Türk Kadınına Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı Tanınmasının 80.Yıl Dönümünde

 
İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir başka onur günü olan Kadınlara Seçme ve Seçilme Hakkının tanınmasının 80. yıldönümü nedeniyle bir bildiri yayınladı. Türkiye Cumhuriyeti’nin çağdaş toplumlar içinde öncü rolünü vurgulayan ve ülkemizin geleceği için ‘uyarılar’ taşıyan İADD Bildirisini aşağıda yayınlıyoruz.
LondraPosta- Londra 
 
 
 
 
 
 
 
                      
                              Türk Kadınına Milletvekili Seçme ve Seçilme Hakkı Tanınmasının 80.Yıl Dönümünde
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nde 1926 ile 1934 yılları arasında , Atatürk Devrimleri içinde en önemlileri kadınların sosyal ve kültürel alanlarda ,eğitimde ,hukukta ,aile ilişkilerinde  ve siyasette erkeklerle eşit haklara sahip olması için yapılan düzenlemelerdir.
Osmanlı Devleti’nde kadınlar sosyal,kültürel ve siyasal haklardan mahkum bırakılmış,hatta nüfüs sayımında topluma bile dahil edilmemişlerdi. Evlenme ,boşanma ve miras işlerinde kadınların sözü geçmeyip,ikinci plana atılmışlardı. Kadınların miraste hakkı yarımdı ve, tanıklıkta “yok” sayılıyordu.  Buna karşılık Genç Cumhuriyeti’mizde  kadınlarımıza verilen önem ve değer ise çok farklıdır.  Çağdaş,demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni hedefleyen Mustafa Kemal Atatürk  ve dava arkadaşları  kadınların toplumda eşit bireyler olması için gerekli yasal düzenlemeleri ardı ardına hayata geçirmişlerdir.
Atatürk’ün öncülüğünde ilk düzenleme 1930 yılında belediye seçimlerinde seçme,1933’te muhtar seçme ve köy heyetine seçilme, 8 Ekim 1934’de kabul edilen ve 5 Aralık 1934’de yürürlüğe giren Teşkilat-ı Esasiye Kanununun 10 ve 11. maddeleri değiştirilerek kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır.
Bu karardan sonra  Atatürk şöyle der:
* Bu karar, Türk kadınına sosyal ve siyasi hayatta bütün milletlerin üstünde yer vermiştir. Çarşaf içinde, peçe altında ve kafes arkasındaki Türk kadınını artık tarihlerde aramak lazım gelecektir. Türk kadını, evdeki medeni mevkiini selahiyetle işgal etmiş, iş hayatının her safhasında muvaffakiyetler göstermiştir. Siyasi hayatla, Belediye seçimleriyle tecrübe kazanan Türk kadını bu sefer de milletvekili seçme ve seçilme suretiyle haklarının en büyüğünü elde etmiş bulunuyor. Medeni memleketlerin birçoğunda, kadından esirgenen bu hak, bugün Türk kadınının elindedir ve onu selahiyet ve lihakatle kullanacaktır.
Yukarıda belirttiğimiz   yeni yasalarla, kadınlarımız birçok Avrupa ülkesinden daha önce seçme ve seçilme haklarına kavuşmuştur. Kadınlar bu haklarını ;Fransa’da   1944’de,İtalya’da 1946’da , İsviçre’de ise 1971 yılında kazandılar.
Türkiye Cumhuriyeti’nde 1935 yılında yapılan genel seçimlerde 18 kadın milletvekili Meclise girmiş ve 1935’de TBMM’deki kadın milletvekili oranı   %4.6 ‘iken bu oran  maalesef 2011’da  ancak yüzde 14’e ulaşabilmiştir.
Son 10 yılda  kadına şiddet  oranının %1400 arttığı, hala töre cinayetlerinin,çocuk gelinlerin konuşulduğu,ilk okul çağındaki çocukların türbana ve kara çarşafa sokulduğu, TBMM’deki kadın milletvekili oranın  sadece  %14’te  kaldığı  bir Türkiye manzarasında kadınlarımıza  80.yıl önce tanınan  seçme ve seçilme haklarına rağmen hala bu sorunlar devam ediyorsa , kadın hakları konusunda  çok fazla yol aldığımız söylenemez.
Kadınlarımız haklarını bütünüyle kullanmalı. Örneğin sadece siyasal partilere değil, aynı zamanda  sivil toplum örgütlerine hem daha yoğun biçimde üye olmalı ve hem de yönetimde mutlaka yer almalıdır. Kadınlarımızın kendilerine 80.yıl önce tanınan  ama uygulamada neredeyse yok  sayılan  bu haklarının  önemini  sorgulayıp , mücadelede edeceklerine olan  inancımız sonsuzdur.Bu mücadele yolunun da öncelikle  çağdas, demokratik ve laik Turkiye Cumhuriyeti’ne ve onun kazanımlarına sahip çıkmak olduğunun  bilinciyle  İngiltere ADD olarak, tüm kadınlarımızın milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınmasının  80.yılını kutlarız.
 
İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği

Hornsey’de Bir Okul ve Londra’da 10 Kasımlar…

                                                           Doç.Dr. Orhan Çekiç
 
 
                                               HORNSEY’DE BİR OKUL
                                            VE LONDRA’DA 10 KASIMLAR…
Hornsey bir semt  ve  “okul” da o semtin bir okulu. Ama bu semt okulunun bir adı daha var: “Hornsey Atatürk Okulu”. Ve bu Hornsey Atatürk okulu, Hornsey’de  adı “Atatürk Okulu” olan üç okuldan da biri… Türk okulları bunlar. ”Türk”se, Anadolu ve Trakya’nın  misakımilli sınırları içinde yaşamış ve yaşamakta olan Türk, Kürt, Laz, Gürcü, Türkmen, Abaza, Çerkez, Roman, Arnavut, Çeçen, Rum, Ermeni, Yahudi,  Boşnak, Zaza…gibi  kimse yahut halkların milletleşen genel ve ortak adı…Ya da resmi olarak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne vatandaşlık bağlarıyla bağlı olan hemen herkes ile Kıbrıslı Türkler…
Evet Türkler! Yani bizler, hepimiz.
Ve de hemen her sokağın başında İngiltere Türk Dernekleri Federasyonu genel başkanı ve İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği başkanı Jale Özer Swailes imzalı  Gazi Mustafa Kemal Atatürk için anma çağrıları…İlki 9 Kasım günü saat 12’de Hornsey Atatürk Okulu’nda ve ikincisiyse 11 Kasım günü saat 6.30’da Turnpıke Lane KKTC Lokalinde…
Dahası Türkiye Gençlik Birliği Londra Şubesi’sinin anması da Trafalgar’dan okunuyor: 10 Kasım Saat 9’u beş geçe…
Turnpike Lane’deki KKTC Lokali zaten elimizin altında ve Hornsey Atatürk Okulu da  uzaklarda değil.  Londra’lıların yakından bildikleri ve bu metni okumakta olan herkesin altını yeniden çizmesi gerektiği bir semt…
Belki vurgu yapılacak çok özelliği yoktur bu semtin, ahım şahım bir yerleşim bölgesi de sayılamaz pek…ya da yüzde altmışının yabancı olduğu Londra’da, o yabancılık oranının daha da yükseldiği, yüzde yetmişi, belki de daha çoğunu bulduğu sıradan bir mahalle belki…
Ama okulu?
Gerçi, Türk okulları çok Londra’da, kısaca “Türkçe Konuşan” da dediğimiz nüfusun yoğun olduğu semtlerin çoğunda bu soydan okullar mevcut. Ve o okullarda da Türkçe öğretmenleri, yöneticiler, derslikler, öğretmen odaları ve mahalle sakini öğrenciler de var. O okullar da ulusal bayramlarımızı yani, 23 Nisan, 19 Mayıs, 30 Ağustos ve 29 Ekim günlerini ulusal bayram  olarak kutluyorlar ve onlar da 10 Kasım günleri Atamızın aramızdan ayrılışının yasını tutuyorlar derinden ve Büyük Atatürk’ümüzü anıyorlar içten sevgi ve kopmaz bağlarla…
Ama burası Hornsey genede ve günlerden 9 Kasım 2014, Pazar! Atamızın aramızdan ayrılışının 76’ncı yılında, 10 Kasım 1938’in saat 9’u beş geçesi anılacak. Yüzler üzgün. Çoğu çalışan kesimden oluşan analar, babalar üzgün.  Ortalıktaki ayaküstü yenebilecek tost, kuru pasta, yalancı dolma vs türünden yiyecek ve çay, kahve ve meşrubat türünden içecek dağıtıcıları üzgün. Anaokulu dahil, orta kesim  öğrencileri üzgün. Bizim gibi konuk katılımcılar üzgün. Sessiz bir birliktelik egemen okul girişindeki geniş salona. Ve üzünçte Atatürk, özlemde Atatürk… gazetelerin manşetleri, broşürlerin fotoğrafları ve duvarların posterleri Atatürk!  Ve selamlaşmaların duruşu ve ayaküstü konuşma konuları Atatürk’ten…Her şey, her taraf Atatürk!
O kadar ki, törenin yapılacağı anfili büyük salon da sanki Atatürk için yapılıp donatılmış.  Ve  içeri davet edildiğimizin  birkaç dakikası içinde ortalık hıncahınç…Genel başkan Jale Özer Swailes ile Hornsey Atatürk Okullarının müdürü Türker Çakıcı, etkinliğin çağrıcı ve düzenleyicileri olarak yanyanalar. Ve  İADD ve İTDF’nin diğer yöneticileri, kimi üyeleri, ve okulların  diğer yöneticileriyle, öğretmenleri…Ve diğer dernek ve kuruluşların temsilcileri ve  Hornseyli öğrencilerle halk, Türk halkı…
Önce Atatürk  ve tüm devrimci şehitlerimiz için saygı duruşu ki, dimdik… ve İstiklal Marşı, coşkulu,gür…Ve genel Müdür Türker Çakıcı’nın  kürsüdeki  açış konuşması. Düzgün, saygılı … üzüntümüzü depreştirip bilincimizi bileyen  bir anlatı, günün anlam ve önemiyle dopdolu bir açılış…Ve eğitimci, yazar…Yrd Doç. Dr. Orhan Çekiç’in sunduğu Kurtuluş Savaşımızın acılı ama onurlu tabloları, bir ülkeye sürgit temellik edebilecek şanlı bir tarih anlatımı, bir hazine…
Ardından başlarındaki öğretmenlerinin yönlendirdikleri günün öğrenci  etkinlikleri…Ki, planlı- programlı, üstünde çalışılmış, provaları yapılmış gösteriler bunlar… sıra sıra, grup  grup, renk renk yanardöner  bir öğrenci tablosu…Atatürk için şiirler okuyorlar bölüm bölüm, deyişlerini sunuyorlar tek tek, destanını anlatıyorlar uzun uzun…Ve  canlı müzik eşliğinde folk dansları hem ahenk salınımlar halinde müzik-figür denliği…ki bizi de içine alan ve kesiksiz bir birliktelik üreten dinamo…Ve bu uzunca program Atatürk’ün “harmandalı” diye bildiğimiz bir zeybek folkuyla başka bir havaya dönüşüyor. Ki her birer Atatürk…Ve de keyifler binbeşyüz!..
Ama bu bir NOKTA değil, hemen herkes biribirine  “11 Kasım saat 6,30’da Turhpıke Lane de… tamam mı?” diyor. Ayrılık değil, buluşma…Hornsey Atatürk Okulu’nun büyük salonundan…
Ve de o gün o saat oradayız, değişik yüzlerin de çoğalttığı  bir kalabalık olarak, KKTC Lokali, Turnpıke Lane, 11 Kasım 2014, saat 6,30…Zengin bir girişi var KKTC Cyprus Kichen’ın. Ve bir cazip mutfak, önü masalar, oturma yerleri, sonra restaurant kesimi ve de sonra geniş, kocaman bir konferans salonu…Gelen o mutfağın önündeki masalara kuruluyor ve de kayıntı kablinden birşeyler yiyor…ve de çay, kahve, meşrubat zebil. Ama bunlardan da çok Atatürk dolaşıyor ortalıkta. Asla Atatürk’ün yası, onunla ilgili anma töneni filan değil, kendisi, ki tarih 19 Mayıs 1919’lardan okunuyor. Masalarda, ayaküstü ve kenarda köşede öbek öbek insanlar, insanlar…Temsilen de olsa Londra orada. Cumhuriyet Mitingleri geliyor aklıma, birşeyler diriliyor sanki…
Abdullah Nihat Yılmaz
Salonda toplandığımızda da hava değişmedi, açış konuşması yapan İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği (İADD) başkanı Jale Özer Swailes de bu hava içindeydi kürsüde. “Türkiye bölünmek ve  Türkiye Cumhuriyeti yok edilmek isteniyor, dikkatli olalım, ayağa kalkalım” dı konuşmasına özü…Sözcük ve terimleri iyi seçilmiş, sağlam, düzenli, anlaşılır bir türkçe ile ve de güne iktidarlık eden emperyalist uşağı gericilere karşı açık tavırla direniş çağrısı yaparak…Ardından kürsüye gelen Yrd.Doç. Dr. Orhan Çekiç’de ona uyarak bu sefer tarihi güncelliyor bütünüyle, yani Kurtuluş Savaşı tarihimizi öyle canlandırdı, öyle diriltti ki, nefeslerimizi göğsümüze sığdıramaz olduk…Ve de ayakta tuttuk alkışlarımızı, toptan…İADD’ye de, bilim adamı Orhan Çekiç’e de, katılımcılara da, Kurtuluşa yönelen herkese de…
Abdullah Nihat Yılmaz 
11 Kasım 2014- Londra                                 

Kılıçdaroğlu’na ‘eleştirmeme’ sözü

Eleştirmemeye söz veriyormusunuz ?

