Türker Ertürk; Genel Kurmay Başkanını uyardım. Bana Orduevine girme yasağı koydular.

KAZAN-KAZAN-KAZAN

Cemaati taşeron olarak kullanarak, darbeyi sahneye koyan “Üst Akıl” açsından, şu üç sonucun oluşabileceği değerlendirilmişti;

Darbenin başarılı olması,

Darbenin kısmen başarılı olması,

Darbenin başarısız olması.

Bu üç durumun da kendi plan ve hedeflerine hizmet edeceklerini görmüşler, o nedenle Cemaatin tetiğe basması için arkadan ittirmişlerdi. Emperyalizme taşeronluk yapmak, gücü nedeniyle onu kullandığını sanmak, büyük bir gafletti. Zamanı gelince harcanacaklarını bilmeleri ve öngörmeleri lazımdı!

Hakkımızda Neler Kurgulamışlar?

Darbenin başarılı olması halinde; Türkiye’nin çağdaş dünyada ötekileşmesi, ekonomisinin iyice bozulması, bölücü ve radikal İslami terörün artması, TSK’da kendilerinden olmayanlara karşı yapacakları büyük çaplı tasfiye operasyonu nedeniyle TSK’nın çok zayıflaması ve ülkemiz de dahil bölgemizde gerçekleştirilmeye çalışılan emperyalist girişimlere karşı devre dışı kalmamız mümkün olacaktı.

Darbenin kısmen başarılı olması halinde, darbeciler Ankara’yı, Genelkurmay’ı ve Kuvvet Komutanlıklarını ele geçirmiş olsa bile; Türk Silahlı Kuvvetleri bu iradeyi kabullenmeyecek, karşılıklı çatışmalar başlayacak, terör bu durumdan istifadeyle kontrolden çıkacak ve Türkiye bir iç savaşa evirilecekti.

Darbenin başarısız olması halinde ise; Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki iktidar hızla radikalleşecek, otoriterleşecek, Cemaate yönelik darbeci soruşturmalar tüm muhaliflere yönelik cadı avına dönecek ve bu durum TSK ve bürokrasiyi zayıflatacaktı. Ayrıca; gelişmeler toplumu keskin çizgilerle kamplaştıracak, bölücü ve radikal İslami terörü azdıracak, durum iç savaşa evirilecek ve Türkiye’nin Batı’dan kopmasına ve NATO’dan çıkarılmasına neden olacaktı.

Küresel Emperyalizm

 Yani; her durumda küresel emperyalizmin üst aklı kazanacaktı. “Kazan, kazan, kazan” oynamışlardı.  Şunun da altını çizelim; Amerika demek, küresel emperyalizm demek değildi! Amerika ve onun devlet mekanizması; küresel emperyalizmin zaman zaman tamamen, zaman zaman kısmen kullandığı, kullanmaya çalıştığı ve manipüle ettiği yapılardan sadece biriydi, ama en güçlüsüydü.

Küresel ana akım medya; 2016’nın başlarından itibaren, yaklaşık olarak altı ay boyunca Türkiye’de darbe olacağını yazdı. Sonunda darbe girişimi oldu! Şimdi de Türkiye’de iç savaş çıkacak diyorlar. Ne diyorsunuz, yoksa bir şey mi biliyorlar?

Uyardım, Karşılığında Ceza Aldım

Başımıza bugün gelen bu felaketi engellemek için yapılması gereken; darbe girişimini önlemekti! Milli İstihbarat Teşkilatımız bunu yapamadı veya yapmadı. Ayrıca Cemaatin Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki kumpas operasyonlarının hedefi olmuş Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi; bu operasyonların silahşörleri olan Cemaatin kendi içindeki uzantılarını, özellikle General ve Amiral rütbesinde olanlarını temizlemeliydi. Ben bunları yazdım, uluorta anlattım, hatta görevdeki bazı komutanlarımı uyardım. Karşılığında ise bana karşı düşmanlık gördüm. Zamanın Genel Kurmay Başkanı olan Necdet Özel, bu nedenle bana “Orduevlerine girememe” cezası verdi.

Tabii ki Necdet Özel, Cemaatçi ve darbeci değil ama; darbe girişiminin yapılabilmesinde ve akan kardeş kanında yaşamsal derecede hatası ve günahı vardır. Bir komutan; yapılanlardan, yapılmayanlardan ve yapılamayanlardan sorumludur.

Cemaati Kolladılar, Korudular!

Ya 14 yıldır ülkemizi yöneten veya daha doğru bir deyişle, yönetilemez ve savunulamaz hale getiren AKP İktidarlarının darbedeki sorumluluklarına ne demeli! Bugün silahlı terör örgütü olduğunu söyledikleri Cemaati; iktidara geldikleri ilk günden itibaren kolladılar, korudular, hatta Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan kumpasın içinde Cemaate yardım ve yataklık ettiler, suç ortağı oldular.

AKP iktidara ilk geldiğinde, Londra Silahlı Kuvvetler ve Deniz Askeri Ataşesi idim. Kısa Başbakanlık dönemi sonrasında değişen kabinede AKP İktidarının Dışişleri Bakanı olan Abdullah Gül’ün ilk icraatı; tüm büyükelçiliklere şifreli telgraf çekip (diplomatlar mesaja telgraf der), Cemaate bulundukları ülkelerde yardım etmelerini istemek oldu! Bu, kabul edilemezdi! Telgrafı Genel Kurmay’a göndermek istiyordum. Ama Büyükelçi Akın Alptuna, nezaketlerini de bozmadan, telgrafı benden kaçırıyorlardı. Ben de; Londra Başkonsolosumuz Sanlı Topçuoğlu’ndan aldım ve Ankara’ya kurye ile gönderdim.

İstifa Ettikten Sonra Kaçmadık

 Biz; Cemaatin devletin içine sızmasına ve yapılanmasına hep karşı olduk ve mücadele ettik. Bu mücadelenin yıllar içindeki örneklerinden bazıları; 1996’da gemi komutanı olarak 6 Cemaatçi Astsubayı meslekten ihraç ederek, 2000-2003 arasında Londra’da Askeri Ataşe olarak, 2008-2010 arasında ise; ağır saldırılara maruz kaldığımız, Deniz Harp Okulu Komutanı olarak gerçekleşmiştir.

İstifa ettikten sonra da kaçmadık, mücadeleye devam ettik. 2012’de, Casusluk Davası’nda müşteki ve mağdur olmamıza rağmen, Beşiktaş’taki Özel Yetkili Mahkeme’ye gidip; “Bu işin arkasında Cemaat ve Fethullah Gülen var” diyen ve mahkeme zabıtlarına geçirten, sanırız sadece biz vardık.

Pensilvanya’ya El Öpmeye Gitmedik!

 Ayrıca 2013’de, herkesin el öpmeye, şefaat ve ikbal dilenmeye gittiği Pensilvanya’ya; biz Odatv’nin iki Barış’ı ile beraber (Barış Terkoğlu ve Barış Pehlivan), eylem koymaya ve içeri atılan aydınların ve silah arkadaşlarımızın hesabını sormaya gittik. Daha sonra, New Jersey’de panel yapıp; Gülen Hareketinin ülkemiz ve dünya barışı için ne kadar büyük bir tehdit olduğunu Amerikalıların da dahil olduğu topluluklara anlattık. Yani köşemize çekilip balık tutmak, keyfimize keyif katmak varken; risk aldık, operasyonlara, hakaret davalarına, cezalara ve düşmanlıklara göğüs gerdik ve “Aydın Sorumluluğu” içinde görevimizi yaptık.

AKP ise, Cemaati hep destekledi. Cemaatin AKP ile artan gücünü, şu şekilde izah etmek mümkün: Cemaatin, 1970’li yıllardan AKP’nin iktidara geldiği 2002’ye kadar geçen süre içinde başta TSK, Yargı ve Polis olmak üzere devletin kılcallarında elde ettiği gücü, bir birim kabul edelim.  2002’den Ergenekon ve Balyoz serisi operasyonlara kadar, bu güç iki katına çıktı. Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki kumpas operasyonlarından sonra, Cemaatin özellikle TSK’daki gücü yine iki katına çıktı. Ama bu; 2002 öncesinin gücünün dört katıydı. Şimdi soruyorum; Cemaatin darbe girişimi yapabilme durumuna gelmesinin başat sorumluluğu kime ait?

Bu ülke bizim, gidecek başka yerimiz yok. Birbirimize karşı kamplaşmaya ve düşmanlığa hiç lüzum yok. Gelecek köşe yazımda; bu durumdan çıkabilmek için ne yapılması gerekir, onu anlatmaya çalışacağım.

Saygılar sunarım

TÜRKER ERTÜRK

Ahmet Kılıçaslan Aytar; TSK nın İsrail İle Normalleşme Uyumu

 

TSK’NIN İSRAİL İLE NORMALLEŞME UYUMU

Cumhuriyet; monarşinin zıddı olması yanında  çoğunlukla demokrasi ile özdeş tanımlanıyor.

Buna göre cumhuriyet, demokratik düzenin temel prensiplerini; genel oy, temsili rejim ve kuvvetler ayrılığını içine alıyor.

Ne ki, özen gösterilmediği anda farklı siyaset felsefeleri, bilimi ve siyaset tarihi dinamikleri  cumhuriyet tanımı üzerinde görüş birliğini zedeliyor.

Ülkelerin varoluş idealleri, gelişmişlik düzeyleri ile insani vasıfları doğrultusunda farklılaşmalar oluşmaya yazıyor…

*

Bu bakımdan Türkiye’de demokratikleşme sürecinin Cumhuriyetin “Fazileti’ne” uygun işlemesi gerekiyor.

Fazilet; yöneticinin monarşideki gibi tesadüfle değil ehliyeti nedeniyle seçimle gelmesi sonucudur.

Ancak bu şartın geçerliliği halinde “yönetici” iyi bir ehliyetle demokratikleşmeye etkin olan küreselleşme dinamikleri ile iç dinamikler kombinasyonunu dengeli biçimde sağlıyor..

Bu kombinasyonun ölçüsünü ise Anayasa’da “Cumhuriyetin Nitelikleri”  belirliyor:

“Madde 1: Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

Madde 2: Türkiye Cumhuriyeti,… demokratik, lâik ve sosyal hukuk devletidir” deniliyor.

*

Bu yüzden Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) Ebedî Başkomutanı Mustafa Kemal Atatürk, “Komutanlar askerliğin görev ve gereklerini düşünür ve uygularken beyinlerini siyasi görüşlerin etkisi altında bulundurmaktan kaçınmalıdırlar” direktifi veriyor.

*

Ne ki,işte Türkiye’de eski iki ortak Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in yüce İslam dinini dünyevîleştiren cemaati ve siyaset gürûhunun;

Erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi manevi şeylerin de değerinin saptanması için pazarda ticaret konusu yapmasının sonuçlarının alındığı zaman gelip çatmıştır…

*

Türkiye’nin işbu niteliksiz siyaset dinamiğinin; bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek vardır.

Diğer ucunda ise içlerine aldıkları CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar bulunuyor…

*

Nitekim İsrail’in;

1-İsrail çevresinde güvenli bölge oluşturulması,

2-En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına dayanan  Askeri Doktrini’ne işlerlik kazandırmak üzere;

*

Tuzağa düşürülen TSK’dan Fethullah Gülen Cemaatine bağlı olduğu iddia edilen bir grup askeri personelin,

Planlandığı ilk andan itibaren başarısızlığa mahkûm, karşılarına çıkarılan paramiliter güçler yüzünden canları derdine düşecekleri, nihayet kendilerine “Hain” damgasının vurulacağı öngörülen, baştan-sona kirli ve hain darbe girişimi önlenmiştir.

*

Şimdi sivil ve askeri bürokrasiden binlerce muhalif tasfiye ediliyor.

TSK kredisini tüketmiş, bir kısım vatandaş askerin güç kaybından endişe duyuyor.

*

Yok,hayır! Hainlerin asker ocağında yeri yoktur ama aslında Silahlı Kuvvetler’in dünyanın en gelişmiş ve deneyimli  birkaç ordusundan biri olduğu,

Kara kuvvetlerinin bir alarm sonrasında  bir kolorduyu ortak bir harekete ya da beş-altı taburluk bir kuvveti gece-gündüz yüzlerce kilometre öteye kısa sürede intikal ettirebildiği,

Hava kuvvetlerinin muharebe alanında tanker uçakları ve elektronik yeteneğiyle her hava koşulunda gece-gündüz uzun uçuşlar yapabildiği,

Deniz kuvvetlerinin evindeyken rakibi karşılama gücünde olduğuna dayılı efsanenin sonu yaşanıyor.

*

Çok hazin! Çünkü bugün askerlikte usta savaşçı girdiği her savaşı kazanana değil en büyük zaferi savaşmadan kazanana deniyor.

Çok yüksek ekonomiler, teknolojiler ardından savaşlar artık bir kahramanlık konusu olmaktan çıkıp farklı boyutlara taşınmıştır.

Yeni tehditler savaşan tarafların düzenli ordular olmasını gerektirmiyor ve  zayıfın galibiyetine de fırsat veriyor.

Ama çatışan taraflardan zayıf olan güçlü olana asimetrik yaklaşımla üstün olanın zayıflıklarından yararlanmaya yönelik beklenmeyen, önlenemeyen yöntemler kullanabiliyor.

Bu konseptte, çatışan taraflara mutlaka çatışmanın gidişatını büyük oranda etkileyen bir dış destek gerekiyor.

Askeri gücün geliştirilmesi, uluslararası siyasette güç sağlamak, uzman personel,silah- ekipman ve lojistiği, istihbarat gibi çatışmanın kaderini etkileyecek önemde imkânlar dış destekle sağlanıyor.

Bu yüzden, bir noktaya kadar TSK’nın NATO’ya ihtiyaç duyması makûl kabul edilebiliyor.

*

Ancak silahlı kuvvetler teknolojik ilerlemelerin önce kendisine yansıması nedeniyle toplumların dönüşümünde  öncü roldedir.

Öncülük silahlı kuvvetlerin toplumun yaşam güvenliğindeki sorumluluğundan ve bu sorumluluğuna dair oluşturduğu güven ve itimattan besleniyor.

Yüksek teknolojiler Matematik, Fizik, Kimya, Biyoloji ana bilimlerinden hareketle yakıt, metal, optik, elektrik, elektronik, bilgi ve iletişim vd. teknolojilerden, istihdamı ise akıl ve bilgiden gelişiyor.

Bu teknolojiler sadece orduların değil ülkelerin gelişmişlik düzeyini de belirliyor.

Yazık ki, TSK yüksek teknoloji alıcısıdır, o yüzden yıllardır Türk ordusuna özgün askeri strateji ve taktik gelişimini sağlayamıyor.

Giderek ulusal hasletleri kaybetmiş, uzun süredir Türkiye’nin dönüşümünde öncü rolde bulunmuyor…

Ya? ABD patronajında darbe,darbe,darbe derken itibarı yerlerde sürünür olmuştur.

*

Halbuki 60’dan fazla ülke, yörüngedeki uydularıyla Siber Uzay’ı paylaşmaktadır.

Bu, ülkelerin sahip oldukları uyduların vasıfları ve ulusal e-devlet güçleriyle doğru orantıda kara, hava, denizden sonra bir askeri harekât alanının daha oluşturulduğu anlamına geliyor.

Siber uzay diğer çatışma alanlarından farklı olarak ulusal güç unsurlarının herbiri üzerinde kesin bir etkinlik sağlıyor…

*

ABD Uluslararası Siber Uzay Stratejisi’nde siber saldırıyı askeri saldırıyla aynı seviyede tutuyor.

“Bize zararlı yazılım gönderdiğini, sanal saldırı düzenlediğini tesbit ettiğimiz ülkeyi bombalarız”  tehditi dile getiriliyor…

Ya da ABD’nin Askeri Stratejisini “Nerede ve ne zaman olursa olsun küresel olaylara karşılık verme yeteneği düşmanlarla savaşıp savaşmamaya değil, bunun nasıl yapılacağı ile ilgilidir” düşüncesi belirliyor…

 

*

Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un, bir tarihte Gaziantep’te düzenlenen “Atatürk ve Cumhuriyet” konulu söyleşisindeki,

” PKK’nın sadece Medya Savunma Alanlarına yönelik savaş uçağı ile 11 bin 340,  63 bin tank, roketatar ve havan topu bataryası kullanıldı.

450 milyar dolara mal olan sınır ötesi operasyonlara sınırlarımız içinde yapılan operasyonlar da eklendiğinde ortaya korkunç bir rakam çıkacaktır.

Tüm bunlara rağmen PKK, halâ ciddi bir tehdit ve silahlı olarak karşımızda duruyor” açıklaması,

TSK’nın askeri yeterliliğini ve öncülük yeteneğini göz önüne sermeye yetiyor…

*

Nitekim TSK bir süreden beri, ABD/NATO’nun Baltik Denizi’nden Karadeniz’e, Kafkaslara, Basra Körfezi ve Akdeniz bölgelerine yayılmasına destek veriyor.

Bu kalemden olmak üzere NATO’nun “Çok Yüksek Hazırlık Seviyesinde Müşterek Görev Kuvveti”nde öncü ve saldırgan güc görevi üstlenilmiştir.

AB’ye üye ülkelerden oluşturulan ve 60 bin  yüksek vuruş tekniğine sahip  askerden oluşan ve NATO imkanlarını kullanan fakat Kıbrıs Rumlarının vetosu nedeniyle üyesi olunamayan Avrupa Ordusuna TSK hizmet ediyor.

*

TSK, yurt dışındaki ilk büyük üssünü Katar’da kurmuştur.

Tugay seviyesindeki bu askeri üste kara, hava ve özel kuvvetler komutanlığından birlikler konuşlandırılacaktır…

Ya da Deniz Kuvvetleri, 15 km/h hızda satıhtaki seyri esnasında 14 bin 800 km. mesafede bir vuruşta her noktayı vurabilir denizaltılar kullanıyor.

Uçak gemisi almak planlanıyor.

Ya da TSK kadrolarında süreklilik arz eden ve konusunda uzmanlaşmış bir personelle yürütülmesinde zorunluluk bulunan askeri, hukuki, teknik, sağlık, mali ve idari alanlarda yetki ve sorumluluk isteyen işleri kapsamak üzere kurum içinden veya naklen “istisnai memur” atanmasına yol açılmıştır.

*

 

Bu çerçevede TSK; konvansiyonel kuvvet ve harekât yöntemleri ile siber savunmayı içeren, geleneksel olmayan kuvvet ve yöntemlerin kullanıldığı yeni savaş stratejisinde güvenilir bir müttefik olarak NATO’yu her yönüyle bellemiştir.

NATO kumandası  ve bayrağı altında  Mağrip’ten Maşrık’a her göreve hazırdır.

Herşeyin bir program kapsamında ve eşgüdümde olması kaydıyla ülke nüfusunun içine profesyonel, askeri- istihbarat uzmanlarını  sokmuş, kitlelerin örgütlenmesi, silahlandırılması ve harekete geçirilimesinde işbirliğine girmiştir.

Bunun için güçlü ve yaygın bir enformasyon, dezenformasyon, propaganda kampanyası yürütüyor ama ulusal hasletlerinden koparılan ödünlere ses bile çıkaramıyor…

*

TSK ulusal caydırıcılık amacını çatışma ile düşmanın gücünden sakınmak, fakat düşmanın hızlı ve saldırgan biçimde zayıflıklarını ortaya çıkararak en fazla zarar verecek yerinden vurmak, fiziki ve moral olarak etkisizleştirmek ve yıkmak esasına dayanan,”Pre-emptive Strike” denilen tehdit önleyici darbe doktrinini ya da Türkçesi ” O saldırmadan sen saldır” stratejisini NATO komutasına devretmiştir.

Karşılığında Türkiye’ye düşen şey pahalı olan sistemler  ve işletimleri için  NATO’ya durmaksızın bol para akıtmaktır.

*

Bu suretle iktidar, ülke çıkarları hilâfına İsrail Askeri Doktrinin işlemesine meydan veriyor.

Sıra Anadolu topraklarında iskân edilecek Kafkasya göçmenleri, Özgür Suriye Ordusu mensupları ve taraftarları Sünni Suriyeli Araplar, Irak-Şam İslam Devleti(IŞİD) ve diğeri terör örgütleri mensupları üzerinden,

Cumhuriyet rejimini son dişlisine kadar yıpratmak, özgürlükçü lâiklik niteliği ile İslam Halifeliğinin kurulmasına geliyor.

Bu niteliği ile NATO komutasında  sancağı düşmüş ordusuyla bir devletin, merkezinde İsrail’in bulunduğu Şii dünyası ile Sünni Arap dünyası arasında siyasi denge merkezi olması öngörülüyor.

*

El İnsaf, Ey Peygamber Ocağı TSK’nın  Genelkurmay Başkanları !

Bakınız Kurân-ı-Kerîm, Enfâl Süresi 60′ ta “Düşmanlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihad için bağlanıp beslenen atlar hazırlayın, onunla Allah’ın düşmanının, sizin düşmanınızı ve onlardan başka sizin bilmediğiniz, Allah’ın bildiği düşmanları korkutursunuz. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ödenir, siz haksızlığa uğratılmazsınız” diyor…

21.7.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

İlayda Nijhar; ‘Brexit faturasını gençliğe ödetiyorlar’

         Kilise Anti-Jeremy kampanyaya katıldı

            Jeremy’e Linç kampanyasını püskürtürüz

İngiltere İşçi Partisi Lideri Jeremy Corbyn’e karşı yürütülen siyasi linç kampanyası liderlik için başlatılan seçim nedeni ile hız kazandı. Hükümetteki Muhafazakar Parti desteği ile hareket eden İşçi Partili Jeremy Karşıtı kampanya bazı bölgelerde Belediye lerin desteğiyle doğrudan Parti düşmanı bir karakter kazandı. Geçtiğimiz hafta yapılan  Trident Nükleer Füzeleri hakkındaki Parlamento oylamasında, Hükümet ile birlikte oy kullanarak İşçi Partisinin en temel politikalarından biri olan Anti-Nükleer prensibe ihanet eden İşçi Partisi’nin Blairci-NeoLiberal muhalefeti bölgelerde de Belediye ve Muhafazakar çevrelerin desteğiyle İşçi Partisi karşıtı faaliyetini sürdürüyor.

19 Temmuz Günü Batı Londra’daki Ealing bölgesinde Başikan Jeremy Corbyn’i desteklemek için düzenlenen ‘ Unite’ mitingine İşçi Partisinin kontrolündeki Belediye binasında yer verilmedi. Düzenleyiciler’in Ealing’deki St. Mathews Kilisesi salonunda toplanmak için yaptıkları başvuru kabul edilmesine karşın, Partinin neoliberal Milletvekillerinin yaptığı baskı üzerine son anda Kilise yönetimi tarafından iptal edildi. Bunun üzerine gelen Jeremy Corbyn taraftarı İşçi Partililer Kilisenin karşısında bulunan Ealing Common parkında yaptıkları açık hava mitingi ile ‘Unite’ çağrısını sürdürdüler. Bir gurup İşçi Partili taraftarın Kilise önünde toplanarak protesto ettiği Kilise yönetiminin, bölgedeki Ealing Belediyesi ve İşçi Partisi’nin Liberal milletvekillerinin baskı ve talimatıyla hareket ederek partiyi tasfiye etmeye çalışan neo liberal politikaya destek olduğu belirtildi.

   Yazarımız İlayda Nijhar , Genç İşçi Partililer adına konuştu

19 Temmuz günü Ealing’de St. Mathew’s kilisesinde yapılacağı ilan edilen ‘Birleşin’ mitingi, Kilise yönetiminin  son anda kapıları kapatarak toplantıyı baltalamasına karşın, gelen İşçi Partililerin kiilisenin karşısında buunan Ealing Common parkında toplanmasıyla gerçekleştirildi. Başkan Jeremy Corbyn’i ve İşçi Partisinin birliğini savunan sendikalar,gençlik önderleri ve yerel üyelerin katıldığı açık hava mitinginde gazetemiz ‘LondraPosta’nın yazarı İlayda Nijhar ‘Genç İşçi Partililer’ adına bir konuşma yaptı.  Öğrenci hareketlerin yükselen değerlerinden İlayda Nijhar, yaptığı konuşmada ‘İşçi Partisi’ne üye olduktan sonra genç öğrenci hareketinin bu parti içinde ve seçimlerde giderek büyük bir önem kazandığını gördüğünü’ söyledi. Brexit referandumu ve sonucunun Toplumda büyük bir bölünme yarattığını kaydeden İlayda Nijhar, 18-24 yaş arasındaki gençliğin Brexit referandumunda % 73 oranında AB içinde kalma lehinde oy kullandığını ancak şimdi ortaya çıkan işçi,halk ve yabancı düşmanı politikalarının faturasını ödemek zorunda kaldığını belirtti.  İşçi Partisi’nin bu zor dönemde halka önderlik edebilecek tek siyasi parti olduğunu ve işte bu nedenle her yönden saldırıya uğradığına dikkat çeken İlayda Nijhar, partilileri geçtiğimiz yıl % 60 oyla Başkanlığa seçilen Jeremy Corbyn’in arkasında birleşmeye çağırdı.

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

Dr. Nurullah Aydın; Despotizm,Demokrasi ve Hukuk Devleti

 

Nurullah AYDIN

20 Temmuz 2016-ANKARA

DESPOTİZM, DEMOKRASİ VE HUKUK DEVLETİ

Kavramlar, anlamlar, savunanlar, tepki gösterenler, karşı çıkanlar. Çıkar ve etkinlik mücadelesinde kullanılan zihinleri etkilemek amaçlı üretilen sözcükler.

Kavramlar anlam taşır. Anlamı dışında algılanması ve uygulanması halinde zihinler karışır. Çatışmacı ortam doğar. Bu kavramların başında insanoğlunun farklı din dil ırk renk cins ayrımcılığını, despotizmi ortadan kaldırmak için vardığı benimsediği ve uygulamaya çalıştığı Anayasa, hukuk devleti, insan hakları, özgürlükler, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, ticaret serbestisi  ve işleyeceği sistem olarak da demokrasi gelir.

Hukuk devleti mi, yargı bağımsızlığı mı, siyasi irade çoğunluk despotizmi mi var tartışmaları yapılıyor.

Yandaş veya karşıt algısı; hukuk kurallarının uygulanmasında en büyük handikaptır.

İnsanlar; farklılıkların eşitsizlik doğurduğunu, gücü elinde olanın ayrıcalıklı olduğu, keyfiliğin haklardan yararlanmada düzensizlik meydana getirdiği endişesi içindedir.

İnsanlar; bazı insanların bazılarından daha ayrıcalıklı olmasını önlemek için de hukuk kurallarını, adil yargılamayı, kanun önünde eşitliği, masumiyet ilkesini, suçsuz ceza olmaz ilkesi benimsemiştir. Bunun sonucu olarak hukuk devleti kavramını benimseyerek, anayasa ve yasalarla siyasi iktidarın, sermaye sahiplerinin halk yığınlarını istismarını önlemeye çalışmışlardır.

Çağın gereği; anayasal devlet, hukuk devletidir.

Demokrasi; ayrıcalıkların olmadığı herkesin eşit olduğu hukuk devleti varsa anlamlı sistemdir.

Demokrasi; yöneticilerin halk tarafından belli süreyle seçmesi ve değiştirebilmesi iken, Hukuk devleti; kişi sınıf ve zümre ayrımcılığının olmadığı herkesin her vatandaşın doğuştan eşit haklara sahip olduğu temeline dayanır. Bunun içinde kuvvetler ayrılığı anlayışı ile yargı bağımsızlığı esas alınmıştır.

Tarih boyunca; yargıyı istediği gibi kullanan siyasi iktidar, her zaman hukukta muhaliflere adalet hakkı tanımadan yeni haksızlıklar yaratmıştır.  Ne adına? Din adına, ideoloji adına haksızlıklar yapılmıştır, yapılmaktadır.

Gücün hukukunun olduğu yerde despotizm vardır.

Hukuk başka şeydir, yasa çıkartmak başka şeydir. Hukuk, yasayı belirler. Yasa, hukuku belirlemez. Bir yasa çıkarıldığında bu hukuk olmaz, yasal düzenleme olur.

Genel olarak gözlenen; siyasi iktidarın yargı gücünü de kullandığı, bunun için yasal düzenlemeler yaparak yargı erkini emrine aldığı şeklindedir.

Yürütmeye verilen yetkiler; normal, olağan bir hukukun çok üstündedir. Bu yetkilerle; hukukun temel ilkeleriyle bağdaşmayan düzenlemelere gidilmiştir.

Türkiye’de siyasi iktidar gücü; hukuk devleti değil yasa devleti olmayı tercih etmiştir.

Mahkemelerde olması gereken yetkiler; hukukun temel ilkelerine dayanmalıdır.

Bunlar; -suçsuzluk karinesi ilkesi -kuşkudan sanık yararlanır ilkesi -silahların eşitliği ilkesi -adil yargılanma ilkesidir

Hukuk devletinde; kimseye olağanüstü, hukukun olması gerektiğini söylediğinin dışında yetkiler verilemez. Verildiğinde başka güç merkezleri oluşur, hukuk ortadan kalkar.

Yasalar; hukukun hizmetinde olmalı. Hukuku kimse kullanmamalı. Sonuçta yasal bir düzenleme yaparsınız ama bu hukuka uygun olmaz,

Hukukun amacı; düzeni ve adaleti sağlamak demektir. Adalet, yasanın emrine girmişse o zaman görünüşte bir adalet vardır. Hukukla ilgisi olmaz, görünüşte hukuktur.

Hiç kimseye, olağanüstü, hukukun olması gerektiğini söylediğinin dışında, yetkiler verilmemelidir. Verilirse, hukuk ortadan kaldırılmış olur.   Korkarak, ürkerek, duygusallığa kapılarak hukuk oluşturulmamalıdır. Yasa çıkarırsınız ama artık o hukuk değildir, iktidar gücünün korku aracıdır.

Yaşanan ve yaşatılan sıkıntılar, toplumda hemen herkesi rahatsız edici bir boyuta gelmiştir.

Keyfi yandaşı koruma ve kollama, muhalifi sindirme susturma, hak almadan mahrum etme anlayışı; adalet sistemini, yargı sistemini bunaltmış, yargıya olan güveni sarsmıştır.

Oysa yargı; güçsüzlerin sığınacağı limandır. Hak arayan ya da haksızlığa uğrayan insanlar, adaletin tarafsız ve yansız sağlanması ile rahatlamalıdır.   Uygulamalardan ve sıkıntılardan ders alınmalıdır.

Günün Sözü: Güçlünün güçsüze yapacağı en büyük kötülük, adalet adına adaletsizlik yapmasıdır.

ADD; Atatürkçü Düşünce Derneği Sivil Darbelere de karşıdır

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ / KAMUOYUNA DUYURU

Türkiye Muz Cumhuriyeti Olmayacak: CUMHURİYET DEĞERLERİNDEN UZAKLAŞMANIN BEDELİNİ ÖDÜYORUZ

Tarih Temmuz 17, 2016

15 Temmuz 2016 gecesi, Türk Silahlı Kuvvetleri içinde yuvalanan bir grup Fethullahçı asker tarafından yapıldığı iddia edilen dış destekli darbe girişimiyle ilgili olarak, aşağıdaki konuların kamuoyuyla ve örgütümüzle paylaşılmasında yarar görülmüştür.

Demokrasiyi her tür karşıt güce karşı savunmak, Atatürk’ün kurduğu tam bağımsız, laik, demokratik cumhuriyete sahip çıkmak hepimizin birinci görevidir. Bu anlamda, demokrasiyle bağdaşmayan her türlü girişime karşı olduğumuzu belirtiyoruz.

Başta Atatürk’ün kan pahasına kurduğu TBMM olmak üzere, kamu kurumlarının bombalanması, masum insanların ölmesi ya da yaralanması, ordumuzun zaaf içinde gösterilmeye çalışılması, emniyet güçlerinin karşı karşıya getirilmesi, başkentin ve İstanbul’un gece boyunca şiddeti yaşaması kabul edilemez olaylardır. Böyle bir olayın dış destek olmadan yapılamayacağı gerçeğiyle, ülkemizin uluslararası alanda  dostunu düşmanını yeniden tanımlaması gerekecektir.

15 Temmuz  gecesi yaşanan korkunç olaylardan, başta Cumhurbaşkanı RTE olmak üzere tüm hükümet üyeleri ders çıkarmalı, bu noktaya gelişteki sorumluluklarını kabul etmelidir. “Ne istediler de vermedik” sözü bir gerçeğin itirafıdır.

Olayları sebepleri açısından incelerken  “siyasi iktidarın sorumluluğu” boyutuyla ele almak zorundayız.

AKP iktidarı boyunca Yüksek Askeri Şura toplantılarında “irticai faaliyetlerde bulunduğu” tespit edilen subayların tasfiyesi engellenmiştir.

Daha da kötüsü; iktidarın yabancı istihbarat örgütleri ve Fethullahçı yapı ile birlikte el ele sürdürdüğü Ergenekon-Balyoz operasyonlarıyla yüzlerce yurtsever subay tasfiye edilerek, Ordumuz içinde Atatürk Devrimlerine ve demokrasiye bağlı subaylarımızın varlığı ile dengeler alt üst edilmiş, devrimci uyanıklık örselenmiştir.

Yargı bu tabloyu destekleyecek cemaatçi unsurlarla doldurulmuştur.

İşte yaratılan bu başıboşluk ve çivisi çıkmış devlet düzeniyle; vatansız, vicdansız, eli kanlı insanlar eliyle, Türkiye’de ancak, “muz cumhuriyeti” olarak tanımlanabilecek bir ülkede yaşanabilecek olayların oluşmasına neden olunmuştur.

Bu durumda:

1.Emperyalizmin oyuncakları  FETÖ, IŞİD ve PKK, Türkiye’nin önündeki en yakın tehditlerdendir. Ulusumuzun birlik beraberlik içerisinde mücadele etmesi gereklidir.

  1. Türkiye’yi 14 yıldır yöneten siyasi iktidar, TARİKAT VE CEMAATLERE gösterdiği yüksek hoşgörü ve işbirliği ANLAYIŞINI gözden geçirmek zorundadır. Türkiye, “şeyhler, dervişler, müritler” ülkesi oldukça, bu ve bunun gibi olayların tekrar yaşanması her zaman mümkün olacaktır.
  1. Girişimin engellenmesi nedeniyle Anayasa Değişikliği ve Başkanlık Sistemi konularında siyasi iktidarın ve taraftarlarının “azgınlaşmaması”, tam tersine bu amaçlarından vazgeçmeleri gereklidir. Tekrar ifade ediyoruz ki, yaşanan olaylarda parlamenter sistemin önemi bir kez daha ortaya çıkmıştır. Erdoğan’ın, daha bir yıl önce söylediği “parlamenter sistem askıya alınmıştır” sözlerinin NE KADAR TEHLİKELİ olduğu şimdi daha iyi anlaşılmalıdır. Bugün sıklıkla ve doğru bir şekilde söylenen Gazi Meclis vurgusu, ülkemizin kuruluşunun, mayasının, kültürünün bir gerçeğidir. Bu anlamda, Meclisimizin gece açık tutulması ve siyasi partilerce gösterilen ortak tepki anlamlıdır.

Şimdi yapılması gereken, bu olayların sorumlularını ve taraftarlarını tüm kamu kurumlarında tespit etmek,  ancak bu kişilerin yerlerine yeni bir siyasal İslamcı anlayış yerine, kıdem ve liyâkatı gözeten, hakkaniyetli, yurtsever, Cumhuriyet değerlerine bağlı kadrolar getirmektir. Siyasi iktidar her zamanki fırsatçı anlayışı ile darbecilerin yanında kendisi için “tehlike” olarak kabul ettiği yurtseverleri tasfiye gibi bir siyasal manevraya asla girişmemeli, gerçek suçlular cezalandırılmalıdır.

Bu olay, AKP iktidarının demokratik sınırları daraltma girişimlerinin de sonu olmalıdır. Ülkemizdeki toplumsal kutuplaşmanın ve gerginliklerin kışkırtılmasından kaçınılmalıdır.

Sokakta rastlanan her askerin, “suçlu” ilan edilerek saldırıya uğramaları önlenmelidir.

TSK’nın kurumsal varlığı ve onuru özenle gözetilmelidir. Yaşadığımız kriz bölgesinde güçlü bir TSK’nın Türkiye’nin en önemli güvencesi olduğu unutulmamalıdır. Yaşanan darbe girişiminden sonra bir işaretle sokağa dökülenlerin yarattığı vahşet tablosu, siyasal iktidarın nasıl bir sivil örgütlenme hazırlığı içinde olduğunu da açığa çıkarmıştır.

Bağımsız yargıyı oluşturmak, üniversiteleri laik, bağımsız ve sorgulayan bir konuma getirmek, kuvvetler ayrılığını korumak, Anayasamızın değiştirilemez maddelerini asla tartışmaya açmamak ve etnik, mezhepsel politikalar yerine, Ulusal-Üniter devleti savunmak ve yeniden yaşama geçirmek öncelikli hedeflerimiz olmalıdır.

Yaşanan girişim Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesinin değerini bir kez daha ortaya koymuştur. Darbecilerin halkı kandırmak için sahte “sulh” sözcüklerinin  arkasına saklanmaları da ibret vericidir.

Halkımız sadece siyasal iktidar istediğinde değil, her türlü demokrasi dışı girişimlere karşı da meydanlara, sokaklara dökülebilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, Atatürkçü Düşünce Derneği Atatürk Cumhuriyetine karşı  girişilen SİVİL DARBELERE DE karşıdır.

Gerçek demokrasiden bir kez sapılınca gecenin karanlığında nelerle karşılaşacağımızı sabah görmemek için Cumhuriyet ideallerine her zamankinden çok sarılmalıyız.

Türkiye muz cumhuriyeti olmayacaktır.

 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ

Rusya’nın Sputnik Haber Ajansının yazarımız Türker Ertürk ile röportajı

http://tr.sputniknews.com/turkiye/20160718/1023929361/darbe-tsk-cemaat.html

 

Eski Deniz Harp Okulu Komutanı emekli Tuğamiral Türker Ertürk, 15 Temmuz’da gerçekleştirilen darbe girişimi başarıya ulaşmasa da darbe girişimiyle ‘TSK’nın devre dışı bırakılması’ hedefine ulaşıldığını söyledi.

 

Ertürk, Sputnik’e yaptığı açıklamada “TSK’ya karşı ilk darbe Ergenekon ve Balyoz’la yapıldı. O da Cemaat’e taşere edilmişti, ama o zaman AKP iktidarları Cemaat’in suç ortağıydı. Şimdi TSK’ya karşı yine projenin realizasyonu açısından ikinci darbe vuruldu. Böylelikle bu bölgenin yeniden yapılandırılmasına engel olmaya çalışan TSK’yı itibarsızlaştırmak ve devre dışı bırakmak istiyorlardı. Bugün TSK gerçekten devre dışıdır, TSK üç aşağı beş yukarı yok edilmiştir” dedi.

 

‘DARBENİN BAŞARILI OLAMAMASINI SAĞLAYAN ESASEN YİNE TSK’

 

Ertürk, darbe girişiminin başarısızlığa uğramasını sağlayan esas nedenin, TSK’nın darbe karşıtı tutumu olduğunu da vurgulayarak “Darbe niye başarılı olamadı biliyor musunuz; darbenin başarılı olamamasını sağlayan esasen yine TSK. TSK, bu Cemaat yapılanmasının yaptığı darbe girişimine katılmayarak darbeyi engelledi. Yoksa yollara çıkan insanlar nedeniyle değil” diye konuştu.

 

Türkiye, 15 Temmuz gecesi yaşanan darbe girişiminin ardından bunun neden ve sonuçlarını tartışıyor. Daha önce bazı basın yayın organlarında Fethullah Gülen cemaatinin orduda da ciddi bir yapılanma içinde olduğu ve bir darbeye kalkışabilecekleri yazılsa da yaşanan darbe girişimine özellikle general/amiral düzeyinde katılım kamuoyunda şaşkınlık yarattı.

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet ilk andan itibaren Fethullah Gülen cemaatine bağlı subayların darbe girişimini tertiplediğini belirtirken Fethullah Gülen, Guardian gazetesine verdiği demeçte darbenin girişiminin arkasında yer aldığını reddetti, bu girişimin hükümet tarafından tertiplenmiş olabileceği iddiasında da bulundu.

 

‘TAMAMEN BİR CEMAAT DARBESİ’

 

Emekli Tuğamiral Ertürk, darbe girişiminin tamamıyla Gülen Cemaati’ne bağlı subaylar tarafından gerçekleştirdiğini belirtiyor. Ertürk, “Olayın görünen yüzüyle bu, tamamen Cemaat darbesi. İçlerinde bir tane Atatürkçü, cemaatçi olmayan biri yok, öncelikle bunu söyleyeyim” dedi.

 

‘TASFİYE ENDİŞESİYLE PENNSYLVANIA’DAN DÜĞMEYE BASILDI’

 

Darbe girişiminin 15 Temmuz’da yapılmasını, İzmir’de başlatılan TSK’ya yönelik Cemaat operasyonunda içlerinde general ve amirallerin de bulunduğu subaylar hakkında tutuklama kararı çıkması ve Ağustos başında düzenlenecek Yüksek Askeri Şura’da (YAŞ) yapılacak tasfiyenin tetiklediğini kaydeden Ertürk, “YAŞ’ta bunların epeyce bir bölümü tasfiye edilecekti. Hepsi demiyorum, hepsi denemez, çünkü bunların çoğu kripto. Kripto insanları deşifre edebilmek kendileri istemedikçe kolay kolay mümkün olamazdı. Burada operasyon yapılacağı endişesiyle sanırım Pennsylvania’dan düğmeye basıldı” diye konuştu.

 

‘BU İŞİN İÇİNDE CIA DE VAR’

 

Ertürk, darbe girişiminin içinde ABD’nin istihbarat teşkilatı CIA’in de olduğu görüşünde. “Bana sorarsanız bu işin içinde CIA de var. Çünkü esas darbe Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yapıldı. Bakın, bugün pazartesi, olay cuma günü oldu, ben diyorum ki darbe hedeflerine ulaşmıştır, yani darbe başarılıdır. Cemaat açısından başarılı değildir, ama arkasındaki bu olayı taşere eden CIA açısından başarılıdır, çünkü TSK’yı devre dışı bırakmak, itibarsızlaştırmak istiyorlardı” dedi.

 

‘BÖLGEDEKİ HEGEMONYAYA DİRENEN TSK’YA DARBE VURMAK İSTİYORLARDI’

 

TSK’nın neden devre dışı bırakılmak istendiği konusunda ise Ertürk, şöyle konuştu: “Çünkü halen süren terörle mücadeleyi sekteye uğratabilmek için, Türkiye’nin özellikle Rusya ile ilişkileri düzelttikten sonra Suriye’nin kuzeyinde tesis edilmeye çalışılan Kürt koridorunu engelleyeceği korkusuyla TSK’ya darbe vurmak istiyorlardı. Bu işin arkasında Büyük Ortadoğu Projesi var. Büyük Ortadoğu Projesi’nin içinde Türkiye’nin, Rusya’nın, İran’ın, Irak’ın, Suriye’nin de bulunduğu bölgede proje realize edilirken bu bölgede hegemonyaya direnen güç istenmiyor. Bu bölgede siyasi yapılar, etnik, dinsel ve mezhepsel olarak polarize edilmeye çalışılıyor. Bunu nereden biliyoruz; ABD’nin en yetkili ağızları zaten bunları söylüyor. Ne yaparsanız yapınız TSK’yı alaşağı etmezseniz bu projenin Türkiye’ye yönelik ayağını realize edemezsiniz.”

 

‘BUGÜN TSK GERÇEKTEN DEVRE DIŞIDIR’

 

TSK’ya karşı ilk darbenin Ergenekon ve Balyoz davalarıyla yapıldığını söyleyen Ertürk, “O da Cemaat’e taşere edilmişti, ama o zaman AKP iktidarları Cemaat’in suç ortağıydı. Şimdi TSK’ya karşı yine projenin realizasyonu açısından ikinci darbe vuruldu. Böylelikle bu bölgenin yeniden yapılandırılmasına engel olmaya çalışan TSK’yı itibarsızlaştırmak ve devre dışı bırakmak istiyorlardı. Bugün TSK gerçekten devre dışıdır, TSK üç aşağı beş yukarı yok edilmiştir. Peki, terörle mücadeleyi, yurt savunmasını, özellikle Suriye’de tesis edilmeye çalışılan emperyal projeyi nasıl engelleyeceksiniz? İşte bunun için bu darbe yapıldı ve bana sorarsanız darbe girişimi hedeflerine ulaşmıştır” diye konuştu.

 

‘CEMAATİN BÜTÜN KRİPTO ELEMANLARI AÇIĞA ÇIKTI’

 

Darbe girişiminin başarısızlığa uğramasıyla Gülen Cemaati’nin büyük bir darbe yediğini, ordudaki bütün ‘kripto’ elemanlarının açığa çıktığını kaydeden Ertürk, “Çünkü darbe sonrası öyle planlar hazırladılar ki kendi adamlarına o planlarda görev yaptırdılar ki bütün kriptolar açığa çıktı. Hâlbuki bu işi oluruna bıraksalardı, yargıya bıraksalardı, Ağustos başında yapılacak olan YAŞ’a bıraksalardı evet, Cemaat darbe yerdi, bir bölümü budanırdı ama hepsi budanamazdı. Çünkü bunlar kripto. Şunu da söyleyeyim; bu darbe işini şimdi yapmasalardı, 6-7 yıl sonra yapsalardı başarılı olurlardı” dedi.

 

‘KRİPTOYU YAKALAMAK ÇOK ZOR’

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın yaverlerinin de darbe girişiminde yer alması da kamuoyunda büyük şaşkınlık yaratırken bu seviyelerdeki subayların hangi yapılanma içinde olduğunun nasıl tespit edilemediği sorusu da kamuoyunun gündemine geldi.

 

Gülen Cemaati’nin ordudaki elemanlarının büyük bir bölümünün kendilerini tamamen gizlediklerini, bunları yakalamanın çok zor olduğunu dile getiren Ertürk, “Bu iş kripto işi. Kriptoyu yakalayamazsınız. Yaptığımız işte en yakın adamınız kripto ise, başka yerlere çalışıyorsa ve bu işin profesyoneli ise bunu gerçekten büyük hata yapmadıkça yakalamazsınız. Bir de bu dünün işi değil ki. 1970’li yılların başından itibaren 35-40 yıldır devletin kılcallarında, poliste, adliyede, askeriyede ilerliyorlar” dedi.

 

Darbe girişiminde, daha önce kendi emrinde çalışan subayların da yer aldığını gördüğünü, anlatan Ertürk bazı isimleri gördüğünde “Bu da mı bunların içindeydi” diye şaşkınlık yaşadığını anlattı.

 

‘DARBEYİ ESAS ENGELLEYEN TSK’NIN TUTUMU’

 

Darbe girişiminin başarılı olmamasının, TSK’nın tutumu sayesinde mümkün olduğunu da vurgulayan Ertürk, “Bakınız darbe niye başarılı olamadı biliyor musunuz; darbenin başarılı olamamasını sağlayan esasen yine TSK. TSK, bu Cemaat yapılanmasının yaptığı darbe girişimine katılmayarak darbeyi engelledi. Yoksa yollara çıkan insanlar nedeniyle değil” dedi.

 

‘DARBE GİRİŞİMİ TSK İTİBARSIZLAŞSIN İSTİYORDU, HEDEFİNE ULAŞTI’

 

Darbe girişiminin darbe hâline gelmese de hedeflerine ulaştığını dile getiren Ertürk, şunları söyledi:

“Çünkü darbe girişiminin arkasında emperyalizm vardı. Yani emperyalizm bir darbe olsun, Tayyip Erdoğan yıkılsın istemiyor. Bir darbe girişimi olsun, TSK itibarsızlaşsın, devre dışı kalsın, Suriye’ye, Irak’a, Rusya’ya karşı projelere ve Türkiye’nin bölünme projelerine engel olabilecek imkân kabiliyetini kaybetsin istiyor. Onun için darbe başarılı olmamıştır ama darbe girişimi hedeflerine ulaşmıştır diyorum.

 

Eğer emperyalizm Tayyip Erdoğan’ı yıkarak bir başarılı darbe isteseydi niçin Cemaatçi yapıyı desteklesin ki? TSK’nın komutanlarını manipüle ederdi, emir komuta zinciri içinde yapılırdı ve yüzde yüz başarılı olurdu. Amaç Tayyip Erdoğan’ı yıkmak, Türkiye’de darbe yaptırmak değil. Amaç, başarılı olmasının mümkün olmadığı bir girişimi yaptırarak TSK’ya esas darbeyi vurmak, itibarsızlaştırmak ve devre dışı bırakmaktı, bu hedeflerine ulaştılar.”

 

‘DENİZ KUVVETLERİNDEKİ 53 AMİRALDEN 19’U TEMİZ ÇIKTI’

 

Ertürk, darbe girişiminin ardından komuta kademesinde bir değişiklik beklemediğini ifade ederken “Çünkü o kadar çok nicelik açıdan kayıp var ki, bunları kısa zamanda ikâme etmek mümkün olmadığı için elde mevcut temizleri korumak ve kullanmak zorundasınız. Şöyle örnek vereyim, Deniz Kuvvetleri’nin 53 tane amirali var, bu operasyon sonrası anlaşıldı ki sadece 19’u temiz. Vahim durumu görüyor musunuz? Şimdi bu 19’u öyle de böyle de korumak zorundasınız. Bunları da tasfiye edemezsiniz, öyle bir lüksünüz yok” dedi.

 

‘HÜKÜMET, AKP YANLISI OLMAYAN TÜM SUBAYLARI TASFİYE EDEMEZ’

 

Ertürk, hükümetin cemaatçi subaylarla birlikte AK Parti yanlısı olmayan subayları da tasfiye etmek istediği yorumlarıyla ilgili olarak ise “Hükümetin içinden böyle bir şey geçebilir ama başarılması mümkün değil. Cemaat bir ideolojik yapılanma. Ama Tayyip Erdoğan’ın çevresinde bir ideolojik yapılanma yok, bir çıkarsal yapılanma var. TSK içinde Tayyip Erdoğan’ı çıkarları, ikbali için yakın duran biri olabilir. Bu ideolojik bir birliktelik değildir. Bugün durur yarın vazgeçer. Ama Cemaat aynı şey değil. Cemaat bir inanç, ideolojik birliktelik. Onun için ne yargıda ne TSK da ne de başka yerde hükümetin, Tayyip Erdoğan’ın ideolojik birlikteliği olan insanlar yok. Sadece güç varsa çıkarları varsa size yakın dururlar. Ama bu yakınlık aynı zamanda her an satılabilme yakınlığıdır. Yarın vazgeçebilir, çünkü arkada ilkeler ve değerler yoktur” diye konuştu.

 

‘ORDUNUN İTİBAR KAYBI GEÇİCİ’

 

Darbe girişimiyle TSK’nın itibarının zedelendiğini, ancak bu itibarın zamanla düzeleceğine inandığını belirten Ertürk, şöyle konuştu:

 

“Zaman ilerledikçe, bazı şeyler anlaşıldıkça, esasında darbeyi engelleyenin, görüldüğü gibi sokaklara çıkan halk değil darbeye iştirak etmeyen TSK’nın komuta kademesi olduğunu görünce, hatta darbeye iştirak eden askerlerin bile kandırılarak oraya getirildiğini öğrendikçe bu yavaş yavaş düzelecektir. Ama tabii ki eski güvenilirliğinde bir aşınma olacaktır, bunu inkâr etmek mümkün değil. Ama şu anda tepe noktasında olan bu itibarsızlık geçicidir. İş, TSK’nın liderliğini koruyan komutanların bu süreci süratle geçebilecek tedbirleri almalarıdır. Türkiye’nin yapması gereken Rusya, İran, Irak ve Suriye gibi komşularıyla iyi geçinmektir. Bunları yaparsa, bölgesinde bir güvenlik ortamı tesis ederse bu süreci daha çabuk geçer diye değerlendiriyorum.”

Sputnik News

 

Türker Ertürk’ten Darbe girişiminin anatomisi

DARBE HEDEFİNE ULAŞMIŞTIR

Darbe girişimi; planlamasından icrasında kadar, tamamen Gülen Cemaati’nin işiydi. Darbecilerin arasında, bir tek Atatürkçü bile yoktu. Zaten; Atatürkçü’leri aralarına istemiyorlardı da!

Darbe girişimi başladığında, Sahil Güvenlik Komutanlığı Karargah Komutanı televizyonlarda darbe başladığı haberini öğrenince, komutanı olan Sahil Güvenlik Komutanı Tümamiral Hakan Üstem’i arar ve “Komutanım, karargaha geleyim mi?” diye sorar. Yanıt çok nettir; Sen bizden değilsin, gelme!”

 Darbe tarihleri karşılaşılan tehditler ve sızmalar nedeniyle iki kere değiştirilmiş. En son olarak 15 Temmuz’da karar kılmışlar ve hafta başında bu tarihi kılcallarına kadar yayımlamışlar. Sıradan Cemaat üyelerini darbenin yapılacağı hafta sonu dışarıya çıkmamaları konusunda uyarmışlar bile! Ama MİT, bunlardan bihabermiş!

CIA Tarafından Manipüle Edilmişlerdi!

Darbenin biran önce yapılması konusunda, muhtemelen CIA tarafından manipüle edilmişler. Esasında; böyle bir darbeyi yapabilecek güce, ancak 6-7 yıl sonra ulaşacaklardı. Düğmeye erken bastılar veya bastırıldılar! Aynen, 17-25 Aralık operasyonunda olduğu gibi! Bu; ikinci defa yanlış yönlendirilmeleriydi.

Amerika; işin içinde hem vardı, hem yoktu! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı devirmek maksatlı bir darbe istenseydi; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesi manipüle edilir ve emir komuta zinciri içinde darbe yapılabilirdi. Ama bu istenmiyordu!

İtibarsızlaştırdı ve Devre Dışı Bıraktı

Darbe; gerçekte Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) karşı yapıldı. Darbe girişimi başarılı olmadı ama, manipüle eden açısından hedeflerine ulaştı:  TSK; tamamen itibarsızlaştırıldı ve devre dışı bırakıldı. Artık; terörle mücadele ve emperyalist hedeflere yönelik “Suriye’de Kürt koridorunun inşasına engel olabilmek, Türkiye açısından çok zorlaştı.

Emperyalizm; Türkiye’nin de dahil olduğu bölgede, Büyük Ortadoğu Projesi’ni (BOP) realize etmektedir. Bulunduğumuz bölgede, hegemonyaya direnebilecek potansiyel bölge güçleri istenmemektedir.  Bölge; etnik, dinsel ve mezhepsel olarak, daha küçük siyasi yapılara doğru ayrıştırılmak istenmektedir. Türkiye de buna dahildir.

İlki Ergenekon-Balyoz, İkincisi 15 Temmuz

Türk Silahlı Kuvvetleri’ni bir şekilde yenmeden, BOP’un Türkiye’ye yönelik bacağını gerçekleştiremezsiniz. İşte bu nedenle; TSK’ya karşı ilk darbe Ergenekon ve Balyoz tipi kumpas operasyonlarıyla, ikincisi de geçtiğimiz Cuma yapılmıştır!

Her ikisinin de arkasında emperyalizm vardı. Her ikisinde de Cemaat taşeron olarak kullanıldı. Birincisinde; Cemaatin suç ortağı AKP İktidarı’ydı. İkincisini ise; tek başına kotardı ve kendisini büyük çapta imha etti. Emperyalizm tarafından kullanılıyor olmanın sonucudur bu! Tarihte, bunun sayısız örnekleri var.

35-40 Yıl Sonra İktidara Geleceğiz

Geçtiğimiz Cuma’ya kadar, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’nda, 53 amiral vardı.  Darbe girişiminden sonra, bunların sadece 19’u temiz çıktı. Darbecilerin yaptığı görevlendirmede ve atama planında 19 amirale görev verilmedi, kızağa alınacaktı!

Tabii ki; bu işler dün başlamadı. 1976’da, değerli sınıf arkadaşım Armağan Yavaşoğlu ile Moda’da bir kafede sohbet için oturmuştuk. İTÜ’de okuyan arkadaşım; “Üniversitede birileri var, Sızıntı dergisini dağıtıyorlar, Fethullah Gülen adında hocaları varmış, 35-40 yıl sonra iktidara geleceklerini söylüyorlar diye anlatmıştı.

Biz İstemeden Gemiler Kalkmayacak

 1996’da ve Yarbay rütbesinde, Alçıtepe Muhribi’nin Komutanıydım. Akıllı ve uyanık bir Teğmenim, biraz da tesadüflerin yardımıyla, yakaladığı bir olayı bana rapor etti. Üzerine gittim; tam olarak 6 Astsubayı meslekten ihraç ettik. Ama o dönem Deniz Kuvvetleri Komutanı olan Oramiral Güven Erkaya olmasaydı, muhtemelen bu ihraçlar gerçekleşmezdi. Ama aynı anda, Harp Filosu Komutanlığı’nın diğer gemilerinde tık yoktu. Bunların hepsi, benim gemime toplanmış olamazlardı ya!

İhraç ettiğimiz Astsubaylardan biri, sorgulama sırasında; “Bir gün gelecek, buradan (Gölcük) biz istemeden gemi kalkmayacak” dedi. Sanırım 15 Temmuz 2016, o günlerden biriydi; Donanma Komutanı Oramiral Veysel Kösele’yi derdest edip denize açıldılar ve darbe girişimine başladılar.

Dost Ateşine Maruz Kaldık

 2008-2010 arasında, Deniz Harp Okulu Komutanıydım. Cemaat, tüm unsurları ile bize saldırıyordu. İmzasız ihbar mektupları havada uçuşuyordu. Komutanlarım, ahlaksız öğrencileri atmamı istiyordu. Halbuki; saldıranlar ahlaksızdı. Ne Genelkurmay’dan, ne de Deniz Kuvvetleri’nden destek alabiliyordum. Hatta; “Dost Ateşine maruz kalıyordum.

Cemaat’le cephede savaşan bana sormadan, personelimi değiştiriyorlardı. Bu değişikliklerde, içimize daha çok hain sokuyorlardı. Darbe girişimi akşamı, Deniz Harp Okulu Komutanı Tümamiral Mesut Özel’i alıkoyan Dz. Kur. Bnb. Cüneyt Aydoğan; 2009’da, güvenilir personelimi alarak yerine verdikleri subaydı.  O zaman altımızı oyan bu şahıs, şimdiki darbeciydi. Daha başkaları da vardı. Varın, gerisini siz tahmin edin.

Darbe Bir Tiyatro Değildi

2008-2010 arasında, bize karşı yapılan saldırılara karşı koyabilmek ve Cemaatçi hainleri yakalayabilmek ve deşifre edebilmek için, elektronik takip imkanına ihtiyacım vardı. Ama alamıyorduk. Çünkü MİT; Hükümet’in emrindeydi ve Cemaat’le birlikte hareket ettiklerinden, vermiyordu. Askeri Savcılardan da alamıyorduk, çünkü katalog suçlara girdiğinden, dinleme gibi yetkileri yoktu. Cumhuriyet Savcılarından almak gerekiyordu. Ama onlar da Hükümet’in ve Cemaat’in emrindeydiler! İşte bu nedenlerle; sonunda istifa ettik ve mücadelemizi siyaseten, yazarak, konuşarak ve anlatarak vermeye çalıştık ve çalışıyoruz.

Darbe girişiminin bir tiyatro olduğu, arkasında Erdoğan ve AKP’nin olduğu, amatörce planlandığı ve zamanlamasının yanlış olduğu çokça yazılıyor. Bunların hiçbirisi doğru değil ve arkasında maddi veri yok. Darbenin daha geç saatte yapılmasını planlamışlar; Ankara’da hareketliliğin fark edilmesi üzerine, erkene almak zorunda kalmışlar. Erdoğan’ın Atatürk Havalimanında yaptığı ilk konuşmanın videosunu izleyin; nasıl korku ve endişe içinde olduğunu, ellerinin titrediğini ve yüzünün tamamen çökmüş olduğunu göreceksiniz.

Darbeyi TSK Engelledi!

 Darbe girişiminin başarısızlığa uğratılmış olması, çok kısa dönemde Erdoğan’ı güçlendirmiş olması sizi yanıltmasın. Eğer aklımızı başımıza devşirmez, mücadelede taşın altına elimizi sokmaz ve hala birbirimize düşmanlık yapmaya devam edersek; ülkemizi ve bizi felaketler bekliyor, bilesiniz.

“Darbeye karşı destan yazıldığı ve demokrasi mücadelesi verildiği” doğru değil. Darbeyi, yine mazisi şan ve şerefle dolu kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri; ana gövdesiyle ve üst düzey komuta kadrosuyla, darbe girişimine katılmayarak engellemiştir. Ülkemizde halen demokrasiden, hukuktan ve adaletten bahsetmek, biraz komiklik olur. Halen iktidarda bulunan AKP; bu kavramları çok ama çok aşındırmıştır.

Darbeyi Marksist-Leninistler mi yaptı?

Yargısız infaz, işkence ve insanlık onuru ile bağdaşmayacak davranış; ancak “kabile” ve “haydut” devletlerde olur. Ne yazık ki; darbecilere dayak atılmış, insanlık onuru ile bağdaşmayacak aşağılamalar yapılmıştır. Cemaat tarafından ağır şekilde mağdur edilmiş birisi olarak, bunu asla doğru bulmam. Ayrıca; o insanların taşıdıkları üniformalar nedeniyle, TSK yıpranmaktadır. Bu; bindiğimiz dalı kesmek ve güvenliğimize ateş etmek demektir.

Nedir bu; “Ya Allah, Ya Bismillah Allahu Ekber” sloganları,  vakitli vakitsiz ezanlar ve salâlar? Saygımız var, ama bunlar dini ve ruhani sözler. Sanırsınız ki; darbe girişimini Marksist-Leninistler, Komünistler veya Atatürkçüler yaptı! Darbeciler de Siyasal İslamcı ve başarsalardı aynı şeyleri, sizden daha iyi yaparlardı! O zaman, aranızdaki fark nedir? Bizim; demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, ulusal değerlerimizi, iç barışımızı ve birliğimizi pekiştiren sözlere, söylemlere, sloganlara ve davranışlara ihtiyacımız var!

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

İngiltere İşçi Partisi’nde neoliberal ihanet

           Her yer Karanlık

Türkiye’de darbe girişimi ve doğan sonuçları tümüyle gündemi işgal ederken, bir kaç hafta sonra Dünya’nın en çok tartışacağı bir karar imza attı İngiltere Parlamentosu. 18 Temmuz Günü, İngiltere Parlamentosunda tartışılan ve oylanan  Trident Nükleer Füzeleri ve bu füzeleri kullanacak olan denizaltıların inşası ve modernizasyonu  hakkındaki teklif idi. Muhafazakar Hükümet tarafından Parlamentoya getirilen teklif,Parlamento önünde devam eden nükleer karşıtı protesto gösterisine rağmen açık farkla onaylandı. 472 evet oyuna karşı 117 red oyu ile geçen Trident kararı, sadece Türkiye’de değil Dünya’nın tümünde suları ısıtmaya başlıyor. Kuzey Avrupa ülkelerinde Rusya’ya karşı yapılan NATO yığınağının en büyük destekçisi olan İngiltere’nin Trident füzeleri gibi bir provokasyon unsunuruna milyarlarca sterlinlik bir harcamayı göze alması,bu ülkeyi Rusya’ya karşı bir ‘cephe ülkesi’ haline getirmeye yetiyor.

Sosyal Demokrat İhanet

Parlamento önündeki göstericilerle birlikte izlediğimiz açık farkla kabul edilen Trident Nükleer füzeleri oylamasında iktidardaki Muhafazakar Parti’ye en büyük servis İşçi Partisi içindeki Başkan Jeremy Corbyn karşıtı neoliberal milletvekilleri tarafından yapıldı. Ana muhalefet partisi İşçi Partisinden 140 kabul oyuna karşılık  sadece 47 Milletvekilinin red oyu vermesi, parti içinde red oyu kullanan Jeremy Corbyn’e karşı yaratılan muhalefetin de niteliğini açıkça ortaya koydu. Dünya’nın mevcut Nükleer cephaneliğinin en tehlikelisi olan Trident Nükleer denizaltılarının geliştirilmesi gibi bir oylamada ‘evet’ oyu veren sözde sosyal demokrat  İşçi Partililerin geçtiğimiz hafta Chilcot Raporu tarafından savaş suçu işlemekle suçlanan eski Başkanları Tony Blair’i izledikleri net olarak ortaya çıktı.

İskoçya Milliyetçi Partisi; Ayrılma sürecini hızlandıracağız

Trident oylamasına katılan ve Parlamento önünde yapılan nükleer karşıtı gösteriyi de destekleyen İskoçya Milliyetçi Partisi (SNP) ise tüm milletvekilleri ile 56 kişilik gurup olarak hayır oyu verdi.Merkezi İskoçya kıyısındaki Clyde limanında bulunan Trident Denizaltı üssü dolayısıyla, bu silahların geliştirilmesine karşı olan İskoç milletvekilleri  bu oylamada Ana muhalefet partisinden daha fazla muhalefet oyu vererek bir ilke imza attılar. Oylamadan sonra bir basın açıklaması yapan SNP liderleri ‘Bu kararın İskoç halkının Büyük Britanya’dan ayrılma sürecini ve kararlılığını hızlandıracağını’ söylediler. İskoçya halkının oylarını çok büyük bir çoğunlukla temsil eden İskoçya Milliyetçi Partisi, ana üssü İskoçya topraklarında bulunan Trident Nükleer denizaltılarının bir nükleer savaşı kışkırtacağını ve ülkelerini bir nükleer savaş tehlikesine sokacağı gerekçesiyle karşı çıkıyorlar.

Dünya’nın en güçlü Nükleer silahı

ABD tarafından 1960 lı yıllarda yapımı tamamlanan Polaris sınıfı nükleer denizaltıları tarafından kullanılan füzeler, Margaret Thatcher döneminde İngiltere’ye Trident adı altında getirildi. Yeni dönemde Vanguard sınıfı denizaltılar tarafından taşınması planlanan Trident füzelerinin 10 yıl içinde toplam olarak yaklaşık 52 milyar sterline mal olacağı hesaplanıyor. Yalnızca ABD ve İngiltere’de bulunan Trident füzeleri, Rusya ile Batı Ülkeleri arasındaki Nükleer silahların sınırlandırılması görüşmelerinde en önemli çatışma konusunu oluşturuyor

. İngiltere’nin inşa edeceği Vanguard sınıfı 4 denizaltıya 16 adet Trident füzesi yerleştirilmesi planlanıyor. 7500 mil (12 bln km) menzilli füzelerin herbiri 8 Hiroşima gücünde.

Mahir Tan      LondraPosta-Londra

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Var mısın,yok musun ?

 

VAR MISIN, YOK MUSUN ?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “La şarkıyye la garbiyye illa İslamiyye illa İslamiyye”  söylemiyle partisinin teşkilatlanma şeması çerçevesinde;

Başbakan, milletvekilleri, il-ilçe yönetimleri odağından Merkezi Yönetime bağlı kurumlar, mahalle ağabeyi ve ablaları, Camii imamları, Başbakanlık Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı Başkanlığı’na (TİKA) bağlı Sivil Toplum Örgütleri, Odalar, Sermaye kuruluşları, Medya, Akademisyenler, Emniyet Kuvvetleri ve TSK’da örgütlü mensuplar, seçmenler ve partizanlar,

TSK’dan Fethullah Gülen Cemaatine bağlı olduğu iddia edilen bir grup askeri personelin darbe girişimini önledi.

Şimdi, iktidarın önceden hazırladığı listelerde belirlediği sivil ve askeri bürokrasiden binlerce Gülenci, Kemalist, Kürtçü,Solcu  vb. muhalif insan tasfiye ediliyor…

*

AKP’nin iktidarı boyunca organize ettiği, görüldüğü üzere gerektiğinde paramiliter güçlere dönüşebilen kitlesi,darbeyi bastırmak için agresif yöntemlerle şok enformasyon uyguladı.

Bu ABD’nin Arap İslam toplumları ve topraklarını küçük küçük parçalara ayırma, ulusal orduları zayıflatma ve bölgeye İsrail’e bağlı ordular vasıtasıyla hakim olmak için uyguladığı “Yaratıcı Kaos” stratejisiydi ki,

Zaten paramiliter güçlerin arasına serpilmiş olan IŞİD radikal örgütü mensupları da bu stratejinin üstâdıydı.

*

Dost ve düşman herkes ve başta darbeciler; galeyana getirilmiş bu kitlelerin kimi öbeklerinde, İŞİD usulu subayları don -postal bırakmasını, apoletleri sökmesini, eşek sudan gelinceye kadar dayak atmalarını, linç ederek öldürülmelerini, başı gövdesinden ayrılan Mehmetçiğin şok görüntüleri ile şaştığını,paniğe uğrayıp darbe planlarının karambole düşürüldüğünü ve sus-pus olunduğunu gördü.

Herkes Recep Tayyip Erdoğan’ın bu islamcı paramiliter güçler üzerindeki kayıtsız şartsız hakimiyetini farketti, bunun olası dehşet sonuçları karşısında ürperdi.

*

Kapitalist sistem 2008 malî krizinden bu yana hızlı bir şekilde uçuruma yol almaktadır.

Erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zaman gelip çatmıştır.

Bu evrensel ölçekli alış-verişin ve genel kokuşmanın dönemidir.

Maddî ya da manevî olsun her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bu zamanda, bu noktadan bugünün kapitalist ahlâkı ürüyor.

Ya da karşılıklı bağımlılıkta ülkelerin varoluş idealleri, gelişmişlik düzeyleri ile insani vasıfları doğrultusunda farklılaşmalar oluşuyor…

*

Bir zaman önce iki ortak Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen önderliğinde, yüce İslam dinini dünyevileştilen bir cemaat ve siyaset gürûhunun niteliksiz ve etik-kalitesi olmadığı sonradan anlaşılan,

“İslam’ın siyasal sistem dışına itilmiş olması halinin yalnızca Türkiye’de değil, İslam ülkelerinde de toplumsal istikrarı sağlamadığı, ülke dinamiklerini tükettiği ve Batı’ya dayanılmak zorunda kalındığı” siyaseti, bugün kendi dinamiği içinde evriliyor…

*

Bu niteliksiz siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek vardır, diğerinde içlerine aldıkları CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar bulunuyor…

*

Ve bu çerçevede, şimdilerde bir dizi garip gelişmeler yaşanıyor.

3 Eylül 2013’te Savunma Bakanı C.Hagel ve Genelkurmay Başkanı M.Dempsey’in birlikte,

ABD Kongresi’nde Suriye ile ilgili yaptıkları sunumda;

ABD’nin Irak’a müdahale anlamında herhangi bir planının olmadığı,

Ama bölgeyi İslam halifeliğine (İŞİD) ve “Kürdistan”a bırakıldığı açıklanıyor…

*

31 Ekim 2014’te Fransa’da Cumhurbaşkanları Hollande ve Erdoğan, PYD Eşbaşkanı Salih Müslüm ile  toplanıyor.

Ardından Dışişleri Bakanları A.Juppe ve A.Davutoğlu arasında bir mutabakat imzalanıyor.

Mutabakata göre Türkiye’deki PKK’nın Kürtleri Suriye’ye sürülecek,

Suriye’de Fransa’nın gelecekteki çıkarlarını da sağlayacak yeni bir devlet kurulacaktır…

*

O gün Başbakan olan Erdoğan; “Kürdistan’ın” gündeme gelmesini Türkiye’de Kürt sorununun içinin boşaltılmasına fırsat yaratacağı düşüncesiyle karşılamıştır.

Böylece Erdoğan, öncelikle Kürdistan’ı savunacağı için hem dış dünya nezdinde, hem de Kürtlerin Türkiye ve İsrail’in bölgedeki politikaları gereğince kendilerine vaad edilen bir ucu Doğu Akdeniz’de özgür “Kürdistan” toprakları üzerinde Kürtleri, Arap ve Ermenilerden ayırıp birlikteliklerini sağlayarak;

Türkiye Kürtlerinin de desteğini almayı ve ‘Muhteşem Sultan’ olarak anılmayı öngörüyordu.

*

Şimdilerde Erdoğan, İsrail’in Kürdistan projesini, uluslararası hukuka aykırı bir şekilde etnik temizlik faaliyeti olarak yürütüyor.

Kürtler, Kuzey Suriye’yi IŞİD’ten kurtardıktan sonra bu bölgelerin Mart’ta ilan edilen Rojava ve Kuzey Suriye Demokrat Federal Sistemine dahil edilmesi yönünde adımlarlar atarken,

Erdoğan, Suriye’de bir Kürdistan kurup buraya Türkiye’deki Kürtleri sürmek stratejisini sürdürüyor.

Birçok köy yok edilmiş, diğer birçok köyde yaşayan insanlar bulundukları yerleri terk etmeye zorlanmıştır.

Terk edilen yerleşimlere Kafkasya’dan getirilen 4000 Ahıska Türk’ü, Türkiye’nin 650 kasaba,köy ve mezrasında yaşayan, nufusu 2.5-3 milyon olduğu düşünülen Çerkes, Çeçen, Sabsuğlar, Ubıhlar, Kabartaylar, Abhazlar, Kemguey, Bjeduğ, Besleneyler,

Dağıstanlılardan Avarlar, Ma’urular, Dargilerin ve Kürtleşmiş Oset gruplarının yerleştirilmesi öngörülüyor…

*

Bu sıralarda Afganistan, Irak ve Suriye’deki emperyalist savaşlarla harap edilen ülkelerinden kaçan milyonlarca sığınmacının çaresizliği;

Avrupalıların yoğunlaşan jeostratejik ve ekonomik çatışmalarının odağına oturmuştur.

Bu durum siyasal ve tarihsel olarak Avrupa kapitalizminin kanlı çelişkilerinden kaynaklanan sınırlarına, ekonomi politikasına ve özellikle Doğu Avrupa’da çatışan çıkarlarına yansımıştır.

*

Sonra Avrupa’da sığınmacı krizine yönelik AB sınırlarının kapatılmasını savunanların ya da Şansölye A.Merkel’in  “bir Avrupa çözümü” desteklenmiştir.

Sığınmacıların Avrupa’ya kaçmaya devam etmesi halinde AB’nin  siyasi ve ekonomik olarak parçalanacağı öngörüsünde ” Bir Avrupa çözümünün”;

Avrupa’nın sınırlarının sığınmacılara kapatılması: Ege Denizi üzerinden tehlikeli yolculuğu göze alan sığınmacıların alıkonulması: Bir kez daha Türkiye’de sığınmacı kamplarında tutulmaları ya da geldikleri ülkeye geri gönderilmek üzere Türkiye’ye iade edilmesini anlamına geldiği anlaşıldı.

AB’nin; kıtayı birleştirmenin bir aracı değil, ama Avrupa’yı en güçlü mali ve endüstriyel çıkarlara ve onların emirlerine bağlı kılmanın, halklara saldırmanın ve polis ile orduyu silahlandırmanın aracısı olduğu karakteri bir kez daha ortaya çıktı.

*

İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü verilerine göre,Türkiye’de 2 milyon 733 bin 44 Suriyeli mülteci biyometrik verileri çerçevesinde kayıt altındadır.

Şimdi Erdoğan “Bir Avrupa Çözümü” doğrultusunda Suriye uyruklu mültecilere vatandaşlık vermeyi öngörüyor.

Bu suretle “Kürtlerin Suriye’ye gönderilmesi, başta onların boşaltığı alanlara Suriyeliler ve Kafkasyalı Türklerin yerleşmesi ve Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep, Adana, Mersin, Kilis ve Osmaniye’de Türkiye demografisini tamamen değiştirecek  bölgeler oluşturulacaktır.

*

Bütün iktidarı sürecini İsrail karşıtı direniş hattının ön cephesinin düşürülmesi, İsrail’in güvenliğinin sağlanması, enerji koridorlarının kontrolü, bölgede ABD’nin siyasi hegemonyası ve İsrail’in itikadi hedefleri doğrultusunda özellikle Suriye odağından genişleyen stratejilerin uygulanmasında Türkiye’yi kullanan Erdoğan,

Şimdi bir taraftan da ABD’nin bir dönem Pakistan’a verdiği rolü Türkiye’ye uygulamaktadır.

*

Şimdi, Avrupalıların emniyetini teminen tıpkı Pakistan gibi mezhebi hassasiyetleri kullanarak;

Çoğu Amerikan pasaportlu Çeçen, Gürcü, Suudi, Mısırlı, Sincan Özerk Bölgeli,Türk ve Avrupa’nın hemen her ülkesinden İŞİD mensubu teröristlerin Hatay,Kilis; Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgede yeni bir Veziristan kurmalarına da göz yumuyor…

*

Ne ki, bunları becerebilmek için güçlü yetkilere ve güce ihtiyacı vardır.

Hem sonra hukukun üstünlüğü kimin karnını doyuruyor?

TBMM’de ifade özgürlüğü için kaybedilen zamana yazık değil midir?

Özgürlükler ne anlam ifade ediyor?

NATO varken TSK’nın caydırıcı gücünün olmasının Türkiye için ne önemi bulunuyor?

Sivil bürokraside bilgi,beceri,deneyim kime yarayacaktır?

Sonuçta bu halka robocop takımları giyinmiş Toma’lı,biber gazlı binlerce polis yetmez mi?

*

Recep Tayyip Erdoğan Kafkasyalı göçmenler,Özgür Suriye Ordusu ve taraftarları Sünni Suriyeli Araplar ve hazır kıta İslam halifeliği (İŞİD) ve benzeri terör örgütleri desteğiyle, Anadolu’da Türkiye Cumhuriyeti rejimini yıkıp İslam Halifeliğine yürüyor…

Ne ki, Türk kelimesi güçlü ya da güçlüler anlamına geliyor ve ne etnik ne de dinsel değeri bulunuyor.

Hiç şüphesiz ki bu söylem, kavime veya boya ilişkin bir kimlikten değil, siyasi bir örgütlenmeden kaynaklanıyor.

*

Bugün Anadolu’yu yurt yapan Türklerin serüveni dörtnala giden atlardan, talanlardan, ırza geçme olaylarından, yanan kentlerden, kafatası kulelerinden, şiddetten, kandan ve esriklikten,

Ama aynı zamanda dinginlikten, barıştan, düzenden, örgütlenmeden, ölçülülükten, bilgelikten, yakarışlardan, hoşgörü ve dostluktan, kardeşlikten, ince zevkten, olağanüstü gizemcilik coşkularından, çok güzel sanat ve duygu ifadelerinden,

Sıradan olanın üstüne çıkan her şey gibi karşıtlıklar, aykırılıklar ve aşırılıklardan oluşuyor.

Bu vasıflar Erdoğan’ın olası o gününde, Türklerin mutlaka  “Var mısın-Yok musun” sorusuyla karşılaşacakları anlamına geliyor…

19.7.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR