Ahmet Kılıçaslan Aytar; ‘Türkiye İsrail ilişkileri olumlu yönde seyrediyor demeye dilim varmıyor.’

SÖZDE LÂİK TÜRKİYE VE YAHUDİ DEVLETİ

Haziran 2015′ te Roma’da gerçekleştirilen görüşme ardından kamuoyuna yansıyan İsrail-Türkiye temasları son etabı 7 Nisan’da Londra’da yapıldı.

Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı F.Sinirlioğlu ile İsrail Özel Temsilcisi J.Ciechanover başkanlığındaki heyetler; İkili ilişkilerin normalleşmesi için yapılan müzakerelerin akabinde bir sonraki toplantıda anlaşmayı sağlayacak mutabakat metninin nihaî hale getirilmesi ve farklılıkların giderilmesi yönünde ilerleme kaydettiler.

2010’da İsrail’in Gazze ablukasını kırmak üzere yola çıkan Mavi Marmara gemisini durdurmak üzere düzenlediği operasyonda dokuz Türk’ün hayatını kaybetmesiyle Ankara-Tel Aviv ilişkileri kopma noktasına gelmişti.

Diplomatik ilişkiler ikinci kâtiplik seviyesine indirilmiş, Türkiye ilişkilerin normalleşmesi için özür dilenmesi: hayatını kaybedenler için tazminat ödenmesi: Gazze’deki ablukanın kaldırılması şartlarını öne sürmüştü.

2012’de ABD İstihbarat Topluluğu (Intelligence Community) “İsrail Sonrası Ortadoğu’ya Hazırlık” raporunda Çin’in, İslami uyanış, radikalizm ve Filistin yanlısı kuvvetin yükselişi sonunda İsrail’in daha uzun süre ayakta kalamayacağını bildiriyordu.

ABD’nin giderek İsrail’i desteklemeyi sürdürecek askeri ve ekonomik kaynaklarının olamayacağına, üstelik İsrail’e verilen destekte ABD halkında güçlü muhalefet oluştuğuna işaret ediliyordu…

Sonra Haziran 2013’te G8-Kuzey İrlanda Zirvesi’nde, Rusya ile iç savaşı  yayılma potansiyelinde olan Suriye’nin sorunlarını çözümlemek, merkezde yer alan İsrail-Filistin arasında yeni bir barış planını teşvik etmek üzere mutabakata varıldı…

İsrail’in yakın gelecekte HAMAS’la, sonra İran’la doğrudan bir savaş yaşayabileceği öngörüldü.

İsrail ve Suudi Arabistan işbirliğinin ürünü olarak Sünni Arap ülkelerinin İsrail’i bir Yahudi devleti  olarak tanıması ve Filistinlilerle kapsamlı bir barış anlaşması yapılması hedeflendi.

Peşisıra İsrail’in liderliğinde ve Arap Ligi himayesinde NATO uzantısı ortak bir Arap Savunma Ordusu,

Terörle mücadeleye yönelik Suudi Arabistan merkezli ve nüfusunun çoğunluğu Sünni Müslüman ülkeler arasında savunma paktı benzeri bir koalisyon kuruldu.

Türkiye de prensipte  hem ordulaşmayı, hem de savunma paktı benzeri koalisyonu kabul ederken;

Laik Cumhuriyet Ordusunu bir mezhebin buyruğuna veriyordu…

Bu suretle;

Birincisi; Arap ülkelerinin hiç bir zaman tek başına bir değer ifade etmesinin istenmemesi fikrinden gelişen Sünni Arap Ordusu,

İsrail’in çıkarları doğrultusunda Sünni Arap ülkelerinin tutum ve politikalarını ortak bir düzlemde dengeleyecekti.

İkincisi; Suudi Arabistan’ın, İran’ın Şii hilâliyle yayılma stratejisine karşı Şiiliğin bulunduğu her yerde etki alanını arttırmasının ve Şiiliğin yayılmasına karşı kalkan oluşturmasının önü açılıyordu.

Üçüncüsü; Ortadoğu’daki güç merkezi Suudi Arabistan ve İran arasında dağıtılırken,bölgede Sünni Arap ülkeleri ordusunun gerektiğinde doğrudan doğruya Şii İran ordusuyla karşı karşıya kalması öngörüsü sağlanıyordu.

Nitekim 2016’da İsrail Başbakan B.Netanyahu Dünya Ekonomi Forumu’nda,

“Suudi Arabistan, İsrail’in bir düşmandan ziyade müttefik olduğunu görmektedir; çünkü ikisini de tehdit eden iki temel tehdit vardır, İran ve İŞİD.

Eskiden İsrail-Filistin meselesini çözersek daha geniş olan İsrail-Arap meselesinin de çözüleceğini düşünürdük. Şimdi bunun tam tersinin geçerli olabileceğini düşünüyoruz.

Yani şu anda Arap Dünyası ile vuku bulmakta olan bu ilişkileri geliştirmek aslında İsrail-Filistin meselesini çözmemize yardım edebilir. Biz de tam olarak bu amaca yönelik çalışıyoruz ” diyordu…

Bu noktaya getirilen gelişmelerde, Mart 2013’te ABD Başkanı B.Obama’nın aracılığında Başbakan B.Netanyahu dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dan telefonda özür diledi.

Ardından Türkiye ve İsrail ilişkilerinin normalleştirilmesi için başlayan temaslar 2014 yazındaki Gazze Savaşıyla sekteye uğrasa da özellikle İran’ın sisteme geri dönüşü, Suriye Savaşı ve enerji güvenliğinin önem kazanması gibi nedenler iki ülkeyi ilişkileri düzeltme yoluna itti.

İsrail Türkiye’ye 20 milyon dolar tazminat ödemeyi kabul etti.

Karşılığında tarafların Mavi Marmara davası kapsamında İsrailli askerlere yönelik tüm suçlamaların geri alınması ve  davaların düşmesi,

Türkiye’deki Hamas ofislerinin kapatılması ve faaliyetlerine son verilmesi konusunda anlaştıkları  bildirildi.

Ancak sorun 2007’de HAMAS’ın Gazze’de tek taraflı ilan ettiği yönetim sonrasında İsrail’in denizden, Mısır’ın karadan başlattığı Gazze Ablukası’nda düğümlendi.

Çünkü Mısır, Sina yarımadasının HAMAS ve IŞİD  gibi pek çok cihatçı örgütün eğitim kampına dönüşmesi nedeniyle Gazze ablukasından vazgeçmiyor,

İsrail ise son dönemde Kudüs’ten yayılan terör olayları ve HAMAS intifadası sürerken ablukanın denizde balıkçılık alanının artırılması, hastane inşası, sınırdan inşaat, gıda, ilaç gibi malzemelerin geçişinin rahatlatılması dışında devamından yanaydı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’ye yaptığı son ziyaretinde Washington’da Brookings Enstitüsünden yaptığı konuşmada,

Gazze’deki ambargonun kaldırılması gerektiğinin altını çizerken Gazze’nin yaşadığı enerji ve su sıkıntısına dikkat çekti.

Türkiye’nin Gazze kıyısına gönderilecek bir gemiye yerleştirilecek jeneratör yoluyla bölgeye enerji sağlamak istediğini dile getirdi.

Buna karşın İsrail, Gazze ablukasını kaldırmak yerine Türkiye’ye Rusya’nın uyguladığı ekonomik yaptırımları telafi etmek,

Avrupa Birliği’nin de Akdeniz Güvenliği için desteklediği İsrail-Kıbrıs-Mısır ekseninde enerji işbirliği yapılması önerilerinde  bulundu.

Üstelik Türkiye açısından İsrail ile ilişkilerin normalleştirilmesi, Arap Baharı sonrasında içine girdiği bölgesel yalnızlığı aşması için gerekli görülen dış politikadaki değişimin önemli bir parçası olarak kabul ediliyordu…

Ama bu çerçevenin ardında  Mart’ta, AB-Türkiye arasındaki Mülteci Zirvesi’nde  oynanan ince bir oyun vardı.

AB, Haziran’da vize muafiyeti verilmesi için 2013’te kararlaştırılan ama Güney Kıbrıs’ın vetosuna takıldığı için henüz hiçbir ilerleme kaydedilmeyen 5 madde için Türkiye’nin dikkatini çekiyor,

Tüm AB ülkeleri vatandaşlarına ayrımcılık yapmaksızın Türk topraklarına vizesiz giriş hakkı tanınması istiyordu.

“Tüm AB ülkeleri”  vurgusu, Türkiye’nin devlet olarak tanımadığı Güney Kıbrıs’a işaret ediyor,mesela vize işlemlerinden giderek Türkiye’nin “Güney Kıbrıs Rum Kesimi” ifadesi yerine “Kıbrıs Cumhuriyeti” ifadesini kullanması gerekiyordu.

Bu Ada’da Türklerin siyasi eşitliğini, idareye etkin katılımını, aynı toplumsal statülerle hak ve özgürlükleri, Lozan Anlaşması çerçevesinde Türk-Yunan dengesini, Yunanlı olduğunu iddia eden Rumlarla Türkler arasında “Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti’ni”  garantileyen 1960 Ankara Anlaşması’nın Türkiye tarafından ihlâli anlamındaydı.

Rumların Türkleri zayıflatarak “Kıbrıs Cumhuriyeti”nin Yunanistan’a birleştirilmesi hedefleniyordu.

Tıpkı İsrail’in,şimdi Türkiye’ye Akdeniz Güvenliği için  İsrail-Kıbrıs-Mısır ekseninde enerji işbirliği yapılması önerisi gibi…

Bu çerçevede Türkiye İsrail ilişkileri olumlu yönde seyrediyor demeye dilim varmıyor.

9.4.1016

Ahmet Kılıçaslan Aytar