Uğur Mumcu’yu anıyor ve arıyoruz.

UĞUR MUMCU’YU

ANIYOR VE ARIYORUZ…

Biz, İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği (İADD) olarak, 23 yıl önce bugün hain suikastçıların aramızdan aldığı -kaynaklardaki tarihsel kimliği ile – “Türk gazeteci, araştırmacı ve yazar”ımız Uğur Mumcu’yu hem anıyor ve hem de arıyoruz.

“Anıyoruz” çünkü, Uğur Mumcu, bir kere, su katılmadık bir Atatürkçü ve solcuydu. Tüm yaşamı boyunca Atatürk’ün antiemperyalistliği ile modern devlet kuruculuğunu savunmuştu. Yazdığı köşeyazıları, yayımladığı kitaplar, verdiği konferanslar, katıldığı açıkoturumlar ile radyo ve televizyonlardaki konuşmaları hep bu yöndeydi. Bilinmiş, inanılmış, sevilip güvenilmiş bir çağdaşımızdı. Toplam 42 kitap yazmış, sayısız köşeyazıları ile makaleler yayınlamış, 18 ödül almış ve hakkında 10 inceleme kitabı yazılmış ve “Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye” için didinmiş bir kahramandı.

Son günlerinde “Kürtler sömürgecilere karşı bağımsızlık savaşı veriyorlarsa, ne işi var Cıa ve Mossad’ın Kürtler arasında” diye sorabilmiş ve de “Polis-Mafya- Siyaset” arasındaki ilişkiyi araştırırken, 24 Ocak 1993 günü, Ankara Karlı Sokak’taki evinin önünde duran arabasına C-4 plastik bomba konularak katledilmişti. Suçu ise, “İslami Hareket, İBDA-C ve Hizbullah gibi” örgütler üstlenmiş, katiller içinde Mossad ile Kontrgerillanın imzası okunmuştu.

“Arıyoruz” çünkü, ülkemiz ABD’nin Ortadoğu’daki Eşbaşkanı eliyle içte ve dışta savaşa sürüklenmekte ve de içinden çıkamayacağı bataklığa batırılmaktadır.

Evet, UĞUR MUMCU’yu bütün kalbimizle,

ANIYOR ve ARIYORUZ…

 

Başkan Jale Özer ve Yönetim Kurulu üyeleri

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği

Gözleri Çeliktendi Atatürk’ün

 

 

 

                                   GÖZLERİ ÇELİKTENDİ ATATÜRK’ÜN

                                  ” Bir Sovyet Diplomatının Türkiye Anıları “

Değerli Dostlar,

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’nin    aydınlanma projesi çerçevesinde başlattığı

Kitaplarla Tarihe Yolculuk projesini  2016 yılında da devam edeceğimizi siz değerli dost ve

üyelerimize duyuruyoruz.. Projemiz tarihe not düşmüş kitap incelemeleri,sergi ve sanat

alışmalarını da ele alınmasıyla devam edecektir.

Bu senenin ilk çalışması  bir Sovyet Diplomatının (Semyon Ivanoviç Aralov) anılarıyla  başlıyor:

Gözleri Çeliktendi Atatürk’ün adlı kitabında  “Bir ulusun yeniden doğuşu ve tam bağımsız

Türkiye’nin kurtuluş günleri” tüm yalınlığıyla anlatılıyor.

Bir sosyalistin gözünden; bir ülkenin kaderi, bir savaşın anatomisi, padişah tarafından

satılan vatanın yeniden doğuşu, kurtuluş savaşının kahramanlık destanı

Tüm üye ve dostlarımızı aramızda görmekten mutluluk duyacağız.

 

                                                        YORUMLAYANLAR:

                                                 ABDULLAH NIHAT YILMAZ

Araştırmacı,yazar

                                                         KADRIYE ATABAY

Edebiyat ve Türkce Öğretmeni

 

İADD Kültür ve Edebiyat Bölümü Sorumlusu

——————————————————————————————

 

 

Tarih : 25 Ocak 2016, Pazartesi

Saat   : 18.30 -21:30

Yer    :  Azerbaijan House
228 Kingsland Road,
LONDON,
E2 8AX

Tel    :  020 7613 0740

http://maps.google.co.uk/maps?q=228+Kingsland+Road,+Hackney,+London+E2+8AX&hl=en&ll=51.534377,-0.073085&spn=0.013721,0.042272&sll=54.162434,-4.042969&sspn=13.251391,43.286133&vpsrc=6&hnear=228+Kingsland+Rd,+London+E2+8AX,+United+Kingdom&t=m&z=15

 

Ulaşım:

Liverpool Street metro istasyonundan Dalston istikametine giden 242 ve 149, 67 nolu otobüsler

Old Street metro istasyonundan 243 nolu otobüs

Hoxton tren istasyonundan Dalston yönüne doğru yürüme mesafesinde veya 242,243,149,67 nolu otobüsler

Haggerston istasyonunundan güneye doğru 3-4 dakika yürüme mesafesinde.

-Dalston Kingston tren istasyonundan güneye doğru 10 dakika yürüme mesafesinde veya güneye giden otobüsler.

-Otobüs durağı: Laburnum Street

İADD   Yönetim Kurulu

Türker Ertürk; ‘Megri Megri’ de ‘dombra’ da bizim

EN İYİ KÜRT KİMDİR?

Şehit haberleri, ardı arkası kesilmeden gelmeye devam ediyor. Güneydoğu’yu Suriyeleştirmeye çalışıyorlar. Sur, Silopi, Cizre ve şimdi de Bismil. Yarın belki başka bir ilçe! Bölgeden dışarıya göç manzaraları var. İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde ise canlı bomba ve terör beklentisi mevcut!

Bunlar; Türkiye’yi rezonansa (salınım) getirerek ve genliğini artırarak, kalkışmayı ve iç savaşı tetiklemek istiyorlar. Sakın ola ki; “Biz etle tırnak gibi olmuşuz, böyle bir şey olmaz” demeyin. Boşnaklarla Arnavutları ayrı tutarsanız, yediye bölünen Yugoslavya; aynı etnik kökenden geliyordu, aynı dili konuşuyordu, farklı mezhep de olsa aynı dine inanıyorlardı. Fakat; baba Hırvat, anne Sırp, ertesi günü birbirlerini boğazladılar.

