Abdullah Nihat Yılmaz; Dilek ve Temenniler Furyası

DİLEK VE TEMENNİLER FURYASI...

Geliyordu, gelecekti… derken, tamam geldi: Yeni Yıl’ın içindeyiz şimdi! Hem de pırıl pırıl bir Yeni Yıl…

Buna “dilek ve temenniler”  denizi de diyebiliriz. Hatta şirin dilek, güzel temenni  okyanusu da… Tebrik ve mektup zarflarında, telefon ahizelerinde seyahat etmişlerdir… TV ekranlarında renklenmiş, en güzel olgulara benzetilerek, söylemleşmişlerdir… Ve de evleri, ocakları, okulları, yolları, caddeleri, meydanları, hükümet binalarını, sarayları, gecekonduları, havaları, gölleri, gökleri, arş-ı alayı, yerleri, yeraltıları doldurmuşlardır.

Bunların biri, “Dilek”;

“Bir kimsenin dilediği şey, istek, talep, rica, murat.”

Demektir bu. (Türkçe)

İkincisi ise “Temenni” dir ve de;

“Dileme, dilek.”

Anlamını taşıyor. (Arapça kökenlidir)

Ama, neredeyse, milimi milimine aynıdır ikisi de! Eşanlamlıdırlar yani… Ve hep kardeş kardeş, bir hayal alemine doğru koşarlar. Ana merkezleri de – çok kere – yılbaşlarıdır. Ama, gitmedikleri yer, tanışmadıkları insan da yoktur.

Öğretmen öğrencisinin karnesine;

  • “Tebrik eder, başarılarının bir ömür boyu sürmesini dilerim.”

Diye yazar.

“Dilek ve temenniler”i  içerir bu!  Dernek ya da parti kurultaylarındaki  gündemlerin son maddesinde dile gelen beklentiler de öyle…Ve anaların askerdeki oğullarına yolladıkları…ve  sevgili yazışmalarındaki  öpücükler ve dosttan dosta allı-güllü fotoğrafları,ve, ve, ve… Hep  “Dilek ve temenniler” ya da aynı yöndeki ifadelerin sıralanmasıdır.  Ki, saygılar, sevgiler, özlemler, vs, vs…”

Ayrıca – “Devlet büyüklerinin” merdiven başlarından, yani yukarıdan aşağıya, irat eyledikleri ‘Muhterem vatandaşlarım’ hitaplı “temenni” lerini saymazsak – hepsi de, geleceğe dönük, insandan insana bireysel  içerikli iyi niyet havaleleridir.Yani  güzellikleri dileyen de tekil, muhatabı da tekildir çok kere…

Ve de çok kere, bu “havaleler” benzetmelerle süslenir. En güzel, en çok, en manzaralı…cinsindendir her biri!

Mesela, “güneşli bir dünya” dileği, yahut “Bol maaşlı bir iş”, “Parlak bir sabah”, “Bereketli bir sofra”, “güzel bir kadın”…Gibi. Hem de bu güzellik benzetmeleri öyle çoktur ki, sayısı bile meçhul!..Ama ben yine de içlerinde “Hapishaneden çıkış” diye bir güzellik benzetmesine  rastlamadım! Siz hiç hapishaneden çıktınız mı? Ben çıktım! Hem de -hepsi sol siyasetten olmak üzere -çok çıktım…O kadar güzeldi o çıkışlar ki, anlatılamaz…Çünkü “hapislik zor zanaattır” Nazım’ın da anlattığı, çok, çok zordur.  Bunu çok kişi bilir ve  bir o kadar kişi de anlatır. Ama, kendisi de uzun yıllar hapite yatan, Ahmet Arif  en doğrusunu anlatmıştır. Bu nedenle o uzun şiirinden bir-iki bölümü aşağıya almak isterim, ki şöyle diyor bu büyük şairimiz:

“Akşam erken iner mahpushaneye

Ejderha olsa kar etmez.

Ne kavgada ustalığın,

Ne de çatal yürek civan oluşun…

“Hırsla çakarım kibriti,

Bir nefeste yarılanır cıgaram…

Geçer süngüler namluya.

Başlar gece vardiyası jandarmaların.

“Akşam erken iner mahpushaneye…

İşte böyle kahpe bir mekandır “hapishane.”  Zordur, güzelim dünyadan bütünüyle yoksunluktur, kapalı ve karanlıktır, elin kolun da bağlıdır üstelik…Oysa çıkış? Yani o kölelik mekanından çıkış? Bu, sorgulamaz bile. Oradan çıkış kadar güzel ne olabilir ki! Bir hamlede doldurursun evrakı metrukeni bavuluna, geçersin kapıdaki gardiyanın son yoklamasından…Ve bakarsın ufuklara uzun uzun… Ki, yemyeşildir manzara…Dünya ve güzelim hayat!..

Fakat, ne yazık ki, ortam zehir olur  çok geçmeden! “Dünya güzeldir” ama kimler için “güzeldir” bilinmiyor mu?! İş ve ekmek ise aslanın ağzında kalmıştır emekçilerin için! Ve bu çıplak gerçeklik gelir dikilir senin de önüne.

Şair Metin Demirtaş emek dünyasından gelen halden bilir bir halk çocuğuydu, çok olmadı O’nu kaybedeli.bu gerçekliği şöyle dile getirmiştir:

 

“Günün dolar bir gün sen de

Özgürlüğü bir gelin gibi takıp koluna

Çıkarsın.

Başlar yeni maceran güneşte.

Başlar işsizlik

O en büyük hapishane.”

İşte mesele böyle iken böyledir! Demek ki, “HAPİSHANE” bir değil, ikiymiş… belki daha da çok!  Ama “hapishaneden çıkış” hemen her zaman ve her yerde güzeldir. Ancak bu ikincisinde kapılar sana açılmaz, sen kapıları açacaksın, iş için, ekmek için birşeylerin değişmesi gerekiyordur çünkü. Mesela herşeyden önce, emeği sömürücüden kurtarmak şart! Bunun için emekten yana örgütleri arayıp bulmak, üye olmak, sömürücülere karşı savaşım vermek, kitaplar okuyup kendini yetiştirmek… başta gelen görevlerdendir… tabi ki, bu iş öyle kolay da değildir, ayrıca uzun da sürebilir. Ama başka bir yol da yoktur gök kubbesi altında. Laf ile telaffuz edilen iyi niyetler, dilekler, temenniler …dua ile kabeye gitmeye benzerler çünkü.  Hoşturlar ama boşturlar, güzel gözükürler ama zehirleşirler! hatta kasıtlı bir yalan olup çıkarlar ortaya…

Yani LAF değil, İŞTİR üretimi yapan ve çoğaltan. Ki, o da el emeğinin kurtuşu ile başlar  ve de MÜCADELE, MÜCADELE, MÜCADELE…Ta ki, kurtuluşa kadar!

Değilse, özellikle yılbaşlarında, devam edip gider o insanın sadece ağzını tatlandıran, ama, yoksulu daha yoksul, zengini daha zengin etmekten başka bir işe yaramayan o cilalı, o süslü, o kulağa hoş gelen ve de o renkli kere renkli;

“DİLEK VE TEMENNİLER   FURYASI…”

     Abdullah Nihat Yılmaz

            1 Ocak 2016, Londra.