Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘B Planı bizden ne götürür’?

ÇOK YAKINDA
İsrail ve ABD; Suriye’nin bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanan dış politikasından rahatsızdı.
Aralarında Türkiye’nin de bulunduğu ABD/İsrail müttefiki devletler Suriye’de rejimi yıkmak üzere vekâlet savaşı başlattı.
Recep Tayyip Erdoğan’ın payına, Osmanlıcı ve İslamcı vizyonuyla Sünni ile Şii dünyası arasındaki karşılıklı bağımlılığı zayıflatmayı öngören bir stratejiyi izlemek düştü. 
O’da Suriye Kuzey’ini ve Irak Kürdistan Bölgesi’ni petrolüyle birlikte Misak’ı Milli topraklarına katmaya heveslendi…
Beş yıl sonra Suriye vekâlet savaşı kilitlendi.
ABD ve Rusya’nın uzlaşmasıyla, Esad rejimi ve muhalif kanadı temsil eden Müzakere Yüksek Komitesi ateşkesi koşullu olarak kabul etti.
Ama ABD Dışişleri Bakanı J.Kerry’nin Suriye’de çatışmaların durdurulamaması ve siyasi değişimin sağlanamaması durumunda B planı seçeneklerinin bulunduğunu söylemesi,
“Eğer adım atmazsak işler daha kötüye gidebilir. Rusya’da şu anda bölünme ihtimalini  değerlendiriyordur” diye konuşması: 
*
Ardından Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov’un, Suriye’de ateşkese ve bu ülkedeki krizin barışçıl çözümüne alternatif olarak ortaya atılan “B planı, kara operasyonu hazırlıkları, tampon ya da uçuşa yasak bölge oluşturulmasına dair ne olduğu belirsiz” öneriler kabul edilemez,demesi ve Suriye’de kanların akıtılmasına son vermek ve bölgede istikrarın sağlanmasının dış güçlerin jeopolitik çıkarları ve yeni imparatorluklar kurma hayallerin üstünde tutulması gerekiyor” ifadesi akılları iyice karıştırmıştır.
Zaten Türkiye, Suriye ateşkes metninin hem ılımlı muhalif gruplara saldırılmaması garantisi vermemesini,  
Hem de PYD-YPG’nin tıpkı IŞİD ve El Nusra örgütleri gibi ateşkesin kapsamı dışında bırakılmamasını eleştiriyor ve  anlaşmadan ümitli değildir.
Ya? Sanki ABD’nin B planı için başka hazırlıklara ortak olduğu gibi bir izlenim veriyor…
Kürtler ve Rojava’daki güçler elde ettikleri askeri başarılar ve bulundukları bölgelerde ortaya koydukları siyasetle ateşkes sürecinde önemli bir rol üstleniyor.
Suriye sisteminin nasıl olması gerektiğinde önemli bir rol oynuyor.
Yoksa Federal Suriye içerisinde Kürtlerin kendi özerk örgütlenmelerini ve inşa ettikleri sistemi sürdürecekleri mi öngörülüyor? 
Ya da Kuzey Suriye’de Kürtlerin, Güney Suriye’de Nasturilerin ve Orta Suriye’de Sünni Arapların oluşturduğu Federal Suriye mi?
Derken,Irak Başbakanı Haydar el-İbadi, Haziran 2014’ten beri İŞİD’in elinde bulunan Musul’un kurtarılması operasyonu öncesi hazırlıkların ve koordinasyonun tamamlandığı açıklamasında bulunuyor.
Musul operasyonu için geri sayılırken,
Dışişleri Bakanlığı’ndan Irak’ın bağımsız, müstakil ve BM üyesi bir devlet olduğu, kendi egemenlik hakkı ve toprak bütünlüğünü koruma hususunda aciz olmadığının açıklaması geliyor.
Türkiye’nin Irak topraklarındaki gücünü geri çekmesine karşı çıkması arsızlık olarak nitelendiriliyor!
Irak’ın IŞİD terör örgütüne karşı ciddi bir mücadele içinde olduğu bir ortamda, Türkiye’nin terörizmle mücadele iddiasını pratikte de ispatlaması gerektiği,
Halbuki Türkiye’nin kendi askerlerini çatışmalardan uzak bir bölgeye konuşlandırdığı ve terörizme karşı mücadeleye kesinlikle katkısının olmadığı iddia ediliyor.
Aksine Türkiye’nin sinsi planlar içinde olduğuna dikkat çekiliyor…
Nasıl yani?
Olası İsrail-Suriye arasında bir barış anlaşması için en önemli önemli unsur, bölgede İsrail’i bir Yahudi Devleti olarak tanıyacak, İslamiyet’ten ziyade Araplığı temel alan milliyetçi BAAS partileridir.
O yüzden İsrail, BAAS partilerini güvenliği için sigorta mekanizması olarak görüyor.
Halbuki BAAS Suriye’de Cumhurbaşkanı Esad ile iktidarını koruyor ama Irak’taki BAAS iktidarı ABD işgaliyle sona ermiştir.
S.Hüseyin’in devrilmesinden sonra Irak; Şiilerin egemen olduğu, Kürtlerin haklarının da tanındığı bir ülke olarak yeniden kurulmuş,
Yıllar boyunca yönetici güç olarak örgütlenen Sünniler bu yeni statüyü bir türlü içlerine sindirememiş,
BAAS partisinin ve Saddam’ın asker ve sivil bürokrasisinin de ana kitlesini oluşturan Sünniler yeni Irak statükosuna karşı mücadele başlatmıştır.
IŞİD, Irak’ta bu mücadelenin örgütü olarak kurulup genişlemiştir.
Musul, ardından da Kerkük’ün güneyini almış ve “Kerkük-Yumurtalık” hattına egemen olmuştur.
Bir taraftan da Sünni aşiretlerin desteğiyle pazar yerlerine, Şii camilerine, polis ve asker karakollarına saldırarak Hükümeti yıldırma stratejisi izlemiştir.
Bugün BAAS bürokrasisinin, askeri deneyim ve imkanlarının IŞİD’in hizmetine girdiği ve başlıca önemli görevleri üstlendiği biliniyor.
Iraklı Sünnilerin temsilcisi eski Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık El Haşimi’nin “terör örgütleriyle işbirliği içinde olduğu” gerekçesiyle Irak’ta idama mahkum edilmesi bu yüzdendir.
Recep Tayyip Erdoğan iktidarı, Haşimi’ye  gadre uğramış bir Sünni lider olarak kabul etmiş ve kol kanat germiştir.
Bu Türkiye’nin o günlerde Irak’ta henüz adı pek duyulmamış IŞİD’e verdiği destek anlamına geliyor. 
Nitekim Türkiye, Suriye’de de IŞİD’le temasına devam etmiş ve halâ resmen kabul etmese de  “Esad’a karşı savaşıyor, Rojava Kürtlerinin taleplerini bastırmak için gerekli ” diye her desteği vermeye devam ediyor…
 
*
IŞİD Sünni şeriatı üzerinde bir devlet kurmayı amaçlamıştır ama bu devleti zaten Müslüman olan ülkeler kurmak isteyince ister istemez, bu örgütün stratejisi din ve mezhep savaşı çıkarmak üstüne kurulmuştur.
Sonuçta IŞİD; Alevi-Sünni, Şii-Sünni çatışması gibi binbeşyüz yıllık pislik çelişkilerini kışkırtmış,
Suriye’de Alevi-Sünni çatışmasını, Irak’ta ise Şii-Sünni çatışmasını körüklemiştir.
ABD bu süreçte iki yüzlü bir siyaset izliyor ve Ankara’nın Irak’taki varlığının, Bağdat ve Diyala’da artan İran etkisinin önünü kesebileceğini savunuyor.
Türkiye’nin Irak’taki etki alanını genişletmek için Kürdistan Demokratik Partisi ile işbirliği peşinde olmasını Musul IŞİD’den kurtarıldıktan sonraki dönemde kilit bir aktör olmak istediğine bağlıyor…
Irak’ın Musul’u kurtarma operasyonuna muhatap olduğunda ise IŞİD’in yerini BAAS partisinin ve Saddam’ın asker ve sivil bürokrasisinin ana kitlesini oluşturan Sünnilerin Musul’a hakim olmasını bekliyor. 
O yüzden Türk Silahlı Kuvvetleri Kuzey Irak’taki M.Barzani yönetimiyle uzlaşma çerçevesinde IŞİD’in kontrolündeki Musul yakınlarındaki Başika bölgesindeki 2 bin asker bulunduruyor. 
ABD mevcut El-Habbaniya ve Ayn El Asad üslerine ek olarak, Felluce’nin kuzeydoğusunda El Hamra’da ve Suriye sınırında Akkas petrol sahası yakınlarında 2 üs daha yapıyor. 
Suudi Arabistan Hava Kuvvetleri’ne bağlı 4 savaş uçağı ile daha önce gelen ABD, İngiltere, Almanya ve Katar’ın savaş ve Awacs uçakları İncirlik Üssü’ndedir.
Irak’taki gelişmeler artık Ortadoğu’da haritaların değişeceği anlamına geliyor.
Kürtler ve Rojava’daki güçler elde ettikleri askeri başarılar ve bulundukları bölgelerde ortaya koydukları siyasetle, sadece Suriye’nin değil Irak ve Türkiye sisteminin de nasıl olması gerektiğinde baş rol oynuyor.
Suriye,Irak ve Türkiye; mezheplerin ve etnik kimliklerin kendi özgünlüklerini ve kimliklerini koruyacağı fedaratif bir yapıya doğru gidiyor.
Yeni Osmanlıcılık hevesiyle Recep Tayyip Erdoğan ve şürekasının, dinler ve mezhepler arasındaki farklıkları “laisizm”, ırk milliyetçiliğini “Türk Milleti” olarak engellemek  fikrini aşarak lağvetmiş oldukları dikkate alındığında,
Türkiye’nin bu mezhep ve etnik kimlik çatışmasının ortasına düştüğünden şüphe etmek gerekmiyor. 
Peki, bundan sonrası?
Nükleer anlaşmaya varan,büyük ekonomik sıkıntı çeken İran için doğalgazı kendi toprakları üzerinden Avrupa’ya taşınmasında alternatifsiz Türkiye hüviyetinin; 
Birincisi;İran’ın kendi savunma çerçevesi kapsamında,
İkincisi; Kaynaklarını da kapsayacak biçimde İsrail’in denetiminde Sünnistan ve Kürdistan lehinde,
Çok rahatlıkla bypass edebileceği, 
Üçüncüsü; Rusya’nın da bundan çok faydalanacağı bir sürece girilmiş bulunuluyor.
B planı; Güneydoğu Anadolu ve Irak Kürdistan’ı topraklarında “Erdoğan Gider,Savaş Biter” başlığında, sonuçlarını Türkiye’nin metezori kabul edeceği bir kaç günlük savaştır.
Hey Allah’ım! Aklım niye böyle çalışıyor?
Ahmet Kılıçaslan Aytar