Göl Zamanı, Atatürk devrimlerine geçiş acemiliğine iyi bir örnek

27 Haziran’da Türkiye’de gösterime girecek olan Göl Zamanı filmi, Atatürk devrimlerine geçişin acemiliklerinin yaşandığı 1930’larda geçiyor. Montreal Film Festivali’nde de gösterilen filmin müziği, baştan sona udun geleneksel icrasını günümüz tınılarıyla birleştirerek, özgün tekniğini geliştiren, günümüzün en iyi udilerinde Yurdal Tokcan’a ait.


19. yy romantiklerine özenerek Anadolu’yu gezmeye çıkan tıbbiyeden mezun iki arkadaş olan Ahmet ve Refik’in yolları Ege’de bir kasabaya düşüyor. Eski ittihatçılardan Haşim Bey’in konağında misafir olduktan sonra, Haşim Bey’in insanlardan kaçan, melankolik kızı Elif, Refik ve Ahmet arasındaki aşk üçgenini konu alıyor film.

Tokcan, filmin girişinin geleneksel sazlar eşliğinde yapılmış bir müzik ile başladığını, ikinci müziğin ise taş plaktan çalınan Batı müziğinden bir örnekle devam ettiğini söylüyor. Batı müziğiyle misafirlerini karşılayan Haşim Bey‘in, kendi başına kaldığında ise Batı tarzı kıyafetlerini çıkarıp, uzun ev kıyafetini giyerek, Dede Efendi’den bir parça dinlemesi oldukça manidar. Bu sahne geleneklerimize ve alışkanlıklarımıza aslında ne kadar bağlı olduğumuzu gözler önğüne seriyor. Haşim Bey daha sonra da ‘Ben iki şeye vurgunum: biri Alaturka Müziğe, diğeri ise rahmetli eşime’ diyor.

Filmin müziğinde aşk temasının öne çıktığını ifade eden Tokcan, ‘Ne kadar Batılı gibi olmaya çalışsakta, bizim Türk olduğumuz öğesini filmde müzikle yansıtmaya çalıştık’ mesajını veriyor. Yukarıdaki videodan izlenebilecek, filmin duygu yüklü esas şarkısının ise büyük beğeni kazanacağını düşünüyorum.  

Atatürk Türk Sanat Müziğini gerçekten yasakladı mı?


Atatürk, 1 Kasım 1934’te meclisin açılış konuşmasını yaparken
1 Kasım 1934 tarihinde meclisin açılış konuşmasını yapan Mustafa Kemal Atatürk, güzel sanatların da hepsinde çağdaşlaşma çalışmalarının yapılmasını, ancak bunda en çabuk, en önde yürütülmesi gerekli olanın Türk Musikisi olduğunu söyleyerek, ‘Bir ulusun yeni değişikliğinde ölçü: musikide değişikliği alabilmesi, kavrayabilmesidir. Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleşileri toparlamak, onları bir an önce genel musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak, bu yüzeyde Türk ulusal musikisi yükselebilir, evrensel musikide yerini alabilir’ şeklinde konuşur.

Atatürk’ün bu konuşması üzerine zamanın içişleri bakanı Şükrü Kaya, 2 Kasım 1934 tarihinde ‘alaturka musikisinin tamamen kaldırılması ve yalnız Garp (Batı) tekniği ile bestelenmiş musiki parçalarımızın Garp tekniğini bilen sanatkarlar tarafından çalınması’ yönünde bir genelge yayınlar.

Çağdaşlaşma yolunda atılan adımların ve devrimlerin acemice uygulanmasına ve yanlış anlaşılmasına bir örnek teşkil eden Türk Sanat Müziği‘nin yasaklanmasıyla ilgili olarak Vasfi Rıza Zobu, Atatürk’ün şöyle konuştuğunu kaydeder: ‘Ne yazık ki benim sözlerimi yine yanlış anladılar. Şu okunan ne güzel bir eser. Ben zevkle dinledim. Sizlerde öyle. Ben demek istedimki; bizim seve seve dinlediğimiz Türk bestelerini Avrupalı’ya da dinletmenin çaresi bulunsun. Onların tekniği, onların ilmiyle, onların sazları, onların orkestraları ile, çaresi ne ise… Mesela; Ruslar ne yapmışlarsa, biz de Türk Musikisi’ni milletlerarası bir sanat haline getirelim. ‘Türk’ün namelerini kaldırıp atalım da, sadece Batı milletlerinin hazırdan musikisini alıp kendimize mal edelim, yalnız onları dinleyelim’ demedim. Yanlış anladılar sözlerimi.’

İstanbul ve Ankara radyolarına getirilen Türk Sanat Müziği yasağı, 1935’ten 1936 yılının ilk yarısına kadar sürer. İlk radyocularımızdan olan Ruşed Ferid Kam’ın verdiği bilgilere göre bu yasağı bitiren yine Atatürk olmuş. Köşkte Tamburacı Osman Pehlivan’dan çok sevdiği Rumeli türküleri dinleyen Atatürk, bu türküleri radyodan halka da dinletip, dinletmediğini sorar. Pehlivan’ın ‘Siz radyoda Türk Müziği yayınlanmasını yasakladınız, buna imkan bulamıyoruz’ sözleri üzerine de derhal yasağı kaldırtır ve ‘Bunu da yanlış anladılar!’ der.

Atatürk’ün Türk Müziğini yasakladığı söylemlerinin yanlış olduğunun altını çizen Tokcan, ‘Türk Müziğini yasaklamadı. Sadece müziğimizi geliştirmemizi ve formüle etmemizi istedi’ diyerek Atatürk’ün Türk Müziği’nde ulaşılmasını istediği çağdaş çizgiyi özetliyor.

19. yy müzik el yazması


Osmanlı’da el yazması müzik


Bir süre önce İngiltere ve İrlanda Kraliyet Asya Cemiyeti tarafından Londra’da düzenlenen ve Londra Üniversitesi, Orta Doğu Müzik Bölümü’nde Araştırma Profesörü Owen Wright’ın konuşmacı olarak katıldığı ‘Orta Doğu’nun Müzik El Yazmaları’ konulu bir söyleşiye katılmıştım.

Bu söyleşi esnasında Türk Sanat ve Türk Halk Müziğimizi modernize ve formüle etmemizin önemini daha iyi kavradım. Aralarında Osmanlıca yazılmış belgelerin de bulunduğu Dr Wright’ın bize gösterdiği örnekler yukarıda da görüldüğü üzere sanki müzikle ilgili değil de; Osmanlıca, Arapça ve/veya Farsça her hangi bir konuyla ilgili yazılmış metinler gibiydi.

18. yy Osmanlı müzik sahnesinden bir örnek

Müziğimizin evrensel olarak kabul görmüş ve günümüzde kullanılan notalarla yazılması , bunların arşivlenmesi, hem gelecek kuşaklara bırakılacak büyük bir miras, hem de eserlerimizin Dünya müzisyenleri tarafından anlaşılabilmesi ve icra edilebilmesine olanak tanıması açısından hayati önem taşımaktadır. Müziğimiz yoluyla herkesle iletişim kurabilmemizin yolu buradan geçiyor. İşte Atatürk’ün söylemeye çalıştığı bence tam da budur!

Aynur Yavuz / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz!