Rusya ziyareti,Batı’ya bir mesaj olarak algılanacak

    Darbe sonrası ilk ziyaret Moskova’ya

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaşamını bile tehlikeye sokan başarısız darbe girişiminde sonra ilk yurtdışı ziyareti 9 Ağustos ta Moskova’ya yapılıyor.  Bu ziyaretin Suriye Sınırında Rus uçağının düşürülmesi ile ortaya çıkan krizi tamir etmek ve yeni bir ekonomik ilişkiler cephesi kurulması gibi önemli, bir yanı var. Ön hazırlıkları başlamış olan Erdoğan-Putin görüşmelerinin ekonomik alanda  Akkuyu santralinin önündeki hukuki engellerin kaldırılması, Rusya-Türkiye hattından Yunanistan’a ulaşacak doğal gaz hattı, ortak turizm yatırımları ve genel anlamda ticaret hacminin arttırılması gibi, ‘mütevazi’ sayılabilecek bir çerçeve içinde yürütüleceği belirtiliyor. Ancak, Erdoğan-Putin görüşmesinin sonuçları ekonomiden çok siyasi alanda ciddi yankılanmalar yaratacak bir zaman ve ortam içinde gerçekleşiyor. Bunun en önemli nedeni ; Erdoğan ziyaretinin, temelinde Fethullah örgütü gibi ABD’ye bağlılığı tartışılmayan bir gurubun bulunduğu ve Erdoğan’a suikast girişimini de kapsayan darbe girişimi sonrası  ilk ziyaretini Fethullah okullarını CIA ajanlığı ile suçlayarak kapatan ve bu alanda çok net bir tutumu olan Rusya’ya yapılıyor olması. Erdoğan’ın Rusya ziyareti Batı toplumlarına karşı  diplomatik bir mesaj olarak algılanacaktır.

Erdoğan’ın 9 Ağustos Rusya ziyaretini ‘tarihi’ sayılacak kadar önemli kılan bazı işaretler son üç gün içinde ortaya çıktı. Bunlardan en önemlisi Cumhurbaşkanının Alman televizyonuna yaptığı ‘Halk İdam istiyor. Demokrasilerde halkın istediği olur’ açıklaması. AB yetkililerinin İdam cezasının yeniden getirilmesinin Türkiye’nin AB üyeliği talebini bile ortadan kaldıracağını açıklamaları, Erdoğan’ın İdam cezasını geri getirme konusundaki ısrarının, Rusya ziyareti öncesinde verdiği önemli bir mesaj olduğu anlaşılıyor. Son iki yıl içinde başlayan Doğu Avrupa ve Baltık ülkelerinde Rusya’ya karşı yapılan askeri yığınaktan giderek daha ciddi biçimde rahtsız olmaya başlayan Putin’in,Türkiye-AB ilişkilerinin bu derece zayıflamasından hoşnut kalarak görüşme masasına oturacağı açıktır.

Türkiye’nin uluslararası stratejik tercihlerinde çok önemli bir eksen kaymasına gittiğine dair bir başka belirti, Fethullah Gülen’in darbe girişiminde rolü bulunduğu gerekçesiyle ABD den iadesinin istenmesi. Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın açık taleplerine ABD den verilen üstü örtülü cevaplar ‘Bu konuda kararı yargının vereceği’ biçiminde olurken, İstihbarat kurumlarının açıklamaları ‘Gülen’in bu darbede parmağı yok, yada çok ciddi kanıtlarla ispatlanması gerekir şeklinde.. Hafta başında ilk kez olarak Beştepe’ye giderek Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşen CHP ve MHP genel başkanları, olumlu geçtiği ileri sürülen’ görüşmeden sonra yaptıkları açıklamalarda ‘Gülen’in ABD tarafından iade edilmesi gerekir’ yönünde konuştular. ABD ile Türkiye arasında ciddi bir sürtüşme konusu olacağı anlaşılan Gülen konusunda Erdoğan’ın elini güçlendiren muhalefet desteğine bakıldığında, aynı desteğin Türkiye-Rusya ilişkilerinin hızlı bir biçimde geliştirilmesinde de sürdürüleceği ortaya çıkıyor.

Türkiye’nin darbe girişimi sonrası yeniden biçimlenen siyasi ortamında iktidar partisi ve özellikle tek adam rejimi altında yürüyüşünde bir değişiklik yakın gelecekte görülmüyor. Muhalefet Partilerininde kabullenmiş göründüğü bu siyasi tablo iç ilişkilerin değil,ama dış ilişkilerin etkisi ile önemli zigzag lar gösterebilir. ABD-NATO ve başta İngiltere olmak üzere AB ülkelerinin Türkiye’nin Rusya ile kritik bir biçimde yakınlaşmasına nasıl ve ne ölçüde tepki vereceğini şimdiden kestirmek zor. Türkiye ve Orta-Doğu ilişkilerinde ABD ve İngiltere gibi hareket kaabiliyeti çok yüksek ve istihbarat açısından Türkiye içinde fazlaca bağlantıları bulunan ülkelerin, bir biçimde ‘sokağa inmeleri’ sürpriz sayılmamalıdır.

Mahir Tan    LondraPosta-Londra

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar;Tehdit Sürüyor

TEHDİT SÜRÜYOR

Siyonizmin gücü kapitalizmi ve küresel piyasaları, ABD’nin İsrail’in güvenliğine yönelik taahhüdü Ortadoğu’yu belirliyor.

Bu bir aksiyomdur ve gereğince İsrail’in güvenliği için yıllarca sürdürülen, İsrail-Filistin meselesi çözülürse daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğine ilişkin strateji rafa kalkmıştır.

Şimdilerde İsrail’in güvenliği Arap Dünyası ile müttefik ilişkileri geliştirmeye: Bu noktadan İsrail-Filistin meselesini çözmeye: İsrail’in çevresinde güvenli bölge oluşturulmasına: En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması esasına dayanıyor…

Bu çerçevede 15 Temmuz darbe girişiminin ABD ve İsrail’in ortak yapımı olduğu, “başarısız olması plânlı bir darbe girişimi” olarak senaryolaştırıldığı ve tezgâha konulduğu biliniyor…

*

ABD ve İsrail, Arap Baharı sırasına Tunus’ta, Libya, Mısır, Suriye, Türkiye ve daha bir çok yerde  “İslami dava ve cihad faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması” ve “bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının yararının olmadığı” gerçeğini görmüştür.

Önce Mısır’da Muhammed Mursi önderliğinde Müslüman Kardeşler Örgütü’nün şeratçı hükümeti bir askeri darbe ile yıkılmış, yıllarca yeraltında İslam ülkelerinde cihadçı faaliyetler sürdüren ve Arap Baharı’nde yer üstüne çıkarılan Müslüman Kardeşler örgütü bu fırsatla tasfiye edilmiştir…

*

Şimdi yine ABD ve İsrail’in desteği ile tasfiye  edilmek sırası, “Atatürkçü ideolojinin merkezci, seçkinci ve otoriter zihniyette olduğu ve kurumlarıyla birlikte toplum üzerinde kontrolü ve tahakkümüyle demokrasi üzerinde vesayet oluşturduğu” iddiasında olan,

Fakat çağdaş düzeyi sorgulama, yakalama ve aşma anlayışı, insan hakları, düşünce, inanç ve girişim özgürlükleri, lâik hukuk devleti, katılımcı demokrasi, liberal ekonominin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşmasına katkı koyma iddiasını asla taşımayan;

*

Ya? Bir murşid ya da bir tebliğci gibi imamet, hilafet ve imareti kendi sultasında kabul eden bir bedbahtın,

Allah sevgisi içinde o’na kavuşmak isteyen, o yüzden muhabbetle bağlılık kurmaya hazır, ilim, irfan ve manevi zenginlik kazanabilmek hayalindeki müridlerine yönelmesi,

Bu iradeyle Ortadoğu’da  Rabitat-ül Alem-ül İslam olarak genişleyen ve Amerikancı İslamın şeriatıyla İslam Devletleri Birliği kurmak isteyen,

Manevi değerlerin piyasalaştığı şu süreçte üye ülkelerin toplumsal ve ekonomik gelişmelerini İslami Kalkınma Bankası önderliği ve din adına dolandırılan ve uyduran beyinler haline gelenlerin himmetiyle sağlanan insan sermayesi ve finansmanla topyekün bir cihan devleti olabilmeyi düşleyen ve bir kuruluş olarak faaliyet sürdüren Fethullah Gülen’de ve cemaatindedir…

*

Ne ki, Fethullah Gülen’in Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte Arap İslam ülkelerine yayılmacı felsefede merkezi, yerel, özerk idareler, yargı, CHP, MHP, üniversiteler, medya, sermaye ve TSK üzerinden Yeni Türkiye oluşturdukları da gerçektir.

Bu değişimde askeri gücün operatif fonksiyonu pasifize edilmiş, yerine istihbarat fonksiyonu kuvvetlendirilmiş  Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) türlü süreci belirleyen yeni merkez haline gelmiştir.

*

MİT bir ucunda Türkiye’de demokratikleşmeyi öngören ABD/CIA, öteki ucunda demokratikleşme için Kürt Sorununun çözülmesini öngören İsrail/MOSSAD ile istihbarat paylaşımında birlikte yeni Türkiye’yi belirlemiş,

Akış bazen hem MİT’in henüz değişimi, hem ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’ın Orta Doğu politikalarında önceliğe yönelik uzlaşmazlıkları nedeniyle Yeni Türkiye’ye çatışmalar olarak yansımış,

Fakat sonuçta Büyük Orta Doğu Projesi doğrultusunda sivil-asker bürokrasisi müştereken yönetilmiş,

Medeniyetler İttifakı doğrultusunda da iki eski ortak Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen yüce İslam dinini bir güzel dünyevîleştirmiştir…

*

2002’den beri eski ortaklar devlet kontrollerini adım adım kaldırmış, ülke işgücünün düşük maliyetli bir üretim üssü haline getirilmesiyle ulusötesi şirketlere açılması üzerinden büyük bir ekonomik genişleme sağlamıştır.

Ama nüfusun en zengin yüzde birinin ulusal servet içindeki payı 2002’deki yüzde 39’dan 2015’te yüzde 54’e çıkar ve anormal zenginleşmeler oluşurken,çalışanların ve kent yoksullarının yaşam standartları önemli ölçüde gerilemiştir.

3 milyon insan Avrupa’da iş aramak amacıyla ülkeyi terk etmiş, işsizlik yüzde 10,8 seviyesine çıkmıştır.

*

Yeni Türkiye Irak ve Suriye’de ABD önderliğinde sürdürülen El Kaide ve IŞİD dahil İslamcı milisleri kapsayan iç savaştaki merkezi rolü nedeniyle istikrarsızlaşırken,

toplumsal çelişkiler de artmıştır.

Suriye savaşı bir fiyaskoya dönüşmüş, katliamların yerinden yurdundan ettiği milyonlarca insan sığınma arayışı içinde Suriye sınırından içeriye akarken, binlerce İslamcı milis, ülkeyi Esad’a karşı savaşa katılmak için bir geçiş noktası olarak kullanmıştır.

2014’ten beri Yeni Türkiye’nin yardımıyla ABD’nin silahlandırdığı IŞİD; Irak ve Suriye rejimleri yıkmak ve bu ülkeleri bölmek için savaşıyor.

Rusya’nın Esad yönetimini desteklemeye yönelik müdahalesi, Türk hava kuvvetlerinin bir Rus uçağını düşürmesiyle Ankara ile Moskova arasında askeri çatışma olasılığına yol açmıştır.

*

Erdoğan’ın Irak’taki gelişmelere ilişkin en büyük kaygısı, Kürt bölgesel yetkililerinin  petrol zengini Kerkük bölgesini işgal etmesi,

Türkiye’nin sınırında fiili bir özerk bölge oluşturmuş olan kuzey Suriye’deki Kürt savaşçılara yardım akıtarak kendi bölgelerini büyük ölçüde genişletmek için kullanmasıdır ki; bu kaygı son zamanda süratle realize oluyor.

*

Üstelik Erdoğan, toplumsal gerilimleri başka yöne çevirmek ve Türkiyeli Kürtler arasında yeniden canlanan huzursuzluğu önceden tutmak için Kürtlere dayanan siyasi partiler ile bir bütün olarak Kürt halkı üzerinde ağır bir baskı uyguluyor.

Bu istikrarsızlığa ek olarak Erdoğan’ı haklı bir şekilde örtülü müttefik olarak gören IŞİD, destekleyicilerine Türkiye içinde terörist eylemler gerçekleştirme çağrısı yaparak ihanet olarak gördüğü her şeye karşı misillemeler yapıyor…

Bugün ülkedeki ekonomik büyüme, küresel ekonomik krizin ve siyasi belirsizliğin etkisiyle çarpıcı biçimde yavaşlamış durumdadır ve daha da gerileme bekleniyor…

*

Türkiye’nin işbu niteliksiz siyaset dinamiğinin bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek,

Diğer ucunda ise içlerine aldıkları CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar bulunuyor…

*

Fethullah Gülen darbesinin nihai yenilgiye uğrayıp uğramayacağına ya da  yeni Türkiye’nin daha müzmin bir iç savaşa sürüklenip sürüklenmeyeceğine bakmaksızın,

Yaşanan gelişmeler düzenin siyasi kurumları ve mekanizmalarının uluslararası ölçekte gerçekleşen ve genelleşen çöküşünün ifadesidir.

Aslında ülkeler ve Yeni Türkiye de küresel ekonomik krizin,toplumsal eşitsizlik düzeylerinin ve ABD emperyalizmi ile müttefiklerinin petrol zengini Ortadoğu’ya egemen olma ve dünyanın her bölgesinde Rusya ile Çin’in nüfuzunun altını oymayı amaçlayan askeri gündeminin yıkıcı sonuçlarının kolay kolay kontrol edilemeyen etkisi altında birbiri ardına çalkantıya sürükleniyor…

*

Bu sürüklenişte, mesela Gülen tasfiye edilirken eski siyasi ortağı yeni Türkiye’nin sahibi kesiliyor.

Hak’kın,hukukun yerinde yeller eserken Yeni Türkiye “Türkiye vatandaşlığı”,”Özgürlükçü Lâiklik” başlıklarında parlamenter demokrasi yerine  Hilafetle güçlendirilmiş Başkanlık rejimine doğru  başka bir maceraya itiliyor.

*

Erdoğan, İsrail’e en uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturma stratejisi doğrultusunda;

Artık NATO kumandasına girmiş olan TSK’nın İslamcı Arap ülkelerle cihatçı irtibatı olamayacağı için;

Bölücü Kürtlerin Suriye’ye gönderilmesi: Onların boşaltığı alanlara ağırlığını ziyadesiyle Suriyeli ve Kafkasyalı Türk savaşçıların Şanlıurfa, Hatay, Gaziantep, Adana, Mersin, Kilis ve Osmaniye’de iskan edilmeleri: Avrupa’nın güvenliği sağlamak üzere İŞİD mensubu teröristlerin Hatay,Kilis, Gaziantep ve Şanlıurfa’yı içine alan bölgede iskanıyla Türkiye demografisi değiştirilerek  yeni bölgelerin oluşturulmasına yöneliyor.

Nasılsa Erdoğan’a  nihaî hedefi olan cihatçı İslamcı Ümmeti oluşturmak mücadelesinde AKP paramiliter güçleri, Osmanlı Ocakları,Sünni Arap çeteleri ve İŞİD/Nusra terör örgütü mensupları eşlik ediyor ve hazır kıta bekleniyor.

*

Atatürk, “Tehdide dayanan ahlâk, bir erdemlilik olmadığından başka, güvenilmeye de lâyık değildir” diyor…

27.7.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

Nurullah Aydın; Rövanş almak, bundan sonra gelecek rövanşı kabul etmek demektir.

Nurullah AYDIN

26 Temmuz 2016-ANKARA

 ADALET, ÖZGÜRLÜK, EŞİTLİK HERKES İÇİN

 

Siyasi iktidarın emrinde ve bir dinin anlayışıyla adalet olur mu?

Siyasi kararlar doğrudur ya da yanlıştır, tartışılır.

Yargı kararları da tartışılabilir ancak kamu vicdanını tatmin etmelidir.

Yargısal, kararlar; toplum barışı adına uçuruma yol açıyorsa, düzeltilmesi gerekir.

Demokrasi adına yasa değişiklikleri ve uygulamalar; muhalefeti susturmayı amaçlayan siyasi bir hamle olarak görülür.

 Adalet mülkün temeli olmaktan çıkmış, zulmün temeli olmuşsa, yandaşı koruma ve kollama aracı olmuşsa o ülkede düzenden bahsedilemez.

 Bazı kesimlere uygulanan yöntemlerle yargı cinayetine, verilen kararlarla hukuk katliamına yol açılmışsa; insanların yargıya güveni sarsılmış demektir. Çünkü siyasi olan davaların neticesinin hukuki olması beklenemez.

 Verilen kararlarla; adalete giden bütün köprüleri yıkılmaktadır.

Yargıya güven sarsılmaktadır.

İçinde adalet ve özgürlüğün olmadığı bir ülkede demokrasi de olmaz.

Pusu, tuzak kuran alçaklar, hainler ve destekçileri; siyasi amaçlar ve çıkarları için her türlü harekette bulunabilirler.

 Hukuksuzluk ve vicdansızlık karşısında her seviyede sessiz ve kayıtsız kalanlar ile çıkar sağlayanlar ise yaşamlarında utanç duyarlar ve tarihte de lekeli olarak anılırlar.

 Komplocu çete ile mücadelede başarılı olmak için; her an dikkatli olmak, stratejik çalışma yapmak gerekir.

 

Komşu ülkelerdeki insan hakları ihlallerini önlemeye çalışan ve onlar için hak hukuk ve özgürlük isteyenler; önce kendi ülkesinde yapılan ihlalleri haksızlıkları ve hukuksuzlukları önlemelidirler.

 

Hainliği, komployu, tuzağı, kumpası görmemiş olmak; kabul edilemez bir zafiyettir.

Komployu görmüş ve sessiz kalınıyor ise bu durum daha da vahimdir.

Toplumdaki değerleri altüst edenler; birlik ve beraberliği yıkanlar tarihe çok kötü bir şekilde geçecekler.

 

Görüş, düşünce ve uygulamaların rövanşını almak demek; daha sonraki dönemde de aynı rövanşın alınmasını peşinen kabul etmek demektir.

Rövanşa dayalı anlayış; tarihte hep tersi sonuç doğurmuştur.

 

Dünyanın hiçbir çağdaş medeni hukuk devletinde; insanların inancı, düşüncesi, yaşam biçimi tartışılmaz. Özgürlüğün temeli budur.

 

Manipülatif haberler yapan gazetelerin, gazeteci benzeri muhtelif kişilerin, söz konusu ilkeyi, hukuku, prensibi unutan kalantor gazeteci-yazarların sessizliğinin, tembelliğinin, korkaklığının payı çoktur.

 

Yarın bütün dengeler değişir, erkler değişir. Hukuk herkese lazımdır.

Unutulmamalıdır ki; Tarih öç alınanlarında bir nevi aynasıdır.

 

Günün Sözü: Sorgulamayan insan aciz, sorgulatılmayan insan ise zalimdir.

Türker Ertürk 2.5 yıl önce yazdı; ‘TSK nın Fethullahçılara sessizliği akla başka şeyler getiriyor.’

PENSİLVANYA’DAKİ ALAMUT KALESİ

15 Temmuz’da yapılan darbe girişimi engellenebilirdi! Nasıl mı? Öncesinde, Haşhaşi”lere karşı temizlik operasyonu yaparak. 2,5 yıl önce yazdığımız bir köşe yazımızı, ibretlik olduğu için, bugün aynen tekrar yayınlıyoruz;.

“Erdoğan, Fethullah Gülen Cemaati’ni Haşhaşin Tarikatı’na benzetmiş. Erdoğan’a bu konuda akıl hocalığını kim yapmış bilmiyorum ama, benzetme dört dörtlük.

Haşhaşin Tarikatı; 1090’da Şiilik meşrebinin, İsmaililik mezhebinin, Nizarilik koluna bağlı olan Hasan Sabbah tarafından kurulmuştur. Tarihe “Haşhaşiler” veya “Suikastçiler” olarak geçmelerinin nedeni, ünlü gezgin Marco Polo’nun anılarında aktardığı bilgilerdir. Siyaset bilimcilere göre Haşhaşiler, günümüzün derin devletidir.

Hastalıklı Öğreti

Bugünkü İran sınırları içinde, Tahran’ın kuzeybatısında, Hazar Denizi’nin güneyinde, sarp ve ulaşılması güç dağların üzerinde bulunan Alamut Kalesi; Hasan Sabbah’a ve haleflerine karargah görevi yapmıştır.

Hasan Sabbah; hastalıklı öğretisini yaymak için, cennetin anahtarının kendisinde olduğuna çevresini inandırmış, bu sayede fedailer ve suikastçiler yetiştirmiş ve tarikatını büyütmüştür. Haşhaş, şarap ve huri; tarikatın büyütülmesinde ve suikastçıların korkmadan göreve gönderilmesinde, ikna yöntemi olarak kullanılmıştır.

Medyaya servis edilen telefon konuşmalarından sanırım duydunuz; ne farkı var Cemaat liderinin Hasan Sabbah’tan! Halka konuşma yaptığı ağlamaklı ses gitmiş, yerine rant paylaşım emirlerini veren kendinden emin örgüt lideri sesi gelmiş. Bu nasıl dini Cemaat?

Rant Dağıtım Merkezi!

Cemaat, gerçekten insanların dinini çok geniş bir biçimde yaşaması için bir araç olsa, başımızın üstünde yeri var. Eğer Cemaat; ticaret, rant dağıtım merkezi, siyaset ve devleti ele geçirme aygıtı, yurtseverlere karşı operasyon ve suikast odağı ve emperyalizmin tetikçisi olursa, buna “Hayır!” deriz. Dünyanın hangi demokratik ülkesinde, bizdeki gibi böyle bir kepazelik var? Cemaat için kutsal İslam dini adeta amaç değil, sömürülecek bir araç olmuş.

Hasan Sabbah için Alamut Kalesi neyse, Cemaat lideri için Pensilvanya’da bulunan malikanesi aynı şeydir. Alamut Kalesi’ni Büyük Selçuklu Devleti’ne karşı savunabilir kılan, konuşlandığı haşin coğrafya; Pensilvanya’daki malikaneyi ise Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı koruyan, bulunduğu ABD’dir. Niçin Türkiye’ye dönmediğini şimdi daha iyi anladınız mı?

Zamane İkna Silahları Var

Haşhaşiler, Büyük Selçuklu Devleti’nin en parlak döneminde zayıflamasına ve taht kavgalarına neden olmuş; Cemaat de, ülkemizde halen devam eden bölünme ve parçalanma sürecine!

Haşhaşiler, fedaileri vasıtası ile zamanın komutanlarına, devlet büyüklerine, valilerine, kadılarına ve yöneticilerine suikast yapıyorlardı; Cemaat de, devletin organlarına sızdırdığı uzantıları vasıtası ile askerlerimize, aydınlarımıza, bilim insanlarımıza, gazetecilerimize ve siyasetçilerimize suikastler yapıyor ve zindanlara attırıyor.

Her iki yapıda da cennet kavramı, taraftar toplarken ikna edici olarak kullanılıyor. Cemaat’te Haşhaşilere göre; rant, para ve ihale gibi daha zamane ve daha etkili ikna silahları da mevcut.

Niçin Sessiz Kalınıyor?

Evet, Erdoğan daha önce işbirliği yaptığı bu yapıyla savaşmakta ve devletin içinden söküp atmaya çalışmaktadır. Çünkü; Cemaat emperyal kurgu gereğince, bu sefer kendisini hedef almıştır. Erdoğan; beğenmesek de, ülkemize çok büyük zararlar vermiş de olsa, sonuçta siyasi bir figürdür. Diğeri, çok daha tehlikelidir!

Bakanlıklar, tüm kurumlar, başta yargıçlar, savcılar ve polisler olmak üzere; hallaç pamuğu gibi atılıyor ve Cemaat adlı F Tipi Örgütün tüm uzantıları, sistemin içinden temizlenmeye çalışılıyor. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri’nden çıt yok.

Kumpasın başrol oyuncusu olan Cemaat’in sivil, polis, yargı ve kendi içindeki uzantıları vasıtası ile yapılan operasyonlarından, en çok zararı Türk Silahlı Kuvvetleri görmüştür. Halen, çok sayıda personeli zindanlarda acı çekmektedir. Ayrıca bu kumpas nedeniyle; Türk Silahlı Kuvvetleri’nin moral ve motivasyonu düşmüş, nitelikli insan gücünün önemli bir bölümünü kaybetmiş ve harbe hazırlık durumu kritik düzeye inmiştir. Halen Cemaat unsurları tarafından sürdürülen asimetrik psikolojik harekat nedeniyle; istifalar yoluyla tasfiye operasyonları son sürat devem etmektedir.

Sessizlik Akla Başka Şeyler Getiriyor

1.Ordu Komutanlığı’nı dinleyen, gizli belgeleri çuvallarla çalan, Genelkurmay Başkanlığı’nda yapılan en üst düzey toplantıya böcek yerleştiren, Deniz Harp Okulu’nu karalayan ve saldıran, Donanma Komutanlığı’na dijital terör unsuru belgeleri koyan Haşhaşilere karşı niçin operasyon ve temizlik harekatı başlatılmıyor?

Erdoğan, bu yargıya güvenmiyor ve oğlunu teslim etmiyor. Korumaları, oğlunu tutuklamaya gelen polislere silah çekiyor. Ama Türk Silahlı Kuvvetleri, bu kumpas yargısına evlatlarını kuzu kuzu teslim ediyor. Şimdi Balyoz’da yeniden yargılama söz konusu iken, Hasdal’dan Silivri’ye yol verilecek mi? Hal böyle iken; sessiz ve sedasız kalınması aklımıza başka şeyleri getiriyor!”

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Yine topların kamalarını söküyorlar.

BARIŞTA VE SAVAŞTA…

Birleşmiş Milletler Teşkilatı, tehlikeli bir gidişat gösteren muhtelif krizler karşısında siyasi bir aktörden ziyade bir izleyici görüntüsü çiziyor.

İşte ABD; tek taraflı olarak Hazar Havzasının Enerji Kalkınması Projesi ile Rusya’dan geçen hatlara bağımlılıklarının kaldırılması için Hazar ülkelerinin bağımsızlığını, alternatif ihraç yollarının bulunmasını,

Ya da Büyük Ortadoğu Projesi ile Ortadoğu ülkelerini belirli ekonomik ve demokratik kriterlerle tava getirmek ve ekonomilerinin bağlı olduğu petrol ve gaz akışının Hürmüz Boğazı ve Doğu Akdeniz su yollarından serbest olarak yapılmasını istiyor.

Ya da Çin’in Doğu Asya ile yetinmemesi ve Afrika kıtasında nüfuz bölgesini genişletmesi gibi bir çok gelişmeyi engellemeyi öngörüyor.

*

Çünkü, tabiî bir kural işliyor, bir kere üstünlük sağlayan bir güç olarak ABD kendi gücünü başka devletlerle paylaşmak istemiyor…

Eh! Rusya ve Çin de çatışma konularında taraflar arasında kalıcı çözümlerin sağlanabilmesi için BM statüsünün değiştirilmesine çaba gösteriyor.

ABD, uluslararası hukuku sürekli hiçe sayıyor, hiçbir zaman Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de ve Libya’da milyonlarca insanın ölümüne yol açan gayri meşru savaşlarından dolayı herhangi bir BM mahkemesine hesap vermemiştir.

Üstelik şimdilerde kendi çıkar planlarının önündeki bütün engelleri yıkmaya kararlı bir görünüm veriyor.

II.Dünya Savaşı’ndan bu yana görülmedik ölçekte bir askeri çatışmaya doğru ilerliyor…

*

ABD, Çin ile savaş stratejisinde Batı Pasifik’teki gemilerden, denizaltılardan ve üslerden, Çin ekonomisini felce uğratmaya yönelik bir deniz kuşatmasıyla desteklenen kapsamlı bir hava ve füze saldırısı öngörüyor.

Bugünlerde Başkan Obama, Çin’e karşı Asya’ya dönüş siyasetinin bir parçası olarak Güney Çin Denizi’ndeki  eski düşük yoğunluklu bölgesel anlaşmazlıkları yeni ve çok daha yıkıcı bir hale getiriyor ve bir savaşı tetikliyor.

Avustralya’da ve Filipinler’de yeni üs düzenlemeleri oluşturulmuş: Singapur’a en yeni kıyı muharebe gemileri yerleştirilmiş: Vietnam, Malezya ve Endonezya ile bağlar geliştirilmiş: Bölgede ortak askeri tatbikatlar artmıştır.

Son olarak eski sömürge Filipinler vekil olarak kullanılmış ve BM Daimi Tahkim Mahkemesi’nden; Çin’in Güney Çin Denizi’nin büyük bölümüne yönelik tarihsel haklarını ve Çin’in kontrolündeki kayalıkların ve adacıkların etrafındaki sulara ilişkin hak iddialarını sınırlayan ve denizi doldurma dahil çeşitli faaliyetleri yasadışı olarak mahkum eden bir karar çıkarılmış bulunuyor.

Bir taraftan da ABD donanmasının Güney Çin Denizi’nde bulunan Çin kontrolündeki adacıkları çevreleyen sularda kışkırtıcı ihlallerinde sıklık bakımından artış görülüyor…

Bu noktada Çin Komünist Partisi yönetimi, Çin milliyetçiliğini kışkırtarak, silahlı kuvvetlerini genişleterek ve Güney Çin Denizi üzerinde bir Hava Savunma Kimlik Saptama Bölgesi uygulama tehdidinde bulunarak doğrudan ABD’yi tehdit ediyor…

*

Askeri Yetki ve Trans-Atlantik Bağlantı esasları bağlamında Polonya/Varşova’da NATO Zirve’sinin üzerinden çok zaman geçmemiştir.

Rusya’nın Transkafkasya ve Orta Asya’dan sonra Orta Doğu’da da nufuz genişletme çabalarına giriştiği iddia ediliyor.

İşte NATO; Rusya’nın nasıl kıskaca alınacağı, nasıl en fazla zarar verecek yerinden vurulacağı, nasıl fiziki ve moral olarak etkisizleştirilerek yıkılacağını senaryolaştırıyor.

ABD ve Rusya gibi iki büyük nükleer güç arasında savaş ile siyasetin, asker ile sivilin, barış ile çatışmanın, cephe ile emniyetli bölgenin, dost ile düşman kavramlarının arasındaki hatların belirsizleşmesine yol açan gerilimi daha da artmış görünüyor…

*

Bu çerçevede NATO Liderler Zirvesi’nde Türkiye’yi ilgilendiren;

Suriye krizinin küresel terörün kaynağına dönüşmesi: Mülteci sorunu çözülmezse Avrupa’da güvenlik endişesinin artacağı: Türkiye-Yunanistan çekişmesi ve Kıbrıs sorunu nedeniyle güçlendirilemeyen NATO-AB İşbirliğinin ivedilikle sağlanması: Karadeniz filosu ve kara sınırlarında AWACS’ların sayılarının artırılması:NATO’nun

Türkiye’nin sınır güvenliğini ve terörle mücadelesini daha çok destekleyeceği kararları almıştır.

*

ABD’de Kasım’da Başkan seçimlerine gidilirken hem dünyada hem de Türkiye’nin bölgesinde muhtemel bir barışın ve muhtemel bir savaşın şartlarını oluşturulmaktadır.

Bu cümleden olmak üzere muhtemel bir barışta İsrail’in; Çevresinde güvenli bölge oluşturulması: En uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturulması,esasına dayanan Askeri Doktrini’ne işlerlik kazandırılması,

Ya da muhtemel bir savaşta; bölgede bulunan hiç bir ordunun sahip olmadığı, TSK’nın geçmişte bir Bağımsızlık Savaşı kazanan ulusal onurda olan farklılığının minimize edilerek silikleştirilmesi gerekiyor.

*

Zaten uzun zamandır  TSK’nın NATO’ya alınmakla yeniden organize edilen millî anlayışta askeri damarı;

İyileştirme arayan,sosyal yapıdan kaynaklanan üstünlüğü kaldırmak isteyen, zenginliğin ve imtiyazların eşit dağılımını destekleyen sol politik hareketi tasfiye etmekte kullanılmasıyla başlayan,

Ardından Başkan Carter’ın ABD Ulusal Güvenlik Konseyi Danışmanı Paul Henze’den “Bizim çocuklar bu işi başardı” diye haberini aldığı,

TSK’nın 24 Ocak kararlarına bekçi edildiği 12 Eylül 1980 darbesiyle giderek özelleştirilmiştir.

Liberalleşme uygulamalarıyla ülke kaynakları topluma ait tüm tarihsel ve kültürel miras, doğal çevre talan edilirken,

Eğitimde, inançlarda, kültürel yapıda insan hakları ihlalleriyle lâik kültüre darbe vurulurken ve Kürt Sorunu büyürken,

Bu karakterle Türkiye’nin yetiştireceği kuşaklara uygulanan bir depolitizasyon hareketine yol verilirken,

TSK 1995’te Türkiye’nin Dünya Ticaret Örgütü’nün inisiyatifinde yürüttüğü Hizmet Ticareti Genel Anlaşması’nı imzaladığı ve dünyanın tek bir elden yönetilmek amacıyla sermaye tekellerinin tek bir küresel ekonominin anayasası için uluslararası yatırım alanlarında yatırım rejimlerinin liberalleştirildiği sırada;

Cevheri ne olursa olsun siyasete karışmış, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini  kaybetmeye başlamış ve vatanın savunma gücünü  pasifize etmeye yürüyordu.

*

Şimdi 15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan tesbitler, ABD’nin “başarısız olması plânlı darbe girişiminin” tezgâhlayıcısı olduğu yönündedir.

Gelinen nokta ise tıpkı I.Dünya Savaşından yenik çıkan ve işgal edilen Türkiye’nin tüm askeri güçlerinin sıfırlanmaya çalışıldığı günleri hatırlatıyor.

Donanmanın gemilerinin torpidoları çıkartılmış, top kamaları sökülmüş, kazanları çalışmaz hale getirilerek Haliç ve İzmit körfezlerinde etkisiz ve battal halde demirletilmişti.

Milli kuvvetlerin lehine olabilecek hiçbir harekete müsaade edilmiyordu.

2 milyonluk Osmanlı Ordusu’nun silahlarının kamaları, tüfeklerin mekanizmaları ve topların kamaları sökülüp İngilizlere, Fransızlara, İtalyanlara teslim ediliyordu.

*

15 Temmuz, işbirlikçi hain Fethullah Gülen Terör Örgütü’nün başarısız darbe girişiminin Varşova’daki NATO zirvesinden yalnızca bir hafta sonra gerçekleştiğine dikkat edilmelidir.

Bu hain girişimle, sonuçta TSK’yı oluşturan Politik: Ekonomik: İnsan gücü nitelikleri: Moral değerler ve kültür: Harekete geçme potansiyelini kullanma: Ulusal gücü oluşturan örf, âdet ve töreler, yurt sevgisi, çalışkanlık, bilgi, cesaret ve kendine güvenden oluşan manevî gücünde büyük zaaflar oluşmuştur.

Bu değerlere sahip olamayan bir silahlı kuvvetin, tıpkı 2 milyonluk Osmanlı ordusunu gibi asla başarılı olamayacağı çok açıkken;

TSK, bugünün geleneksel olmayan kuvvet ve yöntemlerin kullanıldığı yeni savaş stratejisinde komutasını, silah arkadaşlığını, sevk ve idaresini, taktik ve stratejilerini kısacası vatanın savunma gücünü, güvenilir bir müttefik olarak kabul ettiği NATO’ya devretmiş bulunuyor.

*

Küresel savaş yönelimi bir ülkeden diğerine diktatörce yöntemlere doğru hızlanarak yoğunlaşıyor.

Ve biz “Yaşasın Demokrasi” diye haykırabiliriz…

25.7.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

Türker Ertürk; ‘İmamın Ordusu’ sahneye koydu, ‘Kemal’in ordusu’ engelledi

     MAĞDURLARDAN MEKTUP VAR

Geçtiğimiz Cuma (15 Temmuz 2016) kardeşkanının dökülmesine yol açan ve başarılı olmasa bile ülkemizi istikrarsızlaştıran darbe girişimi dün kotarılmadı.

Eğer Ergenekon ve Balyoz gibi gayri hukuki kumpaslar ve Atatürkçüleri Türk Silahlı Kuvvetleri‘nden tasfiyeye yönelik itibarsızlaştırma operasyonları gerçekleşmeseydi veya engellenseydi geçen haftaki darbe yapılamazdı.

Baş Suçlular

Herkes şapkasını önüne koymalı ve düşünmeli, ben ne yaptım veya yapmadım diye! TSK’dan bu kanserli hücrelerin tasfiye edilmesini engelleyenler, Yüksek Askeri Şura’da şerh koyanlar, TSK’nın kafeslenmesine ses çıkarmayanlar, “iyi oldu darbeciler temizleniyor” diyenler, Taraf gibi kumpas gazetelerine destek verenler, bugün hala utanmadan ve haysiyetsizce yazı yazmaya devam eden ama o gün kumpas ateşine odun taşıyanlar baş suçludur.

Cemaat “Altın Nesil” yetiştirdiğini söylüyordu! Kimdi bunlar; Kardeşlerine ve silah arkadaşlarına tuzak kuruyor, telefonlarına teröristlerin numaralarını yüklüyor, bilgisayarlarından kişiye özel bilgilerini çalıyor, evlerine girip uyuşturucu, hayvan pornosu ve cephane koyuyordu. İşte bunları yapanlar darbe günü öğlen beraber yemek yediği devre arkadaşını akşam vurdu ve halkın üzerine ateş açtı.

Kemal’in Ordusu

Özetle söylemek gerekirse darbeyi; TSK içindeki “İmamın Ordusu” sahneye koydu ama “Kemal’in Ordusu” engelledi!

Geçtiğimiz hafta içinde TSK’ya yönelik tasfiye ve itibarsızlaştırma operasyonunun merkezinde yer alan Deniz Harp Okulu’ndan ayrılmak zorunda bırakılan çok sayıda gençten mektup ve mesaj adım. Bunlardan ikisini sizle paylaşmak istiyorum. İkinci mektubun sahibinin ismi halen süren hukuki süreç nedeniyle gencimiz zarar görmesin diye değiştirilmiştir. Gerçek ismi bizde mahfuzdur.

Mektupta adı geçen Cüneyt, darbe girişimi sırasında Deniz Harp Okulu’nu ele geçirmeye ve değerli, yurtsever ve Atatürkçü komutanı Tümamiral Mesut Özel’i cunta adına tutuklamaya çalışan çetenin elebaşlarından biridir.TSK’nın kafeslenmesine zamanında ses çıkarmayanlar, “iyi oldu darbeciler temizleniyor” diyenler, Taraf Gazetesi gibi kumpas gazetelerine destek verenler de suçludur.TSK’nın kafeslenmesine zamanında ses çıkarmayanlar, “iyi oldu darbeciler temizleniyor” diyenler, Taraf Gazetesi gibi kumpas gazetelerine destek verenler de suçludur.TSK’nın kafeslenmesine zamanında ses çıkarmayanlar, “iyi oldu darbeciler temizleniyor” diyenler, Taraf Gazetesi gibi kumpas gazetelerine destek verenler de suçludur.

Mektup-1

“Değerli Komutanım,

Sizi 2010’da istifa konuşmanız sırasında Harbiye birinci sınıf öğrencisi olarak canlı izlemiş ve dinlemiştim. Sizden sonra Harbiye üçüncü sınıf öğrencisiyken ayrılmaya zorlanmış bir genç olarak size yazıyorum.

Deniz Harp Okulu’nda bizlerin üzerine acımasız olarak gelindiği zamanlarda bizleri nasıl koruduğunuzu bu dönemde çok daha iyi anlıyorum. Bizler de geçtiğimiz günlerde darbeye karışan caniler tarafından her türlü psikolojik işkenceye maruz kalmış, hakaretler işitmiş, sonunda aşkla bağlandığımız Deniz Kuvvetleri’nden ayrılmak zorunda bırakılmıştık. Çünkü bizler onurumuzla girmiştik ve onurumuza zarar verilmesini asla izin vermezdik, vermedik!

Tıpkı sizin gibi davrandık. Ayrıldığım günden itibaren hem sizin yazılarınızı ve televizyon programlarınızı izledim, hem de elimden geldiği kadar tüm arkadaşlarıma, dostlarıma ve yakınlarıma Cemaat’in yapılanmasını anlatmaya çalıştım. Geçtiğimiz hafta sonu yaşadığımız darbe girişiminden sonra tarafıma ulaşan onlarca “sen anlatıyordun” mesajlarını aldım.

Size selamlarımı ve saygılarımı iletmek istedim. Siz bizim sadece komutanımız değil, bizlere liderlik yapan, bizler için idol olan birisiniz ve her zaman öyle kalacaksınız.

Sevgiyle kalın, saygılarımla,

Mert Sevim”

 

Mektup-2

“Değerli Komutanım Sayın Türker Ertürk,

Ben 2009-2010 yılları arasında şanlı yuvamız Deniz Harp Okulu’nda eğitim görme şansını yakalamış bir öğrenciniz Asena Türkcan. Sürekli takip ettiğim yazılarınız ve doğruları yansıtmaktan vazgeçmeyen cesur ve iktidarlı duruşunuz size yazmam için bana cesaret verdi.

Nesillerdir Türk Silahlı Kuvvetleri’ne emek vermiş bir ailenin parçası olmaktan gurur duyuyorum. Okumayı ilk öğrendiğim günden üniversite sınavına girdiğim ana dek hayattaki en büyük hedefim Türk Silahlı Kuvvetlerin bir parçası olmaktı. Nihayetinde hedefime ulaştım da! Fakat okula girdiğim ilk günden itibaren gerek sözlü gerekse davranışlarıyla beni Deniz Harp Okulu’nda barındırmayacağını belirten Cüneyt Aydoğan adındaki bölük komutanımdı. Sizin de bildiğiniz üzere bu şahıs uğraşısında yalnız da değildi.

Gördüğüm baskı, aşağılanma, hakaret ve daha niceleri ile hata yapmama ve yıpranmama neden oldu. Neticesinde hafta sonu cezalarıyla başlayan, oda hapisleri ile devam eden hayatımdaki sonsuz döngü başlamış oldu. Bahsettiğim gibi ben bir asker çocuğuydum. Orduya hizmet eden bir subay olmanın kolay olmayacağını, bunun için mücadele etmem gerektiğinin bilincindeydim. Daha öncesinde bilmediğim tek şey bu mücadelenin doğru, dürüst ve şerefli bir şekilde kazanılamayacağı idi.

Deniz Harp Okulu Komutanı olarak siz ve Tabur Komutanım bana benim bildiğim ve düşlediğim Türk Silahlı Kuvvetleri’nin olduğunu gösterdiniz ve dolayısıyla mücadelemde inancımı kaybetmememi sağladınız.

Birinci sınıfın sonunda izinim sırasında Cumhuriyet Savcılığından gelen bir aramayla ailemin yanından ayrılmak ve İstanbul’a dönmek mecburiyetinde kaldım. Ve olaylar daha da çirkinleşmeye başladı.

Siz de bir kız babası olarak sanırım ailemin ne durumda olduğunu düşleyebilirsiniz. Hakkımda kişiliğime ve namusuma atılmış büyük bir iftira vardı.  Fakat hukuksal açıdan direk bir suçlama olmadığı için itiraz da edemiyordum. Ondan sonra Deniz Harp Okulu’ndaki hayatımın özellikle bir bayan öğrenci olarak nasıl devam ettiğini tahmin edebilirsiniz.

Gelgelelim günden güne banim kuruma olan inancım azaldı ve mücadelemin artık bir anlamı kalmadığı kanısına vardım. Ardı arkası kesilmeyen suçlamaları, tutuklamaları, medya yoluyla takip ettim.  Bundan bir ay öncesine kadar size yazmak aklımın ucundan geçmezdi. Hiçbir zaman gerçekleşmemiş telefon görüşmeleri gibi olan olaylardan kaynaklanan iftiralardan sonra size bunları yazmam daha nice iftiralara sebep olabilirdi.

Fakat darbe girişiminden sonra artık gerçeklerin eninde sonunda ortaya çıkacağı umudundayım. Umarım bu süreçte yüce halkımız daha çok zarar görmez.

Size verdiğiniz mücadele, inandıklarınızı yazdığınız ve yansıttığınız için teşekkür etmek istiyorum. Yalnız olmadığını bilmek ve hala aklıselim sahibi Atatürkçü insanların olduğunu görmek büyük bir mutluluk.

Saygılarımla,

Asena Türkcan”

 

TÜRKER ERTÜRK

Nurullah Aydın;Lausanne, Türk milletinin kurduğu Cumhuriyetin siyasi temelidir.

Nurullah AYDIN

24 Temmuz 2016-ANKARA

Lozan Antlaşmasının 93. Yıldönümü Mesajı

1905’ten 1922’ye kadar dört cephede saldırıya uğrayan Türk Milletinin varolma savaşı, vatan savunmasıyla başlar. Türk Milleti; Sevr antlaşmasıyla sona eren vatanın bölünmesini, Mustafa Kemal’in önderliğinde savaşarak durdurdu. Lausanne antlaşması Türk Milleti’nin 29 Ekim 1923’te kurduğu Cumhuriyetin siyasi temelidir. Çağdaş dünyanın saygın ülkesi Türkiye’nin Cumhuriyet değerlerine, üniter demokratik laik sosyal hukuk devlet yapısına, milli ve manevi değerlerine yönelik içten ve dıştan yapılan saldırılar dikkatle takip edilmektedir.

Bilinmelidir ki; Türk Milleti bir bütündür. Türkiye Cumhuriyeti Devleti güçlüdür. Türkiye cumhuriyeti vatandaşları; farklılıkların bir zenginlik olduğu bilinciyle, ortak vatan ortak tarih ortak milli ve manevi değerlere sahip, birlik ve beraberlik içinde, kalkınmış, bölgesinde ve dünya’da saygın, onurlu çağdaş devletin eşit vatandaşları olarak mutlu, huzurlu ve güven içinde olacaklardır.

Kurtuluş savaşı kahraman şehitlerimizi rahmetle, Lozan antlaşmasında etkin olan kahramanları saygıyla anıyorum.

Nurullah AYDIN

İADD; ‘Lozan Zaferi olan bir ulusa umutsuzluk yakışmaz..’

 Darbe gölgesinde LOZAN kutlaması

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye’de yaşanan Cemaatçi Darbe girişimi ve onu izleyen günlerde Erdoğan yönetimi tarafından onbinlerce kişinin tutuklandığı karanlık tabloya karşın Lozan Antlaşması’nın imzalanışının 93.yılında Atatürkçü ve Yurtseverlerin biraraya geldikleri bir kahvaltı ve toplantı gerçekleştirdi.23 Temmuz günü  Canary Warf’taki Hazel restorant ta düzenlenen toplantıya Londra Türk toplumundan çok sayıda davetlinin yanında Loandra’da yaşayan Azeri toplumundan geniş ölçüde katılım oldu. İADD ,İngiltere Kadın Platformu, CHP, Azeri Evi yanında Türk toplumundan çok sayıda yurtseverin bireyler olarak katıldıkları kahvaltı-toplantı beklendiği gibi Darbe Girişimi ve bu gerekçe ile Türkiye’de Hükümetin yürüttüğü Olağanüstü hal  ve geniş çaplı tutuklamaların yarattığı karanlık ortamın tartışılması biçiminde geçti.

Jale Özer; ‘Türkiye’nin tapusu Lozan,bizim elimizdedir’

23 Temmuz Lozan Gününde, davetlilere bir konuşma yapan İTDF ve İADD Başkanı Jale Özer; Lozan Antlaşmasının,muzaffer Türk Kurtuluş Savaşı sonunda Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde kazandığımız  ‘Türkiye’nin Tapusu’ olduğunu vurgulayarak, ‘ona sahip çıkmanın anlamını Türkiye’de son yıllarda ortaya çıkan cemaatçi ve gerici oyunları yaşadıkça daha iyi kavrıyoruz’ dedi.’Lozan’ın ne büyük bir zafer olduğunu kavramak için çocuklarımıza, Mustafa Kemal önderliğinde gerçekleştirilen Cumhuriyetimizin yırtıp attığı Emperyalistlerin dayattığı Sevr anlaşmasının nasıl bir ölüm fermanı olduğunu anlatmalıyız ‘ diyen Özer, 93 yıl sonra Sevr’in, yazık ki, bugün her zamankinden daha yakın ve daha gerçek bir tehlike olduğuna dikkat çekti.

‘Lozan zaferi olan bir Ulusa, umutsuzluk yakışmaz’

Lozan Antlaşmasının 93. yıldönümünü kutladığımız bu günde, ülkemizde dinci guruplar ve  Emperyal oyunların yarattığı karanlık bir tablonun yaşandığını vurgulayan Jale Özer, 15 Temmuz Günü yaşanan Fethullahçı kanlı Darbe girişiminin gerçekte,siyasi iktidarın Türkiye’nin Laiklik,Parlamenter Sistem ve demokratik rejimiyle oynamasının bir sonucu olduğunu ifade etti.  Mustafa Kemal Atatürk’ün 17 Aralık 1927’de Tekke ve Zaviyeleri kapatırken söylediği ; ‘Efendiler biz tekke ve zaviyeleri din düşmanı olduğumuz için değil; bilakis bu yapılar din ve devlet düşmanı olduğu, Osmanlı ve Selçuklu’yu bu yüzden batırdıkları için yasakladık’ sözlerine konuşmasında yer veren Özer; ‘içinde yaşadığımız karanlık dönemden ancak Cumhuriyet’in kuruluş felsefesine,laiklik ilkesine ve Atatürk devrimlerine sarılarak çıkabiliriz’  dedi.

Mahir Tan        LondraPosta-Londra

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘başarısız olması planlı darbe girişimi’

SIRADAKİ GELSİN

15 Temmuz darbe girişiminin ardından yapılan tesbitler, ABD’nin “başarısız olması plânlı darbe girişiminin” tezgâhlayıcısı olduğu yönündedir.

Nitekim darbe girişimin sona ermesinin ardından Çalışma Bakanı S.Soylu doğrudan doğruya “darbenin arkasında ABD var” suçlamasında bulunmuş,

Başkan B. Obama ve Dışişleri Bakanı J. Kerry  ancak darbenin başarısız olacağı anlaşıldıktan sonra “Türkiye’deki tüm taraflar demokratik olarak seçilmiş hükümeti desteklemeli, şiddetten ve kan dökmekten kaçınmalı ve onu engellemeli” diyen bir açıklama yayınlamıştır…

*

ABD/ CIA’nin reddetmesine karşı darbe girişiminin hükümetin bilgisi ve nezareti çerçevesinde örgütlendirildiğine ilişkin bilgiler hızla yayılıyor.

Artık ordunun içinde örgütlenmiş bir grubun “başarısız olması planlı” darbe girişiminin sonuçları üzerinden nedenlerini anlamaya çalışmak, daha hangi sonuçlarla karşılaşılabileceğini düşünmek gerekiyor…

*

1- ABD ve İsrail; İsrail’in  güvenliğini teminen Başbakan B.Netanyahu’nun,

“Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük.

Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz.

Bugün İsrail, Suudi Arabistan’ın bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir.

Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir.

Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz” ifadesiyle çerçevelediği stratejiyi gütmektedir…

*

2- Ne ki, her iki ülke de Arap Baharının ardından “İslami dava faaliyetleriyle siyasi parti faaliyetlerinin birbirinden ayrılması” ve “bir siyasi partinin dini alanda vesâyet sağlamasının bir yararının olmayacağı” gerçeğini anlamıştır.

Önce Mısır’da Muhammed Mursi önderliğinde Müslüman Kardeşler Örgütü’nün şeratçı hükümeti bir darbe ile yıkılmış, cihadçı Müslüman Kardeşler örgütü mahkûm edilmiştir.

*

3-Bu sırada Türkiye’de, eski iki ortak Tayyip Erdoğan ve Fethullah Gülen’in yüce İslam dinini dünyevîleştiren cemaati ve siyaset gürûhunun;

Oluşturduğu siyaset dinamiğini bir ucunda ABD/CIA ve İsrail/MOSSAD’dan satın alınan destek,

Diğer ucunda ise içlerine aldıkları CIA ve MOSSAD istihbarat örgütlerinin yönetiminde ABD ve İsrail’in Ortadoğu’daki çıkarlarına güvenlikli bir bölge oluşturmak için ödenen karşılıklar bulunmaktaydı…

*

4- Mevcut hükümete karşı direnç gösteren birçok kişi ve kesim Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla Ordu’dan tasfiye edilmiş,

Bu yolla hükümet ve paralelcilerin ittifakı muhalefeti dizayn edip iktidarın devleti kendi tekeline almasını amaçlıyordu ki;

Mısır gelişmelerinin ardından Fethullah Gülen Cemaatinin tasfiyesine yol verildi…

Cemaat buna CIA ve/veya MOSSAD yönetiminde 17-25 Aralık tarihlerinde Erdoğan’a karşı gerçekleştirilen operasyonlarla yanıt verdi.

Taraflar birbirlerine karşı bilendi…

*

5-Bu sırada Arap Barış Girişimi doğrultusunda;

İsrail’in kumandasında ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,

Ardından terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kuruldu.

Bu suretle, İsrail’in çıkarlarına hizmet eden Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarında ortaklık sağlandı.

Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açıldı.

Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken, bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörüsü hayata geçirildi..

Bu suretle İsrail’in Askeri Doktrinini oluşturan;

İsrail çevresinde güvenli bölge oluşturulması ve en uzak mesafedeki füzelerin bertaraf edilmesi için düşman devletler sınırları ötesinde koruma daireleri oluşturma esasları güç kazandı.

*

6- Erdoğan, Fettullah Gülen’in Türkiye’deki tüm örgütlü yapısını bitirmek için bütün devlet gücünü arkasına almış ve her türlü girişimde bulunmaktaydı.

Bugün Cumhurbaşkanı ve hükümetin temel iddiası darbe girişiminin “ordu içerisinde örgütlenmiş bir grup paralelcinin işi” olduğu yönündedir.

Sonuçta  planlandığı üzere darbe başarısız bırakılmış ama hükümetin  karşı darbesi başarılı olmuştur.

“Muhterem Fettullah Gülen Hoca Efendi artık terör elebaşısı olarak yeni dönemin en kötü figürü haline getirilmiş bulunuyor…

*

7-Bu suretle AKP hükümetinin darbe öncesi ve sonrasını kapsayan süre için ABD’yle biat anlamında anlaştığı,

Rejimi kendisine tam bağımlı hale getirdiği,

Fethullah Gülen ve örgütünü tam anlamıyla tasfiye ettiği,

Diğer muhaliflerin de tasfiyesi için çok önemli bir fırsatın ele geçirildiği,

Darbe girişimi sırasında darbecilerin TBMM’i bombalamasından hareketle “Meclisin Milli İradenin merkezi olduğu”,

AKP’nin çağrısına uyan ve öncülüğünü paramiliter güçlerin yaptığı darbeyi önleyen halktan hareketle, Atatürk’ün Ulus Devleti Devrimi ardından,AKP’nin ” Demokrasi ve Milli İrade” söyleminin taçlandırıldığı ve AKP siyasetinin rüşt kazandığı bir sonuç yaşanıyor.

*

8-Darbeyi planlayıp gerçekleştirdiği iddia edilen ve gözaltına alınıp derdest edilen asker sayısı nerdeyse ordunun komuta kademesinin yarısından fazlasını oluşturuyor.

Bu sonuç ise TSK’nın geldiği nokta itibariyle küçülmesi ve giderek her türlü ulusal hasletlerinden boşandığını,

Her durum ve şartta NATO kumandası ve bayrağı altında bir alt unsur haline geldiği ve Türkiye’nin kayıtsız-şartsız ABD mandasına girmiş olduğu anlamına geliyor.

*

9- Bu sırada Ortadoğu’da mevcut siyasi ve askeri ayaklanmalar yeni ve geniş kapsamlı demografik gerçekler üretmektedir.

Savaş insanları kendi gibi olanlar ile birlikte yaşamaya teşvik ediyor ve topluluklar etnik azınlık statüsünden etnik çoğunluk statüsüne taşınıyor.

Trajedi ve korkunun ortasındaki insanlar bu gerçek üzerinden Irak, Lübnan, Ürdün ve Türkiye’de kendilerine yeni bir hayat kurma peşinde koşuyor.

Suriye iç savaşından kaynaklanan nüfusun yer değiştirmesi Türkiye’yi de ciddî anlamda değişmeye zorluyor.

*

10- Bu çerçevede İsrail’in Barzani liderliğinde Kürdistan projesi, bir etnik temizlik faaliyetine neden oluyor.

Zaten ABD, Kürtlerin giderek Suriye ve Irak’ta güçlerini birleştirmesini,birleşmiş Kürdistan’ı oluşturmasını ve Akdeniz’e bir koridor açmalarını öngörmektedir…

Buna karşı PKK’da Kürt halkına, İsrail projesine karşı genel olarak seferber olma çağrısında bulunuyor.

O yüzden sıra, PKK’nın kesin olarak mağlup edilmesine geliyor.

*

11- Artık ABD’nin, “bütün Irak yanıyor bir tek Kuzey Irak’ta sorun yok. Oraya girerseniz huzur bozulur. Sınır ötesine büyük miktarda asker göndermek istemeniz bölgedeki güçleri, Talabani ve Barzani’yi rahatsız ediyor, bunu yapmayın”,

Ya da “Karadan girmeyin sınırlı bir hava harekatı yapabilirsiniz. Nokta hedefleri havadan vurabilirsiniz ama havadan nereye vuracağınızı birlikte belirleyelim… Yani istediğiniz yeri vurmayın… Irak yönetiminin de vurulacak yerleri bilmesi gerekir” tezlerinin sonuna gelinmiştir.

*

12-Bu suretle,hem durmaksızın muhalif mensupların tasfiyesiyle itibarı iki paralık olan ve çaresiz ulusal hasletlerini NATO’ya devreden,

Hem de,bir örnek olarak Genelkurmay eski Başkanı İlker Başbuğ’un döneminde;

” PKK’nın sadece Medya Savunma Alanlarına yönelik savaş uçağı ile 11 bin 340 bomba, 63 bin tank,roketatar ve havan topu bataryası kullanılmasına rağmen,

PKK’nın halâ ciddi bir tehdit ve silahlı olarak durması”nın sonuna gelinmiştir…

*

13- Ağustos’ta Askeri Şura’da TSK’nın yeni kadro pozisyonlarının belli olmasını takiben en kısa sürede,

Ziyadesiyle İçişleri Bakanlığı’nın terörle mücadelede uygulanacak ödül yönetmeliği doğrultusunda,

PKK’nın 20’si Avrupa’da bulunan 50 kişilik lider kadrosunun ölü ya da diri yakalanması süreci başarı garantisiyle başlayacaktır.

*

14-Nihayet,Kahraman Erdoğan ve AKP iktidarı eliyle İsrail Askeri Doktrini doğrultusunda,

Anadolu topraklarında iskân edilecek Kafkasya göçmenleri, Özgür Suriye Ordusu mensupları ve taraftarları Sünni Suriyeli Araplar, Irak-Şam İslam Devleti(IŞİD) ve diğeri terör örgütleri mensupları üzerinden,

Cumhuriyet rejimi son dişlisine kadar yıpratılarak, özgürlükçü lâiklik nitelikle İslam Halifeliği kurulacak, Türkiye hem Sünni hem Şii eksende siyasi cazibe merkezi görevi yapacaktır.

*

15-YCHP, MHP ve falan filan parti, bu Cumhuriyet Türkiye’sinin sözde muhalefet partileridir…

*

16- ABD-İsrail ve müttefikleriyle,bir başına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan böyle istiyor…

23.7.2016

AHMET KILIÇASLAN AYTAR