Bülent Esinoğlu; ‘Laiklik ile savaş cephesi kuruluyor’

Laikliğe karşı yeni bir savaş cephesi mi açılacak?

Bülent ESİNOĞLU

Meclis Başkanı İsmail Kahraman, “yeni anayasada laiklik olmasın” dedi.

Bu cümlenin, öyle rastgele söylenmiş bir cümle olmadığını, anlamayacak kadar kimse aptal değildir.

Belli ki, bir stratejinin sonucu olarak görev bölümü yapılmış ve Kahraman’a da, “bunun girizgâhını”, yapma görevi verilmiştir.

Bir organın, bir örgütlü davranışın sonuç ifadesi olduğu kesin, Bülent Esinoğlu olarak fikrim.

İktidarın, PKK ile savaşın sürdüğü bir süreçte, laiklik ile savaşmak üzere yeni bir cephe daha açılması, PKK’ya karşı oluşmuş cephenin dağılması anlamına gelir.

İçeride yeni bir bölünme, PKK ile savaşı zaafa düşürür. Bu anlamda yeni bir mücadele cephesi açmak, laiklik ile savaşmak demek, PKK ile savaşmaktan vaz geçiyoruz anlamına gelir.

Laiklik ile savaş cephesi, kimlerle savaşacak?

Başta Sünni olmayanlar, solcular, liberaller, Aleviler, aydınlar, bilim insanları, hatta Sünni olup da laikliği içselleştirmiş olanlar  ve laikliğin nimetlerinden yararlanan tüm zümreler ile savaş anlamına gelir.

Bilirsiniz, ya da hatırlayabilirsiniz. Orda doğuda görev yapan CIA uzmanlarının raporlarında şu husus, hep yer almıştır.

“Türkiye’de çok katı bir laiklik var. Türkiye’de laikler ile dindarlar arasında iç savaş çıkabilir.” Bu cümlenin tercümesi; bu unsur, Türkiye’de iç çatışma örgütlenmesinde kullanılabilir anlamındadır.

Ordu ile 17-25 Aralık darbesine karşı kurulmuş tüm ittifakları dinamitleme anlamına gelir.

Ordu içindeki laikleri temizlemeye kalkma girişimi, ordunun PKK ile savaşını durdur demek anlamına gelir.

Ülkenin içinde bulunduğu şartlar, yeni bir savaş cephesi açmaya elverişli değildir.

Laikliğe karşı bu çıkış, PKK’ya karşı savaşta ortaya çıkan birliği dinamitler. Bu çıkış sadece PKK ve Amerika’nın işine yarar, Bülent Esinoğlu olarak soruyorum.

Amerika, iç cephede bir parçalanma yaratmak için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Baksanıza Cemil Bayık ne diyor? Amerika ile direk temasımız var.

PKK ile savaşı bir vatan savaşı olduğunu hala kavramayanlar var. Savaşta en önemli hususlardan birisi de, cephe gerisini sağlam tutmaktır.

Bülent Esinoğlu olarak soruyorum Şimdi durup dururken cephe gerisini zaafa düşürecek bir çıkış kimin işine yarar?

Bekleyelim ve görelim. Laiklik kalksın cümlesi başka kimler tarafından dillendirilecek?  Ve uyanık emperyalist işbirlikçiler tarafından nasıl kullanıma sokulacak?

26.4.2016, bulentesinoglu@gmail.com

bülent esinoğlu
bülent esinoğlu

İşte Umut, İşte 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı

Umudun Adı ;23 Nisan

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı 96 yıl sonra yeni umutlarla birlikte yeşeriyor. Dünyanın ilk Anti-Emperyalist Kurtuluş savaşı olarak tarihteki yerini alan Kurtuluş savaşı 23 Nisan 1920 tarihinde kurulan TBMM Orduları tarafından gerçekleştirilmişti. Yine bir ilk olarak,bir Parlamento tarafından yönetilen ordularla.. 24 Nisan günü Londra’da İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından yapılan kutlama törenine katılan 6 yaşından başlayan çocuk ve gençlerimiz bir kez daha Mustafa Kemal,TBMM ve Kurtuluş Ordusu torunları olmanın gururunu yaşadılar. İADD nin 228 Kingsland Road adresindeki Merkezinde, Em. Amiral Türker Ertürk’ün katılımıyla yapılan 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlaması çocuk ve gençlerimiz tarafından okunan şiirler, sahnelenen kısa oyun ve oratoryo ile sürdü.

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı tekrar kutlu olsun.

23 nisan egemenlik ve cocuk bayrami

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Ekonomik Çöküşte bir Aşama Daha

 

EKONOMİK ÇÖKÜŞTE  BİR AŞAMA DAHA

Amerika kıtasının en büyük ülkesi ve BRICS üyesi Brezilya çalkantılı günler geçiriyor.

Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff yeniden seçilebilmek için hükümetin bütçe hesaplarını manipüle etmek ve büyüyen bütçe açığını gizlemekle suçlanıyor, azledilme yolunda ilerliyor.

Peki ama Brezilya’da ki kriz ne anlama geliyor?

 

*

2008 küresel malî krizi ve ekonomideki hızlı gerilemenin ardından,

Ekonomik geri kalmışlık sorunlarıyla kuşatılmış ve  mali sermaye merkezlerinin hakim olduğu daha düşük ve orta gelirli ülkeler dizisi olarak Brezilya, Rusya, Çin, Hindistan ve Güney Afrika ya da  BRICS grubunun küresel büyümeye yeni dinamikler sağlayabileceği öngörülüyordu.

Çin’in başlattığı yarım trilyon dolarlık hükümet harcamaları ve tarihin en hızlı kredi genişlemesini kapsayan devasa teşvik paketi bu umutları yeşertiyordu.

Çin’in inşaat sektörü patlaması ve sanayi kapasitesinin genişlemesi, emtia fiyatlarını yukarı çekiyor ve emtia ihracatçısı ülkelere destek sağlıyordu.

Ama 2014’ten itibaren petrol fiyatındaki sert düşüşte yansıtılan, sanayi hammaddeleri silsilesi boyunca uzanan gelişmekte olan piyasalardan sermaye çıkışıyla emtiaların süperçevriminin çöküşü bir ekonomik yıkım dalgası başlattı…

İyimserlik, 2016’da Çin’in devasa fazla kapasiteye sahip olan ana sanayilerdeki çok sayıda iş alanını ortadan kaldırmayı planladığı ve Brezilya’nın tarihindeki en derin daralma ile bir durgunluğa girmiş olduğu haberleriyle çöktü.

 

*

Rusya, petrol fiyatlarındaki düşüşün sonucunda durgunluktaydı.

Güney Afrika metal fiyatlarındaki düşüş ve madencilik sektöründeki binlerce iş alanının ortadan kaldırılmasıyla sarsılmış ve  durgunluğa girmesi bekleniyordu.

Hindistan yüzde 7’den fazla büyüme oranıyla parlak bir noktadaydı ama ekonomi; batık kredilerin, azalan ihracat pazarlarının ve ücretler ile özel yatırımdaki durgunluğun altında eziliyordu…

Brezilya ekonomisi, 2015’te iç talebin tüm bileşenlerinin düşüş göstermesi nedeniyle bir önceki yıla kıyasla yüzde 5.9 daralmıştı.

2016’da ise en az yüzde 3.2′ lik bir başka daralmanın bekleniyor olmasıyla, şimdi tarihinin en kötü durgunluğuna girmenin eşiğinde bulunuyor…

 

*

Bütün bunlar BRICS büyüme modelinin yürümediğini ve sonuçta ikinci bir mali kriz koşullarının ortaya çıktığını,

Ya da 2008’de başlayan çöküşün yeni bir aşamaya geldiğini  ve küresel kapitalist ekonomide krizin derinleştiğini gösteriyor.

Mali sistem normal koşullara dönüş yerine, parasal genişleme yani piyasalara nakit akıtma programının artık negatif faiz oranlarının ve negatif tahvil getirilerinin başlatılmasına uzanmasıyla birlikte her zamankinden daha işlevsiz hale geliyor…

 

*

Mart’ta, ekonomik daralma yaşayan Brezilya’da, eski devlet başkanı ve İşçi Partisi’nin (Partido dos Trabalhadores—PT) kurucusu Luiz Lula da Silva’nın;

Petrobras Enerji Holdingi ile yapılan sözleşmeler karşılığında Brezilyalı inşaat firmalarından hediyeler ve komisyonlar aldığı iddiasıyla gözaltına alınması,

Yalnızca ülkenin iktidardaki partisinin değil bir bütün olarak Brezilya’daki kapitalist egemenliğin krizi olarak algılanıyor…

 

*

35 yıl önce Brezilya’nın 20 yıllık askeri diktatörlüğünü militan kitle grevleri dalgasıyla yıkan İşçi Partisi ve ona bağlı sendika federasyonu,

Giderek işçilerin devrimci mücadelesini kapitalist devlet egemenliğinin arkasına yönlendirmenin araçları olarak işlev görmüş,

Sosyalist bir maske ile bütünüyle gerici ve yozlaşmış bir kapitalist parti olmuştur.

İşçi Partisi hem ülke içinde hem de yurtdışında egemen mali şirket oligarşisinin çıkarlarını savunmuş,

İktidarda olduğu on yılı aşkın sürede ülkenin Wall Street’e borcunu ödemek için sosyal kaynaklardan yüz milyarlarca doları sadakatle yönlendirmiştir.

 

*

Brezilya, önce Lula da Silva’nın, daha sonra ise onun seçtiği şimdiki Cumhurbaşkanı Dilma Rousseff’in görevleri sırasında;

Büyük ölçüde BRICS ülkelerinin sanayileşmesi eliyle körüklenen görülmemiş emtia yükselişi ve Brezilya’nın başını çektiği gelişmekte olan piyasalardaki yabancı sermaye yatırımı çılgınlığı ile ekonomik büyüme sağlarken,

Brezilya’dan Venezuela’ya, Bolivya’ya, Arjantin’e ve Ekvador’a hasılı Latin Amerika’ya, sol ulusalcı bir poz takınarak sınıfsal gerilimleri azaltmayı amaçlayan sınırlı sosyal refah programları sürdüren hükümetlere sözde sola dönüş temel işlevi görmüştü.

Ne ki, emtia yükselişi ve Çin büyümesinin yavaşlamasıyla Brezilya’nın Wall Street derecelendirme kuruluşları tarafından ıskartaya çıkarılması gecikmedi…

 

*

Bugün Brezilya’da devrimci hareketin tarihsel ihaneti nihai ifadesini, hızla derinleşen krizde, Petrobras’ı kuşatan rüşvet ve siyasi kazanç skandalında 2 milyar doları bataklığa sürükleyen İşçi Parti’sinde buluyor.

Devlet Başkanı Rousseff, milyonlarca dolarlık kazançların yetkililere, politikacılara ve İşçi Partisinin kasalarına geri akıtmakla ve Petrobras’ın oldukça şişirilmiş bir fiyatla Texas Pasadena’daki eskimiş bir rafineriyi satın almasındaki anlaşma hakkında tam bilgiye sahip olmakla suçlanıyor.

 

*

Brezilyalılar, bugünün krizini 1930’ların Büyük Bunalım’ından daha yıkıcı olacağını düşünüyor.

2015’te çoğu otomotiv ve ona bağlı sanayilerde 1 milyonu aşkın iş alanı yok edilmiştir.

Milyonlarca genç, üniversitelerden hiçbir iş ümidi olmaksızın mezun oluyor.

Durgunluğa doğru, hane halkı harcamaları 2015’te yüzde 4 azalmıştır, yüzde 10’luk enflasyon oranı reel ücretleri düşürmüş bulunuyor.

 

*

Üstelik  Rousseff hükümetinin krize yanıtı, halkın ekonomik koşullarını daha da kötüleştirecek şekilde emeklilik maaşlarına ve sosyal harcamalara saldıran bir dizi kemer sıkma programıdır.

İşçi Partisi’nin muhalifleri görevi kötüye kullanma suçlamasını ilerletmeyi amaçlayan bir siyasi taktik olarak bu önlemleri engellerken,aslında onların reçetesi de aynısı ya da daha kötüsüdür…

 

*

Brezilyalılar ayaktadır, İşçi Partisi ve onu destekleyen çeşitli sahte sol örgütler halkın karşı karşıya olduğu tehlikeli açmazın sorumlularıdır.

Şimdi İşçi Partisi’ne karşı çıkan siyasi partiler, ekonomistler ve kapitalist düşünce kuruluşları Brezilya ekonomisinin karşı karşıya olduğu asıl görevin,

Brezilya halkının askeri diktatörlük sonrasında yürürlüğe giren 1988 anayasasında sınırlı sosyal haklarının da kazınması ve ülkenin uluslararası sermayenin dizginsiz egemenliğine açılması olduğu tezini ileri sürüyor.

Krizden demokratik bir çıkış yolu bulmakta birleşilmemesi halinde askeri diktatörlüğe dönüş çağrısı yapılıyor…

 

*

Ama bugün revizyonist bazı ülke oligarşileri, ABD oligarşisinin küresel lider olarak çevresinde bölge lideri oligarşilerle çeşitlenen yeni bir dünyanın kurulması, birbirlerinin çabalarını gölgelemek yerine  birbirlerini tamamlayıcı politikalar geliştirmesi, fikir ayrılıklarını müzakere ve barış görüşmeleriyle çözmeye yönelmesinin talebindedir.

Ekonomiyi örgütlemek, denetlemek, işleyişini organize etmek için IMF ve Dünya Bankası’nın yeniden yapılandırılmasını,

Beher ülkenin korumacılık önlemlerinde yükleri eşdeğer dağıtmasına yönelik ortaklığını,

Mali politikaların eşdeğer ağırlıkta uygulanması ve yönetimini,

Harcamaların katma değer sağlayacak, üretim ve istihdamı geliştirici harcama tekniklerinde yapılmasını,

Talep daralmasının önüne geçilmesinin çözümlerinde hemfikir olunmasını,

Tüm banka ve mali kuruluşların layığı ile denetimini,

Kara para, atıl para ve yolsuzluğu oluşturan yoz siyasetle ortak mücadeleyi,

Küresel ekonominin  ortaklaşa denetimi ile  ekonomik güvenliğin, istikrarın sağlanmasını istiyorlar ki; bu gerçek bir kurtuluştur.

 

*

Türkiye halkı da kapitalizmin sömürüsü bir yana, çok büyük yolsuzluklar ve rüşvet,zimmet vb. iddialar ile karşı karşıyadır.

Ne ki, Türkiye halkı cebini boşaltan, çoluk çocuğunun geleceğini çalan, Brezilya’nın eski ve yeni Cumhurbaşkanları Luiz Lula da Silva  ve Dilma Rousseff’in mevkidaşı bir pişkinin,bir hırsızın “Hırsız Var”diye bağırıp çağırmasını seyretmekten başka bir şey yapamıyor…

25.4.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar

Türker Ertürk’ten İlker Başbuğ’a çağrı; HODRİ MEYDAN

Bir dizi etkinlikte yer almak için Londra’da bulunan  Em. Amiral Türker Ertürk ile Ergenekon ve Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı açılan ergenekon komplo davalarını konuştuk. 24 Nisan 2016 tarihinde Hürriyet gazetesinin ‘Kelebek’ ekinde yer alan Eski Genel Kurmay Başkanı ve Ergenekon komplosu Mahkumu İlker Başbuğ röportajında ileri sürülen iddiları sorduk. Geçtiğimiz hafta Türkiye medyasında ergenekon davası soruşturması sırasında Genel Kurmay ve Kozmik Oda’ya Polis ve savcıların girmesi konusunda dönemin Genel Kurmay yetkilileri hakkında önemli suçlamalarda bulunan Ertürk ; ‘ABD de Pentagon’a FBI girip gizli dosyaları götürebilir mi ? Adamın kafasına sıkarlar..’ demişti. Dönemin Deniz Harb Okulu Komutanı olan Amiral Türker Ertürk’e, Eski Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ’un Hürriyet’in ‘Kelebek’ ekinde yayınlanan röportajda söylediği ‘Ben Genel Kurmay’daki arkadaşlar tutuklandığında Bodrumda idim. Ergenekon davası ile alakalı iki Avukatıma sordum ‘açıklama yapma’ dediler. Ben de yapmadım’ sözlerine karşı görüşlerini sorduk.

Gerçekten ‘Kelebek gibi’ bir açıklama

Eski Genel Kurmay Başkanı Başbuğ’un açıklamalarını ‘Bu sözler gerçekte herşeyi açıklıyor.  Kelebek gibi açıklamalar bunlar. Sahte ve düzmece oldukları o dönemde bile Askeri savcılık raporları ile bilinen belgelerle birkaç polis ve cemaat savcısı gelip Genel Kurmay’ın en gizli kayıtlarına ulaşıyor ve silah arkadaşlarınızı tutukluyor. Siz ‘avukatlarınız açıklama yapma’ dediler diye susuyorsunuz. Bugün 23 Nisan.Dünya’daki ilk Kurtuluş Savaşını gerçekleştiren ordunun Genel Kurmay Başkanı idiniz. O Kahramanların hiç biri avukatlarına sormamıştı ‘ne yapayım’ diye. ‘  sözleriyle cevapladı Em. Amiral Türker Ertürk..

Ergenekon Davası ve Ergenekon’u  ABD Emperyalizmi gerçekleştirdi.

Ertürk, İlker Başbuğ açıklamalarındaki  ‘Bush döneminde birkaç görevli bu işte rol oynamış olabilir. Ancak Obama döneminde ABD  Ergenekonu desteklemedi. Hatta askerlerin tutuklanmalarına karşı çıktı’ bölümüne özellikle tepki gösterdi. ‘Eğer, komplolar ve Ergenekon davalarında ABD ve onun taşeronlarının rolünü görmüyorsanız, bu olaylardan hiç bir şey anlamamışsınız demektir. Biz yıllardan beri bunu anlatmaya çalışıyoruz halkımıza. Tutuklamalar ve TSK yı yıpratma çabaları daha çok Obama döneminde ve onun görevlilerinin desteğiyle yapıldığını’ belirten Türker Ertürk, ‘Bu ergenekon davası veya davalar olmasaydı, açıkça söylüyorum ki ,ne Handekler olurdu, ne Türkiye bu dış politikayı izleyebilirdi, ne de Yeni Anayasa tartışmaları gündeme gelirdi’ dedi.

   ‘Ben bir kedi bile vermedim’

Ergenekon;Balyoz gibi davalarda TSK mensuplarının yargılandığı bir dönemde Deniz Harb okulu Komutanı olan Em. Amiral Türker Ertürk, ‘Ben kendi yetki ve sorumluluk alanımda, öğrenci ve subaylarıma karşı kurulan tertip ve komplolara karşı çıkarken Avukatlarıma sormadım. Şimdi de sormuyorum. Ergenekon davası komplocu polis ve savcılara bir kedi bile vermedim. Bununla gurur duyarım’ sözleriyle TSK nın aynı dönemdeki Komutanı İlker Başbuğ’u eleştirdi.

‘Genel Kurmay Başkanı İlker Başbuğ ile o dönemde aynı geminin yolcuları idik. Sözü edilen dönemdeki tüm komploları ve hazırlayıcılarını biliyorum. Başbuğ’un dönemin Hükümeti’nin bu komplolardaki rolü hakkındaki görüşlerine dev katılmıyorum. ‘Balyoz davasının savcısıyım’ diyenin kşm oldupunu unutmamak gerekir.’ diyen Türker Ertürk, İlker Başbuğ’u Kamuoyu önünde açık tartışmaya davet etti; ‘HODRİ MEYDAN’    

Mahir Tan          LondraPosta-Londra

ergenekon davasi

Türker Ertürk; Gökyüzünde ihanet

GÖKYÜZÜNDE İHANET

Bugün 23 Nisan. Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımızı kutluyoruz. Bu kutlamayı yurtseverlerle birlikte, biz de Londra’da yapıyoruz.

Dün akşam; Londra’da yaşayan, yüreği vatan sevgisi dolu ve aynı zamanda duyarlı olan yurtseverlere 23 Nisan’ı, tarihin ilk antiemperyalist zaferi olan Kurtuluş Savaşını, egemenliğin ne olduğunu, günümüzde ülkemize yönelik tehditleri ve düşmanlıkları anlattık.

İngiltere’ye, Türk Hava Yolları (THY) ile geldim. Uçakta gelirken, THY’nin Skylife dergisini inceledim. Birde ne göreyim; dergi Nisan ayına ait olmasına rağmen, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımıza ait hiçbir şey yok.

Bir düşünün; Amerika’da özel hava yolları bile olsa, Temmuz sayısında 4 Temmuz Bağımsızlık Gününe (4th of July) yer verilmemiş olabilir mi? İngiltere’de, British Airways dergisinde, D-Day veya Poppy Day günü geldiğinde anılmamış olabilir mi? Kesinlikle hayır!

Skylife’da 23 Nisan’a yer verilmemiş olması; Türkiye Cumhuriyeti’ne, onun kurucu ideolojisine ve Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e doğrudan saldırıdır ve düşmanlıktır. Zamanı gelince; bu düşmanlıkların hesabı bir bir sorulacak ve sorumlular hak ettikleri şekilde, şiddetle cezalandırılacaktır. Bu böyle biline!

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

bülent esinoğlu

Bülent Esinoğlu; ‘Kur’anda Vahabi İslam yok, ama..’

Ortadoğu halklarının yakın geleceği…

Bülent ESİNOĞLU

Cevaplanması, hayli zor olan bir sorunun içine girdiğimi biliyorum. Halkların kaderlerini etkileyen o kadar farklı faktör var ki…

Çok denklem var, çok da bilinmeyen var.

Önce eldeki verilere bakalım. PETROL ve DİN

İslamiyet Ortadoğu halklarının her şeysi… Rejimi, ideolojisi, yaşam tarzı, hukuku, kültürü, öte dünyada rahat etmesi için sahip olması gereken, velhasıl her şeysidir.

Yaşadığımız gerçekliğe bakarsak; hem din, hem de petrol halkların yaşamlarını karartan unsurlar.

İkinci denklem. Şiilik, Sünnilik, Arap Milliyetçiliği ve İslamiyet’in diğer bölüngüleri…

Petrolün yerine, petrol kadar kullanışlı başka bir yakıt bulunasıya dek, petrolün bölge halklarına faydası değil zararı dokunacaktır.

Petrollerini batılı ülkeler, ucuza kapatmasın diye, başvurdukları ilk kurtarıcı; İslamiyet.

Böyle olunca ortalık karışmaya başlıyor. Çünkü bir iktidarlardaki İslam var. Bir de, kendilerini emperyalizme karşı; birlik ve beraberliği sağlayacak ve bir silah görevi yapacak İslam var.

Bir başka şekilde ifade edersek; bir iktidarların İslam’ı var. Bir de kendini savunmak durumunda olan, halkın İslam’ı var.

İktidarların İslam’ı bir anlamda Amerikan İslam’ı oluyor. İslam ülkeleri, iktidarlarını kullanan ve petrolün de Amerika’ya akmasına neden olan İktidar İslam’ı…

Durum bu olunca, İslam ülkelerinde, İslam’ın birliği sağlanamıyor. Ve çok farklı İslam anlayışları ortaya çıkıyor.

Benim İslam anlayışım, senin İslam anlayışından daha iyi konusu var. Ayrışması var.

Bu durumda, farklı İslam anlayışında ki guruplar, en doğru İslam’ın, Kur’an’daki İslam olduğu ve kendilerinin İslam’ının, Kur’an’daki İslam olduğunu ileri sürüyorlar.

Suudiler, petrolün ve Amerika’nın korumasını da, arkasına alarak, Vahabiliğin en doğru İslam anlayışı olduğunu ileri sürüyorlar.

Diğer İslam ülkeleri veya İslam anlayışında olanlar, Vahabizm diye Kur’an da bir şey yok deseler de, geçerli olan İslam Suudilerin İslam’ı olmuş oluyor. Çünkü silah ve dolar onlarda…

Ancak bir taraftan da dünya değişmeye devam ediyor. Kadın hakları, özgürlükler diye bir şeyler yol alıyor.

Bu durumda, emperyalizme karşı kendini, doğru İslam ile korursun savı boşlukta kalıyor.

Amerika, 1943 yılından bu yana, Suudi Arabistan yönetimini elinde tutuyor.

Biliyorsunuz. Körfez ülkelerinin petrolleri dolar ile satılır. Yılda 450 milyar dolar Amerika’ya akar. Bir kâğıt bir mürekkep karşılığında bir varil petrol.

Burada önemli olan petrolün kendisi değildir. Çünkü Amerika’nın kendisine yetecek kadar ve hatta satacak petrolü vardır.

Önemli olan petrolün dolarla satılmasıdır. Bu durum, uluslararası ticaretin de, dolarla yapılmasını zorlar. Rezerv kur vesaire hep buradan kaynaklanır.

Hatta Amerikan finans sisteminin küreselleşmesi bundandır. Sebep petrodolardır.

Yalnız petro dolar yetmez. Çin’in petrole ulaşmasının önüne engeller konulması mecburiyeti vardır.

Amerika ve Batı emperyalizmine karşı İslam İşbirliği Teşkilatı ve İslam NATO’su kurma çalışmaları devam ediyor.

Suudi Arabistan, Türkiye ve İsrail kendilerini emperyalizme karşı korumak için, birlik çabalarını sürdürüyor.

Ya biz kafayı yedik. Ya da ortada emperyalizm diye bir şey yok. Ortadoğu da, Büyük Kürdistan kurma çabaları yok. Türkiye, Suudiler ve İsrail?

Acaba kim kimi kandırıyor?

Bölgemizde daha çok kan döküleceği anlaşılıyor.

23.4.2016, bulentesinoğlu@gmail.com

Türker Ertürk ; ‘İşimiz 19 Mayıs’tan daha zor’

 

     İşimiz 19 Mayıs’tan daha zor

Eski Deniz Harb Okulu Komutanı Em. Amiral Türker Ertürk Londra’da konuştu. İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu ve İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği’nin davetlisi olarak bir dizi etkinlikte yer almak için Londra’ya gelen Ertürk, 22 Nisan gecesi, İADD tarafından düzenlenen ‘Dünya’da Anti-Emperyalist Mücadelenin İlk Kalesi olan TBMM’nin açılışının 96. yılında  Ülkemize,Bölgeye ve Dünya’ya Bakış’ adlı bir konferans verdi.  Türkiye’de Atatürkçü Cephenin en önemli isimlerinden biri olan Türker Ertürk, Londra’da konferans ve konuşmalar yanında özel toplantılar ve görüşmeler yaparak daha önce Askeri Ataşe olarak görev yaptığı İngiltere’nin başkentinde Türk toplumu içinde  geniş bir etki alanı yaratıyor. 22 Nisan gecesi konuştuğu İADD konferansında yeni mesajlar veren Türker Ertürk, Türkiye ve bölgedeki siyasal-askeri durumu değerlendiriken; ‘İşimiz 19 Mayıs 1919 dan daha zor’ dedi.

       ‘ Vahşi İslam İsyanından- Vahşi İslam İsyanına’

Konuşmasında 1. Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı yıllarınbı inceleyerek başlayan Türker Ertürk; ‘1. Dünya savaşında Osmanlı Devleti’nin tamamen yeni bir paylaşım savaşı içindeki Alman Emperyalizminin çıkarlarına uygun bir savaş düzeni içinde yer aldığına dikkat çekti. Erkani Harbiye Reisi (Genel Kurmay başkanı) ve Donanma Komatını birer Alman Generali olan Ordunun Sarıkamış, Kanal Harekatı gibi çok önemli muharebelerde Almanyanın askeri stratejisine uygun bir savaş düzeni ile cephelerde binlerce evladını kaybetti. Alman İmparatoru Wilhelm’in ‘Vahşi İslam İsyanı’ adını verdiği İngiltere’ye karşı Cihad ilanının, İngiltere’ye karşı Alman staretejisinin en önemli parçası olduğunu söyleyen Ertürk, Vahşi İslam Osmanlı’nın izlediği ‘Panislamizm’ politikası altında yürütüldüğüne işaret etti. ‘Vahşi İslam İsyanı’ nın 100 yıl sonra bu kez ABD tarafından yönlendirildiğini belirten Ertürk, ‘tesadüfe bakın ki Türkiye’de de yine panislamist-Osmanlıcı bir iktidar var’ dedi.

  Kurtuluş Literatürüne bir katkı

Türker Ertürk konferansında kaydedilmesi gereken bir nokta da, bir deniz askeri olan Ertürk’ün 1915 Çanakkale Savaşları ve Kurtuluş Savaşı arasındaki canlı bağlantı oldu. ‘Çanakkale Deniz ve kara savaşları sonunda Boğazları geçemeyen ve Rus Çarlık ordusu ile birleşemeyen İngiliz-Fransız orduları 4 yıl fazladan çok kanlı bir savaş yürütmek zorunda kaldılar’ diyen Türker Ertürk ‘ 1919 yılına gelindiğinde Emperyalizm yorgun düşmüştü. Bu neden Mustafa Kemal ordusunun karşısına çıkacak güç ve cesaretleri kalmamıştı.  İşte Çanakkale savunması ve Kurtuluş savaşı arasındaki en önemli bağlantı budur’ diyerek bu alanda ilk kez vurgulanan bir konuyu gündeme getirdi.

      Ergenekon Rejim değişikliği için yapıldı.

Türkiye’de iktidar yapısının önümüzdeki aşamada bir ‘rejim değişikliğini yeni Anayasa yoluyla legal hale getirmek için düzenlendiğini söyleyen Ertürk Amiral, ‘Ergenekon ve beraberindeki davaların ABD Emperyalizminin bu alanda en büyük engel olarak gördüğü Türk Ordusunu tasfiye etmek ve etkisini kaldırmak için’ hazırlandığını ve uygulandığını kaydetti. AKP Yönetimi,Cemaat ve yetmez ama evetçilerin sadece birer taşeron olduklarına dikkat çeken Ertürk, ‘Bu davalar olmasa idi, bugün bölücü ayaklanma olmaz, Suriye’de savaş kışkırtıcılığı yürütülemez ve Anayasa’dan Türk adının silinmesinin lafı bile edilemezdi’ dedi.

İTDF Başkanı Jale Özer’inde bir konuşma yaptığı 22 Nisan konferansı sonrasında Em. Amiral Türker Ertürk’ e bir plaket ve onur ödülü verildi.

Mahir Tan      LondraPosta-Londra

 

 

 

 

 

23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlu olsun.

LondraPosta  Tüm halkımızın 23 Nisan Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutlar,

Resim, Ressam Ece Turaman’dan alınmıştır.

Ahmet Kılıçaslan Aytar ; Ermeniler de ‘vaadedilmiş’ toprak peşinde

101.YILDA BÜYÜK ERMENİSTAN

“Büyük Ermenistan” ideolojisinin temeli Ermenilerin dünyanın en eski ulusu oldukları, Doğu Anadolu ve Kafkasya’nın Hz.Nuh tarafından kendilerine vaadedildiği mitine dayanıyor.

Buna göre Hz. Nuh Ermeni kökenlidir, ayak bastığı topraklar torununun torunu ve Ermenilerin kurucusu, ilk patriği ve babası olarak kabul edilen Hayk’a vaadedilmiştir.

Tanrı’nın seçtiği ulus olduklarına inanan Ermenilere göre Hz. Nuh’un vaadettiği topraklar;

Türkiye’nin Doğu Anadolu toprakları, Azerbaycan’ın Karabağ, Nahçıvan toprakları ve Gürcistan’ın Borçalı ve Cavaheti bölgeleridir.

Ermenistan ülkesinin adı Ermenice “Hayastan”, klasik Ermenicede ise “Hayk” tır.

Ermeniler Türkiye’nin doğusuna Batı Ermenistan, Azerbaycan’ı ise Doğu Ermenistan olarak tanıyor…

Ermeniler ilk Hıristiyan devleti ve ulusu olduklarını da öngörüyorlar.

Bu dini stratejinin kendilerine üstünlük sağlayacağına inanıyor ve Ermenistan’ı Hıristiyanlığın Kafkasya’daki kalesi olarak gösteriyorlar.

*

Baba Hayk’tan çok sonra, Rusya’nın Kafkasya’da “Ermeni Vilayeti”  kurmasıyla Osmanlı Ermenileriyle Ruslar arasında yakınlaşma oldu.

Anadolu’dan çok sayıda Ermeni bu vilayete göç etti.

Böylece Ruslar, Osmanlı vatandaşı Ermenilerden yardım aldı ve Kafkasya’da Osmanlı toprakları üzerine daha emin adımlarla ilerlediler.

1829’da Edirne Antlaşması’nın 13. maddesi Ruslara yardım eden Osmanlı tebaası Ermenilerin affedilmeleri ile ilgiliydi.

Ermenilerin amacı Kafkasya’da oluşturulan Ermeni Vilayeti’nden ilhamla Rusya, İran ve Osmanlı topraklarındaki Ermenilerin birleştirilerek Rusya’ya bağlı özerk bir yapı oluşturulmasıydı.

Ermeni meselesi ilk defa  1878 Berlin Kongresi ve antlaşmasında uluslararası çevrelerin konusu oldu.

Osmanlı ve Rusya’nın 93 Harbi sonrası imzaladığı Ayastefanos Antlaşması’nın 16. ve Berlin Antlaşması’nın 61. maddesi Ermeni meselesinin başlangıcı sayıldı.

Osmanlı Devleti bu maddelerle, Rusya ve İngiltere’nin nezareti altında  Vilayet-i Sitte denilen Erzurum, Van, Harput, Diyarbakir, Sivas, Bitlis’te Ermeniler lehine ıslahat yapmayı kabul etti.

Bu suretle Osmanlı Devleti,

Birincisi; İngiltere ve Rusya’nın Osmanlı’da yaşayan gayrimüslimlerin doğal hamisi olmalarına,

İkincisi; Büyük güçlerin desteğini arkasına alan ve yakın hedefi otonomi, uzak hedefi bağımsızlık olan bir sürece daha sıkı sarılan Ermeni milliyetçiliğinin ortaya çıkmasına,

Üçüncüsü; Doğu Anadolu coğrafyasındaki diğer etnik nüfusun; devrimci, milliyetçi ya da sosyalist Ermeni örgütlerin karşısına yerleştirilmesiyle birbirini etkileyen ve tetikleyen meselelere doğrudan muhatap oldu.

Nihayet 1915’te Rusya tarafından desteklenen ayrılıkçı ve silahlı Ermeni çeteciler ile karşılıklı katliamlar silsilesi haline dönüşen;

Osmanlı’nın kendini korumak adına isyan ve ihanet içindeki bir grup vatandaşını kendi toprakları içindeki savaştan ve kışkırtmalardan göreceli olarak uzak bölgelere sevketmesi,

Bu sırada o zamanın zor koşulları, ulaşım ve güvenliği sağlamadaki aksaklıklar ve belki de bir grup yerel, öfkeli halk tarafından bir kısım insanın ölmesi ile sonuçlanan olaylar yaşandı…

Bugün Ermeniler “Büyük Ermenistan” ideolojisinin gerçekleşmesi için,

Birincisi; İşte bu,1915 olayları ve tehcir kararından hareketle Türkiye’ye yönelik soykırım,

İkincisi; Dağlık Karabağ Savaşı’nda işgal edilen Azerbaycan topraklarında hak iddiasında bulunuyor…

*

Ermenilerle ilgili iddiaların temel nedeni geçmişte yaşanan olayları tekrar gündeme getirip bu olayların nasıl olduğunu tartışmak olmadığı biliniyor.

Ermeniler ve onlarla birlikte hareket edenler bu olayları birtakım iddialar çerçevesinde gündeme  getiriyor ve yeni bir gelecek inşa etmeye çabalıyor.

Türkiye’ye yönelik toprak, soykırım ve tazminat iddialarından vazgeçmek, aynı zamanda işgal ettikleri Azerbaycan topraklarından çekilmek niyeti taşınmıyor.

Doğal olarak Türkiye ve Azerbaycan’dan korku da algılanıyor ve hep olduğu gibi Rusya’nın tam bağımlısı olarak yaşıyorlar…

Nitekim Rusya’nın 2015’te Ermenistan’ın Soykırım iddialarının 100.yılındaki tavrı, ikili ilişkilerde kriz sayılabilecek bir duruma yol açtı.

Parlamentonun alt kanadı Devlet Duması’nın 24 Nisan’ı Ermenilere karşı gerçekleştirilen soykırım günü olduğuna ilişkin  kararı,

Rusya Başbakanı Medvedev’in Ermenistan Cumhurbaşkanı’na gönderdiği ve içinde “soykırım” tabiri geçen mesajı,

Devlet Başkanı Putin’in Ermenistan’a yaptığı ziyarette soykırım anıtını ziyaret etmesi Türkiye’nin tepkilerine neden oldu.

Öte yanda Ermenistan, kamuoyunun desteğini kazanıp Ermeni sesinin bütün dünyaya duyurulması amacıyla kurulan ASALA’yı ortaya çıkaran amaçlarını da halâ devam ettirmektedir.

ASALA 1982’ye kadar yurt dışındaki Türkleri hedef alırken,1983’ten itibaren Rusya’nın desteklediği PKK ile birlikte Türkiye’deki güvenlik güçlerini hedef almaya devam ediyor.

Çünkü Türkiye açısından Ermeni ve Kürt iddiaları aynı coğrafi bölgeyi hedef alıyor…

Ermeniler, Yahudilere yapılan soykırımdan dolayı sadece Nazi Almanya’sının değil, bütünlükte Kilise’nin sorumlu tutulmasından ve Hıristiyan dünyasının suçluluk psikolojisinden de yararlanıyor.

1915’te Müslüman Türkler tarafından hiristiyan Ermenilerin kasıtlı olarak soykırımına uğratıldıkları propagandasıyla, Batı’nın 1915 olaylarını hem ırkçılık, hem de dini yönden ele alması sağlanıyor.

Batı, Azerbaycan’ın Türk ve İslam dünyasının bir parçası olduğu için Ermenistan-Azerbaycan çatışmasında desteğini Ermenistan’a veriyor…

Elbette, tarihçiler Ermeni meselesinde bilinmeyen olayları ortaya çıkarmak suretiyle politikacılara yardımcı oluyor.

Ne ki, taktik olarak Ermenilerin sürekli olarak 1915 olaylarını gündeme getirmesi, Türk tarihçilerinin 1915 olaylarına odaklanmalarına ve savunma psikolojisi içine girmelerine neden olmuştur.

Artık Ermenilerle ilgili her türlü konunun Osmanlı Devleti’nin dağılma süreci ekseninde ele alınması gerekiyor.

Çünkü, 1915 olayları Sırp, Bulgar, Makedon ayrılıkçılığına dayanan konularla paraleldir.

  1. Dünya Savaşı’nda uygulanan politikalar belirlenmeden, Türk-Ermeni ilişkilerinin seyrini ortaya koymak mümkün değildir.

Bir diğer husus Türkiye’nin Ermenilerle ilgili konularda muhatap sıkıntısı yaşamasıdır.

Muhatap Ermenistan mıdır, Avrupa Devletleri mi, ABD mi, Rusya mı, yoksa Ermeni Diasporası mıdır?

Türkiye’nin yapması gereken şey muhatabını belirlemek ve konuyu o doğrultuda çözümlemeye çalışmaktır.

Taraflar birbirleriyle iletişim kurduklarında birçok problem çözülebilecektir.

Her iki toplumun tarihten gelen ortak kültürü ve birçok paylaşımı yönünde diplomatik, ekonomik, sosyal ve kültürel ilişkiler kurması çözümü kolaylaştıracaktır.

Ermenistan’ın da kendi kamuoyu ve diasporası ile birlik sağlayıp,Türkiye’nin yapıcı tutumuna kayıtsız kalmaması gerekiyor.

2015’te Kemalist lider Doğu Perinçek’in haklılığı Avrupa Yüksek Mahkemesi’nce kabul edilmiş, Mahkeme Ermeni Olayı’nın bir soykırım olamayacağını açık bir şekilde karara bağlamıştır.

8 Ocak 2016’da  Fransa Anayasa Konseyi, herhangi bir olayın insanlara karşı suç olarak saptama yetkisinin görevli mahkemelerde olduğu gerekçesiyle,

29 Ocak 2001’da Fransa Parlamentosu’nun aldığı Yahudi Soykırımı’nın inkar edilmesinin fiilen suç sayılacağına ilişkin kararı bozmuştur.

Bütün bu güzel sonuçlar barış yolunda yeni ufuklar açıyor.

Ancak ABD’nin yeni bir Skyes Picot düzenlemek istediği genel konjonktürde ve ABD- Rusya ile Türkiye-Rusya arasında bir krizin yaşanmakta olduğu şu sırada tarafların mütemadiyen değişen şartlara uygun yeni stratejiler ürettiğini de düşünmek gerekiyor.

Rusya, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı Karabağ çatışmasını körüklemek ve bölgedeki genel durumu bozmakla itham ediyor.

AB Parlamentosu 15 Nisan 2016′ da Türkiye için hazırladığı son ilerleme raporuna sözde Ermeni Soykırımı’nı da eklemiştir.

Bugün, ABD Başkanı B.Obama, 1915 Olayları’nın 101. yıldönümü olarak kabul edilen 24 Nisan öncesi yaptığı açıklamada, önceki yıllarda olduğu gibi Ermenice “Büyük Felaket” anlamına gelen “Medz Yeğern” ifadesini kullanmıştır.

Ne Türkiye, ne Azebaycan, ne Ermenistan ,ne ABD, ne Rusya değişir.

Herşey bu kadar karışıksa, nasıl oluyor da bir nükleer savaş felâketi kontrolde tutulabiliyor?

Ahmet Kılıçaslan Aytar

23.4.2016

Nurullah Aydın ; İhanet Sürecinde Egemenlik Bayramı Kutlamak..

Nurullah AYDIN

22 Nisan 2016-ANKARA

23 NİSAN MİLLİ EGEMENLİK VE ÇOCUK BAYRAMI KUTLAMA MESAJI

Türkiye cumhuriyeti isminin değiştirilmek istendiği, Türk Milleti’nin etnik kimliklere bölünmek istendiği, çocuklara kimlik kazandıran, heyecan coşku veren milli andın kaldırıldığı bir ihanet sürecinde Milli Egemenlik ve Çocuk bayramını kutluyoruz.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılması ile Türk Milleti; hür ve bağımsız yaşama iradesini ortaya koymuştur.

Bu açılış; her türlü iç ve dış ihanet şebekelerine rağmen başarıya ulaşma azim ve kararlılığın merkezi olarak ülkenin önüne yeni ufuklar açan bir dönüm noktasıdır.

Gazi Mustafa Kemal ve arkadaşları; istiklal mücadelesinin ancak Türk Milleti’nin; egemenliğine, birlik ve beraberliğine sahip çıkması ile başarılabileceğine inanmıştır

TBMM; Bağımsızlık savaşının karargâhı olmuş,

kararlarıyla, onurlu duruşuyla mücadeleye hayat, insanımıza umut ve güç vermiş,

kurtuluş mücadelesini başarıya ulaştırmış,

Cumhuriyet’i ilan ederek Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun kaynağı olmuş,

Türkiye’nin modern dünyayla bütünleşme sürecinde kapsamlı reformları hayata geçirmiş,

güçlü yarınların temellerini atmıştır.

 

Demokrasi; bir uzlaşma, anlaşma ve barış rejimidir.

Hukuk devleti; hukukun üstünlüğüne dayalı yönetim demektir.

Sosyal devlet; toplumun tümünü ayrımsız kucaklama anlayışıdır.

Türkiye; Laik, sosyal bir hukuk devletidir.

Türkiye; kimliksizlerin eliyle, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne dayalı, çoğulcu demokrasi anlayışından sinsice uzaklaşmaktadır.

Çarpık, çağdışı, etnik aidiyet temelli demokrasiye çoğulculuğa inanmayan Arapçı dinci zihniyet; toplumun ortak dokusunu parçalamaktadır.

Çözümü ertelenen sorunlar; ülkenin geleceğini ipotek altına almaktadır.

Papağan gibi utanmadan pişkinlikle hala yeni anayasa diye sayıklayanlar; Demokrasinin olanaklarından yararlanıp, demokrasiyi tersyüz etmeye devam etmektedirler.

Millet egemenliği, milli irade; milletin birlik ve beraberliğini parçalamak demek değildir.

Milli egemenlik; özgürlüğün, eşitliğin, adaletin, hukukun üstünlüğünün ve kurumların meşruiyetinin dayanağıdır.

Ülkede; yandaşı kollayan koruyan aklayan bir garabet yargı anlayışı, hak ve adalet duygularını sarsmaktadır.

Türk Milleti diyemeyenlerin; kökenlerin açıklamaktan korktukları, kutsal din duygularını istismar ettirmede başarılı oldukları bir süreç yaşanmaktadır.

 

Kendine inanmak, çalışmak, kendini en iyi şekilde yetiştirmek; amacı ve hedefi olanlar için gereklidir.

Türk Milleti’nin geleceğinin teminatı çocukların; atalarının izinden giderek, ülkenin huzuru, refahı ve gelişmesi için, günü geldiğinde azim ve kararlılıkla sorumluluklarını yerine getireceğine olan inancım tamdır.

 

Çocukların başarılı, sağlıklı, huzurlu ve mutlu olması; milletçe ortak amacımızdır.

Çocukların başarısı; Türkiye’yi güzel günlere taşıyacaktır.

Dünya barışı ve huzuru için; dünya çocuklarına kardeşlik, sevgi, barış duygularını verilmesi gereklidir.

Türk Milleti yetişmiş ve yetişmekte olan evlatları; büyük bir azim, kararlılık ve inançla bugünün ve yarınların teminatıdır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışının 96. Yıldönümünde;

Cumhuriyetin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, İstiklal Savaşımızın tüm kahramanlarını, Birinci Meclis üyelerini saygı, minnet ve şükranla anar,Dünyanın bütün çocuklarına ve çocuklarımıza barış ve mutluluk getirmesini temennisiyle, 23 Nisan Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı kutlar, sevgi çiçeklerinin yeşermesini dilerim.

NURULLAH AYDIN