zulmün artsın..!

“ZULMÜN ARTSIN!..”

Bu, bir çeşit meydan okuma biçimidir. Ki, alenen!  Üstelik bütün meydan okumalardan daha  bir meydan okuma… daha bir  şeddeli ve de okkalı … Çünkü yüreğin en ezilmiş köşesinden geliyor;

“Zulmün artsın!”

(Yani, elinden geleni ardına koma, senden korkmuyoruz.)

Ancak,  şu da var ki, “meydan okuma”lar düz mantıkla yorumlanır ya da kendini işin dışında tutup  uzak durulursa, iş değişebilir…Mesela;

“Zulmün artsın ki, çabuk zeval bulasın!”

Diye homurdanmak çok kere işi allaha havale etmektir. Ki bu, köylümüzün, kentlimizin dilinde dolanıp durur hep…Şifa bulacakmış gibi!  Yahut hoca efendinin nasihatine sığınılır;“Zulüm ile abat olanın akıbeti berbat olur!”

(Muş!) Peki;

“Ne zaman?”

Ya da;

“Kim o “berbat” edecek olan?”

Yahut;

“Kendiliğinden mi yürüyecek bu işler?”

Dahası ciğerlerini mi yelpazeliyorsun be arkadaş?..

Hele unutmayın ki, dualar,beddualar, yalvarmalar, yakarmalar da hep aynı soydan geliyor! Ve de nafiledir hepsi…yahut, fasa fiso.

Sözlüklere bakıyorum, başa aldığım deyim;

“Zulmün kesafeti ile zalimin yok oluşu arasında paralellik kuran bir deyim”

olarak geçiyor, “zulmün artsın” diye. Açık  ve somut..Demekki müsebbip doğrudan doğruya zalimlikle bağlantılıdır. Zalimse zulüm edendir, malüm. Üstelik işi, gücü, mesleği…hatta marifetlerinin tamamı, varoluşunun nedeni odur onun!

Öyleyse, zulme karşı  direnmek, dahası zulmü yok etmek şarttır . Ama bireysel değil. Topluca ve de örgütlü olarak yapılacak bu iş…

Mesela, namı büyük yazarımız Yaşar Kemal, (köylülerin sadece beddua etmeğe alışkın olduğunu bildiği halde) topraksızlığı yok etmek için toprak ağalarına yalvarmamıştır hiç, ya da zulümleri bitsin diye dua etmemiştir, hele işi ona buna havale ettiği görülmüş, duyulmuş değildir. Çünkü biliyordu ki o, ağaların zulmü arttıkça, köylüler topraksızlaşacak, köylüler topraksızlaştıkça da bir araya gelmeleri hızlanacak ve de ağanın topraklarını paylaşma hırsları artacak, – hele “dertten anlayan birileri” de düşerse önlerine, tamam  – ağa mağa kalmaz ortalıkta. Vatan olur her taraf…!

Zaten bilim de böyle söylemiyor mu? Ve gereğinin yapılmasını da “DOĞA KANUN”u saymıyor mu? Eh işte Yaşar Kemal de bunları yazmıştır hep. Toplamıştır topraksız köylüleri, – kadınları, kızları, kızanlarıyla- koymuştur yanlarına marabaları, aydınları ve aklıbaşında ki bilumum vatandaşları,  dikmiştir  onları topluca ağaların karşısına ve dedirtmiştir ki;

Ağa, topraklarını terket bize… kıvırtma ama, geveleme… Derhal terket, bize ver, vereceksin, mecbursun!

(Sonra da def ol git buralardan…)

Okuyun Yaşar Kemal’i ve de görün yapılması gerekenleri… ki, kitaplarından biri de, “ZULMÜN ARTSIN” adını taşıyor.

Çünkü O’nun yazılarında,  “Abdi Ağa”ların hesabı görülmüştür. Benzerlerinin “akıbetini” ise eli kanlı abdi ağalar düşünsün, kaçacakları mekan kalmışsa!

Ki biz de Tayyip beyin marifetlerine bakabilelim. Ne buyurmuştu bu zat-ül muhterem? Yahut Atatürk’ten de büyük(!) megaloman?

“ Ey işverenler, biraz az kazanın ki, başkaları da ekmek yesin!”

Değil mi ya? Breh breh breh! Şu fakir-fukara dostuna bakın siz! Maşallah ki maşallah kere maşallah!

Peki ama, Allah lillah aşkına, hangi yüzle söyleyebiliyor bu sözü? Üstelik G-20 toplantısındaki dünya liderlerinin gözlerinin ta içlerine baka baka? Ha, hangi yüzle?

Yoksa, sadece yüzünü mü yıkamağa çalışıyor!

Gerçi – gazetelerin de yazdığına göre – eski meslektaşları bu sözlerini çevirip kendisine iade de etmişler anında;

Tayyip bey, Tayyip bey!, demişler, sen de biraz AZ ÇAL!.. Olmaz mı?

Evet, “az çal!” diyorlar, hatta çoğumuzun aklından bu soy “nafile” çareler de geçiyor olabilir!

Oysa yeter mi “az çalması? “

Hayır!

Bir kere kendisi “çalıyor”, silsile-i meratibi de o biçim… oğlu, kızı, kızanı, akraba-i taalukatı, yanı-yöresi, yandaşların kısm-ı azamisi de o soydan… Eh artık,  “çalıyor” da çalıyor…

Üstelik cumhurbaşkanı, O!.. Başbakan, O!.. Bakanlar kurulu, O!..Genel kurmay başkanı, kuvvet komutanları, emniyet genel müdürü, O!.. Valiler, kaymakamlar, O!.. Genel müdürler ve yardımcıları, O!. Yargıyı da sistem olarak “kaçak” Sarayına bağlamış!.Yani, problemleri çözecek kim varsa, mevkilerini O’na kaptırmışlar! Oy desteği ise, tamam!

O halde yürü hemşerim!

ZULMÜN ARTSIN…

 

Abdullah Nihat Yılmaz

                 28 Kasım 2015, Londra.