Ahmet Kılıçaslan Aytar; EŞGÜDÜMLÜ PİYASAYA DOĞRU

EŞGÜDÜMLÜ PİYASAYA DOĞRU

 

IMF Ocak’ta küresel büyümenin 2019’da  yüzde 2,9’dan 2020’de yüzde 3,3’e yükseleceğini öngördü.
Şubat’ta COVID-19 salgınının yayılması ve küresel ekonominin büyük bir sıkıntıya sürüklenmeye başlamasıyla,
Başkan K. Georgieva, “Resesyona girdiğimiz çok açık. 2009 küresel finans krizinden daha kötü bir süreç bekliyorum” dedi.

*
Dünya ekonomisi COVID-19’dan önce bile kırılgandı.
ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşı ve artan jeopolitik gerilimler;
Küreselleşmeyi yönlendiren küresel ticarete zarar veriyordu..

*
Çin’de ticaret savaşı ve artan ücretlerin ardından imalat üretimi azalıyordu.
Avrupa, Brexit sürecindeki belirsizlikler ve zayıf iş yatırımı nedeniyle engelleniyor,
Japonya, yaşlanan nüfus ve tüketim vergisi artışının etkisiyle cılız bir büyüme sağlıyordu.
Hindistan kırsal alanlarda sıkıntılıydı, ulusal para biriminde değişiklik (demonetization) ve satış vergisinin kalıcı etkilerinden dolayı yavaş büyüyordu.

*
Ve COVID-19’un beklenmedik küresel yayılımı geldi.
Salgın şimdiye kadar 170 ülkeyi etkiledi.
1.015.403 ‘ün üzerinde insanı enfekte etti, 53.030’ dan fazla ölüme neden oldu. (3. 4. 2020)
Hastalığın hızlı geçişi, dünya ekonomisinin küreselleşmesi ve küresel seyahatin gelişiyle bağlantılıdır.
Sağlık sistemleri ve afet risk yönetimi üzerinde büyük bir yük oluşturuyor…

*
COVID-19 sadece bir halk sağlığı acil durumu değil aynı zamanda yıkıcı bir ekonomik şok oluşturdu.
Borsaları sarstı, değişken sermaye akımlarına neden oldu.
Küresel tedarik zincirlerini bozdu; çokuluslu şirketlerin fabrikalarını kapatmasına ve küresel ticareti vurmaya zorladı.
Seyahat kısıtlamaları insanların hareketini durduruyor.
İş güveni ve günlük yaşam değişti.
İşsizlik ve gelir eşitsizliği artıyor.

*
COVID-19’un tam ekonomik etkisini değerlendirmek için henüz  erkendir.
Veriler yetersizdir ve salgından kaynaklanan bozulmayı analiz etmek için mevcut tahmin modelleri yeterince belirlenmemiştir.
Ancak 2020’deki küresel büyümenin 2019’dan daha az olacağı konusunda bir fikir birliği bulunuyor.
Bu noktada salgının etkinliğine bağlı olarak ekonomik gerileme derinliğine sahip iki olası senaryo öne çıkıyor.

*
Birinci Senaryo: Kısa bir salgın ve sınırlı bir küresel ekonomik etkidir.
COVID-19’un küresel yayılımı birkaç ay içinde virüs testi, sosyal uzaklaşma, karantina ve tıbbi tedavi ile kontrol edilir.
Sonuçta, bir aşı başarıyla geliştirilir ve kullanıma sunulur.
Bu durumda 2020’deki küresel büyümenin yüzde 2,3 – 2,5 aralığında olması ve 2021’de  yerli üretim kaydıyla bir yükseliş öngörülüyor.

*
İkinci Senaryo: Uzun bir salgın ve uzun süreli küresel ekonomik etki.
COVID-19, uluslararası alanda hızla yayılmaya devam eder.
Önlemler hastalığın tutulmasında kısmen başarılıdır ve aşı geliştirilmesi beklenenden daha uzun sürer.
Bu durumda 2020’deki küresel büyümenin yüzde 1.0 – 1.5 aralığına kayması ve 2021’in  baskı altında kalması,
Böylece uzun bir resesyon oluşturması öngörülüyor.

*
Her iki senaryo için ulusal çabalarla desteklenen eşgüdümlü bir küresel tepki, salgın ile başa çıkmak için çok önemlidir.
Halk sağlığı ihtiyaçlarını ele almak ilk önceliktir.
Ulusal ekonomiler geçimlerini, gelecek nesillerin henüz kazanmadığı paradan sağlayamaz.
Uzun vadede tek başlarına bataklıktan çıkıp kurtulamazlar.
Bu yüzden de sağlık sistemine yük bindirmeden ekonominin aşamalı olarak nasıl canlandırılabileceğinin yolları aranmalıdır.

*
1948’de kurulan Dünya Sağlık Örgütü (WHO) finansman kesintileri nedeniyle yıllardır kendini yenileştiremiyor.
Şimdi BM sistemindeki tek küresel sağlık ajansı olarak, COVID-19 tarafından yutulan ekonomileri ve kurumun zaman içinde modernleşmesini desteklemek için;
Acilen mali kaynaklara ihtiyaç duyuyor.
Muhtemelen ciddi bir yenilenme geçirecek ve tamamlayıcı bir öncelikle savunmasız hane halklarının ekonomilerini korumak için önemli miktarda harcama yapacaktır.

*
Bununla birlikte finansal kurumlara mali tedbirler hazırlanmalıdır…
ABD Başkanı Trump ve ABD Kongresi büyük ekonomik teşvik paketi üzerinde anlaşmaya varırken,
ABD Federal Rezerv faiz oranlarını sıfıra indirmiştir.
Avrupa Merkez Bankası ise bankalara yeni ucuz krediler içeren mütevazı bir teşvik paketi başlatmış, ancak faiz oranlarını düşürmemiştir..

*
Bu çabalar övgüye değerdir.
Ancak bunlar uluslararası koordinasyonla yürütülen;
2008 küresel mali kriziyle başa çıkmak için uygulanan eylemlerde olduğu gibi harcama seviyelerinin altındadır.

*
Bu çabaların en değerlisi ise eğer yapılabilirse para istikrarını sağlamaya yönelik girişimler olacaktır.
Büyük güçler, ABD dolarının hızlı yükselişini yavaşlatmaya ve korumacı dürtülerini azaltmaya çalışmalıdır.
Çünkü  hiçbir şey, şu anda dünya piyasalarını ABD dolarının düzenli bir şekilde değer kaybetmesinden daha fazla dengeleyemeyecek,
Diğer para birimlerinin değer kazanmasını sağlayamayacaktır…

*
1985′ te dolar çok güçlenmiş, ABD’nin diğer ülkelere karşı rekabet gücünün azalmasına neden olmuştu.
Kongre ithalatın kısılmasını talep ediyordu.
Ama uluslararası ticaret sistemine yönelik bu korumacı tehditler;
ABD’nin desteğiyle sanayileşmiş İngiltere, Fransa, Batı Almanya ve Japonya’yı doların değerini düşürmek üzere harekete geçirdi.
Eylül 1985’te New York Plaza Otelinde alınan kararlar doğrultusunda, dolar 1987 başına kadar diğer paralara karşı yüzde 35 değer kaybetti.

*
Bugün dünya piyasaları birkaç haftada doların diğer büyük para birimlerine karşı toparlanmasına neden olan COVID-19 salgını ile istikrarsızdır.
Ancak çok taraflı bir yaklaşımla küresel pazarlar sakinleşebilir.  
Küresel ekonominin  önde gelen ülkeleri bu dengelemeyi başarabilir.

*
Bu noktada en önemli sorun,
Dünya sermaye piyasalarının  1985’ten çok daha derin, daha karmaşık ve elektronik olarak bütünleşik olması,
Dolar destekli bir ekonomi olan Çin’in, geniş dolar varlıklarının amortismanını kabul edip etmeyeceğidir. 

 

  1. 4. 2020

 

 

 

 

Türker Ertürk; ;İKTİDARIN BAĞIŞ TOPLAMASI MANTIKLI;ETİK VE ANAYASAL DEĞİL

İKTİDARIN BAĞIŞ TOPLAMASI MANTIKLI, ETİK VE ANAYASAL DEĞİL!

 

Korona Virüsü salgını ile top yekûn ve partiler üstü bir mücadeleye ülke olarak gerçekten ihtiyacımız var. Özellikle bu salgının gittikçe artacak ekonomik yıkımını karşılamak için. Zaten ülkemizin ekonomisi adeta iflas durumundaydı. Kriz bu işe tuz biber ekti, şiddetlendirdi, daha da şiddetlendirecek. Yapılması gereken partiler üstü top yekûn mücadelenin önündeki en büyük engel ise maalesef iktidar.

 

Kriz veya felaket zamanlarında, milletimiz dayanışma ruhu içinde daima ihtiyacı olana yardım etmiştir ve her zaman da eder. İşte bu kapsamda; CHP’li belediyeler bir yandan ekonomik olarak zor durumda bulunan insanlarımıza yardım ediyorlar, diğer taraftan da parasal imkân yaratabilmek için bağış kampanyaları düzenliyorlar. Ama İçişleri Bakanlığı, CHP’li belediyelerin yardım kampanyası maksadıyla oluşturduğu banka hesaplarını bloke ettirmiş.

 

Kavga Neden?

 

Dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde böyle bir şey olmamıştır ve olmaz da! Halk merak ediyor ve soruyor; “Toplanan paralar ihtiyaç içinde olanlara dağıtılacaksa kavga neden? Belediyeler de resmi ve yasal kurumlar değil mi? Başkanları da halk tarafından seçilmedi mi? O zaman iktidarın kafasında halka açıklayamadığı başka nedenler var.” Öncelikle bu nedenler ne olabilir, inceleyelim;

 

  1. İktidar, kampanyada toplanan paraların en azından bir bölümünü aynen deprem fonunda olduğu gibi halka hesap vermek istemeyeceği başka yerlerde kullanmak istiyordur. CHP’li belediyeler işin içinde olursa, iktidarın bu kötü niyetine takoz koyabilirler.
  2. İktidar kampanyada toplanan paraları ihtiyaca göre değil, partizanca, yandaşlarını koruyacak, halen azalan halk desteğini artıracak ve oya tahvil edecek şekilde kullanmak istiyordur. CHP’li belediyeler işin içinde olursa, bu hedeflerine ulaşmaları çok zorlaşır.
  3. Daha da önemlisi; geçmişte ve uzun dönemde (2002-2020) yaşanalar yüzünden halkın -ki buna iktidara oy verenler de dâhildir- parasal konularda iktidara güveni yoktur. Bu nedenle yardımlar, iktidarın organize ettiği hesaba değil, CHP’li belediyelerin gösterdiği hesaplara akacaktır.

  

 

Bülent Ecevit’in Londra’da Parası Var!

 

Güven unsuru gerçekten çok önemli. Bir kere kaybedildi mi, tekrar sağlamak çok zordur. İktidar, ne yazık ki bu güveni kaybetmiştir. 17-25 Aralık, Zarrab, Halk Bankası, 800 bin TL’lik kol saati konuları gözlerimizin önünde cereyan etti. Hiçbirisi yargıya intikal ettirilmedi, yani hesap verilmedi. Daha geçtiğimiz Şubat’ta, CHP lideri Kılıçdaroğlu’nun avukatı Celal Çelik, sıfırlama tapelerinin bilirkişi raporu ile gerçek olduğunu, montaj olmadığı gösteren bir rapor açıkladı.

 

Bir gün internette “Bülent Ecevit’in Londra’daki bir banka hesabında 10 milyon pound olduğu ortaya çıktı” diye bir haber görseniz, inanır mısınız? Ben inanmam! Her insan gibi Bülent Ecevit de hatasız değildi! Ama bilinçli, ama bilinçsiz, ama bizim ülkemizdeki kirli siyasetin gereği olarak yanında hırsızlar da bulunmuştur. Ama hiç kimse Bülent Ecevit’in devletin ve halkın bir kuruşunu çaldığı konusunda beni inandıramaz! Sanırım ülkemizde yaşayan insanlarımızın ezici bir çoğunluğu da buna inanmaz. Ama iktidar için aynı güveni duymak maalesef mümkün değil ve bu güvensizlik ortamını da iktidarın bizatihi kendisi yarattı.

 

Korona Vergisi Olabilir!

 

Ayrıca devlet bağış toplar mı? Devlet vergi koyar, toplar ve hizmet eder. İlave hizmetler çıktıysa ve savaş, tabii afet ve salgın gibi zor durumlar için ayrılan ihtiyat akçesi de şimdiki gibi çarçur edildiyse, yeni kaynak yaratabilmek için yeni vergiler koyar. Örneğin; Korona Vergisi konulabilir. Ama bu dolaylı vergi şeklinde adaletsiz de olamaz. Yüksek kazancı olanlara yönelik olmalıdır! Gerekirse yardımı demokratik kitle örgütleri, vakıflar, dernekler, yardım kuruluşları ve belediyeler öncülük ederek toplar. Zaten 5393 Sayılı Belediyeler Kanunu’nun 15. Maddesi “belediyelerin bağış kabul edebileceğini” açıkça söylüyor. Hatta kanun, belediyelerin şarta bağlı olmadan da bağış kabul edebilmesine imkân sağlıyor. Esas iktidarın bağış toplaması mantıklı ve etik değil! Ayrıca; bu talebinin anayasal arka planı da yok!

 

Küresel boyutta olduğu için, Korona Krizini bizimle beraber tüm dünya yaşıyor. Bu nedenle, kıyas yapabilmek ve ülkemizi yöneten iktidarı daha iyi değerlendirebilmek için dünyaya, liderlere ve söylediklerine bakıyoruz. Hiçbir merkezi hükümet halkından para toplamıyor, aksine halka para veriyor. Fransa Cumhurbaşkanı Macron; “Hangi büyüklükte olursa olsun, hiçbir işyeri kapanmayacak, hiçbir Fransız gelirsiz kalmayacak, iflas etme tehlikesi yaşamayacak, esnaftan ve küçük işletmelerden bu kriz ne kadar sürerse sürsün, zor durumda olanlardan vergi alınmayacak” diyor. Üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri Almanya, İtalya, İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri başta olmak üzere tüm ülkelerin liderleri de açıklıyor. Vahşi kapitalizmin uygulandığı ABD’de bile bu işe 2 trilyon dolar ayrıldı, halka elden nakit para veriliyor.

 

 

Hani Bizi Kıskanıyorlardı?

 

Dün (31 Mart 2020) Londra’da yaşayan Türklerle konuştum. Aynı bizdeki gibi İngiltere’de de eczane, market gibi yerler hariç her yer kapalı. Ama devlet işe gitmeyenlerin ücretinin yüzde 80’ini, evde oturdukları halde ödüyor. Esnafın kapalı olduğu sürece kazancını da hesabına yatırıyor. Ya biz? İktidar avuç açmış halktan para istiyor! Hani IMF’ye borç veriyorduk, bizi çok kıskanıyorlardı!

 

Halktan tasarruf ederek yardım etmesini istemek için önce şatafata ve lüks yaşama son vermek lazım. Bildiğim için söylüyorum; emin olun bizim saraydaki ihtişam, şatafat, gösteriş, hesapsız ve sınırsız harcama Londra’daki Kraliçe Elizabeth’in ikamet ettiği Buckingham Sarayı’nda bile yok. Bu nedenle; tarihi olanlar hariç saraylar satılmalı, yapılmakta olanlar durdurulmalı, VIP uçakların biri hariç Katar’dan satın alınan da dâhil hepsi, en son olarak tanesi 20 milyon TL’den Almanya’dan alınan Mercedes makam arabalarının hiç değilse üç tanesi, devlette bulunan tüm makam arabalarının yarısı satılmalıdır. Ayrıca; Suriye’deki ve Libya’daki vekâlet savaşçılarına (Özgür Suriye Ordusu) ödenen ücretler de durdurulmalıdır. Kafasında tüy bitmemiş öksüzün ve yetimin hakkı olan kaynaklarımız çağdışı “Siyasal İslamcı” ideoloji peşinde tüketilmemeli, halkımızın güvenliği, çıkarları, refahı ve şimdiki gibi zor günlerde desteklenmesi için kullanılmalıdır.

TÜRKER ERTÜRK

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; Salgında Petrol Krizi ve Türkiye


SALGINDA PETROL KRİZİ VE TÜRKİYE 

 

Yeni koronavirüs salgını bütün dünyada ulaşımı ve yüzyüze ticareti durdurdu.
Küresel ekonomiye büyük zarar verdi.
O sırada Petrol Üreten Ülkeler Örgütü (OPEC) ve OPEC üyesi olmayan ülkeler (OPEC+) petrol üretim limitleri konusunda anlaşmaya varamadı.
Petrol bolluğu oluştu…

*
Rusya 2016’dan bu yana 13 güçlü OPEC üyesi olmayan grubun gayri resmi lideridir.
OPEC’in lider üreticisi Suudi Arabistan ile birlikte petrol fiyatlandırmasında etkilidir.
Şimdi, ikisi de virüs salgınıyla petrol talebindeki düşüşün yol açtığı küresel ekonomik krize nasıl tepki verecekleri konusunda kararsızdır.

*
Suudiler, OPEC+ tarafından paylaşılacak toplam kesintilerin  2: 1 oranında ısrar ettiler.
Rusya, herhangi bir kesintiye ihtiyaç duymadı.
Çünkü daha önceki  OPEC+ ülkelerin kesintileri,  ABD kaya petrol endüstrisinin boşluğu doldurmasına neden olmuştu.
Şimdi Suudilerin piyasaya ucuz petrol vermesiyle petrol fiyatlarındaki keskin düşüş;
2015 sonlarında olduğu gibi ABD’ deki birçok küçük ölçekli şeyl petrol sondajcısının  iflasına yol açacaktır…

*
2014’ten başlayarak, yüksek petrol fiyatları ve teknolojinin ilerlemesiyle,
Kaya petrolü sondajcıları ABD’nin ham petrol üretimini artırdı.
ABD petrol üretimi 2011’de günde 5.7 milyon varilden 2018’de 17.94 milyon varile çıktı..
Rusya ve Suudi Arabistan geride kaldı.
Başkan B.Obama 40 yıllık ham petrol ihracat yasağını kaldırınca ABD petrol ihraç eden bir ülkeye dönüştü.
Ama Aralık 2015’te Kongre kararı ile yeniden petrol ihracat yasağı getirildi…

*
Azerbaycan, Bahreyn, Bolivya, Kazakistan ve Meksika gibi OPEC dışı petrol üreticilerini  bir araya getiren Rusya,
OPEC+ grupların küresel petrol çıkarmak için üretim kesintileri yapmayı kabul ettikleri Aralık 2016’da liderlik rolünü üstlendi.
2016 başından beri petrol üretim arzı yükseliyor…

*
Suudi Kral S.Abdulaziz, Ocak 2015’te Kremlin ile ilişkileri çözmeye karar verdi.
Haziran’da Prens M.B Salman, Rusya St. Petersburg’da Uluslararası Ekonomik Forumu’nda, Devlet Başkanı V. Putin ile görüştü.
Rusya’daki Suudi yatırımları, ABD ve Avrupa Birliği’nin ekonomik yaptırımları  konuşuldu.
Eylül’de Kremlin’in Suriye İç Savaşı’na askeri müdahalesinin ardından,
Prens Salman, Rusya’nın İran ile askeri bir ittifak kurmayı planlamadığına dair güvence için Putin’le görüşmek üzere Soçi’ye koştu…

*
İran, nükleer silahlardan arındırma anlaşmasını takiben, Ocak 2016’da petrol piyasasına döndü.
ABD’nin de petrol ihracat pazarına girmesi sıkıntı yarattı.
Fiyatlar, varil başına 50 dolara sabitlenmeden önce, 2014 ortalarında  varili 115 dolardan 27 dolar seviyesine geriledi.
5 Eylül’de  Çin/ Hangzhoui G20 zirvesinde  Prens Salman ve Putin, üretimi sınırlayarak küresel bolluğa son verdiler.

*
Fiyatları yükselterek dünya petrol piyasalarında işbirliği yapma kararı aldılar.
Aralık 2016’da OPEC+ ülkeleri petrol üretimlerinde kesintiye gittiler…
OPEC’in payı günde 1,2 milyon varil, OPEC dışı ülkelerin payı günde 558 bin varil olarak anlaştılar.
Brent ham petrol fiyatı hemen yüzde 10 arttı, ham petrol fiyatı varil başına 52 dolara yükseldi.

*
Petrol ihracatında karşılıklı yarar sağlayan bir stratejinin başlatılması, Rusya ve Suudiler arasında bağlantıların genişletilmesine zemin hazırladı.
Kral Salman, Ekim 2017’de Moskova’yı ziyaret etti.
İki taraf petrol, askeri işler, 3 milyar dolarlık silah anlaşması ve hatta uzay araştırmaları da dahil olmak üzere 15 işbirliği anlaşması imzaladı
Putin, Suudilere çok yönlü S-400 hava savunma sistemi satmayı teklif etti.

*
Eylül 2019’da, Yemen’den Suudi Arabistan’ın petrol tesislerine yönelik insansız hava aracı ve füze saldırılarının ardından,
Putin, Suriye ile ilgili Türkiye ve İran ile yaptığı görüşme sonrasında Riyad’a S-400 füzeleri teklifini tekrarladı:
“İran’ın S-300’ümüzü satın alması gibi Erdoğan’ın da en gelişmiş S-400 hava savunma sistemlerini almaya karar vermesi akıllıca olmuştur.  
Şimdi Suudi Arabistan halkını da korumak istiyoruz” dedi.
Ancak Prens, Putin’in teklifini kabul etmeye karşı sert bir ABD muhalefeti ile karşı karşıyaydı, kararsızlığına devam etti.

*
Putin, Ekim’de Riyad’a yaptığı ziyaretinde kabinesinin çoğunu ve yaklaşık yüz Rus iş yöneticisini getirdi
İki ülke arasında havacılık, kültür, sağlık ve ileri teknoloji gibi sektörlerde milyarlarca dolarlık yatırım sözleşmeleri içeren 21 ikili anlaşma imzalandı.
Putin, Suudi Kamu Yatırım Fonu’nun Rusya’daki ortak doğrudan yabancı yatırım projeleri için 10 milyar dolar ayırdığını belirtti.

*
Petrol cephesinde ABD petrol ihracatının artması, Suudi Aramco’nun pazar payını artırmak için alıcılara tedarik etmeye başladığı indirimler karşısında,
Rusya’nın pazar payı giderek azaldı.
OPEC + ülkelerinin kabul ettiği 2019 kesintiler 31 Mart’ta sona erecekti.
Ham petrol arzını sınırlamak için yeni bir anlaşma yapılması gerekiyordu.
Ocak ile Mart arasında petrol fiyatları;
Kuzey Yarımküre’nin rekor sıcak havası,
Çin kaynaklı COVID-19 hastalığının beklenmedik salgını sonrasında yüzde 20 oranında azalarak 46 dolara geriledi.

*
OPEC, Rusya liderliğindeki OPEC üyesi olmayan ülkelerin günde 500 bin varillik bir kesintiyle,
Dünya petrol üretimini günde 1 milyon varil azaltacak bir plan geliştirdi.
Putin, herhangi bir kesintiyi reddetti.
Daha önceki kısıntıların, ABD’yi kaya petrolüyle önde gelen petrol ihracatçısı haline getirdiğini ve pazar payını arttırdığını savundu.

*
Bu retten öfkeli Prens Salman, Suudi Aramco’dan 1 Nisan’dan sonra petrolde ciddi indirimler yapmasını istedi.
Suudi Aramco, mevcut üretimde günlük 9,8 milyon varilden günde 12,3 milyon varile çıkacağını açıkladı.
9 Mart’taki işlemin sonunda Brent ham petrolü yaklaşık yüzde 25 oranında varil başına 34.36 dolar düştü.
Küresel pazarlar sorun haline geldi.
ABD Federal Rezerv Bankası, 12 Mart’tan bu yana finansal sisteme milyarlar enjekte etti.
Piyasa o zamandan bu yana dalgalı bir seyir izliyor.
Dow Jones Sanayi Ortalaması bu yıl yüzde 30’dan fazla azaldı.

*
Putin-Salman açmazında, şimdi merakla hangi adamın ilk önce göz kırpacağı bekleniyor.
Varil başına 42,50 dolar olan mali başabaş petrol fiyatıyla Rusya ekonomisi;
İhracatı sadece Amerika’nın ardından ikinci olan güçlü bir savunma sanayisiyle Suudi Arabistan’dan daha çeşitlidir.
Uluslararası Para Fonu, Suudi Arabistan için mali başabaş petrol fiyatının varil başına 85 dolar olduğunu bildiriyor.
Ancak, Riyad’in Eylül 2019’da 496,8 milyar dolar olan yabancı para ve altın rezervleri, Moskova’nın 419,6 milyar dolarlık rezervlerinden daha yüksektir.

*
Rusya’da fosil yakıtlar ve enerji ihracatı, toplam ihracatın yüzde 64’ünü oluşturuyor
Petrol ve gaz sektörü, toplam devlet harcamalarının yüzde 46’sını karşılıyor ve GSYİH’ya yüzde 30 oranında katkıda bulunuyor
Suudi Arabistan’da petrol sektörü, krallık gelirinin yaklaşık yüzde 85’ini, ihracat kazançlarının yüzde 90’ını ve GSYİH’nın yüzde 42’sini oluşturuyor.

*
2015′ de ucuz Suudi petrolü tarafından baskı altına alınan ABD şeyl petrol endüstrisi kırılma noktasını varil başına 65 dolardan 46 dolara düşürdü.
Petrol varil başına 30 dolara satıldığında, şeyl petrol endüstrisi yeni bir zorlukla karşı karşıyadır.
Bu devam ederse, kullanılmamış petrol rezervlerini teminat olarak kabul eden bankalara geri ödeme yapamadıkları için ABD’li şeyl petrolcüleri iflas edecektir
Bu gelişmenin coronavirüs salgınıyla  çökmekte olan küresel liberal ekonomide, Kremlin’i ne kadar  memnun edeceği bilinmiyor…

*
Eee! Kambersiz Düğün Olmaz!
Erdoğan 27 Kasım’da Libya’nın petrolü ve gazı için belirleyici  bir savaş başlattı.
Libya’da,  Katar ve Müslüman Kardeşler Örgütü ile birlikte Trablus’ta Fayez al Sarraj’ın Ulusal Anlaşma Hükümeti’ni destekliyor.
Güvenlik ve Askeri İşbirliği Mutabakat Muhtırası ve  Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Mutabakat Muhtırası imzaladı..
Şimdi Türkiye’nin Akdeniz’i ekonomik olarak keşfetme hakkına sahip olduğunu,  
Bu bölgede EASTMED gaz boru hatları ortağı Kıbrıs Cumhuriyeti, Yunanistan, Mısır ve İsrail’in Türkiye ile anlaşmaya ihtiyacı olacağını iddia ediyor.

*  
Erdoğan’ın hesabı, 4 Kasım’da Katar’ın OPEC ayrılması ve doğalgaza odaklanması kararından  gelişiyor…
Bu kararı ile Katar, Erdoğan’ın  önünü açacak bir girişime öncülük ediyor.
Ama esasen küresel petrol ve doğalgaz piyasalarında radikal bir değişimin yolunu açma iddiasındadır!

*
Çünkü Katar’ın, OPEC’ten ayrılması ve  doğalgaz üretimine odaklanması kararı şu vizyona dayanıyor:  
Katar petrol üretiminin OPEC’teki payı yüzde 2’dir.
Ayrılma kararı petrol fiyatları üzerine tek başına ciddi bir etki yaratmayacaktır.  
Ancak Katar, Rusya ve İran öncülüğündeki doğalgaz ittifakına katılırsa;
Yakın dönemde petrolle gaz birbirinden iyice ayrılacak,
Suudi Arabistan’ın tekelindeki OPEC’e alternatif bir yapı gündeme gelecektir!

*
Bu sırada Erdoğan, petrol fiyatındaki gerileme ve talep düşüşü nedeniyle ortaya çıkacak olan düşüşü,
Kur artışı nedeniyle çıkacak yükseliş etkisiyle dengelemeye çalışacaktır.  

30. 3. 2020

TÜRKER ERTÜRK; BU SAĞLIK BAKANINA BIRAKILMAYACAK KADAR CİDDİ BİR İŞ !

BU, SAĞLIK BAKANINA BIRAKILAMAYACAK KADAR CİDDİ BİR İŞ!

 

Daha önceki yazılarımızda anlatmaya çalıştığımız gibi, Türkiye’nin bertaraf etmesi gereken bir numaralı tehdit; Korona Virüsü salgınıdır. Küresel boyutta olan bu salgını, çağdaş ülkeler başta olmak üzere tüm dünya da böyle değerlendiriyor ve bu bağlamda mücadele etmeye çalışıyor.

 

Bu tehdit, ortadan kaldırılıncaya kadar toplumlarda büyük tahribatlar yapacak. Hatta salgın kontrol altına alındıktan ve tamamen yok edildikten sonra bile ekonomik ve sosyal yapıda yarattığı tahribatlar uzunca bir dönem daha devam edecek ve toplumsal yaşam tarzında yarattığı değişiklikler kalıcı olacaktır. Tabii ki bu olumsuz etkilenme ülkeden ülkeye ve ülkelerin bu zaman dilimi içinde nasıl ve kimler tarafından yönetildiğine göre de büyük değişiklikler gösterecektir.

 

Normal Yöntemlerle Olmaz!

 

Korona Virüsü salgını tehdidi ile mücadele, sadece Sağlık Bakanına ve Sağlık Bakanlığına bırakılamayacak kadar ciddi bir iştir. Çünkü bu tehdidin sağlık konusunda kolayca görülen yüzü haricinde ilk bakışta görülmeyen ve bir ülkeyi, bir toplumu olumsuz yönde etkileyecek çok fazla cephesi var!

 

Böyle bir tehditle, normal zamanlardaki yöntemlerle ve tedbirlerle başa çıkamazsınız. Aynen savaşlardaki gibi topyekün bir mücadeleye ihtiyaç var. Ülkelerin her alandaki tüm gücü bu tehdide yönelik olarak kullanılmalı. Ama bilinmeli ki; ülkelerin gücü böyle tehditlerle karşılaştığında artmaz, hatta aksine tehdidin özelliğine göre azalır. Bu durumda yapılması gereken; tehditle mücadelenin önemli olduğu alanlarda güç toplamak, önemsiz olduğu alanlarda ise güç tasarrufunda bulunmaktır.

 

Sıklet Merkezi, Kuvvet Tasarrufu

 

Ülkelerin vereceği bu mücadele, aynen bir ülkenin çekirdek yapısı olan ailelerde olduğu gibidir. Böyle bir mücadelede akıllı bir aile gelirini elzem ihtiyaçları için kullanır, lüks tüketim mallarına yönelmez, arabasını veya evini daha yenisi ile değiştirme peşinde koşmaz, sağlık, beslenme ve eğitim birinci önceliği olur. Sanırım, böyle bir mücadele sürerken kredi alarak ve borç yaparak lüks bir araba alan aileye akıllı gözüyle bakmazsınız.

 

İşte ülkeler de böyledir. Yapılması gereken -ki çağdaş ülkeler de böyle yapıyor-gücünüzü özellikle mücadelenin gerektirdiği belli alanlara odaklamak, diğer alanlarda tasarruf yapmak ve diğer alanlardan yapılan tasarrufları odaklandığınız alanlara kaydırmaktır. Buna harp veya mücadele prensiplerinde “Sıklet Merkezi” ve “Kuvvet Tasarrufu” deniyor.

 

İktidar Ciddiyetin Farkında Değil!

 

Türkiye’nin Korona Virüsü salgını ile sürdürdüğü mücadelede, hatta daha doğru bir adlandırma ile savaşta, sıklet merkezi sağlık ve ekonomi olmalıdır. Daha açık söylemek gerekirse Türkiye’nin önceliği; ağırlıklı gücüyle Korona Virüsü salgınının yayılmasını önlemek, hastalananları tedavi etmek, salgının ekonomide yaratacağı tahribatı en aza indirmek, işsiz kalanların zarar görmesini engellemek ve orta ölçekli işletmeleri, esnafı ve özellikle gıda üretimini desteklemek olmalıdır. Bunları yapabilmek için diğer bakanlıkların bütçelerinden de tasarruf yapmak gerekir.

 

İktidar ise durumun ciddiyetinin farkında değil, salgın geçse bile yaratacağı yıkımın ayırdında değil, hala şatafat ve lüks içinde, altın varaklı fonların önünde poz peşinde ve biraz önce anlatmaya çalıştığımız akılsız aile gibi borç harç yaparak lüks araba (Kanal İstanbul İhalesi) alma peşinde.

 

Askerlerimiz Yine Korunmasız!

 

Halk durumun farkında, nerelerden tasarruf yapılması ve nerelere aktarılması gerektiğini haykırıyor, hatta imza kampanyaları bile yapıyor. Bunlardan birisinde; “Camiler kapalı, din görevlileri evinde oturuyor. Sağlık personeli canını ortaya koyarak görevine aralıksız devam ediyor. Kısıtlı kaynakları doğru kullanmak açısından diyanetin bütçesi acil olarak en çok ihtiyaç olan yere, SAĞLIĞA aktarılmalıdır!” diyor ve imza topluyorlar. Haksız oldukları söylenebilir mi? Avrupa’da birçok kiliseyi hastane haline getirdiler ve getirmeye de devam ediyorlar!

 

Diğer alanlardan tasarruf yapmak ve Korona Virüsü salgını ile mücadeleye kaynak yaratmak adına ülkeler yurt dışında bulunan asker sayılarını ya azaltıyor ya da tamamen çekiyor. Fransa, İtalya, Danimarka ve Çek Cumhuriyeti Irak’tan çekilmeye başladı. İngiltere, Irak’ta bulunan güçlerini yüzde 50 oranında azaltıyor. Tüm dünyadan bu yönde haberler geliyor. Biz niye Suriye’de, Libya’da, Katar’da ve diğer bazı ülkelerde bulunan güçlerimizi çekmeyi veya azaltmayı düşünmüyoruz?

 

Bu Kafayla Altı Yıl Sürer

 

Ayrıca; Suriye ve Libya’da harp şartları mevcut ve hijyen koşulları da çok kötü. Ha İdlib’e hava desteği olmadan askerimizi korumasız ölüme göndermişsiniz, ha Korona Virüsü tehdidinin en yüksek olduğu yerlerde tutmaya devam etmişsiniz, hiç farkı yok! Ayrıca askerimiz Suriye’de neyi, kime karşı koruyor! Orada bulunmamızın bırakın ülkemizin güvenliği ve çıkarlarına hizmet etmesini, taban tabana güvenliğimiz ve çıkarlarımızla çelişiyor!

 

Türkiye’de resmi açıklamalarla kayıt altına alındığı üzere; 11 Mart’tan beri devam eden Korona Virüsü salgınında vaka sayısı 10 bine, hayatını yitiren vatandaşlarımızın sayısı da 150’ye yaklaşmış durumda. Gerçek rakamların bunun çok üstünde olduğu, yaşamını kaybedenlerin raporlarına başka ölüm nedenlerinin yazıldığı, test sayısının hala çok düşük olduğu, bunları dillendiren sağlık çalışanlarının işten atılmakla tehdit edildiği bilgilerini alıyoruz ve zaten bunlar sosyal medyada da sıkça paylaşılıyor.

 

Böyle bir mücadele Ulusal Kriz Merkezi’nden yönetilir ama bu bizde yok. Birbiriyle çelişen, arasında eşgüdüm olmayan, şeffaflıktan uzak ve halka güven vermeyen palyatif önlemlerle ve “İktidar olarak bu işten zarar görmeden nasıl yırtarız ve suçu dış güçlere ve muhalefete nasıl atarız” endişesi ile bu badireyi asgari zayiatla atlatmamıza imkan yoktur. Dünyanın beşinci büyük ekonomisi olan İngiltere, normal yaşama en az 6 ay veya daha uzun bir sürede geçebiliriz diyor. Bizdeki duruma bakarsak; korkarım bu kafayla bu salgın en az 6 yıl sürer!

TÜRKER ERTÜRK

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; İŞTE BÖYLE BİR ŞEY

 
İŞTE BÖYLE BİR ŞEY
 

Yeni koronavirüs hâlâ yayılıyor, şiddeti ve muhtemel süresinin arttığı görülüyor.
Aşı ve tedaviyi bekleyen hükümetler, enfeksiyonların  eğrisini düzeltmek için faaliyetlerde kısıtlamalara gidiyor.
Makul bir tepki olarak dünya ekonomisi arz ve talep şoklarına uğruyor.
Ekonomiyle ilgili göstergeler birkaç hafta öncesine göre daha fazla belirsizlik ve karamsarlık gösteriyor.

*
Uluslararası Para Fonu (IMF)  Başkanı K. Georgieva, dünyayı saran yeni tip koronavirüs salgının,
Küresel ekonomiyi büyük bir sıkıntıya sürüklediğini söyledi.
“Resesyona girdiğimiz çok açık. 2009 küresel finans krizinden daha kötü bir süreç bekliyorum” dedi.
Ekonomik faaliyetlerinin aniden durmasıyla, gelişen piyasalar için gereken mali desteğin  2,5 trilyon dolar olarak tahmin edildiğini ifade etti.
“Salgının başlamasından bu yana 80 ülke IMF’ den acil yardım talebinde bulundu.
Gelişmekte olan ülkelerin kendi rezervleri bu krizi atlatmak için yetersizdir” dedi…

*
Salgınla birlikte iş dünyası ve hükümetler; yüksek ölüm oranlarından kaçınmayı ve ekonomik toparlamayı umut ederek,
Küresel ekonomi ile ilgili bir dizi senaryo ile karşı karşıya kaldılar…

*
Birinci senaryo; Ancak aşı ve bağışıklık kazanmakla önlenebilen, koronavirüsün sınırlandırılmasının zor oluşudur.
Hastalığı önlemek veya tedavi etmek için spesifik bir ilaç, bir aşı yoktur.
İlk turda başarılı olan Çin veya Güney Kore bile kendilerini periyodik salgınlarla uğraşırken bulabilirler.
İşte Singapur ve Tayvan şimdiden ikinci salgın dalgasını bildirdiler.
Bu noktada hastalar nefes almalarına yardımcı olmak için destek tedavisine ihtiyaç duyabilirler..
Normal hızdaki bir yayılmada, eldeki yoğun bakım ve suni solunum birimleri yetmez.
Çünkü hastalık zatürreye sebep oluyor ve hastalar solunum yetmezliğinden boğularak ölüyor.
Ama hastalık ne kadar hızlı yayılır ve nüfusun yüzde yetmişine işlerse “Sürü Bağışıklığı” gerçekleşecek,
Ülke bu süreçten o kadar hızlı, ekonomisi çok yara almadan, hatta  diğer ülkeler karşısında avantaj sağlayarak çıkmış olacaktır.
Bu yüzden sık ve yaygın testler yapılmadan milyarlarca insan uzun süre kendini izole etmelidir.
Nasılsa hızlı, uygun fiyatlı ve güvenilir bir aşı er ya da geç geliştirilecektir.

*
İkinci senaryo; Bir aşının en az bir yılda muhtemel olmasının ekonomik etkisi  sınırlandırılmalıdır…
Bazı ilaçların şiddetli olmasa bile hafif ve orta dereceli vakaları yönetmesi, tıbbi personel ve hastaneler üzerindeki aşırı stresi sınırlaması muhtemeldir.
Bu, birçok çalışanın bir şekilde normal koşullara dönmesine de izin verebilir.
Yaşlılar veya risklerini artıran koşulları olan kişiler salgının birçok bilinmeyen sunduğuna dikkatli olmalıdır.
Uygun fiyatlı, hızlı bir antikor testi, bağışıklığı olanların tanımlanmasına izin vererek izolasyondan kaçınmalarını sağlayabilir…

*
Üçüncü senaryo; Virüsün ekonomik etkisinin yönetilmesi ve sonuçlarıdır.
Kriz, devlet borcundaki olumsuz faiz oranlarına yönelik hareketleri yenilemiştir
Büyük mali açıklar toplam devlet borclarını önemli ölçüde artıracaktır.
Pek çok ülke daha fazla mal üretmeye doğru ilerledikçe, ticaret modelleri ayarlanacak, şirketler fiyatlara esneklik katacaktır.
Şirketler tam zamanında stok yönetimi ve sıkı denetimlerden vazgeçebilecek;
Çoklu kaynak kullanımını, stoklama ve yerel üretimi standart uygulamalar haline getirecektir…

*
Dördüncü senaryo; Ülkelerin, büyük ya da küçük işletmelerin ekonomik çırpınmalarına ahlaki ve güvenlikli yanıt vermeleri gereğidir.
Koronovirüs salgını oldukça karmaşıktırne kadar süre kalacağına dair gerçek bir fikir yoktur.
Muhtemelen halkı hazırlamak için bunun aylarca devam edebileceği yönünde söylemlerde bulunuluyor.
Ama finansal sistemin ekonomi olmadığını da görmek gerekiyor.
Bu, dünya merkez bankaları ve hükümetlerin esasen “kurtarma” için devasa çabalarında her ikisine bir miktar etkisiz olacağı anlamına geliyor.
Yatırımcılar bu şeyin önüne geçmeye çalıştıkça,
Dünya piyasalarının sattığı ve değer kaybettiği ölçek, kapsam ve hız dramatikleşiyor.
Küresel hisse senedi ve tahvil piyasalarında, geçen ay tahmini olarak 25 trilyon dolarlık  servet silindi.
İnsanların tasarrufları yok oldu, birçok işletmenin ve finans kurumunun gelecekteki varlığı tehlikeye girdi…
Karşılığında para ve yardım selinin geleceği vaadleri yükseldi.
Bazılarına likidite eklendi bazısına hediye edildi.
Ama bunun ne kadar iyi çalışacağı ve bu nakit infüzyonunun yeterli olup olmayacağı henüz bilinmiyor...

*
Tarihin en büyük mali kurtarmasıyla karşılaşan ABD/ FED, salgından etkilenen işletmelere 4 trilyon dolara kadar borç vereceğini bildiriyor.
Tüm ülkelerde paranın büyük bir kısmı servet piramidinin üstündeki programları zenginleştirmeye yöneliktir.
Bu değişken piyasaların ortalama yatırımcı için ne kadar tehlikeli olduğunun bir göstergesidir.
Halklar eşitsizliğin hızlı bir şekilde büyümesinin  nedenini anlamakta zorlanıyor.
Finansal-Politik Kompleks’in “daha büyük iyilik” kisvesi altında büyük bir kurtarma ile kendini korumasından duyulan rahatsızlık giderek büyüyor.
Büyük işletmeler kazanan olurken, büyük kaybedenler yine orta sınıf, küçük işletmeler ve sosyal hareketlilik olmasına öfkeleniliyor.
Büyük yardım paketleri duyurulurken, Mali-Politik Kompleks bu karmaşayı desteklemek için harekete geçmekte uyuşukluk gösteriyor.
Ancak bu kesimin salgından kaynaklanan hasarın çoğundan sorumlu olduğu unutulmamalıdır.
Onlar yıllarca hükümetlerin açık harcamalarından kaynaklanan artan GSYİH sayılarına odaklanma suçlusudurlar…

*
Artık politikacının, yatırımcının ve yöneticinin;
Teknolojilerin tüketicilerin tükettikleri ile olan ilişkilerini temelden değiştirmeyi:
Bitmek bilmeyen krizler, kemer sıkmalar, güvenceli ve tam zamanlı işlerin sürekli azalmasını:
Devletlerin güçlerinin azalması ve onların yerini pazar ekonomisi güçlerinin almasını:
Bireylerin tüketimi amaç olarak görmelerine tepkiyi:
Dünyanın doğal kaynaklarının tüketimi ve yok edilişinin sürdürülemez olduğunun kesinleşmesi nedeniyle ortaya çıkan “Paydaş Kapitalizmi”:
Bir Geçici İşler Ekonomisine dönüşmeyi:
İnsanı “Überleşme- Çağdaş Kölelik” ötesinde düşünmeleri, öngörmeleri ve uygulamaya geçmeleri gerekiyor.

*
“Liberal dünya düzeni” çalkantılı günlerden geçiyor.
Bu kargaşaya bir dünya savaşı eşlik etmiyorsa iyi olacaktır.
Herhangi bir yeni düzenin daha iyi veya daha adil hale gelmesi olası değildir.
Herkes ya can’dan ya da mal’dan zarardadır.
Ama bunca tecrübeden sonra kimse “İnsanlık Onuru’ndan” feda etmeyecektir.

28. 3. 2020

Türker Ertürk; ASIL SORUN;TÜRKİYE’NİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ÇÖKERTİLDİ

ASIL SORUN: TÜRKİYE’NİN BAĞIŞIKLIK SİSTEMİ ÇÖKERTİLDİ!

Korona Virüsü salgını tehdidi, ülkemiz için her geçen gün daha çok büyüyor. Bunun en büyük nedeni ise iktidar. Çünkü iktidar krizi çok kötü yönetiyor. Hatta yönetemiyor dersek, daha doğru olur. Aynen film izleyicisi gibi edilgen biçimde gelişmeleri izliyor ve bırakın ufkun ötesini, yarını bile göremiyor ve filmin nasıl biteceğini öngöremiyor.

Korona tehdidinin vurduğu bir ülkede, merkezi otoritenin yani iktidarın korona virüsü taşıyanlara erişim hızı ve bunları toplumun geri kalanından izole etme gücü virüsün kitlelere ulaşma hızından az ise -ki şimdi ülkemiz için durum hala böyledir- salgın her geçen gün katlanarak büyüyecektir.

Düşmanlık Projesi Kanal İstanbul

“En büyük tehdit en yakın tehdittir” gerçeğinden hareketle, Mart 2020 itibarıyla Türkiye’nin güvenliği ve bekası için en büyük tehdit Korona Virüsü salgınıdır. Türkiye; ekonomik, askeri ve bilimsel alanlar da dâhil olmak üzere tüm imkânlarını ve milli güç unsurlarını bu tehdidin asgari zayiatla atlatılabilmesi için kullanmalıdır. Ama iktidar, Kanal İstanbul gibi ekonomik kaynaklarımızı çarçur eden, emperyalizme ve yandaşlara peşkeş çeken, güvenliğimize, egemenliğimize, savunmamıza, doğal çevremize, ekolojik dengemize ve su kaynaklarımıza yönelik bir düşmanlık projesinin peşindedir.

İnsanlarımız can derdine düşmüşken, Türkiye ağır bir tehdit altındayken, milli birliğe ve beraberliğe daha çok ihtiyaç duyarken, tüm enerjimizi ve imkânlarımızı Korona Virüsü salgını tehdidine karşı kullanmamız gerekirken, iktidar yangından mal kaçırma derdinde.  Dünyanın hangi çağdaş ülkesinin iktidarı İstanbul gibi büyük bir metropolde yaşayan halkına ve metropolü yöneten belediye başkanına rağmen oraya bir proje yapmıştır? Bunun tek bir örneği bile yok! İhaleye niye mi şimdi gidildi? Şark kurnazlığı ve fırsatçılık adına! “Can derdine düştüler, tepki gösteremezler, gösterenleri de durumdan istifade ile kolayca baskı altına alırım” düşüncesiyle!

Allah’ın Lütfu!

İktidar; aklı, fikri ve tüm tasarrufları ile “Korona Krizinden nasıl yara almadan kurtulurum, hatta bu krizi Allah’ın bir lütfu olarak nasıl kullanırım” derdinde. Hâlbuki hedeflenmesi gereken konu; tüm milli imkânların kullanılarak bu krizin asgari can ve ekonomik kayıpla aşılması olmalı.

Korona Krizinin, can kayıpları dışında da ülkemiz için halen verdirdiği ve zaman içinde daha da katlanarak verdireceği ekonomik kayıplar söz konusu. Buna karşı en büyük bağışıklık sistemimizse Sosyal Devlet ilkesi. Ama ülkemizde, özellikle 24 Ocak kararları ile başlayan ve Turgut Özal’lı yıllarda devam eden sürece ilaveten 18 yıllık AKP İktidarı döneminde vurulan nihai ve öldürücü darbe ile Sosyal Devlet ilkesinin içi, eğitim ve sağlık sistemi de dâhil olmak üzere tamamen boşaltılmış ve Türkiye’nin bağışıklık sistemi çökertilmiştir. Bu nedenle her tabii afet, her salgın, her sorun Türkiye’yi yerlere serer ve serecektir de. Aynen insan metabolizmasında olduğu gibi. Biyolojik bağışıklık sisteminiz güçlüyse hastalıkları kolay atlatırsınız, güçlü değilse en basiti bile sizi yatağa düşürür!

Din Üzerinden İstismar ve Sömürü

Özelleştirmedikleri, satmadıkları, yabancılaştırmadıkları, yandaşlarına peşkeş çekmedikleri ve kapatmadıkları hangi kurum kaldı ki! Bugün her zamankinden daha çok ihtiyaç duyduğumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün doktoru olan Refik Saydam’ın kurduğu serum, BCG, kuduz, çiçek, tifüs, boğmaca ve grip gibi çeşitli hastalıklara karşı aşılar üreten, hatta bu konuda Çin’e dahi yardım gönderen Hıfzısıhha Enstitüsü’nün bile kapısına kilit vurdular. Ya çağdaş ülkeler? Onlar bu tip bilimsel kurumlarını korudular, büyüttüler, yoksa da kurdular. Anlayacağınız gibi; bizdeki tahribat çok büyük! Bu iktidar, adeta yıkım taşeronu gibi çalışıyor!

Anayasal kurum özelliğini iktidar nedeniyle tamamen kaybeden Diyanet İşleri Başkanlığı eliyle Camilerimizin hoparlörlerinden Korona Virüsü hastalığından Allah’ın ülkemizi ve insanlığı kurtarması için dua ediliyor. Hem de ilgili yasanın izin verdiği 90 desibellik ses şiddetinin üstüne çıkarak ve 140 desibeli zorlayan bir güçle. İslam’ın Peygamberi Hz. Muhammed’in ezanın bile doğal insan sesini arttıran boru ile okunmasını yasakladığını biliyor musunuz? Amaç din değil, din üzerinden istismar ve sömürü!

İktidarı Ciddiyete Davet Ediyorum

Keşke faydası da olsa! Tabii ki insanlar inançlarına göre Yaradan’a, Allah’a dua edebilir, yardım isteyebilir ve yakarabilir! Ama bunu devlet eliyle yapmanın anlamı ne ki? Bunun yağmur duasından ne farkı var? Bugün insanlığın ulaştığı bilinç seviyesi itibarıyla, dualarla yağmur yağmayacağını ve salgın hastalıkların def edilemeyeceğini biliyoruz. Bunu bilmeyen ve anlamayanların başlarının beladan kurtulmadığını da! Yoksa bu okunan dualar Korona Krizinin ekonomi dâhil yıkıcı etkisi altında ezilen kitlelere sanki onlar için bir şey yapıyormuş izlenimi vererek kandırmak için mi?

“Yaşamak şakaya gelmez, yaşamayı ciddiye alacaksın” diyor “Yaşamaya Dair” başlıklı şiirinin dizelerinde Nazım Hikmet. Gerçekten yaşamak, yaşatmak, insanlık için refah, mutluluk ve katma değer üretmek çok ciddi bir iştir. Bu yüzden ben de iktidarı ciddiyete davet ediyorum!

Türker Ertürk; KORONA SALGINI BİR BİYOLOJİK HARP SALDIRISI MI ?

KORONA SALGINI BİR BİYOLOJİK HARP SALDIRISI MI?

 

Korona Virüsü salgınıyla ilgili olarak anlatılan, yazılan, internette ve sosyal medyada dolaşan ve paylaşılan komplo teorileri çok çeşitli ve bayağı ürkütücü. Ama bilinçli, ama bilinçsiz olarak üretilen bu komplo teorileri bir anlamda insanların ve toplumların hastalıkla sürdürmeye çalıştığı mücadele azmini kırmakta ve kaderine teslim olan bir psikolojiye doğru yönlendirmektedir.

Komplo teorilerinin insanlar ve toplumlar üzerindeki yıkıcı etkisi, Korona Virüsünün yarattığı tehlikenin ve tehdidin katbekat üstündedir. Bir savaşta savaşın kaybedildiği an, savaşa devam azim ve iradenizin kırıldığı andır. Küresel boyuta ulaşan Korona Virüsü salgını ile sürdürülen mücadelenin bir savaş olduğu düşünüldüğünde, komplo teorileri üretmek, yaymak ve paylaşmanın sürdürülen mücadeleye hiç katkısı olmayacağı gibi büyük zararlar verdiği de bilinmelidir.

Sorgulayıcı Değil, Döngüsel Akıl Kullanır

Komplo teorileri genel olarak kötümser yaklaşım içindedir. Önyargıların ve yetersiz bilimsel bulguların üzerine inşa edilirler, yanlışlanmaya direnirler, sorgulayıcı değil döngüsel aklı kullanmaya çalışırlar. Paranoya ile komplocu düşünüş arasında sıkı bir ilişki vardır ama komplo teorilerinin toplumlarda alıcısı da çoktur.

Korona Virüs konusunda üretilen teorilere bakarsak; “virüsün laboratuvarda üretildiği, biyolojik harp kapsamında bir saldırı olduğu, arkasında küresel güçlerin varlığı, aşısının daha önceden bulunduğu, büyük ilaç firmalarının işi olduğu, krizden sonra yeni dünya düzeninin kurulacağı ve hiçbir şeyin artık eskisi gibi olmayacağı” gibi çok geniş bir yelpazede değerlendirilebilecek, hatta birbiriyle dahi çelişen varsayımlar mevcut. Tabii ki bunların hepsi yanlıştır diyemeyiz. Ama doğrudur da diyemeyiz! Hepsinin üstünde özel olarak, tek tek çalışmak lazım.

Doğal ve Evrim Yoluyla Oluşmuş

Aralarında Kolombiya Üniversitesi, Edinburg Üniversitesi ve Sidney Üniversitesi’nden bilim insanlarının bulunduğu bir ekip tarafından yapılan ve Nature Medicine dergisinde yayımlanan çalışmada, yeni tip Korona Virüsünün (Covid-19) doğal kökenlerinin bulunduğu ve tamamen evrim yoluyla oluştuğu ifade ediliyor.

Türkiye’den “Evrim” kitabının yazarı olan Biyolog Prof. Dr. Ali Demirsoy “Bu virüsü hiç kimse laboratuvarda tasarlayıp ortalığa salmaz, salmadı” diyor. Hacettepe Üniversitesi Enfeksiyon Hastalıkları Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Ateş Kara da Korona için “Bu virüs insan yapımı değil, doğal olarak mutasyona uğramış bir virüs” açıklamasını yapıyor.

Kim ve Hangi Amaca Yönelik?

Bir an için bu bilim insanların yanıldığını, bu virüsün insan tasarımı olduğunu, amaca yönelik olarak mutasyona uğratıldığını, biyolojik harp laboratuvarlarında üretildiğini ve saldırı maksatlı olarak salındığını düşünelim. O zaman beraberinde şu soruyu kendimize sormamız lazım; “Bu saldırı kime ve hangi amaca yönelik?” diye.

Biyolojik silah laboratuvarlarına sahip olduğunu açık kaynaklardan bildiğimiz ABD, Çin, Rusya hatta belki İran ve İsrail bu virüs silahını kullanmış olabilir ama hedefi kim olabilir ki? Görüyoruz ki; bu ülkeler de bu virüsten çok etkilendiler. Böyle bir silahı geliştiren ve kullanan bir ülkenin eninde sonunda bu silahın yıkıcı etkisiyle karşılaşacağını ummaması ve öngörememesi düşünülemez. Çünkü biyolojik silahlar diğer silahlara benzemez, etkisi geçici ve bölgesel değildir. Hatta nükleer silahlara bile benzemez. Farklı kıtalarda yaşıyor olsanız bile günümüzde kendi kullandığınız biyolojik silahın etkisinden kendinizi koruyamazsınız. Zaten şu ana kadar görebildiğimiz kadarıyla; hiçbir bir ülke başka bir ülkeyi biyolojik harp saldırısı yapmakla suçlamadı.

Sosyalist ve Karma Ekonomik Modeller Seçenek Oluyor

 

Aklımıza; “Günümüzde milliyeti olmayan ve yönetim merkezleri dünyanın her yerinde olabilen dev şirketler, onların sahipleri olan büyük aileler, Yahudi sermayesi, dünyanın geleceğine yön vermeye çalışan ve küresel geleceği kurgulayan “Kapital-Finans” güç merkezi bu işin arkasında olabilir mi?” diye de gelmedi değil. Özellikle; küreselleşmenin önündeki engelleri kaldırmak, kapitalizmin günümüzde girdiği yapısal krizi aşabilmek ve yeni bir düzenine geçişi radikal bir şekilde sağlamak için!

 

Ama bu da pek mümkün gözükmüyor. Çünkü Korona Krizi; kapitalizmin iflasını gözler önüne daha çok seriyor, zihinlerde kalan itibarını tamamen yok ediyor, kendi çıkarları aleyhine radikal reforma zorluyor ve küresel düzenin düşmanlık ettiği ulus devletlerin ve kamuculuğun önemini ortaya çıkarıyor, daha da önemlisi sosyalist veya karma ekonomik modelleri çok ciddi bir seçenek olarak kitlelerin önüne koyuyor.

 

Biyolojik, Sosyolojik, Düşünsel Evrim

 

Yine teorilerde anlatılan konulardan biri de krizden sonra her şeyi değişeceği ve dünyanın eskisi gibi olmayacağı iddiası. Bunun ne kadar mümkün olacağını hep birlikte göreceğiz ama dünyanın var olduğundan beri değişmeyen tek kuralının değişim ve evrim olduğunu hatırlamalı ve gözden kaçırmamalıyız. Bu hem biyolojik, hem sosyolojik, hem yaşamsal, hem de düşünseldir.

 

Çok değil, 50 yıl öncesine göre bambaşka bir dünyada yaşıyoruz. Bu değişimin katbekat fazlasını önümüzdeki 25 yılda yaşayacağız. Bazı meslek grupları yok olacak, işçisiz ve karanlıkta çalışan fabrikalar olacak. Yapay zeka ve robotlar yaşamımızın içinde çok daha fazla yer alacak. Artık savaşlar ağırlıklı olarak uzaktan kumandalı ve silahlı hava, kara, deniz araçları ve robot askerlerle yapılacak. İnsanların yaşamlarını kazanması için tek nitelik veya meslek yetmeyecek. Haftalık çalışma süresi 4 güne belki de üç güne inecek. Kağıt para kalkacak, dijital paraya geçilecek. Dünyanın dışında ve evrenin başka köşelerinde istasyonlar kurulacak. İnsanın ömrü uzayacak, organlarını yedek parça gibi değiştirmenin önü açılacak. Bunlar gibi daha birçok radikal değişiklik olacak. Demem o ki; bu değişiklikler tahmin edilemeyen ve öngörülemeyen şeyler değil. Tabii ki bazı şeylerin öne gelmesini tetikleyebilir ama bu tür değişikliklerin salgın hastalıkla geleceğine inanmak biraz saflık olur.

 

İnsanlık Bunun da Üstesinden Gelecek!

 

Geçmişte insanlık salgın hastalıklar konusunda neler yaşamadı ki! Bugün yaşadığımız, onların yanında hiç kalır! Kayıt altına giren son 2500 yılda insanlık çok salgınlar yaşamış ve canlar vermiş. Veba, kolera, sıtma, çiçek ve daha niceleri! Sadece İspanyol Gribinden 1918-1920 arasında 50 milyon insan hayatını kaybetmiş.

 

Bugün, küresel olarak Korona Virüsü tehdidi altındayız. Arkasındaki neden ne olursa olsun, asgari can ve ekonomik kayıpla bu tehdidi bertaraf etmeliyiz. Bu mücadelede sığınacağımız tek liman, sorgulayıcı akıl ve bilimdir. Onun ışığında ve eşgüdüm içinde mücadele etmeliyiz. İnsanlık bunun da üstesinden gelecektir, hiç şüpheniz olmasın.

TÜRKER ERTÜRK

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar; KÜRESEL COVİD-PANDEMİSİ VE LİBERAL DÜZEN


KÜRESEL COVID- 19 PANDEMİSİ VE LİBERAL DÜZEN

 

Koronovirüs enfeksiyonlarının pandemik yayılımına büyük kısıtlayıcı önlemler alınıyor.
Önlemlerin verdiği kümülatif zarar;
Uzun zamandır Batılı ülkelerin egemen forumlarında tartışılan,
Ve Batı’nın yaşamaya nasıl devam edeceği konusunda endişeli olan Çin ve Rusya gibi revizyonist ülkeleri,
Liberal dünya düzeninin geleceğine ilişkin bir bileşkede buluşturuyor…  

*
Batılı dünya liderleri isteklerini ve taleplerini mükemmel bir şekilde yansıtabiliyor.
Pandemiyi önlemek için yüzyüze iletişim durduruluyor.
Ancak herşeyi çevrimiçi hale getirmek imkansızdır, bu yüzden bu durum da geçicidir.
Bu noktada kitlesel izolasyonun ana kurbanı,göreceli istikrar zamanlarında yaratılan “kural ve normlar” oluyor…

*
Nitekim koronovirüs enfeksiyonları pandemisi, ilk küresel salgın olan 1929 Büyük Bunalımı ile karşılaştırılabilir.
Büyük Bunalım en çok sanayileşmiş şehirleri vurmuş, bu kentlerde işsizler ve evsizler ordusu yaratmıştı..
Buhran, Kuzey Amerika ve Avrupa’yı merkez almasına rağmen dünyanın geri kalanında da yıkıcı olmuştu.
Alınan dersler son 15 yılın tüm şoklarına bir egzersiz oldu…

*
Kurallar ve normlar Soğuk Savaş’ın sonuçlarını takiben ve seyri sırasında ortaya çıktı.
Az ya da çok adil davranıldı.
Çünkü hem nesnel küresel güç dengesinde hem de bloklar arasındaki bir çatışmanın ortasında;
Uluslararası uygulama yoluyla oluşturulan kural ve normlara güvenildi.

*
Her zaman kural ve normlar, egemen devletler arasındaki ilişkiler tarihinin bir yönü olan güçlü ve zayıf uluslar arasındaki ilişkilerde idealdir.
Nitekim Güç; ABD ve müttefikleri: Uluslararası Hukuk ve BM Güvenlik Konseyi tarafından keyfi olarak sınırlıydı.
ABD’nin bu hakkı tekrar tekrar ihlal etmesi ise aslında onu yönetemediğinin kanıtıydı.

*
Elbette bu durum sonsuza kadar devam edemezdi.
Güçlü olanlar kaçınılmaz olarak zayıflarken, diğerleri yeteneklerini arttırdılar.
Giderek uluslararası politikada istikrarsızlık nedeniyle gerekli güç ve ahlak denge yok edildi.
Ahlak;güvenilir bir düzenleyici olarak hareket edemezdi…  

*
Bugün tüm küresel oyuncular arasında;
Askeri gücün önemli olmadığı bir dünyada,
Kalkınma açısından eşi görülmemiş seviyelere ulaşan Avrupa, radikal bir değişimin  adayıdır.

*
Çünkü birliğe rağmen Avrupa ülkelerinin sınırlarını birbirlerine kapatması,
Ulusal egoizmin daha önce hayal bile edilmeyecek bir ölçekte geliştiğini gösteriyor!
Şimdi “Koronavirüs pandemisi, Avrupa entegrasyonuna dayanamayacağı bir darbe mi vuruyor” sorusu gündeme yerleşiyor…

*
Genel olarak AB kurumlarının dramatik koşullardaki iktidarsızlığına ek olarak, bugün koronovirüs pandemisi  birliği tehdit ediyor.
İçsel çöküşün başladığı bu noktada;
AB Yürütme organı  Avrupa Komisyon Başkanı Alman Ursula von der Leyen,
Avrupa Konseyi Başkanı Belçikalı Charles Michel,
Avrupa Parlamentosu Başkanı İtalyan David Sassoli ve daha bir çok önde gelen yetkili,
“Kriz boyunca Avrupalılar ve birlik şirketlerini desteklemek için her şeyi yapacağımıza söz verdik
İnsanlara ve şirketlere yardımcı olacak en esnek destek ve yardım kurallarını uygulamaya koyduk.
Bugün, hükümetleri  bütçe kurallarını gevşetmesi için tetikliyoruz” noktasında pozisyon gösteriyor!..

*
Ama Avrupa’nın gerçekten ortak bir pozisyon alma arzusu dünyadaki imajını değiştirebilir mi?
Ya da AB yabancı ortaklarına daha ciddi davranabilir ya da davranmaya zorlayabilir mi?

*
Avrupalı liderlerin, 2013 Euro krizinin üstesinden gelmek için İtalya, İspanya ve Yunanistan yetkililerini,
Sağlık maliyetlerini önemli ölçüde azaltmaya teşvik etmesinin ardından,.
Bugün bu liderlerin koronovirüs pandemisini kavramaları olası mıdır?

*
Her durumda, bunun nedeni siyasi eylem ile sonuçlarının sorumluluğu arasındaki boşluktur.
Ancak bu Avrupa devletlerinin hatası değildir.
Onlar II.Dünya Savaşı’nda yenildiler ve bağımsız bir güç politikası hakkından uzaklaştırıldılar.
Askeri gücün merkez olarak kaldığı tüm güvenlik sorunları;
ABD ve Rusya arasında kurulan ve daha sonra Çin’in de katıldığı nükleer süper güçlerin bir yansıması şeklinde değişti.

*
Bu durumda devletin doğasını ve vatandaşlara karşı sorumluluklarını değiştiremeyeceğine yönelik makul bir itiraz olabilir.
Ancak bu sorumluluklar, aslında vatandaşların genellikle bir devlet için ihtiyaç duydukları şeydir.
Şimdi Avrupa devletleri, uluslar topluluğunun bazı üyelerinin ölümcül durumda kalmasına rağmen bu görevleri yerine getirmeye çalışıyor!

*
Fransa veya Almanya’nın daha az egoist davranması garip olurdu.
Çünkü Avrupa entegrasyonunun tüm inşası bencilliğin doğasında var olduğu hipotezi üzerine inşa edilmiştir.
Avrupa siyasi bir cüce olarak kalırken, “ekonomik bir dev haline gelmesinin” sonuçlarıyla ilgili uyarıların çok daha ciddi olduğu ortaya çıkmıştır,
Ama bu, işte birlik içinde bir kargaşaya da yol açmıştır…

*
Nitekim Avrupa’nın kaderi, insanlığın geri kalanı için gittikçe daha az sonuç veriyor.
Bu bakış açısı Rusya için geçerlidir.
Çin hükümeti de Avrupa devletlerine veya AB’ye bir örgüt olarak yardım etmiyor!

*
İtalya’da salgının reddedilmesinden sonraki gün, Başbakan Çin ticaretini hedefleyen kısıtlayıcı tedbirler için oy kullandı.
Halbuki Çin, adalet vizyonunun doğruluğuna ikna olmuş her ülke için iyi işler yapmıştı.
Son olarak koronovirüs pandemisiyle mücadelede gösterdiği inanç, lehinde çok güçlü bir desteğe neden oldu..
Fakat Avrupa’nın kendisi için edindiği “cücelik”, teknokratik kararlara tabi olmayan bir alanda yıkıcı oluyor!
Uluslararası siyasetin değerlendirilmesinde matematiksel yöntemlerin kullanılması, insanların duygularıyla yaptıkları eylemlerden dolayı anlamsız kalıyor..
Bu duyguların en devrimcisi haksızlık duygusudur.
İtalya vatandaşları şu an bu haksızlığı yaşıyor.

*
Halbuki Avrupa, II. Dünya Savaşı’nın ardından güç potansiyellerinin farkından kaynaklanan adaletsizlik sorununun üstesinden gelmişti.
Bununla birlikte bu sorunun çözümü sadece resmi kurumları değil,aynı zamanda halklar arasındaki ilişkilerde özel bir politik kültürü de gerektiriyordu.
Ne ki, genel gelişime katkısında zayıfların temel haklarının garanti edildiği daha yüksek sosyal organizasyon biçimleri için çabalaması gerekiyordu ki;
Son 10-15 yılın pratiğinin gösterdiği gibi Avrupa bugün dahi bu bariyerin üstesinden gelemiyor..

*
Avrupa devletleri, vatandaşlarının güvenliğini sağlama yeteneklerinin risk altında olduğu koşullarda,
İnanılmaz egoist davranışlarının, entegrasyonun ana başarısını yok etmeyeceği açıktır.
Ancak tarih, gerçek hayatta siyasi kazanımların her zaman ekonomik kazanımlar üzerinde egemen olduğunu defalarca kanıtlıyor…

*
“Liberal dünya düzeni” son derecede çalkantılı günler yaşıyor.
Bu kargaşaya bir dünya savaşı eşlik etmiyorsa iyi olacaktır.
Herhangi bir yeni düzenin daha iyi veya daha adil hale gelmesi olası değildir.

*  
Şimdi Çin ve Rusya’yı da  kapsayan güçlü devletler;
Çözümlerinin zayıf devletleri kapsayacak, haklara ve duygulara katılacak büyük problemleri ele almalıdırlar..
Ne yazık ki, hiçbir zaman insani bir cennet inşa edemeyen Avrupa,
Bugün en azından ütopya ve gerçekle evli çok uluslu bir düzenin ilerlemesinde hâlâ bir örnektir.

 

*
Evde kalınız, Efendim…

 

22.3.2020

Türker Ertürk; İKTİDAR KRONA KRİZİNİ YÖNETEMİYOR, YÖNETEMEZ DE !

İKTİDAR KRONA KRİZİNİN YÖNETEMİYOR, YÖNETEMEZ DE!

Ne yazık ki malum nedenlerle iktidarın Korona krizinin iyi yönettiğini iddia etme cüretini gösteren malum çevreler var! Bir an için bırakın Korona krizini ve elinizi vicdanınıza koyarak sorgulayıcı aklınızla iktidarın 18 yılına bir bakın. İktidar bu süre içinde hangi krizi iyi yönetti ve Türkiye’nin hangi sorununu çözdü? Aksine krizleri iyi yönetemediği gibi, krizlere kaynaklık etti ve Türkiye’nin sorun stokunu büyüttü.

Kanada Başbakanı Justin Trudeau çıktı halkın karşısına ve Korona Krizi ile ilgili olarak ana hatlarıyla; ‘’Parayı düşünmeyin. İşimi kaybeder miyim? Diye korkmayın! Siz sağlığınızı düşünün, para bizim işimiz. Size destek için 83 milyar dolar ayırdık. Bu da gelirimizin yüzde 3’ü’’ diyerek bir paket açıkladı. Üç aşağı beş yukarı iktidar tarafından bizi kıskandığı söylenen bütün çağdaş ülkeler böyle yaptı.

İhtiyat Akçesi Kullanıldı

Ya bizim ülkemizin iktidarı! Açıklamayı bile Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Çankaya’daki mütevazi bağ evinde yapmak zorunda kaldılar. Çünkü acılı bu paketin ihtişamın ve lüksün dünyadaki zirvesi olan saraydan yapmak bir komik olacak ve infial yaratacaktı. Tabii ki böyle bir pakette hiç iyi adım atılmamış diyemeyiz. Ama krizin yarattığı ve her geçen gün katlanarak yaratacağı sorunları çözmekten ve derde deva olmaktan çok uzak.

Merkez Bankası’nın (TCMB) İhtiyat Akçesi işte bugünler içindi ama uyarılara rağmen kullanıldı. Hizmet sektöründe çalışan milyonlarca kişi işini kaybetti ve önümüzdeki günlerde de kaybetmeye devam edecek. Hiçbir önlem ve destek yok. Küçük esnaf için de anlamlı bir destek yok. Turizm sektörü aynı şekilde. Sağlık hizmetlerine erişimin başlığı bile yok. İşsizlik, tazminatlar genişletilmesi ve sürelerin uzatılması da yok! Konut kredisi teşviki var. Sanırım yandaş müteahhitler koydurmuştur pakete. Ama haklarını yemeyelim duaları ve kolonya var!

Krizi Niçin Yönetemez?

Küresel boyuta ulaşan korona virüsü hastalığı salgınını kontrol altına alabilmek, kabul edilebilir bir eşiğin altına çekebilmek ve hastalığa yakalananları tedavi edebilmek için bilime ve bilimsel yöntemlere ihtiyacımız var. Yani dualarla, evliyalarla ve azizlerle olabilecek bir iş değil. Ortaçağda bu tür salgın hastalıkların Allah’ın bir cezalandırması olduğu, duaların ve ibadetlerin insanlığı koruyabileceği düşünülür, karantina uygulamalarına karşı çıkılırdı. Ama insanlığı düşünsel evrimi sonucunda bugün insanlık farklı bir noktada.

Türkiye’yi yöneten iktidarın Korona krizini iyi yönetememesinin üç temel nedeni var. Bunlar iktidarın krizin hemen başında veya yeterli bir süre öncesinde yapıp veya yapmadıkları da değildir. Geçmişte yaptığı yanlış işlerin sonuçlarıdır.

  1. Salgına karşı hem insanlığın hem de ülkemizin tek silahı sorgulayıcı akıl ve bilimdir. Bu kapsamda bilim insanlarının ve uzmanların söyledikleridir. Ama iktidar uzun dönemdir sorgulayıcı akla ve bilime düşmanlık etmiştir. Dindar ve kindar toplum söylemi bu düşmanlığın ete kemiğe bürünmüş halidir. Bu uzun soluklu düşmanlığın sonucu bilim ve bilim insanları hiç değilse toplumun azımsanmayacak bir bölümünde itibarsızlaştırılmıştır. Camiye gidenin, namaz kılanın ve abdestli insanın hasta olmayacağı yaygın iklimin arkasında iktidar vardır. İktidar bu iklimin de esiri olmuş Umre ibadetinin geçici olarak kısıtlanmasını veya dönenlerin istisnasız karantinaya alınmasını ve toplu ibadettin salgın geçinceye kadar yasaklanması şart olan bilimsel ve uzman tedbirini uygulamamış, uygulayamamıştır.

 

  1. Çağımızda tür krizler iyi yönetebilmek için demokratik ve birleştirici liderliğe ihtiyaç duyulur. Ama iktidar kriz öncesine kadar uzun zaman dilimi içinde sürdürdüğü toplumu kamplaştırıcı, ayrıştırıcı ve en az y arısını ötekileştiren ve her konuda taraf olan siyaseti nedeniyle krizden çıkmayı kolaylaştıran lider rolü oynamasını imkansız hale getirmiştir.
  2. Güvenirlilik ve şeffaflık krizin iyi yönetilmesinde olmaz ise olmazlardandır. İktidar bu konuda da sınıfta kalır. Tüm krizlerde halkı kandırdı, gerçekleri gizledi, sansür uyguladı, ekonomik verilerle bile oynadı ve çoğu krizde doğru bilgilenmenin önüne geçmek için internetin fişini çekti. Bu nedenlerle halkın tümü üzerinde güvenini kaybetti.

Sağlık Bakanı’nın Hastanesi Var, Normal mi?

Bu temel nedenler nedeniyle iktidarın Korona krizini iyi yönetebilmesine ve asgari can kaybı ve ekonomik zararla ülkemizi krizden çıkarabilmesine imkan yok. Düşe kalka, oramızı buramızı parçalayarak, deneme ve yanılma ile bu krizden bir şekilde çıkacağız çıkmasına ama ülkece büyük zararlar göreceğiz ve özellikle ekonomik olarak.

Soruyorum Sağlık Bakanı’nın hastanesi var, bu normal mi? Devlet özellikle böyle krizlerde halkın sağlığını korumak ve kamuculuk adına özel hastanelerin ve sahiplerinin çıkarları ile örtüşmeyen kararlar alabilir. Sağlık Bakanı kendi çıkarları ile çelişen ama halkın sağlığı için Gerekli olacak böyle kararın içinde olabilir mi? Tabii ki mümkün değil! Gelecek yazımızda Korona krizinin küresel ve komplo boyutunu irdeleyeceğiz. 

 TÜRKER ERTÜRK

 

 

 

Ahmet Kılıçaslan Aytar;KAZANACAĞIZ

KAZANACAĞIZ

 

Daha önce de büyük savaşlar ve salgınların yıkımları ve mağduriyetlerinde;
Hayatta kalmak için mücadele eden işkence dünyasının insanları,
Her defasında nisbeten istikrarlı bir dünyayı ortaya çıkardılar.
Devrim yaptılar.

*
Firavun, Karun ve  Haman’ın,
Ya da elitlerin ve liderlerin egoizmi ve iktidarlarını sınırsız sanmalarına karşı,
İnsanlar her defasında korku ve nefretin üstesinden gelme yeteneği kazandılar.

*
Ya yeryüzünde kudret sahibi kılınan Doğu’nun ve Batının sahibi Zülkarneyn duruma el koydu.
“Güneşin doğduğu yere ulaşınca, onu kendileriyle güneş arasına örtü koymadığımız bir halk üzerine doğar buldu.”  
“Nihayet güneşin battığı yere vardığı zaman, onu kara balçıklı bir su gözesinde batıyor buldu.”
Sonra üçüncü bir yol tuttu, doğu ve batıya paralel, kuzeyden güneye doğru gitti.
Ateşi topraktan, toprağı ateşten ayırdı…
Yaratan “Onların gözleri, benim zikrimden bir örtü içindeydi “dedi…

*
Ya da, Prof.Joseph A. Schumpeter’in  “Yaratıcı Yıkım Gelişimi ” tezi işledi.
Her devrin toplum mekanizması, teşebbüsün oluşturduğu muazzam bir dinamikle;
Devamlı olarak eski faktörleri yok etti ve yeniyi oluşturdu.
İster istemez her teşebbüs er geç bu gelişime ayak uydurmak zorunda kaldı.
Süreçlerin her birinde insanların yaşam ve çalışma biçimleri değişti.

*
Bu iki tez tarih boyunca birleşti;
Milyonlarca insanın ölümüne neden olan veba, kolera, Rus Gribi ve İspanyol Gribi gibi “pandemi salgınlar”,  
Ya da Otuz Yıl Savaşı ve  Seksen Yıl Savaşı ardından Vestfalya Barışı veya Napolyon Savaşları ardından Viyana Kongresi,
Ya da II.Dünya Savaşı’ndan sonra Yalta Anlaşması;
Yeniden düzenlenen bir dünyayı ortaya çıkardı.

*
Sovyet sisteminin yıkılmasından sonra mutlu bir yeni dünya düzeni ile ilgili çeşitli düşünceler oluştu.
Ne yazık ki, insanlığın eşi görülmemiş refahına rağmen,
Son birkaç yıl endişe verici;
Kasvetli tahminlere boğulmuş eski dünya düzeninin yıkımı, yeni bir şeyin ortaya çıkması hakkında konuşuldu.

*
Şimdi tüm korkular, tüm olumsuz rüyalar gerçekleşti.
Yeni Koronovirüs her yerde!
“Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir” ayeti görülecek midir?  
Yeni düzenlenmiş bir dünyanın ortaya çıkması için gerekli olan yaratıcı yıkım rolünü oynayabilecek midir?  
Gelecek günler, haftalar ve aylar;
İinsan kararlılığının bir testi, bilime olan güven ile insani bir dayanışmanın testi olacaktır…

*
Birkaç ay içinde artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir dönüşüm başlayacaktır.
Öncelikle “Özgürlük”; toplumların açıklığını belirleyen insanların, malların ve sermayenin serbest dolaşımı anlamında,
Sınırların tanımlanmadan kullanılacağı bir anlayışa dönüşecektir.
Ama “sorumluluk olmadan özgürlüğün olmayacağı”  ilkesi de kabul edilirken,
Tümüyle açık bir toplum ve sınırsız girişim özgürlüğü olmayacaktır.

*  
Bu ilkeden hareketle küresel bir uluslarüstü hükümetin yararına;
Bugünden sınırların ve dolayısıyla devletlerin ortadan kaybolacağı, yerini şirketlere bırakacağı düşünülüyor.

*
Bugün bile Dünya, fiziksel ve dijital arasındaki çizgileri bulanıklaştıran teknolojilerin bir araya gelmesiyle karakterize ediliyor.
Bunlar tamamen otomatik olan geleceğin fabrikaları ile birleşirken, üretim tüketiciler için daha yerel hale gelmektedir ve yeni tedarik zincirleri oluşturuluyor.
Şimdi bir işçi olmanın ötesinde insan olmanın tarihi anlayışı bir meydan okuma ile karşı karşıyadır.
İyi olmak için değişimin pozitiflerine odaklanmada sürekli “çevik-çevik-çevik” olmak gerekiyor…  

*
Artık politikacının, yatırımcının ve yöneticinin;
Teknolojilerin tüketicilerin tükettikleri ile olan ilişkilerini temelden değiştirmesini:
Bitmek bilmeyen krizler, kemer sıkmalar, güvenceli ve tam zamanlı işlerin sürekli azalmasını:
Devletlerin güçlerinin azalması ve onların yerini pazar ekonomisi güçlerinin almasını:
Bireylerin tüketimi amaç olarak görmelerine tepkiyi:
Dünyanın doğal kaynaklarının tüketimi ve yok edilişinin sürdürülemez olduğunun kesinleşmesi nedeniyle ortaya çıkan “Paydaş Kapitalizmi”:
Bir Geçici İşler Ekonomisine (Gig Economy) dönüşmeyi:
İnsanı “Überleşme- Çağdaş Kölelik” ötesinde düşünmeleri, öngörmeleri ve uygulamaya geçmeleri gerekiyor.

*  
Çünkü insanlığa her devrim aşamasında teknoloji ile olan ilişkisinde toplumsal tabiatı aracılık ediyor.
Her devrim kibirliyi, cehaleti, yolsuzu ve zalimi tarihin çöplüğüne gönderir.
Hızlı teknolojik değişimin yaşandığı bir dünyada durum böyle olmaya devam edecektir…

*
Sonu olmayan bir dayanıklılık testine yeni başlıyoruz.
Siz elinizi iyi yıkayın.
Bu defa da kazanacağız.
 

18. 3. 2020