Teğmenini vermeyeceksin…

                   MOBBING

Ergenekon, Balyoz, Amirallere Suikast, Fuhuş ve Casusluk gibi davaların hukuk davaları olmadığını, hepsinin birer operasyon olduğunu ve esas amacın Türk Silahlı Kuvvetleri’ni (TSK) kafeslemek olduğunu artık herkes biliyor.

Operasyonlarla TSK’nın itibarsızlaştırılması, halkın gözünden düşürülmesi, gayri hukuki davalarla bir bölümünün içeriye atılması ve kalanının korkutularak etkisizleştirilmesi ve AKP’nin önünün açılması planlanmıştı. Çünkü Erdoğan liderliğinde AKP bir ABD projesiydi.

Eğer AKP’nin önü açılamasaydı “açılımlar” yapılamaz, teröristlerle masaya oturulup pazarlık edilemez, Suriye’ye terörist gönderilemez, sınırlarımızın hemen ötesinde statükonun değişmesine seyirci kalınamaz, Cumhuriyetimizin kurucu ideolojisi tahrip edilemez, ekonomik değerlerimiz haraç mezat satılamaz ve ülkemiz bölünme ve parçalanmanın eşiğine kolayca getirilemezdi!

Cemaat bu işin tetikçisiydi!

TSK’ya karşı operasyonlar bu nedenlerle yapıldı. Fikir, eşgüdüm ve destek ABD’den geldi. Cemaat bu işin tetikçiliğini yaptı, uzantıları ve köstebekleri vasıtası ile askerimizi arkadan hançerledi. AKP ise Cemaatin yargıda, poliste ve askerde bulunan uzantılarına bu operasyonlar sırasında her türlü desteği verdi.

TSK’ya karşı yapılan itibarsızlaştırma ve etkisizleştirme operasyonlarının merkezinde Türk Deniz Kuvvetleri vardı. Niçin Deniz Kuvvetleri konusunu 5 yıl önce anlatmıştık ama önümüzdeki günlerde yine anlatmakta sanırım fayda var.

Türk Deniz Kuvvetleri emperyalist destekli operasyonların merkezinde olunca onun da tam merkezinde Deniz Harp Okulu’nun olması çok doğaldı. İşte bu operasyonlar sırasında, 2008-2010 tarihleri arasında Deniz Harp Okulu Komutanı idik. Bana ve komutanı olduğum Deniz Harp Okulu’na karşı yapılan saldırıların haddi ve hesabı yoktu. Bu saldırılara karşı komutanlarımdan destek almadığım gibi köstek de görüyordum.

“Sorgulatmam” dedim!

Okula ve tasfiye etmek istedikleri öğretim üyelerime, subaylarıma ve öğrencilerime karşı mobbing uyguluyorlardı. Latince kökenli bir sözcük mobbing; bir kimseye veya gruba psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz etme, rahatsızlık verme ve yaşamdan bezdirme olarak tanımlanabilir. İmzasız ihbar mektupları ve elektronik postalarla karalama kampanyaları yapıyorlardı. Ben bana gelenleri yırtıp atıyordum ama komutanlarım kendilerine geleni bana göndererek işlem yapılmasını istiyordu. Yani mobbinge destek vermiş oluyorlardı.

İlk yılımda Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan başında tümamiral bulunan, içinde savcısı olan bir soruşturma heyeti gönderdiler. İddia okulda yaklaşık 40 öğrencinin eşcinsel olduğu idi. İhbar varmış! İhbarı kim yapmış belli değil! “Öğrencileri sorgulayacağız” dediler. Ben de “sorgulatmam” dedim. 19’lu, 20’li yaşlarda eşcinsellik sorgulaması geçiren bir genç psikolojik olarak travmalı hale gelirdi. Kişisel çıkarlarım ve mesleki ikbalim nedeniyle buna sessiz kalıp müsade edemezdim, etmedim de!

Müsaade etseydin kurtulacaktık

Ertesi yıl amirim olan Deniz Eğitim ve Öğretim Komutanı Koramiral bir yıl süresince başımın etini yedi “Niçin soruşturmaya müsaade vermedin?” diye. Aynı bıktırıcı serzeniş Kuvvet Komutanı Oramiral için de geçerliydi. “Müsaade etseydin kurtulacaktık, bunlar başımıza gelmeyecekti” diyordu. Ne yazık ki, meseleyi anlamamışlardı!

Herkes saldırı kendine gelinceye kadar sesini çıkarmıyor ve hedef oluncaya kadar sessiz kalıyor ama içeri atılınca vefa, hukuk ve adalet diyordu. Terfi için önünün açılmasına sevinenler de olmuyor değildi!

İçeri atılan teğmenlerin avukatı geldi ve benden Deniz Harp Okulu’nda patlayıcı madde ile ilgili ders verip vermediğimiz sordu. “Hayır” diye yanıt verdim. Çünkü Deniz Harp Okulu’nda Elektrik-Elektronik, Makine, Gemi İnşa, Bilgisayar ve Endüstri dallarında mühendislik öğretimi veriliyordu. Avukat “bu konuda mahkemeye sunulmak için belge verir misiniz?” dedi ve imzalayıp verdim. Aynı komutan koramiral bu belgeyi verdim diye benden hesap sormaya kalktı. Hem Deniz Harp Okulu’nun komutanı hem de rektörüydüm. Bu belgeyi ben imzalamayacaktım da, kim imzalayacaktı!

Yok sayılmalıydı!

Yine aynı komutanım Ergenekon operasyonu ile hapse atılmış Hasan Ataman Yıldırım’ın posta gönderisini almadan, açmadan ve okumadan geri iade etmişti. Sn. Yıldrım, başına gelenleri ve Ergenekon’u anlattığı mektubunu ve belgeleri tüm üst düzey komutanlara gönderdi. Hepsi aldılar. Bir tek benim komutanım almadı. Niçin? Yarın mahkemeye çağırırlarsa benim ilgim yok, gönderiyi bile almadım diyecek. Meseleyi anlamamıştı! Sorun suçlu olup olmama, darbe planı içinde bulunup bulunmama meselesi değildi. Sorun TSK’nın kafeslenmesi ve arkadan gelen köstebekler için üst tarafın tasfiye edilmesi meselesiydi. Evet, sonunda benim komutanımı da Balyoz’dan içeri attılar. Şimdi dışarı çıktı ve kaleme aldığı teşekkür mektubunda vefasızlığın en büyüğünü yaptı! Halbuki her şeye rağmen parmaklıkların arkasındayken onu ziyaret bile etmiştim. Çünkü sorun kişisel değildi, ülkemiz emperyalizmin tehdidi altındaydı!

TSK’ya karşı yapılan bu operasyonlar durdurulabilir miydi? Kesinlikle evet! Ama bunun yolu hukuk görünümlü operasyonları yok saymaktan, personelini vermemekten, kışlaları ve karargahları operasyonlara açmamaktan ve sonuna kadar personeline sahip çıkmaktan geçiyordu. Teğmenini vermeyecektin! Genelkurmay Başkanı’na giden yol taşları teğmenlerle döşenmeye başlandı. Çünkü Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla hukuk emperyalizmin ve onun işbirlikçilerinin enstrümanı olmuştu. Başa çıkabilmek, daha önce söylediğimiz gibi onu yok saymaktan geçiyordu!

Saygılar sunarım.

TÜRKER ERTÜRK