Ahmet Kılıçaslan Aytar; Varlığa ya da yokluğa doğru

VARLIĞA YA DA YOKLUĞA DOĞRU

ABD; başkanlık seçimlerinin yaklaştığı şu günlerde pervasız ve yıkıcı bir savaş politikası yürüten Obama yönetimi ile Pentagon arasında bölünmüştür.

Beyaz Saray, Washington’ın  egemenliğine meydan okuma kapasitesine sahip herhangi bir gücün ortaya çıkmamasını garanti altına almak amacıyla, rakiplerini bölgenin enerji kaynaklarından mahrum bırakmada ve mevcut devletleri parçalamakta uzmandır.

*

Pentagon ise yönetimin ABD güçlerinin savaşa dahil olmadığı ve katıldıkları çoklu çatışmalarda sadece danışman olarak bulundukları iddiasından giderek daha çok rahatsız oluyor.

Askerin müdahale mantığıyla Irak’ta, Suriye’de, Afganistan’da, jeopolitik bir eksen olarak kabul edilen Ukrayna ve ötesinde sürekli tırmanma talep ediyor.

*

Batı ve Rusya arasındaki restleşme varoluşsal bir aşamadadır,taraflar şiddetli bir siyasal ve ideolojik savaş başlatmıştır.

Bu savaşın temelini, Batı’nın; Rusya’nın tarihsel birikimleriyle Sovyetler Birliği’nin çökmesinden bu yana bölgesel dinamiklerin de değişmesi paralelinde oluşan karşılıklı tehdit algıları oluşturuyor…

*

Modern Rusya’nın hikâyesi, 876’da Prens Oleg’in “Kiev Rus şehirlerinin anası olacaktır” iddiasıyla Kiev’i devletin başkenti yapmasıyla başlıyor.

Birincisi, 862-1598’de  Prens Rurik’ten – Çar Fyodor’a Rurik Hanedanı,

İkincisi, 1913-1917 ‘de Çar Mihail’den- Çar II.Nikola’ya Romanov Hanedanı’ndan bugünlere;

Hristiyanlık, sayısız işgaller, savaşlar, feodal ekonomiden kölecilik yaşanmadan sınıf mücadelerine geçiş, dünya savaşları, hukuk sistemi derken özgün bir kültür üzerinden Rusya tarihi oluşuyor.

Modern Rusya’nın Kiev’de doğması, Ukrayna krizinin asıl nedeni sayılıyor…

*

Nasıl? Krizin anlaşılması için 1919’da V.Lenin’in,”Silahlı kuvvetler de dahil tüm araçlarla uluslararası burjuvaziyi yıkmak ve devletinin tamamen yok oluşu için bir geçiş aşaması olarak Uluslararası Sovyet Cumhuriyetini yaratmak için mücadele etme” amacı güden Komünist Enternasyonel’i kurmasından başlamalıdır.

1943’te J.Stalin, Komünist Enternasyonel örgütünü lağvederken müttefikleri; amacın Komünist devrimi değil Nazi Almanya’sının yenilmesi olduğuna inandırmak istiyordu.

V.Putin ise Batı’nın demokrasiyi yayma politikasına son vereceği umudundaydı ama Batı’nın dünya devrimini destekleyen Komünist Enternasyonel gibi demokrasiyi yayan bir “Demokrasi Enternasyonali” yoktu!

*

Neden, Avrupa Rusya’nın Soğuk Savaş sonrasında kurulan düzeni engellememesinden hoşnuttu da Avrupa modelini benimseyenin Rusya değil, Sovyetler Birliği olduğunu unutmuştu?

Neden, Avrupalılar renkli devrimlerin ve küresel mali krizin Rusya üzerindeki psikolojik etkisini anlamıyordu?

Neden, Rus seçkinlerin bir kısmı Rusya’nın küresel sahneye geri dönmesini istiyor, merkantilizmi  mesihçilikle birleştiriyordu?

Neden, Avrupalılar ekonomi, teknolojik gelişme ya da askeri harcama kalemlerinde kendilerini Rusya’dan üstün görürken “Zayıfın İsyan” olgusunu görmüyordu?

…derken…

*

Rusya’nın periferisinde, Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla ortaya çıkan güç boşluğunda Rusya sınırları boyunca birkaç istikrarsız bölge doğdu.

Putin, bu istikrarsızlığı dış güçlerin Rus devletini zayıflatma girişimlerine bağladı ve bu düşünceden bir tehdit algısını şekillendirdiği bu günlere gelindi…

*

Üstelik, Batı ve Rusya arasında gayri resmi diplomasi ile birbirleri hakkında sahip oldukları olumsuz mitleri iyileştirmek için yapılan ve bir dizi görüşme sonucunda,

NATO’nun gelecek stratejisinin omurgasını oluşturan Füze Savunma Sisteminin oluşturulmasıyla ilgili “tek tetik” olmanın umudu kalmamıştı…

*

Üstelik, Rusya Avrupa Birliği’ne alternatif gördüğü Avrasya Birliği’ne girmeye ikna edemediği ülkeleri tarafsızlaştırmak suretiyle tehditleri bertaraf ediyordu.

Bu politikasi güvenliğini kesinlikle garantilemiyor, gerçek ve algılanmış tehditler karşısında daha ne kadar işe yarayacağı da bilinmiyordu…

*

Sonuçta Rusya’da, ABD emperyalizminin eski Varşova Paktı ülkelerini ve eski Sovyet cumhuriyetlerini içine alarak genişlemesi karşısında kollektif güvenlik sözlerinin Avro-Atlantik topluluğun Rus çıkarları pahasına yayılmasının kılıfı olduğu düşünülmeye başlandı.

V.Putin, Rusya’yı bir zaman önce oyunun kurallarını ABD’nin belirlediği ama bugün transatlantik ittifakın bir efsaneden ibaret olduğu,

NATO’nun sanıldığı kadar güçlü olmadığı ve Batı’nın inişe geçtiğine ilişkin inancında pekiştirdi.

Şimdi Rusya’nın yeniden bir süper güç olduğu düşünülüyor, bu yüzden politikalarından geri adım atmıyor ve Batı’yı ödün vermeye zorluyor.

*

Şimdi Rusya, “Ukrayna’yı kaybettiğimizi kabul etmiyoruz. Amerikalılar için bu çıkarsama, dünyadaki lider konumunu güçlendirmek için önemli. Rusya ve Ukrayna’nın ayrılması mümkün değil, yüzyıllara dayanan tarihsel bağlara sahibiz. Ukrayna halkı uzlaşı ve çıkar dengesi temelinde ülkenin tüm bölümlerinin birleşmesi yoluyla uyumu geri getirmek isteyecektir. Böyle bir Ukrayna devletinde Rusya’ya yönelik yaklaşım fevkalâde olacaktır” ültimatomu  üzerinde yürüyor.

*

Batı ise Rusya’nın bu tarihi gerçekliğini;

  1. Dünya Savaşı’nda bir askeri şiddet dalgası sürerken Britanya, Fransa ve daha az önemli bir güç olarak Rusya’nın,

Sykes-Picot anlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu toprakları,

Halkların özlemlerine hiç aldırmaksızın paylaşma koşullarını  ve sonraki tarihin büyük kısmını belirlemelerinden yüzyıl sonra,

Bugün Irak, Suriye, Ürdün ve İsrail arasında bölünmüş topraklarda ve buna eklemlenen Kafkasya’da Sykes-Picot’nun temelleri üzerine yükselen ulus-devlet sisteminin başlıca garantörü haline gelen ABD emperyalizmi gerçekliği ile kırmaya çalışıyor…

*

Neden, niçin sorusu Başkan B.Obama şiddet olaylarının yaşandığı Suriye ve Ukrayna’nın ABD ile Rusya arasında bir çekişmeye dönüşüp dönüşmediği sorusuna verdiği yanıttadır.

Obama “İfade özgürlüğü, toplanma özgürlüğü, adil ve serbest seçimler, rüşvet vermeden iş yapabilme, dininiz ve inançlarınızdan dolayı ayrımcılığa uğramamanın Suriye ve Ukrayna’daki insanların özlemi olduğunu düşünüyorum ki, bunlar herkesin yararlanmak istediği temel haklardır” diyor.

*

Ne ki, ABD emperyalizmi Obama’nın ifadesindeki  “Demokratik amaçları” sağlamak üzere insanlığın büyük bir kesimini terörize etmiştir.

Bunun açık sonuçları milyonlarla ifade edilen kurbanlar, sönen yuvalar, II. Dünya Savaşı mülteci trajedilerini gölgede bırakan mülteci krizi ve sonuçta ABD’nin elinin değdiği, ayağının bastığı her yerde insanların sefaletinin feci şekilde derinleşmesidir.

*

ABD askerleri, görünüşte Arap Yarımadası El Kaidesi ile savaşta Birleşik Arap Emirlikleri askerlerine yardım etmek üzere şu anda Yemen’de, doğrudan Washington’ın müdahalelerinden  ortaya çıkmış olan güçlere karşı  savaştadır.

Amerikan askerleri, sözde terörle mücadele için doğuda Pakistan’dan batıda Libya’ya ve kuzeyde Türkiye sınırından güneyde Somali’ye kadar uzanan geniş bir bölgede öldürücü operasyonlar gerçekleştiriyor.

ABD askerleri, bölgesel müttefikleri Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye ile birlikte Irak’ta ve Suriye’de Esad hükümetine karşı örgütlediği rejim değişikliği savaşında kendi yarattığı IŞİD’i sözde ortadan kaldırma bahanesiyle, uluslararası hukuku açıkça çiğneyerek operasyonlar düzenliyor.

*

Herşey dönüp dolaşıp,Rusya’nın imparatorluk stratejisinde Ukrayna’dan vazgeçemeyeceği gerçeğine dayanıyor..

Çünkü Ukrayna’nın bağımsız bir devlet olarak kalması, Rusya’nın Avrasya imparatoru olma olasılığını engelliyor.

Rusya’nın, Ukrayna olmaksızın sadece Asya İmparatorluğu olarak kalacağı ve Orta Asya devletleri ile olan zıtlaşmalarıyla konumunun zayıflayacağı düşünülüyor.

*

Şimdi ABD emperyalizminin egemen çevreleri, Amerikalıların arkasından  ekonomik gerilemeyi dengelemek için militarizmin nasıl en iyi şekilde kullanılacağı konusunda şiddetli tartışmalardan geçiyor.

Her iki parti de 2016 seçim kampanyasından Ortadoğu’da, Ukrayna’da ve ötesindeki savaşlarda çok büyük bir tırmanmaya yönelik hazırlıkları titizlikle gizliyor.

Ancak bir şey kesindir: Kasım’da oylar sayılır sayılmaz, Beyaz Saray’a kim gelirse gelsin, ABD’nin küresel askeri saldırganlığında çarpıcı bir büyüme olması bekleniyor.

*

Rusya “Tek egemenliğin, tek efendinin olduğu bir dünyanın onu elinde bulunduranlar içinde ölümcül olduğu, tek kutuplu dünyanın kabul edilemezliği yanısıra modern uygarlık için ahlâkî bir temel olmadığı” ana fikrinde Askeri Doktrini’yle beklemededir.

*

Yeni Türkiye egemenleri ise geçmişte Sykes-Picot anlaşmasıyla Osmanlı İmparatorluğu’nun egemen olduğu toprakları paylaşanların önlerine atacağı kemiğin derdindedir.

 

17.5.2016

Ahmet Kılıçaslan Aytar