Bir dövme hikayesi

Bir dövme hikayesi kuşaklar arası bakış

Eski Mısır’da, mumyalanan ve günümüze kadar kalabilen bedenler üzerinde dövmelere rastlanması, dövmenin sandığımızdan da eskilere dayandığını gösteriyor.

Çok değil, daha yirmi yıl öncesine kadar marjinal kesime ait bir sahiplenme olarak görülen dövme, günümüzde yetmiş yaşındakilerde bile görülmeye başlandı. Üstelik, ülkemizin her şeyine karışan dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, futbol oyuncusu Berk Yıldız’a, “Bu dövmeler ne ya? Niye böyle vücuduna zarar veriyorsun? İleride, Allah muhafaza, cilt kanserine varıncaya kadar yapabilir,” diyerek dövme yaptıranlara bakış açısını göstermişti.

Birdenbire artan ve yetmişli yaşlardaki insanlara kadar ulaşan dövme tutkusu, Erdoğan’a inat olarak mı benimsendi acaba? Dövme yaptıran ciddi bir kesimin düşüncesi bu yönde. Durum böyle olunca da, her alanda olduğu gibi, bu alanda da ötekileştirme yaşanıyor, yaşatılıyor. Dövme yaptıranlar sapkın, marjinal gibi yaftalanmalara maruz kalıyor. İşin içine kadın ve dövme meselesi girdiğinde, iş tez çalışmalarına konu olacak kadar genişliyor. Bazı akademisyenler, kadının dövmeyle olan ilişkisinin, kadınların feminizmde ulaştığı zirveye bağlıyor. Erkek-dövme ilişkisini de acı ve dayanıklılığa mı bağlamalı, diye sorası geliyor insanın.

Dövmenin görünürlüğünde artış var dedik  ama  toplumda hâlâ ciddi oranda önyargı ve ötekileştirme de devam ediyor. Dövmesinden dolayı iş görüşmelerinden geri çevrilen,  “marjinal”,  kâfir” gibi etiketlemelere maruz kalan kişilerin hikayelerini halen  duymaktayiz.  Aslında konunun sosyolojik boyutunu, “kamusal beden” ve “bireysel beden” arasındaki ilişki oluşturuyor. Kimileri, kimliklerini, aidiyet duygularını, muhalif duruşunu dövme üzerinden ifade ediyor. Bu bir anlamda toplumun dayattığı  siyasi erk tarafından tarif edilen kamusal bedene bir baş kaldırı olarak görülebilir. İşin  duygusal boyutunu, kimin neden dövme yaptırdığını yazmaya gerek yok sanırım .
 Gelelim bizim dövmenin hikayesine ;
 43  yaşında genç bir kadın (!) olarak  hissettiğim  o an  geldi   ve enseme  şak diye  bir dövme  yaptırdım . Ayni zamanda kendimle dalga da geçercesine; “biraz gec kalmadın mı, üstelik ergen  bir kız çocuğun var,  onun yaptırma sırası gelmişken
sana ne oluyor?” diye kendimi sorgulamaya başladım.

Beklenen an gelmişti  anne-kiz tatil döneminde buluştuk. Dövme ensemde   olduğu için  ilk gün fark etmedi. Tepkisini çok merak ediyordum.  Hemen ertesi gün, saçımı özellikle at kuyruğu yaptim ve görmesini sağladım. Arkamdan gelen “anne!” çığlığıyla, gördüğünü anladım.

Arkamı dönüp de kızımı görünce, ikimiz aynı anda kahkahayı bastık. Ardından gelen tepki daha güzeldi: “E, hani benim adımı dövme olarak yaptiracaktin ? … E nesiller arası fark bu’dur işte  diyerek derin bir oh  çekildi tabi 🙂
 sizler  bu yazıyı okurken ;  farklı sesleri, helal olsun kadına, ne var bunda canım,” diye yanımda veya karşımda olduğunuzu tahmin edebiliyorum. Mahalle baskısı dedikleri işte tam da bu. Ayıplar, günahlar, onay veren yada yargılayan  kafa sallamalar arasında yaşanır, yaşanmaya çalışılır hayat.

Peki ne yapmak gerekir?  Kulaklarınızı tikayabilir, olanağınız varsa  kendiniz gibi insanla dar bir çevrede yaşamayı tercih edebilirsiniz. Neyse ki, benim anlattığım olay topluma zorla kabul ettirilen “mahalle baskısı”nı yaratacak güçte değil.

Mahalle baskısı hepimizin içinde ve terk etmeyi düşünmüyoruz. Terk edemiyoruz.

AYLİN ÇALIŞKAN