‘koyun can derdinde,kasap et..’

YANKI ODASI ETKİSİ

“Koyun can derdinde, kasap et derdinde” sözü kadar günümüzde ülkemizin durumunu daha iyi özetleyen bir söz, sanırım yoktur. Tam tamına cuk oturuyor. Yeni yılın ilk haftasını idrak ederken, 2016’ya umutla bakmamıza neden olacak hiçbir emare yok. Ekonomik göstergeler berbat. Piyasalarda yaprak kıpırdamıyor. Ülkemizin bir bölümü Suriyeleşme eğilimi gösteriyor. Terör kol geziyor. Ülkemiz; iliklerine kadar Ortadoğu bataklığına batmış durumda ama başkanlık sistemi’ni konuşuyor ve tartışıyoruz.

Suudi Arabistan; Ortadoğu bölgesinde, Sünni – Şii ekseninde, mezhep savaşını tetikleyebilmenin peşinde. Bu maksatla; Şii din alimi Ayetullah El Nimr’i, IŞİD yöntemiyle, başını kılıçla keserek infaz etti. Suçu; Suudi Arabistan Kralı’na ve ailesine muhalefet etmek. Bu ülkede demokrasi yok, insan hakları yok, özgürlüklerin zerresi yok, kadının ise adı bile yok. “Bize ne?” diyebilirsiniz. Ama bunlar bizimkilerin arkadaşı, hatta kankası.

Bana Arkadaşını Söyle..!

Eskiler boşuna söylememiş; “Bana arkadaşını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim!” diye. Sn. Erdoğan; Mısır’da Müslüman Kardeşlerin teröre bulaşmış üyeleri idama mahkum edilince, ortada daha infaz yokken kıyameti kopardı ve koparıyor. Ama infaz edilen Ayetullah El Nimr için, ses vermiyor ve tepki koymuyor. İdam öncesinde engelleme çalışması ise, hiç yapmıyor. Binlerce kilometre öteden, Çin bile; tırmanmayı durdurabilmek için her iki ülkeye itidal tavsiye ediyor ve yatıştırmak için özel elçiler gönderiyor.

İran-Suudi Arabistan gerginliğinde arabuluculuğa soyunmak için Müslüman olmak, Fars veya Arap olmamak ayrıcalık iken, bu kullanılamıyor veya kullanılmak istenmiyor. Belki de; planın parçası olunuyor.

Farkında mı?

Mezhep savaşının fitili ateşlenirse, bunun Türkiye’de de karşılığı olduğunun farkında mı? Ortadoğu’da çıkacak mezhepsel yangının, ülkemize de sıçrayacağının ayırdında mı?

Ülkemiz koşar adım felakete doğru sürüklenirken, çevremizde iyi ilişki içinde hiçbir komşumuz kalmamışken, bölünmenin ve iç savaşın eşiğindeyken, tüm enerjimizi bu durumdan kurtulmak için kullanmamız gerekirken, varsa yoksa başkanlık sistemi’!

Türkiye’yi Uçururum

Parlamenter sistemle ilgili ne sorun var? Sistem tıkandı da bizim mi haberimiz yok! 14 yıldır iktidarda bulunan AKP; neyi yapmak istedi de parlamenter sistem yüzünden yapamadı?

Esasında sorun; Sn. Erdoğan’ın bitmek ve tükenmek bilmeyen siyasi ihtiraslarıdır. Tek adam olmak istiyor, kimseye hesap vermek istemiyor, yargı da dahil olmak üzere; demokrasinin gerektirdiği kontrol ve denge mekanizmalarına sıcak bakmıyor. “Suudi Arabistan Kralı’nın yetkileri olsa, Türkiye’yi uçururum” demek istiyor. Ama bizim uçmaya değil; ayağımızı yere basmaya, ortak aklı kullanmaya ve gerçekçi olmaya ihtiyacımız var.

Aklın ve Yurtseverliğin Gereği 

Açık konuşmak gerekirse; Sn. Erdoğan’ın siyasi hedefleri ile ülkemizin çıkarlarının ve güvenliğinin gerektirdiği hedefler örtüşmediği gibi, çelişmektedir. Bunun anlamı; Sn. Erdoğan’ın hedefleri peşinden gidersek, ülkemizin halihazır durumu daha da kötüye gidecek. Bu nedenle; başkanlık sistemine geçit vermemek aklın ve yurtseverliğin gereğidir.

Her yerde, yazılısı ve görseli ile tüm medyada başkanlık sistemi tartışmaları ve propagandası almış başını gidiyor. Her derde deva olduğunu söyleyen ne yazık ki, sözde bilim adamları da var. Faşizan baskı, eleştiri yapanlara hakaret ettikleri iddiası ile dava açılması ve yandaş, yalaka ve ele geçirilen basın ile; halk ve aydınlar adeta ‘yankı odası etkisine alınmak isteniyor.

Başına Felaket Gelmekte

Yankı Odası etkisi; kapalı bir grubun kendi aralarında konuştuğu, hiç muhalif seslerin olmadığı, konuşulanların doğru sanıldığı, aynı şeyler konuşuldukça ve duyuldukça konuşanların kendine daha çok güvendiği ve daha çok konuştuğu ve konuşulanlardan oluşan, hakikatten çok uzak bir resmin gerçek sanılmasıdır.

Bugün Türkiye’de; büyük kitlelere ulaşmak açısından küçükleri saymazsak, kitle iletişim araçları hep bir ağızdan Sn. Erdoğan’ın siyasi hedeflerini besleyen gündemi oluşturmakta ve desteklemektedir. Aksini yapanların başına ise felaket gelmektedir.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ABD yapımı organize iş

BİR KISIM ORGANİZE İŞLER

Fransa Savunma Bakanı J.Yves Le Drian’in ardından ABD Genelkurmay Başkanı Org.J. Dunford Türkiye’deydi.

Görüşmelerin konusunun, ortak düşman IŞİD terör örgütüne karşı askeri imkânlarla yapılan mücadele olduğu bildirildi…

Bu paralelde Türkiye’nin ziyaretçilerine,

1- PYD’nin PKK uzantısı bir terör örgütü olduğunu ilettiği,

PYD’nin Suriye’nin kuzeyinde oluşturmak istediği koridora karşı olunduğunu,

O yüzden Türkiye’nin Fırat’ın batısı, Cerablus’a dönük hassasiyetlerine işaretle bu bölgede terör yapılanmalarına tahammülün olmadığının ifade ettiği söyleniyor.

*

Halbuki, PYD’nin Suriye’de Fırat Nehri’nin batısına geçmesi hali kırmızı çizgi olarak belirlenmesine rağmen Kürt militanların ve Suriye Demokratik Güçleri’nin Fırat Nehri üzerindeki Tişrin Barajı’nı ele geçirmesiyle,

Ankara’nın Suriye politikası tamamen çökmüş bulunuyor…

*

2- Suriye Demokratik Güçleri çatısı altında PYD’nin, IŞİD’le mücadele görüntüsü altında Arap ve Türkmen köylerini boşaltığı,

buralara Kürtleri yerleştirirken bölge demografisini kendi lehinde değiştirmesinden duyulan rahatsızlığında iletildiği söyleniyor.

*

Halbuki, Türklerin korunmasından geri kaldığı için artık bu insanların çoğu Türkiye’ye aldırış etmiyor.

Ankara’nın kendi hesabına Suriye’de demografik değişikliklerinin oluşturacağı toprak bütünlüğü sorununa ya da yayılmacılığı kulak arkası ediliyor.

Çünkü ABD ve müttefiklerinin, bölgede İsrail’in güvenliği ve Ortadoğu’daki çıkarları doğrultusunda Suriye’deki krizin çözüme yönelik Viyana sürecini bozmayı,

Bir süreçte Ortadoğu’da kırılgan dengeyi çok ciddi şekilde istikrarsızlaştırmaya yönelik,

Suriye’yi Nasturiler,Dürziler, Sünni Araplar ve Kürtler arasında dört parçaya,

Irak’ı Şiiler,Sünni Araplar ve Kürtler arasında üç parçaya bölmek istemekten vazgeçmediği biliniyor.

*

3-Türkiye’nin sınır güvenliğinde, ABD’nin sınırdaki IŞİD unsurlarının hava bombardımanı ile temizlediği ve bölgelere ılımlı muhalif unsurların yerleştirilmesiyle sınırdan geçişlerde sorunlarında çözülmeye başlandığı konusunun da görüşüldüğü söyleniyor…

*

Halbuki, radikal terör örgütlerinin çok sayıdaki militanlarının Türkiye’nin her yerine dağıldığı ve yeni talimatlar bekledikleri biliniyor.

Ama Halep’te yenilgiye uğrayan IŞİD unsurlarının kurtarılarak, Recep Tayyip Erdoğan’ın yeni Osmanlı düşüncesinde Türkiye’nin genişlemesi siyasetinin önünde engel oluşturacak ,

Olası bir yarı devlet niteliğindeki Kürt özerkliğinin meydana gelme ihtimalini bertaraf etmek üzere,

Türkiye’nin Suriye’de olası bir askeri harekâta hazırlandığı  senaryosu da işliyor.

Ancak Türkiye’nin tek başına bu hedefe ulaşmasının yolu yoktur, o yüzden hükümet mütemadiyen ABD ile birlikte müdahalede bulunmanın şartlarını oluşturmaya çalışıyor.

*

Diğer taraftan söz konusu ziyaretlerin, terör örgütünün zaten Amerika, Avrupa, Türkiye ve bazı Arap rejimlerin destekleri ile kurulduğu, güç kazandığı, Irak ve Suriye’de büyük trajedilere neden olunduğu,

Şimdilerde Rusya ve İran’ın, Suriye ve Irak’taki krize siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesini sağlamaya çalıştığı bir sırada yapılması da da dikkat çekiyor.

*

Bu noktada ABD; SSCB’nin çöküşünden sonra kendi lehine oluşan düzenin korunması için Rusya ve Çin gibi kendisine rakip olabilecek devletlerin statükoyu delecek davranışlarını kesinlikle reddediyor.

Hele ki, Rusya’nın Ortadoğu krizine siyasal çözüm bulunması mücadelesi başlığında,

uluslararası hukukun yalnızca ABD ve müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda değil, diğer yakada yer alan kendisi gibi ülkelerin de çıkarları yönünde geliştirilecek stratejik müttefikliğin,

BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasını ve yeni dünya statüsünün oluşturulması talebini sürüklemesinden de büyük rahatsızlık duyuyor.

*

Üstelik İsrail’in yakın bir gelecekte İran’la gireceği doğrudan bir savaş, daha kısa vadede de HAMAS’la Gazze’de savaş yaşayabileceğinden sözediliyor.

Bir taraftan da Sünni Arap ülkelerin, Yahudi devleti İsrail’i tanıması karşılığında Filistinlilerle  kapsamlı bir barış anlaşması yapılabileceği noktasından geliştirilen yeni bir strateji doğrultusunda,

Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri ve Türkiye’nin Rusya – İran’a karşı geliştirilen bir mekanizmada,

Ortadoğu’da Rusya ve İran’ın nüfuz ettikleri alanlarda karşılarında Sünni Arapların oluşturduğu NATO uzantısı bir savunma örgütü oluşturuluyor.

*

Sünni Arap ülkeleri ordusunun  Suriye’yi by-pass’a alarak doğrudan doğruya Şii İran ordusunun karşı karşıya bırakılması sonucunda,

İsrail’in  güvenliği yanında Sünni Arap’ların da  güvenliğinin teminata alınacağı öngörülüyor.

Bu çerçeve Fransız ve ABD ilgililerin Türkiye ziyaretini çok anlamlı kılıyor!

*

Ziyaretler ABD ve müttefiklerinin bir kaç taşla çok kuş düşürmesini andırıyor.

Bir taraftan Suriye’deki krizi çözüme yönelik Viyana sürecini bozulacak,

Bilhassa Rusya, Suriye’de tecrit edilecek,

O sırada Rusya ve İran arasındaki denge bozulacak,

Giderek Ortadoğu’da kırılgan denge çok ciddi şekilde istikrarsızlaştıracak,

Suriye by-pass’a alınarak doğrudan doğruya Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap Ordusu Şii İran Ordusuna saldıracak,

İsrail Savunma Kuvvetleri ise bir aşamaya gelindiğinde İran’ı dümdüz edecektir!

*

O yüzden ABD klasik bir karartmayı uyguluyor.

Suriye’nin geleceğinin Suriye halkınca belirlenmesi konusunda Esad rejiminin kararıyla ortak görüşte olduğunu bildiriyor.

Başkan B.Obama bir kez daha Başbakan İbadi ile yaptığı telefon görüşmesinde, Irak toprak bütünlüğünün korunması zaruretini vurguluyor ve Türkiye’den Irak’taki askerlerini geri çekmesini tekrarlıyor.

Suudi Arabistan Savunma Bakanı M.Bin Selman el Suud,”Savaş, kesinlikle beklemediğimiz bir şey ve ülkeleri bu yönde iten kim olursa olsun aklını kaçırmış olmalı. Suudi Arabistan ve İran arasında savaş, bölgede büyük felaketin başlangıcı olur ve tüm dünyaya yansır. Kesinlikle buna izin vermeyiz” diyor.

*

Ama savaşın aklının olmadığı açıktır.

Hesabı Türkiye’nin mi Rusya’ya yoksa Rusya’nın mı Türkiye’ye ödeyeceğine,

İki dev nükleer güç ABD ve Rusya karar verecektir…

Bu ABD yapımı bir organize iştir.

Ahmet Kılıçaslan Aytar

8.1.2016

yeni yıla hüzünlü giriş

İngiltere Türk toplumu tarihçisini kaybetti.

Yeni yıla hüzün dolu giriş

İngiltere’de yaşayan ünlü Türk tarihçi-yazar Prof.Dr. Selahi Sonyel,25 Aralık 2015 günü vefat etti. Türkiye Cumhuriyeti ve Yakın Türk Tarihi alnında yazdığı kitap ve araştırmalar yanında Londra ve İstanbul’da çok sayıda konferansa katılan Prof. Selahi Sonyel, Türk Tarih Kurumu Onur Üyesi ünvanını taşıyordu. Cenazesi, 7 ocak 2016 günü Londra Yakınlarındaki Woking’de yapılan cenaze namazı sonrasında kaldırılan Sonyel,İngiltere Türk toplumunun yeni yıldaki ilk büyük kaybı oldu. Prof.Dr. Selahi Sonyel’in Cumhuriyet Tarihi, 1915 ve öncesi Ermeni Olayları, Türk-Yunan savaşları, Kıbrıs Meselesi ve Türkiye’nin diğer ulusal problemleri ile ilgili olarak yayınlanmış kitap ve çalışmaları şöyle;

Kıskaç Altında & Dış Güçlerin Türkiye’yi Bölme ve Yıpratma Çabaları (1923-2000)            

İngiliz Gizli Belgelerinde Türk-Yunan İlişkileri (1821-1923)            

İngiliz Gizli Belgelerine Göre Adana’da Vuku Bulan Türk-Ermeni Olayları (Temmuz 1908-Aralık 1909)      

Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika Cilt-1            

Türk Kurtuluş Savaşı ve Dış Politika Cilt-2

Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisi’nin Türkiye’deki Eylemleri  

Mustafa Kemal (Atatürk) ve Kurtuluş Savaşı (3 Cilt)        

Osmanlı Ermenileri & Büyük Güçler Diplomasisinin Kurbanları  

Atatürk – The Founder Of Modern Turkey            

Minorities and The Destruction Of The Ottoman Empire

The Assyrians Of Turkey Victims Of Major Power Policy

Osmanlı Devleti’nin Yıkılmasında Azınlıkların Rolü          

Gizli Belgelerle Osmanlı Devletinin Son Dönemi ve Türkiyeyi Bölme Çabaları      

Kaygılı Yıllar & Gizli Belgelerle Kurtuluş Savaşının Perde Arkası (1918-1923)         

Gizli Belgelerde Mustafa Kemal Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı

Gizli Belgelerle Lozan Konferansı’nın Perde Arkası

Prof. Dr. Selahi Sonyel’in ölümünden dolayı ailesi, yakınları ve İngiltere Türk Toplumunun duyduğu acıyı paylaşırken, ‘LondraPosta’ adına başsağlığı dileriz. Büyük Türk yazar ve tarihçisi Prof. Dr. Selahi Sonyel’in ölümü nedeniyle İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu tarafından yayınlanan başsağlığpı mesajını aşağıda iletiyoruz.

BAŞSAĞLIĞI

Tüm yaşamını Türkiye ve Kıbrıs ‘ın gerçeklerini ortaya çıkarmaya adamış , bu uğurda yazdığı kitaplar ve verdiği yüzlerce konferansla bizlerin aydınlanmasına hizmet etmiş gerçek bilim insanı, tarihçi, yazar Prof. Dr.Salahi R. Sonyel’in   vefat haberini büyük bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.

Merhuma Allah’tan rahmet, başta ailesi olmak üzere Türk Toplumu’na başsağlığı dileriz.

Işıklar İçinde Uyusun.

Başkan Jale Özer ve Yönetim Kurulu Üyeleri

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu

 

LondraPosta-Londra

 

 

Erdoğan ‘top 10’ tehlike içinde

2016 nın ‘Top 10’ tehlikesi

İngiltere’de yayınlanan ‘İndependent’ gazetesi 2016 yılında Dünya’da ekonomik,siyasal ve askeri kriz beklentileri arasında yaptığı sıralamada ‘Türkiye’yi 10. Sıraya koydu. ‘Avrasia’ gurubu ‘risk analizcileri’ tarafından yapılan sıralamanın uluslararası sermaye akışını etkileme ve özellikle ‘Atlantik İttifakı’ gurubunda yer alan Emperyal ülkelerin ekonomik ve siyasi yönelimlerini belirleme açısından önem taşıdığı belirtiliyor. Paul Bremmer tarafından yapılan risk araştırmasında ‘en tehlikeli gelişme’ olarak gösterilen ilk sıradaki kriz, ‘Hollow Alliance’ (Çökmüş İttifak) başlığı altında verilen ABD ve Almanya arasındaki ulusalararası anlaşmazlıklar gösteriliyor. Atlantik İttifakı olarak bilinen yaklaşık 50 yıldan beri uluslararası çatışma ve krizlerde ‘İnternational Fireman’ (yangın söndürücü) görevi yüklendiği belirtilen uluslararası toplumun artık çöküntü halinde olmasının, Dünya için en büyük riski oluşturduğu kaydediliyor. 2016 yılı içinde yükselmesi beklenen Suriye ve Rusya’ya karşı tutum meselesinde,mülteci krizinde ve Almanya’nın uluslararası sürtüşme ve çatışmalara müdahale etmeme politikası nedeniyle bu ‘çöküntü’nün bu yıl içinde önemli politik sonuçlar doğuracağı öngörülüyor.

Erdoğan ‘başkanlık zorlaması’ sermaye akışını etkiler

Türkiye,2016 Risk listesinde iki ayrı bölümde inceleniyor. Öncelikle 10. Sırada yer alan Türkiye ‘en önde gelen tehlikelerden biri olarak görülmüyor. Risk’in nedeni olarak gösterilen neden ise ;’Erdoğan’ın parlamento tarafından değil, ‘kendisi’ tarafından yönetilen bir sistem yaratmak için şartları zorlaması’. Bu ‘Agresif’ saldırgan taktiğin ülkeye yapılan iş yatırımlarını olumsuz etkileyeceğini belirten ‘İndependent’ yayınında ABD’nin Türkiye’yi IŞID karşı yönelmesi için baskı altına almasının da ülkeyi teröre karşı daha zayıf duruma düşürdüğü vurgulanıyor.

Araştırmaya göre; Türkiye’nin riskli ülkeler arasında bulunuşunun bir başka nedeni’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kişiliği. ABD Başkanı Barak Obama’nın geçtiğimiz hafta yaptığı bir konuşmada bazı liderler için ‘tamamen akıl dışı’ hareketler yaptıklarını söylediğini kaydeden,’İndependent’ gazetesi Obama’nın bu sözlerle Vladimir Putin, Tayyip Erdoğan, Suudi prensi Muhammed Bin Salman ve Ukrayna Lideri Poroshenko’yun kastettiğini yazıyor.

  IŞID 4., Suudi Arabistan 5. Büyük tehlike

 

İngiltere’nin ciddi gazetelerinden ‘İndependent’ de yayınlanan 2016 Risk sıralaması en büyük riskten başlayarak şöyle ;

  1. Atlantik ittifakının çöküşü
  2. ‘Açık-Kapalı’ Avrupa bölünmesi, İngiltere’nin ayrılma tehlikesi
  3. Çin’in yükselişi ve Dünay politikasına girişi
  4. IŞID
  5. Suudi Arabistan ve Prens Muhammed Bin Salman
  6. ‘Teknolojist’lerin yükselişi (Anonimous, Silikon Walley gibi bağımsız ve devletlerin kontrolü dışında teknoloji guruplarının ortaya çıkışı)
  7. Davranışları ‘öngörülemeyen’ liderler (Putin,Erdoğan ve Prens Bin Salman örnek olarak veriliyor.)
  8. Brezilya
  9. Yunanistan ve belirsiz geleceği

‘İndependent’ gazetesinde yayınlanan 2016 Risk sıralaması, ağırlıklı olarak Avrupa ve Uluslararası Sermaye akışı bakımından önem taşıyan risk ve kriz olasılıklarına göre bir değerlendirme.Ancak Türkiye ve çevremizde meydan gelmesi olası kriz ve çatışma olasılıklarını incelemesi bakımından ve bunlara başat yer vermesi açısından göz önünde tutulması gereken bir çalışma. Risk araştırmasının en çok dikkat çeken yönü 1. Sıradaki ABD-Almanya sürtüşmesi ve 2. Sıradaki ‘açık-kapalı’ Avrupa ayrılıkları. Bu vurgulama Avrupa ve Emperyal komuta merkezlerinde ciddi bir dağılma sürecinin başladığını gösteriyor. Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Hükümet ise 7. ve 10. Sıralarda Dünya için ‘bir risk’ olarak gösteriliyor.

Mahir Tan  LondraPosta-Londra

 

 

 

 

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Yahudi Birader,Vahhabi Kardeş

YAHUDİ BİRADER, VAHHABİ KARDEŞ

Suudi Arabistan’da Şii lider Nimr El Nimr, ırkçı ve mezhepçi hanedanlığı eleştiriyordu.Demokrasiyi savunuyor, Suud ailesinin Şii azınlığı yabancılaştırma politikalarına karşı çıkıyordu. İdam edilerek susturuldu.

Suudiler Nimr’i itibarsızlaştırmak için islamcı terör ile suçlanan 43 Kaideci ile aynı kefeye koydu…

Suudi Arabistan’ın İran ile arasındaki ipler koptu.

Bahreyn, Sudan, BAE uluslararası normlara uyması koşuluyla İran ile sürdürdükleri diplomatik ilişkilerini askıya aldılar.

*

2011’de Başkan B.Obama, “Birliğin Durumu” konuşması yapıyordu.

“Tehlikede olan şey, Amerika’nın dünya haritasında yalnızca bir yer edinmesini sağlayan değil aynı zamanda tüm dünyayı aydınlatmasını sağlayan liderliğini sürdürüp sürdüremeyeceğidir” diyordu.

Güya ABD, liderliğinin sürmesi için Ulusal Güvenlik Stratejisinde belirtildiği üzere farklı coğrafyaların sorunlarını, sadece askeri değil yeniden yapılanma, kalkınma, yetki devri, eğitim gibi insan odaklı yöntemlerle, “demokrasi” esasındaki dış politikasıyla çözeceğini savunuyordu…

*

Halbuki, giderek dünyadaki her uygulama sonucunun daha fazla çifte standarda ulaştığı görülüyordu.

Mesela ABD, PKK terör örgütünün kanlı lideri bebek katili Abdullah Öcalan’ı idam sehpasından çekip almıştı.

Ama neden İŞİD terör örgütünün insan öldürmesinden daha vahşi yöntemleri kullanan Suudi Arabistan’a engel olmuyordu?

*

Doğrusu ABD’nin dünyada bir takım genel modellere göre yaşayamayan ülkeler ve bölgelerdeki farklı inanış ve geleneklerden gelen toplumlara hiç aldırışı yoktu.

Ama ip kopmaya başlamıştı…

Mesela Rusya; Friedrich Nietzsche`nin, “Sen yeni bir kudret ve yeni bir hak mısın? Kendi kendine dönen bir çark mısın? Yıldızları da zorlayabilir misin senin etrafında dönsünler diye?” ifadesindeki ruhla isyan ediverdi…

*

Şimdilerde Rusya, Suriye’de krize siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesini sağlamaya çalışıyor.

Karşılığında uluslararası hukukun yalnızca ABD ve müttefiklerinin çıkarları doğrultusunda değil, diğer yakada yer alan kendisi gibi ülkelerin de çıkarları yönünde geliştirilecek stratejik müttefikliğin,

BM merkezinden küresel sistem ağlarına yansıtılmasını ve yeni dünya statüsünün oluşturulması talebini sürüklüyor.

*

Ama BM Güvenlik Konseyi’nin de Suriye’de siyasi diyalog sürecinin başlaması ve ülke genelinde ateşkes ilan edilmesini isteyen karar tasarısını kabul etmesi paralelinde bir dolu sıkıntılı gelişmeler yaşanıyor.

Çünkü bir kural işliyor; bir kere üstünlük sağlayan bir güç kendi gücünü başka devletlerle paylaşmak istemiyor.

ABD, SSCB’nin çöküşünden sonra kendi lehine oluşan düzenin korunması için Rusya ve Çin gibi kendisine rakip olabilecek devletlerin statükoyu delecek davranışlarını reddediyor.

*

Sonuç ne olur bilinmez ama Rusya, Ortadoğu’da ABD’nin yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapıyı dağıtmıştır.

ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail ise Washinton’un giderek kendisini desteklemeyi sürdürecek askeri ve ekonomik kaynaklarının olamayacağına, üstelik İsrail’e verilen destekte ABD halkında güçlü muhalefet oluştuğundan endişelidir.

*

Öyle ki, ABD eski Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’ın bir yanda İslami uyanış, öte yanda radikalizmin yükselişi karşısında “Eğer trilyonlarca ilâve dolar verir ve ordumuzla düşmanlarına yeteri kadar vurursak İsrail kurtulabilir, 2022 yılında İsrail olmayacak” ifadesi,

Ya da ABD İstihbarat Topluluğu’nun, “İsrail Sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” raporunda Çin’in, İslami uyanış, radikalizm ve Filistin yanlısı kuvvetin yükselişi sonunda İsrail’in ayakta kalamayacağını bildirmesi, İsrail’i  kabuslara sürüklüyor.

İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığı ise  İsrail’i olduğu gibi Suudi Arabistan’ı da derinden etkiliyor…

*

Nitekim İsrail’in 10-15 yıl içerisinde İran’la gireceği doğrudan bir savaş, daha kısa vadede de HAMAS’la Gazze’de savaş yaşayabileceğinden sözediliyor.

İsrail Savunma Kuvvetleri’nin,  İran ilebir savaşa hazırlığa yönelik çalışmalarını da kapsayan “Gideon Çalışma Planı” üzerinde yoğunlaştığı da biliniyor.

*

Bir taraftan da bölgedeki Sünni ülkelerin, Yahudi devleti İsrail’i tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabileceği noktasında yeni bir strateji geliştiriliyor.

İsrail’in güvenliği  ve Ortadoğu’nun bölüşümü için Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arap ülkeleri ve Türkiye’nin Rusya – İran’a karşı geliştirdikleri bir mekanizmanın,

İsrail’in  güvenliği yanında Sünni Arap’ların da  güvenliğini teminata alacağı öngörülüyor.

*

Ortadoğu’da Rusya ve İran’ın nüfuz ettikleri alanlarda karşılarında Sünni Arapların oluşturduğu NATO uzantısı bir savunma örgütü oluşturulmaktadır.

Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu  Sünni Müslüman olan Ürdün, BAE, Pakistan, Bahreyn, Bangladeş, Türkiye, Filistin Yönetimi, Katar,Sudan, Lübnan, Libya, Mısır, Fas, Nijerya ve Yemen’in oluşturduğu ve semayı “Allah-û Ekber” nidalarıyla dolduracak bir koalisyon…

*

Şimdi bu idamlarla birlikte Sünni koalisyonun önüne;

Suriye’deki krizi çözüme yönelik Viyana sürecini bozabilecek,

Rusya ve İran’ı bölgede yalnızlaştıracak,

Rusya ve İran arasındaki dengeyi bozmaya çalışacak,

Ama mutlaka Ortadoğu’da kırılgan dengeyi çok ciddi şekilde istikrarsızlaştıracak  bir sorunlar kümesi  konuluyor.

İsrail Savunma Kuvvetleri’nin İran ile savaşa hazırlık kapsamında Gideon Çalışma Planı gereği,doğrudan bir savaş öncesinin ön hazırlığı yapılıyor gibidir.

“Önce sallandırmak, sonra vurmak ” stratejisi gibi bir şey işliyor.

*

Bu gelişmeler,Rusya’nın işlerinin düzgün gitmesi halinde Suriye’deki trajedide işlenen suçların savaş hukukunun gelişmesi doğrultusunda kategorize edilmesi sırasında,

BM ‘de uluslararası hukuk karşısında suçlu olacağı kesin olan Bay Recep Tayyip Erdoğan’ın eteklerinin zil çalmasına neden oluyor.

*

Sarayında bir odadan diğerine,sonra diğerine ve yine diğerine, diğerine geçerken “Yürü,kim tutar seni? Benim güzel Yahudi biraderim,benim güzel Vahhabi kardeşim” dediğini duyar gibiyim…

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

 6.1.2016

Türker Ertürk; Bölgemizde hiç birşey tesadüfen olmaz

BÖLGEMİZDE HİÇ BİRŞEY TESADÜFEN OLMAZ

Yeni yılın başlaması ile birlikte, tahminlerimizi doğru çıkarırcasına, Ortadoğu bölgesinde emperyal planlara uygun olarak, gerilim artmaya başladı. Suudi Arabistan’ın, aralarında Şii din alimi Nemr Bakır En-Nemr’in de bulunduğu 47 kişiyi idam etmesi üzerine; Tahran ve Riyad arasındaki tansiyon yükseldi.

İdamları takiben, Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği’ne protesto maksatlı saldırıldı ve ateşe verildi. Bunun üzerine, geçtiğimiz pazar akşamı (3 Ocak 2016), Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil El-Cübeyr basın toplantısı düzenleyerek; İran ile olan diplomatik ilişkilerini kestiklerini ve İranlı diplomatların ülkeyi terk etmesi için 48 saat süre verdiklerini açıkladı. Suudi Arabistan’ın İran’la her yerde yüzleşeceğini belirten Cübeyr; “Yemen’de yenilgiye uğratıldılar ve Suriye’de Esad’ı korumaya güçleri yetmeyecek” şeklinde açıklama yaptı. Suudi Arabistan’ın ardından; dün de Bahreyn ve Sudan, İran ile olan diplomatik ilişkilerini kestiğini bildirdi.

Körfez ülkesi olan Bahreyn’in en büyük özelliği; nüfusunun yüzde 75’inin Şii olması ve Şiilerin demokratik hak taleplerinin, Suudi Arabistan’ın desteği ile tanklarla ezilmesidir.

Nüfusunun yüzde 20’si Şii olan Suudi Arabistan, Vahhabi – Selefi çağdışı yönetimiyle; bölgemiz, İslam Dünyası ve hatta yerküre için bir nifak merkezidir. Vahhabilik; yalnız Şiilere değil, Sünnilere de düşmandır. ‘Radikal İslamcı ve Cihatçı terör örgütlerinin, küresel ortamda baş destekçisidir. Bu bağlamda Suudi Arabistan; Suriye’de devam eden ‘vekalet savaşının’ arkasında, ülkemiz için de tehdit olan IŞİD’in yanında olup, bölgede şimdilik ABD’nin vazgeçilmez taşeronudur.

Bu gelişmeler; Türkiye’nin de dahil olduğu bölgemizin, zaten iyi durumda olmayan istikrarını ve güvenliğini çok ciddi biçimde etkileyecek gibi görünüyor. Ortadoğu’da hiç bir şey, durup dururken olmaz. Sünni – Şii eksenindeki gerginliğin, tarihsel bir arka planı olduğunu kabul etmekle birlikte, bu fay hattının çoktandır belli bir plana yönelik olarak kaşındığını söyleyebiliriz. Olayları ve niye meydana geldiğini anlayabilmek için; büyük resme bakmak ve o resmin içinde olayları anlamlandırmak gerekir.

ABD’nin; Ortadoğu’nun I. Dünya Savaşı sonunda belirlenen mevcut statükosundan memnun olmadığı ve bölgenin siyasi haritasını yeniden şekillendirmeye çalıştığı bilinen bir gerçek. Hatta; bölgenin yeni siyasi haritası nasıl olabilir diye çalışmalar yapmışlar ve dünya kamuoyu ile paylaşmışlar bile.

Bir ülkeyi bölmek veya bir toplumu birbirine düşürmek için kullanılabilecek en iyi şeyler, o ülkenin veya toplumun farklılıklarıdır. Bunların belli başlıları; etnik, dinsel, mezhepsel ve kültüreldir. Bunların dışında da farklılıklar bulunabilir. Örneğin; tarihin derinliklerinden gelen toplumsal husumetler gibi. Bu farklılıklardan en keskini; din ve mezheptir. Özellikle bilimsel düşünce sistemine geçememiş toplumlarda, din ve mezhep üzerinden kışkırtma çok kolaylıkla yapılabilir. İşte, Ortadoğu böyle bir yer!

Tarih göstermiştir ki tüm savaşlar ve çatışmalar; görünen neden ne olursa olsun, daima siyasi ve ekonomik çıkarların üzerine oturur. Haçlı Seferleri ve 1618 – 1648 yılları arasında Avrupa’da gerçekleşen ve adına Otuz Yıl Savaşları denen mezhep savaşlarında da gerçek neden; siyasi ve ekonomikti.

Arkasındaki esas neden siyasi ve ekonomik de olsa, din ve mezhep eksenine oturan anlaşmazlıklarda ve savaşlarda ayrımlar çok keskinleşir, taraflar daha acımasızlaşır, bir araya gelip anlaşmazlıkları gidermek güçleşir ve başlayan bir savaşı durdurmak çok zorlaşır.

Suudi Arabistan; aralarında Şii din alimi En-Nemr’in de bulunduğu 47 kişiyi idam etmesinin, zaten gergin olan İran – Suudi Arabistan ve Sünni – Şii ilişkisini daha da gereceğini ve bölgede mezhepsel bir savaşa neden olabileceğini bilmiyor olabilir mi? Ya ABD! Suudi Arabistan üzerinde belirleyici gücü olmasına rağmen, bu idamları niçin engellemedi! Yoksa bölgede mezhepsel savaşın fitilini mi ateşlemeye çalışıyorlar?

Mezhep savaşının hedefleri neler olabilir?

  1. Bölgeyi daha da istikrarsızlaştırmak ve mezhepsel kompartımanlara ayırmak,
  1. Arap milliyetçiliğini tamamen yok ederek, en az 100 yıl Arapların bir araya gelmesinin önünü kesmek,
  1. İslam’ı daha da radikalleştirerek, Batı Dünyasının birlikteliği için ihtiyaç duyulan düşman ihtiyacını karşılamak,
  1. Müslüman’ı Müslüman’a kırdırmak,
  1. İsrail’in etrafını daha atomize ederek, küçük siyasi parçalara bölmek,
  1. Kukla Kürt Devleti’nin önündeki engelleri kaldırmak,
  1. Bölgenin ana çatışma ekseni olan Arap – İsrail’i dönüştürerek, Sünni – Şii odaklı hale getirmek,
  1. Bölgede mezhepsel kimlikleri olan devletlerin kurulmasının önünü açmak,
  1. Bölgede antiemperyalist direnç aksı olan ve hegemonyaya direnen İran liderliğinde Şiileri iyice ötekileştirmek, İran’ı yalnızlaştırmak ve eninde sonunda vurmaktır.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

2016’da Barzani Sınırları

       ‘Bulunduğumuz siperler sınırlarımız olacak’

                     Barzani sınırları   

Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani,2016 yılını ‘Kürdistan’ın Sınırları’ konuşması ile açtı. 2016 yılında Kürdistan Bağımsızlık Referandumunun yapılacağını söyleyen Barzani, ‘müstakbel’ Kürdistan sınırları için ilk kez olarak ‘Demarcation Line’ ifadesini kullandı. Bir uluslararası politika kavramı olan ‘Demarcation line’, de facto, fiili sınırları ifade etmek için kullanılıyor. ‘Kürt ve Peşmerge güçlerinin şu anda bulundukları siperlerin Kürdistan referandumundan sonra ‘Uluslararası Sınırlar’ olacağına dikkat çeken Barzani,ayrıca, ’Musul kurtarıldıktan sonra ‘Ninevah Sünni Otonom bölgesi’ kurulacağını kaydetti. Bağımsız Kürdistan ve Otonom Sünni Ninevah kuruluşuna Türkiye’nin itiraz etmeyeceğini konuşmasında iki kez vurgulayan Mesud Barzani, 1. Dünya savaşı sonrasında Orta-Doğu’da sınırları belirleyen Sykes-Picot anlaşmasının artık tamamiyle yok olduğunu belirtti. Barzani, 2016 yılında Kürtlerin Bağımsızlık ilan etmelerinin, tam 100 yıl önce 1916 da imzalanan ve Kürtlere devlet olma hakkı tanımayan Sykes-Picot anlaşmasının tarihsel bir inkarı olacağını söyledi.

   İran ve Şii yönetimine karşı Türkiye Kartı

Kuzey Irak Bölgesel Yönetiminin yarı-resmi organı Rudaw gazetesinde yer alan Mesud Barzani’nin yeni yıl konuşması iki açıdan dikkatleri çekti. Öncelikle Barzani ülkesi içindeki muhalif güçlere ‘2017 yılında politik yaşamının en büyük amacı olan ‘Bağımsız Kürdistan’a ulaştıktan sonra iktidardan çekileceği’ garantisi veren Barzani, aynı konuşmada ‘Türkiye hesabına da ileriye dönük üstü kapalı garantiler verdi. Türkiye’nin kendisinin iktidara geldiği 2003 yılında Kürdistan da otonomiye bile karşı çıktığını söyleyen Barzani, şimdi Türkiye’nin Bağımsız Kürdistan’I destekleyeceğine inandığını söyledi. Konuşmasında ‘Türkiye’nin aynı zamanda Irak’ta Musul ve çevresinde kurulacak olan bir ‘Ninevah Sünni Otonom Yönetimine’de karşı çıkmayacağını söyleyen Barzani, İran ve Irak Şii yönetiminin bağımsız Kürdistan ve Sünni Otonom Bölgesine karşı olduğunu ve problemler yaratacağına dikkat çekti.

           Kerkük ‘Demarcation Line’ içinde

Mesud Barzani’nin 2 Ocak günü Erbil’de yaptığı yeni yıl konuşması son 15 gün içinde yaptığı Suudi Arabistan,Türkiye ve Bağdat gezileri sonrasında gerçekleştirdiği bir çıkış oldu. Bağdat’ın Kürdistan bağımsızlığı ilanına karşı çıkacağını söyleyen Barzani, IŞID sonrasında ortaya çıkacağını ‘umduğu’ jeopolitik ‘fiili bir siyasi harita’ yı gündeme getirdi. 2016 Yılı ikinci yarısında yapılacak bir referandum ile Bağımsız Kürdistan Devleti’nin kuracaklarını vurgulayan Barzani, ‘Kerkük’ün bu sınırlar içinde’ kalacağına işaret etti. Barzani’nin yeni yıl konuşmasında dikkat çekici bir yön ise uluslararası politik çevrelerde henüz zikredilmeyen ‘Ninevah Sünni Otonom Bölgesi’ oldu. Ninevah Eyaleti, Irak’ta Musul ve çevresini kapsayan bir idari bölge olarak yer alıyor.Bu bölgede yer alan Irak’ın bazı petrol kuyuları ve büyük bir rafineri halen IŞID militanlarının elinde. Irak’lı Sünnilerin en yoğun olarak yaşadıkları bölge ise daha çok Güney ve Güney Doğu Irak’ta yer alan ‘El Anbar’ bölgesi. Barzani’nin ‘Türkiye’nin de destekleyeceğini söylediği ‘Otonom Ninevah Sünni bölgesi’, şimdi Türkiye’de yaşayan eski Musul Valisi Nuceyfi ve bazı aşiretlere bağlı silahlı bir milis gurubuna dayandırılmaya çalışılıyor. Türkiye’nin Musul yakınlarına yolladığı ve Irak yönetiminin tepkisi üzerine geri çektiği askeri birliklerin,bu ‘eski vali’ Nuceyfi’nin çağrısı üzerine gönderildiği açıklanmıştı.

Kuzey Irak yönetimi Başkanı Mesud Barzani’nin yaptığı ve Türk medyasında hiç yer almayan bu açıklama, gittikçe alevlenen İran-Suudi Arabistan sürtüşmesine,Türkiye’de iç politikaya ve Orta-doğu üzerinde oynayan emperyal güçler arasındaki dengelere yeni bir ivme katacak gibi görünüyor.

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

 

İKİBİNONALTI

İKİBİNONALTI

Sermaye 2016’ya kadar her biri bir önceki aşamaya nazaran diyalektik bir gelişme ile piyasa kapitalizmi ve emperyalizmin ardından çok uluslu sermaye sürecinden geçti.

Her bir aşamanın farklılığı, niteliksel gelişimini belirleyen teknoloji yüzündendir.

Makinalar mütemadiyen daha çok insan bilgisini ve emeğini depoladı, insanın temsil gücü zorlandı.

Sınır ve engel tanınmadı, ulusal değerler yok oluyordu.

Ülkelerin savunması, sosyal barış ve adaletin sağlanmasında ekonomik ve sosyal hayata müdahale eden sosyal devlet anlayışı hızla gündemden düşüyordu…

*

Bütün bu gelişmelere rağmen küresel ekonomik artış sağlanamadı.

Dünyada bir takım genel modellere göre yaşayamayan ülkeler ve bölgelerdeki farklı inanış ve geleneklerden gelen toplumlara da aldırış edilmeyince de ip kopmaya ramak kaldı.

*

Oh, ne güzeldi! 1989’da ABD’li tarihçi Francis Fukuyama tarihin sonunu ilan etmişti.

O komünizmin çökmesinden sonra Batı liberalizminin zafere ulaşacağına inanıyordu.

Ama çeyrek yüzyıl sonra Fukuyama’nın yanıldığı ortaya çıktı.

Aksine dünya siyasi istikrarsızlığın pençesinde kıvranıyordu.

*

Çünkü, ABD ekonomik krizlerinin önüne geçmek üzere ileri sürdüğü askeri sanayisiyle diğer sektörlerini ivmeleyen,

Bu suretle rezerv döviz doları güçlendiren, ülkelerin güçlü doları satın almasıyla  finansal sistemini ve ekonomisini etkili kılan yolun sonundaydı.

Öyle ki, bugün kendinden güçsüz ülkelere yaptığı savaş harcamalarının masraflarını dahi kaldıramıyordu.

Hakeza Avrupa birlikte borç krizlerine çözüm bulumazlarsa, bırakınız ekonomik artışı, bölgesinde barış riske giriyordu…

*

Artık ABD ve Avrupa’da milyonlarca  insan mali sistemin iyileştirilmesi, servet dağılımındaki eşitsizlik ve sınıflar arasındaki büyük uçurumların ortadan kaldırılmasını talep ediyor.

Neoliberal mali politikalar, yolsuzluk ve yoksulluk ve bütçe kısıtlamaları protesto ediliyor.

O protestolardan dünyanın her yerine ABD’nin bireyi eşit fırsatlar ve özgürlüklerle gelişen rekabet ortamında fakat kaynakların izin verdiği ölçüde üretim ve tüketim faaliyetinde bulunur diyen demokrasi tanımının dişleri dökülüyor.

*

İşte Çin, artan ekonomik ve diplomatik rolü paralelinde Asya’da hegemonya ve güç siyasetine dayalı eski dünya güvenlik anlayışı yerine karşılıklı güvene, yarara, eşitliğe ve eşgüdüme dayalı  sürdürülebilir yeni bir güvenlik anlayışını geliştirmektedir.

Çok sayıda serbest ticaret anlaşmasıyla “Asya’nın kaynakları, Asya’nın hizmetine” sloganıyla, çok zengin kaynaklar Asya barışının ve kalkınmasının hizmetine sunuluyor.

*

Halâ kaybedeceği çok şey olan ABD ve Avrupa ise direnmektedir.

ABD, Asya’ya dönerken Rusya’nın yüzyıllardır orada olmasına aldırmıyor.

Ukrayna krizinde Rusya, ABD ve AB’nin ekonomik ilişkilerini sınırlaması, Japonya’nın stratejik bağ kurma fikrinden vazgeçmesiyle karşı karşıyadır.

Rusya’nın geniş Avrupa inşa etme ya da Japonya ile stratejik ortaklık kurma umutları kırılmıştır…

*

Petrolün ucuzlatılmasıyla Ruble’nin değer kaybetmesi Rusya’da enflasyona ve uzun vadeli resesyona yol açmasına ne demeli?

Bir taraftan da Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki potansiyel çatışma alanında, ‘Rusya’nın saldırganlığına’ karşı koymak için yeni bir strateji oluşturuluyor ve NATO askeri varlığını Doğu Avrupalı ülkelere konuşlandırıyor!

*

Ama kaşla göz arasında  Rusya’nın Suriye’ye gelmesiyle birlikte Filistin sorununun çözüme kavuşturulamadığı müddetçe Ortadoğu’daki hiçbir sorunun üstesinden gelinemeyeceği  anlaşılıyor.

Üstelik IŞİD bütün bir bölgenin çehresini değiştirirken  İsrail-Filistin sorunu geri plana itilmiş,

IŞİD’in Suriye ve Irak’a hâkim olmaya kalkışması ve hilafet kurma hevesine kapılması,

  1. Dünya Savaşı galiplerinin dikte ettirdiği Ortadoğu düzenini alt üst etmiş, istikrarsızlığın merkez üssü Ortadoğu’ya kaymıştır.

*

Haydi…İslamcılığın doğal sonucu terör Ortadoğu’dan Bangladeş’e Mali’ye kadar ülkeleri ve kıtaları titretiyor.

Asya’dan Afrika’ya kadar uzanan terör kimi zaman El Kaide, bazen Boko Haram, kimi yerde de El Nusra ya da El Şebab adlarıyla kendini gösteriyor.

*

Avrupa’ya da yayılıyor, işte Paris iki kez vurulmuştur.

Avrupa’ya sığınan mültecilerin sayısı artarken Avrupalı kendini inzivaya çekiyor, sınırlar kapatılıyor, Avrupalılar birbirleriyle kavgalı hale geliyor.

Sağcı hareketlerin artması kaygı veriyor ama bu gelişmeye siyasi ve sosyal anlamda nasıl karşılık verileceği bilinmiyor.

Alman Fransız ortaklığı Ukrayna’daki anlaşmazlıkta  barışı sağlayamamış ancak dondurmuştur.

Avrupa dış politikasının zaaflarını gözler önüne serilmiş, Avrupa’nın kendine güvenemediği, daha fazlasına cesaret edemediği anlaşılmıştır.

*

Endişe ve ürkeklik hüküm sürerken iki büyük nükleer güçten biri Rusya’nın, Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgeden Orta Doğu’da  “Suriye İç Savaşına Siyasi Çözüm” başlığında manevra alanını genişletmesi;

ABD ile arasında savaş ile siyaset, asker ile sivil, barış ile çatışma, cephe ile emniyetli bölge, dost ile düşman kavramları arasındaki hatların belirsizleşmesine yol açmıştır.

*

Rusya yaptırımlara rağmen dünya siyaset sahnesine geri dönmüştür.

Putin’in güç politikası ülkesine itibarını iade ettirirken, ABD kendi kabuğuna çekilmiş bir görüntü veriyor.

Yine de insan, ABD de başlayan başkanlık kampanyasının, görevden ayrılmak için gün sayan Obama’yı bilerek bir sessizliğe büründürdüğünü düşünmeden edemiyor.

*

Çünkü, BM denetiminde Şam ile muhalefet arasında ateşkes ilan edileceği 1 Ocak 2016′ ya girilmiştir.

BM’in Suriye’nin farklı bölgelerinde uygulanabilecek üç olası ateşkes taslağından bahsediliyor.

Birincisi; Terörist olarak nitelendirilen grupları dışlayan bir ateşkes,

İkincisi; Temel prensipleri benimseyen her gruba açık bir ateşkes,

Üçüncüsü; Belirli silahların kullanımını yasaklayarak şiddeti azaltacak sınırlı bir ateşkestir.

*

Ancak bu üç modelde de Suriye ve muhalifleri arasında derin anlaşmazlıklar bulunuyor.

Doğrusu Suriye’ye  gelen Rusya koalisyonu ortakların amaçlarına  ulaşmasını engellemek üzere ABD ve Suriye Dostları’nın yeni  stratejiler geliştirildiğine ilişkin kanaatler de yoğundur. .

*

Yine 1 Ocak 2016’da Rusya’da Devlet Başkanı V.Putin tarafından imzalanan yeni Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi yürürlüğe giriyor.

Buna göre, Ukrayna’da olduğu gibi Batı destekli iktidar değişiklikleri ulusal çıkarlar açısından tehdit olarak tanımlanıyor..

Gürcistan örneğinden hareketle yurtdışından organize edilen renkli devrimlerin istikrarsızlaştırma potansiyeli içerdiğine dikkat çekiliyor.

Batı, meşru siyasi yönetimlerin devrilmemesi konusunda uyarılıyor.

İzlenen çifte standart politikasının sonucunda IŞİD gibi terör örgütlerinin ortaya çıkabildiğine dikkat çekiliyor.

Suriye bir Ulusal Güvenlik sorunu haline getirilmiştir.

*

NATO, ABD ve AB ile işbirliğine sıcak bakılıyor ama böyle bir ortaklığın eşit seviyede olması öngörülüyor.

Bu noktada Rusya’nın  dünya çapında lider güç olma iddiasını sürdüreceği kaydediliyor.

*

Rusya’nın 2010 askeri doktrininde hangi durumlarda nükleer silah kullanabileceği açık bir şekilde belli şartlara bağlıyken,

Şimdi Rusya kendine  konvansiyonel  silahlar kullanılsa bile devletin varlığını tehdit eden bir saldırı durumunda nükleer silah kullanabileceğini söylüyor.

Bu Rusya’nın ABD ve Avrupa’ya karşı etkin bir uyarı mekanizması anlamına geliyor.

*

Uyarı mekanizması önünde en büyük tehlike;

Suriye hükümeti ile siyasi görüşmelerde bulunacak muhalif grupların belirleneceği ateşkes sürecinde,

İşlenen suçların savaş hukukunun gelişmesi doğrultusunda kategorize edilebilmesi için kimin terörist kimin muhalif olduğunun bilinmesi aşamasıdır.

*

Bu noktada Recep Tayyip Erdoğan’ın nükleer bir savaşın sınırlarını zorlayabileceğinden bahsediliyor.

Geleceği 2016 ile birlikte daha zorlu yıllar bekliyor…

Ahmet  Kılıçaslan Aytar

4.1.2016

Abdullah Nihat Yılmaz; Dilek ve Temenniler Furyası

DİLEK VE TEMENNİLER FURYASI...

Geliyordu, gelecekti… derken, tamam geldi: Yeni Yıl’ın içindeyiz şimdi! Hem de pırıl pırıl bir Yeni Yıl…

Buna “dilek ve temenniler”  denizi de diyebiliriz. Hatta şirin dilek, güzel temenni  okyanusu da… Tebrik ve mektup zarflarında, telefon ahizelerinde seyahat etmişlerdir… TV ekranlarında renklenmiş, en güzel olgulara benzetilerek, söylemleşmişlerdir… Ve de evleri, ocakları, okulları, yolları, caddeleri, meydanları, hükümet binalarını, sarayları, gecekonduları, havaları, gölleri, gökleri, arş-ı alayı, yerleri, yeraltıları doldurmuşlardır.

Bunların biri, “Dilek”;

“Bir kimsenin dilediği şey, istek, talep, rica, murat.”

Demektir bu. (Türkçe)

İkincisi ise “Temenni” dir ve de;

“Dileme, dilek.”

Anlamını taşıyor. (Arapça kökenlidir)

Ama, neredeyse, milimi milimine aynıdır ikisi de! Eşanlamlıdırlar yani… Ve hep kardeş kardeş, bir hayal alemine doğru koşarlar. Ana merkezleri de – çok kere – yılbaşlarıdır. Ama, gitmedikleri yer, tanışmadıkları insan da yoktur.

Öğretmen öğrencisinin karnesine;

  • “Tebrik eder, başarılarının bir ömür boyu sürmesini dilerim.”

Diye yazar.

“Dilek ve temenniler”i  içerir bu!  Dernek ya da parti kurultaylarındaki  gündemlerin son maddesinde dile gelen beklentiler de öyle…Ve anaların askerdeki oğullarına yolladıkları…ve  sevgili yazışmalarındaki  öpücükler ve dosttan dosta allı-güllü fotoğrafları,ve, ve, ve… Hep  “Dilek ve temenniler” ya da aynı yöndeki ifadelerin sıralanmasıdır.  Ki, saygılar, sevgiler, özlemler, vs, vs…”

Ayrıca – “Devlet büyüklerinin” merdiven başlarından, yani yukarıdan aşağıya, irat eyledikleri ‘Muhterem vatandaşlarım’ hitaplı “temenni” lerini saymazsak – hepsi de, geleceğe dönük, insandan insana bireysel  içerikli iyi niyet havaleleridir.Yani  güzellikleri dileyen de tekil, muhatabı da tekildir çok kere…

Ve de çok kere, bu “havaleler” benzetmelerle süslenir. En güzel, en çok, en manzaralı…cinsindendir her biri!

Mesela, “güneşli bir dünya” dileği, yahut “Bol maaşlı bir iş”, “Parlak bir sabah”, “Bereketli bir sofra”, “güzel bir kadın”…Gibi. Hem de bu güzellik benzetmeleri öyle çoktur ki, sayısı bile meçhul!..Ama ben yine de içlerinde “Hapishaneden çıkış” diye bir güzellik benzetmesine  rastlamadım! Siz hiç hapishaneden çıktınız mı? Ben çıktım! Hem de -hepsi sol siyasetten olmak üzere -çok çıktım…O kadar güzeldi o çıkışlar ki, anlatılamaz…Çünkü “hapislik zor zanaattır” Nazım’ın da anlattığı, çok, çok zordur.  Bunu çok kişi bilir ve  bir o kadar kişi de anlatır. Ama, kendisi de uzun yıllar hapite yatan, Ahmet Arif  en doğrusunu anlatmıştır. Bu nedenle o uzun şiirinden bir-iki bölümü aşağıya almak isterim, ki şöyle diyor bu büyük şairimiz:

“Akşam erken iner mahpushaneye

Ejderha olsa kar etmez.

Ne kavgada ustalığın,

Ne de çatal yürek civan oluşun…

“Hırsla çakarım kibriti,

Bir nefeste yarılanır cıgaram…

Geçer süngüler namluya.

Başlar gece vardiyası jandarmaların.

“Akşam erken iner mahpushaneye…

İşte böyle kahpe bir mekandır “hapishane.”  Zordur, güzelim dünyadan bütünüyle yoksunluktur, kapalı ve karanlıktır, elin kolun da bağlıdır üstelik…Oysa çıkış? Yani o kölelik mekanından çıkış? Bu, sorgulamaz bile. Oradan çıkış kadar güzel ne olabilir ki! Bir hamlede doldurursun evrakı metrukeni bavuluna, geçersin kapıdaki gardiyanın son yoklamasından…Ve bakarsın ufuklara uzun uzun… Ki, yemyeşildir manzara…Dünya ve güzelim hayat!..

Fakat, ne yazık ki, ortam zehir olur  çok geçmeden! “Dünya güzeldir” ama kimler için “güzeldir” bilinmiyor mu?! İş ve ekmek ise aslanın ağzında kalmıştır emekçilerin için! Ve bu çıplak gerçeklik gelir dikilir senin de önüne.

Şair Metin Demirtaş emek dünyasından gelen halden bilir bir halk çocuğuydu, çok olmadı O’nu kaybedeli.bu gerçekliği şöyle dile getirmiştir:

 

“Günün dolar bir gün sen de

Özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna

Çıkarsın.

Başlar yeni maceran güneşte.

Başlar işsizlik

O en büyük hapishane.”

İşte mesele böyle iken böyledir! Demek ki, “HAPİSHANE” bir değil, ikiymiş… belki daha da çok!  Ama “hapishaneden çıkış” hemen her zaman ve her yerde güzeldir. Ancak bu ikincisinde kapılar sana açılmaz, sen kapıları açacaksın, iş için, ekmek için birşeylerin değişmesi gerekiyordur çünkü. Mesela herşeyden önce, emeği sömürücüden kurtarmak şart! Bunun için emekten yana örgütleri arayıp bulmak, üye olmak, sömürücülere karşı savaşım vermek, kitaplar okuyup kendini yetiştirmek… başta gelen görevlerdendir… tabi ki, bu iş öyle kolay da değildir, ayrıca uzun da sürebilir. Ama başka bir yol da yoktur gök kubbesi altında. Laf ile telaffuz edilen iyi niyetler, dilekler, temenniler …dua ile kabeye gitmeye benzerler çünkü.  Hoşturlar ama boşturlar, güzel gözükürler ama zehirleşirler! hatta kasıtlı bir yalan olup çıkarlar ortaya…

Yani LAF değil, İŞTİR üretimi yapan ve çoğaltan. Ki, o da el emeğinin kurtuşu ile başlar  ve de MÜCADELE, MÜCADELE, MÜCADELE…Ta ki, kurtuluşa kadar!

Değilse, özellikle yılbaşlarında, devam edip gider o insanın sadece ağzını tatlandıran, ama, yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin etmekten başka bir işe yaramayan o cilalı, o süslü, o kulağa hoş gelen ve de o renkli kere renkli;

“DİLEK VE TEMENNİLER   FURYASI…”

     Abdullah Nihat Yılmaz

            1 Ocak 2016, Londra.

 

Suriye’de ölenlerin üçte biri ‘yabancı’

 

                       Büyük Manüpülasyon’un sonu

SOAR ( Suriye İnsan Hakları Gözlemevi) Suriye topraklarında kurulu, ağırlıklı olarak İngiliz ve Fransız görevlilerin yönettiği bir araştırma kurumu. Batı medyasının en önemli haber kaynaklarından biri olan SOAR, 2016 yılının ilk raporunu yılbaşı günü yayınladı. ‘Acil’ başlığıyla yayınlanan açıklamada 2015 yılının son ayı olan Aralık ayında çatışmalarda ölenlerin bir listesi ve bunların çatışan guruplara göre dağılımı yer alıyor. 5 Yıldan beri süregiden Suriye savaşında 2014 yılında başlayan ABD ve 2015 yılındaki Rusya müdahalelerine rağmen gelinen noktayı işaret eden SOAR raporu, bir yanı ile de Batı ve Türkiye medya organlarında Suriye konusunda yapılmakta olan yönlendirmeye karşı bir darbe niteliği taşıyor.

Suriye’de son bir aylık rapor şöyle;

Ölen insan sayısı ;  4633

Ölen Sivil sayısı;    1329    (288 çocuk-196 kadın)           

YPG ve İslamist guruplarda ölen Suriye’li ölen sayısı; 711

El Nusra,IŞID, Muhacirun ve Ahrar el Şam guruplarından Suriye’li olmayan ölen sayısı; 1145

Suriye Ordusu-Polis Kuvvetleri ; 627

Rejim Yanlısı milis örgütleri ;   671

Hizbullah                   17

Rejim yanlısı Şii milisler        60 

Kimliği belirlenemeyen        60

 

           Savaşan taraflar kimler ? 

5 Yıldan beri süren Suriye savaşında, sadece son bir ay içinde ölenlerin sayısı 4633. Bu rakamlar bize komşumuz Suriye’nin 2.Dünya savaşından sonra yaşanan en büyük felaketlerinden birine uğradığını gösteriyor. Toplam ölü sayısının 250-300 bin arasında olduğu görülüyor. Ne var ki Batı kaynaklı bir İnsan hakları kurumu olan SOAR’ın yeni yıl raporunun açıkladığı rakamlar, 5 yıldan beri Batı medyasında yapılan ‘Zalim Esad, kendi halkını öldürüyor’ hiç bir biçimde doğrulamıyor;

-Geçtiğimiz Aralık ayında Suriye’de ki kanlı boğazlaşmada Suriye vatandaşları içinde en fazla ölüm Devletin Güvenlik Kuvvetleri arasında. Ölenlerin yaklaşık üçte biri asker,polis ya da Esad yanlısı milis üyeleri.Buna karşılık (çoğunlukla birbirleri arasındaki)çatışmalarda ölen YPG ve İslamist Guruplar tarafındaki ölü sayısı 711.

– Suriye’deki çatışmaların son bir ayına ilişkin rakamlar gerçekte 5 yıllık bu katliamın bir özeti olarak değerlendirilmeli. Aralık ayı içinde ölen IŞID,El Nusra ve Ahrar El Şam, El Muhacirun gibi örgütlere bağlı ‘Suriye’li olmayan’ militanların sayısı 1145. Rakamların dili bu ; Suriye’de ölenlerin üçte birinin ‘yabancı’ olduğu garip bir iç savaş devam ediyor. Çatışmalarda yaşamını kaybeden 288 çocuk ve 196 kadının hangi eller tarafından katledikleri de yine bu rakamlardan çıkıyor. El Kaide tipi örgütler üzerinden silahlandırılıp Suriye’ye gönderilen bu yabancılar çatışmalara ‘aileleri ile birlikte’ gelmediklerine göre,ölen sivillerin yerleşik Suriye halkına ait olduklarını görmek için özel bir çaba gerekmiyor.

2016 Yılının ilk gününde açıkladığı Suriye’de ‘aralık ayının’ rakamları, Syrian Observatory of Human Rights (SOAR) tarafından yapılmış çok ciddi bir çalışma. Bu bataklığın içinde ‘at izini,it izinden ayırmak’ Dünya’nın en güç işlerinden birisi.

Mahir Tan              LondraPosta-Londra