Türker Ertürk ; Kolkola Cihad

EBU CİHAD

Bugün; Çanakkale Deniz Zaferi’nin 101’inci yıldönümü! Bu yazıyı size, konferans için davetli olduğum Hamburg’a uçakla seyahatim esnasında yazdım. Ne tesadüf ki; geçen yıl da, 100’üncü yıldönümünde yine Almanya’da, ama başka bir kentte, Bremen’deymişim. Hatta o konferanstan sonra, Osmanlı’nın I. Dünya Savaşı’na girmesinin görünürdeki nedeni olan, Alman Amiral Souchon’un Bremen’de bulunan mezarını ziyaret etmiştim. 

Esasında Çanakkale, I. Dünya Savaşı’nın çok sayıda cephelerinden sadece biriydi. Bu savaşa; 29 Ekim 1914’de gönderlerine ay yıldızlı bayrak çekilmiş ve personeline fes giydirilmiş Goeben (Yavuz) ve Breslau (Midilli) harp gemilerinin bulunduğu ve Alman Amiral Wilhelm Anton Souchon’un (1864-1946) komutasında bir filonun, Karadeniz’de Rus limanlarını bombardıman etmesi sonucunda girdik. Sonrasında; İngiltere, Fransa ve Rusya, Osmanlı’ya savaş ilan etti.

Kim Kimin Koluna Girdi?

Osmanlı, gerçekte bu savaşın dışında kalamazdı. Çünkü; emperyalizm tarafından paylaşılmak istenen coğrafyanın üzerinde oturuyordu. Hastaydı, üretemiyordu, topraklarını ve halkını yönetemiyor, refah ve mutluluk veremiyordu. Ayrıca; hala dinsel düşünme dönemindeydi, Avrupa’yı Avrupa yapan bilimsel ve akılcı düşünce sistemine geçememiş ve bunun tabii sonucu olarak, Sanayi Devrimi’ni yaşayamamış ve ıskalamıştı.

Almanya; birliğini geç kurduğundan (1871), Avrupa merkezli emperyalizmin küresel paylaşımında çok geri kalmıştı. Bu nedenle; dikkatini ve ilgisini henüz fiili olarak paylaşılmayan Osmanlı coğrafyasına teksif etti. Bu nedenle; Alman İmparatoru II. Wilhelm tahta çıktıktan bir yıl sonra İstanbul’a geldi ve II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Wilhelm; 1898’de İstanbul’a yine geldi, arkasından Kudüs’e gitti; “İslam Alemi’nin ve Halife’nin koruyucusuyum mesajını vermeye çalıştı. Bu maksatla, II. Abdülhamit’le kol kola girmiş fotoğrafları dağıtıldı. Fotoğrafta II. Abdülhamit, Wilhelm’in koluna girmişti. Bu fotoğrafta verilen mesaj çok netti; “Koruyucunuz ve haminiz biziz”. Wilhelm son İstanbul ziyaretini ise; Sultan Reşat döneminde, 1917’de yaptı.

100 Yıl Öncesinin Planı Nasıldı?

 100 yıl öncesinin emperyalist planının ilgi alanı; Viyana’dan Hindistan’a kadardı. Sanayi Devrimi’ni gerçekleştirmiş güçlü Almanya, bu coğrafyaya egemen olmak istiyordu. Osmanlı ile ilgisi, bu nedenleydi. Koruyordu, çünkü rakiplerine (İngiltere, Fransa, Rusya) kaptırmak istemiyordu.

Almanya; zengin petrol kaynaklarına sahip olduğu anlaşılan Ortadoğu ile Mısır ve Hindistan’a göz dikmişti. Rakipleri; Mısır’ı ve Hindistan’ı elinde tutan İngiltere, İngiltere’den yana taraf olan Fransa ve Anadolu üzerinden sıcak denizlere inmeye çalışan Rusya idi.

Vahşi İslam İsyanı

Osmanlı’nın savaşa girmesinin üzerinden henüz 15 gün geçmişti ki; 14 Kasım 1914’de, Padişah Fermanı ile “Kutsal Cihad” ilan edildi. Buna Alman Cihadı da denir. Fikir babası; Alman diplomatik çevrelerinde Ebu Cihad takma adıyla anılan, anadan Alman ve babadan Yahudi diplomat, tarihçi ve arkeolog Max von Oppenheim idi. Almanlar için Cihad, kendi ifadeleri ile “Vahşi İslam İsyanı”; öncelikle İngilizler olmak üzere, Ruslara ve Fransızlara karşı başlatmak içindi. Teşkilat-ı Mahsusa; Almanların isteği ile kuruldu, Alman parası ile finanse edildi ve Almanların belirlediği hedeflere yönlendirildi.

Osmanlıların savaştığı tüm cepheler; kendi çıkarlarının gereği olarak değil, Almanların çıkarlarının dikte ettiği cephelerdi. Zaten Osmanlı, Genelkurmay Başkanı ve Donanma Komutanı ile Berlin’in ve onun çıkarlarının emrindeydi. On binlerce vatan evladı; Sarıkamış, Kanal ve Galiçya gibi cephelere Almanların isteği ile sürüldü ve yaşamlarını kaybetti.

Ege Adalarını Niçin Kaybettik?

 Tek bir istisna vardı; Çanakkale.  İtilaf devletleri; artık Osmanlı’ya son darbeyi vurmak, Ruslara yardım götürmek, Osmanlı’nın kalbi olan İstanbul’u ele geçirmek, savaştan önce yaptıkları gizli paylaşım antlaşmalarına göre Osmanlı’yı paylaşmak için, donanmaları ile 19 Şubat 1915’de Çanakkale Boğazı’na saldırdılar.

Çanakkale Savaşları’nın ilk bölümü deniz savaşıydı. Denizciler bir şekilde savaş sahnesinde vardı ama, Osmanlı Donanması ortada yoktu. Çünkü örümcek kafalı dini-darlarımızın yere göğe koyamadığı II. Abdülhamit; korkuları ve vesveseleri yüzünden, Osmanlı Donanması’Haliç’e kapatarak yok etmişti. Bu yüzden Osmanlı Donanması; sadece Çanakkale’de değil, 1897 Osmanlı-Yunan, 1911 Trablusgarp, 1912 Balkan ve 1919-1922 İstiklal Savaşları’nda da yoktu. Ege Adaları’nın tamamını, donanmamız olmadığı için kaybetmiştik.

 Anafartalar Kahramanı

 Çanakkale Boğazı; emsalsiz düşman donanmasına karşı, başarı ile ve kahramanca savunulur. 7-8 Mart gecesi; Nusrat’ın döktüğü mayınların da yaptığı katkıyla,18 Mart 1915’de son defa boğaza yüklenen itilaf donanması püskürtülür, ağır hasar ve kayıplar vererek geri çekilirler. Zafer kazanılmıştır ama düşman, Çanakkale’yi bir defa daha zorlamak istemektedir.

 Bu sefer, 25 Nisan 1915’de, Gelibolu’ya çıkarma yaparlar. Tarihin en kanlı savaşları olur burada. Türk Askeri yeniden rüştünü ispatlar. 19. Tümen Komutanı ve Anafartalar Kahramanı Yarbay Mustafa Kemal; bir güneş gibi doğar ve Kurtuluş Savaşı’nın doğal liderliğine giden yol açılır. Sonunda düşman, 9 Ocak 1916’da Çanakkale’de ikinci defa yenilerek, çeker gider.

 Tarihin Akışı Değişir

 Esasında; Çanakkale’de hem tarih yazılır, hem de tarihin akışı değiştirilir. Ruslara yardım gidemeyince, 1917 Ekim Devrimi’nin önü açılır. Ruslar; emperyalist şer cephesinden çekilir, gizli bölüşüm anlaşmalarını açıklarlar ve daha sonra yapacağımız İstiklal Savaşı’nda bize destek verirler.

 Çanakkale Kahramanlarımızı bir kez daha saygı ve minnetle anıyor, halen devam eden iç güvenlik harekatında ve terör saldırılarında şehit olan ve yaşamını kaybeden askerlerimize, polislerimize ve sivillerimize rahmet, ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyorum.

 Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK 

Çanakkale; ‘Son Centilmenler Savaşı’

  Çanakkale Şehitleri 101 yaşında

          ‘son centilmenler savaşı’

Türkiye’nin İngiltere Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç, 18 Mart Şehitler gününde Çanakkale Savaşını böyle tanımladı; ‘Yüzyılın son centimenler savaşı’. Büyükelçi Bilgin’in Çanakkale’yi içinde yer aldığı bir paylaşım savaşı olan 1.Dünya savaşından ayıran bir vatan savunması ve asker askere yapılan bir ölüm kalım mücadelesi olarak tarih içinde özel bir yere koyan bu sözleri 18 Mart’ın anlamlı yüzyıl dönümü oldu. 101 yıl önce bile bugünün yüzbinlerce sivil yaşamına mal olan çıkar savaşlarından farklı olarak askerce yütülen ve kozların centilmence paylaşıldığı bir savaşımdı Çanakkale. Bu nedenle Ordumuzu temsil eden şehitliğimizin bulunduğu İngiltere’nin Brookwood Mezarlığında bölgenin Belediye Reisi’nin şehit mezarlarına çelenk koyduğu ve İngiliz Askeri Bandosunun marşlarla selamladığı bir anma töreni yer aldı  101 yıl sonra.

18 Mart günü Londra yakınlarındaki Brookwood mezarlığında yapılan 18 Mart şehitler günü anma törenine Türkiye’nin Londra Büyükelçisi Abdurrahman Bilgiç, Başkonsolos Emirhan Yorulmazlar, Kara,Hava ve Deniz Askeri Ataşelerimiz, Din İşleri Temsilcisi Mehmet Özdemir, Brookwood Belediye Reisi Derek McCrum ,Türkiye’nin devlet misyonu, KKTC İngiltere Temsilcisi Oya Tuncalı ve Irak Türkmen Cephesi Temsilcisi Sündüs Abbas  katıldılar. Londra’nın değişik semtlerinden tutulan otobüslerle Brookwood Mezarlığındaki Türk şehitliğine gelen yurttaşlar,   Yurttaşların çok sayıda katılımıyla gerçekleştirilen Çanakkale Şehitlerinin 101. anma töreni sonrasınıda Büyükelçi Bilgiç ve beraberindeki heyet 2015 yılının son günlerinde kaybettiğimiz Tarihçi Selahi Sonyel’in mezarını ziyaret ederek çelenk koydu.

LondraPosta-Londra   

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘Suriye daha çok su kaldırır’

KAÇIŞ YOK

ABD Başkanı B.Obama ile Rusya Devlet Başkanı V.Putin, 27 Şubat’ta Suriye’de ateşkesi ve  kontrol mekanizmalarını başlatmak konusunda telefon başında anlaştılar.

Görüşme sırasında Uluslararası Suriye Destek Grubu da bu ülkedeki silahlı eylemlerin durdurulmasına ilişkin ortak açıklamaya onay verdi.

Ayrıca Başkan V.Putin, Suudi Arabistan Kralı Selman ve Katar Emiri H.Bin Halife El Sani ile  gerçekleştirdiği telefon görüşmeleriyle bu ülkelerin koordinasyonunu sağladı.

Böylece ABD ve Rusya, Suudi Arabistan ve Katar ile diğer ABD müttefikleri,

Suriye’de gereksiz kan dökülmesini durdurmak, teröre karşı mücadeleyi sürdürmek ve bununla bu ülkede siyasi çözüme destek vermeyi ortak misyon edindiler.

Ne ki Rusya Devlet Başkanı V.Putin, yaşanan uçak krizi nedeniyle Türkiye ile ateşkes konusunda herhangi bir temas kurmadı…

Ateşkes süreci konusunda ABD ve Rusya ile Türkiye arasında PYD sorunu olduğu biliniyor.

Bugün Rusya, ateşkes sürecinde Cenevre’de barış görüşmeleri yapılırken Suriye’deki güçlerinin bir kısmını geri çekiyor.

Geriye kalan güçleriyle Suriye hava sahasında sürdürdüğü operasyonlar kapsamında bu ülkenin meşru yönetimiyle kesintisiz iletişimini sürdürüyor.

ABD’nin de aynı çalışmayı müttefikleriyle, desteklediği gruplarla ve Türkiye ile yapmasını umuyor…

Rusya, Esad’ın yerine alternatifin olmayışından hareketle krizin çözülmesi için hırsların değil ortak amaçların esas alınması ve iç savaşa artık siyasal bir çözüm getirilmesi düşüncesiyle  Suriye’dedir.

Yönetim ve iç meselelerde karar sahibi tek tarafın Suriye halkı olduğunu,

Suriye’nin tek bir devlet olarak kalmasının ciddi bir önem taşıdığını, fakat devletin iç şeklinin ise tamamen Suriyelilerin meselesi olduğunu savunuyor…

Suriye’de iç yönetimin kapsamlı bir sürece ihtiyacı olduğunu, esas alarak bu sürece halkın istisnasız tüm bileşenleri ve kesimlerinin katılması gerektiğine inanıyor.

Bu nedenle Suriyeli Kürtlerin de Cenevre görüşmelerinde temsil edilmeleri gereğinde ısrar ediyor.

Ama Suriyeli bir kısım Kürtlerin Suriye’de tek başlarına federal yapı kurmalarının mümkün olmadığı vurgusuyla Türkiye’ye de ucu açık bir güvence veriyor…

Rusya Batı ile ortak düşmanları olan terörizme karşı çabaların birleştirilmesi gerektiğini,

Bunu daha önce ideoloji farklılıklarına rağmen II. Dünya Savaşı sırasında faşizme karşı yaptıklarını ve başarılı oldukları bir örnekten hareket ediyor.

Barış Kongresi ile birlikte, her ülkenin​1947’de BM Guvenlik Konseyi’nin 10 numarali kararıyla kontrolu altindaki bolgede askeri mahkemeler kurma hakkına sahip olması hakkını kullanarak,

Ekim 1945’te II. Dünya Savaşı akabinde ABD, Birleşik Krallık, Fransa ve Sovyetler Birliği’nin  Alman Nazi partisine karşı “insanlık suçu, savaş suçları, dünya barışına karşı işlenen suçlar ve savaşa sebep olmak” suçlarından açtığı davaya bakmak için kurulan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi’nin bir benzerinin kurulmasını öngörüyor.

Bu mahkemenin, Suriye trajedisinde işlenen hukuk ihlallerinden Esad rejimi kadar muhalif tarafların, teröristlerin, varsa bunları destekleyen ülkelerin paylarını üstleneceklerini ve yeni Suriye’nin kurulmasına ilişkin bağlayıcı kararın alınacağına,

Kim suçlu,kim değil sorusunun yanıtlanacağına,

Elde edilecek sonucların BM merkezinde uluslararası hukukun üstünlüğüne işlenerek, yeni bir küresel statünün oluşmasına neden olacağını savunuyor.

Bu suretle hem ABD’nin 21. yüzyılın sorunlarıyla tek başına mücadele edemeyeceği, o yüzden işbirliğinin daha fazla zorluklar başlamadan kurulmasının tek etkili çözüm olduğunda pekişilecektir.

Hem de işbirliği ruhu geliştirilerek Soğuk Savaş zihniyeti terk edilirken, uluslararası ilişkilere bu perspektiften bakarak sorunlara çözümler bulmak için tüm uluslararası toplum birlikte çalışabilecektir…

Rusya, ateşkes ve geçici hükümet kurulması aşamasına girildiği şu sırada bu talep ve beklentidedir.

ABD’nin de aynı çalışmayı müttefikleriyle, desteklediği gruplarla ve Türkiye ile yapması umudunu sürdüredursun, bu beklentiye;

Birincisi; “Yurtta Barış,Cihanda Barış” dış politika ilkesinden sapmış,

İslami radikal örgütlerle yakın ilişkiyle Suriye ve Irak jeopolitiğinde çıkarlarını teminen yeni Osmanlıcı kesilmiş,

Türkiye rejimini Yeni Türkiye’ye değiştirmiş,

Bu yüzden ortaklaştığı İslamcı radikal örgütlerle ve sığınmacılarla Kuzey Suriye’de bir tampon bölge oluşturmak gayretinde olan,

Ülkede ve mesela Suriye İç savaşında suçlara bürünmüş,

O yüzden ateşkesi tehlikeye atan, Cenevre Görüşmelerine “Barış görüşmelerine kimlerin davet edileceği” konusuyla takoz koyan,

Recep Tayyip Erdoğan iktidarının olumlu yanıt vermeyeceği çok açıktır.

İkincisi; bir kere üstünlük sağlayan bir gücün kendi gücünü başka devletlerle paylaşmak istememesi kuralından hareket eden ABD;

Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi’nde yer alan, revizyonist davranarak mevcut BM statükosunu değiştirmek isteyen ülkelere karşı,

Uluslararası anlaşmalar ve sözleşmeler gereğince üzerine düşen sorumlulukları yerine getireceğini, bu değerlere saygılı olmayan ülkeleri ekonomik ve siyasal yaptırım mekanizmalarıyla cezalandıracağı müeyyidesi gereğince,

Ateşkes sürecine hangi şartlarda destek verdiği de bilinmiyor…

Ama Rusya; ABD Başkanı B.Obama’nın The Atlantic dergisine verdiği röportaj çerçevesinde kendini artık mevcut değil giden başkan olarak hissettiğini,

Ortadoğu’da sonu bilinmeyen başka bir savaşa girmek yeni bir bataklığa sürüklenmek istemediğini,

O yüzden bölgesel sorunlardan iklim değişimine, Zika virüsü gibi küresel sorunlara ağırlık verdiğini biliyor.

Nasılsa Hmeymim ve Tartus olmak üzere iki Rus üssü çalışmaya devam etmekte,bu üsler vasıtasıyla  yabancı ortaklarla hukukun üstünlüğü çerçevesinde koordinasyon yürümektedir.

Üstelik Türkiye, Irak, Suudi Arabistan ise S400 füzeleri ve  Rus hava savunma sistemiyle kontrol ediliyor.

Türkiye’nin güneyi  uçak uçaramayacak raddede uçusa yasak bölge haline gelmiştir.

Rus gemileri Akdeniz’den, Karadeniz ve Hazar’dan her türlü müdahaleyi yapacak güçtedir.

En azından Suriye’de geçiş hükümeti kuruluncaya kadar suçlu kimsenin ve ülkenin ya da  üstüne bütün suçların atıldığı kimsenin ve ülkenin kaçışı bulunmuyor…

Hele Suriye’de bir geçiş hükümeti kurulsun, sonra 18 ay süreceği belirtilen siyasi sürecin daha çok su taşıyacağı anlaşılıyor…

AHMET KILIÇASLAN AYTAR

18.3.2016

Suriye’de ‘Kürt Federasyonu’, Türkiye’deki ‘özyönetim’ e dönüyor

    YPG Bölgesinde de işler karıştı

Kuzey Suriye’de Türkiye sınırlarına komşu PYD bölgesi bu kez ‘Federasyon İlanı’ kararı yüzünden karıştı. Suriye- Irak sınırından başlayıp Türkiye’nin Kilis kenti yakınarına kadar devam eden YPG kontolü altındaki bölgede bulunan üç ayrı Kürt kantonunu birleştirerek federasyon ilan etmek için düğmeye basan YPG’nin Suriye yönetimi ve onun desteğindeki Asuri Hristiyan askeri örgütlerle arası açıldı.14 Mart günü başlayan  Cenevre 3 görüşmelerine davet edilmeyen YPG temsilcileri, aynı günlerde Hasaka eyaletine bağlı bir kasabada gerçekleştirdikleri bir kongre kararıyla federasyonu bir oldu bitti biçiminde meydana çıkarmaya çalışıyor. Ancak, Kuzey Suriye’de IŞID ile mücadele görüntüsü altında beklediğinin çok üstünde geniş bir toprak parçasında hakim hale gelen PYD , federasyon ilanı çabası ile Türkiye yanında Suriye devleti ve bölgede Suriye ile ittifak halindeki Kürt olmayan topluluklarla karşı karşıya. Bunlardan en önemlisi Kuzey Suriye’deki en güçlü milis örgütlerinden biri olan ‘Gozarto Protection Unit’. Suriye’li Hristiyan Asuri topluluğu ve Avrupa’daki ayni etnik guruptan gelenler tarafından kurulan Gozarto. Suriye devleti ile tam bir işbirliği içinde.  2016 Ocak ayı içinde PYD yayılmasına karşı çıkan Gozarto militanları ile PKK-PYD birlikleri arasında çıkan çatışmalarda   bir hristiyan militan ve 3 PYD li  ölmüş,,iki taraftan  bazı militanlar da yaralanmıştı.

15 Mart günü PYD nin federasyon ilanı tartışmaları sırasında da PYD ye bağlı Asayiş birliklerinin Suriye devleti ve Gazarto temsilcilerinin bulunduğu bir binayı kuşatarak bazılarını tutukladıkları ve sınır dışı etmek için işlemlere başladıkları bildirildi.

Türkiye’deki ‘özyönetim’ ile aynı sonu paylaşır

Kuzey Suriye’de Bir Kürt Federasyonu kurma çabaları Suriye devlet güçleri ve Cenevre’de devam eden Cenevre 3 toplantılarında temsil edilen Batı ülkeleri ve Rusya’nın onayı olmadan ham bir hayalin ötesine geçemez. Öncelikle hayali haritalarda birleşik bir toprak parçası olarak gösterilen  ‘Kuzey Koridoru’ yada ‘Kürt Koridoru’ özellikle Batı da Halep,Azez ve çevresinde gerçekleşmiş bir ‘de facto’ hakimiyet değil. Kürtlerin şubat ve mart aylarında, Halep çevresi ve Azez yönünde El Kaide güçlerinden yaptıkları kazanımlar tamamen Rusya’nın hava hücümları ve Suriye ordusunun verdiği  ağır silah desteği sayesinde gerçekleşti.  Kuzey Koridoru’nun Afrin Ayağı ve Batı yönündeki  PYD kontrolü, Suriye ordusuna ya da ,Cenevre 3 sonuçlarına bağlı olarak,Türkiye’nin desteği ile El Kaide ve benzeri örgütlerin kontolüne terkedilir kısa zaman içinde.

PYD nin de facto egemenlik iddia ettiği Hasake eyalaleti ise Kürt-Arap ve Hristiyan nüfusun oluşturduğu karmaşık bir yapıya sahip.  Bu bölgede Kürtlerin dışında Silahlı Arap ve Hristiyan milis örgtlerinin ayrı ayrı hakimiyet alanları var. Buların en güçlüsü ise Suriye ordusunun tam desteğindeki bir etnik milis gücü olan Gozarto Protection Unit. Batı ülkeleri ve Rusya tarafından da desteklenen bu gurubun ‘federasyon ilanı halinde’ PYD’ ile silahlı çatışmalara başlayacağı açık olarak görünüyor.

PYD nin ilan edeceği söylenen Federasyon kararı birçok açıdan Türkiye’de kardeş örgüt PKK tarafından ilan edilen ‘ölü doğmuş’ özyönetim kararına benziyor.

Mahir Tan            LondraPosta-Londra

 

 

‘Uzay Şairi’ Osman Türkay İstanbul’da anıldı

 

Uzay Şairi İstanbul’da anıldı

 Evrenin Şairi Osman Türkay İstanbul Üniversitesi’nde Anıldı

 4 Mart 2016 Cuma günü İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü yazar, sosyolog ve belgesel yapımcısı Semra Eren-Nijhar’ı konuşmacı olarak ağırlayarak Evrenin Şairi Osman Türkay’ı tanıtan, yaşamı, eserleri, şiirleri ve şiirlerindeki uzay felsefesi ile ilgili bir etkinliği İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Konferans Salonu’nda düzenledi.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü’nden Yrd. Doç. Dr.Ayşe Balkan’ın yönetiminde gerçekleştirilen etkinlikte Dr.Ayşe Balkan “ Bölüm olarak Kıbrıs’ın önemli şairlerinden Osman Türkay’ı anmaktan ve tanıtmaktan çok mutluyuz. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü olarak Osman Türkay’ı Kıbrıs Edebiyatı çerçevesinde verdiğimiz derslere alacağız ve yüce ozanı öğrencilerimize tanıtacağız” dedi.

Özellikle öğrencilerin yoğun ilgi gösterdiği etkinlikte Osman Türkay’ın değişik konularda yazdığı şiirler okunarak fotoğraflardan oluşan slayt gösterisi yapıldı.

Osman Türkay ile ilgili hazırladığı belgesel gösteriminden sonra sözü alan Eren-Nijhar, “Dünya’da ilk defa ‘Uzay Şairi’ ünvanını almış yazar, araştırmacı, çevirmen, gazeteci ve şair Osman Türkay’ı gelecek nesillere anlatmak hepimizin borcu ve sorumluluğudur.  Osman Türkay’ı aynı zamanda kırk yılın üzerinde Avrupa ve İngiltere’de yaşamış bir şair olarak da ele almamız, şiirlerindeki evrensel bütünlüğünü araştırırken bu olguya da bakmamız  ve değerlendirmemiz önemlidir” diyerek sözlerine devam etti.

Sunum sonrası katılımcıların yönelttiği soruları yanıltlayan Semra Eren-Nijhar’a tesekkür eden Dr. Ayşe Balkan, şairin değerini bir kez daha vurgalayarak Osman Türkay’ın bir şiiriyle sözlerini noktaladı.

 

 

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘Yeni Türkiye’nin daha yenisi öngörülüyor’

NAMLUNUN UCUNDA

Suriye krizinin çözümünü öngören Cenevre görüşmeleri yeniden başladı.

Rusya Dışişleri Bakanı S.Lavrov’un, ” Demokratik Birlik Partisi’nin (PYD) Suriye barış görüşmelerine katılması gerekir “talebi,

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü J.Kirby’nin,”PYD Suriye görüşmelerine davet edilmedi” açıklaması,

Kürtlerin “Biz Cenevre’de olmazsak kimse bu halk için karar veremez” ifadesi,

Ateşkes süreci ve Cenevre Görüşmeleri’nin  kırılgan noktasını oluşturuyor…

Bu sırada Rusya, Suriye’deki terörist gruplara yönelik bombardıman düzenleyen güçlerinin bir kısmını geriye çekme kararı almıştır.

Nitekim ilk grup Su-34 bombardıman uçakları Hmeymim hava üssünden  ayrılmış bulunuyor.

Görüşmelerde ise Suriye’yi coğrafya ve mezhep temelinde bölmek isteyen terör gruplarının çağrılması,

Suriye’nin kuzeyini denetiminde tutan ve Suriye’nin toprak bütünlüğü çerçevesinde federatif çözüme de açık olan PYD’nin çağrılmaması yoğun tartışmalara neden oluyor.

Suriye’nin geleceğine ilişkin bir tartışma yürütülüyorsa, bu tartışmada Kürtlerin meşru temsilcilerinin bulunması gerekir, deniliyor.

Ama Kürtlerin Cenevre toplantılarına davet edilmemesi, Rojava statüsünün ve Kürt temsilcilerinin meşruiyetinin tanınmaması anlamına geliyor…

Neden sahada ABD’nin başını çektiği koalisyon güçleri ve Rusya ile iyi ilişkiler içinde olan Demokratik Suriye Güçleri çatısı altındaki PYD, Halk Savunma Birlikleri (YPG) ve Kadın Savunma Birlikleri (YPJ) ) sıra sorunun çözümü aşamasına gelince tasfiye ediliyor?

Neden Cenevre toplantılarına Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye’yi temsilen vekâlet savaşı yürüten İŞİD, El Nusra ve Ahrar-uş Şam adına tayin edilen temsilciler katılıyor?

Neden BM, ABD, Rusya ve Fransa  Kürtlerin meşru temsilcilerini ve PYD yönetimini; “siz katılırsanız kriz çıkar”, “Türkiye itiraz ediyor” gerekçesi ve “ileride zaten siz olacaksınız” oyalamaları ile engelliyor gibi sorular havada uçuşuyor.

Bu noktada ABD; Azez, Halep,Til Rifat, El Bab gibi yerlerde hava saldırısı yapmıyor, Rusya bu bölgeleri bazen vuruyor.

Bir ihtimalle ABD ile Rusya zımni bir anlaşma çerçevesinde hareket ediyor.

Ama Türkiye ateşkesi mütemadiyen ihlâl ediyor!

İŞİD güçlerini bombardımana tutuyorum derken, Demokratik Suriye Güçleri bombalanıyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Cilvegözü Kapısı’ndan ve El Nusra’nın kontrol ettiği Öncüpınar Kapısı’ndan araçlar dolusu İslamcı teröristi, silah ve türlü ekipmanı  Azez’e geçiriyor.

Halep ve Tel Rifat’a yakın bölgede Büyük Halep Saldırısı için yığınak yapılıyor.

Kürtlerin yaşadığı hiç bir yerde savaş durmuyor.

Ateşkes ve Cenevre görüşmeleri olumlu değerlendiriliyor ama Türkiye’nin müdahaleleri nedeniyle herşeyin alt üst olması endişeleri yaşanıyor.

Bu sırada Rusya Devlet Başkanı V. Putin’in sürpriz “Suriye’den çekilme” kararının ardından pek çok sorunun yanıtı aranıyor.

Bu kararda Rusya ile ABD arasında son dönemde Suriye’de çözüm konusunda yürütülen yoğun temaslar mı etkili olmuştur?

Yoksa Rusya’nın çekilme kararının ardında Esad’ın siyasi ömrünü bir süre daha uzatacak bir çözümde ABD ile sağlanan bir mutabakat mı bulunuyor?

Öyleyse bu Moskova’nın Suriye çıkarmasından istediğini aldığı anlamına mı  geliyor?

Ya da Rusya’nın Suriye operasyonu ile Tartus’daki deniz üssünü ve Hmeymim hava üssünü güvenceye aldığı,

Bu suretle tüm dünyaya “Rusya’sız çözüm olmaz” mesajı vererek yeniden dünya sahnesine büyük güç olarak dönüş yaptığı mı düşünülüyor?

Yoksa Rusya’nın yaşadığı ekonomik darboğazda operasyon maliyeti gittikçe dayanılmaz bir noktaya mı gelmiştir?

Ya da Esad’a “Sonsuza kadar senin için savaşamayız, masaya otur ve uzlaş” mesajı mı veriliyor?

Ya da Putin attığı bu adımı, ABD’nin Ukrayna krizi üzerine koyduğu yaptırımların kaldırılması ve Kırım etrafındaki sorunun yatışması için bir koz olarak mı kullanacaktır?

Ama ateşkesin ve Cenevre görüşmelerinin neticesi alınmadan, ne Rusya ne ABD asla bir diplomatik zafer kazanmamıştır.

Şimdi Suriye’de ateşkesin devamı için Cenevre Görüşmelerinde “Barış görüşmelerine kimlerin davet edileceği” konusu  gıllıgışlı bir sürece işaret ediyor.

Rusya, teröristleri gönderen ve finanse eden ülkeleri, mesela Türkiye’yi; Suriye’de yaşanmakta olan insani durumu ahlaksız bir ticarete dönüştürmekle suçluyor.

BM’den “muhalif-terörist” ayrımını keskin bir şekilde yapmasını istiyor.

Bu noktada “Yurtta Barış,Cihanda Barış” dış politika ilkesinden sapmış Türkiye iktidarı,

İslami radikal örgütlerle yakın ilişkide kısa vadede Suriye ve Irak jeopolitiğinde çıkarlarını teminen “bölgeyi kazanan petrolü ve Misak’ı Milli topraklarını da kazanır” gazıyla yeni Osmanlıcılık’tan,

Ortaklaştığı İslamcı radikal örgütlerle ve sığınmacılarla Kuzey Suriye’de bir tampon bölge oluşturmanin gayretinden,

Uzun vadede İslam Birliği vizyonunun tasfiye edilecek oluşuyla düştüğü yalnızlığın daha da ötesindedir.

Nerede? Sorun B.Esad’ın “Şahsi çıkarları için ülkesinin tümünü feda eder. Çok şey satın alıp satarak Arap ve İslam arenasında kendilerine yer bulmaya çalıştı. Efendilerinin kendilerine biçtikleri rolü aşıp, kendilerine izin verilenin çok ötesine gitti.

Bu rolden geri adım atması gerekiyordu ama Suriye’nin rolünde ısrar etmesi sıkıntı yaratmıştır.

Bu nedenle Suriye davası, o’nun için siyasi açıdan sıkıntı yaratan ölüm kalım meselesi haline gelmiştir” ithamında bulunduğu,

Şimdi durmaksızın ateşkesi tehlikeye atan, Cenevre Görüşmelerine “Barış görüşmelerine kimlerin davet edileceği” konusuyla takoz koyan Recep Tayyip Erdoğan noktasında…

Belki de bu yüzden Rusya, önce Suriye’de hedef olacak alanını daraltmak üzere hava birliklerinin bir kısmını ülkesine geri çekmiştir.

Nasılsa Hmeymim ve Tartus olmak üzere iki Rus üssü çalışmaya devam ediyor, yabancı ortaklarla koordinasyon bu üsler vasıtasıyla devam ediyor.

Türkiye, Irak, Suudi Arabistan ise S400 füzeleri ve  Rus hava savunma sistemiyle kontrol ediliyor.

Türkiye’nin  güneyi uçusa yasak bölge haline gelmiştir.

Ve Rus gemileri Akdeniz’den, Karadeniz ve Hazar’dan her türlü müdahaleyi yapacak güçtedir.Bu noktada Türkiye’nin namlunun ucunda olduğunu görmek gerekiyor.

Belki de Yeni Türkiye’nin daha yenisi öngörülüyor…

Ahmet Kılıçaslan Aytar

16.3.2016

Türker Ertürk; İktidar,terör ihraç ve ithal ediyor.

KAMU MALI VE HALKIN CANI

Esasında bugün; size geçen hafta “Rusya’dan Sevgilerle” başlıklı yazımla başladığım, Rusya değerlendirmesine devam edecektim. Ama geçtiğimiz Pazar; Ankara’da yapılan terör saldırısı nedeniyle, planımı değiştirmek zorunda kaldım. Ayrıca önümüzdeki günlerde, ADD Hamburg’un davetlisi olarak Almanya’da olacağım ve 18 Mart 2016’da Hamburg’da; “Çanakkale’den Günümüze Emperyalizm ve Yeni Nesil Savaşlar” konusunu anlatacağım. İşte bu nedenlerle, Rusya konusunu gelecek hafta yazacağız.

Kızılay Meydanı’nda, Güvenpark’ta yapılan bombalı saldırı, son beş ayda Ankara’da yaşadığımız üçüncü terör felaketi. Bir önceki saldırı olan ve 29 insanımızı kaybettiğimiz, Merasim Sokak’taki terör saldırısının üzerinden, daha bir ay bile geçmemişti.

Baskı, Sansür ve Korku

Basında yazılanlara ve televizyon kanallarında anlatılanlara bakıyorum; çok büyük bir çoğunluğu gerçekten martaval okuyor. Ne yazık ki halkımız; bu yaşadıklarımızın gerçek nedenini duyamıyor ve öğrenemiyor. Çünkü; baskı, sansür, işini kaybetme korkusu, iktidarın referansı ile niteliksizlerin ve yandaşların köşeleri ve ekranları işgali ve “Alo Fatih” hattı gibi, her türlü melanet girişimi mevcut!

Her geçen gün artarak ve yaygınlaşarak devam eden terör saldırıları, günümüzde her ülkenin yaşayabileceği sıradan terör olayları değil. Artık; tetiğin arkasında kimin olduğunun ve görünürde hangi örgüte bağlı bulunduğunun önemi yok. Türkiye savaştadır ve bu yaşadıklarımız, bu savaşın tabii sonucudur.

Türkiye Suriye’de Savaşıyor

Erdoğan liderliğinde AKP iktidarları; Türkiye’yi, TBMM’nin onayı olmadan, Suriye’de savaşın içine sokmuştur. Beş yıldır Suriye’de devam eden savaş, bildiğiniz savaşlardan değil. Burada vekalet savaşı var. Vekilleri, diğer bir ifade ile teröristleri destekleyerek, Suriye’de merkezi hükümeti yıkmaya, Esad’ı devirmeye çalışıyorlar. Türkiye; iliklerine kadar bu savaşın içine girmiş, teröristleri desteklemiş, üs ve lojistik imkanlar sunmuş, adam toplayıp terörist devşirmelerine göz yummuş ve onları savaşmak için bu ülkeye göndermiştir.

5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Yabancı Bir Devlet Aleyhine Asker Toplama” başlıklı 306. Maddesi;

“1.Türkiye Devletini savaş tehlikesi ile karşı karşıya bırakacak şekilde, yetkisiz olarak yabancı bir devlete karşı asker toplayan veya diğer hasmane hareketlerde bulunan kimseye beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası verilir.

  1. Fiil sonunda savaş meydana gelirse, faile müebbet hapis cezası verilir.” diyor.

Yasa çok açık! AKP iktidarları, bu suçu bilerek ve isteyerek işlemiştir. Bugün iktidarda olmaları nedeniyle yargılanamıyor olmaları, yarın da yargılanmayacakları anlamına gelmez.

Herkesle Kavgalıyız

AKP iktidarının, ülkemizin ve bölgemizin çıkarına olmayacak şekilde Suriye savaşına dahil olması ve sürdürmesi nedeniyle; Irak, İran ve Rusya ile soğuk savaş yaşanmaktadır. Özellikle; Rus savaş uçağının düşürülmesinden sonra Türkiye-Rusya ilişkileri daha da bozulmuş, savaşa bile evirilebilme tehlikesi baş göstermiştir. İktidar temsilcilerinin; yalan-yanlış, derinlikten, jeopolitik gerçeklerden, diplomatik nezaketten yoksun dış politikası, “Siyasal İslamcı” ideolojisi ve “Yeni Osmanlı” hayali nedeniyle Türkiye, komşularının hepsi ile kavgalı hale gelmiştir.

Kamunun malı ve halkın canı riske edilerek, efelik ve dayılık olmaz. Artık; Türkiye’ye yönelik terör saldırılarının arkasında, yanında ve içinde, yalan-yanlış dış politikalar nedeniyle, Türkiye’ye karşı konumlanmış ülkelerin istihbarat örgütlerinin olmadığından emin olamayız. Sen onlarla savaşırsan, sen onlara terör, terörist ve istikrarsızlık ihraç edersen, onlar da aynı şeyi sana yaparlar.

ABD’nin Mesajı Net!

 Eğer gücünüze güveniyorsanız, kişisel olarak efelik ve dayılık yapma lüksünüz olabilir. En fazla ağzınızı burnunuzu kırarlar ve oturturlar yerinize. Ama bir grubu, kurumu veya ülkeyi temsil ediyorsanız, bunu yapamazsınız. Açık konuşalım; iktidarın yaptığı yanlışların karşılığıdır, Kızılay’da yapılan saldırı. Hatayı iktidar yapıyor, faturayı halk ödüyor. Hem de; ölerek, sakatlanarak, kanı akarak, öksüz ve yetim kalarak.

Ülkemiz koşar adım felakete sürüklenirken, hala “Yeni Anayasa” ve “Başkanlık” ihtirası. “Yeni Anayasa”nın arkasında, ABD de var. Türkiye’nin, BOP’a uyumlu hale gelmesi açısından ihtiyaç duyuyorlar. Ama, başkanlığı desteklemiyorlar.  ABD, en yetkili ağızlarından mesajı çok net verdi; Erdoğan ya reform yapmalı, ya da istifa etmeli”. Israr eder ve direnirse; operasyon gelir. Hala direnmeye devam eder ve dayanırsa; operasyonların sıklığı, çeşitliliği, şiddeti artar ve faturanın çoğunu halk öder.

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK

İADD; Terörle yaşamaya alışmayacağız

TERÖRLE YAŞAMAYA ALIŞMAYACAĞIZ

13 Mart 2016,Pazar saat  18:45’te Ankara’nın merkezine atılan bombalar sadece orada değil, ülkemizdeki tüm vatandaşların kalbinde patlamıştır.Bu katliamı yapanları, onlara yardım ve yataklık edenleri, törerden rant sağlayanları şiddetle LANETLİYORUZ.

5 ay içinde üçüncü bomba saldırısına maruz kalarak son 6 ayda dünyada başkentlere düzenlenen terör saldırıları sıralamasında Bağdat’tan sonra 168 şehidimizle ikinci sırada olan başkentimizde, doğu ve güneydoğuda   hayatını kaybeden vatandaşlarımıza,askerlerimize, polislerimize  Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı, yaralılarımıza acil şifalar dileriz.

AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılında sıfır olan terör, son yıllarda çok büyük ölçüde tekrar tırmanmaya  başlamıştır. Bunun nedeni: Türkiye’nin , 14 senelik AKP iktidarında izlediği tehlikeli,zikzaklar çizen,ülke  çıkarlarının unutulup tamamen ABD güdümündeki iç ve dış politikası sonunda teröristlerin cirit attığı,onlara ortam sağlandığı  ve bu yüzden de dünyada saygınlığını kaybettiği bir ülke konumuna düşmesidir.Türkiye ABD’nin ve onun silahlı gücü gibi hareket eden Nato’nun güdümünde bütün komşuları ile sorunlu bir sürece girmiş,onların iç işlerine karışarak komşudaki yangını  ülkemize taşımıştır.Ne acıdır ki;  Cumhuriyet’imizin dış politikasının  ana ilkesi olan”Yurtta Barış,Dünyada Barış” göz ardı edilerek Neo-Osmanlı düşü ile Arap Dünyasının liderliğine sürüklenmenin bedelini bugün masum Türk vatandaşları,polisi,askeri canlarıyla ödüyor.

Bir iktidarın birinci görevi ülkesinde yaşayan vatandaşların can güvenliğini sağlayarak, huzurlu ve güvenli bir yaşama ortamı yaratmasıdır.Yoksa her terör  saldırısı sonrasında terörü kınama,suçluları saldırı sonrasında tesbit ettiklerini açıklayan mesajları vermek değil, hele hele yandaş medya mensuplarının  söylediği gibi “terörle yaşamaya alışın” demek hiç değildir. Terörün bu şekilde tırmandırılması,başkanlık,anayasanın değiştirilmek istenmesi hepsi ülkemizi etnik ve mezhepsel olarak bölmek, Cumhuriyeti ortadan kaldırmak icin 100 yıldır  emperyalizmin ve onların ülkemizdeki işbirlikçilerinin birlikte yürüttüğü büyük bir  oyundur.  Halkımızı artık bu büyük resmi görmeye ve bunları sorgulamaya davet ediyoruz.

 

Türk halkı olarak ancak birleşerek güç kazanırız.Emperyalizmin,ülkemiz ve onun ait olduğu coğrafya üzerindeki oyunlarını seneler önce nasıl bozduysak sağduyu, özveri ve kararlılıkla ama tek vücut olarak tekrar bozabiliriz.Kardeş kavgasına,iç savaşa hep birlikte karşı çıkalım.Mustafa Kemal Atatürk’ün bize gösterdiği yol haritası doğrultusunda birlik ve beraberlik içinde bu tehlikeli emperyalist oyunları bozalım. Ve de tüm dünyaya terörle yaşamaya alışmayacağımızı, ülkemizin uniter yapısını,Cumhuriyetimizi ve onun kazanımlarını sonuna kadar koruyacağımızda kararlı olduğumuzu gösterelim.

Jale Özer

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı

Tansel Çölaşan; ‘Kuvva-i Milliye ateşleri için birlik’

12 Mart 2016 Cumartesi günü Ankara Cermodern Sanatlar Merkezi’nde yapılan “Anayasa Tuzağı” Panelinde konuşan Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı Tansel ÇÖLAŞAN, ‘Yeni Anayasa’ hazırlıkları ve bu yolda yürütülen ‘algı yönetimi’ çabalarına dikkat çekti. ‘Yeni’ Anayasa’dan amacın Cumhuriyet rejimini ortadan kaldırıp, Ortaçağ tipi bir tek adam diktatörlüğü kurmak olduğunu vurgulayan Tansel Çölaşan; ‘Cumhuriyeti savunmak için tüm Cumhuriyet’ten yana herkesi Atatürkçü Düşünce Derneği merkez ve şubelerinde birleşmeye’ çağırdı. Tarihi ‘Birlik’ çağrısında UNUTULMAMALIDIR Kİ ARAMIZDAKİ HİÇBİR AYRILIK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÜŞMANLARI İLE OLANDAN DAHA DERİN DEĞİLDİR cümlesine yer veren ADD Genel Başkanı ‘Tüm Yurtta Kuvva-ı Milliye ateşlerinin yeniden yakılması için mücadele çağrısı yaptı.

 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’NDEN

TÜM CUMHURİYETÇİ KURUMLARA VE YURTSEVER HALKIMIZA

ÇAĞRI

Bugün Ülkemizin karşı karşıya kaldığı en yakın tehlike Anayasa tuzağıdır.

2011 genel seçimlerinden beri, Siyasi zeminde Anayasa tartışıyoruz.

Daha doğrusu, topluma tartışılıyor gibi algılatılıyor;

Her akşam televizyonlarda tartışıyormuş gibi yapan liberal aydınlarımız (!), yeni (yetmez ama evet)çilerimiz var.

Ama dikkat edin, konuyu evrensel içeriği ile bilimsel verilerle tartışan var mı? Yok.

Sadece, yeni olsun, sivil olsun, vesayetlerden kurtulalım gibi, içi boşaltılmış kavramlar kullanılarak toplumda yeni bir anayasa yapılmasının ihtiyaç olduğu algısı yaratılıyor. Beyinler yıkanıyor.

Aslında amaç belli; Rejim değişikliği.

Toplum bu yolla Rejim değişikliğine alıştırılıyor.

Dayatılan bu değişiklik, sadece meclis sisteminden başkanlık sistemine geçiş’te değil.

Dayatıldığı şekilde algılarsak yanlış olur;

Asıl amaç; 1921 ve 1924 Kurucu Anayasalar ve Cumhuriyeti kuran, kurucu iktidarın iradesini değiştirmek;

Emperyalizme karşı verilen topyekûn halk mücadelesi sonunda kurulan Atatürk Cumhuriyetini ve bu mücadelenin tabanındaki tarihsel, toplumsal, ideolojik birikimin sonucu olan cumhuriyetin tüm niteliklerini, kurumlarını, kazanımlarını ortadan kaldırmak,

Yerine, Türk tipi dedikleri, hilafet özlemli bir başkanlık düzeninde laik, demokratik düzenin yerini, İslamcı bir yapıya bırakmak ve Türk Vatandaşlığı tanımlı ulus devlet modeli terkedilerek, etnik temelde Osmanlı’nın eyalet sistemine benzer bir düzen kurmaktır. Kısaca amaç; laik demokratik bir hukuk devletini amaçlayan Cumhuriyet Rejimini ortadan kaldırıp, yerine Tek adam diktatörlüğünde bir ortaçağ yaratmak ve ülkeyi bölmektir. Anayasa tartışmaları ile varılmak istenen nihai hedef budur.

Bu aslında 100 yıllık bir emperyalist tuzaktır.

Biz Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, tam bu noktada topluma;

Ülkemizde algı yönetimiyle sanal bir ortam yaratılarak yürütülen anayasa tartışmalarının bir tuzak ve asıl hedefin Cumhuriyet yıkıcılığı olduğunu, gerçek bilgilerle ve bütün çıplaklığı ile anlatmayı amaçlıyoruz.

Hatırlayınız;

2010 Anayasa Referandumunda, “yetmez ama evet”çilerin yoğun desteği ile toplumda ileri demokrasi algısı yaratıldı. Sonuçta yargı, bağımsızlığını kaybetti. Siyasallaştı. Bu günlere geldik.

Ergenekon, balyoz ve benzeri davalar topluma; “hükümete karşı darbe teşebbüsü, darbeciler yargılanıyor” diye algılatıldı, oysa Kumpas çıktı.

Şimdi kumpasçıların biri, diğerini suçluyor. Bu da bir algı çalışması.

Algı yönetimi emperyal güçlerin 21. yüzyıl projesi:

Ortadoğu’ya Arap baharını getireceklerdi. Bugün Ortadoğu kan gölüne döndü.

Aslında Türkiye de, bu proje içinde dönüştürülüyor;   Barış gelsin, çözüm gelsin, analar ağlamasın dedikleri “açılım” süreci de aslında, Türkiye’nin etnik temelde bölünmesi projesi idi. Bugün Türkiye bu kaosu yaşıyor.

__________________________________________________________________________

ÇAĞRI

Toplumlar bazen, farklı dış ve iç zorlamaların dayattığı kaygan zeminlerde, ihanetlerin de etkisiyle yaratılan ortamlarda, felaketlere savrulabilirler.

Dünya tarihi ve bizim tarihimiz bunun örnekleriyle doludur.

Biz’de şimdi, böyle önemli bir kavşağa sürüklenmiş durumdayız. Bu gidiş ancak, Cumhuriyet aydınlarının örgütlü, bilinçli, demokratik mücadelesiyle engellenebilir.

Siyasal bilimciler, “demokrasi, örgütlü toplum düzenidir, bir toplum ne kadar örgütlü güce sahipse orada demokrasi de o kadar güçlüdür” derler. Biz bunu yeterince yapamamanın sancılarını çekiyoruz.Çünkü böylesi zor kavşaklarda ancak böyle yurtsever demokratik güçlerin örgütlü, bilinçli, ortak akıl kullanabilen yapılarıyla başarı kazanılabilir.

* * *

İşte bu gerçeklerin ışığında toplantıyı planlarken, bütün cumhuriyetçilerin yaptığı gibi önce “bilgi” dedik.

Değerli konuşmacıların tuttukları ışıkta aydınlandık ve ufkumuz daha da berraklaştı. Şimdi artık ikinci aşamaya geçebiliriz.

* * *

Ne yapacağız?

Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün (“kendi çıkarları için yabancılarla işbirliğine giren ve gücünü halktan almayan küçük bir azınlığın dışındaki tüm güçler; aralarındaki etnik, dini ve siyasi ayrılıkları erteleyerek ulusal kuruluş mücadelesi yolunda birleşmelidir.”) Sözünden yola çıkarak BİZ;

Bölücü ve yıkıcı anayasayı yaptırmamak için (Cumhuriyetten yana bütün güçlerin el ele vermesi tarihsel bir görevdir) diyoruz.

UNUTULMAMALIDIR Kİ ARAMIZDAKİ HİÇBİR AYRILIK TÜRKİYE CUMHURİYETİ DÜŞMANLARI İLE OLANDAN DAHA DERİN DEĞİLDİR.

 Bu tarihi BİRLİĞİ sağlamak için Atatürkçü Düşünce Derneği olarak; Anayasa’dan ve kurucu İrade’den aldığımız sorumluluk bilinci ile tüm siyasi partilerimizi, sendikalarımızı, meslek odalarımızı, derneklerimizi ve vakıflarımızı Cumhuriyetçi Birlikteliğe çağırıyoruz:

Cumhuriyetten yana tüm örgütleri Genel Merkezimize ve şubelerimize davet ediyoruz,

Gelin, bu Birlikteliğin Demokratik mücadele ilkelerini birlikte koyalım.

Birlikte uygulayalım.

Birlikte yürüyelim.

Tüm Yurtta yeniden tek tek Kuvva-ı Milliye ateşlerini yakalım.

2011’de Yeni anayasa ve açılım tuzağını nasıl, BİRLİKTE geri püskürttükse,

Bugün de önümüze konan ve; Ülkemizi, içine düşürdükleri kaos ortamından kurtaracak bir formülmüş gibi sundukları, “algı”latmaya çalıştıkları, yeni anayasa ve başkanlık Tuzağı’nı da öyle geri püskürtelim.

Birliğimiz gücümüz olsun.

 YAŞASIN CUMHURİYET

 

Tansel ÇÖLAŞAN   

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı

 

 

Bülent Esinoğlu; ‘kaos planı uygulamada’

Amerika’nın kaos planı püskürtülecektir

Bülent ESİNOĞLU

Amerika Türkiye’nin çıkarlarının Avrasya’da olduğunu biliyor. Amerika şunu da biliyor; Eğer Türkiye Amerika ile birlikte yaşarsa, hep kaybeden Türkiye olacaktır. Eğer Türkiye Amerika’dan kopar Avrasya’ya giderse, bölünmüş ve parçalanmış olarak gitsin. Düşünceleri ve planları budur.

Bu sebepten PKK gibi stratejik piyonunu, Türkiye’nin üzerine sürüyor. Ve PKK’yı intihara zorluyor.

Yaşadığımız son Ankara Kızılay katliamı, bu planın gereğidir.

Amerika’nın yeni planının, bölücülüğü ayakta tutmak için gericiliğe karşıymış gibi, taktik uygulamalardır. Sanki gericiliği 50 yıldır örgütleyip, Türkiye’nin başına getiren, sanki ABD değilmiş gibi…

TSK’nın stratejisi ise, önce bölücüğü durdurmak, bölücülüğü durdurdukça, kaos’un önüne geçmek.

24 Temmuz 2015’den beri, bu plan gayet iyi işliyor. Amerika’nın kaos yaratma planı zora giriyor. Silaha karşı silah kullanılınca, iç siyasette çok güçlüymüş gibi görünenlerin de, gerçek güçleri ortaya çıkıyor.

Terörden güç alarak siyaset yaptığını sanalar, geriledikçe gerçek siyaset de zeminine oturacaktır.

Bölücülükle savaş süreci ilerledikçe, bölücülüğe karşı kazanımlar devam ettikçe, 60 yıldır, Amerika’nın Türkiye’deki kazanımlarının hepsi gündeme gelecektir. NATO, Süper NATO, Amerika ile Gizli İstihbarat Anlaşmaları, vs.

Kemalist devrimlerinin, hangileri Amerika eliyle geriletildiyse, hepsi geri alınacaktır. Eğer dünya, aklın dünyası olacaksa bu böyle olacaktır.

Dün Ankara’da katledilen canlarımız için devletin istihbaratı yok muydu? Sorusunu soranlar, Amerika’nın Türkiye’deki 60 yıllık varlığını bilmeyenlerdir. Ya da bildiği halde bilmezden gelenlerdir.

Biz bir zamanlar provokasyonların arkasında Amerika var dediğimiz de, siz de Amerika’dan başka bir şey bilmez misiniz diyenler de, artık Amerika’nın Türkiye’deki varlığını anlamaya başladılar.

“Bizi kim koruyacak” diye manşet atan Mandacılar, Amerika’ya sesleniyorlar. Ey Amerika gel bizi kurtar.

Hatta açıktan şöyle ifade edenler var; Amerika gelsin Erdoğan’ı temizlesin. İyi temizlesin de, yerine kuracağı yönetim, Amerikancı yönetim olmayacak mıdır? Amerika temizlediyse, Amerika kendi hükümetini kurmayacak mıdır? Amerika’nın koyduğu yönetim ülkeyi bölmekten vaz mı geçecektir?

Öyleyse bizim gericilikle mücadeleden önceki görevimiz, bölücülüğü önlemektir. Bölücülüğü arkamıza olarak, bölücülükle birlik olarak, gericilikle mücadele olmaz. Bunun anlamı; önce bölünmek arkasından, artık gücün kalmışsa, gericilikle mücadele etmek, demek olur. Aslında bölücülüğü kendisi gericiliktir.

Yapılması gerekenler çok açıktır.

Birincisi topyekun savunma ilan etmektir.

İkincisi; Komşuda barış, komşularla barıştır. Bölge ülkeleri ile barış yaparak, bölgeye saldıran güçlere karşı birlik olmak ve savunma hattını genişletmektir.

Başka ülkelere terör ihraç etmemektir.

Hem bölücülüğü hem gericiliği yenmenin gerek şartları şimdilik bunlardır.

 

14.3.2016, bulentesinoglu@gmail.com