Erol Başarık; 9 EYLÜL ARTIKLARI

9 EYLÜL ARTIKLARI

10/09/2017

Her yıl kutladığımız 9 Eylül 1922 İzmir’in Kurtuluşu tarihi, 26 Ağustos 1922’de kazanılan Büyük Taarruzla emperyalist güçlerin desteğine rağmen bozguna uğramış düşman ordusunun çekilerek Anadoluyu boşaltması ve İzmir’de denize dökülmesiyle sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nın son günüdür. Başta Almanya olmak üzere Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan İttifak Devletleri 1918’de silahlarını bırakmış ve teslim olmuşlardı. Batı ve Doğu Anadolu’nun işgaliyle kadınlarımız mendeburların tecavüzüne, çocuklarımız kahpece öldürülmeye ve siyaseten Osmanlı Devleti’nin tarihe karışması kaçınılmaz sonuç olarak zoraki kabul edilmişti. Oysa 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal Atatürk, Padişah Vahdettin’in rızasıyla imzalanan  Sevr Antlaşmasını kabul etmemiş ve bütün dünyanın hayret ve hayranlığını kazanan tarihin en büyük başarılarından birine imzasını atmıştır. Bu zaferle kazanılan bağımsızlığımız şüphesiz bugünkü sınırlarımız içinde bulunan bütün Türk ve Müslüman alemini sevince boğdu. Artık ülkemizde yaşayan insanlarımız düşman çizmesi altında ezilmekten kurtulmuştu.

Peki, bütün bu başarılardan, nimetlerinden faydalanacak olan herkes mutlu muydu? Malesef kocaman bir HAYIR. Padişah Mustafa Kemal’in yakalanması için ferman buyurmuş, Yunan askerlerinin Padişah adına savaştığını belirtmişti. Padişah yanlısı olanlar düşmanla savaşan askerlerimize saldırılarda bulunuyor ve onların güçlerinin bir kısmını bu yeni cepheye yöneltmesine neden oluyordu. Bunlar için ülkenin işgali, bağımsızlık önemli değildi. Hatta daha ilerde ezan seslerinin dahi susturulacağını düşünemediler. Kurtuluş Savaşı verenlere karşı ya savaşmış, ya da askerlikten kaçmışlardı.  Bunlara geçmişte isim değiştirerek Türk ismi kullanan, çoğunu tenzih ettiğimi belirterek, bazı azınlık nüfusu da ekleyebiliriz.  Bunlar o zamanki toplam nüfus içinde % 2-3 kadar olabilirdi. Yazımın daha rahat anlaşılması için 9 Eylül Zaferiyle ilgili kronoloik olarak şu tarihlere bakalım:

4 Temmuz 1918 Ağabeyi Sultan Reşat’ın ölümü üzerine Vahdettin’in tahta çıkışı

1 Kasım 1922 Hilafet ve saltanatın ayrılması ve Saltanatın kaldırılması, Vahdettin sadece halife

17 Kasım 1922 Padişah Vahdettin’in Malaya adlı İngiliz gemisiyle ülkeden kaçışı

18 Kasım 1922 TBMM’nin veliaht Abdülmecid’i halife ilan etmesi

24 Temmuz 1923 Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan zaferin devamı olan Lozan Antlaşmasının imzalanması

29 Ekim 1923 Cumhuriyet’in ilanı

3 Mart 1924 Halifelik görevinin Cumhuriyet ilkeleriyle bağdaşmayacağından halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanının Türkiye sınırları dışına çıkarılması kararı

13 Aralık 1925 Cemaat ve tarikatların / Tekke, zaviye türbelerin kapatılması

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması meclisin varlığını fiilen ispatlayabilmesi için gerekliydi. Çünkü; Lozan görüşmelerine İstanbul’daki hükümette katılmak istiyordu. Bu alınacak kararlarda ikilik çıkmasına neden olacaktı. İlerleyen zamanda bazı politikacıların halifeyi padişah olarak görmesi ve Abdülmecid’in bu yönde davranışları ve ilerde yapılacak devrimlerin sosyal ve laik olmasına engel olacağı için 3 Mart 1924’de hilafetin kaldırılması da eklenince Cumhuriyetin karşısında olan gericiler bu % 2-3 olan 9 Eylül artıklarıyla birlikte saflaşmaya başladı ve oran yüzdesi on rakamına doğru ilerledi. Akıllarınca Cumhuriyetle hesaplaşmak için karşı devrim cephesini kurdular.

13 Aralık 1925’te cemaat ve tarikatların kapatılması bundan hoşnut olmayan tarikat, cemaat ve aşiretlerin mensuplarını da harekete geçirince cephe % 10-15 olarak büyümüş oldu. Başlangıçta derin felsefi düşünce  olarak Osmanlı zamanında ortaya çıkan tarikatların yanında Müslümanlığın kutsal kitabı olan Kuran’ı dışlayarak bir güç kaynağı olarak insanları yönetme, yönlendirme, kısacası sömürme vasıtası olarak ortaya çıkmış tarikatların kapatılması gerekirdi.

İşte 9 Eylül artıkları, bağnaz düşüncede olan kesimi, tarikat mensuplarını, bazı aşiret ve toprak ağalarını da katarsak ortaya Türkiye Cumhuriyeti’nin başına musallat olan,  bir asra yakın zamandır huzur ve istikrarı bozan, karşı devrimi gerçekleştirerek çiçeği burnundaki  Cumhuriyeti yıkmak isteyen zihniyetin dikildiğine, yeni devletin kuruluş sıralarından başladığına  şahit oluyoruz. Bunların çekirdek nüvesi % 15’ler civarındadır. Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin temellerinin harcı çok sağlamdır. Günümüzde Atatürk’ü itibarsızlaştırma konusunda 9 Eylül artıklarının yurt içindeki gayretlerine emperyalist ülkelerin de dışardan maddi ve manevi büyük destek vermesi bu yüzdendir.

CUMHURİYETE KARŞI İSYAN

11 Şubat 1925 Din elden gidiyor diyen Nakşibendi tarikatından Şeyh Sait’in isyanı

15 Nisan 1925 Şeyh Sait’in bir akrabasının ihbarıyla yakalanması

29 Haziran 1925 İstiklal mahkemesinin kararıyla Şeyh Sait ve arkadaşlarının idam edilmesi

23 Aralık 1930 İkinci irtica ayaklanması. İzmir Menemen’de Asteğmen / Öğretmen Mustafa Fehmi Kubilay’ın irtica kalkışmasıyla kafasının kesilerek öldürülmesi (Yılmaz Özdil/Kubilay yazısını okuyunuz)

Baştaki isyanların biri iç, digeri de dış olmak üzere iki nedeni vardır. İç gerekçesi yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti ve onun devrimlerine karşı hilafet isteyenlerin, din işlerinin dünya işlerinden ayrılmasını tasvip etmeme amacında olanların çabalarıyla Kürt milliyetçiliğidir. Dış nedeni ise aynı dönemde Musul meselesinde başarı kazanmak isteyen İngiltere’nin Türkiye dahilinde isyanları körükleyerek kargaşa çıkarma çabalarıdır. Cumhuriyet düşmanlarının emperyalizmle işbirliği süregelmektedir.

Yukarida topluca bilgi vermeye çalıştığım Cumhuriyet düşmanları karşı devrim çalışmalarını çeşitli yöntemlerle bugüne kadar taşıdılar. Sayılarını ve güçlerini arttırmada en büyük başarıyı dini inançları sömürerek ve bunu bir araç olarak kullanarak sağladılar ve günümüze kadar sürdürdüler. Anadolu halkının temiz duygularını yalan ve iftiralarla Cumhuriyet aleyhine çevirmek için bütün şeytani hünerlerini sergilediler. Başarılı da oldular. İktidarı 1950’lerden bu yana geniş ölçüde ellerinde tuttular. Cumhuriyeti her ne pahasına olursa olsun yıkmak için emperyalist güçlerle işbirliği yapmaktan kaçınmadılar. Hile yaparak seçim kazandılar, yüzde oranlarını arttırdılar ama kalbimizde ve beynimizde yer etmiş Atatürk ve devrimlerini yok edemediler. Yurt çapında bir anket yapılsa ve ayrı ayrı Atatürk’ü seviyor musunuz, laikliği mi şeriatı mı tercih ederseniz, Türkiye’nin bütünlüğünden mi yoksa parçalanmasından mı yanasınız diye sorulsa 80 milyon nüfusun %70’den fazlası Atatürk’ü sevdiğini, laikliği tercih ettiğini ve Türkiye’nin bütünlüğünden yana olduğunu oylayacaktır.

Yapılması gereken bu yazının içeriğini halka anlatacak yöntemleri iyi saptayarak doğru yolu göstermektir.  Müslümanlıktan uzak,  Türk olduğunu söyleyemeyen  ve karşı devrim yaparak ülkemizi felakete sürüklemek isteyen bu 9 Eylül artıklarının maskelerini düşürüp gerçek yüzlerini ortaya döküp   heveslerini kursaklarında bırakmalıyız. Bugüne kadar yıkamadıkları Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır.

Saygılarımla

Erol Başarık  (Ekonomist)    Reform 2000 Party’si Genel Başkanı – İngiltere