Bir paralel başbakan

‘Birçok insan bana sordu; Devlet ya da Belediyelerden ihale ve kontrat alan işadamlarının yardım kuruluşlarına bağışta bulunmaları caiz midir? Benim cevabım şu oldu: Eğer bağışta bulunanlar Müslüman ise ve bunlar başka türlü bağışta bulunmayacak kişiler ise veya bir daha ihale alamayacakları korkusuyla bağışta bulunuyorlarsa bu işlem caizdir. Bağış yapılan kurumlar bu paraları kullanabilirler, çünkü kimse onları bağış yapanlara baskı ile suçlayamaz. 


Türkiye’de önümüzdeki günlerde en çok sözü edilecek kişiliklerden biri Hayrettin Karaman olacak. İslam Hukuku Profesörü Hayrettin Karaman, gerçekte mevcut olmayan ancak fiilen iktidar çevresine laik hukuk sistemi dışında, ‘İslam Yüksek Konseyi Başkanlığı’ türünden bir ‘paralel meşruiyet’ sağlıyor. 

AKP iktidarında ve öncesinde Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde, Abant toplantıları gibi üst düzey dinsel örgütlenmelerde başrol oynayan Yeni Şafak yazarı-dinsel otorite Karaman, bunun dışında ‘Siyasi İslam’ın akçalı işlerinde’ şeriata uygunluk fetvaları veriyor. Karaman, Diyanet İşleri Başkanlığı ve yan kuruluşları, önümüzdeki günlerde çok daha açık olarak ortaya çıkacağı gibi, Türkiye’de iki farklı toplumun belirmeye başladığını gösteriyor. İlk toplum; Türkiye’nin ve Dünya’nın tanıdığı mevcut laik ve yasal toplumsal kurallara uygun olarak yaşayan halk. Diğeri, toplumun mevcut yasaların yanında, ‘siyasi islam’ kayıtlarına bağlılığı esas alan kuruluş halindeki ‘yeni’ toplum. 17 Aralık’ta ortaya çıkan yolsuzluk-rüşvet mekanizmasına iki ayrı toplumdan iki farklı bakış var.

 

Fetva işlerinden sorumlu Hayrettın Karaman

                                 
                                               
                                               

İslam yolunda kulanılan ‘Haraç’         


17 Aralık’ın başlangıç bölümleri, büyük ölçüde Dış İstihbarat kanallarından Türk adli makamlarına verilen (MİT dahil) bilgilere dayanan, İran ambargolarını delmeye yönelik Petrol-Altın takası olaylarına ait rüşvet soruşturmasına dayanıyordu. İran’da Ruhani’nin Cumhurbaşkanlığı altındaki yeni yönetimin, Ahmedinecat döneminde başlatılan Türkiye-Birleşik Arap Emirlikleri-Tacikistan’da kurdurulan Paravan şirketler üzerinden satılan petrol karşılığında, İran’a altın ödemesi işlemlerini mercek altına alması ile başlamıştı. İran’daki soruşturma öncelikle Cenevre’de yapılan İran-Batı ülkeleri arasındaki görüşmelerde gündeme getirilen bir konu oldu. Petrol-Altın takası işlemlerinde büyük paralar kaybeden İran yönetimi ise; Ahmedinecat döneminde ‘iç edilen’ paralarını kurtarmak için Türkiye’de tutuklanan Rıza Sarraf’ın patronu Zencani üzerinden, şimdi Başkan yardımcıları ve Devrim muhafizlarına kadar sıçrayan bir yolsuzluk soruşturmasına girmişti. Türkiye’deki boyutlarının 13 milyar dolara ulaştığı bildirilen soruşturma, 17 Aralık tutuklamalarından sonra iki ay içinde hakim, savcı, polis müdürleri değiştirilmesi operasyonlarıyla hasıraltı edildi. Elde kalan belgeler ise eski savcılıkların yazdığı ve şimdi TBMM’de saklanan fezlekeler oldu.

Rüşvet-i İlahi           


17 Aralık, İran parasına yönelik Rüşvet Mekanizmasını açığa çıkarmakla kalmadı, Buzdağının su altındaki dev gövdesine yöneldi. Bu mekanizma, en az üç yıldan beri fiilen uygulamada olan İmar Rantı, Devlet İhaleleri, İşadamlarından haraç gibi kaynaklar üzerinden alınan ‘siyasi islam vergisiydi’. Başbakan Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde daha küçük ölçülerde başlayan bu sistem, AKP iktidarının üçüncü döneminde artık gemi azıya almıştı. Başbakan Erdoğan, 17 Aralık operasyonları üzerine konuştuğu El Cezire televizyonuna şunları söylüyordu: ‘Yolsuzluk deyince, şunu bilmek istiyorum: Bu işlemlerle devlet fonları soyulmuş mudur?’ Erdoğan, 17 Aralık sonrasında ortaya çıkan yolsuzluklar zincirini, ‘İran’ın dağıttığı rüşvetler ve işadamlarından ihale ve kaynak tahsisi yoluyla alınan bağışlar’ olarak görüyor ve muhtemel savunmasını bunun üzerine kuruyor. Başbakan’ın El Cezire röportajında dile getirdiği ‘devlet kaynakları dışında bağış’ yoluyla para toplama işlemi, Siyasi İslam’ın Türkiye’de kurduğu iktidarın çok önemli bir maddi kaynağını ortaya çıkarmak yanında, ülkede artık yerleşmeye başlayan Paralel hukuk, paralel toplum anlayışının da bir ifadesi oldu. 

Fetva ile uyumlu


Hayrettin Karaman, Erdoğan’ın Belediye Başkanlığı döneminde 1996 yılında başlayan bu tartışmalara, yaklaşık 18 yıldır fetvalar üreten bir İslam Hukuku hocası. O yılardan beri İslamcı gazetelerde köşe yazıları yoluyla, tartışılan ‘Belediye ihaleleri yoluyla sağlanan ranta karşılık yapılan bağışların’ Şeriata uygunluğu sorularına cevap veren Karaman, Yeni Şafak gazetesinde yazdığı bir yazıda şunları söylüyordu: ‘Birçok insan bana sordu; Devlet ya da Belediyelerden ihale ve kontrat alan işadamlarının yardım kuruluşlarına bağışta bulunmaları caiz midir?.Benim cevabım şu oldu: Eğer bağışta bulunanlar Müslüman ise ve bunlar başka türlü bağışta bulunmayacak kişiler ise veya bir daha ihale alamayacakları korkusuyla bağışta bulunuyorlarsa bu işlem caizdir. Bağış yapılan kurumlar bu paraları kullanabilirler, çünkü kimse onları bağış yapanlara baskı ile suçlayamaz. Ayrıca, onlar baskı yapıldığını da bilmeden bu bağışları alıyorlar’. 1996 yılından beri İstanbul Belediyesi faaliyetlerinde ve 2002 sonrasında İktidar işlemlerinde görülen ‘ihale-bağış’ sarmalı, Hayrettin Karaman hocanın fetvalarıyla meşru hale getiriliyor. Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın başında bulunduğu vakfın, hemen tüm geliri bu tür ‘bağış’lardan oluşuyor. Başbakan Erdoğan’ın Türk Ceza Kanunu ile uyumluluğu savcı-hakim-polis üçgeninde operasyonlarla sağlama yanında, ‘paralel toplum’ önündeki meşruiyetini ise Karaman fetvalarıyla sağlıyor. Fetvalar Belediyesi İstanbul’un el değiştirmesi halinde ortaya çıkacak ‘bağış’ miktarını ‘idrak etmek’ ise  bu küçük akla gerekmez.

Mahir Tan / LondraPosta / Londra

Telif hakkı saklıdır 2014! Kaynak gösterilmeden yazı, fotograf ve video kullanılamaz!