İADD’nin 5 yıl önce uyardığı ‘Yıkıcı Anayasa’

İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği, Türkiye’de ‘Yeni Anayasa’ yapma hazırlıkları nedeniyle siyasi gündeme yerleşen tartışmalara ışık tutacağı düşüncesiyle, 5 Yıl önce 2011 yılında Londra’da gerçekleştirdiği bir konferansın konuşma metnini ‘yeniden’ yayınlıyor. Dr. Enis User tarafından Londra’da sunulan konferans metnini, bizde olduğu gibi yayınlıyoruz.         LondraPosta-Londra   

 

ANAYASA KONFERANSI    EKİM 2011 LONDRA

İki anekdotla başlamak istiyorum

Birincisi -Prof.Mümtaz Soysal’ın “ANAYASAYA GİRİŞ” ders kitabından dolayı 12 Mart döneminde 2 yıl gibi bir süre boyunca tutuklu olarak yargılandığını bilenleriniz var mı?  

Ne diyordu Soysal o kitabında? “Doğu Avrupa ülkelerinde 2.Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan rejimler faşizme ve faşist işgale karşı direnişte başı çeken komünistler tarafından  halkın desteğini alarak kurulduğu  için o rejimlerde kurucu iradeden ve meşruiyetten bahsetmek gerekir.” Soysal bu düşüncesiyle “komünist propagandası” yapmakla suçlanmıştı.

İkinci anekdotum Londra’da bir toplantıdan. 12 Eylül rejimi kendisini uluslararası sermayeye hoş göstermek ve ülkenin yatırım yapmaya elverişli olduğu propagandasını yapmak için DPT’den genç bir teknisyenini City’de iş adamları ile bir toplantıya göndermişti. Toplantıda o sıralar Thatcher’a danışmanlık yapan, Muhafazakar Spectator dergisinin editörü felsefeci akademisyen Roger Scruton da bulunuyordu. Toplantıya şu katkısıyla dikkat çekmişti. “Sermaye için rejim  önemli değil. Yeter ki bir anayasal düzen olsun, oyunun kurallarını bilelim.” Şu anda kendisi bir hafta sonu dergisinde şarap konularında yazılar yazıyor.

EVRENSELLİK İLKESİ

Bu iki uç örnekten de görülebileceği gibi, anayasalar evrensel metinler. Nasıl vahiylerin din niteliğini kazanabilmesi için evrensellik kaçınılmaz bir şart ise, hukuki metinlerin de anayasa olabilmesi için evrensellik şartı vardır. Yine ayni şekilde nasıl her dinin bir peygamberi varsa, anayasaların da, benzetmek gibi olursa, bir iradesi vardır.   

Örneği Amerikalılar anayasalarını tartışırken veya onun hakkında konuşurken “Kurucu Atalarımız-Founding Fathers” ifadesini kullanırlar. İngilizlerin yazılı olmadığı iddia edilen anayasalarının kaynağının MAGNA CARTA(1215) ve daha sonra “The Glorious Revolution-Muhteşem Devrim”i (1688) olduğu kabul edilir. Fransız Anayasası 1789 Devriminin ürünüdür. Biz de biliyorsunuz “Kurtuluş Savaşımıza” atıfta bulunuruz. Bizim kuruluş anayasamızı diğerlerinden ayıran en belli başlı özelliği hem iç hem de dış güçlere karşı ayni anda verilen mücadelenin, Hasan İzzettin Dinamo’nun tabiriyle KUTSAL İSYAN’ın ürünü, Turgut Özakman’ın tabiriyle de “ÇILGIN TÜRKLER”in eseridir.

KURUCU İRADE

Bunlardan da anlaşılacağı üzere  Anayasalar evrensellik taşıyan metinler olmakla beraber(rejimin niteliği ve meşruiyeti, kişisel hak ve özgürlükler, devletin görev ve sorumlulukları vs..) ayni zamanda belli bir İRADENİN ürünüdür ki buna anayasa hukukunda KURUCU İRADE deniliyor. Anayasa uzmanı Prof.Erdoğan Teziç (asli) kurucu iradeyi şu şekilde tanımlıyor:”….daha önceden konmuş herhangi bir hukuk kuralı ile bağlı olmaksızın ya da kayıtlı olmaksızın bir devleti kuran, ona hukuk/siyasi satatü veren, anayasasını ilk kez ya da yeniden yapan iktidar demektir.” 

ULUS DEVLET VE EVRENSELLİK

Evrensellik kavramı imparatorluklar döneminde farklı, ulus devlet çağında farklı yöntemlerle algılanır ve de uygulanır. Yahudi Pavlus yine kendisi gibi Yahudi olan İsa’nın düşüncelerinin evrensel hale gelebilmesini sağlayabilmek için bunu pagan Roma imparatorluğuna kabul ettirmesi gerektiğini farkına varmıştı. Ancak ondan sonra Roma’nın pagan geleneklerini de barındıran Hıristiyanlık evrensel bir din olarak ortaya çıkabilmiştir.

Türkler de güçlerini geniş alana yayabilmek için yerel Şamanist törelerini bırakıp soyut tanrı kavramına denk gelen İslam dininin Allah’ını tek yaratıcı güç olarak kabul etmiştir. Günümüze kadar gelen Sünni-Alevi tartışmasını bu açıdan değerlendirmek gerekmektedir. YAVUZ SULTAN SELİM.İRAN.MISIR(Neden İran Osmanlı gibi dünya imparatorluğu olamadı?)(Dinini evrensel hale getiremedi?)

HİNDİSTAN’da dört değişik dinden kendine eş alan Şah’ın her biri için yaptırdığı ve ortak bir avluya açılan sarayındaki o dinlerin sembollerinin kullanılması.

OSMANLI’DA politik(sultan)(ÖRF-İ HUKUK) ve dini(sivil)(ulema)(ŞER-İ HUKUK) evrensellik

Ulus devletler döneminde, yani irade kavramının tanrıdan ve dolayısı ile onun yeryüzündeki temsilcisi kabul edilen kral veya sultandan alınıp vatandaşlara ve onların politik gücüne indirildiği dönemde evrenselliğin odağına insani değerler  konulur olmuştur.  Bu farklılığı belki de dünyada en veciz şekilde ifade eden Mustafa Kemal’in 6 okudur:Halkçılık, Milliyetçilik, Devletçilik, Laiklik, Devrimcilik, Cumhuriyetçilik.

YABANCI KURUCU İRADE VE EMPERYALİZM

Bu arada KURUCU İRADE kavramını yukarıda belirtildiği gibi sadece iç dinamiklere açıklanan bir şey olarak almamak gerekir. Örneğin 2.Dünya Savaşı’ndan yenilerek çıkan Almanya ve Japonya’nın anayasasında kurucu irade muzaffer ABD olmuştur. ABD’nin bu ülkelere empoze ettiği anayasaya göre Japonlar orduya sahip olamaz. Almanya ise tekrar birleşip büyük bir güç olmasın diye eyaletler sistemine göre örgütlenmiştir ve bilindiği gibi Bavyera eyaletinin parlamentoda kendi ayrı partisi bile vardır. Ayrıca Almanya’ya savaş sanayisine dönüşebilecek sektörlerde(nükleer, kimya, biyolojik) faaliyet kısıtlaması getirmiştir.

Benzer şekilde, İngiltere de 2.Dünya Savaşı’ndan sonra başlayan bağımsızlık hareketleri  nedeniyle kolonilerinden ayrılırken o ülkeleri  anayasal bağlarla Commonwealth(İngiliz Milletler Topluluğu) şeklinde bir arada tutarak ilişkilerini KURUCU İRADE sıfatıyla devam ettirme yoluna gitmiştir. Bu ülkelerin devlet başkanları Kraliçedir. Geçenlerde bu sıfatla Avusturalya’yı ziyaret etmiştir.

Burada Zimbabwe ile ilgili bir anekdot aktarmak isterim. Bu ülke gerilla savaşı sonucunda İngiltere’ye bağlı beyaz kolonyalistleri iktidardan düşürünce yeni rejimin anayasası Londra’da Lancaster House’da İngiliz Hükümeti’nin vesayeti altında yapılmıştır. Bu anayasaya göre yeni rejimin hükümetleri 25 yıldan önce toprak reformu yapamayacaktı. Yani yerli halktan zorla alınıp Avrupalı işgalcilere verilen topraklar 25 yıldan önce tekrar halka dağıtılamayacaktı. 25 yılın sonunda İngiltere sözünde durmayınca Zimbabwe toprak reformunu kendi yapmaya başladı. Bunun üzerine Batılı ülkeler bu ülkenin ekonomisini boykotlarla yıkıma uğrattılar. 

KURUCU İRADE’Yİ TARİH OLUŞTURUR

Kurucu İradeler bir anda oluşmaz. ABD’nin anayasası Avrupa’da yüzyıllarca Katolisizm’e ve monarşilere karşı verilen mücadelenin sonunda oluştu. Bilindiği gibi Fransız Anayasasına ilham veren devrim de monarşi ve kiliseye karşı yapılmıştı. İngiliz Anayasasının tek bir yazılı metin şeklinde olmayışı  13ncü Yüzyıldan 17nci Yüzyıla kadar süren iktidar kavgasından ve burjuvazinin aristokrasiyi bir türlü Fransız Devriminde olduğu gibi tam olarak alt edememesinden dolayıdır.

TC’nin kurucu anayasası da Malazgirt’ten başlayarak, 1. Ve 2nci Meşrutiyet tecrübelerinden geçerek en sonunda 1924’de asli karakterini kazanmıştır. Bu kadar uzun bir yolculuk sonucunda Atatürk gibi bir dehanın zihninde senteze ulaşan TC Anayasası’nın etnik unsur taşıdığını iddia etmek hem tarih, hem sosyoloji hem de Atatürk’ün dehasını bilmemektir. Kurucu İrade’nin anayasasındaki TÜRKLÜK etnik bir kavram olmayıp o uluslaşmış bir halkı, onun anti-emperyalist karakterini tarif eder.

KURUCU ANAYASA VE DARBELER

1924 Anayasası üç defa askersel darbelerle köklü değişikliğe uğramıştır. Ancak bunlar kurucu iradenin oluşturduğu rejimi değiştirmeyi hedeflememiştir. Hatta darbeyi yapanlar kısa süre içinde yönetimi sivillere bırakmıştır.  1960 Anayasası Cumhuriyet’in yarattığı demokratik ve aydınlanmacı güçleri kucaklayamayan, tam aksine onların karşısına Osmanlı kalıntılarıyla ittifak  yaparak karşı koymaya çalışan bir iktidarın zorbalığına karşı çağdaş modernite güçlerinin kurucu iradenin ruhuna uygun olarak  tarihe müdahalesidir.  Bu müdahale politik düzlemde kalmamış olup ayni zamanda Atatürk’ün başlattığı ancak onun ölümüyle duran sanayileşme hamlesinin yeniden başlatılmasını da beraberinde getirmiştir.  Demirel Hükümetleri zamanına denk gelen ve DPT’nin etkin şekilde müdahil olduğu bu yeni sanayi hamlesi sonucunda ülkenin uluslaşması sürecinin yeni bir aşamaya geldiğini görüyoruz.

Eğer kısaca ifade edecek olursak, 27 Mayıs Anayasası Kurucu İrade’nin öngördüğü modernite süreci sonucunda ortaya çıkan güçlerin tarih sahnesinde tanınması anlamına gelen özgürlükleri tanıyan ve devletin bu güçlere karşı sorumluluğunu belirleyen bir anayasadır.

12 Mart Anayasası ne Kurucu İrade’nin yerini almaya çalışmış ne de devletin yeni modernite güçlerine karşı sorumluluğunu azaltmıştır. 12 Mart rejimi darbeyi yapan komuta kademesinin genel kurmay başkanı Memduh Tağmaç’ın ifadesi ile “Sosyal bilinçlenme ekonomik gelişmeyi aştı” düşüncesinden hareket ederek bu bilincin hareket alanını kısıtlamaya gitmiştir.

12 EYLÜL DARBESİ VE KURUCU İRADE

12 Eylül Anayasa’sı ise sadece özgürlükleri kısıtlamakla kalmamış, ayni zamanda devletin sosyal sorumluluğunu modernite güçleri aleyhine sınırlamıştır. Hatta bundan da öteye, modernite güçlerinin karşısına bugünkü iktidara yol açacak şekilde “Türk-İslam Sentezi” adı altında bir güç oluşturma projesi başlatmıştır.

12 Eylül’ü takip eden yıllarda her ne kadar 141 ve 142’inci maddeler kaldırılmışsa da, sol örgütsel ve kitlesel  olarak yok edildikten sonra bu değişikliği bir manası kalmamıştır. Zaten bu değişiklik irticaya karşı önlem olarak konulmuş bulunan 163üncü maddenin kaldırılması için bir  denge unsuru olarak düşünülmüştür.

AKP’NİN ANAYASA REFERANDUMU

12 Eylül 2010 referandumun da ise moderniteye karşı örgütlendirilen güçler kendilerini sadece “hükümet” olmakla sınırlayan anayasası değiştirerek “mutlak iktidar” olacakları değişiklikleri yapmışlardır. Bu mutlak iktidar maddeleri HSYK ile AYMsi kuruluşlarında yapılan değişikliklerdir ki bunlar 20 küsur “insan hakları” maddesinin arkasında gizlenmiştir. Normalde kanun maddeleri olarak değerlendirilmesi gereken bu “haklar” silselesi demokrasinin(politik haklar) değil hümanizmin(sosyal ve bireysel haklar) ilgi alanına girmektedir. Halbuki demokrasi mücadelesi verdiğini iddia eden bazı sol gruplar bu değişiklikleri sözüm ona demokrasi adına “Yetmez ama EVET” diyerek desteklemişlerdir. Erdoğan’ın “Referandumda kabul edilen AMH ve HSYK ile ilgili maddelere dokundurtmayız,” deyişi bu bakımdan anlamlıdır. 

EVRENSELLİKTE TEK PARTİ DİKTATÖRLÜĞÜNE

Bu değişikliklerden sonra hükümet KHKlerle tam gaz iktidarını kökleştirme yoluna koyulmuştur. Denetleme yapan Danıştay, Sayıştay, Mülkiye müfettişleri Yürütme tarafından tam denetime alınmıştır.

Yargılama usulünde ve özellikle CMK’da  getirilen değişikliklerle birlikte anıldığında bu tam anlamıyla  tek parti diktatoryası anlamına gelmektedir. Bilindiği gibi Ergenekon soruşturmalarında ortaya çıktığı üzere yargıda soruşturma ve kavuşturma süreçleri iç içe geçmiş, soruşturmadan sorumlu olan emniyet güçleri kavuşturmayı da yapar hale gelmiştir. Hatta davalar soruşturma bitmeden hakim önüne getirilmiş ve kovuşturma sırasında soruşturmalar devam edegelmiş ve bu nedenle sanıklar uzun süren tutuklama süreçleriyle mağdur edilmiştir. Telefon dinlemeleri psikolojik harp yönetimiyle servis edilmiş, deliller dijital olarak üretilmiştir.

AKP hükümetinin Tekel işçilerinin direnişine,  HES protestolarına, 1 Mayıs göstericilerine, öğrenci gençliğe  karşı kullandığı ve basında “orantısız güç kullanımı” olarak nitelendirilen şiddet politikası baskının sadece hukuk ile sınırlı kalmayıp yaygın fiziksel nitelik aldığının kanıtıdır. Son olarak Van depreminde Vali tarafından mağdur edildiğini düşünen vatandaşların protestosuna karşı Polis’in gösterdiği şiddet Hükümet’in Polis’i asayişi temin etmek için değil iktidarını korumak için kullandığını göstermiştir.

ILIMLI İSLAM, TAŞARON EMPERYAL DEVLET, HİLAFET

Unutmamak gerekir ki, AKP AYM tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olmak” nedeniyle yargılanmış ve kapatılmaktan kıl payı kurtularak mahkum edilmiştir.

Bu vesile ile AKP’nin önde gelen kişilerinin 1924 Anayasası ile ilgili söylediklerini hatırlatmak istiyoruz. Yakın bir zaman öncesi  AKP’nin kurucularından sayılan Turgut Özal’ın kardeşi Korkut Özal tarafından ortaya  bir görüş atıldı ve “1924 Anayasasını geri getirelim,” dendi. Bu görüş daha sonra Bülent Arınç tarafından da desteklendi.  Genç bir kıza tacizden hapiste olan İslamcı basının ünlü kalemlerinden Hüseyin Üzmez de bundan birkaç yıl önce 1924 Anayasasının Hilafeti kaldırmadığı şeklinde bir görüşe Vakit gazetesindeki köşesine yer vermişti. Bu görüşleri başka kişilerin de dile getirdiği ifade ediliyor.

Bu görüşleri dile getirenlerin ortak düşüncesi 1924 Anayasası’nın Hilafet makamını kaldırmadığı şeklinde. Hilafeti temsil yetkisinin sadece Padişah’tan alınıp bunun TBMM’sine verildiği iddia ediliyor. Dolayısı ile Hilafet kurumunun yeniden tesis edilmesi isteniyor.

Mümtaz’er Türköne’nin sanki bu istek üzerinde oluşabilecek “Şeriat düzeni getirilecek,” korkusunu izale etmek için kaleme almış olduğu bir makale var. Prof.Nevzat Yalçıntaş, Prof.İlber Ortaylı’nın makalelerini de içeren “Türkler ve İslamiyet” adlı kitapta dile getirilen bu görüşe göre Osmanlı’da Halifelik dini bir kurum olmaktan ziyade Müslüman dünyasını bir arada tutmak için(özellikle 2.Abdülhamit döneminde)  kullanılan  politik bir araçtı. Yani Hilafetin geri gelmesinden korkmaya gerek yok denmek isteniyordu.

Türköne’nin bu düşünceleri din sosyolojisi konusunda uzman Aytunç Altundal’ın görüşleriyle de uyum içinde görünüyor. Altundal ABD’nin Çin, Japonya ve Hindistan dışında kalan ülkelerin Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet  gibi ortak Peygamberleri olan Semevi dinleri birleştirerek imparatorluğunu ortak bir dini ideoloji altında pekiştireceğine inandığını iddia etmektedir. ABD’nin bu çerçevede Vatikan, Fener Patrikhanesi, Kudüs, Urfa  ve Halifelik aracılığı ile bu dinleri paylaşan ülkelere ulaşmaya çalıştığı söylenmektedir. Bizlerin “Ilımlı İslam,” “Dinlerarası Diyalog” olarak duyduklarımızın bu proje ile ilgili olduğu düşüncesi geniş kabul görmektedir.  Hatta BOP’un, Yeni Osmanlı söylemlerinin bu projenin uygulamaları olduğu anlaşılmaktadır.

İÇİ BOŞALTILMIŞ CUMHURİYET, OLİGARŞİK MUTLAKİYET

Bu çerçevede Bülent Arınç’ın bir başka vesile ile söyledikleri de önem kazanmaktadır. Daha önceleri TÜSİAD başkanı Ümit Boyner ve eşi Cem Boyner tarafından da paylaşılan bu görüşe göre yeni Anayasa basit ve öz olmalı, başlangıç maddesinde sadece “Devletin bir cumhuriyet olduğu” ifadesine yer verilmeli. Yani bugünkü hali ile TC devletini  laik, sosyal, hukuk devleti olarak belirleyen madde kaldırılmalı.

Bu ilginç önerinin çağrıştırdığı bir gözlemden bahsetmeden geçemeyeceğiz. Amerikalı ünlü yazar Gore Vidal’in “Washington D.C.” adlı bir romanı var. Vidal hem edebiyat, hem de politika dünyasında tanınmış bir isim. Kennedy’nin yakın arkadaşı. Bir zamanlar senatörlüğe adaylığını koymuş. En sonunda ABD’nin “oligapolistik faşist iktidarı”na isyan ederek İtalya’ya yerleşmiş. Hem polemikleri hem de edebiyatı ile ünlü. Romanlarının konusunu ABD’nin sosyo-politik tarihi kesitleri oluşturuyor. Washington D.C. Roosevelt  ve Yeni Uzlaşma (New Deal) döneminin kitabı. Orada sağcı Cumhuriyetçilerin Roosevelt’in krizden çıkış programını komünistlik olarak nitelendirerek nasıl direndiklerini anlatır ve bir yerinde şu gözlemde bulunur:”Kurucu atalarımızın derdi demokrasi filan değildi…Onlar sadece rejimin bir cumhuriyet olmasında başka bir amaç taşımıyorlardı.” Avrupa monarşilerinden kaçanların kurduğu ABD’nin ataları için bu anlaşılabilir bir şey. Demokrasi ve sosyal devlet anlayışı zaten o zaman yoktu. Ancak günümüzün Türkiye büyük burjuvazisini temsil edenlerle 21.Yüzyılda devletimizi yönetmeye talip olmuş bir partinin başbakan yardımcısının 300 yıl gerilerden gelmesine ne demeli? 

BOP VE YIKICI İRADE

AKP yeni anayasa konusunda sadece 300 yıl öncesinin ABD’sini örnek almıyor. Yeni anayasanın taslağını bizzat ABD ve AB danışmanları ile birlikte hazırlıyor ve de hazırladı. Örneğin Arslan Bulut’un devamlı yazdığı gibi yerel yönetimlere özerklik dayatması AKP’nin desteklenmesi karşılığında Council on Foreign Relations adlı örgütün dayatmalarına verilen bir tavizin sonucu. Anayasa’dan Atatürk’e yapılan her atfın çıkarılması istekleri de hem ABD’den hem de AB’den gelen Abdullah Gül “ideolojisiz bir anayasa yapalım” derken bu dış güçlerin “Artık Atatürk’ten vazgeçin, yoksa AB’ye giremezsiniz,” şeklindeki uyarılarına cevap vermeye çalışmaktadır. Bir yandan bu “ideolojisiz anayasa” önerilirken öte yandan ısrarla etnik(multiculturalism) ve mezhepsel(ılımlı İslam) gibi ülkemize ait olmayan ideolojik zorlamalar anayasaya sokulmak istenmektedir. Hatta daha ileri giderek Batı’nın ve İslamcıların  yeni anayasanın ideolojisinin sıkı bir anti-Kemalizim olacağı konusunda anlaşmaya vardıkları söylenebilir. 

Bunun anlamı kısaca şudur:Tasarlanan yeni anayasanın kurucu iradesi TBMM olmayacaktır. Tam aksine AKP mevcut kurucu iradeyi değiştirmek için dış güçlerle işbirliği yapmaktadır. Hatta bu tam olarak AKP’nin bile anayasası olmayacaktır.Dolayısı ile bu kurucu değil YIKICI İRADE olacaktır.

 

‘LAİK DEVLET’, ‘İSLAMİ CUMHURİYET’        

AKP yönetici kadrosunun elbette iktidarını kalıcılaştırmak için düşündüğü planlar vardır. Bunların arasında en önemlileri başkanlık sistemi ve laiklik ilkesini delmektir.  Laiklik ilkesinin nasıl delineceği konusunu Erdoğan Mısır’da yaptığı konuşmada ima etmiştir. Erdoğan’a göre birey laik olmaz, devlet laik olur. Kendisi Müslüman olduğu halde laik bir devletin başına gelmiştir. Müslüman kimse seküler olamaz. O zaman devlet dininin kurallarını yerine getirenlere karışamaz. Kısacası devlet hiçbir yerde türbana karışamaz çünkü devlet laik olmak zorundadır.

AKP’nin kurucu iradeyi ortadan kaldırma amacında insiyatifi ulusal olmaya güçlere bırakması, anti-demokratik uygulamaları, güçler ayrılığı ilkesini yok etmesi, yargı bağımsızlığına son vermesi, kendi din anlayışlarını evrensel kavramlar olan laiklik ve sekülerliğin yerine geçirme çabaları nedenleriyle anayasa yapma konusunda en önemli unsurlar olan  evrensellik ve kurucu irade bağlamında anayasa yapma otoritesinin bulunmadığını iddia ediyoruz.  Kaldı ki iktidarda bulunduğu 10 yıl boyunca ulusal ekonomiyi yok etmesi ve iktisadi gücümüzü yabancıların eline teslim etmesiyle de AKP hükümeti anayasa yapacak şekilde  bir legalite kazanamamıştır. Ayrıcab 12 Eylül referandumu hazırlıkları çerçevesinde TBMM’nde uyguladıkları taktikler ve ayni taktikleri bu sefer de uygulayacaklarına dair tüm belirtiler bu girişimin yukarıda belirttiğimiz iki kriter açısından anayasa yapma yetkisine sahip olmadığını göstermektedir.

Bu nedenlerle AKP’nin yeni anayasa yapmak için meşruiyetinin olmadığını ilan edip karşı çıkmak gerekmektedir.

 ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİNE ‘HAYIR’

Anayasa Değişikliği konusunda karar almak için 14 Kasım günü Londra’da toplanan İngiltere Atatürkçü Düşünce Derneği üyeleri aşağıdaki görüşlerini kamuoyuna duyurur.

  • Dünyadaki anayasa kavramını ve tecrübesini hukuksal, politik, sosyolojik ve tarihsel olarak detaylı bir şekilde tartışan üyelerimiz anayasa metinlerinin özünün evrensel değerlerden oluştuğu, bu evrensel değerlerin her ulusun demokrasi, adalet, bağımsızlık mücadelesi ile şekillenerek o ulusun KURUCU İRADESİ tarafından yaşama geçirildiği konusunda görüş birliğine varmıştı
  • Türkiye’nin kurucu iradesi binlerce yıldır Anadolu topraklarında yaşayan halkımızın engin tarihsel, kültürel mücadelesinden süzülerek gelip  Mustafa Kemal’in önderliğinde Kurtuluş Savaşı ile son şeklini almıştı
  • Türkiye’nin kurucu iradesi Milliyetçilik, Devrimcilik, Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ilkeleri ile özetlenmiş olup bu ilkler etrafında T.C. Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan halkımızın tümü Türk ulusunu oluşturur;

12 Haziran seçimleri sonucunda işbaşına gelen AKP hükümeti yeni bir anayasa yapmak istemekte ve bu konuda tüm vatandaşları katkı yapmaya çağırmaktadır. Şu anda 12 Eylül Anayasası olarak tanımlanan metin üzerinde değişik hükümetlerce100 üzerinde değişiklik yapılmış bulunmaktadır.  12 Eylül 2010 yılında da AKP hükümeti 26 yeni madde ile son değişikliği yapmıştır.

Tüm bunlara rağmen AKP Hükümetinin yeni bir “Sivil Anayasa” üzerinde ısrar etmesini anlamak mümkün değildir. Kanımızca AKP yeni bir kurucu irade iddiası ile ortaya çıkıp gerçekte YIKICI İRADE olma arzusundadır.

AKP Hükümetinin kurucu irade olması söz konusu olamaz. Şöyle ki;

  • AKP kurucu irade olmayıp sadece o iradenin rejiminin hukuku çerçevesinde iş başına gelmiş bir hükümettir;
  • AKP hükümeti Anayasa Mahkemesi tarafından “Laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu” gerekçesiyle mahkum olmuş olup hala ayni yöneticileri tarafından yönetilmektedir;
  • AKP’nin “Ilımlı İslam” rejimi iddiası ile emperyalist metropollerin kontrol altında tutmak istediği orta-doğu ve Kuzey Afrika’nın Müslüman ülkelerine örnek oluşturmak için emperyalizmin taşaronluğuna soyunduğu iddiaları her geçen gün doğrulanmakta ve halkımızın geleceği bu amaç uğruna tehlikeye sokulmaktadır;
  • AKP Hükümetleri emperyalist merkezlerin empoze ettiği ekonomik programlar nedeniyle ulusal ekonomimizi yok etmiş, olağanüstü cari açıklarla ülkemizi borç sarmalına dolamış ve bunun sonucunda ulusal ekonomik değerlerimizi satmak zorunda kalmıştır;
  • AKP’nin ekonomik politikaları sonucunda zengin daha zengin olurken yoksulluk daha da artmış, milli gelirimizin gittikçe artan bir bölümü yabancı ülkelere kar olarak transfer edilir hale gelmiştir;
  • AKP hükümeti basını, üniversiteleri, sendikaları ve devletin tüm kurumlarını ele geçirmiş ve mutlak lider tarafından yönetilen tek parti diktatörlüğü kurmuştur;
  • AKP “kuvvetler ayrılığı” ilkesine son vermiş, yargıyı, TBMM’ni ve en son olarak da Kanun Hükmünde Kararnamelerle Bakanlar Kurulunu devre dışı bırakmıştır;
  • AKP hükümeti adil yargıya son vermiş, neredeyse mahkemelerin görevleri Polis tarafından yapılır hale gelmiştir;
  • AKP Polis sayısını olağanüstü arttırmış, en ağır teçhizatlarla donatmış, halkımızın üzerinde en acımasız şiddet uygulamasına izin vermiştir;
  • AKP emperyalist merkezlerin istekleri doğrultusunda ısrarla halkımızı etnik ve mezhepsel temellerde ayrıma tabi tutmuş o nedenle vatandaşlarımızın ulusal kimliğini yok etme yolunda önemli adımlar atmıştır;
  • AKP’nin anayasa çalışmalarını gizli bir şekilde ulusal olmayan güçlerle ve onların direktifleri ile hazırlandığının bilincindeyiz.

Tüm bu nedenlerle AKP Hükümetinin hukuksal ve ulusal meşruiyetinin yeni bir anayasa yapmasına uygun olmadığışüncesindeyiz. Böyle bir yeni anayasa ancak YIKICI İRADE Anayasası olabilir.

İADD