmayan bir partideki etnik guruplara, dini söylemi ağırlıkta olan partilere ve karşıt dini guruplara destek veriyorlar.

Bu partilerde desteklenen politikalar:: Siyasi alanda, Belediyelerde özerkleştirme, yerinden yönetim hakkı, varsa özelleştirme, dini cemaat ve guruplara daha çok kimlik vurgulayıcı haklar, .ayrıca bölünmeyi hızlandırmak için iki cemaati çatıştıracak karar ve uygulamalar, (3.köprünün isminin Yavuz Sultan Selim olması gibi.), yahut küresel güçlerle ortak olarak komşu ülkelerdeki bölücü hareket ve isyanların desteklenmesi,.

Ekonomik alanda ise, ülkeye girecek ve çıkacak mallar için gümrük alınmaması vergi ödenmemesi, Özellikle cemaat toplulukları, dil, din ve yerel kültür şovenizmine dayalı toplumsal oluşumlar ve küçük birimler emperyalist şirketler ve yerli ortakları tarafından en uygun pazar altyapısını oluşturuyor. Devletin ekonomideki kontrolünün kaldırılması ve nihai olarak ekonomiden çekilmesini sağlayacak politikalar, sonuç olarak hedef; ulus devletlere ihtiyaç kalmaması, varmak istedikleri son nokta.

Türkiye özelinde ulus-devlet karşıtlığının ekonomik ve hatta siyasal temeli holding büyüklüğündeki şirketler ve onların oluşturduğu, TÜSİAD, MÜSİAD, TÜMSİAD, ASKON ve TUSKON gibi işveren kuruluşları. Bu kuruluşlar Türkiye bütçesinin çok önemli bir bölümünü teşkil eden vergileriyle geri kalmış bölgelere yol, su, elektrik, hastane ve okul götürülmesini istemiyorlar. Başka bir ifadeyle Türk devletine ödemekte olduklarından daha az vergi ödemek istiyorlar. Bu işveren kuruluşlarının yabancı ortakları da zaten, karlarını artırabilmek için onları bu talebe zorluyor.

İslami sermaye olarak da ifade edilen, MÜSİAD, TÜMSİAD, ASKON gibi işveren kuruluşları toplamda TÜSİAD kadar sermaye birikimine sahip olmaması ve ödedikleri vergilerin toplamının dahi TÜSİAD kadar bir büyüklüğe erişmemesine rağmen bu kuruluşlar iktidar tarafından kayırma görüyorlar.

TÜSİAD

TÜSİAD tüzüğünün 10.cu maddesi, örgütün nasıl çalışacağını ve hangi konularda faaliyet göstereceğini belirlemektedir. Buna göre:

Madde.10 – Türk iş dünyasını temsilen ulusal ve uluslararası politika belirleme ve karar alma süreçlerine doğrudan katılım sağlar veya görüşlerini etkili bir biçimde aktarır. Bu çerçevede oluşturulan görüş, belge, rapor ve benzeri unsurları doğrudan kamuoyuna, TBMM’ye, Hükümete, kamu kurum ve kuruluşlarına aktarmak ve iletişimde bulunmak amacıyla, her türlü yazılı ve görsel iletişim aracını kullanır. Toplantılar, seminerler, kongreler, konferanslar düzenler.

Türkiye’nin en büyük sanayici ve iş adamları derneğinin faaliyet ve araştırma raporlarına bakılırsa ; Türkiye’de rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının kurulması için çalışmaktan söz ediliyor, bunun için de ABD ve AB’deki yasalar örnek gösterilmek suretiyle eyaletçilik ve alt kimlikçilik propagandası yapılıyor. Türkiye’nin sorunlarının hallolması için de yapı olarak cumhuriyetin yerinde kalmasını ancak anayasanın değişmez maddelerinin değiştirilmesi gerektiğini savunuyorlar.

Derneğin Dış İlişkileri:

TÜSİAD’ın ABD Ticaret Odası ve Atlantik ötesi ticari birlikleriyle ve Avrupa’nın Business Europa gibi sanayici birlikleriyle sıkı bağlantıları ve işbirlikleri söz konusu. Yine küresel şirketlerle dünya ve Türkiye meseleleri üzerinde görüş alış verişi sağlamak üzere STRATFOR gibi düşünce kuruluşlarına da üyelikleri bulunmakta. Örneğin STRATFOR, gölge bir CİA kuruluşu olup, Türkiye dahil tüm dünya ülkeleri ile ilgili raporlar ve projeler üretmekte. TÜSİAD’ın Amerika temsilciliğini de bir STRATFOR çalışanı olan Emre Doğru adlı bir Türk’ün yaptığına bakılırsa TÜSİAD’ın akıl hocalığını dolaylı olarak CİA, yahut ABD derin devleti yapmakta.

TÜSİAD, dışa bağımlı (komprador) Türk şirketlerinin yurt içi ve küresel çıkarlarını koruyabilmek için 1971 de kuruldu. Bu kurulma, tam da çok güçlenmiş olan sol sendika hareketinin bastırıldığı 12 Mart 1971 muhtırasının akabinde gerçekleştirildi. Hızla örgütlenen kuruluş küresel sermaye ile bir çok ortaklık oluşturarak Türk siyasi hayatında örtülü bir etkiye sahip oldu.

Bazı TÜSİAD üyesi şirketlerin yaptığı yabancı ortaklıklar:

  • Rahmi Koç’un Yapı Kredi Bankası Rothschild Ailesinin İtalya’daki UNICREDITO Bankası ile ortak,
  • Sabancıların AKBANK’ı Amerika’daki CITY GROUP’la,
  • Eczacıbaşı Holding İlaç sanayiinde yine Rothschildlerin dünya devi NOVARTIS şirketiyle aşı, nöroloji ve diabet gibi konularda,
  • DOĞUŞ Gurubu, Garanti Bankası BBVA isimli bir İspanyol Rothschild şirketi ile, VOLKSVAGEN ve CNBC gibi küresel şirketlerle,
  • BOYDAK’lar ise Arap sermayesi ile katılım bankası üzerinden ortaklıkları mevcut.

Bunların yan ısıra bazı önde gelen şirketlerin yabancı ortak sayısı:

Yıldız Holding 10 yabancı ortakla,

Sabancı Holding 8 yabancı ortakla, Anadolu Gurubu 6 yabancı ortakla,

AKFEN Gurubu 5 yabancı ortakla,

AKSOY Holding 5 yabancı ortakla,

DOĞAN Holding 5 yabancı ortakla,

KİBAR Holding 5 yabancıu ortakla,

BORUSAN Holding 4 yabancı ortakla,

ECZACIBAŞI da 4 yabancı ortakla çalışmaktadır.

Yabancı ortaklıklar ve küresel şirketlerle kurulan ilişkiler TÜSİAD üyelerine hükümete, bir miktar kamu yaptırımlarına ve siyasi baskılara karşı bir dokunulmazlık sağlamaktadır. Ayrıca siyaset üzerinde ağır bir baskı oluşturulmasına da katkı sağlamaktadır. Aslında bu tür işveren kuruluşlarının siyaset üzerindeki görünmez fakat ağır baskıları, bu kuruluşları bir fikir kuruluşu masumiyetinin çok ötelerine ulaştırmaktadır. Öyleyse bu örgütlerin gerçeğe en uygun tanımlarının yapılması gerekmektedir.

Fikir Kuruluşları:

Farklı fikirleri çarpıştıran, yahut belli bir fikri savunan ve bunu toplumla paylaşan amatör topluluklardır. Amaçları herhangi bir baskıya sebep olmadan yalnızca kamu oyunu aydınlatmaktan ibarettir. Kamuoyu bu görüşleri dikkate alır veya almaz. Görevliler üzerinde bir yaptırım söz konusu değildir.

Lobicilik:

Daha çok Amerika’da yaygın olarak görülen ve ülke politikalarını etkilemek isteyen bir çıkar gurubunun hükümette veya muhalefet partilerindeki karar alma durumundaki kişi ve organları amaçları yahut çıkarları doğrultusunda etkilemek ya da ikna etmek üzere kurulan ve yüksek bütçelerle çalışan, nüfuz alanı güçlü organizasyonlardır.

Lobicilik yapan TÜSİAD gibi organizasyonlar adeta paralel bir hükümet gibi çalışırlar ve politikalar üretirler. Bu politikalar genelde bu çıkar guruplarının menfaatine ancak halkın aleyhinedir. İşte tam da bu noktada halkın da bu tür ve karşıt talepleri dile getiren güçlü nüfuz gurupları oluşturma imkanını ortadan kaldırdıkları için yahut da eşitsiz bir mücadele alanı yarattıkları için ülke aleyhine olabilecek çalışmalarına dur diyebilecek bir devlet organı ya da kuvvet de bulunmamaktadır. Bu haliyle lobicilik Türkiye’de paralel bir hükümet olarak faaliyet göstermekte ve hangi parti iktidara gelirse gelsin aslında azınlık bir çıkar gurubunu daimi olarak iktidarda tutmaktadır.

TÜSİAD’ın Türk Siyasetine Yön Verme Çalışmalarına Bazı Örnekler:

TÜSİAD, 15 Mayıs 1979 tarihinde gazetelerde başlattığı geniş kampanyalar neticesinde Ecevit Hükümetinin düşmesinde önemli bir rol oynamıştır. Kaderin bir cilvesi olsa gerektir ki, Ecevit hükümetini düşüren gazete ilanları bu işveren kuruluşu tarafından Turgut Özal’a hazırlattırılmıştır.

1980 askeri darbesini destekleyen ve müdahale yapılsın diye Genel Kurmayı 4-5 kez ziyaret eden ve darbeye sebebiyet veren en önemli unsurlardan biri de yine TÜSİAD olmuştur. Darbenin hemen akabinde, 3 Ekim 1980 de Devlet başkanı Kenan Evren’e bir mektup yollayan Vehbi Koç “Darbenin kendilerini çok rahatlattığını ve bu darbenin haklılığını vurguladıktan sonra bir de bundan böyle yapılması gerekenlerle ilgili bir yol haritası sunmuş ve o zamanki anti-demokratik MGK için bir çeşit güvence oluşturmuştur.

80’li yıllar Özal’ın TÜSİAD’li iş adamlarına ekonomik serbestiler getirerek küresel güçlere gümrük duvarlarını açmasıyla geçmiştir. Bu sayede ülke pazarları milli sermayeye kapatılmış ve küresel güçlerin eline geçmiştir.

90’lı yıllarda Anavatan Partisinin zayıflamasıyla birlikte TÜSİAD bu kez kendisi bir parti kurmaya karar vermiştir. Önceleri bir sivil toplum örgütü görüntüsüyle başlatılan YDH, 24 Aralık, 1993 te partiye dönüşmüştür.

YDH’nın kuruluşunda Görev Alan İsimlerden Bazıları:

Cem Boyner                                                                  Etyen Mahçupyan

Soli Özel                                                                           Mustafa Taviloğlu

Faruk Süren                                                                    Haluk Dinçer

Memduh Hacıoğlu (SHP)                                   Cumhur Keskin (SHP)

KEMAL KILIÇDAROĞLU (Şimdiki CHP)              Hüseyin Ergun (SHP)

Kemal Anadol (SHP-CHP)                                                     Kamer Gök (SHP)

Necla Zarakol (SHP-TÜSİAD Basın Danışmanı) Zülfü Dicleli (TKP Yöneticisi)

Eski SHP’liler ve işadamlarıyla birlikte kurulan parti ilk seçimlerde %1 in altında oy aldığı için daha sonra devam etmedi ve kapandı. İşadamlarının bu başarısız deneyimlerinden de anlayacağımız üzere Sosyal Demokrasi göstere göstere bir patron örgütü olan TÜSİAD tarafından kullanıldığında işe yaramıyordu. Ancak daha sonraları Sosyal Demokrasi Atatürk’ün partisini ele geçirecek ve yine Kemalist oylar patronlar kulübü yararına devşirilecekti.

Yine 90’lı yılların sonlarına doğru bu sefer de 28 Şubat’çı generallerle TÜSİAD’ın arası çok iyi idi. Erbakan Hükümeti’nin millici tutum ve politikaları TÜSİAD’ı rahatsız ediyordu. Patronlar Kulübü üyesi Ali Koçman ve diğer bazı işadamları 28 Şubat döneminde meclisin kapatılması gerektiğini söylemeye başladılar. İşadamı Feyyaz Berker de “1979 yılında Ecevit’i düşürdüğümüz gibi Refah-Yol hükümetini de gazetelere ilan vermek suretiyle düşürelim” diyordu.

2010 yılına gelindiğinde ise bir kaset operasyonu düzenlenerek Atatürk’ün partisi ele geçirildi. Artık bu partide iyiden iyiye Soros’un ve yine bir işveren kuruluşu olan TESEV’in politikaları savunulmaya başlandı.

Bugün TÜSİAD

Kazançlarını daha çok arttırmak kendilerine ve küresel ortaklarına daha büyük ekonomik serbestiler sağlayabilmek için Türkiye’nin çeşitli siyasi meseleleri üzerinde yuvarlak masa toplantıları düzenleyerek elde ettiği fikri birikimleri siyasi partilerle paylaşıyor ve bu fikirlerin birer parti politikası veya projesi olmasına özen gösteriyor.

Örneğin, 2011 yılında yeni anayasa çalışmaları yapıldığı sıralarda bir seri “Yeni Anayasa Yuvarlak Masa Toplantıları” düzenlemek suretiyle “Anayasanın 5 temel boyutu” başlıklı bir rapor üretti. Bu raporda da ana dilde eğitim konusunda Avrupa Konseyi bölgesel ve azınlık dilleri şartının kabul edilmesinin Türkiye için en uygun model olacağı belirtildi.Yine aynı tarihlerde TESEV de hazırladığı raporda TÜSİAD’ınkine benzer sonuçlara ulaşmıştı. Rapor Kürt vatandaşları azınlık ve Türk milletine yabancı bir topluluk olarak gösteriyordu.

2013 yılında ise gezi olaylarının akabinde TÜSİAD “demokratik barış ve çözüm sürecinin” finansörü olmaya soyundu. Başkan Muharrem Yılmaz, Güler Sabancı, Mustafa Koç, Ümit Boyner, Nihat Özdemir, Tarkan Kadıoğlu Cizre’de “Doğu ve Günetdoğu Ekonomik Kalkınma Zirvesi” adlı toplantı düzenledi. Çözüm sürecini destekleyici konuşmalar yaptılar. Dolayısıyla AKP’nin açılım politikasını desteklediklerini vurguladılar. Kürtçe şarkılar eşliğinde başlayan toplantıda muharrem yılmaz salondakileri Kürtçe selamladı.

Son zamanlarda GİF (Global İlişkiler Forumu) adıyla CFR’ye bağlı olarak çalışan bir Gurup İstanbul’da faaliyete geçti. CFR üyesi Rahmi Koç’un önderliğinde kurulan bu gurup 2009 yılından bu yana yine benzer kişilerle bir çalışma başlattı. TÜSİAD ve TESEV’in fazla deşifre olmasından kaynaklı olabileceğini düşündüğümüz bu gurup da aynı prensiplerle çeşitli Türkiye politikaları üzerinde araştırma yapan özel çalışma komisyonlarını finanse ediyor. Sonra da bu politikaların bir hükümet ya da muhalefet partisi politikası olması için çaba sarf ediyor. İleride faaliyetlerinin öne çıkabileceğini düşünerek bu oluşumun da gözden kaçırılmaması gerektiğine inanıyoruz.

MHP’den Hassas Dokunuşlar ve Bahçeli’nin vukuatları:

ABD’nin, Çekiç Güç’ü 1992’de İncirlik’e yerleşti. hedefi: Kuzey Irak’ta Kürt devleti kurmaktı. Çekiç Güç’ün görev süresi 30 haziran 1999’da doluyordu. DSP, ANAP ve MHP koalisyonunda Bahçeli’nin başbakan yardımcısı olduğu 1999-2002 döneminde, Çekiç Güç’ün görev süresi, tam yedi kez, MHP’li milletvekillerinin oyları ile uzatıldı.

Bahçeli’nin Şeker pancarı Çiftçimize Darbesi

2001 krizinde Kemal Derviş’in IMF adına dayattığı Şeker Yasası, Nisan 2001’de DSP-MHP-ANAP oyları ile Meclisten geçti. Bu Şeker Yasası ile şeker pancarı üretimi sınırlandırıldı, nişasta kökenli sağlıksız, kanser tetikleyicisi şeker (glikoz, izoglikoz ve fruktoz şurubu) üretiminin önü açıldı.

Ancak, kabul edilen Şeker Yasası’ndaki ONBEŞ üretim kotası %10 idi, yabancı şirketleri tatmin etmemişti. Sonuçta gelinen noktada; pancar üreticisi çiftçi sayısı 470 binden 130 binlere düştü. Şeker fabrikalarının karlı olanları satıldı, bir kısmı kapatıldı. On binlerce işçi işsiz kaldı.