 

                                  Kılıçdaroğlu’na ‘eleştirmeme’ sözü  
         ‘Kunta Kinte’ delege,’Tıpış Tıpış’ seçmen 
   
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bir ‘ilk’e daha imza attı. İzmir’de partili üyelerle konuşan Kılıçdaroğlu, ‘üyelere partiyi eleştirmeme’ sözü verdirdi. Bir Parti Başkanı tarafından ilk kez yapılan bu uygulama, aynı zamanda ‘partiyi eleştirmeme sözü vermeyi kabuleden üyeler için’ de bir ilk yarattı. CHP Genel Başkanı’nın İzmir’de yaptığı toplantı sırasında üç kez tekrarlattığı ‘partiyi eleştirmeme’ sözü CHP de yaratılmaya çalışılan ‘tıpış tıpış seçmen’ tipinin en azından İzmir bölgesinde ‘az da olsa bir tabanı’ olduğunu ortaya koydu. Alaturka Türk siyasi yaşamının geçmişten kalan bir ‘üye tipi’ olan ‘Kunta Kinte delege’ sisteminin, daha geniş kapsamlı bir uygulaması ile karşı karşıya kalıyoruz ‘partiyi eleştirmeme sözü veren’ üyelik sistemi ile. Kuşkuya yer yok ki bir  Cumhuriyet Yurttaşının ve çağdaş insanın ‘hakaret sayacağı’ Kılıçdaroğlu’nun ‘eleştirmeme’ vaadine onay verenler, Türkiye’nin en gelişmiş ve eğitimli bir kültürel kesimine ait olan İzmir seçmenini temsil etmiyorlar. Bu ‘orta oyunu’, seçmen iradesi, parti demokrasini bir yana bırakın ‘moral’ açısından bile kayıp veren bir kültürün habercisi olarak görünüyor. İzmirli, ortaçağ vatandaşlığı, ‘Kunta Kinte üye ve delege’ ve de ‘tıpış tıpış seçmen’ olmayı asla kabuletmeyecektir.
                  Neyi alkışladığınızın farkında mısınız ?
CHP Genel Başkanı ve yardımcılarının geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da yaptıkları konuşmalar ve İzmir’de ‘eleştirmeme sözü alınan toplantı’ Türkiye siyasetinde etkin rol oynayan kesimler için bazı gerçekleri net olarak ortaya çıkardı. CHP yönetimi, artık bu parti tabanı ile hiç bir ‘ideolojik’ bağlantısı kalmamış bir ‘korsan’ yönetimdir. Bu yönetim açılım konusunda AKP ile yarış halindeki,laiklik ve ulusal devlet konusunda Cumhuriyet ilkelerine taban taban zıt çizgilerin savunucusu bir çizginin savunucusudur. Kılıçdaroğlu ve ekibi ‘üyelerden eleştirmeme’ sözünü bu nedenle istemek ihtiyacını duymuştur. Bu tiyatral sahnenin yaşandığı İzmir toplantısında, Genel Başkan’ın yaptığı konuşma ; ‘Ramazanda sigara içmeme çağrısı’, ‘Atatürk üzerinden politika yapılmaması, rakı sofrasında politika yapılmaması, aç insanın sosyal devlet,laiklik,demokrasi den anlamayacağı’ cinsinden dramatik söylemlerle dolu. ‘Eleştirmeme sözü’ istemekte sonuna kadar haklıdır Kılıçdaroğlu. Bu çizginin ve bir köy kahvesi muhabbeti seviyesini aşmayan politik düzeyin  eleştirilmemesi ancak üyelerin’ağızlarına kilit vurmayı kabul etmeleri’ ile mümkündür. Kılıçdaroğlu ve ekibi Ağustos ayında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçiminde bu yana çok büyük yanılgılar içine düştüler. Bir başka yanılgı ise CHP seçmeninin kalitesi konusunda ortaya çıkıyor Kılıçdaroğlu yönetiminde. ‘Eleştirmeme’ sözü aldığın toplama kalabalık İzmir’linin ve çağdaş bir toplum üyesinin ne demek olduğunu bilmiyor. Sen de öyle…
Mahir Tan       LondraPosta-Londra

Peşmerge’ye teslim edilen çok namlulu roketatarlar

                                  Peşmerge’ye teslim edilen çok namlulu roketatarlar
                                 Peşmerge bu kez havadan geliyor
                  Kürt Üçgeninde Sürtüşme
        Kuzey Irak’tan geçtiğimiz ay Türkiye sınırları içinden kara yoluyla Kobane’ye geçen 150 kişilik Peşmerge kuvveti bu kez havadan naklediliyor. Ağır silahlar taşıyan yeni Peşmerge birliğinin, ilk olarak gönderilen 150 kişilik birliğin yerini alacağı bildiriliyor. Kuzey Irak’ta yayınlanan ‘Rudaw’ gazetesinin haberine göre,Kobane’deki  Peşmerge Birliği’nin değiştirilmesi ve takviye ağır silahlar gönderilmesi Türkiye- PYD ve Kuzey Irak arasında uzun tartışmalardan sonra gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz hafta yaptığı ‘PYD, Peşmerge güçlerinin gelmesini istemiyor’ açıklamasına atıfta bulunan Rudaw gazetesi haberinde, Suriye’deki PYD güçleri Eşbaşkanı başkanı Salih Müslim’in ‘PYD ile Kuzey Irak Yönetimi arasında 150-200 peşmerge bulundurma konusunda anlaşma var. Erdoğan tarafların arasını bozmak için bu tür açıklamalar yapıyor. Herşeye o mu karar verecek ?’ açıklamasına yer verdi.
               Hava alanlarını kullanma izni ile ilgili mi ?
Kuzey Irak kaynaklarından bildirilen havadan nakliye ve ağır silahlar taşınmasının, geçtiğimiz hafta ABD – Türkiye arasında yapılan görüşmelerden sonra Washington’dan yapılan ‘Türkiye hava alanlarının kullanılmasına izin verdi’ şeklindeki açıklamalarla ilgili olup olmadığı belirtilmedi. Kuzey Irak Peşmerge komutanları Rudaw gazetesine yaptıkları açıklamada ‘Türkiye ile peşmerge ve silah nakli konusunda 6 görüşme yapıldığı ve henüz resmi olarak izin çıkmadığı’ kaydedildi. ABD yetkililerinin Washinton da yaptıkları açıklamalarda ise ‘Türkiye ile yapılan görüşmelerde hava üslerinin kullanılması karşılığında, Suriye’de sınırlı bir alanda ‘güvenli bölge’kurulması tavizinin verildiği’ ihsas ettirildi. Türkiye’nin ‘uçuşa kapalı bölge’ isteğini reddeden ve ‘güvenli bölgenin’ Akdeniz kıyılarına kadar geniş bir alana yayılması önerisine karşı çıkan ABD li askeri ve sivil yetkililerin Suriye’de IŞID güçlerini Kürt savaşçıları ile geriletme politikasının,Türkiye’nin savaşı Esad Ordusuna karşı bir savaş yönüne çevirme çabaları ile karşı karşıya kalmasının sürtüşmenin kaynağında yattığı vurgulanıyor ABD istihbarat sitelerinde.
Mahir Tan           LondraPosta- Londra

Zaptedilemeyen Ülke’nin Partisi

                       
                    
                       

 

                             Anadolu Partisi ilk kurultayını topladı         
              
              Zaptedilemeyen Ülke’nin Partisi
Anadolu Partisi, Ankara’da Kurucular kongresini toplayarak ilk yönetim organlarını seçti.  Genel Başkan, Ankara Milletvekili Emine Ülker Tarhan yaptığı açış konuşmasında Anadolu Partisi’nin ‘güçlü toplumsal muhalefete karşın iktidar ile uzlaşma içindeki bir muhalefet’in yarattığı umutsuz şartlardan doğduğunu’ belirtti. Türkiye’de siyaset sahnesini bir ‘maskeli balo’ya benzeten Emine Ülker Tarhan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün de Anadolu’nun en umutsuz olduğu şartlarda mücadeleye atıldığını vurgulayarak, şimdi içinde bulunduğumuz şartlarda, ‘birilerinin birşeyler yapması gerekiyordu. Bu ancak siyasi parti ile yapılabilirdi’ dedi. Kurtuluş savaşı öncesinde Anadolu’nun gücüne güvenmeyenlerin şimdi de aynı şeyleri söylediğini belirten Anadolu Partisi Genel Başkanı Tarhan, ‘Zübeyde Ana’nın oğlu ufkun ötesini görmüş, kimin ufkunun daraldığını göstermiştir. Anlattığım hikaye bir karşılaştırma değil asla ama açık bir öykünme’ diyerek partinin kurulma şartlarına ilişkin ince bir mesaj verdi.
                                  Iktidar-Muhalefet ittifakı
Anadolu Partisi Kurucular kurultayında konuşan Genel Başkan Tarhan, Anadolu’nun sömürgeleştirilemeyen karakteri, Mustafa Kemal’in kurtuluş savaşını başlattığı umutsuz şartlar ve İktidar- Muhalefet yakınlaşmasını güçlü biçimde vurguladı. Adil,eşit, özgür ve bağımsız bir toplum için yola çıktıklarının altını çizen Emine Ülker Tarhan Ana muhalefet Partisi liderini, doğrudan doğruya, sarfettiği ‘tıpış tıpış oy verecekler ve ufku daralmış’gibi sözlerine atıf yaparak eleştirdi. Gezi direnişi ve Anadolu’da yükselen gençlik ve özgürlük isteyen seçmen kitlesine hitabeden Tarhan,
‘medya’da Anadolu Partisi’ne karşı yapılan karartmayı, ‘bunun böyle olacağını biliyorduk.’ diyerek suçladı. Anadolu Partisi kurucu ve Genel Başkanı, Ankara milletvekili Emine Ülker Tarhan, partisinin ilk kurultayındaki konuşmasında sık sık vurguladığı Anadolu insanının özgür,eşitlikçi,cesur ve üretken karakteri ile tam bir uyum sağlayan bir çıkış yaptı. Türk siyasetinde ‘maskeli balo’nun artık sonuna geldiğimizi gördük Anadolu Partisi ile…
Mahir Tan     LondraPosta-Londra  
           

Biraz İnsanlık….

 İstanbul’da yaşayan gazeteci arkadaşımız Hülya Aydın’ın 
‘Biraz İnsanlık.’ adlı yazısı ;
 
 
                  
 
                                  Biraz İnsanlık….
 Son günlerde sıkça kullanılan ve kullanılmasından şahsen rahatsız olduğum kelimedir “Ötekileştirme”. Bu ifade, toplumları bir arada tutmak için önemli bir araç olarak görüldü yıllardır. Ancak son zamanlarda bu kelimeyi sıkça duyar, okur olduk. “Biz” düşüncesini bireyler arasında içselleştirip aidiyet duygusunu artırmak, “Biz” olgusunu güçlendirmek için kullanılır.
Tarihe baktığımızda da beyaz ırk, sarı ırk, siyah ırk gibi ayrımcılıkları sıkça görürüz ve günümüze kadar da sürüp gider.
 
Günümüzde daha çok bireyler arasında yapılıyor “ötekileştirme”, çoğunluğun azınlığa yaptığı ayrım olarak nitelendiriliyor. Cinsel azınlıklar, dini azınlıklar, etnik azınlıklar, siyasi azınlıklar günümüzde devletlerin sistematik olarak yaptığı ayrımlar olup bireylerin de kendi paylarına düşeni alması ile bu ayrım pekişiyor.
 
Kişinin çocukluğunda edindiği ve bütün yaşamı boyunca üstüne bir şeyler kattığı bu alışkanlık. daha ilkokul sıralarında o beslenme çantalı yıllarda gösteriyor kendini. Çocuklar kendilerine göre bir kriter inşaasına henüz o yaşlarda başlıyorlar. Hepimiz iyi biliyoruz ki ailesinin maddi durumu iyi olan bir çocuk sınıfındaki fakir çocuğu genelde dışlar. Ne yazıktır ki insanın tertemiz yıllarında edindiği bu alışkanlık hayatı boyunca da yakasını bırakmaz. 

Büyüdüğünde ise siyasi, etnik ve dini konulardan bir ya da birden fazlasında ötekileştirme eğilimine bulaşır. Kendinden olmayanı yadırgamak hoşuna gider bu yaşlarda. Çünkü babasından öyle görmüştür. Haber saatinde salondaki koltuğuna yerleşip hoşuna gitmeyen bir habere, hoşuna gitmeyen bir görüşe saldırmak, yeri geldiğinde küfür etmek babaların çocuklarına bıraktığı pek de hoş olmayan bir mirastır. Yine babadan aldığı bir özellik ise okumadan, araştırmadan atıp tutmaktır. Karşındakini cahilce etiketlemektir. Burada suç babanındır, çocuğuna okumayı sevdirmemiş, evde kendi görüşünü savunan gazeteden başka hiçbir şey okutmamıştır. Aslında her aile ayrı bir eğitim kampıdır. Bu kampların tek görevi ise kendinden olmayandan “öteki” diye bahsetmektir.
 
Ve günümüzde bunu hepimiz yapıyoruz. Biz herşeyi bildiğimiz gibi ötekileştirmeyi de iyi biliriz.
Mimliyoruz,  etiketliyoruz, önyargılarımızı çarpıştırıyoruz.
Bizden veya bizden değil diye ikiye ayırıyoruz.
Bizdense; En yumuşak yüzlerimizi gösteriyor, bağrımıza basıyor, ölümüne koruyoruz.
Ama bizden değilse; Korksunlar bizden, kırıyoruz, yıkıyoruz, parçalıyoruz, eziyoruz, horluyoruz.
Aslında hiçbirimiz kötü insanlar değiliz!
Hayatta taraf olmayanın bertaraf olduğunu er ya da geç öğrenmişiz sadece.
Ancak bunları yaparken empati duygumuzu yitiriyoruz…
Meraklıyız;
 

·                                Mini etek giyen, güler yüzlü, sosyal kadını ötekileştirmeye çok meraklıyız..
·                                 Ona buna hafif kadın etiketini yapıştırmaya da çok meraklıyız..
·                                 Baş örtülü kadını (baş örtüsü diyorum türban değil; – bunu bile vurgulamak gereği gördüğüme kendime inanamıyorum) illa ki siyasi bir sembol olarak görmeye çok meraklıyız.
·                                 Günlük hayatında çatal bıçak kullanmayan insana köylü demeye çok meraklıyız..
·                                 Sokak satıcısına yukarıdan bakmaya çok meraklıyız…
·                                 İnsanları “bizden” ve “onlardan” diye ayırmaya çok meraklıyız…
·                                 Gecekondu mahallelerinde yaşayan insanları görmezden gelmeye meraklıyız…
·                                 Tüm beğenmediğimiz insanlardan seçimlerde oy istemeye meraklıyız…
·                                 Kendi kutsallarımıza dehşet hassasiyet duyup; Başkalarının en kutsallarını al aşağı etmeye hele nasıl meraklıyız, nasıl meraklıyız anlatamam…
 
Hele gündemde siyasi gelişmeler varsa ve seçimler yaklaşmışsa…
Birdenbire herkes siyasi uzman kesilir, aksi düşünceyi, aksi görüşü dinlemeye çaba göstermeden hızlı konuşan, ağzı iyi laf yapan kesim karşısındakini ezmeye çalışır. Nette klavye kahramanları türer; O öyle olmaz, bu böyle olmalı derler. Sorsan baksan hiçbir sosyal aktiviteye katılmamıştır. Seçim tarihine kadar belki gazetenin belirli sayfalarına ancak bakmıştır, magazin haberlerini izlemiştir, TV’de kaçırmadığı diziler mevcuttur. Ancak seçim gündeme geldiğinde oradan, buradan bulduğu yazıları denkler, yorumları çalar, açıkla konuyu derseniz; Yandınız sizi cahillikle suçlar.
Amacı sadece siyaset yapma olan gerek siyasi partiler, gerek bireyler sürekli diğer tarafı suçlarlar nedense…
Bir kötüleme, karalama kampanyası başlatılır. Kasetler, görüntüler, hakaret tarzı hitaplar… Bunu sosyal platformlarda bireylerin yorumları izler. Bir parti sempatizanı diğer parti sempatizanına saldırır, hakaretler eder, ideolojisini savunmayanları cahillikle suçlar…
Tüm bunları yaparken gerçek sorunlar hiç dile getirilmez…
 

·                                 Bu ülkede halen neden iş kazalarının çok olduğu, buna nasıl bir çözüm önerisi olabileceği…
·                                 Halen elektrik olmayan, ulaşımı, özellikle kış aylarında zor olan köyler olduğu, bu sorunun nasıl aşılacağı…
·                                 Kadınların o çok özel günlerde anılmaları haricinde halen şiddete maruz kaldığı, aile içi şiddet şikayetlerinde savcılıkların yetersizliği dile getirilmez, şiddete karşıyız denir, çözüm önerisi getirilmez…
·                                 Kendisini düzgün ifade edemeyen insanlar cahillikle suçlanılır, nasıl eğitileceğine dair çözüm önerisine gerek yoktur o cahildir… “Koyun” der geçer “Düşünen” kesim…
·                                 Halen sokakta yatan insanlar vardır, yatacak yer önerisi getirilmez…(Biliyor musunuz Camilere sığınmak yasaktır bizde sebebini kime sorduysam halıların çalınabileceği söylendi.. Halı bile evsiz insandan kıymetli)…
·                                 Engelliler vardır yaşantımızda, onlara empati yoksunu engelli zihinler göstermelik çözümler getirir; Bakın size bunu da yaptık derler ama gerisi gelmez…
·                                 Yoksulluk sınırı belirlenir 3.000’li rakamlar açıklanır; Asgari ücretle çalışan kesimle dalga geçercesine ..
·                                 Kolejlerde okutulan çocukların olduğu kadar okula gidemeyen çocukların da olduğu ve daha nice konu hep göz ardı edilir
 
Yoksullar, yaşlılar, işçiler, memurlar, çocuklar, kadınlar, hayvanlar her türlü canlı varlıklar sadece özel günlerde gündeme gelir nedense; Geri kalan günlerde muhalefet yapmak en iyisidir. Siyasiler birbirine hakaret eder, kimin sesi daha yüksek çıkacak yarışına girilir.. Tek amaç; Oy almaktır…
Yine çoban oyu ile benim oyum bir mi tartışmaları dönerken belirtmek isterim ki;
Evet benim oyumla çobanın oyu bir. Çünkü her ikimizde bir sandığa gidiyoruz ve her ikimizinde tek bir oy hakkı var. Ben eğitimliyim diye çift oy hakkına sahip değilim. Eğitimsel farkındalığa gelirsek bu farkındalığa kendisi zaten sahip; O yüzden suskun kalıyor ama eğitimli farkındalık nedense onu ezmek için elinden geleni yapıyor sonrasında da 12 yılı sorguluyor; Ve bunu kendini sorgulamadan yapıyor…

Oysa bütün istenilen;
Biraz huzur,
Biraz doğru, mesafeli muamele,
Biraz kutsallarımıza saygı,
Biraz dostluk,
Biraz özgürlük;
BİRAZ İNSANLIK….

Hülya Aydın       İstanbul

2015 Referandum Seçimi

            
 
             
 

2015 Referandum-Seçimi

7 ay sonra yapılacak olan 2015 Genel Seçimleri için ‘ateş hattı’ giderek daha net biçimde belirmeye başladı. Hem Türkiye iç politikası hem de Uluslararası politika açısından 2015 seçiminin önemi bir Kürt otonomisine yol verme noktasında düğümleniyor. Sonuçlar AKP iktidarının ve bazı muhalefet kesimlerinin Kürt Etnik oyları ile birleştiğinde ‘yeni’ bir Anayasa yaratacak çoğunluğa ulaşıp ulaşmaması yönüyle önem taşıyor. Ulusların tarihi açısından kalıcı olanlar sadece ‘kalın çizgilerdir’. Bu nedenle siyasi partilerin seçim programları açısından 2015 in anlamı yalnızca Kürt Meselesi açısından savunduğunuz çizgi ile önem taşıyacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nin bir ulus-devlet olarak varlığının devamını savunacakmısız ?  Temel mesele açısından 2015  Genel seçimi Türk toplumu içinde yapılacak bir ‘referandum’ anlamını taşıyor. Siyasi Partiler arasındaki ‘tek ve yegane’ farklılık bu noktada savunacağınız görüşler üzerinde. Kalanı söylemeseniz de olur.
                        Açılım da  ‘usulden esasa’ doğru
‘Açılım’ bugüne kadar AKP iktidarının yürüttüğü bir siyaset mühendisliği ile ‘usul’ üzerinde yapılan medya oyunları ile sürdürüldü. ‘Analar ağlamasın.., Silah bırakma..,ateşkesler..’ hepsi bugün içinde bulunduğumuz zemini yaratmak için oynanmış bir orta oyunu idi. Toplumdan gizlenen ise sonuç oldu. Bu gizli-yarı açık görüşmeler hangi sonucu sağlamak için yapılıyordu. PKK, yan parti ve kuruluşlarına ne vereceksiniz ? Şimdi, 2015 genel seçimi öncesinde ‘esas’ gündeme oturuyor. ‘Açılım’ ın örtüsünü kaldıran beklendiği gibi PKK oldu. İmralı görüşmelerinin yarattığı ‘yeni gündem’ içinde artık talepler ve ona bağlı hedefler gün ışığına çıkıyor. Kürtler, Orta-Doğu’daki son gelişmelerin yarattığı ‘ABD indinde favori toplum’ atmosferinin yarattığı avantajları kullanarak 2015 ve onu izleyen dönemde ne istediğini ‘kayıt altına aldırıyor’. İmralı görüşmelerinin medyaya yansıyan son ayağında ‘Avrupa Birliği Yerel İdareler Şartı’ na Türkiye’nin koyduğu çekincelerin kaldırılması yeterli görülüyor. Öcalan’ın ziyaretçilerine yazdırdığı ve basına açıklanan ‘esas hakkındaki görüş’te, ‘ilk iki maddede idari ve mali özerkliklerin vurgulanması’ ve Anayasa’da ‘vatandaşlığın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına’ tebdili şartıyla onaylanıyor Açılım süreci..
Gerçekte 2015 haziran ayında yapılacak genel seçimlerde oylanacak olan şey bu… AKP + HDP+ Muhalefet oyları sandıktan otonomi çıkarmaya yetecek mi ? Kuşkusuz irili ufaklı siyasi partiler tarihe bu seçim-referandum da izledikleri çizgi ile geçeceklerdir.
                      İlk kez Kılıçdaroğlu zikretti.
‘Avrupa Birliği Yerel İdareler Şartı’, Avrupa ülkeleri arasında fazla ciddiye alınmayan bir sözleşme. Hiç bir ülke bu şartı uygulamıyor. Türkiye’de bu şartın üstü örtülü bir otonomi için kullanılması ‘Alaturka’ politika alışkanlığının bir sonucu. Bu sözleşmeye Türkiye’nin koyduğu çekincelerin kaldırılması ve Belediyeler üzerinden özerklik düşüncesi ilk kez CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu tarafından,2012 de, Hakkari’de yaptığı konuşmada zikredildi. Böyle bir sözleşmenin varlığından, Hakkari konuşmasından iki ay önce yaptığı Brüksel ziyareti sırasında haberdar olmuştu çiçeği burnunda Genel Başkan. Bu satırların yazarının yakından izlediği Brüksel görüşmelerinde AB’nin en yetkili yöneticileri  Kemal Kılıçdaroğlu’na ve yanındaki dönemin ikinci adamı Haluk Koç’a ‘Erdoğan bize söz verdi. Yeni Anayasa’yı sizinle birlikte hazırlayacak’ biçiminde yaptıkları empoze ile bir anlamda YCHP nin ilk temel taşlarını yerleştirdiler. Brüksel görüşmelerinden 10 gün sonra Bonn’ da yaptığı açıklama ile ‘tarikatlara politikaya karışmamaları şartıyla özgürlük’ sözü veren Kılıçdaroğlu, Hakkari konuşması ile Brüksel’in ‘iki şartına’ uyumlu ısınma turlarına başlamıştı. Bu nedenle 2015 Genel seçiminde Kürt Otonomisi konusunda CHP nin nasıl bir çizgi izleyeceği konusunda fazla şüphe bulunmuyor. Bu konuda merak edilebilecek nokta CHP nin alacağı oyların, Anayasa değişikliği ile ‘Açılımın hitama erdirilmesi’ sürecinde AKP ve HDP nin eksiklerini tamamlamaya yetip yetmeyeceği olacaktır.
Yüreğiniz el veriyorsa 2015 seçiminde de eski alışkanlıklarını sürdürürsünüz. Sonuçlar sizi ‘Kerhen Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı’ yapmaya yetecektir.
Mahir Tan      LondraPosta-Londra             

190 bin kişilik Kürt Ordusu silahlanıyor

                              
                  
 
                            ‘US Air Force’ şemsiyesi altında
        
         190 bin kişilik Kürt Ordusu silahlanıyor
ABD  Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Cumhuriyetçi Ed Royce, Kuzey Irak Yönetimine bağlı Kürt Ordusunu doğrudan silahlandırmak için yasa teklifi verdi. Irak’ın bütünlüğünü savunma gerekçesiyle bugüne kadar Kürt Yönetimine silahların Irak Hükümeti aracılığıyla verildiğini belirten Ed Royce, Kürt Savunma Bakanlığı ile yaptığı görüşmeden sonra, bu durumun gecikmeye ve aksamalara yol açtığına dikkat çekti. Şu anda,Kuzey Irak yönetimine bağlı 190 bin kişilik güçlü bir ordu bulunduğunu söyleyen Royce; IŞID a karşı savaşan en ciddi gücün Kürt Ordusu olduğunu kaydetti. Tanksavar, top gibi ağır piyade silahlarının Irak Ordusuna bildirilmeden doğrudan Kürt Ordusuna  teslim edilmesi için gerekirse Obama yönetimini ‘baypas’ edeceklerini söyleyen Royce, bu kararın uygulanması durumunda bölgede tüm dengelerin değişeceğini vurguladı.
              ‘El altından veriyorduk’
Kuzey Irak’tan yayın yapan Kürt Televizyonu ‘Rudaw’ Cumhuriyetçi parti kaynaklarına dayanarak yaptığı bir programda ABD Kongresi Dış İlişkiler Komisyonu başkanı ED Royce’un açıklamalarına yer verirken konuşmacı Prof. Michael Gunther’in ‘Biz zaten el altından Kürt ordusunu silahlandırıyorduk.Ancak bu zaman kaybına yol açıyor’ cümlelerine dikkat çekti. Washington’da kurulu ‘Rethink İnstitute’ adlı think tank tarafından gerçekleştirilen ‘The Future of The Kurds in the Middle East’ panelinde konuşan Prof. Gunther, ‘Obama yönetiminin Irak Hükümeti ve İran’ın tepkisi yüzünden Kürt Ordusunu doğrudan doğruya silahlandırma yoluna gitmediğini’ belirterek ‘Kürt Ordusu ile birlikte Irak’ta IŞID’ a karşı savaşan PKK nın terörist örgüt listesinden çıkarılmasını ise yakın bir zamanda beklemediğini’söyledi. PKK nın terör örgütü listesinden çıkarılmasının Türkiye’nin kararına bağlı olacağına dikkat çeken Gunther ‘ABD ve AB, PKK ile görüşmeler yürüten Türkiye’nin bu adımın doğal bir sonucu olarak bu örgütü terör listesinden çıkarmasını bekliyorlar.’ dedi. ‘Rethink İnstitute’ bağımsız bir think tank olarak kurulmasına karşın son dönemde Kürt Bölgesel Yönetimine yakın haber ve paneller düzenliyor. Panelistler arasına sık sık ‘taraf’ gazetesi yazarlarını ve Türkiye’de ‘Gülen taraftarı’ olarak bilinen kişilikleri karıştıran ‘Rethink İnstitute’, Kürt ‘Rudaw’ televizyonu ile ortak konferanslara imza atıyor.
Mahir Tan          LondraPosta-Londra       

‘Yetmez ama evet !’

                        
 
 
                         

 

                              IŞID’a karşı bölgede ortak kanı ;
                       
                  ‘Yetmez ama evet !’
ABD, Başkan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı’nın Türkiye-İran-Irak yönetimleri ile yürüttüğü son temaslar bölgede IŞID ile mücadele alanında bir tür ortak zemin yarattı; Bu ülkeler ABD nin hava saldırılarının IŞID tehdidini yok etmeyeceğini biliyorlar.Ancak ABD Hava Kuvvetlerinin yaklaşık iki aydır süren müdahalesinin IŞID a çok ciddi darbeler vurduğunu ve Dünya’nın en saldırgan ‘cihadi’ örgütünün toprak kazanımı alanında artık iniş sürecine girdiği konusunda müttefikler. Başkan yardımcısı Biden’in Türkiye’de yaptığı ve sonucu önceden tahmin edilebilen görüşmeler Türkiye’yi çatışma ortamına çekme, IŞID üzerine kara gücü olarak salıverme noktasında yeterli olmadı. Bu konuda ABD’nin ‘yarı-resmi’ olarak görüşlerini dile getiren ‘Sratfor’ geçtiğimiz hafta bir özetleme yaptı ; Türkiye’ye fazlaca güvenmiyorlar.
                    ‘Ordu güven vermiyor’
‘Sratfor’ da Genel Müdür imzasıyla yayınlanan değerlendirme de bu hafta bir ilk yaşandı; ABD ilk kez olarak Türk Ordusunun savaş gücünün ‘meçhul’ olduğunu beyan etti. Kore savaşından beri ordunun gücünün gerçek bir savaşta denenmediğini belirten Friedman ‘Türk ordusunun yetersiz kalması ihtimalinin yanında Türkiye’nin desteklediği ÖSO gibi güçlerin çok zayıf ve dağınık olması nedeniyle’ bu konuda ‘statükoyu koruma’ politikası izlemeyi tercih ettiğini vurguluyor. Muhtemelen ABD’nin bu kanıya varırken Türkiye’deki son gelişmeleri, yani Jandarma’nın Ordu komuta kademesinden uzaklaştırılması, Askerlerin Hükümetten istedikleri personel sorumlulukları konusundaki  garantileri, ve Güneydoğu Anadolu’daki fiili durum konusundaki rahatsızlıklarını yakından izledikleri düşünülmelidir.
                      İran ile en yakın olunan nokta
ABD- İran ilişkileri ise son yıllardaki en uyumlu dönemini yaşıyor. Ambargo şartlarında ‘iyileştirmeler’ karşılığında İran’ın, Irak içinde IŞID a karşı en önemli destek olduğu vurgulanıyor. ‘ABD ve İran’ın IŞID ın hiç bir toprak parçasında varlığını sürdürmemesi’ konusunda anlaştıklarını belirten ‘Stratfor’, İran’ın Güney Irak’tan petrol akışı karşılığında, Kuzey Irak’tan Kürtlerin petrol satışına da karşı çıkmayacağını kaydediyor. Son haftanın, ABD’nin diplomatik girişimlerinin Türkiye’den çok İran ile ilişkiler açısından önem taşıdığı ABD çevrelerinde hakim olan kanı. Zira, aynı anda devam eden ve sonuçlanması için Aralık ayına kadar dondurulan Batı ülkeleri-İran nükleer görüşmelerinde İran’ın verdiği tavizlerde ABD’nin İsrail ve Suudi Arabistan karşısında elini kuvvetlendirecek dereceye ulaşması bir tesadüf olarak görülmüyor.
                       Irak- Kuzey Irak petrol barışı
ABD’nin IŞID bombardmanlarının başlamasından sonra stratejik anlamda attığı en önemli adım, Irak ile Kuzey Irak yönetimi arasındaki petrol anlaşması ve Kürtlere Irak bütçesinden yapılacak para desteğinin garantiye bağlanması oldu. Stratfor’da yayınlanan değerlendirmeye göre; Kuzey’den petrol akışı konusunda Irak,Türkiye ve İran, ABD ile aynı düşünceye sahip. Bunun Türkiye için yaratacağı sonuçları iyi okumak ise yakın gelecek için büyük önem taşıyor. Bu konudaki anlaşma çok büyük bir ihtimalle Kuzey Irak petrolünün özü demek olan Kerkük petrollerinin Kürt denetiminde yada mülkiyetinde kalması sonucunu doğuracak demektir. Washington’da son dönemin favori lobisi haline gelen Kürt yönetimleri (bunun içine Kuzey Irak, Suriye Kürt Kantonları ve ‘ilişik güç olarak’ PKK giriyor) IŞID savaşımı döneminden en karlı çıkacak güç olarak görünüyor. Kerkük ile birlikte Dünya’nın sayılı petrol ülkeleri arasında girecek olan Bağımsız yada de facto Kürt Devleti ekonomik açıdan kendisini amorti edecek ‘gerçekliğe’ kavuşuyor. Bu durum önümüzdeki seçim sürecinde hızlanacağı açık olarak görülen Türkiye’de ‘statü’mücadelesinde ‘pankürdizm’in elini tahmin edilenden çok güçlendirecektir.
Mahir Tan       LondraPosta-Londra   
                    
       

Etnik Aydın ve özgürlük

           
 
              Etnik Aydın ve özgürlük
 ‘Etnik Aydın’ tipi Türkiye ve Orta-Doğu’da en yaygın ve etki alanı en geniş kadrolaşmanın malzemesi. Özgürlük, eşitlik gibi kavramları kullanan Etnik Aydın, ana toplumun dilinde ve üniversitelerinde eğitilmiş,‘Ayrılıkçı Milliyetçilik’ hareketinin temel gücünü oluşturuyor. Ayrılıkçı Milliyetçilik(Break Up Nationalism) hareketi büyük ölçüde Batı’da Ulus-Devlet’leri oluşturan Milliyetçilik hareketlerinden farklı. Ne,zaman içinde modernizasyon ve merkezileşme yoluyla ‘millet’ haline gelen büyük devletlere,ne bir ulusal ekonomiye ne de ulusal sınırlara sahip değil. O, yalnızca ana toplumdan etnik veya dinsel farklılıklarla ayrışan bir bölge nüfusu üzerinde, bir gurup aydının kurduğu bir partinin çoğu zaman silahlı mücadelesine dayanıyor. Giderek benzeştiğimiz Orta-Doğu toplumları içinde sayısız örneği görülen bu tip bizde PKK ile temsil ediliyor. Bu tür partileşme için ana slogan olan ‘özgürlük ve eşitlik’ sınırları zikredilmeyen muğlak bir kavram. Zira tüm örneklerinde görüldüğü gibi ‘anadilde eğitim,ayrı yerel parlamento ve bağımsız mali kaynak transferleri’ biçiminde bir zinciri izleyen özgürlük talebi her zaman ‘ayrılma referandumu’ ile sona eriyor. Milliyetçiliğin her türü sonunda kendisini bir ayrı devlet ile ifade edebiliyor.
                 Etnik partinin tek iktidar şansı
Etnik milliyetçiliğin ve onun dayandığı insan kaynağının en önemli açmazından doğuyor ‘ayrılıkçılık’.Zira Ulus-Devletin,doğal olarak bir bölümünde nüfus etkinliği sağlayabilen etnik aydın ve partisi mensup olduğu gurubun tüm oylarını alsa bile bir azınlık partisi olmaktan kurtulamıyor. İktidar olabileceği tek alan kendi bölge parlamentosu. Bu nedenle tüm örneklerinde ayrılıkçılık, otonomi talebini bir bölge parlamentosu ile tamamlıyor. Batı’da İskoçya,Galler,Katalanya,Bask ve bir dizi yenileri, Orta-Doğu’da Kuzey Irak bu sürecin basit örnekleri. Anadilde eğitim, milliyetçi parti önderliği, yerel parlamento adımları ise ayrılıkçı milliyetçilik için bir çarpan etkisi yaratıyor.
                     Anadilde eğitim yolun başlangıcı
Ülkedeki resmi dil dışında bir etnik guruba ait dilde eğitim Türkiye’de hemen önümüzdeki döneme ait bir talep. Bu talebin ne derece güçlü olduğu yani etnik gurubun üyelerinin çoğunluğu tarafından desteklenip desteklenmediği ise belli değil. Bu gurup adına konuşan ve son dönemde belli bir bölgede ‘alan hakimiyeti’ sağladığı görülen Parti ve Partiler bu talebin sözcülüğünü yapıyorlar. Milliyetçilik ve uluslaşma konularındaki bilimsel veriler anadilde eğitim talebinin güçlü bir biçimde dışavurumunu ‘uluslaşma sürecinin yükselişi’ olarak değerlendiriyor. Gerçekte bir anlamda ‘yolun başlangıcı’ olarak değerlendirilen anadilde eğitim sorunu, kendisine bağlı olarak farklılaşmayı hızlandıran bir süreç. Anadilde eğitimin tetiklediği iki önemli gelişme, tüm örneklerde birbirini izleyen sosyal değişimleri yanında taşıyor. Bunlardan birincisi anadilde eğitimde başı çeken ‘Etnik aydınların’ ve onların temsil ettiği siyasi partinin etnik gurubun kalan kesimleri üzerindeki etkinliği ve ‘öncü rolünün’ kesinleşmesi. Katalanya ve BASK örneklerinde milliyetçi partilerin oy oranının hızla yükselişi anadilde eğitim ve onu izleyen ayrı parlamento kararları çizgisini, doğru orantılı olarak izledi.
Anadilde eğitimin tetiklediği bir başka sosyopolitik gelişme ise ‘anadilde eğitim talebine bağlı olarak,mutlaka bu dilde kamusal alan yaratma ve katılma’ talebinin yükselişi. Zira,resmi dil dışında bir dilde eğitim gören bir toplumun, güvenlik,yargı,seçme ve seçilme hakkı,yerel idareler gibi konulardaki talepleri ancak bir tür otonomi ile karşılanabiliyor.
             Bölgesel Dengelerde Değişme
Anadilde eğitim konusunun 2015 Seçimlerinde ve onu izleyecek Anayasa değişiklikleri döneminde siyasi gündemin baş köşesinde olacağını tahmin etmek kahin olmayı gerektirmiyor. Bu kritik gündemin tartışılacağı dönem aynı zamanda güney ve güneydoğu sınırlarımız çevresinde savaş ve olağanüstü şartların sürdüğü,Dünya’da askeri gücü elinde tutan emperyal güçlerin Irak,Türkiye ve Suriye üçgenine yeniden ve çok güçlü bir biçimde yerleştikleri bir dönem. Yeniden sınırların belirlendiği,‘de facto’ bölge yönetimlerinin uluslararası statülere kavuşturulduğu, bölgede tüm rejimlerin devlet dışı silahlı örgütler tarafından belirlendiği bir coğrafya içinde,Türkiye’deki etnik sürtüşmenin ‘demokratik kurallar’ çerçevesinde yürüyeceğini beklemek ham bir hayal olacaktır. Türkiye’deki etnik örgütlenme,legal ve illegal planda,artık bir Türkiye meselesi olmaktan çıkıp, fiilen üç ülke sınırlarını kapsayan ‘Pankürdist’ karakteri ile her geçen gün daha belirgin hale geliyor.
 Cumhuriyet ve onun temel ilkelerini savunanların ise önünde sadece ve sadece bir yılı var.
Mahir Tan              LondraPosta-Londra