Ne Düşündükleri Önemli Değil

Diyarbakır (5 Haziran 2015), Suruç (20 Temmuz 2015), Ankara (10 Ekim 2015) ve son olarak İstanbul-Sultanahmet (12 Ocak 2016) terör saldırılarının faillerinin IŞİD olduğu açıklandı. Ama IŞİD, bu saldırıları üstlenmedi.  Belli ki bu saldırılar; IŞİD’in Türkiye’de bulunan militanlarına istihbarat örgütleri tarafından taşere edilmişti. Türkiye’de, iç savaşı ve kalkışmayı başlatabilecek vuruşlardı bunlar.

Bölge halkının ne düşündüğünün, ne istediğinin veya istemediğinin emperyalizm açısından hiç mi hiç önemi yok. Onların hedefi; Türkiye’nin de dahil olduğu bölgeyi, siyasi haritası ve rejimleri de dahil olmak üzere, yeniden dizayn etmek. Esas sorunun bu olduğu konusunda teşhisiniz yoksa, başınıza gelecek felaket çok demektir.

Kürt kökenli olan, istisnasız bütün köşe yazılarımı okuduğunu ve kesip dosyaladığını söyleyen ve kendisini CHP’li bir Kemalist olarak tanımlayan Bingöllü okurumdan yaklaşık iki yıl önce bir mektup almıştım. Daha önce yayınladığım bu mektubu, halen yaşadıklarımız nedeniyle, tekrar görüşlerinize sunuyorum.

Megri Megri

“Milliyetçi ozan Ümit Ateş’in AKP’nin Kürt açılımı politikasını eleştiren; “Bir yanda megri megri, diğer yanda dombra” diye başlayan “Biz Uyardık Milleti” adlı şarkısının geçen gün gazete haberini okuyunca, eski günler film şeridi gibi önümden geçti ve bunları sizle paylaşmak istedim.

Bu Megri Megri (ağlama ağlama) türküsünü; Diyarbakırlı Kürt sanatçı Ayşe Şan 1960’lı yıllarda plak yapmıştı ve çok popüler olmuştu. Unkapanı’nda serbestçe satılıyor ve Türkiye’nin her tarafına rahatça dağıtılıyordu. Aynı yıllarda; Abdullah Papur, Hüsamettin Subaşı gibi Kürt kökenli sanatçıların da plakları serbestçe satılabiliyordu. Bunlara hiçbir engel yoktu.

Yalnız Kürtçe değil!

Kürtçe müziğe TRT’de yer verilmemesini Kürtler üzerinde yapılan büyük baskı olarak değerlendirenler de çok iyi biliyorlardı ki; o yıllarda yalnız Kürtçe değil, Boşnakça, Abhazca, Arapça, Lazca, Arnavutça ve Gürcüce gibi birçok dil için de durum aynıydı.

Yöre halkının Kürtçe dilini konuşması ve kendi diliyle kültürünü yaşatması, ABD güdümünde yapılan 12 Eylül 1980 faşist darbesi hariç, hiçbir zaman yasaklanmadı. Mahkemelerde ve devlet dairelerinde, Türkçe bilmeyenlerin ifadelerinin ve isteklerinin tercüman vasıtası ile alınmasının ve dinlenmesinin önünde hiçbir engel yoktu.

Daha sonraki yıllarda, içeriği bölücü ve devlet karşıtı söylemler içeren türküler, plaklar ve kasetler engellenince; “Kültürel faaliyetlerimiz ve dilimiz engelleniyor!” yalanı propagandası başladı. Herkes biliyordu ki; bu propagandanın arkasında, emperyalizm ve onun ülkemizdeki taşeronu bölücü örgüt ve partiler vardı. Kürt halkının yaşamsal sorunları, örgüt ve parti tarafından hiç dile getirilmiyordu. Siz bölücü partinin ağzından bölgede işsizliği azaltacak talepleri, toprak reformunu, sağlık ve eğitim yatırımlarını, kadın haklarına yönelik reform isteklerini duydunuz mu?

En Makbul Kürt!

Aksine bölücü örgüt; okulları ve sağlık ocaklarını yakar, fabrikaları sabote eder, haraç ister ve yatırımcının bölgeye girmesini engeller. Çünkü; bölge halkı eğitilirse, toprak sahibi olursa, gençler iş sahibi olup aile kurarlarsa örgüte adam bulamayacaklardır. Onlar için en makbul Kürt; eğitimsiz, işsiz ve aç Kürt’tür.

Kuzey Irak’ta ve Suriye’de Kürt olmakla, Hakkari’de, Van’da, Bingöl’de ve Diyarbakır’da Kürt olmak arasında fark vardır. Erbil’de, Zaho’da ve Süleymaniye’de bir Kürt; can güvenliği ortadan kalktığında, Bağdat’a ve Basra’ya değil, Türkiye’ye kaçmaktadır.

Ama Hakkari, Van ve Diyarbakır’da sorun yaşayan bir Kürt; Erbil veya Süleymaniye’ye değil, Ankara, İstanbul, İzmir, Mersin ve Tekirdağ’a göç etmektedir. Kürt kökenli yurttaş bilmektedir ki, Türkiye’nin her bölgesinde huzur içinde yaşayabilecektir.

Kürt’ü de, Türk’ü de!

Bugün ülkemiz; açılımlar, emperyalizmin taşeronları (AKP, HDP, PKK) ve onların kuyruğuna takılan muhalefet sayesinde, bölünme ve iç savaş sürecindedir. Emperyalizmin oyununu bozacak olan; Kürt’üyle ve Türk’üyle bu toprakların insanlarıdır.

Din ile kandırılanlarımız ve çıkarları için emperyalizme taşeronluk yapanlarımız hariç olmak üzere bu ülkenin Kürt’ü de, Türk’ü de çok iyi bilmektedir ki; 91 yıldır birbirimizi boğazlamadan barış içinde yaşadıysak, bizi bir arada tutan ortak değer Atatürk, onun ilkeleri, devrimleri, gösterdiği akıl ve bilim yoludur. Bu yolu gösterecek önderi çıkaramayan diğer bölge ülkelerinin hangi felaketleri yaşadıkları ortadadır.”

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

AHMET KILIÇASLAN AYTAR; Ehven-i Şer

EHVEN-Î ŞER

14 Temmuz 2015’te Viyana’da İran ve BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri ve Almanya arasında varılan anlaşma,

İran’ın nükleer faaliyetlerini Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı denetçilerine açmasını, buna karşılık denetçilerin onayından sonra İran’a yönelik yaptırımlar kaldırılmasını öngörüyordu.

*

Nihayet ABD ve AB, İran’a uygulanan yaptırımların kaldırıldığını duyurdu.