Bugün, insan sağlığına zararlı olan ve hammaddeleri; Mısır, Pamuk, Soya Fasulyesi, Ayçekirdeği, Don Yağı, Buğday, Nişasta; ağırlıklı olarak ABD’den ithal edilmektedir. Bu hammaddeler nişasta ve türevleri fırıncılık, içecek, şekerleme, süt ürünleri, çocuk beslenmesi, et ve balık, tuzlu atıştırmalık uygulamalarında kullanılmaktadır.

Bahçeli, AKP’ye yol açıyor:

7 temmuz 2002 – 2001 krizinin yaraları sarılmadan bahçeli, 3 kasım’da erken seçimin yapılması çağrısında bulundu.

11 temmuz 2002 – İsmail Cem ve Kemal Derviş istifalarını verdi.

12 temmuz 2002 – İsmail Cem, Özkan ve Derviş ile birlikte bir yeni oluşum hareketi başlattıklarını açıkladı.

15 temmuz 2002 – Bahçeli erken seçim kararı aldı.

Bahçeli, İMF temsilcisİ Kemal Derviş’in emirlerini aynen yerine getirmiştir

Telekom’a atanacak 7 üyeden 4’ünü Kemal Derviş belirlemek isteyince Enis Öksüz 8 temmuz’da IMF’ye rest çekti. 17 temmuz 2002’de Bahçeli, Enis Öksüz’ü istifa ettirdi.

Mayıs 2001’de tarım bakanı Hüsnü Yusuf Gökalp’in teklif ettiği buğday taban fiyatını, kemal derviş yüksek buldu. Aralarında tartışma oldu. Bahçeli, Kemal Derviş’ten yana çıktı; buğday taban fiyatı düşürüldü.

Bahçeli, Powell, Abdullah Gül

Abdullah Gül, başbakanken 3 Nisan 2003 günü ABD dışişleri bakanı Powell ile 9 maddelik gizli bir anlaşma imzaladı:  Bu anlaşmaya göre; Türk askeri Irak’ın kuzeyinden çekilecek, sınır harekâtlarına son verilecek, Barzani devleti resmen tanınacak, PKK-/KADEK elemanlarına (Apo dahil) af ve siyasete katılmaları sağlanacak, aşamalı olarak federasyona geçiş, Kıbrıs’ta Denktaş devre dışı bırakılacak, Ege’de Yunanistan’ın taleplerine esneklik, Ermenistan’a yönelik kısıtlamalar kaldırılacaktı. Bu gizli antlaşmayı Abdullah Gül, Vatan gazetesi yazarı Sedat Sertoğlu’na itiraf etmişti (Vatan, 24 mayıs 2003).Bahçeli, Türkiye’yi parçalamaya götüren bu anlaşmayı imzalayan Abdullah Gül’ü, Ağustos 2007’de AKP ile birlikte Cumhurbaşkanı yaptı.

Bahçeli’den Barzani,  ABD ve İsrail’e  destek

2 ekim 2014’de mecliste AKP ve MHP’nin oyları ile kabul edilen tezkere metnindeki ifade şöyle: “yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması… bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin hükümet tarafından yapılması…”.  “yabancı silahlı kuvvetler hangi devlete aitti?”

Peşmergeler ağır silahlarıyla hem de 29 ekim cumhuriyet bayramı günü Irak üzerinden Türkiye’ye girdiler. Yüzlerce km ilerleyip Kobani’ye geçtiler. Geriye dönenlerse Nisan /2015’de tekrar Türkiye üzerinden Kobani’ye geçtiler. Böylece sözde vatanseverlik adına Amerikan planları MHP tarafından desteklenmiş oldu.

TÜSİAD AKP İlişkileri

Küresel sermaye Türkiye ve Ortadoğu’daki değişimlerin uygulayıcısı olarak ılımlı İslam anlayışında bir partiyi, yani AKP’yi tercih etmektedir. Bu iktidar, görevi gereği Türkiye, Suriye ve Irak’ın federasyonlara ayrılması ve İslami sermayenin küresel finans güçlerinin kontrolüne sokulması için çalışmaktadır.

AKP’ye laiklik, TÜSİAD’a da İslam vurgusu ters düşmektedir. Geri kalan kısımlarda aralarında bir ihtilaf yoktur.

Alman yayın organı D/W ye göre TÜSİAD’la AKP arasındaki anlaşmazlık daha çok anti-laik uygulamalardan kaynaklanıyor. Özetle; medyanın giderek muhalefet dozunu artırması, içki yasağı ve orta öğretim yönetmeliğinde yapılan değişiklikle imam hatip lisesi mezunlarına ikinci olarak normal lise diploması alma ve üniversite sınavlarında avantaj sağlama yolunun açılmasının yarattığı tepkiler, tartışmalar, YÖK’ün yönetmeliğin iptali için danıştay’a dava açması yeni gerilimleri beraberinde getirdi. Buna biz de bir sebep eklersek; İslami şirketleri kayırması ve reformları geciktirmesi. Reformlarla kastettiğimiz şey halk yararına olanlar değil tabii ki. Ortak oldukları küresel şirketlerle kendilerine sağlanacak gümrük ve vergi indirimleri, para ve malın rahatlıkla dolaşabilmesi gibi aslında halkın aleyhine sonuçlar doğuracak yasalar.

AKP iktidara gelir gelmez ilk önce 2003 yılında “ekonomik istikrar” adı altında yasa çıkartarak emek karşıtı bir rol üstlenmiştir. Bu şekilde kendisini destekleyen TUSKON, ASKON MUSİAD gibi işveren örgütlerinin yanı sıra TÜSİAD’ın ve küresel sermayenin de takdirini kazanmıştır

AKP’nin Ilımlı İslam misyonu öncelikle, Türk ve İslam sermayelerinin küresel sermayenin kontrolüne sokulması ve küresel kriterlere göre çalışmasını sağlamaktır. Çünkü parti bu anlayışa uygun olarak kurulmuştur. Suudi Arabistan ve Katar gibi iyi ilişkiler kurabilecek yegane partidir ve küresel güçler bu misyonu gerçekleştirmek için 80’li yıllarda pek çok çalışma başlatmıştır.

Dünyada farklı kriterlere göre çalışan İslami ve Hıristiyan sermayesinin Yahudi sermayesi ile uyumlu hale getirilebilmesi için 1984 yılında yayınlanan dinler arası hoşgörü deklarasyonundan sonra 1993 te bu üç dine mensup tüccarların ticarette uygulayacakları etik kurallar belirlenmiştir. Bu kuralları belirleyen toplantılar zinciri ilk kez üç farklı dinden temsilci başlatılmıştır. Bunlar;

İngiltere’den Prens Philip

Ürdün Veliaht Prensi Hasan Bin Tallal

Sir Eveleyn de Rothschild’dir.

Daha sonra bu kişiler “Three Faihths Forum”u kurarak başına da hem İsrail’deki hoşgörü organizasyonlarının temsilcisi, hem de Chatham House’nin direktörü Sidney L. Shipton’u getirdi. Bu atama, CFR’yi de kurmuş olan, ya da İngiltere’nin CFR’si olarak bilinen Chatham House gibi devletler üstü kuruluşların dünya düzeni ile ilgili yaptırım gücünü gösterdi.

Şehir devletleri planı ve AKP’nin 2.ci misyonu

AKP’nin 26 ağustos 2001 deki kuruluş kurultayında CFR ‘dan gelen tebrik notunda Morton Abramoviç) ”Ankara yerel yönetimlere otonomi vermek ve milli hükümetin fonksiyonlarının yerel düzeyde merkezi olmaktan çıkartmak zorundadır. demiştir. Yani destek verme koşullarını, ülkemizi biraz da zamana yayarak şehir devletleri haline getirip özerklik vermek olarak ortaya koymuştur. Tayyip erdoğan da bunu parti tüzüğüne sokmuş ve iktidara geldiği günden itibaren de alt kimlikleri ortaya çıkaracak, onları birbirleriyle çatıştıracak ne varsa yerine getirmektedir.. Son olarak da 2014 yılında eyaletleşmeyi ve şehir devletlerine ayrışmayı daha da pekiştirecek olan büyük şehirler yasasını çıkartarak. il özel idarelerini kaldırmış ve merkezi hükümetin denetleme görevlerini valilere aktarmıştı. Bu günlerde de bölünme ve ayrışma artık son aşamasına ulaştırılmış ve anayasanın değişmez maddeleriyle oynanarak parçalanma süreci son aşamaya getirilmiştir.

TÜSİAD – TESEV – SOROS  Bağlantısı           

“Demokrasi geliştirme” görüntüsü altında ABD’NİN çeşitli ülkelere sızma aracı olan NED ve IRI’nin Türkiye’de çalıştığı kurumlar:

TESEV, TÜRK PARLAMENTOLAR BİRLİĞİ,TÜSES, TESAV,TÜSİAD,TÜRK DEMOKRASİ VAKFI,KADER,MECLİS ANAYASA KOMİSYONU

Bu yerel “sivil toplum kuruluşları”, ABD yönetimi, kongre iş çevreleri düşünce kuruluşları, Amerikan İstihbarat kuruluşları ve çeşitli Türk-Amerikan dernekleri ile işbirliği içindedir. Biz bunlardan TESEV ve TÜSİAD’a ülkemizin kaderini belirlemede güçlü işlevlerinden dolayı özellikle ele alıyoruz.

TESEV

1982–1983 yılında ABD, ‘yarı açık’ “Anti-Communist League” örgütlenmesinden ‘Açık operasyon’ örgütlenmesine geçti. Artık ülkelerde, dernek, vakıf, meslek odaları örgütlenmesiyle bir ağ oluşturulacak ve iç-dış siyaset içerden denetim altına alınarak, uzaktan kumandaya bağlanacaktı. Türkiye de operasyonun hedefi olmakta gecikmedi.

Bugün TÜSİAD üyesi olan Nejat Eczacıbaşı’nın, diğer sanayici arkadaşlarıyla birlikte 1961’de oluşturduğu ‘Ekonomik ve Sosyal Etütler Konferans Heyeti’, önce ‘Sosyal Etütler Konferans Vakfı’na, 1994 yılında da `Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etütler Vakfı` (TESEV) ismiyle bir stratejik araştırmalar kurumuna dönüştürüldü. Kuruluşa ayrıca 200 kişi katıldı.

TESEV’in Mali Gelirleri:

TESEV gelirlerini ABD’li kuruluşlardan ve Soros’tan karşılıyor. Örneğin, CIA bağlantılı NED (National, Endowment Democracy) 1996 da 183.860.-$ IRI (International Republican Institute) den 1997 de 299.616.-$ alarak başlamış ve günümüze kadar her yıl bu istihbarat kuruluşlarından yardım almaya devam etmiştir. Listesi “Sivil Örümceğin Ağında” kitabında mevcuttur. Soros’un açık toplum vakfı ise 2009-2013 beş yıllık faaliyet raporundan da anlaşılacağı üzere, başta TESEV ve bunun gibi derneklere 11.617.688.-TL. yardım yapmıştır.

USA – Open Society Foundations-1979 tr – açık toplum vakfı – 2008

Açık Toplum Vakfı ise, Türkiye’nin insan hakları, demokrasi ve evrensel değerlere karşı daha duyarlı ve daha açık bir toplum olabilmesi amacıyla 20 ağustos 2008’de kurulmuştur.[1]

TESEV Kurucuları:

İshak Alaton,             Şahin Alpay,

Feyyaz Berker,          Üstün Ergüder,

Mehmet Ali Birand,  Cem Boyner,

Can Paker,                 Kemal Derviş,

Ömer Dinçkök,          Üzeyir Garih,

Hurşit Güneş,            Ersin Kalaycıoğlu,

Osman Kavala         Kemal Kılıçdaroğlu      Erkut Yücaoğlu

Açık Toplum Vakfı Kurucuları

Açık Toplum Vakfı’nın mütevelli heyeti, İshak Alaton, Osman Kavala, Can Paker ve Murat Sungar’dan oluşmaktadır.

Hemen fark edileceği üzere, her iki kuruluş da neredeyse aynı isimler tarafından kurulup yönetilmektedir. Bunun yanı sıra, TESEV ve TÜSİAD çoğunlukla CHP ve diğer sosyal demokrat partilerin üyeleri ile birlikte çalışmakta ve adeta bu partilere kurumsal olarak yerleşmiş durumdalar.

TÜSİAD’lılar tarafından kurulan TESEV’in CHP ve SHP üyesi kurucularından bazıları:

Vakıf kurucusu Kemal Kılıçtaroğlu  (CHP)

Asaf Savaş Akat   (SHP)                Erol Çevikçe         (CHP)

Kemal Derviş  (CHP)                     Hhurşit Güneş  (CHP)

Tarhan Erdem(CHP)                               Osman Kavala (CHP)

Binnaz Toprak (CHP)                              Mustafa Sarıgül (DSP-CHP)

Erdoğan Toprak  (CHP)                Sencer Ayata   (CHP)

Aydın Ayaydın   (CHP)                               Gülseren Onanç (TÜSİAD) CHP g.b.y.

Aşağıdaki isim listeleri de Açık Toplum Vakfı ile TESEV’in yönetim kurulu ve organlarının nasıl da iç içe birlikte çalıştığını göstermektedir. İlerleyen yıllarda bu birlikte çalışma hali daha da çok kendini göstermektedir.

 

TESEV İlk yönetim Kurulu

İshak Alaton,                                           Feyyaz Berker,

Can Paker,                                                Bülent. Eczacıbaşı,

Tarhan Erdem,                                       Üstün Ergüder,

Tavit Köletavitoğlu,                              Ziya Müezzinoğlu,

Mete Sayıcı,                                             Fikret Toksöz

İlk Denetim Kurulu:

Özhan Eroğuz, Prof. Dr. Erdoğan Alkin,

Ali Mahmut Abra, Reha Poroy, Çetin Hacaloğlu

AÇIK TOPLUM VAKFI Yönetim Kurulu

İshak Alaton (başkan), Ferhat Boratav, Üstün Ergüder, Osman Kavala ve Murat Sungar Can Paker

2015 yılı danışma kurulu: İshak Alaton, Nebahat Akkoç, Ferhat Boratav, Ruşen Çakır, Üstün Ergüder, Ahmet İnsel, Selim Ölçer ve Anna Turay Turhan.

“AÇIK TOPLUM VAKFI, 10 Temmuz, 2013 tarihinde yaptığı yazılı açıklamayla, Türkiye’de faaliyet gösterdiği on iki yıl boyunca TESEV’e yaklaşık 7,5 milyon TL’lik proje ve araştırma fonu sağlamıştır ve danışma kurulunun desteklemeye değer gördüğü TESEV projelerine bugün de fon sağlamaya devam etmektedir.[2] Demiş ve bu iki kurumun beraber çalıştığını kamuoyuna sergilemiştir. Yine vakfın Türkiye’de ordu, polis ve istihbarat teşkilatları ile ilgili görüşleri şu şekilde ifade edilmiştir:

Türkiye’de ordu, polis ve istihbarat teşkilatları yakın dönem gelişmeler ve reform ihtiyaçları – nisan 2013:

  • Genelkurmay Başkanlığı, Milli Savunma Bakanı’na bağlanmalıdır.
  • Askerî Yargıtay ve Askerî Yüksek İdare Mahkemeleri kaldırılmalıdır.
  • Ordu etkin bir sivil demokratik denetime tabi tutulmalıdır.
  • Jandarma Genel Komutanlığı polislik işinden alınmalıdır.
  • Koruculuk sistemi kaldırılmalıdır.
  • Askerlik zorunlu olmaktan çıkarılmalıdır.
  • Ordu bünyesinde gerçekleştirilen eğitim sivil denetime tabi tutulmalıdır.

Açık Toplum Vakıfları onursal başkanı ve İNSAN HAKLARI İZLEME ÖRGÜTÜ’nün (HUMAN RİGHTS WATCH) kurucularından olan Aryeh Neier’in 4 mayıs 2014 tarihinde www.project-syndicate.org ‘da yayınlanan “Ermenileri Hatırlamak” adlı yazısından yapacağımız alıntıdan da anlayacağımız üzere Türkiye, önceki kuşakların işlediği korkunç suçlarla yüzleşmek durumunda olan çok sayıda ülkeden yalnızca birisi…

TESEV’in İşlevi:

TESEV’in neye hizmet ettiği en geniş ve çarpıcı bir anlatımla Mustafa Yıldırım’ın “Sivil Örümceğin Ağında” adlı kitabında ortaya konmuştur. Mustafa Yıldırım bu kitabında TESEV için şu çarpıcı yorumu yapmıştır:

“Yabancı devletin parasıyla ‘sivil’ işler!

– Herhangi bir Federal Amerika devletinde ya da herhangi bir A.B devletinde, bir dernek ya da vakıf, ya da kişi, yabancı devletten para alınarak iç siyasete müdahale ederse;

– Ülkesinde etnisitelere ayrılıkçılık düşüncesini aşılarsa, ülkesinin anayasasını değiştirmek için çalışmalar yaparsa,

– Parayı veren devletin politikalarına (çıkarlarına) uygun olarak komşu devletleri kayıran, komşularını işgal edenlerin arkasına kitle desteği yığmaya çalışırsa,

– Ülkedeki rejim karşıtı girişimlerde bulunanlara “düşünce özgürlüğü” ya da “din hürriyeti” diyerek devletinin kuruluş ilkelerinin değiştirilmesi için çabalarsa… 

– Para ilişkileriyle birlikte, yabancı devletlerin deneyimli istihbaratçıları, yabancı devletin ulusal çıkarlarını korumak üzere yemin etmiş elemanları da ‘danışman’ ya da ‘konferansçı’ adı altında çalışmalara katılırsa…

– Bu elemanlar içerdeki siyasal partilere eleman eğitimi verirse, ülkenin gençlerini içerdekilerle birlikte örgütlerse…

– Bir derneğin başkanı, “Amerikanın yerinde olsam yasalar çıkmadan bir kuruş vermem!” diyerek kendi ülkesine karşı bir tür şantaj yapılmasını özendirirse…

Eylemleri çoğaltmak olası, ama bu kadarı bile, ister ABD’de, ister Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da, İspanya’da, İtalya’da olsun, devletin bağımsızlığına, egemenliğine, ulusal güvenliğine aykırı görülerek ağır cezalık olmak için yeterlidir. Söz konusu devletlerin hiç, ama hiçbiri, yabancı bir devletin siyasal partilerine bağlı örgütlerin, kendi ülkesine gelerek bürolar açmalarına ve iç siyasetini, yasalarını değiştirmek için çalışmalarına izin vermez!

T.C’nde ise tam tersidir. Devletin güvenli kurumları yasalara dayanarak, derneklerin-vakıfların yabancı devletlerden para almasına onay vermektedir.”

TESEV’in Faaliyetlerinden Bazı Örnekler:

Aralık 2004 te “Türkiye’de İnsan Yapısı” adlı bir konferans düzenlendi. konferansta “eşit vatandaşlık hakkı” talepleri dile getirildi ve Anayasanın buna göre değiştirilmesi gerektiği vurgulandı.

Asuriler- Keldaniler- Protestanlar- Presbisiteryenler- Bahailer- Caferiler ve Yezidiler’in talepleri vatandaşların hukuki eşitliğine dayalı değil, etnisitelerin (etnik kimliklerin) eşitliğine yönelik olarak dile getirildi. Konferansta sonuç olarak Türklük bir etnisitedir, bu sayılanlar da birer etnisitedir, öyleyse anayasadan “Türklük” kavramı çıkartılmalıdır ana fikri ile sonuçlandırıldı. Bu talep bugün AKP ve CHP tarafından savunulmaktadır.

Yerel Yönetimlerin Güçlendirilmesi

3 aralık 2014 çözüm süreci ve barış için yeni anayasa paneli Dicle üniversitesi Diyarbakır’ da yapıldı. Panelde eyaletlere bölünmüş ve adı değiştirilmiş bir Türkiye tasavvuru anlatıldı. TESEV’in düzenlediği panele CHP danışmanı selin esen panelist olarak katıldı

Tam da PKK ‘nın istediği biçimde Türkiye Cumhuriyeti’nin yok sayılacağı özerk yönetimlere geçiş vaadi Kılıçtaroğlu tarafından  5.8.192014 tarihli CHP kurultayında dile getirildi. Kılıçtaroğlu, Avrupa Konseyi Yerel Yönetimler Özerklik Şartına Türkiye’nin koymuş olduğu çekinceleri kaldırma ve özerkliği getirme sözü verdi. Son yapılan 1 Kasım, 2015 seçimlerinden önce  seçim bildirgesinde de aynı vaadi içeren ifadeleri tekrarladı.

TESEV’in bie diğer etkinliği de 14 mart 2015 te ermeni soykırımında vijdan ve sorumluluk konferansı oldu. Konferansta çiçeği burnunda CHP milletvekili Selina Özuzun Doğan 1915 olayları için “soykırımdır” ifadesi kullandı.

TESEV’in bilimadamlarına hazırlattığı çeşitli raporlara da birkaç örnek verecek olursak:

Türkiye – Kıbrıs diyaloğu adlı raporda yunan ve ABD tezleri savunularak dolaylı yoldan Kıbrıs’ın Yunanistan’a verilmesini savunuluyor.

Fransa dönem başkanlığında AB ve Türkiye ilişkileri adlı raporla parçalanmış bir Türkiye’yi AB’ ye teslim etmeyi savunuyor. Bu raporda Kılıçtaroğlu da AB çağdaş bir dünya vazgeçemeyiz diyor.

3 ekim 2015 te AKP, CHP ve MHP milletvekilleri yine TESEV konferansındaydı. Konferans moderatörü CHP’li Rıza Türmen’di. Konferansa rapor sunan hukuk fakültesi öğretim üyesi Prof.Dr. Levent Köker “insan hakları ve yerel yönetimlerin özerkiği yeni anayasanın temel özelliklerini oluşturmalı” şeklinde bir fikri dile getirdi. Bunun için de anayasanın değişmez maddelerinin değişmesi isteniyordu.

TESEV yayınları ‘na da bir örnek verirsek;

“Başörtüsü Yasağı ve Ayrımcılık İş Hayatında Meslek Sahibi Başörtülü Kadınlar.” adlı kitap bu kuruluşa hazırlattırılmış. Yayına hazırlayanlar şu şekilde listeleniyor; TESEV – AÇIK TOPLUM VAKFI –FREDRİCH EBERT VAKFI – İSVEÇ BAŞKONSOLOSLUĞU.

Sonuç olarak küresel güçler AKP iktidarını yönlendirirken, TESEV gibi kurumlar da CHP ve HDP gibi partileri devşiriyor ve kontrolleri altında tutuyorlar. Amaç; iktidarın uygulamalarına karşı gerçek bir halk muhalefetinin engellenmesi, hatta zaman zaman üstü örtülü, zaman zamansa açık ifadelerle iktidarın uygulamalarının desteklenmesi. Çünkü önce de belirttiğimiz gibi halkın çıkarları ile patronlar kulübü ve küresel sermayenin çıkarları doğal olarak birbiriyle çelişki halinde.

TÜSİAD – CHP İlişkileri:

12 Eylül darbesi öncesinde CHP içerisinde Ortanın Solu, Sosyal Demokrat ve Demokratik Sol gibi kavramlar dolaşmaya başlamıştı. 12 Eylül’den sonra CHP kapatıldı ve yerine SODEP ve SHP gibi Sosyal Democrat partiler kuruldu. Ancak Atatürkçü oylar bir türlü tek parti içerisinde kontrol edilemedi. 22 aralık 1994 te YDH hareketi kuruldu. Cem Boyner (TÜSİAD adına) Sosyal Democrat bir parti kurdu.

YDH Kurucuları  çoğunlukla sosyal demokrat partilerden toplanmışlardı.

Kemal Anadol (CHP)                        Cumhur Keskin  (SHP)    hüseyin ERGUN(SHP-SODEP)

Kemal Kılıçtaroğlu (CHP)               Kamer Gök (SHP)              Necla Zarakol(SHP)

Asaf Savaş Akat (SHP) Zülfü Dicleli (TKP Myk üyesi ), başka eski komünistler de var M.Altan vs.gibi

Diğer kurucular ise TÜSİAD’a bağlı iş adamları bunların da çoğu Sosyal Demokrat eğilimli. Partide Cengiz Çandar gibi liberal muhafazakarlar da vardı. Göz göre göre bir patronlar kulübünün halktan yana görünen bir Sosyal Demokrat parti kurması hiç inandırıcı olmadı ve yapılan ilk seçimlerde %1’in altında bir oy alındığı için parti kapatıldı.

Bugün de TÜSİAD CHP üzerinden elini bir türlü çekmemektedir. Bazen Cem Boyner’in İstanbul İl Başkanlığına getirilmesi konuşulurken, bazen de başka bir TÜSİAD’lı işadamının CHP genel başkanlığına aday olacağı konuşulmaktadır. Yanlış bir şey aklınıza gelmesin sakın. Bu isimler istendiği taktirde TÜSİAD’a bağlı bir şirket haline getirilen CHP de rahatlıkla göreve gelebilecek isimler. Burada sorun inandırıcı olabilme meselesidir. Patron çıkarlarını sosyalist bir çikolataya bulamak ve halka öyle ikram etmek her zaman başvuracakları ilk seçenektir. Bu nedenle de genelde işlerini temiz yüzlü, dürüst görünümlü kişilere yaptırırlar çoğunlukla.

Sosyal Demokrasi Nedir?

Özetle Marksizm’in hedeflerine barışçı yöntemlerle ulaşılması düşüncesiyle başlatılan bir akımdır. fakat 1959 Bad Godeshberg toplantısından sonra önce üretim araçlarının ele geçirilmesi fikrinden sonra da eğitim ve sağlıktan bedava yararlanma fikrinden vazgeçildi. Artık Avrupa’da Sosyal Demokrat partiler bu hizmetler için emekçilerden prim toplamaya başladı. 90’lı yıllarda Sosyal Demokrat partilerin muhafazakâr partilerden farkı kalmayınca da Sosyal Demokrasi Avrupa’da iflas etti.

Aslında Sosyal Demokrasi emperyalist devlet ve şirketlerin sömürgelerden gelen gelirlerinin ufak bir bölümünün sus payı olarak Avrupalı emekçi kesimlere dağıtılmasıydı. Böylece emekçiler hakları için örgütlenip isyan etmeyeceklerdi. Yoksa Sosyal Demokrasi ismiyle anılan bir ekonomik sistem yoktu. Sistem, liberal tekelci kapitalist sömürü sisteminin biraz daha yumuşak ve şefkatli bir yüz olarak gösterilmesinden başka bir şey olamazdı.

Sosyal Demokrasiyi Yönlendiren Merkez, Sosyalist Enternasyonel  

Sosyalist Enternasyonel  bir Fabıan Topluluğu ve İngiliz İşçi Partisi kuruluşudur.

Fabıan Topluluğu 1800 lü yılların sonlarında Bernard Shaw  ve liberal gazetecilerin kurduğu, Rothschld ve Rockefeller’larla sıkı bağları olan bir topluluktur. Örneğin topluluğun yönetiminde olan isimlerin başında gelen Lord Alfred Milner, yakın arkadaşları olan Rothschildler, ve Elmas Tüccarı Cecil Rhodes’le küresel şirketlerin Avrupa’da dünyayı kontrol altına alma amacıyla düzenlediği Yuvarlak Masa toplantılarının mimarlarındandır. Diğer bir örnek de şu meşhur “Balfour deklarasyonu”nu (bildirgesini) veren Lord Balfour’dur. Fabian üyesi ve yöneticilerinden biri olan Lord Balfour, başbakanlık ve dış işleri bakanlığı yapmış ve meşhur bildirgesiyle İngiliz hükümetinden bir İsrail devletinin kurulması gerektiğini ve bunun da İngiltere tarafından gerçekleştirilmesini istemiştir.  Bu topluluğun görünür amacı Sosyalist bir tek dünya düzeni kurmaktır. Arka planda ise hedefleri, dünyadaki emekçi sınıfların küresel sermaye çıkarları doğrultusunda kontrol altında tutulmasıdır.

Şimdi sizlere bir soru yöneltelim: Patron kulüpleri dünyada olsun, Türkiye özelinde olsun, “Faşist Patron Partisi” adıyla alenen kendi çıkarlarını savunan bir parti kursalar sizce ne kadar oy alabilirlerdi? Bizce neredeyse hiç oy alamazlardı. Oysaki oynadıkları demokrasi, insan hakları ve eşitlik oyunu sayesinde kurdukları ya da ele geçirdikleri sosyalist ve sosyal demokrat partiler vasıtasıyla çoğunluk ya da muhalif oyları gereksiz ve zamansız tartışmaların ve halkın çıkarına olmayacak taleplerin peşinde sürükleyerek kontrolleri altında tutuyorlar ve perde arkasından kendi işlerini yürütüyorlar.

Sistem, Sosyal Demokrasi adı altında finans çıkarlarının peşinde sürüklenen emekçi sınıflara verilen sahte mesajla gelirden emekçi sınıflara daha çok pay verileceği izleniminden ibarettir.

Rockefeller kişisel olarak Fabian projelerine milyonlarca dolarlık yatırım yapmıştır. Kendi projesi olan Birleşmiş Milletleri de yine Fabian Topluluğu ve bu topluluğun okulu olan London School of Economies ile birlikte kurmuştur. Birleşmiş Milletlerin kuruluşunda görev alan diğer kuruluşlar da yine Rockefeller’in himaye ettiği kuruluşlardır. Milletler Cemiyeti, Savaş Sonrası Amerikan Danışma Komitesi, Savaş ve Barış Araştırma Gurubu, Sivil Gündem Gurubu’nun yine bir Rockefeller kuruluşu olan CFR ile birlikte  San Fransisko Konferansını oluşturmuş,, Bu konferans da Birleşmiş Milletleri   kurmuştur. Yani anlayacağınız, Birleşmiş Milletler bir takım dünya devletlerini bir araya gelmesiyle kurulmamıştır. Zemin küresel güçler tarafından hazırlandıktan sonra devletler dahil edilmiştir. Birleşmiş Milletlerin amacı da Küresel Sermayenin kontrolünde Sosyalist bir tek dünya devleti oluşturmaktır.

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Moon ‘da Rockefeller Ailesinin BM ‘nin kuruluşunda yoğun destek sağladığını 10 eylül 2012 tarihinde açıklamıştır.

Fabian Topluluğu’nun diğer bir kurduğu örgüt de İşçi Partisi’dir. İngiliz İşçi Partisi 1893 yılında yapılan bir Fabian kongresi sonucunda 7 şehrin Fabian şubelerince kurulmuş ve başına da bir Fabian üyesi getirilmiştir. 1945 yılında İngiliz İşçi Partisi Londra’da bir toplantı düzenlemiştir. Bu toplantıya ikinci dünya savaşı sürecinde Hitlerin kapattığı Sosyalist ve Sosyal Demokrat partilerin yöneticileri davet edilmiştir. Rockefeller ve Rothschildlerin patronajında yapılan bir dizi toplantı sonucunda da 1951 de Avrupa’daki Sosyalist ve Sosyal Demokrat toplulukların hepsi Sosyalist Enternasyonal üst yapısı altında yerini almıştır. Böylelikle Rothschild ve Rockefeller’ların kurmuş olduğu İngiliz İşçi Partisi, tüm Avrupa’daki (buna Türkiye’dekiler de dahil) sol hareketleri kontrol etmeğe başlamıştır.

BM’nin Sosyalizmle Olan İlişkileri

Birleşmiş Milletlerin sosyalizmle olan bağlantıları daha başlangıçtan bu yana Belçika Soayalist Parti, Norveç İşçi Partisi ve Rus Komünist Partisi liderleri Birleşmiş Milletler yönetim kademelerinde görevlendirilerek sürdürüle gelmiştir. Sosyalist Enternasyonel daimi olarak hep Birleşmiş Milletleri desteklemiştir. Her iki kuruluşun da ortak hedefi sözde Sosyalist bir tek dünya devleti olmuştur.

Sosyal Demokrasi emperyalizm ilişkisi

  • İngiliz İşçi Partis,i iktidarda olduğu dönemde Sovyetler Birliği’ni Türklerin kurtuluş savaşına yardım ettiği için suçlamış ve Türklerin yerinin Asya bozkırları olduğunu savunmuştur. Yine İstanbul’un İngiliz askerleri tarafından işgal edilmesi kararı o zaman iktidarda olan İngiliz İşçi Partisi tarafından verilmiştir.
  • Süveyş krizi nedeniyle İngiltere’nin emperyalist amaçlarla Mısır’a saldırması kararını da İşçi partisi verdi.(1956)
  • İngiliz İşçi Partisi sömürgesi olan Hindistan’ın bölünerek birçok kanlı etnik savaşlar çıkması için kışkırtılmasına ve Hindistan ve Pakistan diye ayrılmasına büyük katkılarda bulundu..
  • Yugoslavlayı işgal etme kararını veren de Fransız Sosyalist Partisi, Alman Sosyal Demokrat Partisi ve İngiliz İşçi Partisiydi.
  • Belçika ve Hollanda Sosyal Demokrat partileri de aynı zihniyetle, kendi sömürgelerinde emperyalizme karşı yapılan bağımsızlık mücadelelerine karşı hep sömürgeci şirketleri savundu.
  • Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesi kararlarını da yine İngiliz İşçi Partisi verdi ve milyonlarca insanın ölümüne sebep oldu. Bu ülkelerin başına kukla hükümetler koyarak emperyalist sömürüyü devam ettirdi…

Sosyal Demokrasi ve Kemalizm’in altı ok’u Arasındaki Çelişkiler:

Sosyal Demokrasiyi  kuranlar küresel sermayeyi temsil ettikleri için;

  • Sosyal Demokraside; misak-ı millinin, uluslaşmanın, cumhuriyetçiliğin ve Türkiye´yi Türkiye yapan Kemalist yaklaşımların yeri yoktur. Sosyalist Enternasyonal sıralarında misakı milliyi, savunamazsınız. Yani ekonomik ve coğrafi bağımsızlık savunmanız mümkün değildir.

– Sosyal Demokratlar Avrupa Birliği’ni bir medeniyet projesi olarak göstererek egemenliğimizi onlarla paylaşmamızı isterler. Oysaki Avrupa Birliği Müslümanları ve Türkleri dışlayan bir emperyalist kulüptür. İçine girildiği taktirde bu emperyalist kulübün fakir halklar üzerinde işlediği suçlara ortak olmak da söz konusudur.

– Sosyal Demokrasi ulusalcı (ya da milliyetçi) değildir. Ulusalcılığı aşılması gereken bir kavram olarak görür. Sosyalist Enternasyonal 1951 Frankfurt kararında “Ulusal egemenlik Sistemi Aşılmalıdır” kararı alınmıştır. Öncelikle 1919 da yayınlanan Amasya Genelgesi dünyada ilk defa milli egemenlik kavramından bahsetmiş ve emperyalist işbirlikçisi saltanat yönetimini dışlamıştır. Bu genelge Avrupa emperyalizmi altında inim inim inleyen sömürge milletlere cesaret veren bir mücadele örneği olmuştur. Dünyada bir ilktir. Zaten bu nedenle milliyetçilik ilkesinde de, Türk milletinin ekonomide ve kültürel alanda egemenliği söz konusudur. Komprador burjuva hakimiyetini kabul etmez.. Avrupa’nın komprador burjuva egemenliği tanzimat dönemi kapütilasyon benzeri tavizlerdir. Bilineceği üzere Osmanlıyı çöküşe götüren tanzimat uygulamalarına o devirde karşı çıkan üç akım ortaya çıkmış ve iki akımın görüşleri iflas ettikten sonra üçüncü akım olan Türkçülük akımı cumhuriyetimizi kurmuştur. TÜSİAD’ın hakimiyetini getiren Sosyal Demokrasi anlayışı Avrupa’yla birkte Türk milletinin sömürülmesi anlamını taşımaktadır. Yani kısmen de olsa egemenliğimizin Avrupa ile paylaşılması demek eşit kalkınmışlığa sahip olmayan Türk üreticisi ve emekçisini sömürge haline getirmektir.

Sosyal Demokrasi özgürlükçüdür ama bağımsızlıkçı değildir. Yani bağımsızlık olmazsa olmaz bir kırmızı izgi değildir. Örneğin Kanada, Avustralya, Güney Afrika gibi ülkeler özgürlükçü bir demokrasi altında yaşarlar ama bağımsız değildirler. İngiltere Kraliçesine sadakat yemini edenler tarafından yönetilirler. Yine Sosyal Demokrasi ile idare edilen ülkelerde cumhuriyet olma zorunluluğu ya da kaygısı yoktur. İngiltere, İsveç, Danimarka ve Hollanda gibi ülkeler cumhuriyetle değil monarşik demokrasi ile yönetilirler. Oysa altı ok’un cumhuriyetçilik anlayışı ile demokrasi ayrılmaz bir bütündür. Sosyal Demokrat ideoloji sizi Avrupa Birliği,  NATO, DTÖ,  Dünya Bankası ve İMF gibi batı’nın çıkarına çalışan ve ülke bağımsızlığını sınırlayan antlaşmalarda tutmak isterler. Oysa 6 ok’a göre hürriyetin, müsavatın ve adaletin dayanak noktası hakimiyeti milliyedir.

Sosyalist Enternasyonale göre Sosyal Demokratlar ulus devletlerin içindeki faşizm ve komünizm baskısı altında ezilen halkların yanındadır.  Türkiye’de de faşist Türkiye Cumhuriyeti’nin baskısı altında yaşayan bir Kürt halkı (ile diğer alt kimlikler) vardır ve PKK baskıcı bir rejim altında inleyen halkın gerillasıdır, terörist değildir.

1979 da Özyönetim ve Köy kent projelerinden söz edilmiş ve Sosyal Demokrasiye atıfta bulunulmuştu. Bugün Özyönetimi HDP savunmaktadır. Sosyal Demokrat CHP yönetimi de Özyönetim yerine özerkleşme ifadesini kullanmaktadır. Bilindiği gibi etnik sorunların yaşandığı coğrafyalarda yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, eyaletleşmeye yol açmakta ve ulus devleti etkisiz ve gereksiz hale getirmektedir. Zaten dünyada küresel güçlerin amacı da, ulus devletleri ortadan kaldırmak ve sermayenin hakim olduğu (kapitokrat) bir tek dünya devleti kurulmasıdır.

Sosyal Demokrat Y-CHP’ye göre eşit vatandaşlık hakkı etnik kimlikler gözetilerek verilmelidir.

CHP’nin talebi: Türklük ve Kürt’lüğü aynı teraziye koyup Kürtlere sözde eşitlik getirilmesidir. Anayasanın 2.ci maddesini bu nedenle değiştirmek istemektedir. bu talep Sosyalist Enternasyonal ortak paydasında buluşan HDP’nin ve İmralı’nın talebiyle aynı düşmektedir.

– 1990 lı yıllardan itibaren liberal sol olarak da anılan sosyal demokrasi serbest pazar ekonomisini ve özelleştirmeleri savunur hale gelirken, devletçi modelden, (devletçilikten) vazgeçilmiş, eğitim ve sağlık alanında alt sınıflar lehine olan ücretsiz uygulamaların kaldırılması yönünde hareket edilmiştir. Bu da küresel sermayenin daha az vergi ödemesi anlamına gelmiştir. Bilindiği üzere, ücretsiz uygulamalar zenginlerden toplanan vergilerle yapılmaktadır.

–              Ayrıca, Atatürk’ün devletçilik ilkesi milli sermayeyi koruyan, küresel sermayenin ülke ekonomisine tahakküm etmesine izin vermeyen ve devletçi karma ekonomik görüşü benimser ve Türkiye’ye özgü bir modeldir.

Laiklik anlayışı

–              Sosyal Demokratlar kendi ülkelerinde ılımlı Hıristiyanlığı savunmakta, İslam ülkelerinin de laik değil kendi tarif ettikleri ılımlı İslam anlayışıyla yönetilmesini savunmaktadırlar. Onlara göre kilise özgürdür, dini istediği gibi tebliğ eder ve yorumlar. Oysa Atatürk’ün laiklik anlayışında devletin din üzerinde diyanet işleri vasıtası ile bir kontrolü mevcuttur. Bu nedenle sosyal demokratlar diyanet işlerinin de kaldırılması taraftarıdır. Bugün sosyalist enternasyonal’de de HDP, CHP ve Barzani aynı saflarda oturur ve diyanet işleri başkanlığının kaldırılması gerektiğini savunurlar.

Sosyal Demokrat parti Atatürk döneminde hep yasak oldu:

Dr.hasan ileri ve Deniz Kavukçuoğlu’nun kitaplarında anlatıldığına göre cumhuriyet dönemimde Rıza tarafından 1918 de kuruldu. 1925 te açılan Sosyal Demokrat Parti atatürk tarafından yasaklanmış ve bir daha kurulması da engellenmişti. 1926 ve 29 yıllarında Hasan Rıza eliyle yazılan mektuplarla Sosyalist Enternasyonal’e Atatürk yönetimi şikayet edildi.  1930 da tekrar partinin kurulması için müracaat edildi fakat yine reddedildi.

Sosyal Demokratlarla Atatürk yönetimi arasında yaşanan bu çekişmenin sebepleri ise şöyleydi;

“18 Temmuz 1919 tarihli İkdam Gazetesinde, Hürriyet ve İtilaf, Milli Ahrar, Milli Kongre, Sosyal Demokrat Fırka, Ahali İktisat Fırkalarıyla Trabzon Ademi Merkeziyet Cemiyeti temsilcilerinin Sulh ve Selamet Fırkası’nda toplanarak fırkalarının müşterek çalışması hakkında müzakerede bulunduklarını öğreniyoruz. Hürriyet ve İtilaf Derneği ise bugünkü AKP zihniyetinde bir oluşumdur.

Bu örgütlerin hepsi de Anadolu halkının anti emperyalist direnişine karşı çıkan, Osmanlı Saltanatını destekleyen ve İngilizlerden yardım alan  işbirlikçi örgütler. Yani, Atatürk 19 mayıs,1919 da Samsun’a çıkarken, Sosyal Demokratlarsa 26 mayıs 1919 da kurtuluş savaşına muhalif bir örgütlenme içine girmişlerdi. Hasan Rıza, 26 mayıs 1919’da toplanan Şura-yı Saltanat’ta partisi adına bir konuşma yapmış, mevcut sıkıntılardan sosyal demokrat saydığı Wilson’un prensiplerinin doğru olarak uygulanmasıyla kurtulabileceğini belirtmiştir. Anadolu’yu parça parça eden Wilson prensipleri, hasan rıza ve arkadaşlarının kurtuluş umudu olmuştur.

Yani, Avrupalı Sosyal Demokratlar gibi yerli Sosyal Demokratlar da kurtuluş savaşına karşı çıkıyorlardı ve emperyalist ortaklarına işbirlikçilik yapıyorlardı. Bu nedenle Cumhuriyet kurulduktan sonra Atatürk Sosyal Demokrat Parti’yi hep yasakladı.

Bugün CHP – Küresel Sermaye İlişkileri:

Sosyalist Enternasyonal ile olan kurumsal bağlantısının yanı sıra bireysel olarak da küresel sermayeye bağlı çalışan CHP yetkilileri de mevcuttur. Birçok eski elçi CHP’de görev yapmış ve yapmaktadır. Vazifeleri icabı bunların çoğu görevli oldukları dönemde CIA ile bağlantılı ve uyumlu görevler yapmışlardır.

CHP yönetim organlarında ne yazık ki halkın sorunlarından ve taleplerinden gerçek anlamda haberi olan kimse pek görev almamaktadır.

Genel Başkan TESEV kurucusudur. Dersim meselesi nedeniyle Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti ile travma yaşamış bir geçmişe sahiptir.

Genel Başkan Yardımcılarından partide en etkin olanlarından bazıları ise ;

–              Selin Sayek Böke (gnl.bşk.yrd.): Dünya Bankasında danışman olarak çalıştı. IMF Washington ofisinde ekonomist olarak çalıştı. Uluslararası iktisat alanında doğrudan yabancı yatırımların etkileri konusunda yaptığı çalışmaları Tübitak teşvik ödülüne layık görüldü. Ayrıca, Almanya Kiel Dünya Ekonomisi Enstitüsü’nden de “küresel ekonomide mükemmeliyet” ödülünü kazandı, dünyada bu ödülü kazanan dört ekonomistten biri. Bu ödüller, küresel Sermayenin dünyada serbestçe dolaşmasını savunan çalışmalar için verilmektedir. Bu başarılı kadın Bilderberg 2015 toplantısına Türk sermayedarları ve CHP’yi temsilen davet edildi. CHP’nin de TÜSİAD’la olan ilişkilerini tanzim etmekte ve bir CHP iktidarında ekonomi bakanı olarak görülmektedir.

–              Şafak Pavey: 31 Ekim 2013 te dört AKP li milletvekili meclise türbanla girdiler. CHP yönetimi buna direnmeme kararı aldı. Kemal Kılıçtaroğlu o gün meclise hiç gelmedi. Gurup başkan vekili Muharrem İnce “benim ablam da türbanlı”  diye bir konuşma yaptı. CHP adına kürsiye gelen Şafak Pavey  “türbanın bir insan hakları meselesi olduğunu vurgulayarak, kadın polislerin de turban takma haklarını kullanmaları gerektiğini, ancak turban konusunda gösterilen hassasiyetin ruhban okulu ve cem evleri konusunda da gösterilmesi gerektiğini” söyledi. Bu anlayış tam da Sosyal Demokrat bir partiye ve Sosyalist Eenternasyonal zihniyetine yakışan bir anlayıştı. Ne demiştik? Küresel Sermaye İslam Semayesini kontrol edebilmek ve bünyesine alabilmek için kendi zihniyetindeki temsilcilerini ülke ve parti yönetimlerine getirmekte ve İslami sermayeyi belli standartlara yaklaşım göstermesi için zorlamaktadır.  Türban Ilımlı İslam anlayışının standartlarından biri yapılmıştır. Hâlbuki Kemalizm’in laiklik anlayışı farklıdır. Kılık kıyafet kamuda dini kimliği belli edemez.

Daha sonra Bülent Arınç kürsüye gelerek CHP, HDP ve MHP’ ye türbana verdikleri izin için bir teşekkür konuşması yaptı. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçtaroğlu da Pavey’e ve CHP’li milletvekillerine teşekkür etti ve “Bugün çok mutluyum” dedi. Bunun üzerine 2014 Mart ayında Pavey İngiltere ve ABD Dış ilişkiler bakanlıklarından ayrı, ayrı “yılın laik kişisi” ödüllerini aldı.

–              Sezgin Tanrıkulu (TR705 kodlu CIA ajanı)

–              Mehmet Bekaroğlu, (Atatürk’e hakaretten yargılanmış, Laz alt kimlikçiliği yapıyor.

–              Murat Özçelik (CIA ajanı),

–              Umut Oran (BİLDERBERG) ve Sosyalist Enternasyonal Başkan Yardımcısı.

–              Haluk Koç (PKK’ya yakınlığıyla bilinen insan hakları derneği yönt.krl.üyesi)

Binnaz Toprak-Erdoğan Toprak gibi yukarıda saydığımız pek çok kişi TESEV’den CHP’ye getirilmiştir. Yani, CHP, TÜSİAD-TESEV-SOROS üçgeni tarafından ele geçirilmiştir. Devlete paralel bir patron şirketi hüviyetine sokulmuştur. CHP, Sosyalist Enternasyonal esaretinden kurtarılmadan, bu ülke mevcut iktidardan kurtarılamayacaktır.

Sonuç:

– Her üç parti de ABD’ci, AB’ci ve Batıcıdır. Medeniyetten yana değil, Sermayeden yanadır.

– Bir sömürü boyunduruğu olan AB-Gümrük Birliği Anlaşmasını bu üç parti de benimsemiştir.

– ABD’nin ırak, Afganistan ve Suriye gibi ülkelere saldırmasına ses çıkartmışlar, hatta örtülü destek vermişlerdir.

– Emperyalist güçlerin dayattığı özelleştirmeyi geri döndürmek gibi bir dertleri yoktur.

– Taşeronlaşmaya muhalefetleri yoktur.

– Federalleşmeye ve özerkleşmeye yol açacak olan anayasanın değişmez maddelerinin değiştirilmesini ya açıkça savunmakta, ya üstü örtülü desteklemekte, ya da ses çıkartmamaktadırlar. bu, küresel güçler ve tüsiad gibi işveren kuruluşlarının siyasi partilere yerleştirdiği politikalardır.

-Bir başka ifadeyle her üç parti de batının desteği olmadan iktidar olunamayacağını düşünmekte ve batının icazet ettiği politikaları savunmaktadırlar.

-Küresel Sermaye, Sosyalist Enternasyonal eliyle CHP’nin halkla buluşmasını, cumhuriyet değerleriyle barışmasını engellemektedir. Küresel Sermaye, İslami Sermayeyi kendi kontrolüne alabilmek için Ilımlı -İslam görüntüsü veren mevcut iktidarla çalışmak istemektedir. CHP, iktidar olmak istiyorsa Sosyalist Enternasyonal boyunduruğundan kurtarılmalıdır.

Çözüm:

Eğer mevcut partilerden biri halk temsilcileri tarafından yönetilir hale getirilemiyorsa, TÜSİAD’ın ve küresel güçlerin ele geçiremeyeceği, halktan yana politikaları savunacak bir yeni siyasi parti kurulmalıdır. Cumhuriyetçi Birlik Platformu halkı aydınlatmanın yanı sıra, ilk seçenek gerçekleşmediği takdirde cumhuriyet ilkelerini benimseyen yeni bir parti kurulması için kamuoyu oluşturma çalışmalarına devam edecektir.

CUMHURİYETÇİ BİRLİK PLATFORMU

Dip Not: Bu rapor hazırlanırken Prof. Dr. Anıl Çeçen, Dr. Hasan İleri, Araştırmacı Yazar Faik Kurtulan ve Adnan Pelvanlar’ın çalışmalarından istifade edilmiştir.

[1] http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/bize-dair.php

[2]   http://www.aciktoplumvakfi.org.tr/pdf/kamuoyuna-duyuru-10072013.pdf