Türker Ertürk; Mavi Marmara’ya Olacakları Biliyordun.

EVET, HABERİN VARDI!

 Cumhurbaşkanı Erdoğan, dünkü (28 Haziran 2016) konuşmasında, İsrail ile yapılan anlaşmaya değindi ve Mavi Marmara saldırısı ile ilgili olarak; “Türkiye’den böyle bir insani yardımı götürmek için günün başbakanına mı sordunuz? Biz zaten yardımı yaptık, yapıyoruz. Bunları da yaparken, gövde gösterisi olsun diye mi yapıyoruz? Edebi, adabı içinde yaptık, yapıyoruz” dedi. En hafif deyimi ile Erdoğan’ın söylediklerinde, “hakikatin zerresi” bile yok!

“İktidarda sonsuza kadar kalabilmek için, her şey mubahtır” tavrıdır bu! İlkelerin, değerlerin, davanın, verilen yeminin, söylenen sözlerin ve yoldaşlığın hiç önemi yoktur. “Dün dündür, bugün bugündür” yaklaşımıdır bu! Hani yanındaki dava arkadaşları; Abdüllatif Şener, Abdullah Gül ve Bülent Arınç? Hangi ilkelerdeki anlaşmazlık bu ayrılığa neden oldu?

Tükürdüğünü Yalattırdılar

Mavi Marmara; aynen Davos’ta sahneye konan “One Minute” gibi, bir tiyatro oyunuydu. Oyunu sahneye emperyalist güçler koydu. Çünkü; o gün için Erdoğan’ın isminin, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) realizasyonu için, İslam dünyasında parlatılmasına ihtiyaç vardı!  Mavi Marmara’yı Davos’tan ayıran farklar; kanlı olması ve yaşamını kaybedenler dahil, bu oyunda rol alanların durumun farkında olmamasıydı.

Mavi Marmara’nın Türkiye bacağında bulunan İnsan Hak ve Hürriyetleri İnsani Yardım Vakfı (İHH), geçen yıl gelişmeler üzerine; “kullanıldık” demişti. Dün de İHH Başkanı Bülent Yıldırım, Türkiye-İsrail anlaşması üzerine; “Şaşkınız, üzüntülüyüz, kazanan İsrail oldu, Türkiye hiçbir şey alamadı” dedi. Gerçekten de öyle oldu. Ama devlet ve ele geçirilen medya gücü ile halk kandırılıyor ve sanki İsrail’e karşı başarı elde edilmiş gibi yapılıyor. Halbuki İsrail; Türkiye’ye tükürdüğünü yalattırmış ve diz çöktürmüştür.

İsrail Özür Dilemedi!

İsrail’in, Türkiye’den özür dilediği de kuyruklu yalan. Eğer İsrail özür diledi ise; özür mektuplarını göstersinler, biz de inanalım ve biz özür dileyelim iktidardan. Bakınız; Ruslar da Türkiye’ye tükürdüğünü yalattı ve diz çöktürdü. Putin, bunun belgesi olan mektubu gösteriyor. Haydi, siz de göstersenize!

Mavi Marmara eylemini, Özgür Gazze Hareketi (Free Gazze Movement) planlamıştı. Bu hareket, kendisini Filistin haklarını savunan örgütlerin ve eylemcilerin bir araya gelerek oluşturdukları bir platform olarak tanımlamakta olup; kurucusu ve lideri Amerikalı Greta Berlin‘di. Eylemin sevk ve idaresini ise; Türkiye orijinli İHH yapmıştı.

Ya Şehit, Ya Gazze’ye Ayak Basacağız

Mavi Marmara’nın da dahil olduğu altı gemilik konvoy Gazze‘ye intikaldeyken, İsrail‘in hızlı botları ve helikopterleri gemilere yaklaşarak, çeşitli muhabere vasıtaları ile “Deniz ablukası olduğunu, Gazze’ye intikal edemeyeceklerini, ısrar ederlerse operasyon yapılacağını” belirtmelerine rağmen; eylemcilerin kararlılığı üzerine, 31 Mayıs 2010’da, operasyon yapılır ve dokuz Türk öldürülür.

Amaç insani yardımı Gazze‘ye intikal ettirmek ise, bunun daha kolay ve barışçıl yöntemleri vardı. Eylemin planlayıcıları; “Amacımız; insani yardım götürmek değil, ambargoyu delmektir” açıklamasını yapıyordu. Gemideki yolculardan biri, El Cezire Televizyonu’na verdiği demeçte; “İki güzel şeyden biri olacak. Ya şehitlik düzeyine ulaşacağız ya da Gazze’ye ayak basacağız” diyordu.

İsrail Blöf Yapmıyordu!

İsrail; kendi kontrolü dışında, yardım malzemesinin Gazze‘ye ulaşmasını istemiyordu. ‘Deniz Ablukası’ ilan etmişti, bunu ihlal ederseniz kuvvet kullanacağını söylüyordu. Bu konuda blöf yapmadığı, geçmiş tecrübelerle sabitti.

Bu gelişmeler olurken; ülkemizin ve yurttaşlarının güvenliğinden sorumlu olan Erdoğan liderliğindeki AKP hükümeti neredeydi? İsrail ‘Deniz Ablukası’ ilan etmişken ve bu ablukayı yarmak isteyeni vuracağını tüm dünyaya açıklamışken; siz nasıl Antalya‘dan, içinde 3 Türk gemisinin ve yüzlerce Türk vatandaşının bulunduğu konvoya müsaade edersiniz veya onları korumasız olarak ölüme gönderirsiniz? Niçin Kızılay işin içinde değildi? Madem ablukayı delmek ve İsrail‘e ders vermek istiyordunuz; o zaman Türk Deniz Kuvvetleri neredeydi? Niçin konvoyu savaş gemilerinin korumasında göndermediniz?

 

Osmanlı’nın Dirilişi

Mavi Marmara‘ya helikopterden ilk inen İsrail komandolarını etkisiz hale getirerek, tırmanmaya ve karşı tarafın silah kullanmasına neden olan başrol oyuncusu; Amerikalı deniz piyade Kenneth O’Keefe’di. Araştırmalarımıza göre; biraz karışık bir adamdı! 1969 doğumlu, Birinci Körfez Savaşı’nda ABD askeri olarak savaşmış, savaştan sonra ordudan ayrılmış, 2001’de ABD vatandaşlığından çıkmış, İkinci Körfez Savaşı öncesinde canlı kalkan olarak Irak‘a gitmiş, daha sonra İrlanda ve Filistin vatandaşı olmuştu. Amerikalı deniz piyadeyi bilmem ama canlı kalkan olarak Irak’a gidenlerin birçoğu, CIA ajanı idi.  Hatta anımsarsanız; Bağdat direnmeden teslim olmuştu. Çünkü canlı kalkan kılığındaki ajanlar, Iraklı generaller ile pazarlıkları kotarmışlar ve teslim olmalarını sağlamışlardı.

‘İsrail Ablukası’ nı delme operasyonunun arkasında bulunan isimlerden birisi de; bazı konuşmalarına Bismillahirahmanirrahim ve Selamünaleyküm diye başlayan, Birleşik Krallık İşçi Partisi eski Milletvekili George Galloway’di. Bu da biraz karanlık bir adam. Arap Dünyası ile bayağı sıkı fıkı ve akçeli işleri var. Galloway Türkiye’nin pozisyonunu; “Osmanlı’nın dirilişi” olarak yorumluyordu ve “İslam Ülkelerine Erdoğan gibi liderler lazım’’ diyordu.

Görevini Yapmamış, İhmal Etmiştir

Belli ki; ‘İsrail Ablukası’nı delme operasyonu dışarıda planlanmış olup; icracılar, destekçiler ve katılımcılar özendirilmişti. Amaç çok açık olarak; Türkiye’nin ve Erdoğan’ın ismini, emperyalist projelere yönelik taşeron olarak kullanılmak üzere, Arap ve İslam Dünyasında parlatmaktı.

Halkının ve yurttaşlarının güvenliğinden sorumlu olan zamanın başbakanı ve hükümeti; görevini yapmamış ve ihmal etmiştir. Bu suça, ‘yola elverişlilik yeterliliği’ olmayan gemileri Antalya’dan yola çıkaran, başta Vali ve Liman Başkanı olmak üzere yöneticiler de iştirak etmiştir.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

 

 

‘Ensar’ Vakfı Karaman’dan sonra Londra’da

Bizi ‘Ensar’sız bırakmadılar

Ensar; Karaman’dan sonra Londra’da

Karaman olayı ile Türk toplumunun belleğine kazınan ‘Ensar Vakfı’, ortaklıkları ile birlikte artık Londra’da çocuklarımıza hizmet vermeye başladı. Ensar Vakfı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın yönettiği Turgev Vakfı tarafından 2014 yılında ABD de ortaklaşa kurulan Turken Foundation, bu yıl Londra’da faaliyete geçti. Bilal Erdoğan’ın katılımıyla gerçekleştirilen 2016 İftar yemeği ile Londra çalıpşmalarına başlayan Turken Vakfı’nın Londra Ekibi ,MÜSİAD,Diyanet Vakfı gibi örgütlenmeleri de yöneten tanıdık simalardan oluşuyor. Türkiye’de öğrenci yurtlarını yasal engelleri, Vakıf ismi belirtilmeden kullanarak aşan Ensar, Londra’ya da farklı bir vakıf ismi- Turken Foundation UK- adı altında girdi.Turken Vakfı internet sitesinde belirtildiğine göre vakıf, Türk öğrenciler için konaklama ve eğitim hizmetleri vermek amacıyla kuruldu. 2016 yılında bir konferans yanında Bilal Erdoğan, Londra’daki Türkiye Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç,Turken Vakfı Başkanı Hakan Camuz ve bazı AKP milletvekillerinin katıldığı bir iftar düzenleyen Turken Vakfı, Londra’nın İslington semtinde bulunan bir apartman sitesinde erkek öğrenciler,West Hamstead semtinde de kız öğrenciler için daire ve odalar kiraladı. Vakfın, internet üzerinden yaptığı açıklamaya göre, konaklama yanında öğrencilere verilecek eğitim ve kültürel destek ile inançlı bir kuşak yetiştirilmesi hedefleniyor.

Creme de la creme

Londra’da lisans,lisans üstü ve dil eğitimi gören Türk öğrenciler için hazırlanan konaklama apartmanların ücretlerine bakıldığında, Turken Vakfı’nın faaliyetinin salt ‘hayır’ amacına yönelik olmadığı görülüyor. Erkek öğrenciler için verilen ücret tarifesi 3 kişilik odalarda 325,iki kişilik odalarda 425 ve tek kişilik odalarda 750 sterlin olarak açıklanıyor. Kız öğrenciler ise 345-495 ve 995 sterlinlik bir konaklama ücreti ödeyecekler. Vakfın ABD merkezinden yapılan açıklamada ise Suriye’li öğrencilerin bu odalarda ücretsiz olarak kalacakları kaydediliyor.

Turken Vakfı adı altında Londra’da da  yürütülecek olan ‘eğitim’ faaliyetleri ana hatlarıyla bu vakfın kurucu ortakları olan Ensar ve Turgev vakıflarının ‘örtülü’ bir faaliyeti. Ödecek olan konaklama ücretlerinin ana kurumlar olan Turgev ve Ensar tarafından değişik fonlar altında karşılanması ve Türkiye’de muhalefet saflarında yeni bir merak ve araştırma konusu olması bekleniyor.

Mahir Tan     LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; İsrail-Arap ligi-NATO karışımı bir politika

SİYONİST  SÜNNİLER,  SÜNNİ SİYONİSTLER

İsrail ve Filistin arasında 1967 sınırlarına harfiyen uymak yerine aralarında toprak değişimi yapabilmeleri ve “İsrail Devleti’nin Yahudi devleti olarak tanınması” temel konularında süren barış görüşmeleri;

İkide bir İsrail’in azınlık olarak kabul ettiği Filistin Özerk Yönetimi ile HAMAS arasındaki görüş ayrılıkları ve güvensizlikler,

Arap ülkeleri ve İran’ın sürekli müdahaleleri,

Arap Baharı süreci ve Suriye İç Savaşı nedenleriyle akim kaldı.

*

Nihayet ABD’nin İsrail’in güvenliğine yönelik taahhüdü çerçevesinde;

İsrail ile Filistinliler arasında sağlanacak iki devletli barış anlaşmasının desteklenmesi,

İran’ın nükleer silah ele geçirmesini önleyeceğine ilişkin verilen sözden geri dönülmeyeceği noktasında,

Yeniden Filistin Devleti ile İsrail arasında eşit iki devlet olarak Barış Görüşmeleri’nin şartları oluşturulmaya çalışılıyor.

*

Ama ilerleyen süreçte İsrail’in etrafında, hepsi güvenliğini ciddi boyutta etkileyen şöyle bir tablo oluşmuştur:

*

1-Suriye dış politikası bağımsızlık, işgal durumunda Arap direnişlerinin desteklenmesi ve Filistin’in temel mesele olarak kabul edilmesi ilkesine dayanıyor.

Suriye’yi iç savaşa taşıyan olayların iç sorunlarla ilgili bir boyutu olsa da;

Bu yüzden İsrail’in çıkarlarına hizmet eden tutum ve politikalarıyla ABD ve müttefikleri ile Arap ülkeleri ve Türkiye’de AKP iktidarı, Suriye rejimini yıkmakta ortaklaşmış,

Kirli planlar ve komplolar düzenlemiş ve altından kalkılamaz bir iç savaşa yol açmışlardır.

*

2-İsrail’in ezeli düşmanı İran’ın nükleer programına ilişkin elde ettiği anlaşma, dünya politikasına eklemlenmesinin önünü açmıştır.

İran nükleer enerjiyi kullanma hakkını kabul ettirmiş ama nükleer silah elde etmeye çalışmadığını kanıtlamıştır.

Batı’nın ağır yaptırımlarının iptali İran’ın kendi doğal kaynaklarını kullanmasına ve ekonomik olarak ayağa kalkmasına neden olacağı ve Ortadoğu’da etki gücünü artıracağı biçiminde algılanıyor.

İran’a İslam devrimini yaygınlaştırmak üzere Filistin’de, Lübnan’da, Suriye, Irak ve Bahreyn’de etkisini sürdüreceğine kuşku bulunmuyor.

Anlaşmanın tek alternatifi İran’a askeri saldırıda bulunmaktır

*

3- Rusya Suriye rejiminin destekçisi olarak Suriye’de terörle mücadele ederken, tek taraflı tüm günahlardan Esad rejiminin suçlanmasının, işlenen insani hukuk ihlallerinin göz ardı edilmesi ve bu durumun BM Genel Kurulu’nda tek taraflı kararlarla kabul ettirilmek istenmesinden rahatsızdır.

Böylece BM merkezinde adalet ve ulusal çıkarlara saygı ilkelerine dayalı yeni bir küresel statü, bunu belirleyen yeni bir uluslararası hukuk talep ediyor.

ABD ise BM’ yi yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığını, dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunun Amerikan liderliği ve BM yapısı altında bu şekilde bir düzenle hayatlarına devam etmek istediklerini vurguluyor.

Aksi halde uluslararası anlaşmalar ve sözleşmelere uygun hareketle üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceğini, bu değerlere saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırılacağını ifade ediyor.

Ama Rusya’nın Suriye’de bulunması Ortadoğu’da ABD’nin yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapının giderek dağılmasına neden oluyor.

ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail kendini rahat hissetmiyor.

*

Sonuçta İsrail; Filistin sorununun çözümünde Başbakan B.Netanyahu’nun “Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir; çünkü ikisini de İran ve İŞİD gibi tehdit eden iki temel unsur vardır.

Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.

Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz.

Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.

Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz ” stratejisi yönünde ilerliyor…

*

B.Netenyahu’nun  Suudi Arabistan odaklı Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı bu strateji;

1- Öncelikle İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığını  asla ihmal etmiyor.

2- Ardından İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti  olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesini amaçlıyor…

*

2002’de Suudi Kral Abdullah tarafından Beyrut’ta Arap Birliği zirvesinde sunulan Arap Barış Girişimi  esas alınıyor.

Arap Barış Girişimi;

1-İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesini,

2-BM Güvenlik Konseyi’ne 194 sayılı karar çerçevesinde Filistinli mülteciler sorununa adil bir çözüm için çağrıda bulunulmasını,

3-1967 sınırlarında kurulacak ve başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngörüyor.

*

Buna göre, Filistin tarafı Yahudi bölgesinin ve Batı Duvarı’nın Ağlama Duvarı kısmının hâkimiyetini İsrail’e devredecek, eski şehrin kalan kısmındaki hâkimiyetini koruyacaktır.

Kurulacak Filistin devleti savunma amaçlı olarak silahlanabilecek, kendi hava sahası ve karasuları olacaktır.

Karşılığında, Arap ülkeleri Arap-İsrail çatışmasını bitmiş kabul edecek ve İsrail ile kapsayıcı bir barış sürecine girilirken İsrail ile normal ilişkiler kurulacaktır…

*

Arap Barış Girişimi’nin bu stratejisi paralelinde;

İsrail’in kumandasında, Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,

Ardından terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kurulmuş bulunuyor.

Bu suretle;

1- İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlanıyor.

Yani İsrail Sünnileşiyor, Sünniler Siyonistleşiyor!

2- Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılıyor.

3-Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörülüyor.

*

1955′ te Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’ya nüfuz etmesini önlemeye yönelik olarak NATO’nun  bir uzantısı olarak kurulan “Bağdat Paktı”nın yeni bir açılımı hayata geçirilmiştir.

Bu kez İran; hem SSCB’nin o dönemki rolünü üstlenmiş hem de Ortadoğu’da nüfuz ettiği alanlarda karşısında  Suudi Arabistan liderliğinde Sünni Arapların oluşturduğu NATO’nun uzantısı bir savunma örgütü bulacaktır.

*

Bu noktada Türkiye’de AKP İktidarının pozisyonu ise Medeniyetler İttifakı, Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda İsrail ile ilişkilerini özde; İsrail’e mutlak itaat çerçevesinde,

Sözde ise kimi zaman, İran’ın İsrail’e ağır söylemlerini kompanse etmek,

Kimi zaman, Mısır ve Suudi Arabistan kaynaklı Müslüman Kardeşler Örgütü siyaseti doğrultusunda kalmak,

Kimi zaman, HAMAS örgütüne yakın davranıp İsrail-Filistin sorununda suret-i haktan görünmek,

Kimi zaman, Suriye’de savaşan Sünni İslamcı terör örgütlerine rol kesmeye yönelik ilkesiz- pragmatik bir siyaset yürütmekten geçiyor.

*

Şimdi altı yıllık husumetin ardından İsrail ve Türkiye arasındaki ilişkilerin tamamen normalleştirilmesi amacıyla açıklanan uzlaşı anlaşması,

İki ülke arasındaki istihbarat ve güvenlik işbirliğini yeniden başlatacak ve ortak askeri tatbikatları, enerji ve savunma alanlarındaki yatırımları beraberinde getirecektir.

1- Türkiye NATO üyesi,şimdilerde de Arap Savunma Ordusu üyesidir.

Bu suretle Türkiye; İran’ın Afrika Boynuzu’nda, Kızıldeniz’de, Akabe Boğazları’nda, İsrail ve Mısır’ın Akdeniz kıyılarında yayılmacı adımlarına karşı bir Sünni hat çizilmesinin görevlisidir.

Buysa Laik Türkiye Cumhuriyet Ordusu’nun antiemperyalist ve bağımsızlıkçı karakterine tam ters Sünni ordu karakterine dönüşmesi anlamına gelir.

2- Hem NATO,hem Arap Savunma Ordusu üyesi Türkiye vasıtasıyla İsrail, NATO’ya tam üye olacaktir.

3- Anlaşma diplomatik bir protokol olmaktan öte İsrail ile Türkiye ilişkilerine askeri ve istihbari bir boyut getiriyor.

Uygulamalar siyasi mevki sahiplerine değil, iki ülkenin askeri ve istihbarat servislerinin başındakilere bırakılıyor.

4- Türkiye ve İsrail arasında kurulacak olan çift taraflı istihbarat mekanizmaları, İran’la ilgili girdileri bir araya getirecektir.

5- Türkiye, HAMAS’ın İsrail’e karşı eylemde bulunmasına izin vermeyecektir.

6- Türkiye Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan bölgesinde bulunan İsrail doğalgazının Avrupa’ya satılması konusunda öne çıkmaktadır.

Anlaşma ile birlikte İsrail ve Türkiye, iki ülke arasında kurulacak ve İsrail’in Türkiye’nin desteğiyle doğalgazını Avrupa’ya satmasını sağlayacak olan bir doğalgaz boru hattı inşa etmek için resmi görüşmelere başlayacaktır…

7- Anlaşma, birbiriyle bağlantılı bir dizi anlaşmanın habercisi olarak tasarlanmıştır, sırada Türkiye- Mısır ilişkilerinin normalleştirilmesi bulunuyor.

*

Bu suretle İsrail, bölgenin güçlü ordusu TSK’ya el koymuş,

TSK’nın antiemperyalist ve bağımsızlıkçı karakterini Sünni İslam karaktere büründürerek kimliksiz bırakmış,

Medeniyetler İttifakı doğrultusunda Türkiye düşün hayatını İslam’dan İslamcılığa indirgemede çok uzun bir yol almıştır.

Siyonizm önce Türklük’e, şimdi İslam’a bir yılan gibi sinmiştir.

*

Eh! Atatürk Milliyetçiliği, Türklük, TC Devleti sona ermiş sıra İslam Dini’ne kalkışmaya gelmiştir.

Re-cep Tay-yip Er-do-ğan, Re-cep Tay-yip Er-do-ğan..

Ahmet Kılıçaslan Aytar

 

30.6.2016

İTDF’ye Manchester’den katılım

MANCHESTER  TÜRK  İNGİLİZ DERNEĞİ 

İNGİLTERE TÜRK DERNEKLERİ FEDERASYONU’NA KATILDI

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu tarafından yapılan açıklamada, ” Manchester ve çevresinde yaşayan Türk-İngiliz toplumunu sosyal ve kültürel olarak bir araya getirmek amacıyla Manchester’da yaşayan Türkler tarafından Eylül 2015 tarihinde kurulan Manchester Türk İngiliz Derneği’nin Federasyon’a yaptığı başvurusu incelenerek, uygun bulunmuş ve 25 Mayıs 2016 tarihinde üyeliği kabul edilmiştir ” denildi.İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu Başkanı Jale Özer, Dernek Başkanı Aslı Özdemir Akoya ile yaptığı görüşmesinden sonra şu açıklamalarda bulundu:

‘Başkan Akoya derneklerinin kesinlikle kâr amacı gütmeyen ulusal bir kuruluş olup, Türk-İngiliz topluluğunda dostluk ilişkilerini geliştirmek, eğitimsel ve kültürel etkinliklerle Türkiye’nin sayısız örf ve adetlerini, zengin kültürünü, muazzam sanatını ve Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz mirası olan ilke ve inkilaplarini Birleşik Krallık dâhilinde tanıtmak, yaşatmak ve en iyi sekilde temsil etmek amacında olduklarını belirtmiştir. Bu ilkeleri savunan derneğin Federasyon’umuza katılması bizleri çok memnun etmiştir.’

Manchester Türk İngiliz Derneği’nin kuruluşundan bu yana Manchester ve civarındaki Türk toplumuna yönelik çalışmalarını takdirle takip ettiklerini belirten Başkan Özer, ‘Federasyon’umuzun birleştirici çatısı altında İngiltere’de daha örgütlü ve daha güçlü bir toplum yaratmak, toplumumuzun haklarını savunmak ve onların sesi olmak için, yönetim kurulu olarak çalışmalarımıza bu yönde büyük bir özveriyle devam ediyoruz’ diyerek sözlerini tamamladı.

LondraPosta-

Londra

Türker Ertürk; Kim kimden özür diledi ?

KİM, KİMDEN ÖZÜR DİLEDİ?

Türkiye-İsrail ilişkileri; yalandan kötüydü. Esasında, kapalı kapılar ardında, her şey eskisinden daha iyi idi. İsrail ile olan ticaret hacmimiz, geçmiş dönemlerle kıyaslanmayacak şekilde, yaklaşık olarak 3 kat arttı. Halkımızı kandırmak için İsrail’e sövüp saydınız ama; arka odada işi pişirdiniz ve mercimeği fırına verdiniz. Hatta; bu dönemde İsrail’in NATO vetosunu bile kaldırdınız.

Gerçekten bu zihniyet için; yalan, hem de kuyruklusu ve riya, hem de iliklerine kadar, bir yaşam tarzı olmuştur.

İsrail, Türkiye’den özür dilemedi. Eğer diledi ise; göstersinler özür mektubunu, biz özür dileyelim ve iftira etmişiz, haklısınız diyelim. Ama, bu da yalan!

Bakınız Kremlin Sözcüsü; Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın, öldürülen Rus pilotla ilgili Putin’e mektup yazdığını ve üzüntülerini belirttiğini söyledi. Erdoğan’ın mektubu, Cumhurbaşkanlığı kaynakları tarafından da doğrulandı. Rus haber ajansı Sputnik ise; Erdoğan’ın, Putin’den özür dilediğini iddia ediyor.

Sputnik’in haberine göre; “Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Türk F16’larının düşürdüğü Rus Su-24 uçağının pilotunun ölümü için Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’den özür dilediği” belirtildi.

Rus uçağının düşürülmesinden sonra, düşüncesizce yapılan açıklamalarınıza ve dayılanmalarınıza ne oldu? Hani o, afralarınız ve tafralarınız! Desenize; süngünüz düştü ve tükürdüğünüzü size yalattılar.

Hani Gazze Ablukasını kaldıracaktınız, ne oldu? 2010’da dokuz insanımız, bu yüzden yaşamını kaybetti. Onları ölüme siz gönderdiniz! Bir devlet gibi değil, bir kabile gibi davrandınız. Şimdi ne değişti? İsrail “Gazze Ablukası”nı yine kaldırmıyor. Yine tükürdüğünüzü size yalatıyorlar değil mi?

Sizin ne olduğunuzu biliyoruz da, ülkemize ve onun çağdaş dünyadaki her geçen gün sayenizde ayaklar altına alınan itibarına yazık oluyor.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

İki Şehrin Hikayesi; Hidalgo-Khan

       Londra şehir devletine doğru

                   İki şehrin hikayesi

Brexit referandum sonuçları artçı dalgaları ile en fazla Londra kentinde hissediliyor. Dünya’nın en büyük kültür,eğitim ve finans merkezi olarak kabul edilen Başkent Londra, bugünlerde Avrupa Birliğinden değil, İngiltere’den ‘bağımsızlık’ elde etme çabasında. Bunun iki büyük nedeninden birincisi Londra’nın 23 Haziran referandumunda, İngiltere sonuçlarının tersine, AB de kalma oyu vermesi. Londra’da yaşayan halkın %61 i AB de kalma oyu verdi. Londra’da ‘şehir devleti’ tadı veren taleplerin yükselmesinin ikinci büyük nedeni ise kentin İngiltere’de toplanan vergilerin % 33 ünü sağlaması, buna karşılık bu vergilerden kente harcanan payın % 7 de kalması. Dünya’nın dev başkentinin Brexit ile çelişen bir başka yönü ise kentteki işyerlerinin büyük çoğunluğunun ‘yabancı işçi talebi’. Dünyanın iletişim,eğitim,sanat,moda ve eğlence endüstrilerin toplandığı Londra vasıflı işçi ihtiyacını büyük ölçüde Avrupa kökenli yabancı işçilerden ve göçmenlerden sağlıyor. Londra’nın küçük-orta boy işyerleri ,bankacılık ve finans merkezleri giderek daha yüksek sesle ‘yabancı işçi talebini’ gündeme taşıyor.

Şehir Meclisine daha fazla yetki, Londra Vizesi

İngiltere’de popülaritesi en hızlı yükselen politik kişilik sanıldığı gibi Brexit galibi Boris Johnson yada Nigel Farage değil. Referandum sonrasında yıldızı yükselen lider Londra Belediye Başkanı Sadık Khan. Londra’nın 12 milyonluk nüfusu Brexit oylamasının yarattığı kaostan çıkmak için Parti liderlerinden değil, yoksul bir bir göçmen ailesinden gelen Sadık Khan’dan çok şeyler bekliyor. Brexit öncesinde ‘Londra için eğitim alanında ‘özel Londra vizesi’ uygulaması isteyen Sadık Khan bir yandan da Londra’da üretilen vergilerden daha büyük bir payın bu kente harcanması için güçlü bir kampanya yürütüyor. London People’s Assembly gibi yerel iktidar organlarının vize ve yabancı işçi yanında,housing, ulaşım,sağlık, eğitim alanlarında devlet tarafından kullanılan bazı yetkileri devralması talebi giderek yükseliyor.

İngiltere’yi kolay kolay bitmeyecek bir kaos ortamına sürükleyen Brexit referandumunun uygulanmasında en büyük mücadelenin ‘biz de Birleşik Krallık’tan ayrılırız’ diyen İskoçya yanında,Londra için ikinci bir referandum isteyen Londra halkı ile Merkezi Hükümet arasında yaşanacağının öngörmek zor bir iş değil.

Sırada Paris var

Charles Dickens’in ünlü romanı ‘İki şehrin Hikayesi’nde anlattığı İki şehir Londra ve Paris yine Dünya gündeminde. Zira ülkelerinin vergilerinin çok önemli bölümlerini üreten Avrupa’nın 1. Ve 2. Sanat,kültür ve finans merkezi Londra ve Paris’in benzer yönleri giderek ön plana çıkıyor. Londra’nın Sadık Khan’ı gibi Paris’in Anne Hidalgo su var. Bir İspanyol işçi ailesinden gelen Hidalgo, Sadık Khan’ı ilk ziyaret eden Belediye başkanı oldu. İki dev Avrupa kentinin başkanları da yabancı göçmenlere karşı benzer bir tutum alıyorlar. Hidalgo, Kuzey Paris’te yabancı sığınmacılar için bir merkez ve yaşam alanı yaratmak için faaliyete geçti. Merkezi yönetimden yetki istiyor. Avrupa, siyasi iktidarların Orta-Doğu ve Kuzey Afrika da saldırı savaşları ile yarattıkları ‘göçmen krizine’ iktidarlar yoluyla değil, büyük kentlerin göçmen kökenli Belediye Başkanları ile çözüm arıyor.

Mahir Tan       LondraPosta-Londra