Türker Ertürk; Referansınız din ise..

DÜNYEVİ REFERANSINIZ DİN OLURSA…

Bayramın ilk günü, bir gazetemizdeki habere göre; Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından bir ay önce İstanbul’da toplanan, İslam ülkeleri ve bütün dünya Müslümanları için büyük önem arz eden Uluslararası Hicri Takvim Birliği Kongresi’nden çıkan “Tek takvim uygulansın” kararına rağmen, İslam Alemi yine birlik sağlayamadı. Diyanet İşleri Başkanlığı iki yetkilisini, batıda güneşin en erken battığı Şili’nin 2 bin kilometre kuzeyinde bir noktaya, hilalin doğuşunu gözlemlemek için göndermiş.

Türkiye bugün Ramazan Bayramı’nı kutlarken; patlamaların olduğu kutsal topraklarda, Suudi Arabistan’daki umreciler bir gün daha oruç tutup, Türkiye’den bir gün sonra bayrama girecek. Yani Türkiye’dekiler 29 gün, Suudi Arabistan ve diğer Arap ülkeleri, 30 gün oruç tutmuş olacak. Umreciler de Suudi Arabistan’a uyup, bayramı bir gün sonra kutlayacak.

Öncelikle şunu söylemek isteriz; Şili’de hilalin ne zaman doğacağını gözlemek için, Şili’ye adam göndermeye gerek yoktur. Astronomi denen bir bilim dalı var. Bunu, oraya gitmeden de tam olarak hesaplamak mümkün.

Hatta Planetaryum (Gökevi) vasıtası ile İstanbul’da Şili’deki hilalin doğuşunu gözlemek de mümkün. Ama onlar; birilerini sizin ve kafasında tüy bitmemiş yetimin hakkı olan vergileri çarçur etmek için, Şili’ye gönderiyorlar. Yesin, içsin, gezsin ve gelirken büyüklerine de hediyeler getirsin diye. “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” misali!

Geçenlerde, bir eylemin içindeki pankartta gördüm; “Her Müslüman bir kova su dökse İsrail boğulur” yazıyor üzerinde. Belli ki, mesele anlaşılamamış! Din ile birlik olmaz! En temel konu, takvimde bile birlik olamadığını görüyorsunuz. Dünyevi referansınız din ise; oradan ahlak bile çıkmaz. Olsa olsa; kan, kin ve gözyaşı üretir!

Bugün Avrupa ileride ve kendi içerisinde barış var. Geçmişte; yani referansları din iken, Avrupa’da oluk oluk kan akardı! Ne zaman ki, dini dünyevi yaşamın referansı yapmaktan çıkardılar, hem ileriye gittiler hem de kendi içlerinde barışa ulaştılar.

Bugün Hristiyan Dünyası, İslam Dünyası’ndan fersah fersah ileride ise; bu Hristiyan oldukları için değil, Hristiyanlığı inanç ve itikatla sınırladıkları, onu kutsal yerine çıkardıkları ve dünyevi yaşamın referansı yapmaktan vazgeçtikleri içindir.

Dünyayı yeniden keşfetmeye lüzum yoktur. İslam Dünyası’nda bunun çözümü; Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimleridir.

Ramazan Bayramınızı kutlar, saygı ve sevgilerimi sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Semra Eren Nijhar’dan ‘Gurbet yolculuğu’

       Gurbet’in yüzleri

Sosyolog- Yazar Semra Eren Nijhar’ın ‘Gurbet’ incelemesi yazılı ve görsel olarak ‘Londra’nın gündeminde. Ingiltere’de 2. Kuşak göçmen yaşamını sürdüren Türk toplumunu ve İngiltere toplum ve yönetim organları ile ilişkilerini canlı ve bilimsel verilerle inceleyen Semra Erten Nijhar, geçtiğimiz yıl İslington’ta bir konferans olarak sunulan ‘Gurbet’ konusunu 2015 yılı içinde kitap halinde bastırdıktan sonra bu kez bir fotoğraf sergisi olarak İngiltere Türk Toplumuna sundu.

Semra Eren’in ‘Gurbet’i, 4 Temmuz 2016 tarihinde Kuzey Londra’daki Walthamstow semtinde bulunan Pictorem Gallery’de yapılan bir sergi ile sürdü. ‘Gurbet’, Semra Eren’in bir sanatçı titizliği ile seçtiği kişiliklerin tanıtımı yoluyla Vatan-Toprak hasreti- akarabalık ve toplumsal ilişkileri, adaptasyon sorunları ve göçün getirdiği zorlukları inceliyor, dahası tiplemeleri canlı olarak önünüze getirerek Gurbet’i

üç boyutlu olarak tanımanızı sağlıyor. Gurbet’I ancak Semra Eren Nijhar’ın kaleminden, dilinden ve kamerasından ,akla gelebilecek tüm yönleriyle tanıyabilirdiniz. Öyle de oldu.

Semra Eren Nijhar’ın Belediyeler ve Toplumsal araştırmalar yapan,uğraşı ‘insan’ olan çevre ve kurumlarda büyük bir boşluğu dolduran ‘Gurbet’ sergisinin açılışına Waltham Forest Belediye Başkanı Peter Herrington, Enfield Belediye Meclis Üyesi Suna Hurman, İTDF ve Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Jale Özer,sanatçılar ve çok sayıda izleyici katıldılar.

Mahir Tan  LondraPosta-Londra

Türker Ertürk; Erdoğan’ın hedefleri V Türkiye’nin çıkarları

PUTİN ERDOĞAN’A GÜVENMİYOR!

Dış politika; zikzaklar çizerek, bir ona bir buna yaslanarak, hamaset yaparak, dayılanarak, avazının çıktığı bağırıp çağırarak, nezaketsiz davranarak, afralar ve tafralar içinde olarak yapılamaz. Dış politikada; dostluklara, din kardeşliğine ve ideolojiye yer yoktur.  Dış politikanın ana belirleyicisi; bir ülkenin çıkarları, sahip olduğu gücü, jeopolitik konumu ve tarihidir. Dış politika; uzun solukludur, yapboz hiç değildir ve iktidarlar değiştiğinde, büyük bir değişiklik göstermez.

Dış politika esasında; ülkelerin birbirlerine karşı üstünlüklerini ve güçlü taraflarını yani kozlarını kullanma, zayıf taraflarını bu kozlarıyla örtme, birbirlerine istismar ettirmeme sanatıdır.

Sürdürülebilir Değil!

Bir ülkenin dış politikasının, ana hatları böyle olması gerekmesine rağmen; 14 yıldır Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisine düşman olan, ülkemizin oturduğu jeopolitik gerçekleri yok sayan, çağdışı “Siyasal İslamcı” ideolojiye ve “Yeni Osmanlıcı” hayaline sahip bir irade, Türkiye’nin bağışıklık sistemini çökertmiştir. Her şeyden önemlisi; Türkiye, komşuları ve çağdaş dünya için işbirliği yapılsa bile, güvenilir bir ülke olma konumunu yitirmiştir.

Türkiye’nin bu duruma düşmesinin baş sorumlusu; Cumhurbaşkanlığı makamında oturan Erdoğan’dır. Artık ülkemizin durumu, sürdürülebilir olmaktan çıkmıştır. Bu rotada gittiğimiz sürece, bugüne kadar yaşadığımız felaketler, bugünden sonra yaşayacaklarımızın yanında hiç kalacaktır, bilesiniz!

İhanet Duygusu

Türkiye’nin; Suriye’de, IŞİD dahil radikal unsurları Esad’ı devirebilmek için desteklediğini, herkes biliyor. IŞİD bugün; Türkiye’ye ihanete uğramışlık duygusu ile saldırıyor ve daha da saldıracak. İhanet, insanları ve toplumları en çok motive eden duygudur.

Türkiye’nin; Suriye, Irak, İran, Mısır, İsrail ve Rusya politikaları akılcı değildi ve çıkarları ile örtüşmüyordu. Şimdi, bunlardan geriye dönmek istiyorlar. Ama aklın ve ülkemizin çıkarlarının gereği olarak değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın zor duruma düşmesi, yalnızlaşması ve çağdaş dünyada ötekileştirilmesi nedeniyle!

Sağlam Kazığa Bağlamak

İktidar odaklarının ne söylediğinin, zerre kadar önemi yok. Gerçek olan şu; Türkiye dizleri üzerine çökmüş, yalvarma pozisyonuna geçmiş, tükürdüğünü yalamış ve Rusya’dan özür dilemiştir. Özür dilenmesinin nedeni; Rusya’nın ekonomik yaptırımları ile zaten zor durumda olan ekonomimizin çökme noktasına gelmesi, yalnızlık ve ABD’nin Erdoğan’ı silme operasyonlarının ardı arkasının kesilmeyeceğinin anlaşılmasıdır.

Evet, Putin Türkiye’nin özür dilemesini kabul etti. Türkiye-Rusya ilişkilerinin düzeltilmesi için düğmeye de bastı ama; bunları tedricen yapacak, yaptırımları adım adım kaldıracak, Türkiye’den somut hamleler ve tavizler isteyecek. Bunlar; Suriye politikasından Ukrayna’ya, Karadeniz’den Kafkasya’da radikal unsurlara desteğin çekilmesine, PKK’dan IŞİD’e ve yüklü tazminata kadar! Çünkü Putin; Erdoğan’a güvenmiyor ve olumlu hamlelerini sağlam kazığa bağlamak istiyor.

Engel Erdoğan!

Ruslar biliyorlar ki; karşılıklı güvene, saygıya, çıkara ve işbirliğine dayanan Türkiye-Rusya ilişkilerinin önünde en büyük engel, Erdoğan’dır. Kolayca özür dileyenin, kolayca düşmanlık yapacağını da biliyorlar.  

Daha önceki bir yazımda da bahsetmiştim. Hızla sürükleniyor olduğumuz felaket sürecinin önemine binaen, tekrarlamak istiyorum: Halen ABD Silahlı Kuvvetleri’nde, Eğitim ve Doktrin Komutanı olan Korgenral Herbert Raymond McMaster, “Dereliction of Duty”, Türkçesi ile “Görevi İhmal” adlı kitabında; Vietnam Savaşı’nda üst düzey komutanların ABD Başkanlarının dümen suyunda gittiğini ve bu hususun ulusal hedefleri ve görevleri zedelediğini söylüyor. Kitabında özetle; “Siyasi liderlerin hedefleri ile ulusal güvenliğin hedef ve amaçları örtüşmez ise, savaşlar ve ulusal mücadeleler kaybedilir” diyor.

Ramazan Bayramınızı Kutlarım

Anayasamızın kendisine tanıdığı sınırları ihlal eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyasi hedefleri ile ülkemizin çıkarları ve güvenliğinin gerektirdiği hedef ve amaçları ile örtüşmediği gibi; ne yazık ki, taban tabana zıttır.

Nurullah Aydın; Türk Milletinin bayramını kutlarım.

Nurullah AYDIN

04 Temmuz 2016

 Ramazan Bayramı Mesajı

Milli ve manevi bayramlar; ortak tarih, ortak vatan, ortak milli ve manevi temel değerlerimiz etrafında birleştiğimiz gelenek ve göreneklerimizin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, dargınlık ve kırgınlıkların unutulduğu, aile ve toplum olarak birlik ve beraberlik içinde olmanın hazzını yaşadığımız özel ve anlamlı günlerdir.

 Ülkenin çağdaş evrensel değerler yerine karanlık, çarpık ilkel irticai düzene sürüklenmek istendiği, irticai faaliyetlerinin yoğunluk kazandığı, Yüce Türk Milletine karşı tarihten gelen genetik kin ve düşmanlık besleyenlerin kutsal din duygularını istismar ettikleri, milli özgürlükçü demokratik laik sosyal hukuk devletini tahrip edici uygulamaların artarak birlik ve beraberliği, devletin bütünlüğünü bozmak istedikleri yakından takip edilmektedir.

 Türkiye Cumhuriyetini kuran halka Türk Milleti denir. Bütün etnik unsurlarıyla farklı din ve mezhep mensuplarıyla Türk Milleti bir ve bütündür.

 Hiçbir irtica, bölücü, yıkıcı akım Türk Milletinin aydınlanmasını durduramayacak, birlik ve beraberliğimizi bozamayacaktır.

 Yüce Türk Milleti’nin engin sevgi ve güveninden aldığı güçle Türk Milli Güç Unsurları; bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da kendisine tevdi edilen görevleri, aynı azim ve kararlılıkla yerine getirmeye ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin varlık ve bekasını, egemenlik ve bağımsızlığını hedef alan her türlü tehdit ve tehlikeye karşı Türk milli kültürünü, çağdaş değerleri, kutsal vatan topraklarını korumaya devam edecektir.

 Türk Milli güç unsurlarının her biri yiğidi; üstün bir vazife anlayışı ve sarsılmaz bir azimle kendisine verilen tarihi, ahlaki, hukuki, milli, insani görevleri yerine getirmeye devam edecektir.

 Vatanımızın bölünmez bütünlüğü ve yüce milletimizin birlik, beraberlik ve güvenliği için canlarını feda eden şehitlerimizi, terör nedeniyle şehit olan vatandaşlarımızı rahmet, minnet ve şükranla anıyorum. Yaralanmış tedavi gören kahraman güvenlik görevlilerimize, korucularımıza, yaralanmış vatandaşlarımıza acil şifalar dilerim.

 Yüce Türk Milleti’nin, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Emniyet Genel Müdürlüğünün, Milli İstihbarat Teşkilatının, Kamu kurum ve kuruluşlarının, Yargı organlarının, Üniversitelerin, Medya kuruluşlarının, Sivil Savunma Birimlerinin kahraman ve fedakar mensuplarının, köy korucularımızın, kahraman gazilerimizin, Kardeş Türk Cumhuriyeti halklarının Ramazan Bayramı’nı en içten duygularla kutlar, sağlık, başarı ve esenlikler dilerim.

Katliamcı Bakanı İngiliz polisinden kurtardılar

       İsrail’li Bakanı İngiliz polisinin elinden aldılar.

3 Temmuz Pazar günü Londra’da yapılan Haaretz-JW3 Uluslararası Konferansına katılmak için İngiltere’ye gelen eski İsrail Dışişleri Bakanı Tzipi Livni, İngiliz Polisi Scotland Yard tarafından sorgulanmak için durduruldu. 2008 yılı sonunda İsrail tarafından yapılan Gazze Saldırısı (Operation Cast Lead) sırasında İsrail Dışişleri Bakanı olan Livni, bir çok insan hakları ihlali nedeniyle başta İngiltere olmak üzere Avrupa ülkeleri tarafından suçlanıyor.

Pazar günü yapılan İsrail konferansı sırasında eski Bakan Tzipi Livni’nin yanına yaklaşan sivil giyimli bir polis görevlisi Livni’yi İnsan hakları ihlali suçlaması nedeniyle ifade vermek üzere Scotland Yard’a davet etti. Konferans salonunda bulunan İsrail’in Londra Büyükelçiliği mensuplarının müdahalesi ile devreye sokulan İngiliz Dışişleri Bakanlığının, pazar günü olmasına karşın alelacele  ‘diplomatik dokunulmazlık’  tanıyarak Livni’nin polise götürülmesini önlediği belirtildi.

İsrailli Hükümet üyeleri ve askerler, Gazze ve Filistin’de işledikleri suçlar ve insan hakları ihlalleri nedeniyle özellikle İngiltere’de sürekli olarak mercek altında tutuluyorlar.Tzipi Livni’nin Dışişleri Bakanı olduğu dönemde yer alan Cast Lead operasyonu sırasında aralarında kadın ve çocuklarında bulunduğu 1400  Filistin’li öldürülmüştü. Bu konuda İngiltere yargı kurumlarına Filistinliler, Amnesty İnternational ve BM kuruluşları tarafından intikal ettirilmiş yüzlerce dosya mevcut.

Özellikle kanlı Cast Lead operasyonundan sonra İsrail devleti, Londra’daki güçlü İsrail lobisini araya sokarak görevli ve askerlerinin polis tarafından gözaltına alınmalarını önlemek için 2011 yılında İngiltere Hükümeti ile bir ‘diplomatik bağışıklık’ anlaşması imzaladı.  Eski Bakan Livni’nin Scotland Yard tarafından göz altına alınması çabasından dolayı İngiltere polisini suçlayan İsrail Dışişleri Bakanlığı, ‘Türkiye ile yapılan anlaşma gereği Mavi Marmara olayında yer alan askerlerin ‘bağışıklık’ kazandıklarından’ söz edilerek, böyle bir girişimin dost bir ülke olan İngiltere’de yer alması nedeniyle İngiliz Dışişleri Bakanlığı nı suçladı.

Medya’da yer alan haberlere göre Scotland Yard’ın ellerindeki diplomatik bağışıklık listesinde Tzipi Livni’nin isminin bulunmadığı bu nedenle hakkında ‘ihzar’ çıkarıldığı kaydedildi. İsrail Büyükelçiliği ise İngiliz Polisini ‘ Livni için çağrıyı İsrail Büyükelçiliğine yapmak yerine ‘doğrudan doğruya’ Livni’nin yanına sivil polis göndererek 2011 tarihli ‘diplomatik bağışıklık’ anlaşmasını ‘bypass’ etmeye çalışmakla suçladı.

Mahir Tan        LondraPosta-Londra   

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Ganimetsever İslamcı Çeteler

GÜÇPEREST İSLAMCI TERÖRİST ÇETELER

Dünya halkları ülkelerinin şirket ve finans aristokrasileri tarafından yağmalanmasının ötesinde sürekli savaş gerçekliği, öldürme ve denizaşırı ülkelerin yağmalanması amacıyla geniş kaynakların heba edilmesinin yarattığı toplumsal ve ekonomik gericilik eliyle bunalmış, çok sayıda insan “Ali Kıran Baş Kesen” kesilmiştir.

İslam dünyası da Batı ile kurduğu ekonomik ve siyasi ilişkilerde bu değerlerle tanışmıştır.

Dün Batı’yla çatışma “sosyalizm ve Arap milliyetçiliği” formatında sürdürülürken, bugün Ortadoğu yorumlu yeni bir İslam formatı öne geçmiştir.

Filistin, Afganistan, Bosna ve Çeçenistan’da yaşananlar yeni formatın örnekleri sayılıyor.

Ne ki, yaşanan katliamlar kurnazca “İslami terör”ün eseri olarak nitelendiriliyor…

*

Rusya, Suriye’den Ortadoğu’nun bölünmesini isteyen ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin güdümünde faaliyet gösteren,

Dünyanın dört bir yanından paralı askerlerden meydana getirilen hepsi birbirinden ayrı özel bir ordu gibi olan İslami Terör örgütlerine karşı savaş veriyor.

Rejime karşı bir araya getirilen ve birbirinden çok farklı gruplar ve bireylerden oluşturulan, o yüzden her bir grubun diğer gruplardan ciddi farklılar gösteren bir takım hak ve iddiaları temsil eden İslami terör örgütlerinin (!) en belirgin vasfını elinde silah tutan herkesin ganimet-severliği belirliyor.

Kimi adi hırsızlık peşindedir, kimi otoban soygunculuğu yapıyor, kimi koca mahalle ve sanayi bölgelerini toptan ve sistematik bir şekilde boşaltıyor.

Kanunsuzluk ve kargaşanın hüküm sürdüğü çatışmalarda küçük çaplı hırsızlık çeteleri ve fırsatçı soyguncuların ortaya çıkması sıradan vaka sayılıyor.

Ancak Suriye’de görülen pervasız hırsızlığın çapı ve örgütlülüğü “ganimetseverlik ile güçseverliğin” ortak dehşet boyutuyla birlikte bu savaşı ayrı bir yere koyuyor.

*

Bu konuda Rusya,  Türkiye’nin terör örgütleriyle ilişkileri belirleyen ve Güvenlik Konseyi’nde bulunan,

29 Ocak’ta Irak’ta İŞİD ile birlikte yürütülen yasadışı petrol ticareti,

10 Şubat’ta, Suriye’ye gönderilmek üzere yabancı teröristlerin sınırdan geçmelerinin  kolaylaştırılması ve Suriye’de harekât yürüten terörist gruplara silah tedâriki,

8 Mart’ta, IŞİD ile birlikte yapılan tarihi eser kaçakçılığı,

18 Mart’ta, Türkiye’den Suriye’deki IŞİD kontrolündeki topraklara yönelik silah ve cephane sevkiyatına ilişkin istihbarat raporlarının ısrarlı takibindedir.

Bu yasa dışı ticaretlere Türkiye’nin üst düzey siyasi yönetim kadrosunun ve bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ailesinin karıştığı iddia ediliyor.

*

Bu yüzden Suriye’deki çatışma, savaşın yerleşik kural ve geleneklerini fazlasıyla aşan bir görünüm arz ediyor.

Ganimet için öldüren, güç için parçalayan,yokeden sonra üleşen, ırz düşmanı sayısız katil, cani ve hırsız savaş suçlusu olarak ama gizliden hesap vermek korkusuyla;

Newyork’ta, Londra, Paris, Brüksel, İstanbul gibi merkezlerde alışverişte bulundukları sermaye odaklarının himmetiyle fink atıyor…

*

İşte bu noktada ülkesi Batı emperyalizminin güçperest çetelerinin saldırıları ile parçalanmak istenen ve talan edilen Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad;

“Şahsi çıkarları için ülkesinin tümünü feda eder” ithamında bulunduğu Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın; Suriye’ye karışmaması halinde savaşın kısa sürede biteceğini söylüyor.

*

Sonra Suriye İç Savaşında aktif rol alan Erdoğan’ın profilini;

“Çok şey satın alıp satarak Filistin davasını sözde destekleyerek, Arap ve İslam arenasında kendilerine yer bulmaya çalıştı. Efendilerinin kendilerine biçtikleri rolü aşıp, kendilerine izin verilenin çok ötesine gitti. Bu rolden geri adım atması gerekiyordu. Ama Suriye’nin rolünde ısrar etmesi sıkıntı yaratmıştır. Bu nedenle Suriye davası, o’nun için siyasi açıdan sıkıntı yaratan ölüm- kalım meselesi haline geldi” ifadesiyle resmediyor.

*

Elbette Recep Tayyip Erdoğan aynı fıtrat ve hedefte ülkelerin ağaları ve suçlularından cesaret alıyor.

ABD daha başından beri Suriye’de barışın önünü tıkıyor.

İşte, 27 Haziran’da Dışişleri Bakanı John Kerry, çeyrek milyonu aşkın yaşama mal olan ve nüfusun yarısından fazlasını evinden süren Suriye iç savaşına sözde son vermenin bir aracı olarak,

ABD’nin Suriye hükümetine karşı hava saldırıları başlatması çağrısı yapan ve bir iç muhalefet bildirisi hazırlayan Dışişleri Bakanlığı bir kısım diplomatı ile Washington’da bir araya geliyor.

Onlar, daha önce Kabil’de, Bağdat’ta ve Trablus’ta yaptıkları gibi  Şam’a Tomhawk füzeleri ve akıllı bombaları yağdıran bir diğer “şok ve dehşet” uygulamasının işlenen suçları örtbas edeceğine ve Suriye’de işleri yoluna koyacağına inanıyor!

Esasen bildiride önerilen politika, bizzat Kerry’nin, El Kaide bağlantılı ve CIA destekli Sünni milisleri vekil güçler olarak kullanan bir rejim değişikliği savaşındaki gidişatı döndürmenin aracı olarak yıllardır Obama yönetimi içinde savunduğu bir politikadır…

*

Ertesi gün 28 Haziran’da ise İstanbul Atatürk Havalimanı’nda  bir terör eylemi gerçekleştiriliyor.

Terör saldırısında bulunan üç kişinin; biri Dağıstanlı, diğer iki kişinin Özbekistan ve Kırgızistan kökenli olduğuna dair açıklamalar yapılıyor.

Dikkatler eski Sovyet ülkeleri Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Tacikistan’a ek olarak sadece Rusya’da 144 milyonluk nüfusunun 20 milyonunu Müslümanların oluşturduğu;

Orta Asya’da,Orta Doğu’da yaşanan siyasi ve sosyal süreçlerden ciddi şekilde etkilenen ve IŞİD’e yakın duran çok sayıda sempatizana ve örgütlere çekiliyor.

*

Bunlardan biri Kuzey Kafkasya’da Dağıstan, Çeçenistan, Kabardino Balkarya, Karaçay-Çerkesya ve İnguşetya vilayetlerine mensup savaşçılardan oluşan Kafkasya Emirliği Örgütü’dür.

Suriye ve Irak’ta 2 binin üzerinde savaşçıyla temsil ediliyor.

*

Bu noktada Kuzey Kafkasya’dan cihatçıların Suriye’ye gidiş sırasında çok ciddi engellerle karşılaşmadıkları özellikle belirtilmelidir.

Ama Ruslar için önemlisi, bu savaşçıların geri dönüşlerinin kontrol edilmesi veya tamamen engellenmesidir ki;

Rusya’nın bu amacına ulaştığı, geri dönen savaşçılara egemen olduğu kabul ediliyor…

*

Bu coğrafyalarda hâlâ etkin olan Rusya, kendisi için de tehdit olan dini radikalizmden doğan terörle,

Birincisi, Orta Asya ve Güney Kafkasya devletleri ile birlikte terör tehlikesine karşı ortak mücadele ederek,

İkincisi, Suriye ve Irak’ta ortaya çıkan İŞİD ve diğer radikal muhalif gruplara karşı Orta Doğu ülkelerinin yönetimleriyle işbirliğini kurmak ve geliştirmekle,

Üçüncüsü, Çeçenistan Cumhurbaşkanı Ramazan Kadirov örneğinde olduğu üzere güçperest ya da  ganimetseverlik  karakterleri devşirerek mücadele ediyor.

*

Atatürk Havalimanı’ndaki teröristlerin Rusya’nın kendi amaçlarına devşirdikleri olup-olmadığı bilinmiyor.

Ancak Suriye’de her an ABD’nin Tomhawk füzeleri ve akıllı bombaları yağdıran “şok ve dehşet” uygulaması tehditlerine karşı  Rusya’nın da kimi tedbirleri aldığından şüphe duyulmuyor.

*

İşte,Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’nin geleneksel dış politikası hilafına Kilis’te Suriyeli sığınmacılara halâ B.Esad rejimin yıkılmasından dem vuruyor.

Aslında savaş suçlusu olmanın paniğindedir, o yüzden Suriye İç Savaşı’nın alevini biraz daha harlıyor.

“Suriye konusunda 6 yıl önce neredeysek bugün de aynı yerdeyiz. Suriye’nin başındaki zalimdir işi bu noktaya getiren.

Varil bombalarıyla, konvansiyonel silahlarla, tankla, topla kendi vatandaşlarını öldüren böyle bir insan devlet terörü estirmez de kim estirir?

Bunun hesabını, bedelini çok ağır ödeyecektir. Ama bu dünyada, ama ebedi alemde. Ey Eset! Er veya geç,alma mazlumun ahını çıkar aheste aheste ” diyor!

*

Müthiş bir kirlenme altında herşey ABD Başkanlık seçimini bekliyor.

Ancak hangi parti kazanırsa kazansın, yeni yönetimde militarizm tehlikeli bir tırmanışa girişecek gibidir.

Hem Demokrat Hillary Clinton hem de Cumhuriyetçi Donald Trump  bombardımanın yoğunlaştırılmasına, uçuşa yasak bölge dayatmasına ve diğer saldırı eylemlerine desteklerini ifade ediyor.

Savaş yönelimi aslında Amerikan kapitalizminin giderek derinleşen krizinden ve ABD toplumu içinde büyüyen karşı konulmaz gerilimlerden kaynaklanıyor.

4.7.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği; Sıvas acısı dinmedi,ateşi sönmedi

SİVAS’IN  IŞIĞI  SÖNMEDİ, SÖNMEYECEK

2 Temmuz 1993 ‘de Pir Sultan Abdal Şenlikleri’ne katılmak için Sivas’a giden ve aralarında Behçet Aysan, Metin Altıok, Uğur Kaynar, Hasret Gültekin, Nesimi Çimen, Asım Bezirci ‘nin de bulunduğu 33 aydın ve sanatçılarımızın Sivas Madımak Oteli’nde diri diri yakılmalarının 23.yılında onlara karşı sorumluluklarımızı yerine getirememenin acısıyla anıyoruz.

23 sene önce aydın ve sanatçılarımıza yapılan bu katliam aslında modern Türkiye’nin aydınlanma yolundaki dizelerine, notalarına ve tüm renklerine karşı yapılmıştı.Ancak “Onlara” ölsün diyenler, şeriat isteriz diyerek çığlık atanlar şunu bilmelidirler ki Sivas’ın ışığı hiç sönmedi ve hiçbir zaman SÖNMEYECEK.

Onların fikirleri, düşünceleri herzaman bizleri aydınlatacak, ışığımız olacaktır.

23  yıl önce Sivas’ta yitirdiğimiz ve her biri Türkiye’nin modern aydınlanmasının mihenk taşı olan aydınlarımızı,sanatçılarımızı Türkiye ve Cumhuriyet’imizin sahipsiz olmadığı ve çağdaş,demokratik ve laik Cumhuriyeti’nin tekrar yönetime geleceği bilinciyle anıyoruz.

Sivas’i Unutmayacağız,Unutturmayacağız.

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Rusya’nın zor günleri

RUSYA’ NIN ZOR ZAMANI
Rusya Dışişleri Bakanlığı’nda büyükelçilerle gerçekleştirdiği toplantıda Devlet Başkanı V. Putin, Türkiye’nin Rus uçağının düşürülmesi nedeniyle özür dilediğini söyledi.
Putin “Bu ülkenin cumhurbaşkanıyla dün görüşmem oldu. Bu hususu dikkate alarak Türkiye ile aramızdaki ilişkileri normalleştirme sürecini çalıştırma kararını almış bulunuyoruz” açıklaması yaptı…
Ne ki, bu açıklama son yıllarda ulusal güvenliğine ciddi yatırımlar yapan ve büyük riskler alan Rusya’yı hiç anlatmadı!
*
ABD ve müttefiklerinin enerji kaynaklarını kontrol etmek üzere geliştirdikleri jeopolitikler, bu kaynaklara sahip ülkelerin eski Sovyetler Birliği üyesi olmaları yüzünden, Rusya’nın Transkafkasya ve Orta Asya’dan sonra Orta Doğu’da da nufuz genişletme çabalarına yol açmış,
Baltık Denizi ile Karadeniz arasındaki bölgeden, Orta Doğu’da da “Suriye İç Savaşına Siyasi Çözüm” başlığında manevra alanını genişletmişti…
*
Rusya, Suriye’de Ortadoğu’nun bölünmesini isteyen ABD, Fransa, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin güdümünde faaliyet gösteren, dünyanın dört bir yanından bölgeye getirilen paralı askerlerden meydana getirilmiş özel bir ordu olan İŞİD’e karşı savaş veriyor.
*
Esasen bu ülkede işlenen suçların savaş hukukunun gelişmesini ivmeleyecek doğrultuda kategorize edilmesini,
Bu sistematik hukuk üzerinden BM’de yeni bir dünya statüsünün oluşmasına çaba gösteriyor.
*
ABD ise uluslararası düzenin kurucusu ve bu alanda sorumluluğunun daha fazla olduğuna dikkatle,
Son zamanda dile getirilen BM’i yeniden yapılandırma görüşünün doğru olmadığını vurguluyor.
BM değerlerine saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandırmakla tehdit ediyor…
*
Sonuçta iki büyük nükleer güç arasında savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, cephe ile emniyetli bölgenin, dost ile düşman kavramlarının arasındaki hatların belirsizleşmesine yol açılmıştır…
*
Nitekim ABD, yaşam standartlarının oluşturulmasında ekonomisi ve geleceğini, lider ve bütün Avrasya’nın çekim merkezi olma yeteneğine bağlayan Rusya’yı ekonomik ve siyasi baskılarla kıskaca alıyor.
Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliğini çevrelemek üzere bir askeri ittifak organizasyonu olarak kurulan NATO’yu Rusya’nın sınırları dibine kadar genişletiyor.
Daha geçen ay, NATO’nun “savunmacı”, Rusya’nın  “saldırgan ülke” olarak resmedildiği  “Anakonda Operasyonunda”  Rusya’nın karşısına onlarca ülkeyi dikiyor.
Rusya’nın nasıl kıskaca alınacağı, nasıl en fazla zarar verecek yerinden vurulacağını, nasıl fiziki ve moral olarak etkisizleştirilerek yıkılacağının pratiği yapılıyor…
*
Rusya “birleşik,bağımsız ve lâik Suriye” hedefiyle bulunduğu Suriye’de de her geçen gün dert büyütüyor.
ABD’nin herşeyi yokuşa sürmesinden,
Geçmişte Türkiye İslamcılarının Kafkasya’daki cihatçılara verdiği,
Bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat IŞİD’e verdiği destekten,
Son olarak Suriye’de bir Rus savaş uçağının düşürülmesinden rahatsızdır.
Türkiye-Suriye sınırı kapatılmadan Suriye krizinin çözülmeyeceği gerekçesinde de ısrarlıdır…
*
Hem yeni bir dünya statüsünün oluşmasına katkı sunmak amacıyla,
Türkiye’nin İŞİD ile ilişkilerini belirleyen istihbarat raporlarını araştırılması için BM Güvenlik Konseyine veriyor. 
İşte, 29 Ocak’ta Irak’ta İŞİD ile birlikte yürütülen yasadışı petrol ticareti,
10 Şubat’ta, Suriye’ye gönderilmek üzere yabancı teröristlerin sınırdan geçmelerinin  kolaylaştırılması ve Suriye’de harekât yürüten terörist gruplara silah tedâriki, 
8 Mart’ta, IŞİD ile birlikte yapılan tarihi eser kaçakçılığı, 
18 Mart’ta, Türkiye’den Suriye’deki IŞİD kontrolündeki topraklara yönelik silah ve cephane sevkiyatına ilişkin istihbarat raporları  Güvenlik Konseyi’ndedir.
*
Hem de İŞİD’e verilen desteklerin, bilhassa Türkiye’nin sınırından İŞİD’e akıttığı her türlü desteğin kesilmesini öngörüyor.
Nitekim ilkin, 22 Şubat 2016’da, ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları J.Kerry ve S.Lavrov;
Pentagon tarafından El Kaide ve IŞİD’e sağlanan silahların, bugün artık terk edilen eski bir program uyarınca verildiğine yönelik güvence karşılığında,karşılıklı olarak saldırılara son verilmesi konusunda anlaşıyorlar.
Karşılığında Rusya bombardıman uçaklarını geri çekiyor.
*
Bu noktada Rusya, Kürtleri Suriye İç Savaşına Siyasi çözüm bulunması görüşmelerine katılmasını,
ABD ise Kürtlerin giderek Suriye-Türkiye- Irak’ta güçlerini birleştirmesi, yaklaşık 30 milyon nüfusu olan birleşmiş Kürdistan’ı oluşturmasını ve Akdeniz’e bir koridor açmalarını öngörmektedir.
Bu bileşenlerle tam örtüşmeyen bir bileşkede; Başkan Obama ve Putin, IŞİD’e karşı “Suriyeli Kürtleri desteklemek” düşüncesinde anlaşmaları;
Suriye’de Rusya’nın konumunu yeniden pekiştiriyor.
*
PYD; Rojava’yı oluşturan üç kantonda: Cezire, Kobani ve Afrin’de ve kantonların dışında çok sayıda bölgeyi İŞİD’in elinden kurtarmıştır.
Şimdi Kürtler Rojava-Kuzey Suriye Demokratik Federasyonu içerisinde  kantonların dışındaki yeni kurtarılmış alanlarda  güvenlik, ekonomi, sağlık ve diğer hayati ihtiyaçların karşılanması için bir sistem oturtmaya çalışıyor.
*
9 Mayıs’ta, J.Kerry ve S Lavrov, ortak bir açıklamayla,
Bütün devletleri “IŞİD’e, El Nusra Cephesi’ne ya da BM Güvenlik Konseyince terörist olarak nitelenen diğer gruplara her türlü lojistik ve parasal desteği engelleyerek Güvenlik Konseyinin 2253 sayılı kararını uygulamaya ve bu grupların Suriye sınırını aşma girişimlerini engellemeye” çağırınca;
Erdoğan, bu gelişmeyi hemen kendi yararına dönüştürüyor.
*
Nasıl? Çünkü Erdoğan, YPG’nin gelişimini tehlikeli görmüyor, nitekim onu kendi stratejisinin bir parçası haline getirmekte gecikmiyor.
Suriye’de bir Kürdistan kurup buraya Türkiye’deki Kürtleri sürmek stratejisini kuruyor.
Bunun için ABD ve Rusya’nın silahlandırdığı PYD Eşbaşkanı Salih Müslim’i kullanacaktır.
Salih Müslim, 31 Ekim 2014’te Elize Sarayında Cumhurbaşkanları Hollande ve Erdoğan ile gizli toplantıda pazarlıklar yapmış bir işbirlikçidir…
*
Fransa, Türkiye’de terörü sınırlandırmak üzere hazırladığı bir program doğrultusunda,
Önce Elize Sarayında F.Hollande- Erdoğan- İşbirlikçi Müslim görüşmesini organize etmiş,
Ardından dönemin Dışişleri Bakanları Alain Juppe ve Ahmut Davutoğlu arasında imzalanan gizli mutabakat gereğince,
Paris ve Ankara, Türkiye’deki PKK’nın Kürtlerini Suriye’ye sürmek üzere yeni bir Devlet kurmak konusunda anlaşmıştır.
*
Doğrusu Fransa, geçmişte çok iyi tanıdığı bu bölgeyi, şimdi kendi geleceği için öngörmektedir.
Nitekim IŞİD ile mücadele bahanesiyle  Fransa Kara Kuvvetleri Suriye’ye 150 özel asker gönderiyor.
IŞİD’e karşı operasyonlarda Kürtlerin oluşturduğu Demokratik Suriye Güçleri ve YPG’ye destek için gelen Fransız askerleri için Kobani’nin üs kurulacağı açıklanıyor. 
*
Giderek tablo aydınlanıyor, Rusya’nın Suriye’de  hiç ummadığı,etkisizleştiği sanki kıskaca alınmış bir durumla karşı karşıya olduğu görülüyor.
*
İsrail kıyı gaz sahalarının gelişimini destekleyecek büyük bir müşteriye ihtiyaç duymakta, Türkiye ise müşteri olmak isteğindedir.
Yakın zaman önce İsrail Başbakanı B.Netanyahu, Moskova’da  V.Putin’le görüşüyor.
Rusya’nın enerji kazancı peşinde olmasını, en önemlisi Avrupa’ya gidecek bir boru hattı inşa edecek bir anlaşma arayışında bulunmasından hareketle, 
Rusya’dan İsrail gazının ihracatında rol almasını öneriyor.
Hem de Şii ve Sünni eksende olası bir handikapa karşı engel oluşturmasını…
Bu suretle Rusya’yı Suriye hakkında kapsamlı bir stratejik diyaloğa mecbur bırakıyor. 
*
Nitekim Rusya, hem Doğu Avrupa’da hem Suriye’de kıskaca alınmış bir görünüm arz ediyor.
Aslında Doğu Avrupa’daki ve Suriye’deki saldırganın Rusya değil, Batılı güçler olduğu açıktır ama Rusya bir türlü Batı’nın kendine koyduğu “Saldırgan Rusya ” algısının üstesinden gelemiyor. 
Ekonomisi yaptırımların kaldırılmasına ve savunma harcamalarının azaltılmasına bağlı olan Rusya zor günler yaşıyor, aleyhindeki gelişmelere karşı çıkamıyor.
Cenevre Barış Görüşmeleri mevzu dahi edilmiyor
Herşey, ya sadece küçük bir dikkatsizliğin doğrudan bir askeri çatışmayı kışkırtabileceği,
Ya da Türkiye’ye paralı askerlere güvenilmeyeceğini öğretircesine İŞİD’le arasındaki bir çatışmanın muhtemel komplikasyonları noktasında bulunuyor.
2.7.2016
Ahmet Kılıçaslan Aytar

Başhaham, Jeremy’e karşı

  Brexit’ten, ‘J’ reksit yaratmak

İngiltere’de 23 Haziran Brexit oylaması Muhafazakar Parti üzerinde sonuçlarını Başbakan Cameron’un istifası ile gösterdi. Yeni aday anketlere göre,en fazla şansı bulunan Teresa May. ‘Out’ oyu vermeyen  ve referandum öncesi iki kamp arasında gidip gelen Teresa May; AB karşıtlarıyla kamu harcamalarında kesintiler, sert polisiye tedbirler ve yabancı düşmanlığı alanlarında uyuşuyor.  May; uzun süreceği bilinen AB liderleri ile tartışmalar ve pazarlıklar süreci sonunda ABD ninde aktif desteği ile gemiyi, tekrar rotasına oturtacak Başbakan adayı olarak tanıtılıyor.

Ancak, 23 Haziran referandumu ağırlıklı olarak bu tercihte bir taraf olmayan İşçi Partisi üzerinde ‘ağır hasar’ bıraktı sonuçlarıyla. Muhafazakar Parti- İşçi Partisi içindeki Blair ekibi ve Yahudi Lobisi (İşçi Partisi içinde 80 milletvekili) referandum yenilgisini Parti Başkanı Jeremy Corbyn üzerine fatura ederek Brexit ten Jreksit sonucu çıkarmaya çalışıyor. Jeremy’i linç kampanyasının yükünü yine her zaman olduğu gibi medya çekiyor.

 Yine anti-semitizm yine Başhaham

İngiltere’de  geçtiğimiz ay yapılan yerel yönetim seçimleri öncesinde İşçi Partisi Lideri  Jeremy Corbyn, eski Londra Belediye Başkanı Ken Livingstone’un yaptığı bir konuşmada ‘Yahudi Düşmanlığı’ (Anti-Semitism) içeren cümlelere yer verdiği gerekçesiyle suçlanmış, ‘özür diletme’ yoluyla bir siyasi linç kampanyasına uğratılmıştı. Yahudi toplumunun ‘işçi Partisi adayı Sadık Khan’a oy vermemesi tehdidi fazlaca yer bulmamış hatta sonuçlara bakılırsa ‘ters etki’ yapmıştı.

Brexit sonrası başlatılan yeni ‘Jeremy’e linç’ kampanyası da aynı gerekçelere hatta aynı aktörlere dayanılarak yürütülüyor. 1 ay önce Muhafazakar Medyanın manşetlerinden düşmeyen  Londra’daki Başhaham Efraim Mirvis; bu kez yeniden Corbyn aleyhinde açıklamalarla gündemde.Jeremy Corbyn geçtiğimiz gün yaptığı bir konuşmada anti-semitizm yapmakla suçlanıyor. Jeremy Corbyn’i yahudi düşmanı ilan etmek için kullanılan cümleler aynen aşağıdaki gibi;

 ‘Yahudi dostlarımız İsrail ve Natenyahu Hükümetinin eylemlerinden, Müslüman dostlarımızın (İslamı kendilerine göre yorumlayan) İslami devlet ve organizasyonların eylemlerinden olduğundan daha fazla sorumlu değillerdir.’

İngiltere Medyası -Muhafazakar Parti ve İşçi Partisi içindeki Yahudi lobisini ayağa kaldıran ve İşçi Partisi içinde Jeremy Corbyn karşıtı bir isyan çıkartmaya çalışılan cümle aynıyla bu.

     Hedef anti semitizm ve İsrail karşıtlığını aynı göstermek

İsrail ve Uluslararası Yahudi organizasyonlarının 2015 yılında başlattıkları yeni bir kampanya, İsrail’e karşı yapılan eleştileri, değişik organizasyonların yürüttüğü İsrail’e Boykot ve Filistin yanlısı hareketleri Antisemitism- ‘yahudi Düşmanlığı)’ olarak legal alanda tesbit ettirmeyi hedefliyor. İngiltere’deki Yahudi Lobisinin başını çektiği bu hareket AB Parlamentosu içindeki karar organı EPWA yı bu doğrultuda karar almaya zorluyor. ‘Antisemitism’ tanımı yapmakla görevli European Parliament Working Group on Antisemitism’e henüz bu kararı aldıramayan Uluslararası Yahudi lobisi, bu nedenle İngiltere’de Filistin toplumunun haklarını ve İsrail’in saldırgan tutumunu eleştirmede başı çeken İşçi Partisi lideri Jeremy Corbyn’e karşı siyasi linç kampanyaları düzenliyor. İşçi Partisi liderliğine seçilen Jeremy Corbyn geçtiğimiz yıla kadar Filistin haklarını en güçlü şekilde savunan ve İsrail’e karşı boykot çağrısı yapan ‘Palestine Solidarity Campaing’ örgütünün başkanlığını yürütüyordu.

Mahir Tan      LondraPosta-Londra