Türker Ertürk; AYDINLIK KALK ! BEN KARANLIK, YİNE GELDİM

   AYDINLIK KALK! BEN KARANLIK, YİNE GELDİM!

 

Yaklaşık olarak 101 yıl önce, İngiliz komutan Edmund Allenby (1861-1936) 9 Aralık 1917’de Kudüs’e girdi. Kentin kutsal kimliğine saygı duyduğu algısını yaratmak için atından indi ve yürüyerek ilk olarak Selahaddin Eyyubi’nin mezarına geldi. Ayağını mezar taşına koydu ve asası ile sandukanın üzerine vurup; “Selahaddin kalk, yine biz geldik” dedi.

Bu tarihten tam 722 yıl önce İngiliz Kralı I. Richard, tarihteki bilinen adıyla Aslan Yürekli Rişar, III. Haçlı Seferi (1189-1192) ile Kudüs’ü ele geçirmek üzere gelmiş ve şehri savunan Selahaddin Eyyubi’ye yenilmişti.

İlk Fark Ediş Askeri Alanda Oldu

Osmanlı’nın yıkılmasının ve enkaz haline gelmesinin nedeni; çağın gerisine düşmesi, hemen yanı başında bulunan Avrupa’daki değişimin dışında kalmasıydı. Bu yüzden sorunlarını çözemiyor ve geniş halk yığınlarına refah ve mutluluk sunamıyordu.

Halbuki dinde reformla başlayan gelişmeler ve Aydınlanma ile Avrupa fark yaratıyor ve bu farkı her geçen zaman diliminde daha da fazla arttırıyordu. Osmanlı aydını ve padişahların birçoğu durumu fark etmeye başlamışlardı. İlk fark ediş, askeri alanda olmuştu. Çünkü Osmanlı; artık her savaşta Batı’ya karşı mağlup oluyor, büyük toprak parçalarını kaybediyordu.

Meleklerin Bacaklarını Dikizliyorlardı

Bizzat en tepeden, padişahtan başlayarak değişme, yenileşme ve çağa ayak uydurma ihtiyacı doğdu. Ama ulema, softalar, gericiler ve yobazlar padişahtan yani halifeden geliyor bile olsa değişime karşı direndiler, değişim için istenenlerin İslam’a ve İslam Hukukuna aykırı olduğunu öne sürerek ayaklandılar ve cahil halkı ayaklandırdılar. Bu yolda kelleler aldılar, katliamlar yaptılar, hatta padişahları ve sadrazamları bile devirdiler ve katlettiler.

Bu ulema ve softa kafası, matbaanın Osmanlı’ya 300 yıl sonra gelmesine neden oldu. Takuyiddin Efendi’nin Tophane sırtlarında kurduğu gözlemevinin (Rasathane) veba salgınına neden olduğu ve rasathane personelinin meleklerin bacaklarını dikizlediği gerekçesi ile top atışı ile yıktırılması, ulema kafasının işiydi. Galata Kulesi’nden Üsküdar’a uçmayı başaran Ahmet Çelebi’yi yaptığı bu işin dinen caiz olmadığı gerekçesi ile sürgüne gönderen kafa da aynı kafaydı.

Osmanlı Teokratik Bir Devletti

Yukarıda vermeye çalıştığımız örnekler, Osmanlı’da yaşanan olumsuzluklardan sadece bazılarıydı. Çünkü Osmanlı teokratik bir devletti. Yani dini esaslara göre yönetilirdi. Osmanlı’da zaman içinde Örfi Hukuk da oluşmuştu ama o bile Şer’i Hukuka aykırı olamazdı.

İstanbul’da veba salgını vardı ve 70 bin insan hayatını kaybetmişti. Padişah II. Mahmut, Avusturyalı doktorlar nezaretinde karantina uygulanmasını istedi ama dinen caiz olmadığı gerekçesi ile ulema padişah iradesine karşı çıktı. Daha sonra Almanya’da Genelkurmay Başkanlığı’na kadar yükselen Helmuth von Moltke, o tarihlerde İstanbul’dadır. Moltke Osmanlı’yı değerlendirdiği ve Almanya’ya gönderdiği mektubunda; “Ulema var olduğu sürece, veba da var olacaktır” şeklinde yazmıştır.

Değişmeyen Tek Kural Değişimdir

Ulema ve softalar (medrese öğrencileri), Osmanlı’da her türlü yenileşmeye ve reforma karşı çıkarlar. Halbuki evrenin değişmeyen tek kuralı; değişimdir. Değişmeyen, değişen çevre koşullarına ayak uyduramayan yok olur. İşte Osmanlı bu yüzden yani değişen dünyaya ayak uyduramadığı için enkaz haline geldi ve yok oldu.

Bu nedenle Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin temelini laiklik yani aklîlik üzerine kurdu. Çağdaşlığa, demokrasiye, insanlar arasında eşitliğe, refah ve mutluluğa ancak ve ancak laiklik yani aklîlik ile ulaşılabilirdi. Teokratik bir yapıda, insanlar arasında asla eşitlik söz konusu olamazdı. Osmanlı’nın son dakikasına kadar, kölelik düzeni hiçbir zaman kaldırılmamıştı. Kadınların durumundan söz etmeye gerek bile yok!

İrticaya Karşı Kendisini Korumak İstedi!

Osmanlı’nın külleri üzerine, çağdaş fikirlerle kurulan Türkiye Cumhuriyeti, geçmişin tecrübesi ile kendisini irticaya karşı korumak istedi. Çünkü irticanın yaşadığımız topraklarda geçmişten, teokratik anlayıştan, cahillikten ve çıkarcılıktan gelen bir alt yapısı vardı. TCK 163, bunun için vardı! İrticai eylemler, TCK 163 ile cezalandırılırdı.

TCK 163’de; “Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır” deniyordu.

Cumhuriyeti Savunmasız Bıraktı

Türkiye’nin buralara gelmesinin en büyük müsebbiplerinden biri olan Turgut Özal, 1991’de kendisine özgürlükçü süsü vererek ceza yasasının 163’üncü maddesini, “sol aydınlara” şirin gözükmek için de 141 ve 142’yi yürürlükten kaldırdı. Yani Osmanlı’yı tüketen, çağın gerisinde bırakan, yaşadığımız topraklarda kan, kin, gözyaşından başka bir şey üretemeyen irticanın önünü açtı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni savunmasız bıraktı.

İşte bu iklim nedeniyle de iyice palazlanan ve tekrar geçmişe yani teokratik anlayışa dönmek isteyen zihniyet, geçtiğimiz Pazar günü (11 Şubat 2011) yedinci yılını idrak ettiğimiz Balyoz Davası ile 196 sanıklı olmasına rağmen 163’ü hakkındaki tutuklama kararıyla mesaj veriyordu; aynen Kudüs’te, Selahaddin Eyyubi’nin türbesi başında İngiliz Komutanı Edmund Allenby’ın verdiği gibi!

Mesaj çok netti; “Uyan Türkiye Cumhuriyeti, yine ben geldim! Aydınlık kalk! Ben karanlık, yine geldim! Ben ulemayım! Ben softayım! Ben irticayım! Ben yobazım ve gericiyim!”

Hafta Sonu Ankara’da Olacağım

Ergenekon ve Balyoz olmasaydı; Türkiye güneyinden PKK ve uzantısı terör örgütleri tarafından kuşatılmayacaktı! Ergenekon ve Balyoz engellenseydi; Türkiye Afrin operasyonunu yapmak zorunda kalmayacak ve o bölgeden şehitlerimiz gelmeyecekti, FETÖ’nün 15 Temmuz Darbe Girişimi olmayacaktı, 4 milyon sığınmacı ülkemize doluşmayacaktı, teröre boğulmayacaktık, Ortadoğu bataklığına saplanmayacaktık, bölgemizde ve dünyada yalnızlaşmayacaktık!

Demem o ki; bugün Türkiye’yi yöneten iktidar iradesi ile gün yüzü görmemiz ve esenliğe çıkabilmemiz olası değil. Bu zihniyet nasıl Osmanlı’yı batırdıysa, katlanmaya devam ederseniz Türkiye’yi de batıracaktır, şüpheniz olmasın.

Hafta sonu; 12. Ankara Kitap Fuarına katılmak için Ankara’da olacağım ve piyasaya yeni çıkan “Affetmem, Affedeni Hiç Affetmem! – Pensilvanya’dan 15 Temmuz Darbesine” adlı kitabımı sizler için imzalayacağım.

 

TÜRKER ERTÜRK