İran Cumhurbaşkanı H.Ruhani “Siyonistler, savaş çığırtkanları, İslam ülkeleri arasında nifak tohumları ekenler ve ABD’deki aşırıcılar dışında herkes mutlu” dedi…

*

İsrail Başbakanı B.Netenyahu ise uygulanan yaptırımların kaldırılmasına tepki gösterdi.

“İran, Ortadoğu’da istikrarı sarsmaya ve dünyanın farklı bölgelerinde terör eylemlerine devam ediyor. İran, herhangi bir ihlaline karşı uygun bir cevap verilmemesi durumunda nükleer silah geliştirme çalışmalarına ve bölgede istikrarı sarsan faaliyetlerine devam edebileceğini düşünecektir. O yüzden  İran nükleer silah sahibi olma gayesinden vazgeçmez”  açıklamasında bulundu.

*

Esasen İsrail Başbakanı B.Netenyahu, ABD’nin  Rusya ilişkilerinde soğukluk yaşadığı, İran ile nükleer görüşmelerde ilerleme sağlandığı haberlerinin geldiği, Ortadoğu’da aşırılık ideolojisi ve mezhepsel-etnik ayrılıkların yükseldiği ve  İsrail’in güvenliğinin beklemeye kaldığı bir dönemde;

ABD Başkanı Obama’nın Ortadoğu düzeninin devamından hep fayda görmesinden ve bu düzeni devam ettirmeye çabalamasından rahatsızdı…

*

ABD’deki Cumhuriyetçi Parti ile kurduğu siyasal müttefiklikle Başkan Obama yönetimine karşı bir koalisyon oluşturmaya çalıştı.

İsrail sağı ve ABD sağı arasındaki siyasal yakınlaşmada ortak hedef Obama’nın Ortadoğu politikalarıydı.

Zaten Başkan B.Obama’nın görev süresinin 2017’de sona erecek olması, Ortadoğu’da terörle mücadele stratejisini ve barış için atılacak adımların hangi seyirde götürüleceği konusunda endişe yaratıyordu…

*

Ne ki, ABD Cumhuriyetçileri de sorunu çözemedi.

Netenyahu, ABD’nin bir zaman önce oyunun kurallarını belirlediğini ama bugün kurduğu transatlantik ittifakla birlikte sanıldığı kadar güçlü olmadığını, hele ki  terörle mücadeleye ilişkin bir stratejisinin bulunmadığını ve inişe geçtiğine inandı.

Nitekim bugün İsrail, hem de “Suriye’nin kesinlikle birleşik, lâik ve bağımsız” kalması kaydıyla  Rusya’nın, doğrudan Suriye ve Irak hükümetleri, İran ve Hizbullah örgütü ile koordineli olarak radikal terör örgütleriyle mücadeleye katılmasından ve kendisine komşu olmasından ciddi rahatsızdır.

*

Ama bir noktanın da altı çizilmelidir.

İsrail ve Rusya farklı çıkar alanlarındaki faaliyetleriyle gündemlerinin kopuk durmasına rağmen çıkarları sürekli karşıt değildir.

İkisinin de özen gösterdiği yerleri teşhis etmek kolay ancak bunları birbirine bağlayacak yolları teşhis etmek zordur.

Mesela, Rusya’nın bakış açısından Suriye bir yan unsur değil Rus stratejisinin önemli bir parçasıdır.

İsrail ise B.Esad yönetimindeki Suriye’yi hem öngörülebilir, hem de Suriye’nin Sunni değil bir Şii kolu olan Alevi/Nusayri olmasını radikal İslamcı bir çoğunluk rejimine göre ehven-i şer saymaktadır.

*

Ooo, Ehven-î şer deyince;

Irak Kürt Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesut Barzani’nin, İŞİD terör örgütü ile mücadele, bağımsızlık için referandum ve güvenlik kriziyle ilgili düşüncelerine kulak vermek gerekiyor.

*

Mesut Barzani, ” Mezhep çatışması ihtimali çok tehlikeli bir durumu işaret ediyor. Halklar arasında barışın güçlü olması için ırk ve mezhep çatışması ile intikam duygularından uzak durulması lazım. Eğer söz konusu çatışmalar üzerinde ısrar ederlerse, bölgedeki IŞİD terörü bitse dahi ondan daha tehlikeli başka bir oluşum meydana gelebilir” diyor…

Devamında ” Kürdistan halkının iradesinin yürürlüğe koyacak referandum ise müsait, barışçıl ve şiddetten uzak bir zamanda meydana gelecektir” değerlendirmesinde bulunuyor.

Bu noktada Barzani’nin, “bölgedeki IŞİD terörü bitse dahi ondan daha tehlikeli başka bir oluşum meydana gelebilir” ifadesinin altı çizilmelidir.

*

Rusya’nın müdahalesi, ABD’nin bölgede yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapıyı bozmuştur.

ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail,

İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığı ise bir diğer müttefiki Suudi Arabistan’ı derinden etkilemiştir.

*

İki ülkenin Ortadoğu güç dengesindeki konumları zayıflarken,

Rusya’nın İŞİD örgütüyle savaşımı uluslararası toplumdan destek almakta, ABD bu toplamdan ciddi rahatsızlık duymaktadır.

Bu sırada Rusya’nın, Suriye’de ABD koalisyonu tarafından desteklenen iç savaşın üçüncü taraflarını bertaraf etmeye yöneldiği ve uluslararası toplumu  B.Esad ile İŞİD arasında ehven-î şer olanı seçmeye yönelik bir strateji yürüttüğü iddia ediliyor.

*

Peki ama, ABD’nin yürüttüğü stratejiye ne demelidir?

İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, ardından İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği yönünde yeni bir stratejisine alttan alta destek veriyor.

Amaç, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti  olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesidir.

Bu perspektifde İsrail’in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı Ortak “Arap Savunma Ordusu”,

Ardından İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığına karşı Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman olan ülkeler arasında,

savunma paktı benzeri bir koalisyon kurulmuş bulunuyor…

*

Geriye bolca belgelendiği üzere bizzat ABD istihbaratının, İsrail, İngiltere, Suudi Arabistan, Katar, Ürdün ve Türkiye’nin eseri olan,

Doğu Akdeniz’e meşru olmayan yollardan giren İŞİD, El Nusra gibi çok sayıda radikal terör örgütünün üzerinden yürüttüğü faaliyetlerin karşılığında,

Suriye’yi Nasturiler,Dürziler,Kürtler ve Sünni Araplar arasında 4 parçaya,

Irak’ı Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında 3 parçaya bölünmesine karşı çıkan,

Rusya’nın Suriye’de siyasi,ekonomik ve askeri çözümsüzlüğe gömülmesi kalıyor.

*

Bu taktirde Suriye ve Irak’ın mezheplere, etnik kimliklere bölünmesi görevini başarmış olan IŞİD terör örgütü kendini lağvedecek,

Yerine ABD’yi rahatlatacak ve İsrail’e güvenlik sağlayacak bölünmüş bir Ortadoğu kurulacaktır…

*

Bu yüzden M.Barzani “referandum ardından Bağımsız Kürdistan”ı,

Bizimkisi ise içinden yeni Osmanlı tipinde “Başkan ve Halife”, dışından Türkiye tipinde ” Başkan” olmak istediğini hönkürüyor…

AHMET KILÇASLAN AYTAR

18.1.2015

Blent esinoğlu; 200 milyar borç-28 milyar rezerv

Temerrütte mi düştük

Bülent ESİNOĞLU

Borçlarımızı ödeyemez duruma düşmeye temerrütte düşmek denir. Böyle ekonomik terimler herkes anlamasın diye ya İngilizce söylenir, ya da Arapça…

Merkez Bankasında, 28 milyar net, 90 milyar dolar bürüt rezerve kalmış. 200-230 milyar dolar, hemen ödenmesi gereken borçları, 28 milyar dolar ile ödeme imkânımız yok. Başka bir şekilde söylersek iflas ettik.

Artık Bütçenin Net Hata Noksan kaleminde de, fazlalık çıkmıyor. Çıksa de çok az. Milyon dolarlar mertebesinde. Çok sevdiğimiz Suudi Arabistan da, artık kendi derdine düştü sayılır.

Zaten 750-800 milyar liralık bir ekonomiyi, 90 milyar dolarla garanti altına almanız. Ve bu nedenden ötürü, yeniden borçlanmanız zor görünüyor.

Hadi buna iflas ettik demeyelim de; Merkez Bankası piyasayı düzenleme yetisini tamamen kaybetti diyelim.

Neresinden bakarsanız bakın, nasıl tanımlarsanız tanımlayın, ulusal pazarlarımız yabancıların kontrolünde… Onlar sıcak para getirirse büyüyoruz. Sıcak para gelmezse, küçülüyoruz.

Borçları ödemek için yeni ve yüksek faizli (%11,23)  borç bulmanız gerekiyor. Eğer jeopolitik riskler bu şekilde yükselmeye devam ederse, daha yüksek maliyetlerle borçlanmak zorunda kalacağız.

Elin oğlu sadece alacağımız faizin borcunu yükseltmekle kalmıyor. Bir de siyasi tavizler istiyor. Mesela PKK ile mücadele etme, müzakere et diye. Anayasayı değiştir. Bununla da yetinmiyor. Belediyelerin suyunu özelleştir. Hava alanlarını bana ver. V.s.

Neden dışarıdan sermaye bulamazsak büyüyemiyoruz. Neden bizim tasarruflarımız, bizim büyümemize yetmiyor?

Neden sürekli teknoloji açığı veriyoruz? Ve bu teknolojiler için büyük bedeller ödüyoruz?

Sanayimiz neden dışa bağımlılıktan hiç kurtulamıyor?

Neden bizim zenginimiz, bizim ülkemize yatırım yapmak yerine başka ülkelere yatırım yapıyorlar?

Milli servetler neden yabancı ortaklı firmaların elinde birikiyor? Ve Türk ekonomisi bu yabancı ortaklı sermayenin kararlarına terk ediliyor?

Ekonomiyi yönetenlerin siyaseti yönetmediğini mi sanıyoruz?

Kendi yağımızla kavrulmayı neden ayıp sayıyoruz? Bizim olmayan paraları alarak neden kendimizi yabancıların insafına bırakıyoruz?

Türk halkı çok mu tembel, üretemiyor mu?

Yoksa ürettiklerine birisi baştan el mi koyuyor?

Yoksa Türk zengini Türk mü değil?

Neden hiçbir komşumuz ile doğru dürüst ticaret yapamıyoruz? Hep mi komşularımız kabahatli?

Yukarda anlattığım, düzenden beslenenler, bu düzen değişmesin diye, halkımızı enformasyonla zehirliyorlar.

Zehirlenen halkımız seçim zamanları geldiğinde, beyninin ortasına yumruk almış boksör gibi yere yığılıyor.

Çare planlı üretim ekonomisidir. Mustafa Kemal’in denenmiş sınanmış, yanlış olmadığı anlaşılmış olan yoludur.

BÜLENT ESİNOĞLU

17.1.2016, bulentesinoglu@gmail.com

Hendek; PKK nın ‘Copycat’ oyunu

                Hendek ve sınır çizme politikası

Türkiye’de hendek savaşları ‘aydınlar bildirisi’ ile yeni bir boyuta taşındı. Bu bildiri GüneyDoğu Anadolu’da bir bölgede PKK ve yan örgütlerinin ilan ettiği ‘bölgesel egemenlik’ girişimine ulusal ve uluslararası temelde siyasi meşruiyet sağlama çabası olarak görünüyor. Esasen bidiride önerilen çözüm çabası da ‘Kürt siyasetinin taleplerinin gündeme alınması’. Olaylar ve talepler ise artık Kürt silahlı hareketinin çıkış ve gelişme noktasında ön planda tutulan ‘Kültürel haklar, Kollektif kültürel- siyasi haklar’ çerçevesinin tamamen dışında cereyan ediyor. Kuşkuya yer yok ki Diyarbakır, Siirt, Şırnak ve komşu illerde devam eden çatışmalar, Orta-Doğu’dan Türkiye’ye ithal edilen ‘Hendek ve Demarcation (sınır çizme)’savaşıdır. Doğrudan doğruya Irak ve Kuzey Suriye’deki Kürt silahlı örgütlerinin geliştirdiği bir yöntem olan Hendek savaşları aşağı yukarı aynı kadrolar tarafından Türkiye’ye taşındı.

                 Gücünüz yeter mi ? 

‘Demarcation’ uluslararası politikada askeri güçle de facto ‘sınır belirleme’ olarak tanımlanıyor. Daha çok 1. Dünya savaşında Fransa-Almanya sınır bölgelerinde yaşanan savaşlarda tarafların işgal ettikleri bölgeler için yapılacak Uluslararası Anlaşmalarda zemin kazanmak için ‘siperler sınırlar olsun’ politikasına ilişkin olarak yaptıkları askeri harekatlarda kullanılan bu kavram, bugünün Orta-doğu’sunda moda haline geldi. Söz konusu edilen, yabancı işgalleri, ulusal savaş yada iç savaşlar gibi nedenlerle Devletlerin fiili kontrolünden çıkan bölgelerde tarafların ‘anlaşmalar’ öncesi avantajlı pozisyonlara yerleşmeleri. Bu şartlar Suriye’nin Doğu ve Kuzey toprakları ile Irak’ın Kuzey bölgelerini tanımlayan özellikleri oluşturuyor. Bu nedenle ‘demarcation siperleri (hendekleri)’ IŞID, Peşmerge ordusu ve PYD tarafından kullanılan askeri-siyasi yöntem oldu. 2014 Yılı sonlarında Suriye ve Irak’ta başlayan IŞID- Cihadi toprak kazanımları, Batı ve Rusya müdahalelerinden sonra 2015 yılında, büyük ölçüde Kuzey Suriye ve Kuzey Irak’ta Kürt yayılması biçiminde tersine doğru gelişmeye başladı. Uluslararası Emperyal güçlerin konjonktürel bir tercihi sonucu olarak desteğini kazandığınız bir siyasi atmosferde ‘hendekleri kazıyorsunuz’ ve hendeklerin ardındaki ‘etnik guruba’ egemenlik hakları istiyorsunuz. Kuzey Irak ve Suriye’de Kürt parti ve guruplarının uluslararası arenada dile getirmeye başladıkları ‘demarcation ve nüfus değişimi’, Türkiye’de ‘hendekler ve ardında Demokratik Özerklik’ olarak ulusal ve uluslararası bazda gündeme taşınıyor. Orta-Doğu’da Suriye meselesine sözümona çözüm bulmak için toplanacak Cenevre 3 konferanslarına yetiştirilmeye çalışılan ‘Kürt otonom bölgeleri’,Türkiye’de derin bir açmaz içinde bulunuyor. Zira ‘hendek ve Demarcation’ politikasının temel şartı; İşgal altında tuttuğunuz toprakların meşru bir devlet tarafından kontrol edilemez durumda olması.

Türkiye’de ‘açılım’ adı altında 3 yıl boyunca sürdürülen Devlet-PKK otonomi pazarlık politikası artık tarihe karıştı.IŞID yayılması ve bölge Kürt topluluklarının Batı ülkeleri tarafından silahlandırılarak ABD hava şemsiyesi altında sapık IŞID terörü üzerine salınması,bölgede ‘sahipsiz topraklar’ olgusunu yarattı. Esas olarak geçtiğimiz 2015 yılının ürünü olan IŞID kontrolündeki, eski Suriye ve Irak topraklarının, Kürt topluluklarına yağmalattırılması Türkiye’deki dengeleri de etkiledi. PKK, Hendek politikası ve onu destekleyen ‘aydınlar’ bildirisi, Türkiye toprağında binlerce insanın yaşamına mal olacak bir ‘Copycat’ oyunu içine girdiğini görmek zorunda. Hendek ve Sınır çizme oyunu için Türkiye, çok ama çok güçlü bir ülke…

 

Mahir Tan     LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Cenevre 3 te siyasi blokaj

III. CENEVRE GÖRÜŞMELERİNE DOĞRU
BM Güvenlik Konseyi’nin, Cenevre Bildirisi ile Viyana toplantılarında alınan kararları teyid etmesi ile Suriye’de siyasi diyalog sürecinin başlaması ve ülke genelinde ateşkes ilan edilmesi süreci ilerliyor.
Şu sırada Ocak sonlarında Cenevre’de BM gözetiminde Suriye hükümeti ile muhalefet temsilcileri arasında yapılacak görüşmelerin son hazırlıkları yapılıyor.

*
Rusya, görüşmelere katılacak muhalif taraflar listesinde eksiklik olduğunu, görüşmelerde teröristlere hiçbir şekilde yer verilmemesine dikkat çekiyor.
Suriye muhalefeti, Cenevre’de yapılması planlanan barış görüşmeleri için 25 Ocak tarihinin gerçekçi olmadığını savunuyor.
Özgür Suriye Ordusu ile 33 silahlı örgüt, BM anlaşmasıyla kabul edilen insani yardımların yapılmaması halinde Cenevre müzakerelerini tanımayacaklarını duyuruyor!

*
Suriye ise krize siyasi çözüm sağlama ve halkın acılarına son verme yönünde ilerlemenin sağlandığı her defasında,
ABD,Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar başta olmak üzere kimi tarafların kasıtlı bir şekilde bu çabaları engellemek ve Suriye hükümetini suçlamak için asılsız hamleler başlattıklarına dikkat çekiyor.
Bu ülke rejimlerinin Cenevre’de yapılması beklenen görüşmelerden yana olmadıklarını belirtiyor.

*
ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry ile Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov Suriye krizi çözüm yollarını görüşmek üzere 20 Ocak’ta İsviçre/ Zürih’te bir araya gelmeye hazırlanmaktadır.
Gündemi uluslararası destek grubu üyelerinin daha fazla koordinasyon ve inceleme fırsatı bulamadığı için mevcut terör örgütleri listesinin hazırlanmasında eksik kalışları,
ABD ve Rusya arasında temel görüş farklılıklarının oluşturması bekleniyor.

*
ABD’nin ajandasında ilk sırayı Rusya’nın Suriye müdahalesini dış politikası açısından bir dönüm noktası olarak kabul edişi alıyor.
Son 15 yılda Rusya’nın, iç ve dış politika hedeflerine ulaşmak için askeri güç kullanımını arttırdığına, 1999’da Çeçenistan, 2008 Gürcistan, 2014’te Ukrayna’nın işgaline dikkat çekiliyor.
Suriye hamlesi ise Rusya’nın gittikçe agresifleşen dış politikasınını bir sonraki mantıklı adımı olarak kabul ediliyor.

*
Ancak Rusya’nın Suriye’ye yönelik müdahalesinin öncekilerden farklı olduğunun altı çiziliyor.
Rusya; Çeçenistan, Gürcistan ve Ukrayna’daki askeri harekâtlarının çoğu ülke tarafından kınanacağını hesaplamıştı,
Şimdi Suriye’de radikal terörle mücadele etmesi perspektifinde uluslararası toplumdan destek görüyor, deniliyor…

*
Üstelik Rusya’nın müdahalesi, ABD’nin bölgede yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapının darmadağın olmasına neden olmuştur.
Oysa bu karmaşa, ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail’i,
İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığı ise bir diğer müttefiki Suudi Arabistan’ı derinden etkiliyor.

