FAŞİZMİ YENME GÖREVİ…

 

Görev, “Bir kimsenin, bir nesnenin yaptığı iş, ya da iş görme yetisi, fonksiyon…” demektir. Faşizm ise, belleklere “Bir inanlık suçu” olarak kazınmıştır… Ki, vahşetinin dozajını, “Toplumsal bir olgu olarak suç ve suçluluğu inceleyen bilim” olan krimonoloji ile ölçümlemektedir. Kapitalizmin bir ürünüdür. Kroniktir.

Öyleyse faşizme karşı savaş, aynı zamanda insan, insanlık ve de insanın özgürlükleri için de bir savaştır. Tamam.

Ancak, faşizmi böyle bireysel görünümüyle kavramaya çalışmak en azından çabamızı yarıda bırakabilir ve onu gereğince anlamayabiliriz. Çünkü faşizm bireysel değil, sınıfsal bir kavramdır. Ve de kapitalizmin bir ürünü olarak girifttir. Bu nedenle onu asıl kimliğiyle tanımak, tanımlamak zaman almıştır.

Biliyorsunuz, “Latince ‘deste’ anlamındaki ‘fasces’ sözcüğünden türetilen…” ve “Eski Roma’nın devlet iktidarı simgesi olan ve ‘baltalı sopa destesi’ni dile getiren” faşizm, ilk kez 1922 yılında İtalya’da iktidara gelmişti. Ve önceleri bu, bir küçük burjuva anarşizminin iktidarı sanılmış, öyle de tanımlanmıştı.

Çünkü adına Birinci Dünya savaşı dediğimiz, emperyalist ülkelerin dünyayı kendi aralarında paylaşma savaşı sona erdiğinde ve savaşın faturası her zaman ki gibi yine halka kesildiğinde, özellikle savaştan dönüp sivilleşen ve kendi kahramanlıklarına karşılık müreffeh bir hayat bekleyen küçük burjuva unsurlar, üstelik bir de işşiz kaldıklarında taşkınlıklara başlamış ve gün gün ve yığın yığın büyüyen anarşik faaliyetlerin sonu gelmez olmuştu. Böylece kangrenleşen anarşik ortamı fırsat bilen eski dönek solcu Mussolini ortaya çıkmış ve ‘kara gömlek’ giydirdiği bu başıboş kitleden ordular düzmüş ve onlarla iktidarı ele geçirmişti. Artık kitle örgütlerinden siyasal partilere, din kuruluşlarından spor örgütlerine, sendikalardan okullara…  herşey ve herkes devlet içindi. Yani “Demokratik yöntemlerle egemenliğini sürdüremeyen sermayedarlığın kaba güçle ezme rejimi…” yürürlüğe girmişti, ama sermayedar sınıf kendini devlet şatafatı içinde iyice sakladığı için, iktidarın niteliği sadece “küçük burjuva” olarak okunuyordu.

Peki nasıl açığa çıkarılacaktı ve nasıl çıktı?

Başlarda, Dünyanın ilk kez işçi sınıfı ve yoksul köylülüğün iktidara geldiği Rusya’da, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler birliği iç savaştan yeni çıkmış, üstelik büyük lider ve ideologu LENİN’e kurşun sıkılmış tekerlekli sandalyede yaşamaya çalışıyor. Ülkede üretimi artırmak yolunda NEP yani yeni ekonomik sistemin yürürlüğü için uğraşılıyor, Üçüncü Enternasyonal ise faşizmi küçük burjuva anarşizmi olarak görüyor. O kadar ki, örneğin 1928 yılındaki genel kurulda baş düşman saptaması şöyle yapılıyordu: “Dünya proletaryasının baş düşmanı Sosyal demokratlardır, onların da en sol kanadı…”Reistag yangınını çıkarmakla suçlayarak içeri attırdı. Hitler’in faşist rejimi Dimitrof’u yargılayıp bitirecekti. Ama tersi oldu. Dimitrof Faşizmi yargılayıp asıl kimliğini ortaya çıkardı.

Faşizm küçük burjuvanın değil büyük burjuvanın saldırgan iktidarıydı. Ve işte Dimitrof bu ünlü savunmasıyla hem beraat etti ve hem de işçi sınıfı ve emekçi halkın faşizme karşı mücadelesinin teorisini oluşturdu. Ve faşizm 1935’teki enternasyonalin 7’nci kongresinde bilimsel olarak da tanımlandı. O tanımı, Politika Sözlüğü’nden aynen alıyorum, faşizm:“Emperyalist burjuvazinin en gerici, en saldırgan kesiminin terörist diktatoryası”dır.

“Faşizm, ülke içinde demokratik hak ve özgürlükleri ortadan kaldırır, devlet aygıtını,toplumsal hayatı askerileştirir ve savaşa yol açan bir politika izler.” “Faşizm kapitalist ülkelerde ‘kapitalizmin genel buhranı sırasında doğmuştur.”“Faşizmin ideolojisi insanlık dışılıktır, ırkçılık ve şovenizmdir.”

Evet faşizm böyle bir vahşet, böyle bir insanlık suçudur… ki, halen, özü itibarıyla, tanımı da kendisi de gündemden düşmemiştir. O, sömürü sistemi sürdükçe, sömürücülerin bunaldıkları zamanlarda başvurdukları ve başvuracakları bir kaba kuvvettir, keyfi hak hukuk çiğneme tezgahlarıdır…

Faşizme karşı mücadele ise, Dimitrof’un genel hatlarıyla formüle ettiği ve enternasyonalin 7’nci kongresinden bu yana bütün komünist, sosyalist, sosyal demokrat, anti faşist…demokrat partilerin…dahası tüm ilerici örgütlerin düstur edindikleri, “Faşizme Karşı Birleşik Cephe” yoluyla yürütülmektedir. Ki, bu cephenin temelini İşçi sınıfı partileri ile sosyal demokrat partiler oluşturuyor. Yani bizdeki CHP gibi… Elbet her ülkede tanımı ve uygulamayı genişleten ya da daraltan ögeler eklenip eksiltilebiliyor. Ve de her ülkenin kendi şartlarına göre yeni biçimler üretilebiliyor. Örneğin, İtalya’da Mussolini’nin faşizmi, Almanya’da Hitler’in Nazizmi ve İspanya’da Franco’nun falanjizmi ırkçı ve şövenlikleri yanında gerici hıristiyan dincilikleriyle de farklılıklar taşıyabiliyorlardı, hele Amerikan emperyalizminin azgelişmiş ülkelerdeki askeri cuntalar yoluyla uyguladığı faşist rejimlerin biçimleri, dinleri ve yerel gelenekleri bütünüyle başka başka renklere girebiliyordu, girebiliyor.

Bizim RECEBİN faşizmine gelince…o daha da bambaşka! Bir kere uluslararası ismi bile asortik! Mesela, İSLAMİC FASHİSM diyorlar ona …ki, türkuaz yeşilidir! Sonra, İskenderpaşa camiden havalandırılmış bir uçurtma olarak semalardadır ki, göz alıyor! Ve hamaylısını Talibancı Hikmetyar asmıştır boynuna… kocaman! Ve siyaseti milli görüşçülerden devşirilmiştir, tornistan… ve de göbeği Beyaz Saray besmelesi ile kesilmiştir, muhkem.   

Ve Recebim, eski bir nallı kuzu sucukçusudur; Recebim, think- tankçı Graham Fuller’in kitabını okumuş ve “Türkiye Osmanlı Türü otoriter bir rejimle yönetilmelidir” sözünü hak bellemiştir ve de Recebimin haritası islam devletlerini resmeder Ortadoğu’dan…Gerçi, Arap ülkeleri – ki hemen hepsi islamdır – yamuk attılar Recebime ve Yavuz Selimin kılıcıyla doğrayacağı Alevilerin dişleri sandığından daha keskin çıkmıştır…Ama, yine de İslamic Fashizminin çok yol aldığını kimseler inkardan gelemez.

Mesela; Türkiye Cumhuriyet’nin silahlı kuvvetlerini hacamat etti ki, belini kaldıramıyor.Mesela; 4+4+4 ile laik eğitim sistemimizi şeriatçı eğitime çeviriverdi.Mesela; Devletimizin (T.C.) rumuzunu paçavra gibi savurup attı.

Mesela; Milli Bayramlarımızı beş para etmez hale düşürmeye kalkıştı.Mesela; Öğretmen açığı yüzbinleri bulurken, mezun olmuş öğretmenlere görev vermedi.Mesela; Lozan Antlaşmasıyla kazandığımız üniter devletimizi bölmekte bir sakınca görmüyor. Mesela; kaçak kuran kurslarının sayısını bilen bile yok.Mesela; Ülkemizi polis devletine dönüştürdü.Mesela; Demokrasinin temeli olan kuvvetler ayırımı ilkelerini dümdüz etti ve bağımsız YARGI’yı hükümetine bağladı.
Mesela; TBMM’ni mahalle kahvesine çevirdi.

Mesela; Cumhuriyetimizin Atatürkçü Dış politikasını fiilen yürürlükten kaldırdı.
Mesela; komşu ülkelerin iç işlerine karışıyor ve uluslararası terör örgütleriyle işbirliği ediyor.
Mesela; milyarlarla yolsuzluk ve rüşvetleri gündelik, yasal yaşam biçimi haline getirdi.
Mesela; çalışan hiç hiç kimsenin güvencesi kalmadı.

Yani kısaca; Recebin İslamic Fashizmi, yasa ve usul dışı kaba kuvvetle Devrimci Cumhuriyetimizi şeriatçı faşizme çevirmekte dur durak bilmiyor ….

Bu ve benzeri nedenlerle tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye için, AKP’nin islamic faşist iktidarını alaşağı edip zulmu bitirmek, bütün sosyalist, kemalist, sosyal demokrat, anti faşist, sıradan demokrat partiler, sivil toplum örgütleri ve tek tek insanlar olarak hepimizin kaçınılmaz, yaşamsal görevdir;
FAŞİZMİ YENME GÖREVİ…

Abdullah Nihat Yılmaz
26 Şubat 2014
Londra.
.

Follow @LondraPosta