‘Musa Peygamber aslında Mısır’da bir Firavundu !’

“Musa peygamber aslında antik Mısır’da bir firavundu!”

 Yukarıdaki sözler, Mısır, Ortadoğu ve tektanrıcı dinleri, kutsal kitap karakterlerini ve anlatılan olayları, bilimsel ve arkeolojik bulgular ışığında, tarihsel dönemleri içinde inceleyerek ezber bozan, 80’ine merdiven dayamasına rağmen aydınlanma konusundaki araştırmalarını aralıksız sürdüren, Mısırlı gazeteci, araştırmacı, tarihçi ve yazar Ahmet Osman’a ait.

Osman, İngiltere’nin Londra şehrinde kurulan ilk Türkçe kitap kulüplerinden Troy Kitap Kulübü’nün davetlisi olarak, yakın zamanda Türkçeye Mesut Akın’ın kazandırdığı “Kayıp Şehir” kitabı başta olmak üzere diğer çalışmalarını da içeren bir söyleşi ve imza gününe katıldı. Geçtiğimiz hafta Troyganic Cafe’de, Osman Şahan yönetiminde gerçekleşen toplantıya kitapseverler yoğun ilgi göstererek, yazara merak ettikleri soruları da yöneltme fırsatını buldular.

Uzmanların, Tevrat’ta ve İncil’de anlatıldığı gibi İbranilerin Mısır’dan Çıkışı’nın gerçekleştiği yeri bulmaya yönelik bugüne kadar birçok araştırma gerçekleştirdiğini söyleyen Osman, son yüzyılda Tevrat’ın söz ettiği yerlere kadar Mısır ve İsrail’de de birçok arkeolojik kazı yapıldığını, ancak tüm bu çabaların sonucunda kayda değer hiçbir kanıt elde edilemediğinden bahsetti.

Ana akım tarih ve arkeoloji anlayışının, İsrailoğulları’nın Mısır’dan Çıkış’ının hiç olmamış gibi ve Tevrat’ın anlatılarının bütünüyle kurgusal bir metin olduğunu düşündüğünü; Mısır bilimciler ve arkeologların ise Çıkış’ın gerçekliğini reddettiğini ifade eden yazar, Çıkış’ın yanlış zamanda aranması sebebiyle, problemin, arkeologların yanlış yerlere bakmasından kaynaklanabileceğini düşünmüş.

Kutsal kitaplardaki anlatıların birbirini tamamladığını, bu kitapların hepsini okumadan ve araştırmadan olaylar dizininin tam olarak netlik kazanamayacağını, arkeolojik çalışmaların ışığında ise yeni bilgi ve belgelere ulaşıldığını vurgulayan Osman, Musa’nın hikayesinin en önemlisi olduğunun altını çizerek, Musa’dan önce de aslında tektanrıcı dinler olduğunu, fakat bu tek tanrının herkesin tanrısı olmadığını, sadece belli kavim ve topluluklarca kabul edildiğini, Musa peygamberin ise “Tek Tanrı”nın herkesin tanrısı olduğunu kabul ederek, bunu böyle yaymış olduğunu söylüyor.

Sigmund Freud: “Musa, Tektanrıcı Mısır Firavunu Akhenaton’un takipçisiydi”.

Yazar, Mısır’ın Tevrat’ta ve İncil’de büyük bir öneme sahip olduğunu ve geniş bir zaman dilimi içinde bahsedildiğini, fakat Mısır’la ilgili anlatılarda İsrailoğulları’nın baskıya uğramasının ve Mısır’dan Çıkış’ın köşe taşı olduğunu belirtiyor. Kendi “Çıkış” anlayışının ise, İncil ve Mısır bilimi çalışmalarından değil de, psikanalizin babası Freud’un kurduğu ve çok az başvurulan psiko-tarih disiplininden geliştiğini vurguluyor.

Freud, 1930’lu yıllarda, belki de Nazi Almanyası’nda Hitler tarafından Yahudilere yönelik zulmün artmasıyla, zaman ve düşüncesinin çoğunu Antisemitizmin arkasındaki nedenleri araştırmaya ayırmış. Daha sonra da Almanya’nın Avusturya’yı işgal etmesinin ardından, 1939 Eylül’ünden birkaç ay önce ailesiyle birlikte İngiltere’ye gelmek zorunda kalan Freud’un, Yahudi dininin kökenleri ve Musa araştırması alışılmamış sonuçlara ulaşmış. Freud, Musa ve Çıkış’ın izlerini II. Ramses ve 19. Hanedan da değil, Akhenaton ve 18. Hanedan zamanında bulduğunu açıklamış. Freud daha sonra, bu aykırı fikirlerini son kitabı olan “Musa ve Tek Tanrıcılık” ile yayımlıyor.

Freud, Tevrat’taki Musa’nın gerçekte Tutankamon’un babası tek tanrıcı Kral Akhenaton’un bir takipçisi ve eski bir Mısırlı görevli olduğunu ileri sürüyor. Daha da ilginç olan, Freud’un, “Musa ve Tek Tanrıcılık” kitabında, Musa’nın vahşi doğada İsrailliler, yani kendi takipçileri tarafından öldürüldüğünü ileri sürmesi. Freud, bu eserini yayımlamadan önce,  kitabın basılmaması gerektiği konusunda birçok uyarı alıyor. Osman, “kitabını bastırdığı için Freud zehirlenerek öldürülmüş bile olabilir” diyor.

Freud, “Musa ve Tek Tanrıcılık” kitabının ilk taslağını oluşturacak bir makaleyi 1934 yılının Temmuz ayında kaleme alıyor. Bu makalede, Musa Peygamberin adının o güne kadar düşünüldüğü gibi İbraniceden değil de, Mısır dilinde çocuk anlamına gelen ‘Mos’tan kaynaklandığını açıklamış.

Osman: “Mısır’ın meşhur “Kafir Kralı” Akhenaton, Musa’nın ta kendisidir! Yusuf Peygamber ise 18. Hanedanın iki hükümdarının veziri olan Yuya’dır!”

Yazar, Freud’un kitabı ve kutsal metinlerdeki işaretlerin ışığında, bir adım daha ileri giderek “Aslında Akhenaton, Musa Peygamber’in ta kendisidir!” tezini ileri sürüyor. Yusuf Peygamber ise 18. Hanedanın iki hükümdarının veziri olan Yuya’dır. Kutsal Kitap kronolojisini, Mısır kronolojisi ile eşleştiren Osman, bulgularını şöyle açıklıyor:

 İsrailoğulları’nın, 18. Hanedanın sonunda ve 19. Hanedanın başlangıcında Mısır’da oldukları bilindiğinden, Mısır’a yerleşmelerinin çoğu araştırmacıların inandığı tarihten iki yüzyılı aşkın süre sonra gerçekleşmiş olması gerekir. Bu da İncil’de bahsi geçen insanları, Mısırlılarla eşleştirmenin neden mümkün olmadığını açıklamaktadır; Bunun sebebi de: arayışlarında yanlış bir çağa odaklanmalarıydı.

O zamanın çok sayıdaki tanrısının, tek bir tanrı ile değiştirme girişiminin yapıldığı bir dönemde hüküm sürmüş olan dört Amarna kralının (Akhenaton, Smenkare, Tutankamon ve Aye) hepsi de Yusuf Peygamber’in soyundandı.

İlk tektanrılı din sır’ın “Aton”udur.

 Akhenaton, Mısır’ın eski din sisteminde köklü bir değişiklik yapan devrimci bir kral. Eski tanrıları, herhangi bir görüntüsü ve biçimi olmayan, sadece Mısır için değil, tüm dünya için tek bir tanrı olan Aton ile değiştirerek, puta tapmada köklü bir değişiklik yapmış. Osman’ın bu teorisi, Museviliğin ilk tek tanrılı din olarak kabul edilmesini kökünden sarsıyor. Akheaton ayrıca, Aton’a İncil’in 104. ilahisine çok benzeyen bir ilahiyi yazan kişi olarak da tarihe geçiyor.

 “İsa peygamber Tutankamun’un ta kendisidir. Musa peygamber, İsa peygamber ile Sina dağında buluştu!”

 Ahmet Osman’ın verdiği sıralamaya ve Freud’un akıl yürütmesi takip edildiğinde, Musa kraliyet sarayı içinde doğmuş olmalı. Yazar, Kuran’daki değerlendirmenin de aynı doğrultuda olduğunu iddia ediyor. Ancak, çocuğun babası III. Amenhotep Mısır kralı, annesi Kraliçe Tiye ise İsrailli Yusuf’un kızıydı. Annesi Kraliçe Tiye, hayatı tehlikede olan Musa’yı yakınlarda Goşen’de oturan akrabalarının yanına bırakıyor. III. Amenhotep ve Tiye’nin ikinci oğulları Akhenaton’un MÖ 1394 civarında sınır kenti Zarw’da doğmasının hikayesi böyle.

Akhenaton daha sonra bir darbe ile tahtı bırakmak zorunda kaldığında ise yerini oğlu Tutankamon alıyor. Akhenaton’un sürgün için seçtiği yerin vahşi Sina olduğunu ifade eden Osman, Musa’nın (Akhenaton) daha sonra Sina dağında oğlu Tutankamon (İsa) ile buluşarak, görevi ona devrettiğini iddia ediyor. Yazar, bu durumda da İsa’nın Millat’tan çok önce doğduğunu, hatta doğduğu yer olarak kabul edilen Nasıra’nın o dönemde var olmadığını söylüyor.

“İbrahim peygamberin oğlu hazreti İsmail’i kurban etmeye kalkışmasının sebebi: çocuğun kendisinden değil de, karısı Sara’nın Mısır firavunu ile olan evliliğinden olmasıdır!”

Hazreti Muhammed’in geldiği kavimden olan İbrahim peygamber, Tevrat’ta anlatıldığına göre, güzelliği dillere destan eşi Sara ile Mısır’a gidiyor. Öldürülme korkusu nedeniyle Sara’nın eşi değil de, kız kardeşi olduğunu söyleyince, Firavun güzel Sara’yla evleniyor. Sara, firavun İle olan evliliğinden hamile kalıyor, fakat yalan söylediklerini anlayan Firavun tarafından ikisi de Mısır’dan sürgün ediliyorlar. Ahmet Osman, İbrahim peygamberin bu nedenle Sara’dan doğan çocuk olan İsmail peygamberi, kendi çocuğu olmadığını bildiğinden kurban etmek istediğini söylüyor.

Sorularınızın cevapları Ahmet Osman kitaplarında!    

 Yukarıdaki ezber bozan bilgiler ışığında, eminiz aklınıza “O zamanlarda Mısır’da Romalılar olmadığına göre, İsa Peygamber, Romalılar tarafından çarmıha gerilmedi mi?”,  “Nefertiti İncil’de bahsi geçen Miryam mı?” gibi birçok soru takılmıştır. Bütün bu soruların cevabını, Ahmet Osman’ın Omega yayınlarından Türkçeye çevrilen ilk kitabı Musa ve Akhenaton” ve kısa zaman önce dilimize kazandırılan “Kayıp Şehir”de bulmak mümkün. Yazarın Omega-Say yayınlarından Türkçeye çevrilen üçüncü kitabı da yakında okuyucularıyla buluşacak.

 Uygarlığın beşiğinin Mısır olduğu çarpıtıldı!

 Batının yayılmacı ve sömürgeci politikası, uygarlığı borçlu olduğumuz Mısır’ın parlak geçmişini silme, çarpıtma ve karalama üzerine kurulu. Uygarlığı doğudan çekip, batıya yaklaştırmak için de daha da ileri giderek, felsefeyi, bilimi, matematiği, astronomiyi ve sanatı Mısır yerine eski Yunanlılara mal ettiler. Oysaki tarih boyunca Yunanlılar, “biz uygarlığı Mısır’dan öğrendik” demişlerdir. Evet, birçoklarına olduğu gibi bana göre de uygarlığın beşiği Mısır’dır ve insanlık bu konuda daha da aydınlığa ve doğru bilgiye kavuşturulmalıdır. Ahmet Osman’ın fikirleri ve verdiği bilgiler ne kadar ezber bozarsa bozsun, doğru olduğu sürece açık fikirlilikle karşılanmalıdır. Fakat burada ister istemez kafama iki şey takılıyor:

Birincisi, “İsrail ve Yahudi lobisi, Mısır uygarlığında katkıları ve payları olduğunu kanıtlama peşinde mi?” İkincisi ise “Bu bilgiler, İsrail’in bölgedeki genişleme hevesi, Büyük İsrail Projesi ve Ortadoğu’daki emelleri için kullanılabilir mi?”

Aynur Yavuz          Londraposta-Londra