İngiltere ‘kaos’un ortasına atladı

İngiltere kaos’un ortasına atladı

İngiltere ‘Brexit’i seçti.  23 Haziran günü yapılan AB de kalma yada ayrılma seçenekli referandum oylamasında 17 milyon 410 bin oyla ‘ayrılma’ kararı çıktı. İktidar Partisi Muhafazakarlar ve Anamuhalefet İşçi Partisi liderlerinin ‘remain'(kalma) politikasını izledikleri ve kaybettikleri  referandum İngiltere’yi iç politika ve uluslararası ilişkiler açısından tam bir belirsizlik ortamına soktu. Avrupa ve Dünya’da şok etkisi yapan Brexit sonucu İngiltere Parlamentosunun iki lideri Başbakan David Cameron ve İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’in politik geleceğini tehlikeye atarken, MUhafazakar Eski Londra Belediye Başkanı Boris Johnson ve UKİP lideri Nigel Farage’ı İngiltere’nin yeni politika önderleri olarak ön plana çıkardı.

İskoçya ve Londra oyları kurtaramadı

23 Haziran Referandumuna katılım % 72 oldu.İskoçya, Kuzey İrlanda ve Londra katılımcıları ağırlıklı olarak ‘kalma’ yönünde oy kullanırken, geleneksel İşçi Partisi bölgeleri olan Galler ve Kuzeydoğu İngiltere halkı ‘ayrılma’ oyu verdi. Genel bir bakışla; büyük kentlerde kalma,kırsal bölgelerde ve kasabalarda ‘White English Working Class’ (Beyaz İngiliz İşçi Sınıfı) denilen halkın ayrılma oyu verdiği görüldü.

İngiltere ve AB ülkeleri arasında İki yıl sürecek bir görüşmeler dönemi başlarken, İskoçya’da iktidarda bulunan İskoçya Milliyetçi Partisi’nin ayrılma halinde İskoçya2da referandum yaparak Birleşik Krallık’tan ayrılma kararı alacaklarını açıkladılar.

İngiltere’de hemen hiç bir politik yorumcunun yakın gelecek hakkında bir öngörüde bulunamadığı ‘politik kaos’ gündemi başlarken, Avrupa ülkeleri iktidarlarının Brexit kararını eleştirdikleri, bu ülkelerdeki aşırı sağcı muhalefet partilerinin ise Brexit kararını ‘zafer’ olarak değerlendikleri görüldü.

Mahir Tan     LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Mavi Marmara vurulduğu yıl ticaret hacmi 1 milyar dolar yükseldi

PARA VE NORMALLEŞME

Başbakan B.Yıldırım,Türkiye’nin İsrail dâhil son yıllarda ilişkisinin bozulduğu tüm komşu ülkelerle ilişkileri düzeltmek için girişimlerde bulunacağını, İsrail ile ilişkilerin kısa bir süre içerisinde düzeltilmiş olacağını belirtti.

Uzun süredir normalleşme yolunda müzakereler sürdüren Türkiye ve İsrail’in 26 Haziran’da Avrupa’da bir araya gelerek nihaî anlaşma konusunda el sıkışması bekleniyor.

Ortadoğu’da ABD’nin yıllardır sürdürdüğü jeopolitik yapı dağılmıştır.

Bu durum ABD’nin bölgesel sisteminin askerî, sınaî ve malî merkezi rolünde stratejik ve daimî müttefiki olan İsrail’i,

İran’ın Şii hilaliyle yayılma olasılığı ise Suudi Arabistan’ı derinden etkiliyor.

Bu yüzden bölgedeki Sünni ülkelerin İsrail’i tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabileceğini öngören yeni bir strateji işletiliyor.

*

İsrail; Filistin sorununun çözümünde Başbakan B.Netanyahu’nun “Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir; çünkü ikisini de İran ve İŞİD gibi tehdit eden iki temel unsur vardır.

Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.

Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz.

Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.

Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz ” stratejisi yönünde ilerliyor…

*

B.Netenyahu’nun Arap Dünyası ile geliştirdiği ve yürüttüğü ilişkilere dayandırdığı bu strateji;

1- Öncelikle İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği olasılığını dikkate alıyor.

2- Ardından İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak, Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti  olarak tanıması karşılığında Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılabilmesini amaçlıyor.

*

2002’de  Kral Abdullah tarafından Beyrut’ta Arap Birliği zirvesinde sunulan Arap Barış Girişimi  esas alınıyor.

Arap Barış Girişimi;

1-İsrail’in 1967 savaşında işgal ettiği tüm topraklardan çekilmesini,

2-BM Güvenlik Konseyi’ne 194 sayılı karar çerçevesinde Filistinli mülteciler sorununa adil bir çözüm için çağrıda bulunulmasını,

3-1967 sınırlarında kurulacak ve başkenti Doğu Kudüs olacak bağımsız bir Filistin devletinin kurulmasını öngörüyor.

*

Buna göre, Filistin tarafı Yahudi bölgesinin ve Batı Duvarı’nın Ağlama Duvarı kısmının hâkimiyetini İsrail’e devredecek, eski şehrin kalan kısmındaki hâkimiyetini koruyacaktır.

Kurulacak Filistin devleti savunma amaçlı olarak silahlanabilecek, kendi hava sahası ve karasuları olacaktır.

Karşılığında, Arap ülkeleri Arap-İsrail çatışmasını bitmiş kabul edecek ve İsrail ile kapsayıcı bir barış sürecine girilirken İsrail ile normal ilişkiler kurulacaktır.

*

Nitekim Arap Barış Girişimi doğrultusunda;

İsrail’in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,

Ardından terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kurulmuş bulunuyor.

*

Bu suretle;

1- İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlanması öngörülüyor.

2- Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılıyor.

3-Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması planlanıyor.

*

Ancak İsrail-Filistin sorununun barışcıl bir şekilde çözülmesinin yolu;

1- Uluslararası Hukuk’un koruyucusu ve kollayıcısı BM Örgütü’nde düğümleniyor.

Halbuki BM Güvenlik Konseyi, barındırdığı farklı görüşler yüzünden türlü çatışmalara siyasi çözüm bulamıyor.

Öyle ki, BM’ye yeni bir statünün oluşturulması en büyük küresel siyasi çözümsüzlüğü oluşturuyor…

Başta Rusya olmak üzere kimi ülke, ABD’nin kendi lehine gelişen düzenin korunmasındaki gücünü başka devletlerle paylaşmak istemeyişinden rahatsızdır.

Çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesini şart olduğu iddia ediliyor.

2-Keza  Rusya’nın doğalgaz konusundaki liderliğini sürdürmesinin yolu da Doğu Akdeniz enerji denklemindeki yerini sağlamlaştırmaktan geçiyor.

Nitekim Rusya bu amaçlarla “Suriye İç Savaşına Siyasal Çözüm” üzerinden Suriye’de bulunuyor…

*

Bu yüzden Netenyahu, 7 Haziran’daki Rusya Devlet Başkanı V. Putin ile görüşmesinde İsrail ile Filistinliler arasında barış görüşmelerinin yeniden başlatılması,

Suriye,BM konuları ve Doğu Akdeniz enerji kaynakları görüşülüyor.

Görüşmede Suriye ve Orta Doğu’da da daha fazla söz sahibi olmak iddiasında olanTürkiye’nin;  hem İsrail, hem de Rusya ile süregelen sıkıntıları konusu da masaya yatırılmış olmalıdır…

*

Türkiye bir tarafta Mavi Marmara nedeniyle İsrail’den özür ve tazminat istemesi,

Öte tarafta,Ortadoğu’da lider ülke olmak iddiasıyla düşürdüğü uçak nedeniyle Rusya’nın benzer talepleriyle karşı karşıya bulunması bir yana,

İsrail ve Rusya arasında Doğu Akdeniz’de Tamar ve Leviathan bölgesinde bulunan doğal gazın Avrupa’ya satılması konusunda da öne çıkıyor.

*

İsrail’in gazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya satma projesi ABD’den destek görürken Yunanistan; Kıbrıs ve Mısır’ı da içine alan bir çözüm paketi sunuyor.

Enerji kaynaklarını çeşitlendirmek isteyen Avrupa’dan talep olmasına rağmen, İsrail’in karşısına kapasite sorunu ve çıkarlarından vazgeçmeyecek olan Rusya çıkıyor.

Nitekim Tamar için İsrail ile anlaşma imzalayan Rusya, buradan çıkacak doğalgazın İsrail iç pazarının ihtiyacını karşılayacağının kararlaştırılmasından beri Leviathan kaynakları için devrede bulunuyor…

*

İsrail ile Türkiye’nin sürüncemede kalan normalleşme anlaşmasında gözler, şimdi 26 Haziran görüşmelerine odaklanmıştır.

Ne ki yıpranan ikili ilişkiler, güven sorunu İsrail’in Ankara ile doğalgaz gibi uzun vadeli ve stratejik bir işbirliğine girmesini, normalleşme anlaşması sonrasında bile geciktirebileceğini düşündürüyor.

*

Ama İsrail için yanı başında bulunan ve askeri olarak güçlü bir Rusya ile doğalgaz konusunda işbirliğine girmek güvenlik açısından önemli bir yarar sağlıyor.

Çünkü Rusya hem doğalgaz borularının güvenliğini sağlayacak hem de Hizbullah ve İran’ı da İsrail’den uzak tutabilecektir.

Normalleşme ile birlikte Türkiye’nin, İsrail’in en büyük düşman olarak nitelediği HAMAS’a verdiği destek minimize edilirken,

İsrail’in Rusya aracılığıyla Hizbullah’a bir darbe daha vurmak istemesi anlaşılır bulunuyor.

*

Bu durumda İsrail-Filistin Sorunu Çözümü’nde mesele;

Türkiye’nin Ortadoğu’dan dışlanmasına yol açıyor.

Rusya ise,

1- Suriye Sorunu’nun Siyasi Çözümünde ön plana çıkıyor,

2- Doğu Akdeniz enerji denklemindeki yerini sağlamlaştırıyor.

İş; İsrail’in ABD ile ilişkilerini bozmayacak bir formül bulmasına kalıyor.

*

Türkiye hükümeti halâ “Olsun,ne gam” modundadır.

Nasılsa 2013’ten bu yana Türkiye’nin ilişkilerin normalleştirilmesi için ortaya koyduğu şartları yerine getiren herhangi bir anlaşma yapılmayışına rağmen ikili ilişkilerde rekorlar kırılıyor.

Türkiye ile İsrail arasında;

2009’da 2.603.186 milyar dolar olan ticaret hacmi,

2010’da 3.439 milyar dolara,

2011’de 4.448;

2012’de 4.039

2013’te 5.067 ;

2014’te 5.900 milyar dolara yükselmiştir…

Türkiye İsrail’in en fazla ticaret yaptığı 5. ülkedir!

24.6.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar

Cumhuriyetin iki büyük kaybı

Cumhuriyet’in iki büyük kaybı; Yaşar Nuri Öztürk ve Ertuğrul Kazancı

Türkiye Cumhuriyetinin iki büyük savunucusu ayni zamanda aramızdan ayrıldılar. Yazar-İlahiyatçı Dr. Yaşar Nuri Öztürk ve Hukukçu-Yazar, ADD Eski başkanlarından Ertuğrul Kazancı Türk toplumunu derin bir acı içinde bırakarak vefat ettiler. Toplumumuzun ve ailelerinin acılarını paylaşıyoruz.

İki büyük Atatürkçü ve devirmci için İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği ve İTDF tarafından yayınlanan mesajları aşağıda naklediyoruz.      LONDRAPOSTA-LONDRA

 

Yaşar Nuri Öztürk hocamızı kaybettik.

Laik ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin savunucusu,Atatürkçü, Cumhuriyetin aydınlık yüzü Yaşar Nuri Öztürk hocamızı kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz.

İslamiyet ve din bilimi alanında bıraktığı çok değerli  eserleri, konferansları ,televizyon programları  ve yazılarıyla yaşamının son anına kadar korkmadan doğruları  savunan Yaşar Nuri Öztürk aydınlanma yolunda verdiği  mücadelesiyle herzaman aramızda yaşayacaktır, onu hiçbir zaman unutmayacağız.

Kendisine Allah’tan rahmet,ailesine,yakınlarına ve sevenlerine başsağlığı dileriz.

Yolu hep ışıklı olsun.

Jale Özer

İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu ve Atatürkçü Düşünce Derneği Baskanı

 

YAŞAR NURİ ÖZTÜRK KİMDİR?

Kasım 2011’de mide kanseri teşhisi konulan ve kısa süre sonra midesi alınan Yaşar Nuri Öztürk hayatını kaybetti. Yaşar Nuri Öztürk’ün sağlık durumunun ciddileştiği bir süredir konuşuluyordu ve Öztürk kaybettiği kilolalarla da medyanın gündemine gelmişti. Peki Yaşar Nuri Öztürk Kimdir? Yaşar Nuri Öztürk’ün hayat hikayesi…

22 Haziran 1951 yılında Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğan Yaşar Nuri Öztürk ürk ilahiyat profesörü, hukukçu, yazar, eski milletvekili,felsefeci olarak tanınmaktadır. Yaşar Nuri Öztürk, Bayburtlu bir anne ile Trabzonlu bir babanın çocuğu olarak Trabzon’un Sürmene ilçesinde doğup büyüdü.çoğu çaykarada bulunan niyazoğlu sülalesindendir İlk eğitimini babasından Kur’an okuyarak aldı ve 9 yaşında hafız oldu. On yıllık klasik medrese eğitiminden sonra hukuk ve ilahiyat tahsilini tamamladı. 12 yıl imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra, üniversiteye tekrar dönerek 1980 yılında “İslam Felsefesi” konulu doktorasını tamamladı ve 1986 yılında aynı dalda doçent oldu. Ortadoğu, Balkanlar, Avrupa ve Afrika ülkeleri, ABD, Güney Kore ve Japonya’da kendi alanı ile ilgili akademik araştırmalar yapan Öztürk, ayrıca Fransa’da Grenoble Üniversitesi’nde çalıştı. New York’ta “İslam Düşüncesi ve Çağdaş Sufi Düşünce” dersleri okuttu. Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce ve Fransızca dillerinde çeşitli çalışmaları bulunan Yaşar Nuri Öztürk, 1978 ve 1982’de “Türkiye Milli Kültür Vakfı” ödülünü kazandı. Yurtdışında ve yurtiçinde pek çok yerde İslam zihniyeti, insan ve insan hakları konularında konferanslar verdi. Türkiye’de Kur’an’a dönüş hareketinin öncüsü olan ve Time Dergisinin gerçekleştirdiği “20. Yüzyılın En Önemli Kişileri” listesinde kamuoyunca belirlenen yüz isim arasında ilk 10 arasına giren Yaşar Nuri Öztürk aynı zamanda da, Türk üniversitelerinde öğretim üyesi ve dekan olarak 26 yıl görevde bulundu. ABD- New York’ta (The Theological Seminary of Barrytown) bir yıl misafir profesör olarak “İslam Düşüncesi” dersleri okuttu. Aynı süre içinde, The World Scripture’ın İslam bölümünün hazırlanışında görev aldı. Büyük çoğunluğu İslâmiyet hakkında elliye yakın kitabı vardır. Özellikle onun “Kur’an’daki İslâm” adlı ansiklopedi vasfındaki kitabı, Yaşar Nuri Öztürk tarafından çoğu konferansında telkin edilmektedir. “Kur’an’ın Yorum Katılmamış İlk Türkçe Çevirisi”ni yapan ilahiyatçı olduğu iddia edilir. 1993-2003 yılları arasında 126 baskı yapan bu çeviri, “Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin En Çok Baskı Yapan Kitabı” sayılmaktadır.

xxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxxx

Yaşamını Atatürk ilke ve düşüncelerinin öğrenilmesine adamış Atatürkçü Düşünce Derneği’nin önceki genel başkanlarından eğitimci, hukukçu Ertuğrul Kazancı’nın vefat haberini derin bir üzüntüyle öğrenmiş bulunuyoruz.

Kendisine Allah’tan rahmet, ailesine, yakınlarına ve ADD camiasına başsağlığı dileriz.

Jale Özer  İngiltere ADD Başkanı ve yönetim kurulu üyeleri..

 

Ertuğrul Kazancı Kimdir?

Yurdun çeşitli yörelerinde Türkçe öğretmenliği ve bazı koalisyon hükümetleri döneminde Lise, Milli Eğitim İl Yöneticiliği ile MEB Bakanlık Müşavirliğinde bulundu. “Kemalist” çizginin getirdiği sayısız mesleki sürgünler yaşadı. Siyasal nitelikli makalelerinden dolayı beraatla sonuçlanan yargılanmalardan geçti. Hukuk Fakültesini bitirdi. Yerel yönetimlerde yönetici ve Belediye Meclis Üyesi oldu.

1968’lerdeki yüksek öğrenim “Talebe Cemiyeti”Başkanlığından,2003 yılındaki Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanlığına doğru, yurt ve ulus sorumluluğu içinde geçen demokratik kitle örgütlülüğü mücadelesinde yer aldı. Antiemperyalist Cumhuriyetçi, halkçı-devletçi, devrimci, ulusalcı ve laik dünya görüşünü çeşitli basın-yayın organlarında savundu. Cumhuriyet, Ulus, Aydınlık, Berfin Bahar, Teori, Değişim gazete ve dergilerinde yazıları çıktı. İlhan Selçuk’un önsözüyle “Kemalist Devrim Yolunda” adlı bir kitabı yayımlandı.

Çeşitli Vakıf ve Dernek Başkanlıklarında görevler üstlenen Ertuğrul Kazancı, İstanbul Barosu Avukatı ve Baro’nun “Cumhuriyet Araştırmaları Merkezi” Başkanıdır.  Güney Kafkasya’nın “Misak-ı Millî” sınırları içinde kalmasından yana uğraş vermiş Artvin kökenli bir aile mensubudur.

 

Türker Ertürk; İlk Çoban Ateşini yakıyoruz; Halk Dayanışması-İzmir

HALK DAYANIŞMASI

 Anadolu’yu işgale ve Türklüğü yok etmeye çalışan düşmana karşı ilk başkaldırı Ege’de gerçekleşti. Örgütsüz de olsa, bir “aydın inisiyatifi” olarak düşmana ilk kurşun; 97 yıl önce, 15 Mayıs 1915’de Hasan Tahsin tarafından, İzmir’de sıkıldı.

Düşmana karşı örgütlü olarak ilk direniş de yine Ege’de, Ayvalık’ta gerçekleşti. Düşmanın Ayvalık’a asker çıkarmasına ramak kala Yarbay Çetinkaya, namıdiğer Kel Ali, İstanbul’a telgraf çekiyor;Bir elim Kur’an’da, bir elim Sancak’ta. Düşman karaya çıkarsa ateşle karşılık vereceğimdiyor. Çünkü Yarbay Çetinkaya için; Anadolu’yu işgal etmeye kalkışan düşman askerine “direnme” diyen Padişah, meşruiyetini kaybetmiş olup, düşmanla işbirliği yapmaktadır.

İşgal Altında Olmadığımız Anlamına Gelmez

Yaklaşık olarak bir asır sonra, bugün yine aynı emperyalist plan devrededir ve bu sefer, geçmişten aldıkları deneyim nedeniyle, ülkemiz örtülü işgal altındadır. Çevrenizde dalgalanan yabancı ülke bayrakları yoktur ama bu, işgal altında olmadığımız anlamına gelmemektedir.

Bugün iktidar, geçmişte olduğu gibi, meşruiyetini kaybetmiştir. Devletin acımasız gücünü her alanda kullanıyor ve yaygın din istismarı yapıyor olması nedeniyle hala iktidardır. Hukuk ve adalet kalmamıştır, özgürlüklerin tümü askıdadır.

Anayasa İhlali Yapılmaktadır

Anayasa ihlali yapılmakta ve yetkili ağızlardan, güce sahip olmanın cüreti ile bu husus, itiraf da edilmektedir. Teröristle masaya oturulmuş, müzakere edilmiş, mücadele edilmemiş, mücadele edilmemesi için direktifler verilmiş, mücadele eden asker arkadan hançerlenmiş, hendeklerin kazılmasına, bombaların yandaş müteahhitler eliyle asfaltların altına gömülmesine imkan sağlanmış ve ülkemizin bir bölümünün Suriyeleşmesine neden olunmuştur.

Bunlar yetmiyormuş gibi; komşularımıza terör ve terörist ihraç edilmiş, radikal unsurlar desteklenmiş ve ülkemiz hem bölgesinde hem de tüm dünyada, çağdışı rejimlerle sürdürdüğü ilişkiler hariç, yalnızlaşmıştır.

Kurtuluş Savaşına İhtiyaç Var

Ülkemiz felakete doğru hızla sürüklenirken, iktidarın tek bir derdi var; yetkisi olmadığı halde, baskı ve zulümle rejim değişikliği peşinde olduğu yeni anayasa ve başkanlıktır. Bu değişiklikle; mevcut gayri hukuki durumu, akıllarınca hukuki duruma çevireceklerdir. Halen, vatan savunması değil, saray savunması yapılmaktadır. Vatan, zerre kadar umurlarında değildir. Vatan, bunlar için aynen din gibi istismar konusudur.

Türkiye’nin mevcut durumu, artık sürdürülebilir değildir. Yeni Kurtuluş Savaşı’na ihtiyaç vardır. Görev; bir defa daha Türk Milleti’ne düşmektedir. Yitirilen barış ve huzur ortamımızı, birliğimizi, dirliğimizi ve bağımsızlığımızı, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.

Bir Çoban Ateşi Daha!

Tüm faşizan baskılara rağmen; Türkiye’nin her yerinde, içeriği buram buram yurtseverlik ve mücadele kokan çoban ateşleri yakılmıştır ve yenileri yakılmaya devam edilmektedir. Zamanı gelince, aynen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı gibi, birleştirme olacaktır. O an, hızla yaklaşmaktadır.

Bir çoban ateşinin daha, bugün, İzmir-Karşıyaka’dan yakıldığına tanık olacağız. Bu mücadelenin adı; “Halk Dayanışması-İzmir”. Amaçlarının ne olduğunu ve ne yapmak istediklerini bugün (22 Haziran 2016), Amasya Genelgesi’nin açıklandığı aynı günde (22 Haziran 1919), Karşıyaka’da Latife Hanım Anı Evi’nde, saat 12:00’de yapacaklar. Yüreği yeten ve vatan sevgisiyle dolu olan ama ülkemizin gidişatını beğenmeyen, çocukları ve torunları için daha iyi bir vatan bırakma telaşında olan herkesi bekliyorlar.

Bu hareket için emeği geçenleri ve katılımcıları şimdiden kutluyorum.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Bir kıyamet tablosu

BİR KIYAMET TABLOSU

Uluslararası  dengeler ABD, Rusya ve Çin’in gerek ekonomik, gerekse siyasi alanda hem bölgelerinde hem de küresel bazda artan güçleri beraberinde yeni askeri ve ekonomik birliktelikler ortaya çıkarıyor.

Sovyetler Birliğini çevrelemek üzere bir askeri ittifak organizasyonu olarak kurulan Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü (NATO),

ABD’nin askeri stratejisini makul savunma sistemi, güne özgün nitelikleri, esnekliği ve etkili partnerliğe uygun olarak kabul etmesi ve Stratejik Konsepti’ni bu düzlemde belirlemesiyle,

ABD’nin küresel askeri organı haline gelmeye çabalıyor…

*

Rusya yaşam standartlarının oluşturulmasında ekonomisi ve geleceğini, lider ve bütün Avrasya’nın çekim merkezi olma yeteneğine bağlamıştır.

NATO’nun Füze Savunma sistemleriyle sınırları dibine yaklaşmasını ulusal güvenliğine tehdit kabul ediyor.

Rusya, ABD’nin tek kutuplu dünya düzenine karşı çıkmada uzak çevreyi kapsar yeni askeri doktrinini işletiyor.

Atlantik-Avrupa gerilim yükseliyor.

*

NATO kapsamında olmayan Çin’in küresel güç olmak hedefine karşı ABD, bu hedefe de odaklanmıştır.

Bu durum iki ülkenin üçüncü ülkelerle işbirlikleri geliştirmesine,askeri ağırlık ve etkinliklerini artırmasına neden oluyor.

Asya-Pasifik’ te gerilim yükseliyor.

*

Yükseliyor ama gelişen teknolojik gelişimler nedeniyle askeri stratejiler de değişiyor.

Bugün askeri stratejide Akıllı Savunma Sistemi denilen ve manevra savaşlarına ağırlık verilen bir yöntem uygulanıyor.

Amaç; çatışma ile düşmanın gücünden sakınmak fakat düşmanın hızlı ve saldırgan biçimde zayıflıklarını ortaya çıkararak en fazla zarar verecek yerinden vurmak, fiziki ve moral olarak etkisizleştirmek ve yıkmaktır.

Tıpkı İsrail’in Filistin’de HAMAS’a uyguladığı gibi hedef düşmanın tüm güçlerini yok etmek değil, aksine etkili ve koordineli bir şekilde savaşmalarına engel olunmasıdır.

*

Ne ki, sistemin yüksek teknolojiye dayanması, alt sistemlerinin çokluğu ve karmaşıklığı, bakımı ve işletilmesinde rafine personel ihtiyacı çok pahalıya mâlolmasına neden oluyor.

Bu yüzden NATO’nun mali krizdeki üyelerinin savunma bütçelerinde kaynaklarını birleştirmesi, paylaşması, ulusal değil uluslararası çapta projelerde ortaklaşması gerekiyor…

*

NATO İttifakı üyeleri, toplamda 35 trilyon dolarlık bir GSYİH’ya sahiptir.

Ama üye ülkeler mali kriz, yetersiz rekabet, beraberinde tasarruf önlemleriyle ulusal savunma yatırımlarını azaltıyor.

Bu durum NATO’nun caydırma kapasitesini riske atacak düzeyde etkiliyor.

NATO savunması için yıllık olarak 700 milyar doları ABD’den olmak üzere sadece 1 trilyon  dolar harcanıyor.

*

Halbuki, sadece Rusya’ya karşı oluşturulacak yıllık 2,7 milyar dolarlık ek maliyetlerle varılabilecek  bir caydırıcılık gerekiyor.

Bu yüzden ABD, türlü felâket senaryolarıyla NATO üyesi ülkelerin bu düzeneğe katkısını teşvik ediyor.

Eh! Ek maliyetler dostunda düşmanın da maliyetlerini yükseltiyor, kapitalist ahlâkla birlikte insanlık çürüyor…

*

Her defasında ABD niyetini gizlemek için ilk saldırının Rusya’dan geleceği ilkesinden hareket ediyor.

İşte NATO, 06-17 Haziran 2016’da, Rusya ile bir askeri çatışma tehlikesini arttıracak şekilde,

Doğu Avrupa’da Polonya Silahlı Kuvvetleri’nin ev sahipliğinde stratejik, operatif ve taktik seviyede geniş çaplı bir askeri yığılmayı organize etmiştir.

*

Türkiye ile birlikte 24 ülkenin katıldığı operasyon, Rand Corporation’ın hazırladığı;

“Rusların saldırgan bir eylem olarak yorumladığı bir yanlış anlamanın ardından, Rus askerlerinin Baltık Devletleri’ne ve Polonya’ya girmesi;

NATO’nun bu duruma Doğu Avrupa’ya asker yığarak karşılık vermesi” senaryosuna dayandırılmıştır.

*

Operasyonda NATO’nun “savunmacı”, Rusya’nın  “saldırgan ülke” olarak resmedilmesi dikkat çekiyor.

NATO,işbu “Anakonda Operasyonunda”  Rusya’nın karşısına onlarca ülkeyi dikiyor.

Rusya’nın nasıl kıskaca alınacağı, nasıl en fazla zarar verecek yerinden vurulacağını, nasıl fiziki ve moral olarak etkisizleştirilerek yıkılacağının pratiği yapılıyor…

*

Senaryoya göre Rusya, 36 ilâ 60 saat içerisinde üç Baltık ülkesi; Estonya,Letonya ve Litvanya’yı  işgal etmiştir!

Halbuki, Rusya’nın 2004’te kendi onayıyla NATO’ya üye olan üç eski Sovyet Cumhuriyeti üzerinde hiçbir askeri ya da ekonomik çıkarı bulunmuyor.

*

Operasyonda NATO’nun kara kuvvetlerini tümü üç Baltık ülkesi tarafından sağlanan 7 piyade taburu, 2 motorize piyade taburu ve 2 mekanize tabur oluşturuyor.

Uzmanlar söz konusu 11 Baltık taburunun – üç tugaya karşılık geliyor- kötü silahlandırılmış durumda olduğunu, 4 taburdan oluşan bir Rus mekanize tugayına bile karşı koyamayacağını  bildiriyor.

*

Saldırıdan 24 saat sonra, ABD’ye ait 2 hava indirme, 2 taarruz helikopter taburu ve 1 mekanize tugayın Baltık güçlerine eklenmesi öngörülmüştür.

Ayrıca 2 İngiliz hava indirme, Polonya’ya ait 2 tank taburu ve ABD’ye ait bir başka hava indirme tugayı harekete geçirilmiş,

Sonuçta NATO kara kuvvetleri toplamda dört ila beş tugaya dönüşmüştür.

*

Rusya ise 4 tank taburu, 5 mekanize piyade, 4 motorize piyade, 8 hava indirme ve 3 deniz piyadesi taburu, 3 ağır topçu, 2 ağır roket, 5 orta çaplı roket, 2 İskender güdümlü füze, 2 Tochka güdümlü füze, 6 adet  taarruz helikopter taburlarını bölgede yoğunlaştırma yeteneğindedir.

Böylece Rusya 10 ilâ 11 kara taburuna dönüşüyor.

Buysa güç dengesinin Rusya lehine 2,7’ye karşı 1 şeklinde oluşması anlamına geliyor…

Sonuçta Rusya’ya karşı gerçek bir direnişin ortaya konulamayacağı anlaşılıyor.

*

Ama ABD dur-durak bilmiyor…

Senaryo NATO’nun Litvanya’daki ABD’ya ait bir adet F-15 C uçak filosunu,2 adet çok amaçlı İngiliz Eurofighter Typhoon uçak filosunu,

İsveç’te bulunan F-15 C ve F-15 E bombardıman avcı uçaklarından oluşan bir uçak filosunu ve 6 adet A-10 kara taarruz uçağını,  ABD’nin 1 adet F-22 hayalet uçak filosunu ve Norveçin 1 adet F-16 filosunu,

Kuzey Denizindeki ABD uçak gemisinden 2 adet F-18 uçak filosunu,

İngiltere’de bulunan 1 adet F-15 avcı bombardıman filosunu,

ABD’den kalkacak bir adet uzun menzilli B-1B uçak filosunu,

Polonya’nın iki adet F-16 filosu ile bir adet MiG-29 filosunu,ABD ve Danimarka’ya ait uçaklardan oluşan iki F-16 filosu, Fransa’ya ait bir Rafale filosu ve Kanada’ya ait altı CF-18 uçağını da hesaba katıyor!

*

Bu güce karşı Rusya’nın kullanabileceği hava gücü 9 adet Su-27 uçak filosu, 2 adet Su-34 hafif bombardıman avcı uçağı filosu, 5 adet Su-24 hafif bombardıman filosu, 4 adet MiG-31 avcı uçağı filosu, 3 MiG-29 çok amaçlı uçak filosu, 4 adet Tu-22M3 ağır bombardıman uçak filosu olduğu bildiriliyor.

*

Nereden bakılırsa bakılsın, işbu “Kıyamet Tablosu” önünde,

Rusya Devlet Başkanı V.Putin, St. Petersburg Ekonomik Forumu’nda gazetecilerin sorularını yanıtlıyor.

“ABD’nin Avrupa’da askeri varlığını arttırmasının nedenini bilmiyorum, ancak buna karşılık vermek zorunda kalacağımızı kesinlikle biliyorum.

Halbuki dünyayı tamamen farklı bir boyuta taşıyoruz.

Ama dünyadaki güç dengesini korumak bizim için de önemli.

ABD, Doğu Avrupa’ya 500 km. kadar uzaklıktaki bir hedefi etkileyebilen füze savunma sistemlerini yerleştiriyor.

Fakat teknoloji gelişiyor, bir yıla kadar ABD’nin ne zaman 1000 km. hatta daha uzun menzilli yeni bir füze alacağını biliyoruz.

O andan itibaren de bizim nükleer gücümüzü tehdit etmeye başlayacaklar” diyor…

*

Ya da Rus Genelkurmay Başkanı V.Gerasimov; Suriye’deki durumu yokuşa sürmekte olan ve Rusya’yı zor durumda bırakmaya hedefleyen ABD’ ye çıkışıyor;

“Rusya’nın sabrı tükeniyor” diyor.

Bütün göstergeler bir çok kıtaya yayılabilecek yıkıcı bir savaşa işaret ediyor.

ABD’nin silahlanma yarışını körüklemesi,

Ya da Baltık ülkelerinden Rusya’ya sürpriz  bir saldırı düzenleyerek çatışma fırsatı kollaması yerine,

1-Rusya ile diyalog kurması,

2-Halkları da -yeter artık- bıktırmamaya özen göstermesi gerekiyor.

22.6.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar

Türker Ertürk; Reza öterse; yandı gülüm keten helva

EMPERYALİZM KAHRAMAN YAPMAZ

Aldığımız son habere göre; Reza Zarrab pes etmiş ve Türkiye’deki üst düzey suç ortaklarını açıklayacakmış. Yandı gülüm keten helva!

Bu iş bitti! Bundan sonra bunları, evliyalar bile kurtaramaz. Emperyalizm böyledir, kahraman yapmaz. Kiralık katil gibi kullanır, sonra deliğe süpürür. Saddam da deliğe süpürüldü ama, Irak perişan oldu.

Ne yazık ki; ülkemiz kötü şeylere gebe. Ekonomi tam bir çöküşte. Parası olanlar, ülke dışına çıkarma telaşında. Yabancı yatırımlar ülkemizi terk ediyor. “Turizm bitti” dersek, yanlış olmaz. Bu durum, ekonomik çöküşü daha da hızlandıracak.

Ülkemizde; hukuktan, adaletten ve özgürlüklerin zerresinden bile bahsedilebilecek eşik çoktan geçilmiştir. Hal böyle iken, tek dertleri var; rejim değişikliği peşinde oldukları “Yeni Anayasa” ve diktatörlüğün hukuki alt yapısı olarak gördükleri “başkanlık”.

Bu durumdan çıkabilmenin yolu olarak; iç savaşı görmektedirler ve kışkırtıcılık yapmaktadırlar. Herkes şapkasını önüne koymalı, aklını başına devşirmeli ve özetlemeye çalıştığımız bu resmi görmeli. Yoksa, halimiz nice olacak.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Türker Ertürk; Selefi-İslam’ın hedefi heryerde aynı..

BUNLAR İLKÇAĞ ZİHNİYETİNDE

Geçenlerde gazetelere göz atarken, tirajı ülkemiz ölçülerinde çok yüksek bir gazetemizin “Ramazan Yazıları” köşesinde, iri puntolarla; “Haksız yere cana kıymayın” yazıyor, altında da kerameti kendinden menkul açıklamaları. Bu başlığın diğer anlamı; “haklı yere cana kıyılabilir” demektir.

O zaman; “Hangi canın kıyılacağına ve haklılığına kim karar verecektir?” İktidarın uygulamaları ve aymazlıkları ile adeta kevgir haline gelen güney sınırlarımızın ötesinde, Suriye ve Irak coğrafyasının bir bölümüne egemen olan IŞİD de canlara haklı yere kıydığını ve Allah’ın emirlerini yerine getirdiğini söylüyor. O zaman, ne farkınız var onlardan?

Bunlar Selefi

Bugün, 21.Yüzyıl ilk çeyreğini yaşayan insanlığın geldiği çağdaş çizgide, hangi gerekçeyle olursa olsun, cana kıymayı savunabilmek mümkün mü?

IŞİD’in amacı; Irak ve Şam coğrafyası üzerinde, ‘Sünni – Selefi bir İslam Devleti’ kurmak. Selefilik; dinde selef kabul edilen kişilere, hiçbir değişiklik yapmadan tabi olmayı esas alır. Yani; geçmişe özenir, geçmişin dünyevi yasalarını, kurallarını, düşünüş şeklini ve şeri hukukunu günümüzde aynen uygulamayı düşünür ve her derde deva çözüm olarak sunar.

“Siyasal İslamcı” ideolojisi ve “Yeni Osmanlıcı” hayali olan ve bugün için ülkemizi yöneten iktidar da; geçmişin aklını, kuralları, düşünüş biçimini ve hukukunu günümüzde uygulamak istiyor. Nihai hedefi bu! Bunu; adım adım, iki ileri, zorluğu görünce bir geri yaparak gerçekleştirmeye çalışıyor. Soruyorum; o zaman ne farkı var bu zihniyetin, IŞİD zihniyetinden? Takılan kravatlar mı?

Bunlar Çağ Dışı

IŞİD, yaygın ve ürkütücü şiddeti, iktidara gelmek ve egemenliğini kabul ettirmek için uyguluyor. Eğer onun da istediği durakta inebileceği bir demokrasi tramvayı olsaydı, şiddet uygulamasına ihtiyaç olmazdı! Güneyimizde kanlısı, bizde ise kansızı oluyor, farkında değil misiniz?

Doğum yapmayan kadını yarım saymak, ailelerden çok çocuk istemek, ahlakı kadının cinselliğine indirgemek; çağ dışıdır, geçmişin aklıdır, tarım toplumu idrak şeklidir, günümüzde var olması ve çağdaşlıkla yan yana gelmesi mümkün değildir. Kadını aşağıda sayan cinsiyet hiyerarşisi, Ortaçağ’ın düşünüş biçimidir. Kadını kapatmak ve bekaret kemeri takmak; farklı coğrafyalarda gelişmiş olsa bile, bu düşünüş biçiminin ürünleridir. Ortaçağ’ın aklı ile günümüzün sorunları çözülebilir mi?

Bir Anlamı Yok mu?

Batı bugün güçlü ise; Hristiyan olduğu için güçlü değil. Hristiyanlığı kültürünün bir parçası olmasının ötesinde, dünyevi yaşamın referansı yapmaktan çıkardığı, dinsel düşünüş biçimini terk ettiği ve akılcı-bilimsel düşünce sistemine geçtiği için güçlüdür.

Yaklaşık 1,5 milyarlık İslam Dünyası’nın neredeyse yüzde biri kadar olan Hollanda, doğal kaynakları olmamasına, küçük, rüzgarlı ve bataklık bir araziye sahip olmasına rağmen; tarımdan sanayiye ve bilişime kadar, aklınıza gelebilecek tüm alanlarda, tüm İslam Dünyası’ndan daha fazla üretiyor. Sizce bunun bir anlamı yok mu?

Esas Olan Niteliktir, Nicelik Değil!

Gazetelerde görüyorum; İslam Dünyası’nın nüfus ağırlığının 2050’de Hristiyanları geçeceği ve dünyanın en kalabalık inanç grubu olacağı yazılıyor. Yazılmayan; fazla nüfusa sahip olmanın, güçlü olmayı beraberinde getirmediğidir. Esas olan; nitelikli insan gücüdür, niceliğin günümüzde beş paralık değeri yoktur. Nitelikli insanların ve çağdaş dünyanın, bilim dahil ürettiklerini alarak ve kullanarak çağdaş ve nitelikli olunamaz.

Ortaçağ düşünüş biçimi, İlkçağ’daki gelişmelerin ve tarım devriminin ürünüdür. Ortaçağ’a özeniyor olmak, Ortaçağ’ın düşünüş biçimini tekrar yakalamaya, bu çağın hukukunu, kurallarını ve dünya görüşünü egemen kılmaya çalışmak; İlkçağ insanlığının ulaştığı insanlık çizgisinde olmak demektir. O çizgi, o gün için çağdaştı ama bugün için çağdışı ve yobaz. Demem o ki; bugün ülkemizi yönetenler, İlkçağ insanının zihniyetine sahiptir.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Orlando ve Felluca

ORLANDO VE FELLUCE KATLİAMLARI

Geçen Pazar Afgan asıllı Floridalı Omar Mateen, Orlando’da Pulse adlı bir LGBT gece kulübünde  bir A-15 tüfeği ile 50 kişiyi öldürdü, 53 kişiyi yaraladı.

Orlando’nun önde gelen eşcinsel gece kulübü olarak tanımlanan mekânda, olay anında Latin müzik gecesi için bir araya gelmiş 350’den fazla insan bulunuyordu.

Saldırı, ABD yaşamının günlük bir olgusu haline gelmiş ve bitmek bilmez cinayet dizilerinden biriydi.

Saldırıdan birkaç saat sonra katliamın sorumluluğunu IŞİD üstlendi.

Ancak 48 saat geçmeden, O.Mateen’in İslamcı terörizme sempatisi onun toplu cinayet gerçekleştirme kararında ne tür bir rol oynamış olursa olsun,katliamın IŞİD ya da benzeri bir örgüt tarafından yönlendirildiğine ilişkin hiçbir kanıtın bulunamadığı açıklandı…

*

Ya? Mateen’i saldırıda bulunmaya büyük ölçüde çatışan cinsel kimliğinin ve yerli beyaz üstünlük yanlısı gruplarla gerici ve ırkçı görüşleri paylaşmaya açık duygusal ve psikolojik bileşiminin yönlendirdiği bildirildi…

Bir kez daha Amerikan toplumunda sık görüldüğü üzere akli dengesi yerinde olmayan birinin intiharın eşlik ettiği toplu cinayete neden sürüklendiği sorusu gündeme geldi.

Yoksa Amerikan kapitalist toplumunun devasa toplumsal ve siyasi çelişkileri her zamankinden daha zarar verici biçimlere mi dönüşüyordu?

*

Olay sonrasında başta medya olmak üzere Demokrat ve Cumhuriyetçi partilerin olası başkan adayları dahil önde gelen ABD’li siyasi aktörlerinin birkaç saat içindeki tepkisi;

Bu katliamın, dışarıda savaşı yükseltmek ve içeride devlet baskısını yoğunlaştırmak için kullanılacağını gösterdi.

*

Salı günü, Başkan Obama Ulusal Güvenlik Konseyi’nin toplantısının ardından katliamın bir terör ve nefret eylemi olduğunu ilan etti.

Orlando katliamından doğan başlıca önceliğin, IŞİD’i  yok etme savaşının yoğunlaştırılması olduğunu söyledi.

Terörle mücadele ve Müslüman ülkelerdeki yeni-sömürgeci operasyonların bağlamında Müslüman göçünü yasaklama ve göçmenlere karşı diğer ayrımcı önlemler alınması yönündeki çağrılarından dolayı Cumhuriyetçi Başkan adayı D.Trump’ı kınadı.

*

Ne ki, Obama, ABD ordusunun 2001’den beri büyük çoğunlukla Müslüman olan ülkelerde bir milyondan fazla insanın yaşamına mal olan istilâlara, bombardımanlara, insansız hava aracı saldırılarına ve hedeflenmiş suikastlara giriştiğinden,

Bu sırada ABD içinde genel olarak göçmenlere, özelde Müslümanlara yönelik ayrımcılığı ve şiddeti meşrulaştırmak ve en geri homofobik düşünceleri teşvik etmek için en gerici ideolojilerin kışkırtıldığından tek söz etmedi.

Washington’ın mezhep savaşını kasten körüklemesinden,

Ya da CIA’in IŞİD’i ve onun öncüllerini desteklemesinden,

Onları bölgedeki despot müttefikleri tarafından silahlandırılıp finanse ettirmesinden,

Bu suretle IŞİD’in yükselişindeki sorumluluktan,

Sonuçta dizginlerinden boşalan felâketlerle karşı karşıya kalındığından hiç bahsetmedi…

*

Keza Demokrat başkan adayı H. Clinton, Orlando trajedisini dışarıda ABD militarizmini yükseltmek ve ülke içinde demokratik haklara yönelik saldırıların tırmandırılması için kullandı.

Cumhuriyetçi başkan adayı D.Trump ise ” Biz, artık siyasi olarak doğru olmakla yetinemeyiz” diye hırladı…

Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin; Dikkati toplumsal krizden başka yöne çevirmek: Siyasi tartışmayı sağa kaydırmak: Hem yeni savaşları hem de bilhassa çalışanların haklarına ve yaşam koşullarına yönelik yoğunlaştırılmış saldırıları hazırlamak: Amerikan halkını terörizm hayaletiyle yıldırmak: halkı dehşete düşürmek ve kafasını karıştırmayı amaçladığı görüldü.

*

ABD’de her yeni toplu cinayet olayına yönelik resmi tepki, savaş çığırtkanlığı ile halk üzerinde daha fazla gözetleme ve diğer polis devleti önlemleri yönündeki taleplerin üstünkörü bir bileşimi olarak gelişiyor.

Bu 2016 başkanlık seçimlerini hangi parti kazanırsa kazansın, neyin hazırlanmakta olduğuna ilişkin bir uyarıdır.

*

Doğrusu bugün Obama ya da yarın Demokrat ve Cumhuriyetçi yönetimler;

1991’de I. Körfez Savaşı ile başlayan dışarıdaki aralıksız savaşa ve içeride halkların toplumsal koşullarına ve demokratik haklarına yönelik sonu gelmeyen saldırılara başkanlık ediyor.

Ardı arkası kesilmeyen savaşlara, ABD içindeki toplumsal yaşamın ve siyasetin militaristleştirilmesi eşlik ediyor.

Siyasi gericilik, ulusal şovenizm, göçmen karşıtı ırkçılık, en geri düşünceler, emperyalist savaş ve halkların yoksullaştırılması sistematik olarak geliştiriliyor.

*

Nitekim, taa oralarda Irak’ta Fırat Nehri kıyısında ABD’nin istilasının canice sonuçlarını gözler önüne seren Felluce bulunuyor.

İstiladan önce 300 bin nüfuslu, mamur, Sünni Müslümanların yaşadığı ve insanlığın en eski kesintisiz kentsel yerleşimlerinden biri olan ve camiler şehri olarak bilinen Felluce;

Yıkıma uğratılmasından 13 yıl sonra bugün bir enkaz labirenti, bir ölü kent görünümündedir.

*

Felluce’deki bu vahşetin kökeni, ABD emperyalizminin Irak’ı böl-yönet, toplu katliam ve topluca yerinde etme canice yöntemlerini kullanarak,

Şii hakimiyetindeki kukla devletin kontrolünde istikrara kavuşturma tavrında yatıyor.

2011’de Washington, Irak’tan kuvvetlerini çekerken, Libya’da bir rejim değişikliği savaşı başlamıştı.

Irak’ta iç savaşı kışkırtan aynı yöntemler kullanılarak Suriye’de de bir rejim değişikliği operasyonunu desteklendi.

CIA ve ABD ordusu Suriye’de, Rusya ve İran destekli  B.Esad yönetimini devirmek üzere Sünni grupları silahlandırmak için Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer Körfez devletleri ile birlikte çalıştı.

*

Silah akışından yararlanan başlıca gruplardan biri, Suriye’ye savaşçılar gönderen ve kısa sürede iç savaşta baskın bir güç olarak ortaya çıkan Irak El Kaidesi’nin,

Sonra Türkiye’den Suriye’ye girmelerine izin verilen yabancı İslamcı savaşçılarla güçlenen, 2013’te kendisini IŞİD olarak yeniden adlandıran teröristlerdi.

2013 sonunda Felluce’ye girdiler, Ocak 2014’te kentin kontrolünü ele geçirdiler.

Suriye’deki ABD entrikalarının parçası olarak finanse edildiler, donatıldılar ve silahlandırıldılar.

Temmuz 2014’te Musul kenti  başta olmak üzere, batı ve kuzey Irak’ta Sünnilerin baskın olduğu diğer bölgeleri ele geçirdiler.

*

Şimdi haberlere göre ABD, Britanya ve Avustralya bombardıman uçaklarının haftalar süren hava saldırılarının ardından Irak hükümet güçleri ve Şii milisler,

Felluce’yi ele geçiren Sünni aşırılıkçı IŞİD’ten nihaî bir saldırı ile geri almıştır.

BM İnsan Hakları Komiserliği, ölü kent Felluce’de yiyeceksiz ve susuz biçimde sıkışıp kalmış yaklaşık 50.000 sivilin kaderine ilişkin acil çağrılar yayınlıyor…

*

Kapitalizm hem içeride, hem dışarıda kendini vurmaya devam ediyor…

 

20.6.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar