Ahmet Kılıçaslan Aytar,Hey, ‘Kıbrıs’tan’ haberin var mı ?

 

HEY, HABERİN VAR MI ?

Ocak’ta, Davos Dünya Ekonomik Forumu’nda, “Kıbrıs Türklüğünü değil, Kıbrıs Milletini yeğ tutan”  KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Kıbrıs sorununun çözülmesi halinde getirileri allayıp pulluyordu.

“Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman Türkiye AB’ye daha yakın olacak:

Türkiye ve Yunanistan’ın savunma ve silahlara harcadığı paralar sona erecek:

Rum lider N.Anastasiadis, Türkçe’nin Avrupa Birliği’nde (AB) resmi dil olması için çalışma başlatacak:

Doğu Akdeniz’de İsrail gazı Kıbrıs  gazı ile birleşerek Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye, oradan da Avrupa’ya sevk edilecek” diyordu…

Mart’ta, AB ile Türkiye arasındaki Mülteci Zirvesi’nde, liderler en geç Haziran sonuna kadar vizelerin kaldırılmasını da içeren bir çalışma yürütmede mutabık kaldılar.

Türkiye mülteci kriziyle mücadelede işbirliği yapmak için tüm AB üyesi devletlerden, Güney Kıbrıs tarafından veto edilen müzakere başlıklarının açılmasına yönelik açık taahhütlerini talep etti.

AB ise Haziran’da vize muafiyeti verilmesi için 2013 yılında kararlaştırılan ama Güney Kıbrıs’ın vetosuna takıldığı için henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye’nin dikkatini çekti…

Mesela Türkiye’den tüm AB ülkeleri vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkını tanıması istendi.

“Tüm AB ülkeleri”  vurgusu, Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’a işaret ediyor, bu durumda mesela  vize işlemlerinde Türkiye’nin “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini kullanması gerekiyordu…

“Kıbrıs Cumhuriyeti” mi?

Bakınız, “Kıbrıs Cumhuriyeti” ne anlama geliyor, ne alıyor, neyi veriyor?

Ada’da 1968’den beri süren iki kesimin müzakerelerinde ortak devlet, toprak, mülkiyet hakları ve askeri düzenlemelerle ilgili uzlaşı sağlanamamıştır.

Ama Rumlar, BM ve AB’de Kıbrıs’ın yasal hükümeti ve temsilcisi olduklarını kabul ettirmiş, Türkler ise azınlık konumuna itilmiştir.

Üstelik, 2004′ te Kıbrıs adına Rum Yönetimi “Kıbrıs Cumhuriyeti” adıyla AB’ye katılmıştır.

Halbuki Kıbrıs’ta taraflar arasında sorun;1960 Ankara Anlaşmasına rağmen 1963 Akritas Planının uygulanması ısrarından doğuyor.

Ankara Anlaşması Ada’da Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında 1960 “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ni”  garantiliyor.

Akritas Planı ise Rumların Türkleri zayıflatarak “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Yunanistan’a birleştirilmesini amaçlıyor.

Öncelikle bilhassa Türk vatandaşlarının “Kıbrıs Rum Yönetimi ile  Kıbrıs Cumhuriyeti” arasındaki farkı bu esasta düşünmesi ve ayırt etmesi gerekiyor.

Ya sonra?

Birincisi: Kıbrıs, NATO’nun geleceğini belirleyen Stratejik Konsept Belgesinde önemli bir stratejik merkezdir.

Hem Türkiye, hem mevcut iki devletli haliyle Kıbrıs; Stratejik Konsept Belgesinde “AB üyesi olmayan NATO ülkesi” olarak anılıyor ve bu durum NATO için sorun teşkil ediyor.

O yüzden Türkiye, NATO’nun AB üyesi olmayan bir müttefiki olarak Avrupa güvenliğine katkısı için öncelikle Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına dahil edilmesi gerektiğini savunuyor.

Fakat AB üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına girmesini, eh!… Türkiye de Kıbrıs’ın NATO’ya girmesini engelliyor…

Bu karmaşa, ancak Kıbrıs Türk ve Rum kesimlerinin birleşme şartlarında anlaşmalarıyla, “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti”nin  NATO’ya ve Türkiye’nin Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikasına üye olmasıyla çözülebilecektir…

İkincisi: Türkler adanın birleşmemesi halinde bir kesimin adanın tümünü temsil ediyormuş gibi görülmesinin Avrupa değerlerine aykırı olduğunu savunuyor.

Nitekim, Kıbrıs Rum yönetiminin İsrail’in teşvikiyle Doğu Akdeniz’de doğalgaz sondajına başlaması ardından Türkiye ve KKTC  “Kıta Sahanlığını Sınırlandırma Anlaşması”nı imzalamış, bu suretle;

Türkiye, Rumların Ada’nın güneyinde başlattığı çalışmaları uzaktan izlerken, benzer arama çalışmaları yapması önündeki engeli de ortadan kaldırmış sayılıyor…

Üçüncüsü; Müzakerelerin geldiği bu aşamada  Rumlar uluslararası tanınmışlıklarını kullanarak avantaj elde etmek için kabul edilemez şartlardan biri olan kendi egemenliğini kabul ettirme konusunda direnmektedir.

Türkiye’den Ada’daki 40 bin askerini geri çekmesi,

Türkiye’den gelip adaya yerleşenlerin geri dönmesi,

Toprak değişikliklerinin yapılabilmesi,

Türkiye’nin bu alanda bulunan gazda KKTC’nin de payı olduğu tezini bırakması isteniyor…

Bunun için Rumlar, Türkiye’ye daha fazla baskı yapılmasını teminen garantörlük konusunu uluslararası alana taşımış ve garantörlüğü askıya aldırmanın peşindedir.

Nitekim, Yunanistan adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduğunu açıklarken,

Rumlar, İngiltere’den de Kıbrıs’ta bir anlaşma durumunda adadaki garantörlük haklarından vazgeçmeye hazır olduklarının teyidini almıştır.

Garantörlük çerçevesinde Kıbrıs Rum Kesiminin güvenlik kaygılarına son verilecek, garantörlükle ilgili alternatif senaryoların önü açılacaktır.

Bu Kıbrıs sorunun çözümüne AB ya da başka uluslararası kuruluşların da müdahil olması,

Türkiye’nin Kıbrıs’tan hareketle uluslararası toplumda biraz daha yalnızlaşması anlamına gelecektir.

Üstelik “Kıbrıs Cumhuriyeti”ni kabul etmek hem “Rum egemenliği kabul etmek”  hem de “Kıbrıs sorununun” ortadan kalkması anlamına geliyor.

Bu 1963 Akritas Planının uygulanması yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tanınması ısrarıdır.

Akritas Planı, Rumların Türkleri zayıflatarak Kıbrıs’ın Yunanistan’a birleştirilmesini yani ENOSİS’i amaçlıyor…

Ve süreç ilerliyor.

Mart ayında Kıbrıs ile ilgili alttan alta pazarlıklar sürüyor.

Yapılan müzakerelerde bugüne kadar hiçbir şekilde tartışılmayan “Garantörlük” konusu  artık açık açık tartışılıyor.

Türk Kara Kuvvetleri’nin 9 kolordusundan biri olarak KKTC’deki askeri gücü Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanlığı’nın Mersin’e nakli için zemin oluşturuluyor.

Kıbrıs Demokrat Parti Genel Başkanı Serdar Denktaş durumu “Bu zemini arayanlar ‘Zaten Mersin-Kıbrıs yakın mesafe. Bir şey olursa hemen müdahale ederiz’ şeklinde konuşuyor. Hayır, çözümden sonra siz bir AB ülkesine müdahale edemezsiniz, ettirmezler, biter ” diyor…

Kıbrıs’ta Türk ve Rum kesimleri arasında mülkiyet konusu, 1974’te Türkiye’nin askeri harekâtı ve ortaya çıkan durumun nasıl algılanması gerektiğindeki görüşler arasındaki tezatdan kaynaklanıyor ve müzakerelerin en zorlu konularından birini oluşturuyor.

Rumlar, mülkiyet sorununun bir insan hakları ihlâli konusu olduğu, ancak insan haklarına saygı temel ilkesinin uygulanmasıyla çözülebileceği görüşündedir.

Türkler insan haklarına saygı ilkesini kabul etmekle birlikte bunun iki bölgelilik temel ilkesine ters düştüğü konusunda ısrar ediyor.

Yine de mülkiyet konusunda kişisel haklar ile siyasi haklar arasında ayrım yapılmış ve müzakereler bu temelde yürütülmektedir.

Kişisel mülkiyet hakkının tanınması kuzeydeki Türk çoğunluğunun garanti altına alınması anlamına geliyor.

Ne ki tartışmalar siyasi mülkiyetler noktasında düğümleniyor…

O yüzden Rum Kesimi, Türkiye’nin hayata geçirdiği “Barış Suyu Projesi”ni reddediyor.

Projeyi “İşgal gücü Türkiye tarafından işgal altındaki topraklarda hayata geçirilen yasadışılık”  olarak tanımlıyor.

Türkiye’yi bu projeyle KKTC’yi coğrafi açıdan Anadolu ile bütünleştirmekle suçluyor…

2 Nisan’da, Kıbrıs’ta merkez soldaki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ile merkez sağdaki Ulusal Birlik Partisi’nin (UBP) koalisyon hükümeti dağılmıştır.

Birincisi; Ankara, Kasım 2015’ten bu yana KKTC hükümetinden elektrik ve telekomünikasyon hizmetleriyle limanların özelleştirilmesini istiyor,bu şart yerine getirilmediği için Türkiye KKTC’nin mali yardım alabilmesi için gerekli mali protokolü imzalamıyordu.

İkincisi: Ankara, KKTC’den  “Barış suyunun” özelleştirilmesini benimsemesini istiyor ama KKTC hükümetini oluşturan CTP ile UBP arasında mülkiyetin kişiselliği ve siyasi haklar ayrımı konusunda ihtilaf bulunuyordu.

UBP Barış suyunun özelleştirilerek suyun kişisel mülkiyet alanına alınmasını, CTP ise suyun belediyelerin oluşturduğu bir şirket tarafından dağıtılmasını isterken, suyun mülkiyetinin siyasi bir konu olduğunu savunuyordu!

Çünkü Mart ayının son gününde, Kıbrıs’ı ziyaret eden  Avrupa Parlamentosu Başkanı Martin Schulz, Kıbrıs Parlamentosu’nda konuşurken,

“Kıbrıs’ın yeniden birleşmesi artık gerçekçi bir olasılık haline geldi, bu da tarihi bir şansın yakalanabileceği anlamına geliyor. Çünkü Kıbrıs tek bir toprak, Kıbrıslılar tek bir ulustur” diyordu.

Ahmet Kılıçaslan Aytar