*
O yüzden Rusya’nın uluslararası toplumdan destek alması ile İsrail’in ve Suudi Arabistan’ın Ortadoğu’daki güç dengesindeki konumlarının zayıflama potansiyeli ABD’yi derin sıkıntılara sürüklüyor.
Bu noktada ABD Suriye Kriziyle ilgili Cenevre’de yapılacak görüşmelere bir dizi taleple hazırlanıyor.
Rusya’nın teröre karşı verilen küresel mücadelenin bir ortağı olabileceğini,
Bu işbirliğinin kendisi, Avrupa Birliği ve diğer ülkeler tarafından memnuniyetle karşılanacağını,
Ancak uzun vadeli işbirliği hedefine ulaşabilmek için öncelikle Rusya’nın kısa vadeli birçok sorunu çözmesinin şart olduğunu ileri sürüyor…

*
ABD, Rusya’nın Suriye’ye müdahalede bulunduğu ilk sıralarda doğrudan İŞİD hedeflerini bombaladığını,
Bir süre sonra ABD koalisyonu tarafından desteklenen iç savaşın üçüncü taraflarını bertaraf etmeye yöneldiğini,
Bu suretle Rusya’nın, uluslararası toplumu B.Esad ile İŞİD arasında ehvenişer olanı seçmeye yönelik bir strateji yürüttüğünü savunuyor.

*
Rusya’nın,Suriye muhalefet güçlerini bombalamayı bırakıp IŞİD ile savaşması isteniyor.
Ah! Rusya, Suriye rejimini yeniden değerlendirebilse, Esad’ın IŞİD davasına daha fazla gönüllü kazandırmaktan başka işe yaramayacağı görecektir,
O yüzden Esad’ın iktidarda kalmaması gerçeğini benimseyecektir, deniliyor.

*
ABD,Suriye rejiminin askeri operasyonlarının kurbanlarının ziyadesiyle siviller oluşuna dikkat çekiyor.
Yaşam hakkı adına uluslararası toplumun kredisini almayı hedefliyor ve Rusya’nın Esad’ın sivilleri öldürmesine son vermesi için rejim üzerinde baskı kurmasını istiyor.
Bundan hareketle Washington, Rusya tarafından IŞİD’e destek vermekle suçlanmaktan da rahatsızdır.
Yalan iddialarda bulunan ve kendisini düşman gibi gösteren bir ülke ile güç birliğine girilemeyeceğine dikkat çekiyor.

*
Bunlarla birlikte Suriye krizinde faydalı bir ortak olabilmek için Rusya’nın Ukrayna konusunda ABD’den ödün beklemeyi bırakmasının şart olduğunu,
Suriye ve Ukrayna arasında bir bağlantı kurmanın işe yaramayacağını da öngörüyor.
Uluslararası toplumun Rusya’yı Suriye’de özgür ve adil seçimlerle neticelenecek siyasi bir geçiş süreci için ciddi tutum sergilemesi yönünde sıkıştırmasını istiyor.
Ancak ABD’nin bu durumda, IŞİD’in alt edilmesi için Rusya ile işbirliğine gitmeye çalışması; ancak bunu yaparken, başarısızlığın yaratacağı sonuçları da ciddi şekilde dikkate alması gerektiği öne sürülüyor.
O yüzden ABD, Rusya ile başarılı bir işbirliği ihtimalinin zayıf olduğunu göz önüne alıyor.

*
Rusya ise halâ “Esad’lı Siyasi Çözüm”ü destekliyor.
Suriye de savaş suçları işleyerek hukuku ihlâl eden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin ve destekleyen ülkelerin paylarını üstlenmelerini,
Söz konusu suçların esaslı bir biçimde kategorize edilmesini,
Bunun hem hukukun üstünlüğü, hem de savaş hukukunun geçerliliği ve gelişmesindeki öneminden hareketle,
“Lâik, Birleşik, Bağımsız” yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın bu bileşkeden çıkarılmasını,
Bu sistematik hukukun, BM’de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına yol açmasını talep ediyor.

*
Sonuçta Suriye İç Savaşının Siyasi Çözümü çabalarının tarafların kemikleşmiş öngörüleri çerçevesinde siyasi blokaja uğradığı anlaşılıyor.
Ocak ayı sonlarında yapılacak Cenevre görüşmelerinin Cenevre I-II’ nin başarısızlığını yaşayacağından söz ediliyor.
Ama Başkanlık seçimleri arefesinde olması nedeniyle ABD, etliyi-sütlüyü ellemeden bu şizofrenik durumu sürdürür görünmek zorundadır.
Bu süreçte Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi ve uluslararası toplumun reddedemeyeceği kimi ahlakî, hukukî ve siyasî tezleri blokajı belki ortadan kaldırabilir.
ABD’ye kalsa bölgenin Erdoğan halifeliğinde İŞİD’e bağlanması, ne de güzel bir sonuçtur!

Ahmet Kılıçaslan Aytar

16.1.2016

Bülent Esinoğlu; Yurtdışı bağlantılı STK lar kapatılsın.

Yurtdışı bağlantılı STK’lar!

Bülent ESİNOĞLU

Sivil toplum kuruluşları Antonio Gramsci’den beri tartışılır. Yani 1900’lardan beri…

Antonio Gramsci bir İtalyan komünisti idi. Ancak solcular ve komünistler tarafından, “liberal kapitalizme hizmet eden” olarak suçlanmıştır.

Gramsci faşizmle mücadelenin tek yolu olarak, sivil toplum örgütlenmesini önermiştir. STK’ların kuramsal(teorik) alt yapısı Gramsci’den başlar.

Çağımızda, sivil toplum kuruluşlarını birçoğu, ya iktidarların dolaylı desteğini almış, ya da dışarıdan kaynak sağlayarak, meşru seçilmiş iktidarları yıkmaya çalışan kuruluşlar olmuştur.

Nasıl ki, terör örgütleri terörle işini yürütebilmesi için mali ve siyasi desteğe ihtiyacı varsa, sivil toplum kuruluşlarının da, kendilerini idame ettirmek için bir yerlerden desteğe ihtiyacı vardır.

Sivil toplum kuruluşları üye aidatlarıyla ayakta duramaz. İlla ki, bir yerlerden destek gelir.

Sonunda, bu sivil toplum kuruluşu, destek aldığı yerin fikirlerini savunur.

Ancak görünürde, demokrasi için var olduklarını savunurlar.

Destek aldığı yerin savunucusu haline gelen, bir sivil toplum kuruluşu, artık gerçekleri ve üyelerinden yana çıkarları savunmak yerine, ne olduğu belli bir kuruluş haline gelir.

Sivil toplum kuruluşları renkli devrimlerin de alt yapısını oluştururlar.

Günümüzün en yakıcı sivil toplum kuruluşu sorunu; yabancı ülkelerden mali ve siyasi destek alarak, belli bir kitleyi kontrol eden sivil toplum kuruluşlarının varlığıdır.

Amerika ve Avrupa’nın mali ve siyasi desteğine mazhar olmuş sivil toplum kuruluşları, ulus-devletler için güvenlik sorunu haline gelmiştir.

Amerika’da devleti yıkmaya çalışan sivil toplum kuruluşu yoktur. Bu tür sivil toplum kuruluşları, ulus-devletler içinde peyda olurlar.

Bu durum tesadüfi değildir.

Günümüzdeki terör örgütlerini siyasi olarak destekleyen sivil toplum kuruluşları olmak zorundadır.

Çağımızda, emperyalizmin güdümündeki her terör örgütünün, bir de, sivil toplum kuruluşu vardır. Ya da ilişkide olduğu, legal işlerini bu sivil toplum kuruluşu üzerinden yürüttüğü terör örgütleri vardır.

Siyasi partiler sivil toplum kuruluşudur.

Tarikatlar sivil toplum kuruluşudur.

Tekkeler ve zaviyeler sivil toplum kuruluşudur. Bunlar, en azından Batının öğretisinde demokrasisinde böyledir.(Bize söyledikleri bu, kendilerinde durum başka)

Tarikatlar, tekke ve zaviyeler, Kurtuluş Savaşı süresince, İngiliz Sterlini ile beslenmişlerdir. Kürt Tali Cemiyeti, İngiliz Muhipler Cemiyeti, İslam Tali Cemiyeti gibi emperyalizmin yönettiği sivil toplum kuruluşları vardı. Günümüzde, FETO ve tarikatının ABD’den aldığı destek gibi…

Bugün ülkemizde sivil toplum kuruluşu olup da, yabancı ülkelerden siyasi veya mali destek almayan sivil toplum kuruluşu çok azdır.

Demokrasi yutturmacası altında yürüyen bu yolculuk, ulus devlet için bir felaket yürüyüşüdür.

Yaşadığımız düşük yoğunluklu iç savaşın arkasında duran sivil toplum kuruluşları, en az terör örgütleri kadar güvenlik sorunu teşkil etmektedir.

Nasıl ki her terör örgütünün bir dış desteği varsa, hepsinin demesek de, sivil toplum kuruluşlarının çoğunun bir dış desteği vardır.

Emperyalizmin yoğun saldırısı altında olan ulus-devletlerde, sivil toplum kuruluşları(NGO) ulus devlet için bir güvenlik sorunudur.

Aslında kimin kim olduğunu herkes bilir.

Hangi STK’nın ülkesiyle bütünleştiğini, hangisinin dış destek aldığını herkes bilir. Ancak demokrasi adına, dış baskı adına ihanete göz yumar.

Sivil toplum kuruluşlarının, Amerika adına hiçbir tehdit teşkil etmiyor olması; işin aslını açıklamaya yeter.

Güvenlik için ilk yapılacak iş; dışarıdan mali destek alan bu türlü kuruluşlar kapatılmalıdır.

 

15.1.2016,

bulentesinoglu@gmail.com

 

 

İlayda Nijhar; Russia as a major world power

2015: Russias Foreign Challenges

By Ilayda Nijhar

2015 has proven to be a challenging year for Russia in terms of its foreign affairs and relationships with other global powers. 2015 carried the weight of the previous years problems including that of the situation in Ukraine, the ongoing economic decline and the escalating conflict in Syria. President Vladimir Putin has been under constant pressure both internally and from outside parties and at times has had to abate Russian interests in order to maintain balanced relations with Western nations. It has also been a somewhat mournful year for the Russian people with the crash of a Russian airliner in Egypt killing 224 people with many, including State Security, claiming that the downing was a deliberate act of terror.

The continuing Ukrainian crisis had been a key priority for Russia at the beginning of the year, with a want on both sides to prevent any further conflict to occur. The situation presently is stable following the ceasefire deal which was agreed to in early February by Putin, the Ukrainian President Petro Poroshenko, France’s Hollande and German Chancellor Merkel and has so far proven to be successful. The present status of the Ukrainian issue has reflected well on Russian foreign policy.

Perhaps the most crucial and significant event of the year for Russia in relation to its foreign diplomacy was its stance on the crisis in Syria. Towards the later half of the year we witnessed Russia put forward a more extensive strategy to tackle the ongoing situation in Syria. It was an approach strategically designed to show further support to the Assad regime, with Russia being a strong advocate of the Ba’ath party for some time. The military interference within Syria which began on September 30th was the first of its kind since the collapse of the Soviet Union. Nonetheless, the operation saw Russia intervening via air strikes and various other forms of military exercises. What makes this event so crucial is Putin’s open criticism of the Wests approach towards the Syrian matter and his condemnation of their inaction towards defeating ISIS. Naturally, this has caused much disturbance throughout the political arena. Remarks included Putin stating that US foreign policy failed to show support and commitment towards cooperating in the fight against the Islamic State in the region and further that their fight against ISIL was in ‘word only’ and that their strategy lacked any form of substantial action. As such, Russian relations with the US continue to weaken. The situation intensified in early December when the Russian foreign ministry accused the US and its Nato ally Turkey of aiding ISIS with oil trade. Such a charge was grounded in the US failing to provide information relating to the transport routes in the region which led to Russia believing that they were not being fully cooperative with eradicating ISIS, something which they had vowed to do. Diplomatic relations with Turkey has also deteriorated following the downing of a Russian warplane earlier last month. The matter is one of much dispute. Turkey holds a firm belief that the Russian aircraft was violating its airspace and was left with no choice but to shoot it down following 10 warnings. Russia conversely strongly argues that the warplane was within Syrian territory and that the attack was deliberate on behalf of the Turkish state. As a result, the skirmish has led to tension levels rising on both sides with economic sanctions being imposed and trade halted by Russia leading to the previously close alliance to slowly desist.

But what does this mean for Russia? The intervention in Syria can most definitely be seen as the most significant foreign issue of the year, but has yet to prove worthwhile. So far it remains unclear whether or not the Russian backing of the Assad regime has been beneficial towards ensuring stability within the region. Yet we must also consider the Russian intervention in Syria through Russia’s objective of annihilating ISIL strong holds, an aim which some Nato member nations still choose to overlook. Perhaps, however, Russia’s operation in Syria is based on a wider national objective. Through openly criticising and, to an extent condemning the approach taken by other nations, Russia is reaffirming its position as a major world power and displaying its ability to shift the balance of power as it wishes. Russia has most definitely been more outspoken with its opinions this past year and has shown that it is willing to compromise fragile partnerships in order to pursue what it believes as the right course of action. 2015 saw the beginning of a complicated diplomatic journey, which can only lead to us to wonder what Russia will decide to carry out in 2016.

ILAYDA NIJHAR

14 January 2016

 

Osmanlı ve fetvalar

FETVA

Geçtiğimiz yılın son ayı; ‘Atatürk ve Bilim’ konulu panele katılmak için, aynı zamanda dostum olan Doç. Dr. Hüseyin Beyazıt ile birlikte, Mimar Sinan Koleji’ne davetliydik. Kolejin tüm lise öğrencileri, başlarında öğretmenleri ve idarecileri ile birlikte panele katıldılar.

Öğrenciler anlattıklarımızdan etkilendiler mi, bilmiyorum ama ben onlardan, panele olan ilgilerinden, sordukları sorulardan, gösterdikleri zekâ pırıltısından, öğretmenlerinden ve gezme imkânını bulduğum okullarından çok etkilendim. Ayrıca bizi dinlemeye gelen ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin onur abidelerinden olan; 45. Donanma Komutanı (E) Oramiral Nusret Güner’e katılımları nedeniyle, buradan teşekkür etmek isterim.

Gördüğümde gözlerime inanamadım: Mimar Sinan Koleji’nde Gözlemevi (Rasathane) ve Gökevi (Planetaryum) var. Gözlemevi; teleskop yardımıyla uzayı gözlemleme ve gök cisimlerini inceleme işine yarıyor. Gökevi ise; güneşin, yıldızların, gezegenlerin ve diğer gök cisimlerinin yapay görüntüsünün özel bir mercek ve yansıtıcı vasıtası ile kubbe şeklinde tavana yansıtıldığı gösteri odasına verilen ad. Gökevi; tüm gökcisimlerinin gerçek hareketlerini simüle ediyor ve uzayın daha kolay anlaşılmasını sağlıyor.

Meleklerin Bacaklarını Dikizliyorlar

Gökevi ve Gözlemevi tedrisatından geçen genç bir beyin; dünyanın ve insanın evrenin merkezi olmadığını hemen anlar. Çağdaş, üretici, aydın, sorun çözme kabiliyetine sahip medeni bir insanda olması gereken sorgulayıcı aklın ve müesses fikirlere karşı eleştirel yaklaşımın gerektirdiği zihnin gelişiminde, Gökevi ve Gözlemevi’nde edinilen deneyimlerin katkısı çok büyüktür.

Türklerde ilk Gözlemevi (Rasathane); 1421’de Semerkant’a Uluğ Bey tarafından yaptırıldı. Ünlü astronom, matematikçi ve dil bilimci Ali Kuşçu burada çalıştı ve yöneticiliğini yaptı. Osmanlı’da ise; ilk gözlem çalışmalarına 1574’de, Takiyüddin Efendi tarafından Galata Kulesi’nde başlandı. Daha sonra 1577’de, Tophane sırtlarında Gözlemevi kuruldu. Ama uzun süreli olamadı. “Burada meleklerin bacaklarını dikizliyorlar” söylentisi üzerine, zamanın Şeyhülislamı; “Haramdır, kapanmalıdır” fetvasını verdi ve Gözlemevi 1580’de, topa tutularak yıktırıldı.

Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi; “Yıldızları gözlemenin felaket getireceğini, göklerin sırlarını örten perdeyi kaldırmanın uğursuz bir haddini bilmezlik olduğunu, böyle bir gözlemevinin kurulduğu hiçbir devletin varlığını sürdüremediğini” söyledi. Halbuki; o sıralarda ve sonrasında Avrupa’da birbiri ardına gözlemevleri açılıyor, bugünkü bilimsel gelişmenin, “Rönesans, Reform ve Aydınlanma”nın temelleri atılıyordu. Avrupa’yı Avrupa, Batı’yı Batı yapan; esasında bu gelişmelerdi.

Tarih Milletlerin Tarlasıdır

Şeyhülislam Kadızade Ahmet Şemsettin Efendi yanılmıştı. Hem de ne yanılmak! O gün yıldızları gözleyen toplumların devletleri hala var ama Osmanlı yok oldu.

Voltaire olarak tanınan Fransız filozof François Marie Arouet (1694-1778); “Tarih, milletlerin tarlasıdır. Her toplum, geçmişte ne ekmişse, gelecekte onu biçer” diyor. Evet, bugün hala çağdaş dünyaya yetişme mücadelesi veriyorsak bunun en büyük nedeni; tarlamıza geçmişte ekilmeyenler, ekilemeyenlerdir.

Yüzyıllardır uzayı gözleyenler, aydınlanmayı gerçekleştirenler, akılcı ve bilimsel düşünceye geçenler; göksel olaylarda gizem ve ilahi bir mesaj olmadığını, yağmurun rahmet ve depremin de cezalandırma olmadığını biliyorlar. Ya diğerleri!

Haram Değil!

Çözümü Atatürk;İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir ve doğru yoldan sapmaktır” diyerek göstermiş. Ama bugün; fetvalar gündemimizi oluşturuyor ve bunlardan medet umanlar var. “Babanın öz kızına şehvet duyması haram değil” diyor fetva. Bu fetvanın neresini eleştirsem ki! Bence bu konuyu ruh hekimleri ele almalı!

Kanuni Sultan Süleyman döneminin ünlü Şeyhülislamı Ebussuud Efendi, Anadolu’da Kızılbaş olarak nitelendirilen Türkmen Alevileri için; “Kızılbaşların kestiği hayvanın eti mundardır, yenmez” ve “Kızılbaşların canları, malları helaldir, onlarla savaşırken ölmek şehitliğin en yücesidir” diye fetva vermiş. İşte fetva kurumu budur!

Dünya yüzünde fetvalarla yönetilen ve fetvalara referans yapan uygar bir toplum yoktur. Kadının cinselliği üzerinden ahlaki ve hukuki normlar yaratmaya çalışan çağdaş ve medeni bir toplum da yoktur. 21’inci yüzyılda çağdaşlığın ve uygarlığın referansı; akıl, bilim ve laik hukuktur. Aksi, safsatadır ve yobazlıktır.

Yarın akşam (15 Ocak 2016) saat 21:00’de, Halk TV’de, Uğur Dündar’ın sunduğu Halk Arenası’na katılmak için, Mine Kırıkkanat ve Ümit Kocasakal ile birlikte Caddebostan Kültür Merkezi’nde olacağım.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK