Kadıköy ADD de, Yazarımız Ertürk’e onur madalyası

Yazarımız Türker Ertürk’e Türk Dünyası Onur Madalyası

Geçtiğimiz Mayıs’ta Azerbaycan Dede Korkut Devlet Vakfı tarafından, Türk Dünyasının tanıtımına ve gelişimine yaptığı hizmetlerden dolayı yazarımız Türker Ertürk ,General Gazi Aslanov Altın Şeref Madalyası ile ödüllendirmiştir.

Daha önce madalya verme töreninin Bakü’de olacağını duyurulmuştu. Malum gelişmeler yüzünden tören yarın (Salı, 19 Temmuz 2016)  Türker Ertürk’ün üyesi de olduğu Moda Cad No:30/1 D:2 Kadıköy/İstanbul adresinde bulunan Kadıköy Atatürkçü Düşünce Derneği’nde saat 1600’da yapılacaktır.

 

The Times; Cumhurbaşkanının iktidar gaspı

 

  The Times; ‘Cumhurbaşkanının iktidar gaspı’

15 Temmuz üzerinden iki gün geçmeden, olaylar başka bir mecrada cerayan etmeye başladı.

18 Temmuz günü yayınlanan ‘The Times’ Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın İktidar Gaspı manşeti ile yayınlandı. Türkiye’de Medyanın büyük bir bölümü 15 Temmuz hakında hayali senaryolar ve uydurma naylon darbe yorumlarıyla uğraşırken 16 Temmuzdan itibaren ortaya çıkan gerçeği gözardı ediyor; 3000 hakim ve 3000 asker-subay gözaltında. Cami cemaatı sokağa dökülmüş vaziyette, Başbakan ve Cumhurbaşkanına verdikleri ‘kelle isterük’ mesajı hukuki kalıplara dökülmek üzere. Erdoğan’ın darbe gecesi yaptığı çağrı ile sokağa döktüğü kalabalığın, bir süre içinde 31 Martlar yaratmayacağının garantisi olmadığı gibi, fonksiyonel bir güç olarak tasfiye edilen Silahlı Kuvvetler yerine bir tür ‘Başkanlık Muhafız Birlikleri’ oluşturulacağı gün gibi ortada. Üstelik herşey ‘yeni devletin’ temel yasası olacak bir Anayasa içinde  Batı Dünya’sına sunulacak. 16 Temmuz gününden itibaren artık bir Türkiye Cumhuriyeti’nden değil, tarihsel olarak eski ancak kuruluş olarak yeni bir devlet biçiminden sözediyoruz.

Darbe girişimine neden olan ‘Listeler’

Erdoğan ve bağlı teşkilatlarının uygulamaya koyduğu hakim ve subay listelerinin nereye kadar uzayacağı belli değil. Ancak bu listelerden TSK ya ilişkin olanının ön sıralarında yer alan  general ve albayların 15 Temmuz günü alelacele ve ‘desperate’ bir darbe girişiminde bulundukları kesinleşmiş gibi. Çok açık biçimde Darbe amacına ulaşsaydı, Ordunun komuta kademelerine geçecek olan subaylar, aynı zamanda TSK ya en ağır darbeyi vuran Balyoz ve diğer tutuklamalarda başrol oynayan, sahte belgeleri hazırlatan ve imzalayan TSK mensupları ve yeni dönemde ‘parlak bir gelecek bekleyen’ maceracılar. Darbenin amacına ulaşmasını önleyen güç ise,ortaya çıkan gerçekler ışığında bakıldığında, yine TSK mensupları. Cumhurbaşkanlığı uçağının durdurulması Hava Kuvvetlerinde darbe karşıtı güçlerle önlenirken, İstanbul,İzmir, Ankara,Bursa gibi kentlerde sonuç alıcı kara birliklerinin darbecilere karşı durdukları ve birçok yerde onları sokağa çıkmadan tutukladıkları anlaşıldı.

15 Temmuz Darbe girişimi esas olarak TSK içinde kalmış ancak onu ölümcül bir biçimde yaralamış bir kara gün olarak kalacaktır.

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

 

Türker Ertürk; Esas darbe TSK ya karşı yapıldı

NE YAZIK Kİ…
Ne yazık ki, ülkemiz işgal altındadır. Bizi, bize kırdırıyorlar. Birbirimize düşürüyorlar. Birbirimizden öç ve rövanş almaya çalışıyoruz. Önce Atatürkçüler Ergenekon ve Balyoz tipi kumpas operasyonlarıyla, şimdi de Cemaatçi darbe girişimi ile TSK iyice itibarsızlaştırıldı ve devredışı bırakıldı.

Bundan sonra nasıl terörle mücadele edeceğiz ve yurt savunması yapacağız? Bu, böyle gitmez. Ülkemiz adım adım Irak’laşıyor ve Suriye’leşiyor, farkında değil misiniz? Esas darbe; Türkiye Cumhuriyeti’ne ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yapıldı, anlamıyor musunuz?

Bazen dostlar soruyor; “Biz bunları biliyoruz, bize çıkış yolu söyle!” diye. Üzülüyorum. Çünkü; problem anlaşılmadan, çözülmez.

Einstein; “Dünyayı kurtarma görevini bana verseler ve kurtarmak için 1 saatim olsa; 55 dakikasını problemi anlamaya ayırırım” diyor.

Biz problemi; anlamadan, niçin bunların başımıza geldiğini nesnel olarak irdelemeden, çözelim istiyoruz. Sorun; Erdoğan ve Cemaat sorunu değil, bilesiniz!

Sorun; emperyalizm ve onun ülkemize ve bölgemize yönelik planlarıdır. Önümüzdeki hafta bunları köşemde yazıp, anlatacağım.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

Kontrol ‘Cami’ye’ geçerse

        Kontrol ‘Cami’ye geçerse

15 Temmuz Darbe girişimi, olaylar üzerindeki sis dağıldıkça daha net olarak ortaya çıkıyor. Görünenler şunlar;

-Girişim Fethullahçılara bağlı ya da onlarla çıkar ilişkisi içinde olan bir kadro tarafından gerçekleştirilmiş.

-Sivil örgütlenmesi çok zayıf olan darbeciler, gece boyunca TV lerden izlendiği gibi hiç bir sivil destek bulamadılar.

– Darbe girişiminin siyasi şekillenmesi sadece ismini TV lerde okuttuğu ‘Barış Konseyi’ yapılanması ile belirlendi. ‘Barış’ söylemi büyük olasılıkla dış destek sağlamak amacıyla bir kaç aydan beri ABD kökenli önemli yayın organlarında yer alan ‘Kandil görüşmelerinin yeniden başlatılması’ isteğine yönelik bir mesaj olarak kaldı.

– Darbecilerin, subay seviyesinde örgütlenmesi çok zayıf olmamasına karşın, askerlerin büyük bir bölümünün ‘tatbikata’ gittikleri gerekçesiyle sokağa çıkarıldıkları belirlendi. Bu da zırhlı araçlardaki askerlerin sivil halka ateş açmamaları sonucunu verdi.

– Oldukça ciddi sayıda subay örgütlenmesi ve bir hazırlık sürecine karşın MİT-Emniyet ve Askeri istihbarat ın hemen hiç bir önleyici etkisinin olmayışı dikkatleri çekti. Birkaç hafta sonra yapılacak olan YAŞ toplantısı ve bu toplantıda Ordu içindeki Fethullahçıların tasfiye edileceği söylenti ve haberlerine karşın bu denli büyük bir istihbarat yetersizliği 15 Temmuz darbe girişiminin en belirleyici yanı oldu.

– Darbecilerin ilk aşamalarda kuvvet komutanları ve kendilerine karşı olan üst düzey komutanları tutuklama ve kaçırma konusunda çok dikkatli olmalarına karşın, sivil iktidar yöneticilerine karşı aynı girişimde bulunmamaları bu hareketin en zayıf ve profesyonel olmayan yönününü oluşturdu.

    Yakın gelecek için en büyük tehdit

15 Temmuz tasfiyesi beklenen Fethullahçı askeri kadroların bir darbe girişimi olarak kaldı. Ancak bu gecenin farklı türdeki siyasi etkileri yakın geleceğimizi belirleyecek önemde. Bunların içinde hayati önem taşıyan konu; Cumhurbaşkanı’nın yaptığı ‘sokağa inin’ çağrısının yerini buması ve Camilerde ezan okunarak halkın aktif olarak sokaklara çekilmesi oldu. Camilerden çıkanlar sokaktaki askerlerin karşısına ‘Fethullahçı bir darbe için’ orada bulundukları bilgi ve düşüncesi ile gelmediler. Onları hareket ettiren neden ‘Cumhurbaşkanının çağrısı’ idi. Kısaca, böyle bir gücün varlığı hem onu harekete geçiren için hem de ‘sokakta sonuç alındığını gören’ siyasi eğilimleri belli geniş bir kitle için net olarak ortaya çıktı. Gelişmeleri daha da tehlikeli hale getiren, ayni kitlelerin darbe sonrasında TBMM önünde toplanarak Başbakan Yıldırım’ a ‘idam geri getirilsin’ sloganları eşliğinde ‘politika dikte ettirmeleri’ oldu. Başbakan Yıldırım’ın ise ‘yasalara göre yargılama yapılacak’ demek yerine ‘Mesaj alındı. Gereği yapılacak’ cevabını vermesi ‘yeni bir sürecin başlangıcı’ olarak değerlendirilmeli.

15 Temmuz darbecilerilerinin -istemeyerek- Türkiye Cumhuriyet toplumuna gösterdikleri bir gerçek daha var; Kritik günlerde sokaklar Orta-Doğu toplumlarına yakın bir yaşam tarzına sahip, baş kesme gibi bir ilkellikten etkilenen, siyasi iktidar ile ‘karşılıklı mesaj alıp veren’ yaygın bir kitleye kalıyor. Cumhuriyet ve laik toplum ilkelerine bağlı, kendisine Atatürkçü diyen, yine yaygın bir kitle, evlerine kapanarak gözlerden uzak durmaya çalışıyor. Havuz Medyası,Havuz Muhalefeti ile birlikte ve kendisine-şimdilik- tanınmış bir ‘yaşam alanında’ varlığını sürdürmeye çalışıyor.

Mahir Tan    LondraPosta-Londra

 

 

 

Türker Ertürk; İkinci Kubilay Hadisesi

İKİNCİ KUBİLAY HADİSESİ

Yargılama yapmadan cezalandırmak ve infaz etmek, ilkel ve kabile toplumlarında olur. Dün akşam; darbe girişimi sırasında, vatani görevini yapan bir askerimizin kafasının kesilerek hunharca ve alçakça infaz edilmesi, ikinci bir “Kubilay” hadisesidir.

Bu insan kılığına girmiş alçak yargılanmalı ve en ağır şekilde cezalandırılmalıdır. Aksi; İktidar’ın bu “İkinci Kubilay Hadisesi”ni tasvip ettiği anlamına gelir.

Ayrıca; darbe girişimine katılanlar yargılanmalı ve cezalandırılmalıdır. Ama bu; cadı avına çevrilmemeli ve muhalif sesleri sindirmek için kullanılmamalıdır. Yoksa darbe girişimlerinin ardı arkası kesilmeyeceği gibi; ülkemiz hızla istikrarsızlaşır, kaybeden hepimiz oluruz.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Darbeciliğe karşı,İslamcı terör üzerinde birleştiler..

MİLİTARİZM, NAZİZM VE İSLAMCI TERÖR  SAHNESİ
Nice’te masum insanlara yapılan iğrenç terör saldırısı ardından,
ABD Başkanı B.Obama “Bastille gününde olan bu saldırı sonrasında Fransa’nın tüm dünyaya öğrettiği ‘özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’ değerlerini korumak için dimdik ayakta durmaya devam edeceğiz” açıklaması yaptı.
 
*
Akşamında Türkiye bir askeri darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı.
Genelkurmay resmi sitesinde “Yurtta Sulh Harekâtına karşı koyan tüm unsurlara müdahale edilmektedir. Halkımızın emniyet ve can sağlığı gereğinde evlerinde kalmaları ve sokağa çıkmamaları önemlidir” dendi.
ABD Dişişleri Bakanı J.Kerry “Umut ederim Türkiye için istikrar ve devamlılık olur” dedi.
 
*
Aslında tarih olanca gücüyle geri dönmektedir.
Rusya’ya karşı savaş kışkırtıcılığının temposu nefes kesici biçimde artıyor.
Emperyalizm “Militarizm, Nazizm ve İslamcı terörü” kendi halklarını susturmak ve Rusya’nın ilerlemesini durdurmakta kullanıyor…
 
*
2008 Wall Street çöküşünden bu yana halkların yoksullaşması ama mali sektör seçkinlerinin zenginleşmesi müthiş hızlanmıştır.
Oxfam, İngiltere’de “Daha eşitlikçi bir dünya” sloganını benimseyen bir hayır kurumudur.
Dünyada tanık olunmadık yoksulluk artışı konusunda uyarıda bulunan bir rapor yayımladı.
Rapor, en zengin 85 kişinin dünya nüfusunun alttaki yüzde 50’sinin ya da 3,5 milyar kişinin sahip olduğu toplam serveti kontrol altında tuttuğunu belirtiyor.
En zengin yüzde 1’in serveti ise 110 trilyon dolardır, toplam dünya servetinin yüzde 46’sını kontrol ediyorlar.
Ve ABD 2008’den bu yana toplumsal eşitsizlikte gelişmiş ülkelerin hepsinden daha büyük artış yaşıyor…
 
*
İnsanlık tarihinde bugün olduğu kadar ne servetin büyük ölçüde yoğunlaşmasının ne de çöküşün bir benzeri bulunuyor…
Zenginlerin ve onların siyasetteki, medyadaki adamlarının “serbest girişim sistemi” dediği çağdaş kapitalizm; her siyasi kararın insanlığın son derece küçük bir kesiminin servetini koruma ve arttırma ihtiyacı eliyle dayatıldığı bir dünya yaratmıştır.
Birkaç yüz insan doymak bilmez açgözlülüklerini tatmin etmek için uygarlığın boğazına sarılmış, onu yıkımla tehdit etmektedir.
 
*
Bu toplum karşıtı unsur halka şiddetle düşmandır, demokratik hakları aşağılamakta ve en kötüsü militaristtir…
Kendi kişisel servetlerini arttırma çabasıyla nüfusun ezici çoğunluğunu oluşturan halkların yaşam standartlarına acımasızca saldırıyorlar.
Bunların denetimindeki hükümetler dünyaya her zamandan daha ağır kemer sıkma önlemlerini, ücret kesintilerini, işleri azaltmayı, sosyal programları ortadan kaldırmayı, kötü eğitimi ve kötü sağlık hizmetlerini dayatıyor.
Devlet hazineleri bankaları ve şirketleri kurtarmak için boşaltılıyor.
Kâr elde etmenin önündeki bütün yasal sınırlamalar kaldırılıyor…
Zenginler kendi ulus devletlerini harekât üsleri olarak kullanan rakip klikleri, güçsüz ülkeleri ele geçiriyor.
Sonra ölümlere ve yıkıma yol açarak onları işgal ediyor ve yağmalıyorlar.
Bölgeleri, pazarları, kaynakları ve ucuz işgücünü kontrol altına alma uğruna rakiplerine karşı mücadelelerinde dünya silahlı bir karargâha dönüşmüştür.
İnsanlık bu kez nükleer imha olasılığını barındıran III. Dünya Savaşı’na sürükleme tehditi ile karşı karşıya bulunuyor…
 
*
ABD’nin on yıllık sadistik yaptırımlarının ardından yüzbinlerce insanı öldüren ve milyonlarcasını sığınmacı haline getiren Irak savaşı ve işgali, toplumun her bir kurumunu imha ederken, Washington Irak ulusalcılığının üstesinden gelmenin bir aracı olarak bilinçli bir şekilde mezhepsel bölünmeleri kışkırtıyordu.
Ülkenin devrik başkanı S.Hüseyin acele ile toplanmış savaş mahkemesinde yargılanmış ve idam edilmişti…
Bütün bunlar, doğrudan “kitlesel imha silahları” tehditi ve Bağdat ile El Kaide arasındaki bağlara ilişkin uyarılarla haklı gösterildi.
Bugün dünyanın bildiği gibi bunların tümü yalandı.
ABD emperyalizmi ülkedeki yönetimi devirene ve toplumsal yapıyı paramparça edene kadar Irak’ta ne kitlesel imha silahları ne de El Kaide vardı.
Aslında Washington 1980’lerde Afganistan’daki sağcı İslamcılar eliyle kanlı bir savaşa girişmeden önce ortada El Kaide de yoktu…
 
*
Başkan Obama, Libya’da ve Suriye’de rejim değişikliğini haklı göstermek için “terörizm ile mücadele” bahanesinden vazgeçti ve onun yerine en az onun kadar düzmece olan “insan hakları”nı koydu.
ABD ile NATO, Libya’da varolan devlet kurumlarını ve toplumsal yapıyı imha eden bir mezhep savaşında İslamcılar önderliğindeki milisleri örgütleyip silahlandırırken ülkeyi ağır şekilde bombaladı.
Libyadaki savaş aynı Irak’ta olduğu gibi ülkenin lâik başkanı Muammer Kaddafi’nin barbarca öldürülmesiyle tamamlandı.
 
*
Bugün IŞİD’in önderlik ettiği Sünni İslamcı ve mezhepçi milisleri destekleyen Washington, Suriye’de rejim değişikliği için benzer bir savaş sürdürüyor.
ABD bu savaşa, üçüncü bir lâik Arap devlet başkanı Beşar Esad’ın öldürülmesiyle son vermeyi umuyor.
 
*
ABD’li egemenlerin Ortadoğu’da yarattıkları yıkım, korkunç insani sonuçlarıyla birlikte onların bizzat ABD içindeki yıkıcı rollerinin, ülkenin üretim zemininin paramparça edilmesi, ABD ekonomisinin mali sektör asalaklarının kumarhanesine dönüştürülmesi, milyonlarca insanın işlerinin ve yaşam standartlarının ortadan kaldırılmasının dışarıdaki ifadesidir.
 
*
Ya Alman Emperyalizmi?
Savaş sonrası dönemde Almanya’nın Naziler tarafından işlenmiş olan suçlardan dersler çıkarttığı, barışçıl bir dış politika benimsediği ve istikrarlı bir demokrasi geliştirdiği biçimindeki propagandanın bir masal olduğu ortaya çıkmıştır.
Auschwitz, Treblinka, Majdanek, Buchenwald ve başka toplama kamplarındaki insanların kurtarılmasından 70 yıl sonra Nazilerin suçları göreceleştiriliyor ve aklanıyor.
Berlin hükümeti, şimdi 2003’te Irak’ta ve 2011’de Libya’da olduğundan farklı şekilde, Almanya’nın Ortadoğu’nun parçalanmasında belirleyici bir rol oynamasını garantiye alıyor.
Alman Nazizmi bir kez daha, tarihsel olarak geliştirmiş olduğu şekilde hem içeride hem de dışarıda bütün saldırganlığıyla kendisini gösteriyor.
 
*
Bu noktada Türkiye’de AKP iktidarını;
Medeniyetler İttifakı, Büyük Ortadoğu Projesi doğrultusunda, 
İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin toplumsal istikrarı sağlamadığı, ülke dinamiklerini tükettiği ve hep Batı’ya dayanmak zorunda kalındığı tezi,
İslamcı sermayenin kâr elde etmesinin önündeki bütün yasal sınırlamaların kaldırılması kaydı,
“La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye ” kültürüyle peşine taktığı Müslüman Kardeşler Örgütü ve benzerleriyle olmak,
Bugün ise İŞİD terör örgütünü Türkiye’de Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgede yeni bir Veziristan’da kontrol etmek ve denetlemek, 
Bölgede Şiilere karşı Sünni kesimde yer almak,
Gerektiğinde Rusya’ya caydırıcı güç göstermek siyaseti belirliyor.
 
*
Militarizme, nazizme ve İslamcı teröre dayalı Amerikan emperyalizmi insanlığa karşı korkunç suçların sorumlusudur.
Başta Obama olmak üzere  yönetim, savaşı yürüten askerler, bu savaş üzerinden zenginleşen özel girişimciler, savaşı Amerikan halkına yutturmaya yardımcı olmak için yalan söyleyen medya, savaşı haklı gösteren ve destekleyen korkak ve konformist akademisyenler…
Şimdiye kadar bunlardan hiçbiri sorumlu tutulmuş değildir…
 
*
Ama şimdilerde, işte Nice’te İslamcı bir terör sonucunda Avrupalılar NATO’nun kıymetini anlıyor.
Akşamında ise sabaha kadar camilerden yapılan “cihad çağrıları” ile  İslamcıların ayaklanışı ve akim kalan bir darbenin ardından,
Hem Avrupalı hem Türkiyeli vatandaş,
Boğaziçi Köprüsünde başı gövdesinden ayrılmış garip bir Mehmetçiğin görüntüsü eşliğinde, Türkiye iktidarının bu islamcılar üzerindeki kayıtsız şartsız hakimiyetini görmekten hayran ve şaşkındır… 
Dün-ya  li-de-ri  Re-cep Tay-yip Er-do-ğan…
 
*
Militarizm ve Nazizm’in milyonlarca insanı şok eden dönüşünün ve İslamcı terörün, Fransa’nın tüm dünyaya öğrettiği ‘özgürlük, eşitlik ve kardeşlik’ değerleriyle bir uyumunun olması söz konusu dahi olamaz.
 
17.6.2016
Ahmet Kılıçaslan Aytar

Türker Ertürk; Şakirtlerin Askeri Şura öncesi telaşı..

         ŞAKİRTLER DEŞİFRE OLDU

Darbe girişimi başladığında bu işin Cemaatçiler tarafından kotarıldığını yüksek bir ihtimalle tahmin ettim. Ama yüzde yüz emin değildim.  Evet, yine acele etmişlerdi, 17-25 Aralık hırsızlık-yolsuzluk operasyonunda olduğu gibi.

Bu sefer acele etmelerinin nedeni 2 hafta sonra yapılacak olan Yüksek Askeri Şura idi. Çünkü istihbaratları doğruydu; Türk Silahlı Kuvvetleri içinden tamamen  tasfiye edileceklerdi. Halbuki bu iş için en az 30 yıl emek vermişlerdi! Erkendi ama düğmeye basmak zorundaydılar.  Esasında kripto şakirtlerin Türk Silahlı Kuvvetlerin en tepesine tırmanabilmesi için 6- 7 seneye daha ihtiyaçları vardı.

Darbecilerin hazırladığı atama listesini görünce tamamen emin oldum; Bu darbe girişimi Gülen Cemaatinin işiydi. Atama listesinde bulunan  cemaatin önemli isimlerinden olan halen Kuzey Deniz Daha Komutanlığı Kurmay Başkanı Tuğamiral Ömer Faruk Harmancık darbeyle birlikte Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı oluyordu. Harmancık Cemaatçi olduğu şüphesiyle sınıf birincisi olarak tuğamiralliğe terfi etmiş olmasına rağmen iki senedir tümamiralliğe terfi yapılmayarak uzatıldı ve bu sene yani iki hafta sonra emekli edilecekti. Darbecilerin ataması ise onu Koramiral kadrosuna sahip Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanlığına getiriyordu.

Darbecilerin aynı atama listesi Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı Tümamiral Sinan Azmi Tosun’u  Oramiral kadrolu Donanma Komutanlığına getiriyordu. Aynı şekilde  Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Denetleme  Değerlendirme Başkanı Tuğamiral Murat Dede Koramiral kadrosu olan Kuzey Deniz Saha Komutanlığına atıyordu.

Yine Cemaatin önemli isimlerinden Tümamiral Mustafa Zeki Uğurlu Pensilvanya ile koordinasyonu sağlamak üzere Amerika’da bırakılıyordu. Cemaatin yüksek dereceli imamlarından olduğu söylenen ve bu sabah tutuklanan Akdeniz Bölge Komutanı Tuğamiral Atilla Demirhan ise Mersin’de görevine devam edecekti.

Aslında darbecilerin yaptığı atama planını dikkatle inceleyen meslekten bir gözün kimin Cemaatçi olup kimin olmadığını anlaması gerçekten çocuk oyuncağı. Türk Silahlı Kuvvetler’nde şakirtlerin büyük bölümü artık iyice deşifre oldu! Ama Genel Kurmay Başkanlığı bugüne kadar defalarca bu konuyu yazdığımız ve anımsattığımız halde neredeydi?

Saygılar sunarım

TÜRKER ERTÜRK

Türker Ertürk; ‘Erdoğan Kemalizm’e Teslim oldu’ maksatlı değerlendirmesi

HAYIR, KEMALİZM’E TESLİM OLMADI
“Erdoğan, Kemalizm’e teslim oldu” yanlış, fahiş hatalı ve biraz da maksatlı bir değerlendirmedir. Kemalizm; yaşadığımız topraklarda, 15. ve 18. yüzyıllar arasında Avrupa‘da yaşanan Rönesans‘ın, reformun, hümanizmanın, Aydınlanmanın, Fransız İhtilali’nin ve endüstri devriminin adıdır. Batı’yı Batı yapan ve gelişmiş kılan; bu gelişim ve evrimdir. Bugün dünyanın neresine bakarsanız bakınız, tüm gelişmiş ve çağdaş devletler ve toplumlar; bu gelişimin sonuçlarını anlayan, yaygınlaştıran ve içselleştirenlerdir.
Bu gelişimin, üzerinde bulunduğumuz coğrafyada somutlaşma, kavrama ve içselleştirme şekli; Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimleridir. Amaç; bilim egemen kafalı ve eleştirel akla sahip çağdaş ve üretken bir toplumun yaratılmasıdır.

Tabii ki Erdoğan, bunlara karşıdır; bu noktaya geldiği ve teslim olduğu doğru değildir. Erdoğan liderliğinde AKP iktidarları, “Siyasal İslamcı” ideolojiye inanmaktadırlar ve “Yeni Osmanlıcı” hayale sahiptirler. Bugüne kadar, bu rotada ilerlemişlerdir.  Bu rota; Çağdaş Uygarlık Rotasının 180 derece zıttıdır!

Zorluklar nedeniyle; zaman zaman, bir o yana bir bu yana savruluyor olmaları demek, Kemalizm‘e teslim oldukları anlamına gelmez. Yanlış saat bile, günde iki kere doğruyu gösterir. Yanlış saatin doğruyu gösterdiği an, doğruya geldiği anlamına gelmez.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Amerika,Türkiye’de bir ‘Veziristan’ kurduruyor

TÜRKİYE DEMOGRAFİSİ TEHDİT ALTINDA

Türkiye; Recep Tayyip Erdoğan’a hem içte hem dışta duyulan derin nefret, akıllara zarar yolsuzlukları, patlayan bombalar, Güneydoğu’da hiç bitmeyen savaş, köşe başlarında başıboş dolaşan İslamcı terör örgütü mensupları, her yerde Suriyeli sığınmacılar, Kafkasya ve Orta Asya göçmenleri, her türden savaş ve darbe senaryoları ve yeni çıkış arayışları,

Buna mukabil Erdoğan’ın mütemadiyen yükselen paranoyasının ürettiği iç savaş dahil türlü felaket senaryosuyla kuşatılmış bulunuyor.

Bu gerici ve karanlık çağda,Türkiye’nin kuşatılmasında her tür komplo siyasetin ayrılmaz bir parçası haline gelmiştir.

Kimse bir diğerine önşartsız güvenmiyor…

*

Efendim, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Başbakan B.Yıldırım ve yakın çevrelerine ilişkin dolaşımdaki  haberler,

Hakan Fidan’ın ABD ile pazarlığı bitirdiği ve elindeki dosyaları çoktan teslim ettiğine ilişkin söylentiler,

Genelkurmay Başkanı Org. Akar’ın Fethullahçıların ajanı olduğu ve darbe için fırsat kolladığı,

AKP içindeki operasyondan sonra oluşturulan kabinede dahi Erdoğan’ın kuyusunu kazan bakanların bulunduğu gibi bilgiler;

Buna karşın Erdoğan’ın kitlelerden daha çok komplolara karşı önlem alması,

Bu badirelerden kurtulmak düşüncesiyle kendisi için kurduğu bir güvenlik teşkilatının başrolde olduğu iç savaş senaryolarının üretildiği,

Bu kuşatılmışlıkta kitlelerin sokağa çıkamayışı ve siyasetlerinin belirsizleşmesi,

Siyasetin dar bir alana sıkışmasıyla her türlü senaryo için hazırlık yapıldığı ihtimal dahilinde olan bir süreç yaşanıyor…

*

Erdoğan; bir taraftan ABD’nin bir dönem Pakistan’a verdiği rolü Türkiye’ye uyguluyor.

İktidarı boyunca İsrail karşıtı direniş hattının ön cephesinin düşürülmesi, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, enerji koridorlarının kontrolü, bölgede ABD’nin siyasi hegemonyası ve İsrail’in itikadi hedefleri doğrultusunda özellikle Suriye odağından genişleyen stratejilerin uygulanmasında Türkiye’yi kullanmıştır.

Şimdi,Türkiye’de tıpkı Pakistan gibi mezhebi hassasiyetleri kullanarak;

İktidarı sırasında Talibanların, Afganistan’ın güneydoğusu ve Pakistan’ın kuzeydoğusunda Peştun’da oluşturduğu Veziristan gibi devasa bir istikrarsız bölgeyi,

Çoğu Amerikan pasaportlu Çeçen, Gürcü, Suudi, Mısırlı, Sincan Özerk Bölgeli,Türk ve Avrupa’nın hemen her ülkesinden İŞİD mensubu teröristlerin Hatay, Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgede yeni bir Veziristan kurmalarına göz yumuyor.

*

Erdoğan bir taraftan da ziyadesiyle kendi iktidarı sırasında devletin ulus bağlantısından koparılan,

Merkeziyetçi yönetime karşı çıkan HDP çatısı altında tüm kitle örgütlerinde ve yerel yönetimlerden en ücradaki evlerde kadar örgütlenen,

Seçimle işbaşına gelinmiş Diyarbakır, Mardin, Van gibi  büyükşehirlerde etnik, kültürel  faktörler altında kendi yönetim biçimini bizzat belirleyen Demokratik Özerklik inşasında bulunan milyonlarca Kürt vatandaşı terörle mücadele adına yaşadıkları köyleri, beldeleri ya da kentleri başlarına yıkarak ıslaha yönelmiştir.

*

Esasen bu noktada, Fransa’nın Türkiye’de terörü sınırlandırmak ve Suriye’de  Kürdistan kurulması için hazırladığı bir program işletiliyor.

Paris ve Ankara, Türkiye’deki PKK’nın Kürtlerini Suriye’ye sürmek üzere yeni bir Devlet kurmak konusunda anlaşmıştır…

Nitekim Suriye’de siyasi çözümsüzlük sürer ve toprakların bölünmüşlüğü kalıcı hale gelirken,Suriye’de bir Kürdistan kurup buraya Türkiye’deki Kürtleri sürmek stratejisi çalıştırılıyor.

Fransa, geçmişte bulunduğu bu bölgeyi şimdi kendi geleceği için öngörürken,Erdoğan’a bağlı Türk Ordusu ve Polis güçleri PKK’lı Kürtlere karşı  yoğun operasyonlar yürütüyor.

Türkiye’deki Kürtler kıskaca alınıyor, birçok köy yok edilmiş, birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlanmıştır.

Kürtler ve Suriye tarafında yaşayan Özgür Suriye Ordusu’nu oluşturan Sünni Araplar takas ediliyor.

Türkiye’de Kürtlerin boşaltığı yerleşimler, zaten çoğu “Sığınmacı Kamplarında” yaşayan ve  Suriyeli cihatçılardan yana olduğunu düşünülen Suriyeli Sünni Arap sığınmacılara vatandaşlık garantisiyle armağan ediliyor.

Suriye’de birçok Türk köyüne de Kürtler yerleştiriliyor.

*

Diğer taraftan yeni bir iskân ve istihdam politikası geliştirmek öngörüsüyle,

Adige adı altında toplanan ve Türkiye’nin her yerinde 650 kasaba,köy ve mezrada yaşayan, nufusu 2.5-3 milyon olduğu düşünülen Çerkes,Çeçen,Sabsuğlar,Ubıhlar, Kabartaylar,Abhazlar, Kemguey,Bjeduğ, Besleneyler,

Dağıstanlılardan Avarlar,Ma’urular,Dargilerin ve Kürtleşmiş Oset gruplarının,

Şimdi Ahıska Türklerinin de bu politika çerçevesinde yeni yerleşimlere tabi tutulacağı söyleniyor.

*

Türkiye demografisi, etnik temizlik ve mezhepsel politikalarla  kırılıyor.

1925 Şubat’ındaki Şeyh Sait İsyanı’ndan bir süre sonra Eylül’de uygulanan “Şark Islahat Plânı” yaklaşık 100 yıl sonra güncelleniyor…

*

Ancak şu nüansa dikkat etmek gerekiyor.

1877-1878 Osmanlı Rus-Savaşı ve I.Dünya Savaşı’nda kısmen yaşanan Rus işgali Kürtlerin Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtılmasına zemin hazırlamış,

  1. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi sonrasında doğu vilayetlerinin Fransız ve İngiliz işgali altına girmesi ve bölgede yaşayan Kürtlere müstakil bir devlet vaat etmeleri, bazı aşiretlerin bu uğurda mücadeleye girmelerini teşvik etmişti.

1921’te Doğu’daki Koçgiri İsyanı, Millî Mücadele’yi (1919-1923) yürüten kadroların bu sorunla ilk ciddi münasebeti oldu.

Mustafa Kemal Paşa, 16 Ocak 1923 tarihinde İzmit’te yaptığı basın toplantısında,

“Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur. Bu iki unsur, bütün menfaatlerini ve kaderlerini birleştirmişlerdir. Yani o­nlar bilirler ki, bu ortak bir şeydir.Ayrı bir sınır çizmeye kalkışmak doğru olmaz” açıklaması doğrultusunda;

1925 Şubat’ında  Şeyh Sait ayaklanması ile birlikte bölgede olağanüstü hal uygulaması başlatıldı ve Eylül’de “Şark Islahat Plânı”, 1934’te “Mecburi İskân Kanunu” uygulanmaya başlandı.

*

Özellikle Mecburi İskân Kanunu 11-A ve 13/3 maddeleri;

“Madde 11-A: Anadili Türkçe olmayanlardan toplu olmak üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir mahalleyi, bir işi veya bir sanatı kendi soydaşlarına inhisar ettirmeleri yasaktır.

Madde 13/3: Türk ırkından olmayanların serpiştirme suretiyle köylere ve ayrı mahalle veya küme teşkil edemeyecek şekilde kasaba veya şehirlere iskânları mecburidir”  biçimindeydi.

Bu ifadeler “bugünün şartlarında” açıkça Kürtlerin, büyük nüfus içinde dağıtılarak asimile edilmeleri için etnik temizliğe uğratılmayı amaçlayan hükümler olarak tanımlanıyor ki; Uluslararası Soykırım Hukuku kapsamındadır.

*

Bu çerçevede partisinin grup toplantısında HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Şırnak’ta sağlam kalan binaların da yıkıldığını söylüyor.

“Erdoğan iktidarı kaybetme riski gördüğünde İzmir’i ve İstanbul’u ateşe verir. Ama alay ettiğin millet sarayını başına yıkar da neye uğradığına şaşırırsın”diyor.

Allah için hiçbir karizması, rasyonel bir düşüncesi ve ağırlığı olmayan YCHP Genel Başkanı K.Kılıçdaroğlu ise Suriyelilere verilecek vatandaşlık için referandum yapılmasını istiyor.

“Yahu, neden”diye sorulduğunda ise Erdoğan’ın siber gücünü unutmuş gibidir, partisinin yüzde 15-20’lik oy potansiyeli üzerinden “Referanduma cesaret edemezler” diye irrasyonel bir tutum gösteriyor.

Sevsinler onu ama her daim gözümüze soktuğu o parmakları yok mu, ciddi ciddi babalanma modlarına giriyor!

*

Hey Allah’ım!

Türkiye’nin Kürtlere  etnik temizlikten ve cihatçı dostlar oldukları düşünülen çoğu “Sığınmacı Kamplarında” yaşayan Suriyeli Sünni Araplara vatandaşlık vermekten uzak durması gerekiyor.

Recep Tayyip Erdoğan çok kötü bir miras bırakıyor…

15.7.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR