Türker Ertürk; Cezalarınız hiç bir şeyi değiştirmeyecek..

GECEKONDU ADALETİ

E. Amiral Türker Ertürk’ün, bugün Çağlayan Adliyesi’nde “Cumhurbaşkanı’na hakaret” iddiası ile yargılaması vardı. Duruşmada Türker Ertürk, gerçekten bir hukuk dersi verircesine, tarihe geçecek bir savunma yaptı. Ama nafileydi! Çünkü; ülkede hukuk ve adalet, sürdürülen operasyonlarla bitirilmişti. Hakim; Türker Ertürk’e, 11 ay 20 gün hapis cezası verdi ve bu cezayı 10500 TL para cezasına çevirdi.

Türker Ertürk, kendisine sonucu sorduğumuzda; “Bugün Çağlayan’a; “Bitirilmiş, yok edilmiş ve çöl haline getirilmiş hukuk ve adalet sistemimiz içinde bir vahaya rastgelebilir miyim” düşüncesi ile geldim ama, boşuna hayal kurduğumu daha mahkemenin başında anladım.

Hem savunma yapıyordum, hem de yargıcı ve halet-i ruhiyesini anlamaya çalışıyor ve gözlerinin içine bakıyordum. Hakim, baskı altındaydı, vicdani ile İktidarın ezici tahakkümü altındaydı. Rahat değildi ve tedirgindi. Erdoğan’ın türbanlı avukatı; bu baskıyı görüntüsü ile Hakim’e devamlı anımsatıyordu. Sonunda Hakim, bana para cezası vererek, durumdan sıyrılmaya çalıştı. Masum olduğumu, hakaret etmediğimi o da biliyordu ama zor durumdaydı. Emin olun, ona kızmıyorum.

Günümüzde, ülkemizde ne yazık ki mahkemeler; İktidarın muhalifleri susturma, korkutma ve başkanlığa doğru gidişte, daha doğru bir ifade ile diktatörlüğe giden yolda sindirme operasyonlarının silahı haline gelmiştir. Bize, bu silahtan kurşun sıkıldı. “Eyvallah!” diyoruz. Çünkü biz; Mustafa Kemal’in askerleriyiz, sonuna ve ölümüne kadar bu mücadelenin içindeyiz.” şeklinde ifade etti.

İşte; E. Amiral Türker Ertürk’ün, Çağlayan 2.Asliye Ceza Mahkemesinde yaptığı tarihi savunma:

İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimliği’ne
Dosya No;2015/131E

Sayın Yargıcım;

Bugün burada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiğim iddiası ile yargılanıyorum. Halbuki, hakaret ettiğim iddia edilen sözler, zamanın Başbakanı Erdoğan’a hakaretle halen yargılandığım mahkemenin haberiydi.
Savcı, iddianamesine esas aldığı köşe yazımda; “Cumhuriyet Savcıları teröristlerle işbirliği yapan, anayasal suç işleyen, etnik ve mezhepsel kışkırtıcılık yaparak toplumsal barışımızı bozan Erdoğan hakkında soruşturma açmalı, benim değil” sözlerimin ve “Faşist ve Diktatör” başlığımın suç olduğunu iddia etmiş.
16 Şubat 2016’da, huzurunuzda yaptığım savunmada; savcının tarafıma yönlendirdiği suçlamaların doğru olmadığını, asılsız olduğunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yönelik hakaret kastı olmayan, sadece ve sadece eleştiri içeren sözlerimin, maksadı aşan biçimde zorlanarak yorumlandığını somut delillerle ifade etmiştim.
Bunu yaparken; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptıklarına, yapmadıklarına ve açıklamalarına, bu konuda yerli ve yabancı medyada çıkan haberlere, Yargıtay Başkanı’nın sözlerine, Yargıtay ve mahkeme kararlarına, evrensel hukuk normlarına, AİHM kararlarına, Anayasamıza ve yasalarımıza referans yapmış ve savunmamda söylediğim her sözü ve iddiayı delillendirmiş ve bir dosyada mahkemenize sunmuştum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan için söylediğim sözlerde asla ve kata hakaret kastı yoktur. Bir siyasetçi, gazeteci, Anayasal ve yasal sorumluluklarını bir yaşam boyu eksiksiz yerine getiren, 31 yıl ülkesine sıdkı sadakatle hizmet etmiş, sicilinde değil bir leke hep başarı ve takdir dolu eski bir denizci ve asker ve de Türk Yurttaşı olarak, ifade özgürlüğümü kullandım.
Artık bir iç hukuk normu haline gelen AİHM kararları; “Bir siyasetçiye yönelik eleştirilerin kabul edilebilir sınırları, özel bir şahsa yönelik eleştirilere göre daha geniştir. Bir siyasetçi, özel şahıstan farklı olarak; her sözünü ve eylemini bilerek ve kaçınılmaz biçimde gazetecilerin ve halkın yakın denetimine açar. Ve bu nedenle, daha geniş bir hoşgörü göstermek zorundadır” diyor.
Şimdi müsaade ederseniz; 16 Şubat 2016’da yani 2,5 ay önce yaptığım savunmamı, geçen bu süre içinde elde ettiğimiz ve savunmamı daha da güçlendirdiğini değerlendirdiğim yeni delillerle tekemmül ettirmek istiyorum.
Sayın Erdoğan, barış isteyen akademisyenlere; “Alçak, zalim, kapkaranlık” sözleriyle hitap ediyor, daha sonra hakkında hakaret davası açılınca; “ifade özgürlüğümü kullandım” diyor.
Yalova Asliye Ceza Mahkemesi, 13 Mayıs 2015’te Soma için yapılan yürüyüşte attıkları sloganlar nedeniyle, Cumhurbaşkanı’na hakaretten yargılanan 15 sanık hakkında verdiği beraat kararının gerekçesini açıkladı: “Cumhurbaşkanı değil, siyasi parti başkanı gibi” dedi. Mahkemenin gerekçeli kararında; “Hırsız katil Erdoğan” sloganını değerlendiren mahkeme, ‘hırsız’ ifadesi için “17-25 Aralık operasyonlarıyla ortaya çıkan yolsuzluk ve rüşvet iddialarına protesto mahiyetinde görüşlerin ve eleştirilerin dile getirilmesi” ifadelerini kullandı. ‘Katil’ ifadesi için ise; Soma katliamı ve Gezi direnişinde gerçekleşen ölümlere atıf yapılarak, Erdoğan’ın o dönemlerde iktidar partisinin başında yer aldığı vurgulandı. Yalova Asliye Ceza Mahkemesi, 15 kişi hakkında, 29 Şubat’ta beraat kararı verdi. Haber uzun, ayrıntısıyla dosyamızda var.
10 Mayıs 2016 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin haberi: Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Özgür Mumcu’nun, 2015 yılının Mart ayında yayınlanan “Zalim ve Korkak” başlıklı köşe yazısında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ettiği iddiasıyla yargılandığı dava karara bağlandı. Mahkeme, unsurları oluşmayan suçtan, sanık Özgür Mumcu’nun beraatına karar verdi.
Geçtiğimiz Nisan’da yayınlanan Avrupa Parlamentosu raporunda; Türkiye’nin Kopenhag kriterlerinden uzaklaştığını, demokrasi ve hukuk devleti alanında gerilediğini, medyaya saldırıların arttığını, ifade özgürlüğünün sınırlandırılmaya çalışıldığını, yargı, temel haklar ve özgürlükler alanında ivedi reformlara ihtiyaç olduğunu söylüyor ve yolsuzluklarla mücadele, Türkiye’nin önceliklerinden biri olmalı diyor.
Türk halkındaki yaygın inanç şu; “Hakaret etmek saraya serbest ama halka eleştiri yapmak bile yasak, hatta hakaret iddiası ile suç.” Sayın Erdoğan, CHP lideri Kılıçdaroğlu’na; “Cahil, çirkef, ahlaksız, çirkin, namus fukarası, pişkin ve serseri mayın diyor”, savcılardan tık yok. Ama biz; “Sayın Erdoğan Anayasa’yı ihlal ediyor, Meclis’ten yetki almadan teröristlerle pazarlık masasına oturuyor.” diye eleştiri yapıyoruz ve hakaretten hakkımızda dava açılıyor.
Yine geçen ay, ABD yönetiminin geleneksel insan hakları ülkeler raporu yayınlandı ve Türkiye’ye 74 sayfa ayrıldı. Özetle; “Özgürlüklerin Türkiye’de adım adım yok edildiği, Cumhurbaşkanı ve diğer üst düzey hükümet yetkililerine hakaretten ceza soruşturmalarının özgürlükleri kısıtlamaya yönelik olduğu ve hükümeti eleştirmenin anında misilleme göreceği yönünde korku yaratıldığı ve oto sansüre neden olduğu” anlatılmaktadır.
26 Nisan 2016 tarihli Hürriyet Gazetesi’nden Mehmet Y. Yılmaz’ın köşe yazısından; “ ‘Alçak, zalim, kapkaranlık, vatan haini, lümpen, terör örgütünün maşası, ahlaksız, mandacı, ruhu kirlenmiş’. Birisinin yüzüne karşı bu kelimeleri kullanacak olursanız, en iyi ihtimalle benzeri sözlere muhatap olursunuz. Kötü ihtimal; kafanıza bir şey atılması olabilir ki, şiddete eğilimli bir toplumda böyle bir tepkiyle karşılaşmanız da yadırganmaz. Ancak Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın avukatları, bu sözleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söylüyorlar”
Ama arkasında gerekçeleri, belgeleri ve kanıtları olan eleştirilerin; hakaret kapsamında değerlendirilmesi mahkemelerden isteniyor ve baskı yapılıyor. Bunu, bütün dünya biliyor!
Geçtiğimiz Mart ayı içinde, ABD’nin eski Türkiye Büyükelçileri Morton Abramowitz ve Eric Edelman; Washington Post’a yazdıkları yazıyla Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a istifa çağrısında bulundular.
Medyamızda da yayınlanan bu yazıda; “Açıkçası, Erdoğan’ın varlığı söz konusuyken, demokrasinin gelişmesine imkan yok. AKP’nin gerçekleştirdiği reformlar, sistematik bir kötüye kullanımın, temel hak ve hürriyetlerin çiğnenmesinin önünü açmış görünüyor. AKP, ordunun anti-demokratik davranışları için, hesap verebilir hale getirildiğini müjdelerken öte yandan üretilmiş sahte delil ve şahitler ile politik muhalifler de bu meseleye dahil edilmekteydiler. Medya ile girişilen bu mücadelenin öncesinde, önde gelen ulusal medya kuruluşlarından birisine (Doğan Medya), 2.5 milyar dolarlık bir vergi borcu çıkarılmış ve bu sayede 2007 yılında önemli bir muhalif köşe yazarının kovulması (Emin Çölaşan) sağlanmıştı, o günlerde yaşananlar bugün medyayı susturmaya çalışan AKP’nin varacağı noktanın bir işareti gibiydi, gazeteciler hapis edilirken hükümet geniş ölçekli susturma operasyonlarına izin veriyordu. Sonunda sivil toplum; Erdoğan’ın zalim taktiklerini kabullenemez hale gelmiş ve Gezi Parkı Direnişi hayat bulmuş, fakat onlar da polisin ölümcül şiddeti ile karşılanmışlardı.
Gerçekten de Türkiye’nin son zamanlarda vardığı nokta, 20.yy’ın tek partili totaliter döneminin karanlığını anımsatmakta. Sadece birkaç gün öncesinde, Erdoğan’ın çıkıştığı bir medya kuruluşu, AKP’li bir parlamenterin öncülüğünde saldırıya uğradı. Benzer durumlara düşen binlercesinin içersinde, şu iki örnek ilginçtir: 13 yaşındaki bir çocuk Erdoğan’a hakaretten tutuklanırken, adamın biri karısını benzer sebeble şikayet ederek mahkemeye verdi. Dinsel azınlıkların ve ateistlerin çocukları, İslami eğitim veren okullarda eğitim almaya zorlanır hale geldiler. Şimdilerde ise Erdoğan, başkan olabilmek ve haklarını daha fazla kötüye kullanım şansı elde edebilmek için anayasal bir değişiklik arzusunda.
Otoriter liderler, mevcut tutumlarını haklı çıkarmak için, ekonomik ve toplumsal istikrar sağladıklarını öne sürerler. Türkiye’de bu durum, Erdoğan’ın politikalarının bu iki olguyu bir adım ileri taşımasına sahne oldu. Suriye meselesine dahil olarak aşırıcı grupların desteklenmesi ve silahlandırılmasından sonra, Türkiye artık kendi eliyle beslediği terörist grupların hedefi haline gelme noktasına varmaktan kaçınamadı. İstanbul ve Ankara’da yaşanan bombalı saldırılar neticesinde gerçekleşen katliamlar, ortaya dehşet bir tablo serdi”
Yazı bu minvalde devam ediyor. İki Amerikalı Büyükelçi söyleyince mi daha değerli oluyor. Biz de aynı şeyleri söyledik ve yazdık, hem de çok önce. Sayın Yargıcım anımsarsınız; 16 Şubat 2016’da, ilk duruşmada karşınızda; “AKP’nin hukuk ve adalet üzerindeki ağır baskısı olmasaydı, ben bugün burada huzurunuzda olmazdım” demiştim. Demeye devam ediyorum.

21 Mart 2016 tarihli bir haber, hemen hemen bütün basında yer almış. Cumhurbaşkanı Erdoğan; “çözüm sürecinde valilere terör örgütüne baskı yapmayın talimatı verdiklerini ve bunun terör örgütü tarafından istismar edildiğini” söylemiş.
Cumhurbaşkanı, böyle bir emir veremez. Anayasal ve yasal dayanağı yok. Bu, bir suçtur. Bunu zamanında da söyledim ekranlarda ve gazetedeki köşemde de yazdım.Çözüm süreci denen, esasında terörist başıyla masaya oturulan müzakere süreci de yasal değildi. Meclis’ten yetki alınmamıştı.
Ülkemizde İngiltere olarak adlanırılan Birleşik Krallık’ta da terör sorunu vardı. Onlar; demokratik geleneklerden ayrılmadan, Meclis’ten yetki alarak görüşmeler yaptılar ama, IRA’nın silah bırakmasını ve terör eylemleri yapmamasını şart koştular.
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ; “AK Parti, Tayyip’in partisidir. Kurumsal olarak var oldukça da Tayyip’in partisi olmaya devam edecektir. AK Parti’yi Sayın Cumhurbaşkanımızdan, Sayın Cumhurbaşkanımızı da AK Parti’den ayrı  düşünmek ve ayrı düşürmek mümkün değildir” diyor. Halbuki Anayasamız; “Cumhurbaşkanı seçilen kişinin parti ile ilişiği kesilir” diyor. Adalet Bakanı, Anayasamız gibi düşünmüyor. Buna, Cumhurbaşkanı Erdoğan da dahil.
Sayın Ahmet Davutoğlu, geçtiğimiz günlerde yapılan AKP Kongresinde, Genel Başkan olarak yaptığı son konuşmada; “Yeni bir kongre için karşınıza çıkmak, arzu ettiğim bir şey değildi. Bu durumun sizin ve milletimizin mahşeri vicdanında yarattığı rahatsızlığın farkındayım” dedi. Davutoğlu, sıradan birisi değil. Bu söyleminde çok açık olarak; Sayın Erdoğan’ın onu devirdiğini, kendisinin böyle bir niyeti olmadığını demek istiyor.
Yarsav Başkanı Murat Aslan, Odatv’den Nurzen Amuran’a verdiği uzun röportajda; “Cemaat bahane, biat etmeyen tüm yargı üyeleri tasfiye ediliyor” diyor ve ; “Yaşanan gelişmeler; AKP iktidarının ya da daha doğru bir ifadeyle tek adam iradesinin, devlet yönetimini demokratik ve hukuk devleti bağlamından kopararak totalitarizme ve faşizme kaydırdığını, bunun gerçekleşmesi için de en büyük silahın yargı olduğunu, yargıyı iktidar savaşının bir aracına dönüştürdüğünü, hem siyaseti, hem kurumları, hem de toplumu yargı aracılığıyla yeniden kurgulamaya çalıştığını” söylüyor.
Mevcut durumu, en iyi Hürriyet Gazetesi’nden İsmat Berkan anlatmış. Şöyle diyor; “Türk siyasetinin ana ve asıl konusu; Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, fiili durumu hukukiye çevirip çeviremeyeceğidir”
İddianamede tarafıma, Cumhurbaşkanına hakaret ettiğim iddiası ile yönlendirilen suçlamalar doğru değildir. Bir siyasetçi ve gazeteci olarak; Anayasal hakkım olan ifade özgürlüğümü kullandım ve Sayın Erdoğan’ın sözlerini, yaptıklarını, yapmadıklarını, yapamadıklarını ve idari tasarruflarını eleştirdim. Bu, benim aynı zamanda vazgeçilmez evrensel bir hakkımdır.
AİHS’nin ifade özgürlüğü; yalnızca iyi karşılanan ya da zararsız veya önemsiz olduğu düşünülen değil, aynı zamanda kırıcı, hoş karşılanmayan ya da kaygı uyandıran “bilgiler” ya da “düşünceler” için de geçerlidir. Çoğulculuk, hoşgörü ve açık düşünce bunu gerektirir ve bunlar olmaksızın “demokratik bir toplum” olamaz diyor.
AİHM kararlarında yer alan bir diğer önemli kıstas da, olaylara ilişkin açıklamalarla, değer yargıları arasındaki farktır. Olguların varlığı ispatlanabilirken, değer yargısının gerçekliği kanıtlanamaz. Davanın konusu olan ifade, yeterince somut bir temele dayanmayabilir. Bu durumda bile AİHM; kamuya mal olmuş bir kişi söz konusu olduğunda, bu kişi bilerek ve kaçınılmaz biçimde kamu kontrolüne tabi olacağından, kendisine yöneltilen eleştirilere, özellikle daha toleranslı olması gerektiğini ifade etmektedir.
Sayın Yargıcım, sizin de bildiğiniz gibi 18’inci yüzyılda bir Alman köylüsü, saray yaptırmak için arazisine el koymaya çalışan Alman İmparatoru Büyük Frederik’e meydan okuyor; “gitsin sarayını başka yere yapsın” diyor ve korkmuyor. Çünkü Alman yargısına güveniyor ve “Berlin’de hakimler var” diyor.
Biz de her şeye rağmen; “Türkiye’de hukuk var, adalet var, Atatürk önderliğinde yapılan ve çağdaşlığın olmaz ise olmazı olan, Aydınlanma Devrimleri ile şekillendirilmiş Cumhuriyetimizin koruyucusu hakimler var” demek istiyoruz.
Umarım; Alman köylüsünün 18’inci yüzyılda Berlin’de bulacağından emin olduğu adaleti, ben de 21’inci yüzyılda, İstanbul’da Çağlayan Adliyesi’nde ve bu mahkeme salonunda bulabilirim.
Günümüze ulaşan ve hukuk tarihinde kara leke mahiyetinde ki kayıtlara göre; Eski Yunan’dan bu güne kadar, düşünenler, düşüncelerini açıklayanlar ve yönetenleri eleştiren aydınlar, her dönemde suçlanmış, yargılanmış, çeşitli cezalara çarptırılmıştır. Hatta Sokrates, Atina Şehrinin tanrılarına inanmadığı ve onları eleştirdiği için yargılanmış ve baldıran zehri ile yaşamına son verilmiştir.
Tabii ki, Sokrates değilim! Ama ben de; bugün ülkemizi yönetenlerin, başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere iyi yönetmediğini ve Türkiye’yi felakete doğru sürüklediklerini, “testi kırılmadan” söylemeye çalışanlardan sadece birisiyim ve onu en acımasız biçimde eleştiriyorum. Çünkü bu; ülkeme ve evlatlarıma karşı sorumluluğumdur.
Ancak günümüzde ki yöneticiler; Sokrates dönemi yöneticileri gibi, tahammülden, hoşgörüden yoksun ve farklı düşüncelere açık olmasalar da, çok şükür, ne yasalar Sokrates dönemi yasalarıdır, ne de yargıçlar Sokrates dönemi yargıçlarıdır.
Bu nedenle; mahkemenize ve adalete olan güvenimi belirterek, gerek AİHM müktesebatını dikkate alarak, gerekse Türk mahkemelerinin benzer sözleri kullanan, gazetecilerle ilgili davalarda ki bağlayıcı içtihatları örnek alarak, Siyasetçi ve Gazeteci olmam itibarıyla, sözlerimi hakaret maksatlı olmayıp, düşünce ve eleştiri özgürlüğü çerçevesinde söylediğimi göz önünde bulundurmanızı ve bu şekilde değerlendirilmesini takdirlerinize sunuyor ve beraatımı talep ediyorum.
Türker Ertürk
31 Mayıs 2016